2 Ağustos 2018 Perşembe

Bir Yanda «Nato Paşaları»...Diğer Yanda «ABD Maşaları»...


Bir Yanda «Nato Paşaları»...Diğer Yanda «ABD Maşaları»...



SERDAR  ANT  
HEDDAM YAZILARI
3 Şubat 2010, 23:36

Türk askerinin kafasına çuval geçirenlerle görüşecek olan Genelkurmay Başkanı masaya vurabilir mi yumruğunu? O masanın öte yakasında kim oturuyor?
Tayyip Erdoğan mı?
Başkan Obama mı?
CFR mi?
Sonra adama yedirmezler mi o «yumruğu» ? 
Son 20 yılda ABD'nin «Üstün Hizmet Nişanı» takmadığı kaç Genelkurmay Başkanı var Türkiye'nin?

«Türkiye ABD'nin güçlü bir müttefikidir; terörizmle mücadelede birlikte çalışma taahhüdümüz devam etmektedir. PKK/ KongraGel'in Türk halkına karşı gerçekleştirdiği terörist eylemleri şiddetle kınıyorum. Amerika Birleşik Devletleri terörizmle mücadelede ve Türk vatandaşlarını korumak için Türkiye'nin yanındadır. Amerika Birleşik Devletleri, bu üçlü çerçevede, sınırların karşılıklı güvenliğini temin etmek ve PKK/Kongra Gel terörünü sona erdirmek üzere, Türk hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Hükümetinin de dâhil olduğu Irak hükümeti ile çalışmaktadır.» (Hürriyet, 2.2.2010)

Yukarıdaki sözler 2003 yılında Kuzey Irak'taki Süleymaniye'de 11 Türk askerinin tutuklanıp, başlarına çuval geçirilmesini emreden Amerikalı General Ray Odierno'ya ait...

Ray Odierno durduk yerde neden bu yalanları söylüyor peki?

Çünkü ABD'li General Ray Odierno Türkiye-Irak-ABD üçlü güvenlik toplantısına katılmak üzere Ankara'ya geldi. Dahası sadece İçişleri ve Dışişleri Bakanı tarafından değil, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ tarafından da kabul edilecek! Türk askerinin kafasına çuval geçirilmesi için emir vermiş ABD'li General, Türk ordusunun en yüksek rütbeli komutanı tarafından kabul edilecek, eli sıkılacak ve 

«PKK/ KongraGel'in Türk halkına karşı gerçekleştirdiği terörist eylemleri şiddetle kınıyorum. Amerika Birleşik Devletleri terörizmle mücadelede ve Türk vatandaşlarını korumak için Türkiye'nin yanındadır» türünden yalanları uslu uslu dinlenecek!

ABD'li Generalin Türkiye'de bulunduğu günlerde HABERTURK kanalındaki bir programa katılan emekli tuğgeneral Ramiz İlker, son aylarda Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik psikolojik savaş ve saldırılara tepki gösterip Genelkurmay Başkanı'na çağrı yapıyordu:

«Genelkurmay Başkanı'na sesleniyorum. Bu kadar pısmasın... Yumruğunu masaya vursun.»

Ne güzel söz!

Peki, Türk Askerinin kafasına çuval geçirenlerle görüşecek olan Genelkurmay Başkanı Masaya vurabilir mi yumruğunu? 
O masanın öte yakasında kim oturuyor?

Tayyip Erdoğan mı?
Başkan Obama mı?
CFR mi?

Sonra Adama yedirmezler mi o «yumruğu» ?

Son 20 yılda ABD'nin «Üstün Hizmet Nişanı» takmadığı kaç Genelkurmay Başkanı var Türkiye'nin?


Örneğin «bu kadar pısmasın...» denilen Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un NATO kariyeri göz kamaştırıcı... 1977 yılında Kara Harp Akademisi'nden mezun olmuş. Ardından kurmay subay olarak Belçika /Brüksel'de NATO Uluslararası Askeri Karargâhında Cari İstihbarat Plan Subaylığı yapmış. İngiltere Kraliyet Harp Akademisi ve NATO Savunma Kolejini de bitiren Org. Başbuğ, 1988 yılında tuğgeneralliğe terfi ederek bu rütbede Belçika-Mons'da Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhında (SHAPE) Lojistik ve Enformasyon Daire Başkanlığı görevinde bulunmuş. 1995 yılında tümgeneralliğe terfi etmiş ve bu rütbe ile yine Belçika/Mons'da Milli Askeri Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı görevi yürütmüş...

Bu parlak bir kariyere sahip olan Genelkurmay Başkanı, örneğin BOP hakkında şunları söylemiş:

«Bugün üzerinde yoğunlukla tartışılan «Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi» nin ana hedeflerinden birinin de, kadınların eğitim düzeyinin yükseltilmesi olduğu dikkate alındığında, Atatürk'ün konuya 80 yıl kadar önce vurgu yapması çarpıcı değil mi?» (Aydınlık,15Mayıs 2005)

Bu da yetmemiş, tam bağımsızlık ve egemenliği tartışmaya açmış:

«21. yüzyılın ilişkileri ağında TAM BAĞIMSIZLIK kavramı üzerine düşünmek zorundayız... ULUSLARIN EGEMENLİK HAKLARININ BELİRLİ BİR ALANINI, kendi arzusu ve kendi iradesiyle, o kuruluşun karar mekanizmalarında yer alması kaydıyla ve o kuruluştan kendi arzusuyla çekilebilmesi mümkün olduğu sürece, ULUSLARARASI BİR KURULUŞA DEVRETMESİ ACABA TAM BAĞIMSIZLIĞI ZEDELER Mİ? Sanırım bu soruyu tartışmalı ve bir uzlaşmaya varmalıyız.»

Şimdi bu paşamız çıkacak ve yumruğunu masaya vuracak ve biz de «helal olsun!» diyeceğiz, öyle mi?

Ah canım benim!

Emperyalist ABD, bu ülkenin Jandarma Genel Komutanı'na suaikast düzenledi ve Org. Bitlis'i şehit etti! Ramiz İlker de dâhil, hangi general bırakın masa yumruklamayı, çıkıp tek kelime laf edebildi o zaman?

Emperyalist ABD, bu ülkenin Muavenet isimli savaş gemisini torpilledi! Hangi general, bırakın masa yumruklamayı, çıkıp tek kelime söyleyebildi o zaman?

Emperyalist ABD, Kuzey Irak'ta Türk askerinin kafasına çuval geçirdi, sonra bunun fotoğraflarını medyaya servis etti! Hangi general, bırakın masa yumruklamayı, çıkıp bir çift laf edebildi o zaman? Bırakın tepki göstermeyi, şimdi bu alçaklığı yapanlar resmen kabul ediliyor, bu kişilerle görüşülüyor!

NATO toplantılarından Türk subaylarının önüne bölünmüş Türkiye haritaları konulmadı mı?

ABD, «PKK'nın yuvası» Kuzey Irak'ı Türk ordusuna yasak etmedi mi?

