30 Mart 2018 Cuma

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 2

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 2


     İstanbul Mitingi sonrası kamuoyunda Kıbrıs konusunda yükselen tansiyon ile birlikte ülke genelinde mitingler düzenlenmesi konusunda bir hareketlenmenin ortaya çıktığı görülmektedir. İstanbul mitingi sonrası, Ankara Anıtkabir’de düzenlenecek olan mitingin hazırlıklarına hemen başlanmıştı. Türkiye Milli Talebe Federasyonu ve Ankara Üniversitesi Talebe Birliği’nin organize ettiği miting, önce Kurtuluş Meydanı’nda planlanmışken, mitingin daha anlamlı ve dikkat çekici olması için, mitingin yeri Anıtkabir olarak değiştirilmişti. 

İnsanlar mitinge ücretsiz taşınırken, miting esnasında hazırlanan beyannameler Türkkuşu tarafında meydanlara atılacaktı. 

Ankara Mitingi, 12 Haziran 1958 Perşembe günü, İstanbul’da olduğu gibi saat 14’te önce saygı duruşu ve ardından okunan istiklal marşı ile başladı. Miting davetini yapan Türk Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı Vahdet Tayan miting açılış konuşmasında “Kıbrıs davasında taksimin, Türk milletinin yapmış olduğu bir fedakârlık olarak algılanması gerektiği” vurgusunda bulunarak, Amerika’nın da konuyu bu şekilde anlaması gerektiğini ifade ediyordu. Bu durum Türk Kamuoyunun, Kıbrıs konusunda Amerika’dan beklentilerini yansıtıyordu. Kıbrıs Türktür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük’ün, Kıbrıs’ta var olan 
durumu ortaya koyduğu konuşmasında, “Kıbrıslı Rumların Makarios önderliğinde 
örgütlenerek Türkleri öldürdüklerini, Türklerin kendilerini koruma durumuna geçtiğinde, Rumların, Türklerin kendilerini katlettiği propagandasını yaptığına” değinmişti. Ada’daki durumun çok kötü olduğu, çadırlarda yaşayan insanların bulunduğu ve bu durumdan Ada idarecilerinin Türkleri sorumlu tutarak, Rumların şımartıldığını ifade ettiği konuşmasının sonunda, bu durumda çıkışın tek yolunun taksimle birlikte Mehmetçiğe düştüğüne değiniyordu. Konuşmasının sonunda Dr. Küçük’e, Talebe Federasyonu tarafından, Kıbrıslılara verilmek üzere, federasyonun gönüllü olarak kaydına başladığı “Kıbrıs Türk Gençlik Ordusu” adına İstiklal Harbinde kullanılmış bir gümüş kılıç; Dumlupınar Kocatepe’den, Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” dediği yerden 
getirilen toprak ve bir Türk bayrağı hediye edildi29. 

Kıbrıs Türktür Kültür Derneği Başkanı Mehmet Ertuğruloğlu, “Kıbrıs, Anavatanla 
birleşmek için her fedakârlığı göze alacaktır. Türk milleti Kıbrıs meselesinde kararlıdır. Ada’nın tamamı üzerinde hak sahibi olmasına rağmen dünya barışı uğruna son fedakârlık olarak taksime razı olmuştur” ifadelerinde bulunurken; Türkiye Talebe Federasyonu eski başkanı Yavuz Kadıoğlu, “Milli parolamız bir zamanlar ‘Ya İstiklal Ya Ölüm’dü. Sonra ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ oldu. Şimdi ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ oldu” diyerek, Kıbrıs konusunda Türk tezinin parolasını kalabalığa onaylatıyordu. Bu ve buna benzer pek çok ifadenin yer aldığı konuşmalar ardı ardına gerçekleştirilmişti. İstanbul’da olduğu gibi 
Ankara’da da Kıbrıs davasında gençlik örgütleri ön plandaydı. 

Miting sırasında, “Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak”, “Taksime razı olmasan gelir hepsini alırız”, “Kıbrıs’a yol Anadolu’dan gider”, “Baş verir Kıbrıs’ı vermeyiz”, “Ölmek var dönmek yok”, “Ya böleceğiz, ya öleceğiz”, “Taksim sulh için son fedakârlığımız”, “İnsan kalpsiz Türk Kıbrıs’sız olmaz”. “Yunan dikkat et Menderesi taşırma! On iki adaları sel alır”, “Sayın Başvekilimiz, trafik fenerlerinin yeşil yanmasını emret yeşil adaya yol alalım”, “1453’de Fatih’i, 1922’de Atatürk’ü, 1958’de de torunlarını karşında bulacaksın” yazılı dövizler ellerde dolaşıyor; İstanbul’da olduğu gibi Ankara’da Makarios kuklaları darağaçlarında asılıyor ve yakılıyordu30. 

Saat 16’ta konuşmalara son verilerek, kalabalık Ulus’a doğru yürüyüşe geçti ve 
Atatürk Anıtına çelenkler konuldu. Miting esnasında, muhalefet lideri İsmet İnönü’nün miting alanına gelmemesi yönünde çeşitli tertiplerin alındığı konusunda haberlerde basına yansımıştı31. 

Ülke içersinde düzenlenen mitinglere yönelik, Türk Ortodoks Kiliseleri Başkanı 
Papa Eftim32, Türk Milli Talebe Federasyonu’na bağlı gençlerle yapmış olduğu konuşmasının basına yansıyan bölümlerinde, İstanbul Rum Patriği Athenagoras’ın, Makarios’la aynı gayeye paylaştığını, Athenagoras ve etrafındaki papazların yurt dışına çıkarılmaları gerektiği, patrikhanenin Megala İdea’ya hizmet ettiğini söylemişti33. Papa Eftim’in, Kıbrıs konusunda bu ve buna benzer, Türkleri destekler nitelikteki ifadeleri, ülke içersindeki Rum kesiminde 
rahatsızlıklar yaratmıştı. Papa Eftim’in şahsına yönelik giderek artan tehditler üzerine, Galata’da yer alan “Panayia” kilisesi çevresinde güvenlik önlemleri alınmıştı. 

Kıbrıs konusunda iki büyük ilde arka arkaya gerçekleştirilen mitingler sonrası, diğer illerdeki miting hazırlıkları hız kazanıyordu. 15 Haziran’da, İzmir Yüksek Tahsil Gençliği tarafından, Bornova Spor sahasında gerçekleştirilen ve çok büyük bir kalabalığın katıldığı İzmir Mitinginde, diğer mitinglerde olduğu gibi ön planda gençlik ve kadın örgütleri yer alıyordu. Mitingi esnasında Kıbrıs Türktür Partisi Genel Sekreteri Osman Örek, düzenleme kurulu başkanı Tıp Fakültesinden Necip Acar ile birlikte birçok konuşmacı söz almıştı 34. 
Osman Örek’e, konuşmasının sonunda, Atatürk büstü ve gençlerin kanlarıylaçizdiği Kıbrıs haritası verilmişti. Ayrıca miting Kıbrıs’ta da radyodan yayınlanmış ve Ada’da heyecan yaratmıştı35. 

Aynı gün Adana’da düzenlenen mitinge Dr. Fazıl Küçük katılıyordu. Fazıl Küçük 
burada yaptığı konuşmasında taksim tezi üzerindeki ısrarlarını ve Kıbrıslı Türklerin haklılıklarını ortaya koymuştu. Konuşması sonrası Türkiye Milli Talebe Federasyonunun kanı ile çizdiği bir Kıbrıs haritası, mücahitlerimiz tarafından da milli mücadele yıllarından kalma mermi dolu şarjör, esir düşen Yunan Generali Trikopis’ten alınmış olan tarihi kılıcı temsilen bir kılıç hediye edilmişti. Bu mitinglerde de Makarios duyulan öfke kalabalıklarda hissediliyor, köpekler Makarios kılığına sokuluyor, kuklaları darağaçlarında asılıyor ve yakılıyordu36. 

İzmir’de miting dışında bir diğer önemli gelişme, mitingden bir gün önce, İzmir’de bulunan NATO karargâhındaki yaklaşık 200 kişilik Yunan personelinin, aileleriyle birlikte, 10’na yakın uçakla karargâhı terk etmesi ve Yunanistan’a gitmeleriydi. Basında “Efzunlar Dağa Küstü’ Yunan Jesti!” şeklinde verilen haberde, olayın NATO’nun bilgisi dışında gerçekleştiği ve Türkiye’ye yönelik Yunanistan’ın bir gözdağı olduğuydu. Yunanistan ayrıca iki ülke arasında oluşan gerginlik sonrası Ankara Büyükelçisini de geri çekiyordu. Yunan dış işleri bakanı Averof, “Bu geri çekmede ciddi sebeplerinin olduğunu, Türklerin tahrik edici 
hareketleri karşısında çekilmeye karar verdiklerini” söylüyordu37. Yunanistan, ülkesinde yapılacak olan bir NATO toplantısını iptal ederken, toplantıya katılacak olan 4 Türk subayı da geri dönüyordu. 
Yunanlılar iptal gerekçesi olarak, iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginliğinin Yunan ve Türk subaylarının işbirliğini imkânsız kıldığını ve bu durumun konferansın iptaline gerekçe teşkil ettiğini ileri sürmüştü. Olaylar sonrası, Yunanistan dış işleri bakanı Averof, mecliste yapmış olduğu konuşmada, İzmir’deki NATO üssünün başka bir yere naklini dile getirdi38. 

 NATO’nun güneydoğu kanadının savunmasında yer alan iki kritik ülke arasında 
oluşan bu olumsuz hava, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere, Kıbrıs konusuna bir an önce bir çözümün bulunmasının zorunluluğunu getiriyordu. ABD’nin en önemli önceliği Kıbrıs’tan dolayı iki NATO üyesi ülke arasındaki gerginliğin çatışmaya dönüşmesini engellemekti. Kıbrıs konusunda 17 Haziran’da açıklamak üzere bir çözüm planı hazırlamakta olan İngiliz Başbakanı Macmillan’ın, NATO’nun müdahalesiyle planını açıklamayı iki gün ertelemişti. 