«NATO Paşaları» bırakın masa yumruklayıp tepki göstermeyi, hâlâ Afganistan'dan Somali'ye kadar uzanan coğrafyada ABD'ye ve NATO'ya taşeronluk yapmıyor mu bugün?

Emperyalist ABD, 1991'de gelip Anadolu'nun göbeğinde Çekiç Güç'ü konuşlandırdı. Bu emperyalist işgal kuvveti, 1991'den 2003'e kadar Kuzey Irak'taki kukla Kürt devletine şemsiye olurken, her MGK toplantısında Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması için parmak kaldıranlar «NATO Paşaları» değil miydi?

Bütün bunlar olurken tepki göstermeyenler, şimdi televizyon ekranlarından veryansın edecekler de milletin yüreğine sular mı serpilecek?

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ana ikmal kaynağı TÜPRAŞ, KOÇ-SHELL ortaklığına «Özelleştirme» adı altında peşkeş çekilirken «dut yemiş bülbüle» dönenler, şimdi bağırıp çağırınca millet alkış mı tutacak?

Bir de Ramiz İlker «Atatürk'ün ordusu» demiş bugünkü TSK'ya...

Mustafa Kemal Atatürk günümüzden 79 yıl önce, 1930'da şöyle tanımlıyor orduyu:

«Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlâtlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir.»

Bugünkü TSK, örneğin NATO'nun değil de, «yalnız milletin emrine tabi ve sadık» mıdır? Örneğin Türk askeri Afganistan'da, Somali'de, Lübnan'da «Türk milletinin insanca ve müstakil yaşaması» için mi bulunuyor bugün?

Sonuçta bağıran bağırana...

Bir yanda « NATO Paşaları » ...

Diğer yanda AKP'si, Taraf'ı ile «ABD maşaları» ...

Millete düşen de «kırk katır mı kırk satır mı», karar vermek...

Seç seç beğen... 


SERDAR Ant.,

https://www.facebook.com/notes/t%C3%BCrkiye-ger%C3%A7ekleri-realities-of-turkey/bir-yanda-nato-pa%C5%9Falar%C4%B1di%C4%9Fer-yanda-abd-ma%C5%9Falar%C4%B1/286205458799/

Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak?


Böyle Mi Oluyor Cumhuriyeti Savunmak? 



BÖYLE Mİ OLUYOR CUMHURİYETİ SAVUNMAK! BU MU YURTSEVERLİK! 
Serdar Ant


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı)

“Türkiye hâkim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir. ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir.” (Aydınlık, 13 Eylül 2009)

Resim



MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili) 

“Yanlış anlaşılmasın. ‘Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın’ demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beş bin, altı bin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır.” (22 Ekim 2009 tarihli “Barış ve Kaos” başlıklı bir yazısı…)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı) 

“CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu Graham Fuller 1990 yılı başında Türkiye’de yaptığı araştırmalardan sonra hazırladığı raporda, Kemalizm’in bittiği saptamasında bulunuyordu. Fuller, Türkiye’ye ‘yeni kimlik’ olarak ‘Ilımlı İslam’ı öneriyordu. Gerçekten de burjuvazinin demokratik devrimci atılımı olarak Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir.” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 9)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı) 

“Kemalizm, burjuvazinin demokratik sivil toplum projesiydi. Kapitalizmin sivil toplumu ise, ancak işçi sınıfının ve diğer emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulabilirdi. Bu nedenle Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı. Emekçilere ve Kürt ulusuna tavrı, Kemalizm’in tarihe ayak bağı olan yönünü oluşturdu.” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 9)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı) 

“Aslında İkinci Cumhuriyetçiliğin temelleri 1930’larda atılmıştır. Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 16-19)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı) 

“Kemalistlerin zorba diktatörlüğünü faşizmle karıştırmayalım” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 80)


DOĞU PERİNÇEK (İP Genel Başkanı) 

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur.

Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler.

Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991)


FERİT İLSEVER (İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı) 

“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)

İŞÇİ PARTİSİ’NİN 1995 YILINDA CUMHURBAŞKANI DEMİREL’E SUNDUĞU ANAYASA TASLAĞI’NDAN…

“Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.”

“Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.”

“Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet’in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır.”

“…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır.”

“Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek… Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir.”

MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili) 

Siirt’teki bir Kürt açısından kimdir Mustafa Kemal? Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır. Bu da doğrudur. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Türkler açısından taşıdığı anlamın Kürtler açısından var olmasını bekleyemeyiz. (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili) 

“…Biz her iki milletin de ulusal değerlerine saygılıyız. Her iki milletin de ulusal marşını söyleyebilmeliyiz. Bunu aslında 89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında yapıyorduk. Bir milletin ulusal değerlerine sahip çıkmak, diğerlerini görmezlikten gelmek veya reddetmek, düşmanlık konusu yapmak bizim tutumumuz olamaz. Her iki milletin ulusal değerlerini, ulusal şahsiyetlerini, ulusal sembollerini savunmak durumundayız.” (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili) 

“Türklerin ulusal değerleri Bayrak, Mustafa Kemal, Marş; bütün bunlar Kürtler için ne ifade ediyor? Bir Türk gibi Türklerin ulusal değerlerini savunmalarını bekleyemeyiz Kürtlerden, beklemek de gerekmiyor, ayrıca doğru da değil. Biz Kürtlerin ulusal değerlerine saygıyı Türklerin içinde propaganda ederiz, Türklerin ulusal değerlerine saygıyı da Kürtlerin içerisinde propaganda ederiz.” (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)


MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN (İP Genel Başkan Vekili) 

“Kürtlerin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir. Yani bir tarihi kişilik olarak, bir ulusal şahsiyet olarak değer veriyorlarsa, ulusal mücadele içinde Şeyh Sait’i bir yere koymaya çalışıyorlarsa en azından o ulusal harekete, ulusal duygulara saygının gereği olarak buna saldıran bir tutum almamalıyız.” (Ulusal İnkârcılık Üzerine, Teori, Ağustos 1994, sayı: 56)

Serdar ANT, edebiyatgazetesi, 24.05.2011


***

SERDAR ANT'A YANIT

İnternet ortamında farklı platformlarda ikide birde çıkıp aynı teraneleri tekrar etmek belliki bir amaca yönelik faaliyetler kapsamında. 

İnsanda biraz vicdan olur, ar olur. Sende bunların hiçbirini göremedim. Bu yazıyı beğenen arkadaşlara da eğer bir art niyet yoksa vicdanlı olmaya davet ediyorum. Sana daha önce de verilen yanıt aşağıdadır.

Yusuf Tunçer

26 Ağustos 2009

Sayın Serdar Ant,

İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin’in 18 Haziran 1994’te Ankara’da İşçi Partisi Genel Merkezinde yaptığı bir konuşmanın bazı bölümlerini alarak, Mustafa Kemal’in “Kürtlere katliam yaptığını” söylediğini, Şeyh Sait konusunda Kürt gericileri karşısında boynu bükük, suskun bir tavır aldığını iddia etmişsiniz.

Teori dergisinin Ağustos 1994 tarihli sayısında yayınlanan bu konferans, başlığından da anlaşılacağı gibi, 1990’lardan sonra Türk solu içerisinde gelişmeye başlayan “Ulusal İnkârcılık” düşüncesini gündeme getirmek ve buna karşı alınacak tutuma belirlemektir.
Teori Dergisinde yer alan bu konferansın amacı şöyle açıklanmıştır:

“Ulusal İnkârcılığa Karşı Bizim Tutumumuz Ne Olmalıdır? Ulusal İnkârcılık Nedir? Konferansın adını bu şekilde daha da netleştirebiliriz.

Yakın geçmişte birkaç olay oldu. Birincisi şu: İstanbul 1 Mayıs Mitinginde ve İzmir mitinginde meydana gelen ve basına da yansıyan birtakım sol grupların tutumlarıdır. İstiklal Marşı okunurken bazıları arkalarını döndüler, slogan attılar ve ıslıkladılar. Bu ilk defa karşılaştığımız manzara değildir. Ulusal simgelere karşı solun önemli bir kesiminin inkârcı bir yaklaşım içerisine girmesi aşina olduğumuz bir tutumdu, ama son 1Mayıs’ta, ülkemizde özellikle son birkaç yıldır yaşanan milliyetçi kabarış koşullarında ve milli temalarla gericilerin halkı artık peşleri sıra sürüklemeye başladığı bir dönemde, bu tutumun tekrarlanması, konunun üzerinde durmamızı gerektiriyor.”

Mehmet Bedri Gültekin, bu konferansta ulusal değerler ve ulusal sorunlar konusunda özetle şu görüşü dile getirmiştir:

“Tartıştığımız mesele nedir? Bayrağa saygısızlık olayı var ve sol adına yapılıyor… Mesele sosyalistleri ulusal değerlerin düşmanı olarak gören anlayışı yıkmaktır. Ulusal Değerleri biz savunuyoruz. Gerçek savunucusu biziz. En samimi savunucusu biziz, kitlelere bu mesajı vermektir. Mesele, ulusal sorunların ancak sosyalistlerin önderliği ile çözülebileceği mesajını vermektir.”

Mehmet Bedri Gültekin, yine bu konferansta henüz bugünkü gibi ABD emperyalizminin Ortadoğu’da stratejik oyuncağı durumuna gelmemiş, Kürt sorunu konusunda da şunları söylemiştir:

“Bizim aynı zamanda her iki milletin içerisinde olan milliyetçi önyargılara karşı mücadele etmek, düşmanca eğilimlere karşı mücadele etmek gibi bir görevimiz vardır.”

Görüldüğü gibi, Mehmet Bedri Gültekin, ta 1994’lerden düşmanca olmayan çözümlerin ilk ışıklarını vermiştir.

Şeyh Sait meselesine gelince “Mustafa Kemal’le kıyaslanma içerisinde alınırsa bir ulusal önder olarak kıyaslanmayacak bir şahsiyettir. Mustafa Kemal’e saldırırken diğer yandan Şeyh Sait’i yüceltmek Marksist olma iddiasındaki PKK’nın büyük bir tutarsızlığıdır.” görüşlerine yer vermiştir.

Gene aynı yazıda Atatürk açıkça savunulmuş Şeyh Sait hareketinin bir irtica hareketi olduğu da belirtilmiştir.

Sayın Ant,

Bu yanıtı yalnızca size tatmin etmek amacıyla yazmıyorum. Sizin kısa alıntılarla karalamak istediğiniz konferansın başka insanlar tarafından yanlış anlaşılması ihtimalini göz önünde tutarak yazıyorum.

Sizin yazınızı okuyan internet okuyucularını da Ağustos 1994 tarihli TEORİ dergisini okumalarını öneriyorum. Orada gerçeği göreceklerdir.

Sayın Ant,

İşçi Partililer 1960’lardan beri bu konu ile ilgili olarak düşündüler, tartıştılar ve çözüm önerilerini yazdılar. Elbette bu görüşlerini dile getirirken bazı yanlışlar da yaptılar. Örneğin Şeyh Sait’in niteliği doğru olarak konulmasına rağmen yanlış fikirlerden etkilenen Kürt kökenli insanlarımızla diyalog ve birlik kapısını açık tutabilmek için onların bu konudaki fikirlerine saygı duymak şeklindeki ifade amacı aşan ifadelerdir ve doğru değildir.

Aynı şekilde Atatürk ve Kürtler hakkındaki ifadeler de amacı aşan ifadelerdir.

Bugün Kürt sorununu artık bütün Türkiye tartışıyor. Çünkü tartışmayı isteyen ABD ve Avrupa’dır. Oysa 1990’lara kadar Türkiye’nin kendi dinamikleri ile konuyu çözüme ulaştırma şansı çok daha fazlaydı. O gün İşçi Partisi’nin çabalarına kulaklarını tıkayanlar, bugün Batı’nın işaret fişeği üzerine ortalığa çıkmış bulunuyorlar.

Sayın Ant,

Mehmet Bedri Gültekin’in söz konusu yazısı olsun, İşçi Partililerin diğer yazılarında olsun baştan sona kadar hâkim olan anlayış antiemperyalizm temelinde etnik kökeni ne olursa olsun bütün halkımızın birliğidir. Irkçı milliyetçiliğe karşı çıkılmaktadır. Birlik savunulmaktadır. Bunun nasıl olabileceği tartışılmaktadır.

Doğal olarak İşçi Partililerin konu ile ilgili yaklaşımı zaman içinde giderek olgunlaştı. Kimi yanlışlardan arındı. Dünyamızın 1990’larda yaşadığı kimi tecrübeler (Yugoslavya, Çekoslovakya ve Sovyetler Birliği) ile Türkiye’nin 1990’larda iki binlerde yaşadığı sürecin de bu olgunlaşmanın yaşanmasında önemli bir katkısı oldu.

Sayın Ant,

Eleştirileriniz için teşekkür ederiz. Ama İşçi Partisi’nin ve Doğu Perinçek’in ABD AKP ve Fethullah koalisyonunun azgın saldırısının hedefi olduğu bugünlerde sizin işi gücü bırakıp İşçi Partisi’ne nasıl saldırırım diye arşivlere dalmanızın ve kimi cümleleri yazının bütününden kopararak ele almanızı iyi niyetle açıklamak mümkün değildir.

İşçi Partisi’ne ve Doğu Perinçek’e bugün ABD ve Fethullah saldırıyor. Çünkü İşçi Partisi ve Doğu Perinçek bu güçlerin Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesi uyarınca etnik temelde yeniden yapılandırmak ve Fethullah’ın Ilımlı İslam diktatörlüğünü gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engeldir. Bu büyük gerçeği unutmayın.

Saygılarımla.

Halim Yurdakul
İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı


..

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık?

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık? 

Serdar ANT
Haziran 15, 2011 13:12

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık?


“Cumhuriyet Güçbirliği: Aynı Kararlılıkla Devam…”

14 Haziran tarihli Aydınlık gazetesinin en arka sayfasında yukarıdaki başlık yer alıyor. Cumhuriyet Güçbirliği, bir anlamda “durmak yok, yola devam” kararını açıklıyor!

İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin’e göre “Biricik çıkış yolu: Cumhuriyet Güçbirliği…”

Şule Perinçek ise “Mücadele görevimiz daha da büyüdü” görüşünde…

Seçimde Ankara 2. bölgeden aday olan ve seçilemeyen Erdoğan Karakuş ise “Cumhuriyet Güçbirliği mücadelesini aynı kararlılıkla sürdürecek” diyor.

Denizli’den milletvekili adayı olup seçilemeyen Mustafa Güleç de “çalışmalarımızın boşa gitmediğini, geleceğe yatırım olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuşuyor.

Uzatmayalım, sonuçta Cumhuriyet Güçbirliği sanki hiçbir şey olmamış gibi devam etme kararını ilan ediyor! İyi de ortada üzerinde düşünülmesi, sorgulanması gereken bir durum yok mu gerçekten? Cumhuriyet Güçbirliği’nin bağımsız adayları, seçimlere “spor” olsun diye mi girdi? Bir amaçları yok muydu?

Vardı tabii…

Diğer bütün adaylar gibi seçilip Meclis’e girmeyi amaçlayan Cumhuriyet Güçbirliği, bir milli hükümetin kurulmasını sağlayarak AKP iktidarını yıkmayı hedefliyordu. 30 kişiyle!

Ne var ki halkın tercihi Cumhuriyet Güçbirliği adayları yönünde olmadı ve 30 adaydan hiçbiri seçilecek yeterli oyu alamadı. İşin daha düşündürücü olan kısmı ise, Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının aldığı oyların komik denecek düzeyde olmasıdır. Bu nedenle olsa gerek, seçim öncesinde Cumhuriyet Güçbirliği adaylarını en ince ayrıntısına kadar tanıtan Aydınlık gazetesi, seçimden sonra Güçbirliği adaylarının aldığı oyları yayınlamaktan bile kaçınmıştır. 30 adaydan sadece Doğu Perinçek, Yaşar Müjdeci, Çetin Doğan, Tuncay Özkan, Ceyhan Mumcu ve Erdoğan Karakuş’un kaç oy aldığı 13 Haziran tarihli Aydınlık’ta yayınlanmıştır, o kadar…

Peki, kalan adaylar seçimlerde kaç oy aldılar acaba?

O zaman Aydınlık gazetesinin okuyucusundan sakladığı sonuçları ben kısaca aktarayım. ( İlk rakam alınan oy sayısı, parantez içindeki sayı da % olarak oy oranıdır.)

Hayrettin Çavuşoğlu (Adana):           2 869  (0.25)
Ceyhan Mumcu (Ankara-1):               2 663  (0,17)
Erdoğan Karakuş (Ankara-2):            1 800  (0,12)
Atilla Uğur (Antalya) :                3 718  (0,35)
Orhan Özkaya (Aydın) :                   899  (0,14)
Kartal Cemil (Balıkesir) :             1 776  (0,23)
Mehmet Alanbel (Bursa):                2 343  (0,14)
Murat Burhanoğlu (Çorum):                196  (0,06)
Mustafa Güleç (Denizli) :                751  (0,13)
Mehmet Tanrıkulu (Diyarbakır)            978  (0,33)
Mehmet Saygın Turan (Edirne):            286  (0,08)
Nermin Yıldız (Eskişehir) :            1 402  (0,28)
Abdullah S. Kocaman (Gaziantep):       1 637  (0,20)
Vecdet E. Gürpınar (Gümüşhane):           28  (0,04)
Melih Sürmeli (Hatay) :                2 267  (0,29)
Deniz Yıldırım (Isparta):                901  (0,35)
Çetin Doğan (İstanbul-2):              9 378  (0,38)
Ümit Ülgen (İstanbul-3):               4 739  (0,30)
Yaşar Müjdeci (İzmir-1) :             17 513  (1,43)
Doğu Perinçek (İzmir-2):              12 842  (1,00)
Hasan Parkan (Kayseri):                  235  (0,03)
Halil Nebiler (Kırklareli):              237  (0,01)
Recai Alkan (Kocaeli):                 2 517  (0,26)
Zihni Koşkar (Manisa):                 1 277  (0,15)
Mahmut Şentut (Mersin):                3 276  (0,33)
Mehmet Karakamışlıoğlu (Muğla):          979  (0,19)
Mehmet Emin Akyüz (Niğde):               174  (0,09)
Zafer Şen (Tekirdağ):                  1 616  (0,32)
Bülent Baş (Trabzon):                    375  (0,08)
Mehmet Akkaya (Zonguldak):               382  (0,01)

Cumhuriyet Güçbirliği’nin 30 adayı Türkiye genelinde toplam 80 063 oy alabilmiştir! Bu, Türkiye genelinde kullanılan 42 069 869 geçerli oyun sadece % 0,19’una eşittir!

Örneğin Antalya’da “Arbanya aşiretinden 10 bin oy” alacağı iddia edilen Atilla Uğur, seçimlerde sadece 3 718 oy alabiliyorsa ortada yanıtlanması gereken bir soru yok mudur?

Seçim öncesinden Aydınlık gazetesinde “ Ankara’nın dörtte birini oluşturan Çorumlular ‘Erdoğan Karakuş Paşa’nın arkasında…” şeklinde sözde " haberlerle " propagandası yapılan Ankara 2. Bölge adayı Erdoğan Karakuş’un kendi seçim çevresinde geçerli kabul edilen 1 438 787 oyun sadece 1800’ünü alabilmiş olmasında bir gariplik yok mudur?

İşçi kenti Zonguldak’ta, adı İşçi Partisi olan bir partinin yöneticisi olan, işçi Mehmet Akkaya’nın sadece 382 oy (%0,01) alabilmesi düşündürücü değil midir?

Örneğin seçimde Denizli’den milletvekili adayı olup seçilemeyen, ama “çalışmalarımızın boşa gitmediğini, geleceğe yatırım olduğunu düşünüyorum” diyen Mustafa Güleç, 671 809 kayıtlı seçmenin bulunduğu Denizli’de, kullanılan 582 800 geçerli oyun, sadece 751’ini (%0,12) alabiliyorsa, çıkıp da nasıl “çalışmalarımız boşa gitmedi” diyebilir artık?

Örnekler çoğaltılabilir. Amacım basit bir oy hesabı yapmak değil. Ama seçime de laf olsun diye girilmiyor ki… Alınan oy, bir anlamda halka ne kadar ulaşılabildiğinin, düşüncelerin millete ne derece anlatılabildiğinin ve “Atatürk’te birleştik” diye ortaya çıkanların seçmenler tarafından ne denli ciddiye alınıp benimsendiğinin bir göstergesidir. Bu nedenle milyonu aşkın seçmenin oy kullandığı bir seçim bölgesinde 5 bin oy bile alamayanlar, geleceğe yönelik kararlılık açıklaması yapmadan önce dönüp aynaya bakmalı ve “neden?” sorusunu en azından kendilerine sormalıdırlar.