TBMM 16 Haziranda Kıbrıs’a yönelik yapmış olduğu gizli oturumda, oybirliği ile 
Kıbrıs adasının taksimi yolunda almış olduğu kararı tüm dünyaya ilan ediyordu. 

Bu kararın içeriğindeki önemli noktalar şöyleydi; “… Kıbrıs’taki son olaylar da göstermektedir ki, bu çok tehlikeli durumun bir an önce nihai bir hal şekline bağlanmasına yönelik kesin bir aciliyet haline gelmişken, bunun için de tek, adil, haklı, ılımlı hal şekli olan taksimi, vakit geçirmeden kabul etmek gerekmektedir. Ada’da iki toplumun arasındaki güvensizlik ve düşmanlık, bu toplumların artık bir arada yaşamalarına ve bir idare altında işbirliği yapmalarına olanak 
tanımamaktadır. Ada’da sulhun ve sükûnun yeniden geri gelmesi için, bu iki toplumu, fiilen ve hukuken birbirlerinden ayırmak ve Türk toplumuna, hiçbir zaman ve hiçbir suretle, onun yaşama hakkına ve özgürlüğüne kastetmiş olan Rum toplumunun tahakkümü altında bırakılmayacağı hususunda tam güvence vermek gerekmektedir. Bu nedenle Ada’nın sulh, sükûn ve refahını sağlamak ve gerekli dostluk ve anlayış havasını yeniden yaratmak için nihai bir çözüm ve azami bir fedakârlık olarak taksimi kabul etmek ve uygulamak kaçınılmazdır”39. 
Meclis oybirliği ile almış olduğu bu kararla taksim tezi bir devlet politikası haline gelmişti. 

Türkiye, devlet politikası olarak Kıbrıs Sorunun çözümünde taksime yönelik çözümü ortaya koyarken ve bu çözümde Kıbrıs’ta ve Türkiye’de yaşayan Türk halkının geniş desteğini alırken, İngiltere Başbakanı Mac Millan 19 Haziran’da Avam Kamarasına verdiği Kıbrıs’a ilişkin beyanatta, Ada sorununun çözüme yönelik planını açıklıyordu. İngiltere, Kıbrıs üzerindeki hükümranlığını yedi yıl müddet için Türkiye ve Yunanistan’la paylaşmaya hazır olduğunu, adada İngiliz vali yanında Türkiye ve Yunanistan’ında birer temsilcinin bulundurmasını temel alan bir öneri getiriyordu. İngiliz Başbakanı Mac Millan, Kıbrıs’ta her 
iki cemaatin kendisiyle ilgili işlerde muhtariyete sahip bulunacağı, temsili bir hükümet sisteminin kurulacağı; Kıbrıslı Rumlarla, Kıbrıslı Türklere İngiliz tabiiyetini muhafaza etmekle beraber Yunan veya Türk tabiiyeti verecek olan hükümleri kabul edeceği; yapılacak olan anayasada iki cemaatin her biri için ayrı bir temsilciler meclisinin kurulmasını öngörüyordu. 

Uluslar arası alanda Kıbrıs konusunda bu gelişmeler devam ederken, ülke içersinde Kıbrıs mitingleri devam ediyordu. 23 Haziran tarihine kadarki süreçte gerçekleşen mitingler şunlardır: 8 Haziran İstanbul; 9 Haziran Adapazarı; 12 Haziran Ankara; 14 Haziran Antakya, Kayseri, Ordu; 15 Haziran Adana, İzmir, Hatay, Kırıkkale; 16 Haziran Malatya; 17 Haziran Erzurum; 19 Haziran Antalya, Samsun ve Elazığ; 21 Haziran Eskişehir, Balıkesir ve Maraş; 22 Haziran Konya, Bursa ve İskenderun mitingleri. Bütün mitinglerde gençlik örgütlerinin ön 
planda olduğu; mitinglerin düzenlendiği illere, çevre illerden de yüksek katılımların olduğu dikkat çekmekteydi. 

Antalya mitingi sonrası gençler deniz açılarak ve Türk karasularının bittiği yere 
“Kıbrıs bugün karasularımızdan çıktık, yarın karasularındayız” yazılı çelenk ile gençlerin kanlarıyla yazdıkları ve içinde, “Denizler, gökler ve karalar şahidimiz oldun ki, Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır” mesajını ihtiva eden kağıt, bir şişe içine konularak Kıbrıs’a gönderilmek üzere denize bırakılmıştı40. Samsun, Eskişehir ve Konya mitinglerinde Dr. Fazıl Küçük konuşmalarda bulunmuştu. Konya mitingi İstanbul, Ankara ve İzmir radyolarından canlı verilmiş; miting esnasında Dr. Fazıl Küçük’e, Ermenek gençliğinin kanlarıyla çizdikleri Kıbrıs haritası ve Türk bayrağını armağan edilmişti. İskenderun mitingine, Hataylı Ortodokslardan destek gelmiş. Ortodoks cemaati adına İskenderun Gazetesi sahibi Suphi 
Levent’te bir konuşma yaparak, taksim lehinde fikirlerini ifade etmişti. 

Maraş’ta yapılan mitingde, Havuzlu Meydana Kıbrıs ismi verilmiş, geçmişte Lala Mustafa Paşa komutasında fethedilen ve 37 bin Maraş eyalet askerinin kahramanlıklarına izafen, Kıbrıs’ta bir Maraş isimli kasabanın kurulması, Maraş’la Kıbrıs arasında maddi ve manevi bir bağın bulunması, mitingi daha anlamlı bir halegetirmişti41. 

23 Haziran itibariyle ülke genelinde Kıbrıs’a ilişkin mitinglere son verilmesi 
düşünülürken, illerden gelen yoğun istek üzerine mitinglere devam kararı alınmıştı. 23 
Haziran Kastamonu; 24 Haziran Kars; 25 Haziran Çorum, Sivas ve Bingöl; 26 Haziran Niğde, Ordu, Aydın, Tokat ve Afyon; 28 Haziran Mersin ve Nevşehir; 29 Haziran Isparta; 2 Temmuz Çankırı; 4 Temmuz Gaziantep, Amasya; 5 Temmuz Urfa ve Sakarya; 6 Temmuz Çanakkale, 

Zonguldak, Uşak, Diyarbakır ve Hakkari’de mitingler düzenlenmişti. Taksim fikrinin hararetli şekilde savunulduğu mitinglere, genel anlamda baktığımızda; Fazıl Küçük’ün katıldığını Çankırı mitingine, katılmaları için Türk Ortodoksları Ruhani Başkanı Papa Eftim ve Fener Patriki Athenagoras’ta davet edilmiştir. Davet üzerine, Papa Eftim, “Kıbrıs Türk yurdunun bölünmez bir parçasıdır. Taşı toprağı kanıyla yoğrulmuş Türk yurdudur” ifadelerinin yer aldığı bir teşekkür telgrafı göndermiştir42. Diyarbakır mitinginde Fazıl Küçük’ten ve Papa Eftim’den gelen telgraflar okunmuştur. Çanakkale mitingi sonrası, Kıbrıs’tan gönderilen 
toprak Çanakkale Şehitler Abidesinin harcına karıştırılırken; Sakarya mitinginde, ülkede bulunan yaklaşık 30 bin Yunan tebaasının ülke dışına gönderilmesi ve Athenagoras ile patrikhanenin ülke dışına çıkarılması teklifleri dile getirilmişti43. Zonguldak mitingine Fazıl Küçük katılmış ve kendisine Zonguldak gençlerinin kanlarıyla yaptıkları bayrak verilmişti. Yüksek Tahsil Derneği tarafından düzenlenen Çorum mitinginde, İskilipli gençlerin kanlarıyla çizdiği Kıbrıs haritasının Dr. Fazıl Küçük’e gönderilmesi tezahüratlarla karşılanmıştı. 

Mitingler ülke genelinde devam ederken, devlet radyosunda 4 Temmuz’dan itibaren “Kıbrıs Saati” isimli bir program yayına başlayarak, Kıbrıs’ta meydana gelen olayları günü gününe kamuoyuyla paylaşacaktı. İlk açılış konuşmasını Dr. Fazıl Küçük gerçekleştirmişti44. 

Ulusal basında da Rumlara ilişkin asayiş haberleri ana sayfalarda yer alıyordu. Örneğin, bir Türk kızını döven, Fener Rum Kız Lisesi öğrencisi üç Rum kızın davaları gazetelerde yer alırken; bir başka haberde “Patriğin Kuryesi sınır dışı edildi” başlığı arlında, patrikhane ile Yunanistan konsolosluğu arasında irtibatı temin eden Teologos Sfirocras isimli Yunanlı kişiden bahsediliyordu. Sfirocras’ın, siyasi polisin takipleri sonucu, konsolosluktan patrikhaneye gizli talimatlar taşıdığı ve patrikhanenin de buna göre hareket ettiği tespit edilmişti. Patrik Athenagoras’ın özel kuryesi olan Yunanlının sınır dışı edildiği haberi yer 
alıyordu45. 

4- SONUÇ 

“Taksim” tezinin bir hükümet politikası olarak ön plana çıktığı dönemde, 1958 yılı Haziran ve Temmuz aylarında ülke içersinde düzenlenen “Ya Taksim, Ya Ölüm” mitingleri, taksim tezine yönelik olarak Türk kamuoyunun desteğinin alınmasına ön ayak olmuştu. Başlangıçta Kıbrıs’ın tamamının Türklere verilmesi temel hedefken; İngiltere’nin de desteği ile taksimi ön plana alan Türk hükümetinin, bu kapsamlı politika değişiminin ülke içersinde yaratacağı olumsuz tabloyu, 1958 mitingleri, hükümet adına tersine çevirecekti. Mitingler ile 
birlikte ortaya çıkan halk desteği, Türk hükümetinin içerde ve dışarıda, Kıbrıs konusunda elini güçlendirecekti. 