Örneğin Cumhuriyet Güçbirliği adayları arasında en yüksek oyu, İzmir 1. Bölgeden aday olan Yaşar Müjdeci aldı: 17 513… Yaşar Paşa’nın seçim bölgesinde 1 426 779 kayıtlı seçmen var. Bunun 1 247 732’si seçimde oy kullanmış ve bu oyların da 1 223 008’i geçerli sayılmış. Sonuçta Yaşar Müjdeci, işte bu geçerli sayılan 1 223 008 oyun sadece 17 513’ünü alabilmiştir! (% 1,43) Bu bölge, Cumhuriyet Güçbirliği’nin en “başarılı” olduğu bölgedir!

Benzer bir durum İzmir 2. Bölgeden aday olan Doğu Perinçek için de geçerli… Perinçek’in seçim bölgesinde de 1 447 543 kayıtlı seçmenden 1 311 577’si oy kullanmış ve bu oyların da 1 277 830’u geçerli sayılmış. İşte Perinçek, bu geçerli 1 277 830 oyun sadece 12 842’sini alabilmiş! (%1)

Şimdi Cumhuriyet Güçbirliği taraftarları ve özellikle de Doğu Perinçek ile Yaşar Müjdeci “neden?” diye sormuyorlar mı kendilerine? Bu orandan ve alınan oydan memnunlar mı?

Kimse imkânların yetersizliği bahanesine sığınamaz. Emrinde ulusal düzeyde yayın yapan bir gazete ile bir ulusal televizyon kanalı olan kaç aday vardı? Ayrıca Aydınlık’a göre “İzmir’de Cumhuriyet Güçbirliği; 90 seçim bürosu, 5 binden fazla Güçbirliği gönüllüsüyle arı gibi çalışıyor. Her gün 100’e yakın İzmirli kendiliğinden büroya gelip Perinçek ve Müjdeci gönüllüsü oluyorlar”dı! (Aydınlık, 9.5.2011)

Ne var ki sonuç ortada işte! İzmir gibi demokrat, ilerici, Cumhuriyetçi seçmenin ağırlıklı olduğu bir bölgede bile halkın ancak yüzde 1-1,5 kadarının desteği alınabiliyorsa, devrimciliği ve yurtseverliği kimseye bırakmayanların en azından kendilerine bir dönüp bakmaları ve özeleştiri yapmaları gerekmez mi?

Ne var ki bu oylar sadece bir hezimeti ve halktan kopukluğu göstermiyor. Bir çöküşü de işaret ediyor aynı zamanda… 2011 seçimlerinde Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının aldığı oyları, İşçi Partisi’nin 2007 genel seçimlerinde aynı seçim çevrelerinde aldığı oylarla karşılaştırdığımızda daha da ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. 2007 genel seçimlerinde İşçi Partisi adaylarının, aynı seçim bölgelerinde aldıkları oylar şöyle:

Adana:      3625
Ankara-1:   4710
Ankara-2:   4016
Antalya:    3591
Aydın:      3613
Balıkesir:  3364
Bursa:      4537
Çorum:      1076
Denizli:    3866
Diyarbakır:  614
Edirne:     1142
Eskişehir:  2079
Gaziantep:  1474
Gümüşhane:   168
Hatay:      2214
Isparta:    1014
İstanbul-2: 5033
İstanbul-3: 5547
İzmir-1:    5847
İzmir-2:    6245
Kayseri:    1440
Kırklareli: 1257
Kocaeli:    2380
Manisa:     3074
Mersin:     2662
Muğla:      2926
Niğde:      1144
Tekirdağ:   1702
Trabzon:    1192
Zonguldak:  2259

Bu durumda Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının, Adana, Ankara-1, Ankara-2, Aydın, Balıkesir, Bursa, Çorum, Denizli, Edirne, Eskişehir, Isparta, İstanbul-3, Kayseri, Kırklareli, Manisa, Muğla, Niğde, Tekirdağ, Trabzon ve Zonguldak’ta İşçi Partisi’nin 2007 seçimlerinde aldığı oy kadar bir oy bile alamadığı görülüyor! Kısacası Cumhuriyet Güçbirliği’nin seçime katıldığı 30 bölgenin 20’sinde İşçi Partisi’nin 2007 seçimlerinde aldığı oya bile ulaşamaması, ortada aslında bir güçbirliğinin olmadığını, dahası “Cumhuriyet Güçbirliği” adı altında seçime katılan İşçi Partisinin İzmir hariç neredeyse bütün bölgelerde oy kaybettiğini göstermektedir.

Örneğin 2007 seçimlerinde işçi kenti Zonguldak’ta 2259 oy alan İşçi Partisi, 2011’de merkez yöneticilerinden işçi Mehmet Akkaya ile bu ilde sadece 382 oy alabiliyorsa, bu durum neyin göstergesidir acaba? Ya da 2007 seçimlerinde Ankara’da toplam 8716 oy alan İşçi Partisi’nin, 2011’de aynı bölgede oyları yarı yarıya düşmüşse, bu, yangından mal kaçırır gibi oluşturulan “Cumhuriyet Güçbirliği” girişiminin halk tarafından ciddiye alınmadığının kanıtı değil midir?

Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının 2011 seçimlerinde yarıştığı 30 bölgede toplam 80 063 oy almalarına karşılık, İşçi Partisi’nin 2007’de bu bölgelerde toplam 83 811 oy almış olması, Güçbirliği adı altında aceleyle ve partizan bir anlayışla yapılmaya çalışılanların, İşçi Partisi tabanında bile benimsenmediğini göstermektedir!

Bu durumda “ Cumhuriyet Güçbirliği : Aynı Kararlılıkla Devam ” diyenlere sormak gerek:

Hangi güçbirliği? Hangi kararlılık?

Ulusal kavramları ve değerleri kendi siyasi amaçları için maske olarak kullananların pişkinliğine karşı halk yanıtını seçimlerde vermiştir. Bu durumda devekuşu gibi başını kuma gömüp gerçekleri görmezden gelerek, başarısızlıklarını gözlerden saklayabileceğini sananlar, önce aynaya bakmalı ve yukarıdaki tablonun hesabını vermelidirler!

Serdar ANT, 14 Haziran 2011


http://www.guncelmeydan.com/pano/hangi-gucbirligi-hangi-kararlilik-serdar-ant-t28647.html

***

Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i “ Kemalist ” sanmaktadır!

Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i 
“ Kemalist ” sanmaktadır!


Serdar ANT

23 Temmuz 2011 tarihinde çeşitli internet sitelerinde Sinan Meydan’ın bir yazısı yayınlandı:
“Cemil Koçak’ın Pişkinliği: Kürt Özerklik İsteklerine Atatürk’ü Alet Etme Kurnazlığı”
Başlıktan da anlaşılacağı gibi tarihçi Cemil Koçak’ı eleştiren bir yazı bu… Ama Sinan Meydan’ın isabetle saptadığı gerçek başlığın ikinci kısmında somutlaşıyor:
“Kürt Özerklik İsteklerine Atatürk’ü Alet Etme Kurnazlığı”
Evet, söz konusu olan tam da budur. Bugün ayrılıkçı Kürtçülüğün bağımsızlığa giden yolda dönemsel bir hedef olarak benimsediği özerkliği, toplumun gözünde meşru kılmak için Atatürk alet edilmek istenmektedir. PKK’nın demokratik özerklik taleplerine bir anlamda tarihsel meşruiyet kazandırmaktır amaçlanan… Sinan Meydan da bu işe soyunmuş olan tarihçilerden Cemil Koçak ile hesaplaşıyor!
Sinan Meydan’a göre “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” iddiası bir yalandır. “7 Nisan 2011′de yazdığım “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” adlı bir yazıda “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” yalanını bütün boyutlarıyla gözler önüne sermiş ve bu yalanı söyleyenlerden birinin de “büyük tarihçi” Cemil Koçak olduğunu belirtmiştim.” diyor Sinan Meydan… Gerçekten de Sinan Meydan’ın “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı makalesi okunmalıdır. Bu aydınlatıcı ve yetkin çalışmayı herkese öneririm.
Ne var ki, Sinan Meydan Cemil Koçak’ı eleştirirken, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında Kürtlere Özerklik verdiğini iddia eden Doğu Perinçek ile ilgili tek kelime etmiyor! “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” lafı bir yalansa (ki bana göre de bir yalandır) o zaman bu yalanın kuyruklusunu Doğu Perinçek söylüyor. Hatta bu konuda bir kitap bile yazdı Doğu Perinçek:
Kemalist Devrim 4: Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası…
Ama Sinan Meydan “O yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“…Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen “Kürtçülerin” ağzında sakız olan bu yalanı gündeme getirenler arasında Prof. Dr. Cemil Koçak ve -sonradan vazgeçmiş olsa da- Doğu Perinçek de vardır.”
Sinan Meydan, Doğu Perinçek’in Atatürk’ün Kürtlere özerklik sözü verdiği iddiasından vazgeçtiğini nereden biliyor? Ne yazık ki bu konuda bir kaynak belirtmemiş. Öyle anlaşılıyor ki Sinan Meydan’ın Doğu Perinçek’in tutumu hakkında söylediği bir gerçek olmaktan ziyade bir beklentidir. Zira Sinan Meydan’ın “O Yalanı Artık Söyleyemeyecekler” başlıklı makalesini yazdığı 4 Nisan 2011 tarihinde de Doğu Perinçek’in bu konudaki iddialarının yer aldığı “Kemalist Devrim 4: Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası” başlıklı kitabı kitapçı raflarındaydı ve partililerce okuması öneriliyordu. Daha ilginci, Doğu Perinçek de bu konudaki görüşlerinden vazgeçmediğini Aydınlık’taki köşesinden kamuoyuna ilan etti. Sinan Meydan’ın Doğu Perinçek’i aklamaya yönelik satırlarının üzerinden yaklaşık iki ay sonra, 31 Mayıs 2011 tarihli Aydınlık gazetesinde, “Özerklik Kimin Programı” başlıklı yazısında aynen şunları söylüyordu:
“Özerklik çağımızda tek başına bir program değildir; başka programlara eklemlenir. Örneğin İngilizler Cihan Savaşı’nın sonunda Kürtlere özerklik vaat ettiler. Sevr Anlaşması bunu öngörüyordu. Mustafa Kemal Paşa da İngiliz’in özerklik vaadinin karşısına, Türkiye’nin ‘şuralarla özerk idare’ programıyla çıktı. Bunun en önemli resmi belgesi TBMM vekiller heyetinin ‘Kürtlere mahalli idare’ kararıdır. 27 Haziran 1920 tarihlidir ve TBMM gizli celse zabıtlarında yayınlanmıştır. Tam metni ve açıklaması, Kemalist Devrim-4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası başlıklı kitabımdan incelenebilir. Atatürk 1921 Anayasası’nın şuralar yönetimini de ‘ahalisi Kürt olan vilayetlerin kendi kendilerine muhtar olarak idare etmeleri’ diye açıklamıştır.
İngilizlerin Kürtlere özerkliği ile Atatürk’ün başında bulunduğu milli hükümetin Kürtlere özerkliği birbirine karşıt programlardı. İngiliz emperyalizmi bölmek için özerklik vaat ediyordu; Mustafa Kemal yönetimi ise birleştirmek için! Özerklik, tarihte emperyalist programının da parçası olmuştur; emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi programının da… İçeriden bakarsanız, ağalara şeyhlere de özerklik verebilirsiniz, emekçi halkı temsil eden yönetimlere de… Nitekim sömürge yönetimlerinde de yerel özerklik uygulamaları görülüyor. Buna karşılık Sovyetler birliği, Yugoslavya ve halen Çin Halk Cumhuriyeti’nde de özerklik deneyimleri yaşanıyor.” (Aydınlık, 31.5.2011)
Görüldüğü gibi Doğu Perinçek, hâlâ Atatürk’ün Kürtlere özerklik vaat ettiğini söylüyor. Sinan Meydan’ın iddia ettiği gibi bu görüşlerinden vazgeçmiş değil!
Ne var ki Cemil Koçak’ı eleştiren Sinan Meydan, her ne hikmetse Doğu Perinçek’in iddiaları karşısında susuyor!
Neden?
Cemil Koçak’ın tarihçiliğinin kimin hizmetinde olduğu, hazretin yazdığı gazeteden, çalıştığı kurumdan belli zaten… Dolayısıyla Cemil Koçak’ın pişkinliğini vurgulamak, bir bakıma “Amerika’yı yeniden keşfetmek” ya da “malumu ilan” oluyor.
Ama Doğu Perinçek’in ulusal saflardaki etkinliği ve Kemalizm üzerine ipotek kurma çabaları ortadayken, “ Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdiyalanını yinelemesi karşısında suskun kalmak nasıl değerlendirilmelidir?
Sinan Meydan’ın öncelikle eleştirmesi gereken Cemil Koçak gibi Atatürk karşıtları mıdır, yoksa Doğu Perinçek gibiler midir? Cemil Koçak ne derse desin, kendini Cumhuriyetçi ve Kemalist olarak niteleyen birçok kişi üzerinde fazla bir etkisi olamayacaktır. Ama “Atatürk Kürtlere Özerklik Sözü Verdi” yalanını hâlâ ısrarla yineleyen Doğu Perinçek için aynı şeyi söylemek oldukça zordur. Bugün bile birçok kişi Doğu Perinçek’i “Kemalist” sanmaktadır!
Sonuçta Sinan Meydan’ın Cemil Koçak’ı eleştirirken Doğu Perinçek’in benzer savları karşısında suskunluğunu koruması hayli düşündürücüdür.
Atatürkçü Yazılar için tıkla:

***

Doğu Perinçek'in “ 2000 Model Öcalan ”ı…

Doğu Perinçek'in “ 2000 Model Öcalan ”ı… 

Serdar ANT

Çarşamba Temmmuz 06, 2011 19:09
DOĞU PERİNÇEK’İN “2000 MODEL ÖCALAN”I…

Serdar Ant

Meğer Abdullah Öcalan’a ne büyük haksızlık etmişiz, nasıl da günahını almışız! “Bebek katili” dedik, “eli kanlı katil” dedik, “emperyalizmin maşası vatan haini” dedik, kısacası demediğimizi bırakmadık! Meğer ne kadar ayıp etmişiz, ne büyük bir haksızlık yapmışız! 