Ülke genelinde düzenlenen Kıbrıs mitinglerinin düzenlenmesi ve yürütülmesinde, ön planda öğrenci ve gençlik dernekleri yer almıştı. Ayrıca kadın ve işçi örgütlerinin de mitinglere destek verdikleri görülmektedir. Özellikle gençlik içersinde “Kıbrıs”a ilişkin ortaya çıkan bu duyarlılık ve düzenlenen mitinglerin geniş halk kitlelerine ulaşması, sonraki yıllarda ülke gündeminde ki yerini koruyacak olan “Kıbrıs Sorunu”na ilişkin geniş halk desteğini de beraberinde getirecektir. Sonuç olarak ülke genelinde 44 ilde gerçekleştirilen ve toplamda iki 
buçuk milyonu aşkın kişinin yer aldığı Kıbrıs mitingleri, Türk kamuoyunun Kıbrıs’a yönelik duyarlılığının en önemli göstergesi olmuştu. 

 DİPNOTLAR;

1 Angelos Kalodukas, “Kıbrıs Sorunu: 2. Dünya savaşı’ndan Annan Planına”, Çev: Stefo Benlisoy, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003, s.73. 
2 Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim Yay., İstanbul, 2002, s.231. 
3 Kızılyürek, a.g.e., s.225. 
4 Sabahattin İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı Yay., KKTC, 2000, s.316; 324-325. 
5 Kızılyürek, a.g.e, s.235. 
6 Kıbrıs Sorunu Gelişmeler ve Görüşler, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, s.18. 
7 Kıbrıs Adasının Yunanistan’a bağlanacağı fikri 1950 ve 60’lı yıllarda Yunanistan’da geniş halk kitlelerini heyecanlandırıyor ve “Kıbrıs Davası” için sık sık gösteriler düzenlenmesine neden oluyordu. Gerçekleştirilen bu 
   gösterilerde pek çok gösterici yaralanıyor hatta ölümle sonuçlanan gösteriler oluyordu. Örneğin; 9 Mayıs 1956 yılında Atina’da gerçekleştirilen gösteri, üç gösterici ve bir polis memurunun ölümüyle sonuçlanmıştı. 
   Kalodukas, a.g.m., s. 69. 
8 Şerafettin Turan, 6- 7 Eylül olaylarını, Kıbrıs konusunda kamuoyunu hareket geçirmek amacıyla tertiplenen ama yıkıcılığa ve çapulculuğa dönüşen bir hareket olarak niteler. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C IV/2, 
   1. Baskı, Bilgi Yay., Ankara, 1999, s.175.; Niyazi Kızılyürek, “Londra Konferansına giden Türk heyetine ‘kamuoyu desteği vermek’ için önce Selanik’te, Atatürk’ün evinde bir bomba patlatıldı, sonra da, Kıbrıs Türktür 
   Cemiyeti, DP ve gençlik örgütleri militanlarından oluşan kalabalık, İstanbul’da önceden belirlenen Rum hedeflerine saldırdılar” ifadelerinde bulunur. Kızılyürek, a.g.e, s.238. 
9 Fahir H. Armaoğlu, “1955 Yılında Kıbrıs Meselesinde Türk Hükümeti ve Türk Kamuoyu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 14 Sayı: 2, s.80. 
10 Stavros Tombazos, “Kıbrıs Milliyetçilikleri”, Çev: Mutlucan Şahan, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003, s.51. 
11 Kızılyürek, a.g.e, s.246-247. 
12 Türk Mukavemet Teşkilatı hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Ulvi Keser, Kıbrıs’ta Yer altı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, 1. baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. 
13 İsmail, a.g.e., s.359. 
14 Milliyet, 28 Ocak 1958 
15 Milliyet, 29 Ocak 1958 
16 Rauf R. Denktaş, Hatıralar, C 10, 1. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 132. 
17 Bu kampanyalara birkaç örnek vermek gerekirse; Nevşehir lisesi öğrencilerinin kanlarıyla hazırladıkları Kıbrıs bayraklarını gösteren fotoğraflar yer almakta ve hazırlanan bu bayrak Londra Kıbrıs Türktür Cemiyeti başkanı 
Necati Serger’e verildi. Zafer, 15 Nisan 1958; “Şereflikoçhisar’dan kardeşlerimize” başlığı ile, Şerefli Koçhisar Cumhuriyet İlkokulu öğrencilerinin kanlarıyla çizdikleri Kıbrıs haritasını kaymakama takdim ettiler. Zafer, 26 
Nisan 1958; 13 yaşındaki Baf Türk koleji 1-C sınıfı öğrencisi olan Kıbrıslı Türk çocuğu olan Cahit Fatihgil, Başbakan Adnan Menderes’e, üzerinde kanla çizilmiş Kıbrıs haritası bulunan bir Türk bayrağı gönderdi. 
Bayrakla birlikte gönderilen mektupta, “Efendim, size iki günden beri bir bayrak yapıp arkasını da beyaz bir renk kumaşla kaplayıp üzerine kanımla yapılmış bir Kıbrıs haritası çizmeyi düşündüm. Akşamleyin bunu 
annemle söyledim. Bu fikrimi beğendiler ve bana yarın mektepten geldiğin zaman her şeyi al ve düşündüğünü yapıp başvekilimize yolla dediler. Bende istediğimi yaptım” ifadeleri bulunmaktaydı. Daha sonra Adnan 
Menderes bu bayrağı İstanbul’a mitinge gönderecektir. Zafer, 8 Haziran 1958. 
18 Ahmet Hamdi Başar anılarını yazdığı kitabında Demokrat Parti’nin Kıbrıs konusunu, ülkedeki bozulan ekonomi ile birlikte artan muhalefete karşın, gündem değiştirmenin bir aracı olarak kullandığını, “… Kıbrıs 
meselesini alevlendirerek halkı ayaklandırmaya ve heyecana getirmeye ve iç davalardan gözünü ayartma” çalıştığını ifade etmektedir. Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları, C 2, Yay. Haz. Murat Koraltürk, İstanbul Bilgi 
Üniversitesi Yay., İstanbul, 2007, s. 370. 
19 Zafer, 7 Haziran 1958. 
20 Milliyet, 7 Haziran 1958. 
21 Zafer, 7 Haziran 1958. 
22 Zafer, 9 Haziran 1958. 
23 Zafer, 9 Haziran 1958. 
24 Rum kabadayısı, http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=palikarya&ayn=tam. 
25 Hıristiyan ve Musevilerde gelinin damada verdiği para veya mal, 
     http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=drahoma&ayn=tam. 
26 Zafer, 9 Haziran 1958. 
27 Ulus, 9 Haziran 1958. 
28 Milliyet, 9 Haziran 1958. 
29 Zafer, 11 Haziran 1958. 
30 Zafer, 13 Haziran 1958. 
31 Milliyet, 13 Haziran 1958. 
32 Papa Eftim, 1884 yılında Ankara Vilayeti Yozgat Sancağı Akdağmadeni kasabasında doğmuştur. Asıl ismi Pavli Karahisarlıoğlu’dur. 1918'de Keskin Metropolit Vekili olmuştur. O dönemde Anadolu'da ve İstanbul'da 
yaşanan gelişmeleri yakından takip eden Papa Eftim, Fener Rum Patrikhanesi'nin karşısında yer almış, buradan gelen ve Hıristiyanların Türklere karşı harekete geçirilmesini isteyen talimatları uygulamadığı gibi özellikle Orta 
Anadolu'daki Ortodoks Türklerle temasa geçerek onları milli mücadeleye destek olmaya çağırdı. Büyük Taarruz'dan hemen sonra da Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin kurulmasını sağladı. Mustafa Kemal'in 
"milli mücadelede bize bir ordu kadar hizmet etti" dediği Papa Eftim, 14 Mart 1968'de İstanbul'da öldü. Papa Eftim ve Türk Ortodoksları için bakınız; Yonca Anzerlioğlu, Karamanlı Ortodoks Türkler, Phoenix Yay., 
Ankara, 2010; İbrahim Erdal, “Türk Basınına Göre Ortodoks Türklerin Milli Mücadele’deki Tutumu”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 333-343; 
Mehmet Okur, “Milli Mücadele Döneminde Fener Rum Patrikhanesinin ve Metropolitlerin Pontus Rum Devleti Kurulmasına Yönelik Girişimleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, s. 101-116. 
33 Milliyet, 12 Haziran 1958. 
34 Zafer, 16 Haziran 1958. 
35 Milliyet, 16 Haziran 1958 
36 Milliyet, 16 Haziran 1958 
37 Milliyet, 17 Haziran 1958 
38 Milliyet, 25-26 Haziran 1958 
39 Zafer, Milliyet, Ulus, 17 Haziran 1958. 
40 Milliyet, Ulus, 20 Haziran 1958. 
41 Zafer, 22-23 Haziran 1958. 
42 Zafer, 2-3 Temmuz 1958. 
43 Zafer, 6 Temmuz 1958 
44 Zafer, 4-5 Temmuz 1958. 
45 Milliyet, 27 Haziran 1958.


KAYNAKÇA 

I-Süreli Yayınlar 

Milliyet 
Ulus 
Zafer 

II- Kitap ve Makaleler 

Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları, C 2, Yay. Haz. Murat Koraltürk, İstanbul Bilgi 
Üniversitesi Yay., İstanbul, 2007. 

Anzerlioğlu, Yonca, Karamanlı Ortodoks Türkler, Phoenix Yay., Ankara, 2010. 

Armaoğlu, Fahir H., “1955 Yılında Kıbrıs Meselesinde Türk Hükümeti ve Türk Kamuoyu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 14 Sayı: 2. 

Denktaş, Rauf R., Hatıralar, C 10, 1. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2000. 

Erdal, İbrahim, “Türk Basınına Göre Ortodoks Türklerin Milli Mücadele’deki Tutumu”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 35-36, Mayıs-Kasım 2005. 

İsmail, Sabahattin, Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı Yay., KKTC, 2000. 

Kalodukas, Angelos, “Kıbrıs Sorunu: 2. Dünya savaşı’ndan Annan Planına”, Çev: Stefo Benlisoy, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003. 

Keser, Ulvi, Kıbrıs’ta Yer altı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, 1. baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. 

Kıbrıs Sorunu Gelişmeler ve Görüşler, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı. 

Kızılyürek, Niyazi, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim Yay., İstanbul, 2002. 

Okur, Mehmet, “Milli Mücadele Döneminde Fener Rum Patrikhanesinin ve Metropolitlerin Pontus Rum Devleti Kurulmasına Yönelik Girişimleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 29-30, Mayıs-Kasım 2002. 

Tombazos, Stavros, “Kıbrıs Milliyetçilikleri”, Çev: Mutlucan Şahan, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003. 

Turan, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, C IV/2, 1. Baskı, Bilgi Yay., Ankara, 1999. 

III- İnternet 

http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=palikarya&ayn=tam. 

http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=drahoma&ayn=tam 

***

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 1

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 1



Fevzi ÇAKMAK
* Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Öğretim Elemanı, 
fevzi.cakmak@deu.edu.tr. 



ÖZET 

Kıbrıs’ta Türk ve Rum halkları arasında ortaya çıkan sorunlar ve şiddetli 
çatışmalar sonrası, Türk Kamuoyunun tepkisi gecikmedi. 8 Haziran 1958 yılında, Kıbrıs’a yönelik olarak İstanbul Beyazıt Meydanı’nda başlayan“Ya Taksim, Ya Ölüm” mitingine yüz binler katıldı ve sonrasında mitingler, ülke genelinde yüksek katılımla ardı ardına gerçekleşti ve mitingler 6 Temmuz 1958 yılında sona erdi. Toplamda katılımın milyonları bulduğu mitingler sonrası, Türk kamuoyunun Kıbrıs’a yönelik duyarlılığı en üst noktalara ulaşmıştı. 

Hazırlanacak olan bildiride, 1958 yazına damgasını vuran “Kıbrıs Mitingleri” 
incelenecektir. Araştırma sırasında, konuya ilişkin yayınlanmış kaynaklarının yanı sıra, döneme ışık tutacak olan süreli yayınlar incelenecek ve görsel materyal toplanacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Miting, Taksim, lefkoşe,magosa,girne,

 1- GİRİŞ 

Lozan Barış görüşmelerinde Kıbrıs konusundaki haklarını İngiltere’ye devreden 
Türkiye için, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar ki süreçte, Kıbrıs’a ilişkin konular gündemin ön sıralarında yer almamıştı. Türk Kamuoyunda Kıbrıs’a yönelik olarak ilk algılar, İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmaya başlamıştı. İngiltere, her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’nın galibi konumunda olan bir ülke olsa da, gerek savaş sırasında yaşadığı yıkım gerekse sonrasında ortaya çıkan yenidünya düzeninde, kendi durumunu yeniden konumlandırma sürecine girmişti. Bu süreçte en çok üzerinde yoğunlaştığı konuların başında, dünya genelinde hakim olduğu egemenlik alanlarının geleceğiydi. İngiltere, pek çok bölgede olduğu gibi Kıbrıs üzerindeki hâkimiyetinin geleceği konusunda çeşitli düşüncelerini savaş sonrası dillendirmeye başlamıştı. İngiltere Ada’dan çekilecekti, fakat bu süreçte üzerinde en hassas durduğu nokta, Ada üzerindeki haklarından tam olarak vazgeçmemesi ve askeri konumunu devam ettirmesiydi. 

Kıbrıs konusunda ortaya çıkan bu yeni durum, gerek Yunanistan gerekse Türkiye açısından yeni bir sürecin başlangıcını teşkil etmekteydi. Her iki ülke Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası, aralarında oluşan husumetleri zamanla ortadan kaldırarak, başta savunma olmak üzere (Balkan Paktı gibi), ikili ilişkilerde dost iki ülke konumuna gelmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan iki bloklu dünya düzeninde, Yunanistan ve Türkiye, Batı Bloğunun Güney Doğu savunma alanı içersinde önemli işlevleri sahip iki ülkeydi. Marshall yardımı ve sonrasında NATO üyelikleri, iki ülkeyi ortak oluşumlarda buluşturuyordu. İki ülke ilişkileri olumlu bir seyir izlerken, 1950’lili yıllarla birlikte Kıbrıs iki ülkenin gündeminde üst noktalarda yerini almaya başlamıştı. 

2- İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA TÜRKLERDE KIBRIS ALGISI 

Türkiye’de Kıbrıs yönelik ilk algılar, çok partili hayata geçiş sürecinde kendini 
göstermeye başlamıştı. Kıbrıs ve Türkiye’de gerçekleştirilen mitingler bu algıda etkili olmuştu. Mitinglerin gerçekleştirilmesinde başlıca neden Enosis fikrine ve davranışlarına karşı duyulan öfkeydi. Ada’nın Yunanistan’la birleşeceği talebine karşı bir Kıbrıs Türk milliyetçiliği oluşmuştu1. Ayrıca, Türk milliyetçiliğinin oluşumunun temel nedenleri içinde, Kıbrıslı Rum milliyetçiliği, Türkler ve Rumlar arasında geçmişte yaşanan kötü olaylar ve “Girit-Sendromu”da sayılabilir2. 

Bu süreçte, Dr. Fazıl Küçük olmak üzere, Kıbrıslı Türk önder kadrosunun, Kıbrıs’ın geleceği konusunda Türkiye’yi taraf yapmak konusunda büyük bir istek besledikleri bir gerçekti 3. Kıbrıs’ta gerçekleştirilen ve “Ayasofya Miting”leri olarak tarihe geçen mitingler bu alanda gerçekleşen en önemli girişimlerin başında gelmekteydi. İlki 28 Kasım 1948’de, ikincisi 11 Aralık 1949’da Lefkoşa’da gerçekleştirilen bu mitinglere, binlerce Kıbrıs Türk’ü katılmış ve başta Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş olmak üzere ileri genel Kıbrıslı Türkler 
konuşmalar yapmıştı. Düzenlenen mitinglerde, Enosis karşıtı ve Enosis’e karşı mücadeleye yönelik alınan tavırlar açıkça beyan edilmiş; Ada’nın eski sahibi olan Türklere verilmesi istenmişti 4. 

Kıbrıs’ta düzenlenen mitinglerle birlikte, Türkiye’de Kıbrıs’a yönelik haberler yer 
almaya başlarken, toplumsal duyarlılıkların bir sonucu olarak ülke genelinde mitingler düzenlenmeye başlanmıştı. Ankara ve İstanbul’da Enosis karşıtı mitingler düzenlenmiş, bu mitingleri Malatya, Balıkesir, Hatay, İzmir gibi diğer illerde gerçekleştirilen mitingler izlemişti. Bu mitinglerde hakim olan fikir, Kıbrıs’ın eski sahibi olan Türklere ait olduğuydu. 

Özellikle Turancı çevrelerin destekleriyle birlikte giderek Kıbrıs’a yönelik Türk toplumunun algısı gelişme gösterecek, kamuoyu baskısı ile birlikte siyasi iktidarlarda konuyu gündemlerine almaya başlayacaklardı. Türk basınında Sedat Simavi’nin Hürriyet gazetesiyle başını çektiği “Kıbrıs Türktür” hareketi; ülke içinde kurulan “Kıbrıs Kültür Derneği”, “Kıbrıs Koruma Cemiyeti”, “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” gibi oluşumlar, geniş kitleleri Kıbrıs konusunda duyarlılığa davet ediyorlardı. 

İlk zamanlarda Türk hükümetleri açısından Kıbrıs konusundan daha önemli olan 
Türk Yunan dostluğuydu. İngilizlerin Kıbrıs konusunda izleyecekleri yolu bekleyen Türk tarafı, öncelikli olarak İngilizlerin Ada’yı terk etmesini istemiyor, Ada üzerindeki İngiliz egemenliğinin devamından yana tavır koyuyordu. Bu mesafeli tavır gerek Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında gerekse Demokrat Parti’nin ilk yıllarındaki hükümetlerinde devam etmişti. Türkiye’yi mesafeli tavrından uzaklaştırarak, soruna taraf yapan en önemli etken ise İngiltere 
olacaktı. İngiltere bir yandan Türkiye’yi sorunun içine çekmeye çalışırken, bir yandan da Kıbrıslı Rumlarda ve Yunanistan’da iyice alevlenen Enosis fikrine set çekmeye çabalıyordu. Bu çabalarında Kıbrıslı Türkleri, Enosis fikrine karşı mücadeleye teşvik etmek ve “Helenleri etkisizleştirmek için Türkleri hareketlendirmeleri” gerektiğinin altını çiziyorlardı 5. 

Kıbrıs Ada’sında Enosis fikrinin tarihsel geçmişi çok gerilere götürülürken, fikrin 
öncülüğünü Rum Ortodoks Kilisesi yürütüyordu. Kilisenin öncülüğünde 1950 yılının Ocak ayında gerçekleştirilmiş olan referandumda Ada Rumlarının % 96’sı Enosis lehine oy kullanmışlardı6. Ayrıca kilisenin başına ateşli bir Enosis savunucusu olan Makarios’un geçmesi bu süreçte önemli bir gelişmeydi. Ada ve Yunanistan kamuoyunda giderek güç kazanan Enosis fikri7, Yunanistan’ın konuyu 16 Ağustos 1954 yılında Birleşmiş Milletler örgütüne, self determinasyon (kendi geleceğini saptama) talebi ile getirmesiyle, düşünsel boyuttan fiili bir duruma dönüşmüştü. İngiltere’nin müdahalesiyle Yunanistan’ın talebi geri çevrilirken, Demokrat Parti iktidarının Kıbrıs konusundaki pasif tutumu, ülke içinde ve dışında ortaya çıkan gelişmeler sonrası değişiyor ve Türkiye, İngilizlerin Ada’yı terk etmeleri halinde adanın Türkiye’ye bağlanmasına yönelik bir politikada ısrar etmeye başlıyordu. Türk hükümetinin politika değişiminde Kıbrıs’ta EOKA isimli silahlı örgütün Kıbrıslı Türklere yönelik 1955 yılında başladığı saldırıların ve bu saldırılara kaşı Türk kamuoyunda oluşan 
hassasiyetlerin payının olduğu da unutulmamalıdır. 