“Sayın”(!) Öcalan, meğer bir “Kemalist” imiş neredeyse… “Solun lideri” olma konusunda gerçekten de CHP lideri Kılıçdaroğlu’na rakip imiş! Kemalizm, ordu ve Cumhuriyet tarihi üzerine ne kadar isabetli değerlendirmeler yapmış, ne güzel şeyler söylemiş, ama bizim haberimiz bile olmamış işte! Cehalet ne kadar kötü bir şey, insanı nasıl da yanıltıyor, gördünüz mü? 

Allah’tan Doğu Perinçek ve Aydınlık dergisi var! Böylece biz de en sonunda hatamızı gördük, Türklere ve Kürtlere yol gösteren, keramet buyuran böyle büyük bir herifin, pardon liderin kıymetini en sonunda anladık! 

Aslında bizim de bir günahımız yok hani! PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisini okusaydık, “Sayın” Öcalan’a bu kadar haksızlık yapar mıydık hiç? Biz de ondan feyz alırdık! Gerçi dağa çıkıp gerilla merilla olmazdık, ama sanırım bu kadar nankör de olmazdık! Ama dedim ya, PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisi, her sabah bizim bakkal Ahmet Efendi’ye gelmiyor ki alıp okuyalım! 

Bizim bakkala Serxwebun gelmiyor, ama Aydınlık geliyor! Neyse ki Doğu Perinçek, Aydınlık gazetesinde iki yazı yazdı, bizim gibi kendini Kemalist sanan, ama aslında bir türlü Doğu Perinçek ve Öcalan kadar Kemalist olamayan herkesi irşat etti, doğru yolu gösterdi. Tabii Perinçek, bizim gibi kör cahil olmadığından, PKK’nın Serxwebun isimli yayın organını, bir yerlerden bir şekilde bulup, (herhalde Silivri cezaevinde değil) okuyabildiğinden Öcalan’ın Kemalizm konusunda aslında ne kadar sıcak düşüncelere sahip olduğunu cümle âleme ilan etti! 

Doğu Perinçek’in Serxwebun dergisinden alıntılayarak ballandıra ballandıra anlattığı Öcalan’ın Kemalizm, Kürt isyanları ve ordu konusundaki görüşlerini aşağıda aktaracağım. Gerçi Öcalan bu görüşleri 11 yıl önce, 2000 yılında dile getirmiş. Ne var ki sonra, Perinçek’e göre “ABD-İsrail projesinin aleti haline gelmiş”, “ABD-İsrail güdümlü AKP iktidarının avucuna düşmüş.” Ama en sonunda Perinçek’ten öğrendik ki, en azından 2000 yılında Öcalan ne kadar da da sağduyulu hareket ediyormuş! 

Şimdi kimi kendini bilmezler, “Kürdümüzü” kucaklamak istemeyen “ırkçılar” ve tabii “Gladyo safında olanlar”, Öcalan’ın bütün bu söylediklerine inanmayıp, “ulan herif yakalanınca korkudan ne yapacağını şaşırdı, attığı bütün o taklaların nedeni asılacağım korkusuydu” falan diyebilirler. Ama siz o bölücülere inanmayın sakın. Onlar ne demokrasi istiyor ne barış… Onların “Kürdümüz” diye bir derdi de yok! Hepsi “ırkçı” zaten!

Keşke Öcalan bugün de 2000 yılında düşündüğü gibi düşünse, yine öyle davransa… Perinçek’in altını çizdiği gibi “ABD-İsrail projesinin aleti” olmasa, “ABD-İsrail güdümlü AKP iktidarının avucuna düşmüş” bulunmasa da biz de Doğu Perinçek gibi onu bağrımıza bassak! En azından onun, Öcalan’ın 2000’li yıllardaki görüşlerini ulusalcı-Kemalist saflarda pazarlamaya çalıştığı gibi bizler de aynı şeyleri yapabilsek… Ne güzel olurdu değil mi?

Artık Öcalan tekrar 2000 yılında konuştuğu şekilde davranır mı bilmiyorum, ama Doğu Perinçek, tam 11 yıl sonra, 2011 yılında yeniden Öcalan’ı keşfettiğine göre, sanırım Öcalan’ın 2000 yılında ifade ettiği bu görüşleri bugün savunuyor demektir! Aksi geçerli olsa, durduk yerde Perinçek, Öcalan’ın 2000 yılındaki görüşlerini neden iki gündür Aydınlık gazetesinde ballandıra ballandıra anlatsın ki?

Şimdi gelelim Öcalan’ın 2000 yılında PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisinin 222. sayısında söylediklerine… Tekrar söylüyorum, Allah Doğu Perinçek’ten razı olsun, onun, Aydınlık gazetesinin 2 ve 3 Temmuz tarihli sayılarında yayınlanan yazıları olmasaydı, biz Öcalan’ın kerametini nasıl öğrenecektik ki?

Önce 2 Temmuz tarihli Aydınlık’ta yayınlanan “Öcalan 2000’de Şeyh Sait konusunda ne diyordu?” başlıklı yazısından okuyalım. Dikkat, “Sayın” Öcalan konuşuyor:

    İsyanlar tarihi iyi bilinmeli ve doğru algılanmalıdır. Geçmişte yaşanan isyanlar ilkel milliyetçiliğe dayalıdır. Bazıları benim için ‘Kemalizme kayıyor’ diyebilirler. Kemalizm düşmanlığı Kürtlerin lehine değildir. İlk Kürt isyanları Batı’ya dayanıyordu. Söylemek istediğim şuydu: O dönemde hem Kürtler üzerinde hem de Türkler üzerinde emperyalizmin oyunu vardı. O zamanki isyanlara önderlik edenler bunu göremediler. Önderlerin gerici yanlarını görmek istediler. Bu oyun hâlâ devam ediyor.

    İsyan Kürt egemenlerinin yaklaşımıdır. Barzani ve Talabani’ye dikkat edilmeli. Kürt halkını da Kemalizm’i de bu hale getiren isyanlardır. 1919-24 sürecini anlatan Doğu Perinçek’in kitabı mutlaka okunmalı. Mustafa Kemal, 1919’da Kürtlere bütün özgürlükleri tanıyacaktı. ‘Oyuna gelmeyin’ dedi. ‘Kürdistan devleti kurma oyununa, Ermeni devleti kurma oyununa gelmeyin’ dedi. Cumhuriyetle birlikte Kürtlerin bütün özgürlüklerini tanınacaktı. Doğrudur, Atatürk stratejik açıdan yaklaştı. 1924’e kadar sürdü.