1955 yılı Ağustos ayında Londra’da yapılacak olan konferansa, İngiltere’nin isteği doğrultusunda Türkiye’nin çağrılması, Türkiye’nin Kıbrıs konusuna fiili olarak taraf olması ile sonuçlanmıştı. Konferansta, Türkiye Ada’nın kendisine verilmesini talep ederken, Yunanistan Enosis konusunda ısrarını sürdürüyor ve görüşmelerden her hangi bir sonuç alınamıyordu. 1957 yılı sonunda Kıbrıs konusunu tekrar Birleşmiş Milletler gündemine taşıyan Yunanistan, isteği kararı örgütten çıkaramamıştı. Uluslar arası alanda Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki faaliyetleri Türk Hükümetinin, Kıbrıs konusundaki politikasında zamanla 
değişimlere gitmesine ve yeni politikalar ortaya koymasına neden olacaktı. 

Yakın tarihte, Türk ve Yunan toplumları arasında yaşananlar belleklerdeki yerlerini daha korurken ve o kötü günlerin izleri silinmemişken, iki toplum arasında Kıbrıs konusunda giderek artmaya başlayan tansiyon, 6-7 Eylül Olaylarının yaşanmasıyla ilk sonucunu verecekti. 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen ve Türk toplumunda yükselen tansiyonun toplumsal bir ayaklanma olarak patlak vermesiyle neticelenen olaylar8, ağırlıklı olarak İstanbul ve İzmir’de gerçekleşmiş ve iki toplum arasında gerilen ilişkilerin topluma yansıması olarak 
örnek teşkil etmişti. Yaşanan bu olaylar sonrası Türkiye’de yaşayan Rumlar zor durumda kalmış ve bu durum Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin, uluslar arası alanda elini güçlendiren bir koz olmuştu. Türk Hükümeti yaşananlar karşısında “Kıbrıs Türk’tür” derneğini kapatmış, İstanbul, İzmir ve Ankara’da sıkıyönetim ilan ederek, Kıbrıs konusunda bir suskunluk dönemi başlamıştı. Bu suskunluk karşı tarafın elini güçlendirirken, Kıbrıs’a yönelik halkta oluşan duyguların, hükümet tarafından bilinçli bir şekilde bastırılmasıyla sonuçlanmıştı. Olayların sorumlularını bulmaya yönelik olarak yapılan soruşturmalardan her hangi bir sonuç alınamayacak ve olaylara ilişkin genel kanı şu olacaktı; “Yunanlıların Kıbrıs meselesindeki tahrikçi durumları ve bunun Türk kamuoyu üzerindeki tepkileri; Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba atılması ve nihayet, solcu unsurların, temiz hislerle yapılan bir gösteriyi tahrik ve istismar etmeleri”9. 

6-7 Eylül olayları sonrası, uluslar arası alanda eli zayıflayan Türkiye, Kıbrıs 
konusunda savunmakta olduğu ve hayata geçme şansı az olan, Kıbrıs’ın bütününün Türkiye’ye verilmesi politikasında önemli bir değişime gidecekti. 1956 yılı sonu ile birlikte, Türkiye’nin yeni Kıbrıs politikası Başbakan Adnan Menderes tarafından ifade edilmeye başlanacak ve “Ya Taksim Ya Ölüm” parolasıyla kamuoyuna sunulacaktı. Bu yeni politika adanın bölünmesini ve iki farklı devletin adada varlığını sürdürmesini temel alan bir yaklaşımdı. “Kıbrıs Türktür” anlayışından “Ya Taksim Ya Ölüm” anlayışına geçiş önemli bir politik değişimin ifadesiydi ve bu yeni politikaya yönelik geniş halk kitlelerinin desteğinin 
sağlanması gerekliydi. 

Bu politika değişimiyle birlikte Türk Hükümeti, “Ya Taksim Ya Ölüm” parolasıyla 
simgeleşen bu yeni çözümü, ülke içinde ve dünya kamuoyunda yüksek sesle dillendirilmeye; bu yeni politikanın güçlendirilmesine yönelik hükümet tarafından çeşitli girişimlerde bulunulmaya başlanmıştı. Türk hükümetinin bu girişimleri başta Dr. Fazıl Küçük olmak üzere Kıbrıslı ileri gelen Türk yöneticileriyle ortaklaşa ve çözüme yönelik tek seslilikle yürütülüyordu. 

6-7 Eylül olayları sonrası Kıbrıs’a yönelik Türk toplumunda oluşan suskunluk 
dönemi, Türk Hükümeti’nin yeni çözüm politikasını desteklemeye yönelik ülke içinden bir kamuoyu sağlamak adına, yüksek katılımlı mitingler düzenlemek isteğiyle sonlanacaktı. Özellikle 1958 yılında düzenlenen mitingler bu açıdan da çok önemliydi. 6-7 Eylül olaylarından yaklaşık üç yıl geçtikten sonra Kıbrıs’a yönelik olarak kamuoyu hareketleniyor ve geniş halk kitleleri tekrardan meydanları doldurmaya başlıyordu. 

3- 1958 YILI “KIBRIS MİTİNG”LERİ 

1958 yılı, Kıbrıs’ta Türk ve Rum milliyetçiliklerinin doruk noktasına ulaştığı yıldı 10. 
Bir taraf bölünmeyi bir taraf Yunanistan’a bağlanmayı istiyordu. EOKA örgütünün Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği silahlı eylemler ve bu eylemler sonucu zarar gören Kıbrıslı Türklere ilişkin haberlerin Türk kamuoyunda yer almaya başlaması, ülke genelinde tansiyonun yükselmesinde etkili oluyordu. Yunanlı Georgios Grivas’ın başında bulunduğu EOKA’nın silahlı eylemlerine karşı, Kıbrıslı Türkler “Volkan”, “9 Eylül Cephesi” gibi çeşitli örgütlenmelere gitmiş, fakat bu oluşumlar gerekli başarıyı sağlayamamıştı. EOKA saldırılarına karşı Türk savunmasını sağlayacak bir örgütün kurulması konusunda bizzat Ankara’dan sağlanan destekle birlikte11, Rauf R. Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi’nin girişimleriyle, 1957 yılı sonunda “Türk Mukavemet Teşkilatı” (TMT) oluşturulmuştu12. Bu teşkilatın ilk önemli girişimi, tarihe 27-28 Ocak 1958 olayları olarak geçen mitinglerdi13. İngiliz sömürge yönetimine ve Enosis’e karşı, 27 Ocak 1958’de Lefkoşa’da Kıbrıslı Türklerin gerçekleştirdiği 
ve İngilizlerin sert karşılık vermesiyle ölümler ve yaralanmalarla sonuçlanan mitingin14 ertesi günü 28 Ocak’ta başta Lefkoşa olmak üzere Magusa, Larnaka, Limasol ve Baf şehirlerinde yüksek katılımlı tepki mitingleri düzenlenmişti. Ada genelinde çıkan bu olaylarda, İngilizlerin sert müdahaleleri sonrası birçok Kıbrıslı Türk hayatını kaybetmiş ve Ada’da sıkıyönetim ilan edilmişti15. O günlerde yaşananlar konusunda Denktaş; “Ocak 1958 hadiseleri bizi halka, halkı bize tanıtmak için fırsat teşkil etti. 7 şehit pahasına dünyaya ilk defa olarak ‘Türk gibi yaşamak’ azmimizi işittiriyorduk. Örfi idarede müthiş bir sıkıntı ve yoksulluk içinde kalan halkımız; evlatlarını toprağa veren kardeşlerimiz ‘Vatan sağolsun eninde sonunda Mehmetçik gelecek ya” diyor ve bütün zulüm ve yoksulluklar Türk’e yaraşır vakarla sineye çekiliyordu” ifadelerinde bulunuyordu16. 

Ada Türkleri aleyhine yaşanan bu gelişmeler, Türkiye’de etkisini göstermeye 
başlamış, yüksek öğrenim kurumları, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri, “Taksim”e yönelik propagandalarını hızlandırmış, gazetelerde her gün Kıbrıs’a ilişkin haberler yer almaya başlamıştır. Başta Dr. Fazıl Küçük olmak üzere ileri gelen Kıbrıslı yetkili ağızlardan 

“Taksim” fikrini ön planda tutan açıklamalar, Türk kamuoyunun bu fikir etrafında bütünleşmesini sağlamıştı. Yediden yetmişe herkesin kendi kanlarıyla çizdikleri Kıbrıs motifli bayrak kampanyaları ülke içersinde yaygın bir hale gelmişti17. 

1958 yılında Kıbrıs ülke gündemini en üst sıralarındayken, geniş kitlelerin Kıbrıs 
duyarlılıklarını en iyi ifade ettikleri yöntem düzenlenen mitingler olmuştu. Ülke genelinde 8 Haziran’dan başlayarak 6 Temmuz 1958 tarihine kadar devam eden “Kıbrıs Miting”leri, “Kıbrıs konusundaki haklı davamızı dünya efkârına duyurmak” temel amacıyla gerçekleştiriliyordu. 

1958 yılı “Kıbrıs Miting”lerini, 8 Haziran 1958 Pazar günü İstanbul Beyazıt 
Meydanı’nda gerçekleştirilen ve yaklaşık olarak 300 bin kişinin katıldığı mitingle 
başlatabiliriz. İstanbul mitingine gösterilen bu geniş katılım, bunun yaratmış olduğu heyecan ve mitingin geniş bir şekilde ulusal basında yer alması, Kıbrıs mitinglerinin ülke genelinde yaygınlaşmasında önemli etkenlerin başında gelecekti. Bunun yanı sıra, yukarda da değindiğimiz üzere, Demokrat Parti yönetimi de, 6-7 Eylül olayları sonrası Kıbrıs’a yönelik bu mitinglere yeşil ışık yakmış, gerçekleştirilen mitinglerle, Kıbrıs konusundaki Taksime dayalı çözüme halk desteğini sağlamaya yönelik politikasını uygulamıştı18. 

8 Haziran 1958 Pazar günü Beyazıt Meydanı gerçekleştirilecek olan İstanbul mitingi, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği tarafından organize edilmişti. Mitinge yönelik çalışmalar günler öncesinde başlamıştı. Üniversite kapısına Türk bayrağı ve taksimi gösteren bir harita asılacak ve Atatürk büstü konulacaktı. Mitingde kullanılmak üzere, 100 bin pankart, 10 bin duvar afişi, 10 bin el ilanı ve 100 adette bez dövizin temini için matbaalar sipariş verilmişti. 
Miting’in sırasında, öncesinde ve sonrasında güvenliğin sağlanması en önemli konuydu. 6-7 Eylül olayları hafızalardaki yerini tüm sıcaklığıyla koruyordu. Geniş kapsamlı olacak bir mitingde buna benzer olayların yaşanması ülke içinde ve dışında Kıbrıs konusunda Türkiye’nin elini zayıflatırdı. Bu nedenle mitingdeki güvenliği sağlamak üzere il merkezinde bir toplantı gerçekleştirilmişti. Toplantıya vali ve belediye reis vekili Ethem Yetkiner başkanlık etmiş, Birinci Ordu Müfettişliği yetkilileri, İstanbul Merkez Kumandanı, Boğazlar ve Marmara Üs Korkumandanı, İl Emniyet Müdürü Cemal Tarlan ve muavinleri, il jandarma 
kumandanı, trafik müdürü, Eminönü ve Fatih kaymakamları iştirak etmişlerdi19. İngiliz, Yunan, Amerikan ve Rus konsolosluklar güvenlik altına alınmıştı. Patrikhanenin bulunduğu Fener semtinde güvenlik önlemleri en üst noktada tutulmuş ve burada sekiz tank konuşlandırılmıştı. Miting boyunca bütün sinema ve eğlence yerleri kapanacaktı20. 

İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Samet Gündoğan yaptığı açıklamalarda, Ankara’da yaptığı temaslar sonucu gerek iç işleri ve dış işleri bakanları gerekse Başbakan Adnan Menderes’in mitingin icrasından duydukları memnuniyeti kendisiyle paylaştıklarını basına ifade edecekti. Gerçekleştirilecek olan mitingle, başta İngiltere olmak üzere dünya kamuoyuna bir mesaj verilerek, taksim konusunda Türklerin kararlılığı duyurulacaktı 21. 
Anlara Üniversitesi olmak üzere, ülke genelindeki Talebe Birliklerinin de mitinge destek verdikleri görülüyordu. 

1958 Kıbrıs mitinglerinin geneline baktığımızda gençlik ve kadın örgütlerinin ön 
planda olduğunu; ayrıca gerek iktidar gerekse muhalefetin olabildiğince bu olayın dışında kalmaya, miting meydanlarını siyasi bir araç olarak kullanmamaya özen gösterdiklerini de görüyoruz. 

İstanbul’da gerçekleştirilen miting saat 14’te başlamış ve çok geniş bir katılım 
gerçekleşmişti. Düzenlenen miting, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, İzmir’in işgali sonrası Türk halkının haklı tepkilerini tüm dünyaya duyuran Sultanahmet Mitingi’yle eş tutuluyor ve “Bizi yakından tanımamak hususunda Mora isyanlarından beri müşterek bir inat gösterenler, o mitingi de (Sultanahmet) küçümsemişler ve sadece bir teşkilatın eseri sanmışlardı. 
Muhataplarımız bizzat kendi menfaatlerini, bir kere daha yanlış teşhisin kurbanı kılmasınlar” ifadelerinde bulunuluyordu22. 

Miting esnasında pek çok kişi halka hitap etmişti. Miting’de konuşma yapanların 
bazıları şunlardı; Kıbrıs Türktür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük, Londra Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı Necati Sağer, Behçet Kemal Çağlar, Doç. Dr. İsmet Giritli, Kıbrıslı 

Prof. Dr. Derviş Manizade, Mustafa Kemal Derneği Başkanı Muhtar Kumral, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Samet Güldoğan, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkan Vekili Dündar Akçetin ve İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Genel Sekreteri Orhan Bulgaç, Türk Milli Gençlik Teşkilatı Genel Başkanı Yavuz Celesun, Türkiye Milli Talebe Federasyonu İkinci Başkanı Erol Ünal, Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti İkinci Başkanı Ahmet Küçükel, Türk Kadınlar Birliği İdare Heyeti’nden İffet Halim Oruz, Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Sedat Börekoğlu. Mitingin düzenlenme süreçlerinde ve miting esnasında konuşma yapanların büyük çoğunluğunu gençlik örgütlerinin ileri gelenlerinin oluşturması, Kıbrıs davasında ülke gençliğinin gösterdiği duyarlılığın bir ifadesi olarak kabul edilmelidir. 

Miting’te konuşma yapan Dr. Küçük, taksim tezini ısrarla savunmuş, muhtariyet ve diğer çözüm yollarına kapıları kapatmıştır. Dr. Küçük, “Ada’da yaşayan iki cemaatin birbirlerine düşmen olarak baktıklarını, artık bir arada yaşamak bir yana birbirlerini görmek dahi istemediklerini” ifade ederek, “Ya Taksim, Ya Ölüm” diyerek sözlerine son vermişti23. 

Miting esnasında asılan ve ellerde dolaşan dövizlerden, halkın Kıbrıs konusuna 
bakışını, konuyu algılayışını ölçe biliriz. Genel olarak şunu söylemek mümkündür ki; Türk toplumu geçmişte yaşamış olduğu acı deneyimleri hafızasında canlandırarak, Kıbrıs davasını Türk Ulusal Kurtuluş Savaşıyla bir tutmuş, eğer olacaksa savaşı da göze alır bir konuma gelmiştir. Dövizlerden örnekler vermek gerekirse; “Yunan. Kıbrıs’a giderken evdeki bulgurdan olursun”, “Kıbrıs sana uzanan eli kırarız”, “Palikarya24 sürüsü değiliz biz, şanlı bozkurtlarız”, “Sakalının her telinde kin ve cinayet saklı papaz, seni kabul edecek kilisene dön”, “Vatan, Bayrak, Hürriyet, Adalet Türkün kendisidir”, “Türk’e savaş gıdadır, ekmekten 
evvel”, “Unutma Sakarya, İnönü Savaşını. Mezardan çıkarda sor Trikopisin
başını”, “Majeste! Kıbrıs sizin Drahomanız25 değildir”26. 

Miting alanında Makarios’u temsil eden kuklalar darağaçlarında asılıp, yakılıyor27; üç genç kürsüye gelerek, vücutlarına kanlarıyla yazmış oldukları “Kanımız Kıbrıs İçin” yazısını kitleyle paylaşıyorlardı28. Yaklaşık olarak üç saat süren miting sonrası kalabalıklar olay çıkmadan dağılmış; bazı gurupların Patrikhane ve Beyoğlu’na yürüyüş teşebbüsleri önlenmişti. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 4

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 4


BM GENEL SEKRETERİ’NİN 28 MAYIS 2004 TARİHLİ İYİ NİYET MİSYONU’NA İLİŞKİN RAPORU 

BM Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Misyonu ve müzakere sürecine ilişkin 28 Mayıs 2004 tarihli raporu 3 Haziran 2004 tarihinde (S/2004/437) yayınlanmıştır. 

BM Genel Sekreteri raporunda, referandumlar sonrasında Kıbrıs Türklerinin durumunun uluslararası camia tarafından ele alınması gereğine işaret etmiş ve Kıbrıs Türkleri’ne baskı uygulamak veya onları dünyadan tecrit etmek için hiçbir gerekçe kalmadığını kayda geçirmiştir. Bu çerçevede Genel Sekreter, Kıbrıs Türklerine yönelik ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması için uluslararası camiaya ve Güvenlik Konseyi’ne kuvvetli bir çağrıda bulunmuş, Kıbrıs Türk tarafının kalkınmasını engelleyen ve onları dünyadan tecrit eden uygulamalara son verilmesini istemiştir. 

Genel Sekreter raporunda ayrıca, Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün siyasi eşitlik ve ortaklık temeline dayalı olması gerektiğini vurgulamış, Çözüm Planı’nın başarısızlığa uğramasının sorumluluğunu Kıbrıs Rum tarafına yüklemiş, Rum tarafının tutumunu sorgulamış, ve gerçekten siyasi eşitliğe ve ortaklığa dayalı çözümü istemeleri halinde Rumların bunu söylemelerinin yeterli olmayacağını, aynı zamanda eylemleriyle de göstermeleri gerektiğini belirtmiştir. 

Rumların böylece Annan Planını değil, esasen çözümü reddettiklerini de kayda geçiren Genel Sekreter, bunun ciddi bir değerlendirme gerektirdiğini vurgulamış, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının müzakereler öncesinde, sırasında ve sonrasındaki olumlu tutumunu açık ifadelerle dile getirmiş ve bu tutumu takdirle karşıladığını beyan etmiştir. 

16–17 ARALIK 2004 TARİHLİ AB ZİRVESİ 

16–17 Aralık 2004 tarihlerinde gerçekleştirilen ve ülkemizin Sayın Başbakanımızın başkanlığında bir heyetle katıldığı AB Brüksel Zirvesi’nin sonuç bildirisinde, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması kararlaştırılmıştır. Öte yandan bildiride, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni AB’ne 1 Mayıs 2004 tarihinde üye olan ve aralarında GKRY’nin de bulunduğu on yeni ülkeye teşmil edecek olan Uyum Protokolü’nü imzalayacağı yönündeki beyanının memnuniyetle karşılandığı ifade edilmiştir. 

Uyum Protokolü’nün imzalanmasının GKRY’nin resmi ve hukuki olarak tanınması anlamına gelmediği Zirve sırasında Sayın Başbakanımızca kayıtlara geçirilmiş, ayrıca Zirve’nin kapanışının ardından düzenlenen basın toplantısında, bir soruya cevaben AB Dönem Başkanı Hollanda’nın Başbakanı Balkenende tarafından açıklanmıştır. AB Komisyonu Sözcüsü ile İngiltere, Almanya ve Belçika Başbakanları Zirve’yi takiben da benzer açıklamalarda bulunmuşlardır. 

KKTC 2005 YILI CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ 

KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri 17 Nisan 2005 tarihinde yapılmıştır. Başbakan Mehmet Ali Talat birinci turda oyların % 55.60’ını alarak Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Talat, 20 Nisan tarihinde düzenlenen yemin töreninin ardından görevi Rauf Denktaş’tan teslim almıştır. Cumhurbaşkanı Talat, Hükümeti kurma görevini Ferdi Sabit Soyer’e vermiştir. Başbakan Soyer kurduğu yeni hükümeti 26 Nisan 2005 tarihinde Cumhurbaşkanı’na sunmuş, yeni hükümet aynı gün onaylanmıştır. Hükümet Cumhuriyet Meclisinden 9 Mayıs 2005 günü güvenoyu almıştır. 