1919-24 sürecini anlatan Doğu Perinçek’in kitabı mutlaka okunmalı” dediğine göre, anlaşılan Öcalan kitabı pek beğenmiş! Nasıl beğenmesin ki? “Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.” “Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.” “Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır." “…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır." “Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek… Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir." “Genel af…” gibi öneriler, Öcalan’ın övgüsünü yaptığı Perinçek’in kitabında yer almıyor mu?

3 Temmuz tarihli Aydınlık’ta yer alan “11 yıl önce Öcalan’a göre Kemalizm ve Ordu” başlıklı yazıda da Öcalan taklalarına devam ediyor:

    “Sorguda bir askeri yetkili ‘bu oyunu, bu kardeş kavgasını bozacağız’ demişti. Ben buna değer verdim ve ‘varım’ dedim. ‘Zaten yıllardır yapmaya çalıştığımız da budur’ dedim. Aslında Kemalizm, yani 1919-24 yılları arasındaki çizgi uygulanmadı. Bunda isyan etme var, kendini pazarlama ve oyuna gelme var.

    Fakat feodal aşiret önderlikleri, emperyalistlerin yedeği olmaktan kurtulamadılar. Tarihteki yanlışları düzeltmek de bize düşüyor. Bizim bu süreçte yaptığımız da budur. Geçenlerde bana Mustafa Kemal’in o dönemdeki konuşmalarını derleyen Doğu Perinçek’in bir kitabını verdiler. (Doğu Perinçek’in Kemalist Devrim-4 / Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası) O konuşmaları inceledim. Ancak orada söylenenler uygulanamadı.

    Görüyorsunuz en değme Kemalistler harcandı. Bu cinayetlerde İran’dan medet umuyorlardı. Son derece duyarlı olunmalıdır. 28 Şubat süreci önemlidir. Aslında Kemalizm’i, yeniden incelemek gerekir. Kemalizm’de Kürtlere yer olduğu kesindir. Kemalizm’in güncelleştirilmesini iyi irdelemeliyiz. Kemalistlerle ilişki geliştirin, onlar da dönüşüyorlar. Birlikte Mustafa Kemal’in sözleriyle yürüyelim. Geçmişte böyle söylemediysem, bu benim eksiğimdi.

    Kemalizm artık 1925’lerdeki Kemalizm değildir. Kemalizm’de de demokratikleşme var. 28 Şubat sürecinde olan şey, Kemalizm’in demokratik öngörüye gelmesidir. Bu dönemde güç dengesinden rahatsız olan gerici kesim var. 

    28 Şubat süreci tümüyle demokratik uzlaşmadır, demiyorum, ama tezlerin karşılıklı uzlaşasıdır. Beş-on yıl sürer. Yüzde 100 evet ya da hayır demek mümkün değildir. Savunmamda bunları söyledim. Bunlar öylesine söylenmiş sözler değildir. Anayasa değişiyor, seçim ve partiler yasası değişiyor. PKK’da değişiyor. Sonuç uzlaşmadır. Bu bir çizgidir. Yaşadığımız süreci böyle derinleştireceğiz. Yaşadığım ve sağlığım elverişli olduğu sürece bunu pratikleştireceğim.

    Türk ordusu ile karşı karşıya gelmemek için özen gösterilmelidir. Yoksa çözüm zorlaşır. Genelkurmay Başkanı’nın daha önce Eylül 1999’da yaptığı geniş bir açıklama vardı. Ben o açıklamayı önemsiyorum. Ordu ve diğer kurumlar içinde de farklı görüşler var. Fakat biz orduda gelişecek asıl çizgiyle bu sorunu çözmek istiyoruz.”


***


Doğu Perinçek’in yaptığı bu alıntılar, aslında bir tür Abdullah Öcalan reklamıdır! 1989-90 yıllında çektirilen o malum Perinçek-Öcalan resimlerinin 2011 versiyonudur! 

Öcalan 2000 yılında böyle düşünüyordu, ama daha sonra “ABD-İsrail projesinin aleti haline geldi”, “ABD-İsrail güdümlü AKP iktidarının avucuna düştü” demek bugün hiçbir geçerliliği olmayan bir gerekçedir. Perinçek ve onun gibi düşünenlere sormak gerek:

Öcalan, 2000’den önce, mesela 90’lı yıllarda kimsenin aleti değil miydi peki? Öcalan ve PKK, 2000’den önce kimsenin avucunda değil miydi sanki? PKK, 2000 yılına kadar “bağımsız Kürdistan” için savaşıyor, kan döküyor, terör yapıyordu! Ama Öcalan 1999’da yakalanınca(!) birden bire hidayete erdi ve keramet buyurmaya başladı! Sonra da ABD ve İsrail işe karşıtı ve Öcalan da onların aleti oldu!

Doğu Perinçek’in senaryosu bu mudur? Bilmem ki bu masala inanacak kaç kişi yaşıyor bu ülkede?

Şimdi Doğu Perinçek’in örtük bir şekilde övgüsünü yaptığı “2000 yılının Öcalan’ı” bugün yeniden zuhur etse ve yukarıda aktardığımız şekilde konuşmaya başlasa Doğu Perinçek ve Cumhuriyet Güçbirliği adı altında onun peşine takılanlar ne yapacaklar acaba?

Öcalan ve PKK ile kucaklaşacak mısınız?

Anayasa değişiyor, seçim ve partiler yasası değişiyor. PKK’da değişiyor. Sonuç uzlaşmadır. Bu bir çizgidir. Yaşadığımız süreci böyle derinleştireceğiz” diyen Öcalan gibi siz de uzlaşıp derinleşecek misiniz?

Peki, o uzlaşma hangi noktada olacak? 

Öcalan’ın “okunmalı” diyerek önerdiği Perinçek’in kitabında belirtilen noktalarda mı mesela?

Ortak kimlik Türkiyelilik olmalı” mı diyeceksiniz? 

Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmeli” mi diyeceksiniz?

Türkiye, Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır" mı diyeceksiniz?

Her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır" mı diyeceksiniz?

Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir" mi diyeceksiniz?

Genel af” mı talep edeceksiniz?

Böyle mi olacak ABD-İsrail projelerine alet olmamak?

İyi de bugün ABD-İsrail projesine alet olan PKK-BDP bu hedefleri elde etmeye çalışmıyor mu?

İşçi Partililer bu sorulara yanıt vermezler. Ama “Cumhuriyet için Güçbirliği yapıyoruz” diyen, “Atatürk’te birleştik” laflarıyla avlananlar acaba çıkıp bu soruları soracak kadar cesaret sahibi mi? Yoksa Kemalist-ulusalcı yazar ve aydın olarak ortalıkta dolaşanlar, “Aydınlık’ta yazım yayınlanmaz” ya da “Ulusal Kanal’da programların askıya alınır” korkusuyla veya İP kuyruğuna takılmış kimi gazeteler “sözleşmemi iptal eder” kaygısıyla üç maymunları oynamaya devam mı edecekler ?

Aydınları Korkak olan Milletler Ezilmeye mahkûmdur.

3.7.2011