KIBRIS’TA HER İKİ TARAFA UYGULANAN KISITLAMALARIN İLGİLİ TÜM TARAFLARCA EŞZAMANLI OLARAK KALDIRILMASINA YÖNELİK ÖNERİMİZ 

Sayın Bakanımız 30 Mayıs 2005 tarihinde bir gazeteye verdiği mülakat ile Kıbrıs konusuna ilişkin yeni önerimizi ilgili tüm taraflara ve kamuoyuna sunmuştur. Öneride, KKTC’ne ve Ada’daki taraflar arasında karşılıklı olarak kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanması; doğrudan uçuşlar dahil, hava ve deniz limanlarına uygulanmakta olan tüm kısıtlamaların kaldırılması; üçüncü ülke uyruklarına uygulanan kısıtlamaların tümüyle kaldırılması; Kuzey Kıbrıs’ın da bir ekonomik birim olarak doğrudan AB Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi ve bunun tüm getirilerinden yararlanması; Kıbrıs Türklerinin sportif, kültürel ve benzeri uluslararası etkinliklere katılmasının önündeki engellerin kaldırılması hususları yer almıştır. 

BMGS’NİN SİYASİ İŞLERDEN SORUMLU YARDIMCISI PRENDERGAST’IN TEMASLARI 

BM Genel Sekreteri’nin Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı Kieran Prendergast, 30 Mayıs–7 Haziran 2005 tarihleri arasında çıktığı bölge turunda KKTC, GKRY, Atina ve Ankara’da temaslarda bulunmuştur. Prendergast, temasları ve tarafların tutumları hakkında BMGS Annan ve Güvenlik Konseyi’ne bilgi sunmuştur. Prendergast sunuşunda Ada’da taraflar arasındaki uçurumun büyüklüğüne dikkat çekmiş, GKRY’nin kendisinden istendiği gibi görüşlerini BM’ye yazılı olarak sunmaktan imtina ettiğini vurgulamıştır. 

UYUM PROTOKOLÜ VE 29 TEMMUZ 2005 TARİHLİ DEKLARASYONUMUZ 

Ülkemizin, 16–17 Aralık 2004 AB Brüksel Zirvesi’nde imzalamayı taahhüt ettiği 1963 Ankara Anlaşması’nı tüm AB üyelerine genişleten Uyum Protokolü, Türkiye ile AB Dönem Başkanlığı ve Komisyon arasında 29 Temmuz 2005 akşamı mektup teatisi yoluyla imzalanmıştır. Bu imza vesilesiyle tarafımızdan, mektubumuz ve imzamızla hukuken bir bütün oluşturan resmi bir deklarasyon yapılmış ve Uyum Protokolü’nün imzalanmasının GKRY’nin siyasi olarak tanınması anlamına gelmeyeceği kayda geçirilmiştir. 

Türkiye’nin Uyum Protokolü’nü imzalarken Kıbrıs konusunda yapmış olduğu bu deklarasyona cevaben Avrupa Birliği, 21 Eylül 2005 günü kendi tutumunu beyan eden bir karşı-deklarasyon yayınlamıştır. 22 Eylül 2005 günü Bakanlığımız Sözcüsü tarafından AB’nin sözkonusu karşı-deklarasyonuna ilişkin üzüntümüzü kayda geçiren ve AB’nin Kıbrıs konusunda yerine getirmesi gereken sorumluluk ve yükümlülüklerini hatırlatan bir basın açıklaması yapılmıştır. 

24 OCAK 2006 TARİHLİ EYLEM PLANIMIZ 

Kıbrıs’taki tüm kısıtlamaların ilgili tüm taraflarca eşzamanlı olarak kaldırılması konusunda hazırlanan 10 maddelik Eylem Planımız, Sayın Bakanımız tarafından 24 Ocak 2006 günü Bakanlığımızda düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulmuştur. ABD, AB Komisyonu, İngiltere, İtalya, İspanya, Kazakistan, Almanya, Slovakya, Pakistan, Avustralya, Bangladeş, Sudan, Paraguay, Bahreyn, Ukrayna, Belarus, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Gürcistan ve İslam Konferansı Örgütü girişimimizi destekleyici açıklamalar yapmış, BMGS Annan önerimizi inceleyeceğini belirtmiştir. 

Bahsekonu Plan’da, KKTC’ne ve Ada’daki taraflar arasında karşılıklı olarak kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanması; doğrudan uçuşlar dahil, hava ve deniz limanlarına uygulanmakta olan tüm kısıtlamaların kaldırılması; üçüncü ülke uyruklarına uygulanan kısıtlamaların tümüyle kaldırılması; Kuzey Kıbrıs’ın da bir ekonomik birim olarak doğrudan AB Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi ve bunun tüm getirilerinden yararlanması; Kıbrıs Türklerinin sportif, kültürel ve benzeri uluslararası etkinliklere katılmasının önündeki engellerin kaldırılması öngörülmüştür. 

ADA’DA TEKNİK KOMİTELER KURULMASI 

BM Genel Sekreteri tarafından Ocak 2006’da Kıbrıs Özel Temsilcisi ve UNFICYP Misyon Şefi olarak görevlendirilen Michael Möller, 13 Şubat 2006 günü KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Raşit Pertev’le yaptığı görüşmede, Kıbrıs’taki iki tarafın ortak ilgi alanları çerçevesinde müşterek komiteler oluşturulması önerisini getirmiştir. 

Esasen Türk tarafınca geliştirilen ve günlük hayatı kolaylaştırmak amacı taşıyan, iki taraf arasında eşitlik temelinde gerçekleştirilecek teknik komiteler toplanması önerisi hakkında Kıbrıs’taki iki tarafa gönderdiği 17 Şubat tarihli mektupta Möller, iki toplum arasında teknik işbirliği komiteleri kurulabilecek alanların (sağlık, çevre, su idaresi, kanalizasyon, kara para aklanması, suçun önlenmesi, yol güvenliği, göç ve insan kaçakçılığı, kriz yönetimi, insani konular) bir listesini ileterek bu öneriyi ileri götürmek için tarafların görüşlerini istemiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat bu konuda BM Genel Sekreteri Annan’a bir mektup göndererek, Möller’in önerilerinin kapsamlı bir çözümün yerine geçemeyeceği yönündeki görüşü vurgulamıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a gönderdiği 15 Haziran 2006 tarihli mektubunda Teknik Komiteler’in kurulması hususunda Kıbrıs Türk tarafının mutabakatını teyid ederek, BMGS'nin sözkonusu Komiteler’in bir an önce çalışmaya başlaması konusuna müdahil olmasını talep etmiş; bu bağlamda GKRY liderliğinin konuya ilişkin olumsuz tutumuna işaretle Kıbrıs sorununun, BMGS’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde ve Annan Planı temelinde çözümüne ilişkin Kıbrıs Türk tarafının taahhüdünü yinelemiştir. 

KKTC CUMHURBAŞKANI SAYIN TALAT İLE GKRY LİDERİ PAPADOPULOS’UN 8 TEMMUZ 2006 TARİHLİ GÖRÜŞMESİ, 8 TEMMUZ SÜRECİ 

BM Genel Sekreter Siyasi İşler Yardımcısı İbrahim Gambari’nin 7-8 Temmuz 2006 tarihlerinde Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve GKRY lideri Papadopulos arasında yürüttüğü temaslar çerçevesinde, iki lider 8 Temmuz 2006 Cumartesi günü bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Görüşmede, “İlkeler Dizisi” ve “İki Liderin Kararı” başlıklı iki kağıt kabul edilmiştir. 8 Temmuz’da varılan mutabakat doğrultusunda Kıbrıs’ta Türk ve Rum tarafları 31 Temmuz 2006 tarihinde Kıbrıs sorununun özünü ilgilendiren konulara ilişkin kâğıtlarını teati etmişlerdir. Ancak, BM sürecini geri plana itmek isteyen GKRY’nin engellemeleri nedeniyle başlatılan bu süreçte uzun bir süre ilerleme kaydedilmesi mümkün olamamıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'la 20 Kasım 2006 tarihinde Cenevre’de bir görüşme gerçekleştirmiştir. BMGS Annan görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, 2004 yılında yapılan referandumların sonucuna atıfla, Kuzey Kıbrıs'ın kalkınma çabalarına bütün tarafların yardımcı olması gerektiğini vurgulamış ve Mayıs 2004 tarihli iyi niyet misyonu raporunda Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması gerekliliğine dikkat çektiğini belirtmiştir. 

KKTC’nin Lefkoşa’daki Lokmacı kapısının geçişlere açılmasını teminen yaptığı girişimler çerçevesinde Lokmacı Barikatı’nın KKTC bölümünde yer alan üst geçidin sökülme çalışmaları 9 Ocak 2007 tarihinde tamamlanmıştır. GKRY, 9 Mart 2007 tarihinde Lokmacı geçidinin Rum kesimindeki duvarı yıkmıştır. Bununla birlikte, Rum tarafı Lokmacı geçidinin yaya geçişlerine açılması için birçok ön koşul ileri sürmüştür. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, Kıbrıs Türk tarafının Kıbrıs sorununda bulunulan aşamayla ilgili değerlendirmeleriyle 8 Temmuz sürecine ilişkin beklentilerini ortaya koyan bir mektubu 3 Nisan 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a göndermiştir. 

Sayın Talat mektubunda, Rum tarafının mülkiyet konularını Teknik Komitelerin gündemine getirerek süreci çıkmaza sokmak istediğini, Çalışma Gruplarının sohbet toplantılarına dönüşmemesi için bu Gruplarda ele alınacak konuların baştan belirlenmesi gerektiğini ve Kıbrıs Türk tarafının en kısa sürede Rum tarafıyla kapsamlı çözüm müzakerelerine başlamaya hazır olduğunu belirtmiştir. 

Bu bağlamda, Kıbrıs Türk tarafının 8 Temmuz süreciyle ilgili önerilerini içeren bir belge 5 Nisan 2007 tarihinde KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Pertev tarafından BMGS’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Möller’e tevdi edilmiştir. Kıbrıs Türk tarafı 26 Nisan 2007 tarihinde ise bahsekonu metnin gözden geçirilmiş halini BM’ye iletmiştir. 

BM nezdindeki Daimi Temsilcimiz, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Doğu Akdeniz’de son dönemlerde deniz alanlarının sınırlandırılması ve petrol/gaz aramaları bağlamında giriştiği faaliyetler ve Garanti Anlaşmalarına aykırı biçimde Fransa ile yaptığı askeri anlaşma ile bunlara ilişkin görüşlerimizi içeren bir mektubu 26 Nisan 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a göndermiştir. BM belgesi olarak da yayınlattırılan sözkonusu mektupta, GKRY’nin Kıbrıs’ın tümünü temsil iddiasının meşruiyeti sorgulanmış ve BM Genel Sekreteri’nin 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda kayda geçen unsurlar temelinde Kıbrıslı Türkler üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Kasım 2006 - Mayıs 2007 dönemini kapsayan Kıbrıs’ta konuşlu BM Barış Gücü (UNFICYP) raporunu 5 Haziran 2007 tarihinde Güvenlik Konseyi’ne sunmuştur. Raporda, Kıbrıs Türklerine uygulanan kısıtlamaların kaldırılmasının önemine vurgu yapılarak, eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan 28 Mayıs 2004 tarihli İyi Niyet Raporuna atıfta bulunulmuştur. 

GKRY lideri Papadopulos, 8 Temmuz Süreci’nin birinci yılını doldurmasını ve anılan süreçte bugüne kadar herhangi bir ilerleme kaydedilememesini gerekçe göstererek, Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ı görüşmeye davet eden mektubunu 5 Temmuz 2007 günü BMGS Özel Temsilcisi Michael Möller’e iletmiştir. Papadopulos, mektubunda, sürece yeniden hareketlenme kazandırmak amacıyla iki liderin tercihen Temmuz ayı sonuna kadar bir araya gelmelerini önermiş ve toplantıda ele alınmak üzere, 8 Temmuz sürecinin uygulanmasına ilişkin bir öneri kâğıdını mektubuna eklemiştir. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat, GKRY lideri Papadopulos’un 5 Temmuz 2007 tarihli mektubuna cevaben göndermiş olduğu 14 Ağustos 2007 tarihli mektubunda, iki lider arasında yapılması öngörülen görüşmenin 8 Temmuz mutabakatı ile sınırlı kalmayarak, kapsamlı çözüm müzakerelerinin başlatılması hedefi doğrultusunda Kıbrıs sorununun tüm boyutlarıyla ele alınacağı anlayışı üzerine inşa edilmesini önermiştir. 

Papadopulos aynı gün (14 Ağustos) BMGS Özel Temsilcisine göndermiş olduğu mektupta, Sayın Talat’tan aldığı mektuba atıfla, iki lider arasındaki görüşmenin tarihinin belirlenmesi için bir an önce Koordinasyon Komitesi’nin toplanmasını teklif etmiş ve görüşmenin, bir önceki mektubunda da belirttiği üzere, 8 Temmuz sürecinde yaşanan tıkanıklığı aşmaya yönelik olacağını belirtmiştir. 

21 Ağustos 2007 tarihinde yapılan Koordinasyon Komitesi toplantısında, iki liderin 5 Eylül 2007 tarihinde bir araya gelmeleri kararlaştırılmıştır. 

KKTC CUMHURBAŞKANI SAYIN TALAT İLE GKRY LİDERİ PAPADOPULOS’UN 5 EYLÜL 2007 TARİHLİ GÖRÜŞMESİ 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat ile GKRY Lideri Papadopulos 5 Eylül 2007 tarihinde BMGS’nin Özel Temsilcisi Möller’in de hazır bulunduğu bir toplantıda bir araya gelmişlerdir. 

Toplantıda Cumhurbaşkanı Sayın Talat, iki tarafın kapsamlı çözüm perspektifi üzerine yoğunlaşmalarının önem taşıdığının altını çizerek, iki taraf arasında iki, iki buçuk ay sürecek hazırlık dönemini müteakip kapsamlı müzakerelerin başlatılması ve 2008 yılı sonuna kadar kapsamlı çözüme ulaşılması yönünde bir öneri getirmiştir. Sayın Talat’ın önerisi Papadopulos tarafından reddedilmiştir. 

Görüşmeden sonra BMGSÖT Möller tarafından yapılan açıklamada, görüşmenin yapıcı bir ortamda gerçekleştiği, iki liderin sürecin biran evvel başlatılması konusunda anlaştıkları, kapsamlı çözüme ilişkin gündeme gelebilecek konuları görüştükleri ve temaslarına BM aracılığıyla devam etmeye ve uygun zamanda da yeniden bir araya gelmeye karar verdiklerini bildirilmiştir. 

KIBRIS TÜRK TARAFININ 16 EKİM 2007 TARİHLİ GÜVEN ARTIRICI ÖNLEMLER (GAÖ) ÖNERİSİ 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, 16 Ekim günü New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ile bir görüşme yapmıştır. Sayın Talat bu görüşmede Papadopulos’un uzlaşmaz tutumuna atıfta bulunarak, Kıbrıs Türk tarafının kapsamlı çözüme ilişkin yaklaşımını izah etmiş, ayrıca Genel Sekreter’e Kıbrıs’ta iki taraf arasında olumlu bir atmosferin tesis edilebilmesi için bir Güven Artırıcı Önlemler (GAÖ) paketi sunmuştur. 

Sözkonusu GAÖ paketiyle, Ara Bölge’de iki tarafın Silahlı Kuvveleri’nin birbirinden uzaklaştırılması (dekonfrontasyon) yönündeki 1989 tarihli Anlaşmanın genişletilmesi, Lokmacı (Lefkoşa içi) ve Yeşilırmak (KKTC’nin batı ucu) sınır kapılarının açılması, Erenköy’e serbest geçiş sağlanması, eşit sayıda Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum üyeden oluşacak bir Uzlaştırma Komitesi kurulması, karşılıklı tatbikatların sınıra yakın bölgelerde gerçekleştirilmemesi, Yiğitler-Pile yolunun inşa edilmesi, insan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçla mücadele gibi konularda taraflar arasında BM Barış Gücü aracılığıyla işbirliğinin artırılması önerilmiştir. 

Öte yandan GKRY lideri Papadopulos, 15 Ekim 2007 tarihinde BMGS Ban’a gönderdiği mektubunda, 8 Temmuz süreciyle ilgili olarak bazı öneriler ortaya koymuştur. 

Konuyla ilgili olarak KKTC Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan Erçakıca 23 Ekim 2007 tarihinde yaptığı açıklamada, Kıbrıs Türk tarafının 8 Temmuz sürecini anlaşılır ve sonuç almaya yönelik hale getirmek için çalışırken Kıbrıs Rum tarafının süreci içinden çıkılmaz hale getirmek için çaba gösterdiğine dikkat çekmiştir. 

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Barış Gücü’ne ilişkin 3 Aralık 2007 tarihli raporu BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (BMBG) faaliyetlerine ilişkin Haziran-Aralık 2007 dönemini kapsayan raporu 3 Aralık 2007 tarihinde yayınlanmıştır. 

Raporda, Kıbrıs Türkleri üzerindeki izolasyonların kaldırılması telkin edilmiş ve bunun tanıma anlamına gelmediği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, 8 Temmuz sürecine ilişkin gelişmeler ele alınırken, Kıbrıs Türk tarafının sergilediği tutumunun 8 Temmuz süreciyle uyumlu olduğu kaydedilmiş, Ada’da varılacak çözümün iki kesimli ve iki toplumlu federasyon ile siyasi eşitlik ilkelerine dayanacağı vurgulanmış, çözümün ana hatlarının bilindiği ve çözümün unsurlarının geçtiğimiz on yıllarda oluşmuş müktesebat ile anlaşmalara dayanacağı ifade edilmiştir. Ada’daki BM Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılmasına ilişkin 1789 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı 14 Aralık 2007 tarihinde kabul edilmiştir. 

KKTC CUMHURBAŞKANI SAYIN TALAT İLE SAYIN BAŞBAKANIMIZIN MEKTUPLARI 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a 22 Şubat 2008 tarihinde mektup göndererek, Kıbrıs Türk tarafının çözüm yönündeki iradesini muhafaza ettiğini ve yeni bir müzakere sürecini başlatmaya hazır olduğunu vurgulamıştır. Sayın Talat mektubunda ayrıca, önümüzdeki döneme ilişkin Kıbrıs Türk tarafının beklentilerini ortaya koyarak BMGS Ban’ın kişisel olarak sürece dahil olmasını ve kapsamlı çözüm çabalarına ivme kazandırmasını istemiştir. 

Sayın Başbakanımız 6 Mart 2008 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban, AB Komisyonu Başkanı Barroso, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ile AB Üyesi ülkelerin Devlet veya Hükümet Başkanları’na gönderdiği mektuplarda, 2008 yılının Kıbrıs’ta adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşılması için bir fırsat penceresi sunduğunu, Türkiye'nin, Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat’ın sözleri ve eylemlerinde ifadesini bulan Kıbrıs Türk tarafının yapıcı yaklaşımını desteklemeye devam ettiğini, Türkiye’nin, anavatan ve üç garantör devletten biri olarak kapsamlı müzakere süreci yoluyla çözüme katkıda bulunmaya kararlı olduğunu, ayrıca Kıbrıs Türk halkının maruz bırakıldığı haksız izolasyonların kaldırılması yönünde somut adım atılmasını beklediğimizi bildirmiştir. 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa

***

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 3

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 3

TÜRKİYE VE KKTC’NİN GİRİŞİMİ ÜZERİNE ANNAN PLANI MÜZAKERELERİNİN YENİDEN BAŞLAMASI 

Türkiye ve KKTC 2003 yılının sonunda Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözümün bulunabilmesi amacıyla yeni bir girişim başlatmışlardır. 

Bu çerçevede, BM Genel Sekreteri Annan, ilgili taraflara (Ada’daki iki taraf ile Türkiye ve Yunanistan) gönderdiği bir mektupla, kendilerini müzakere sürecini başlatmak amacıyla 10 Şubat 2004 tarihinde New York’a davet etmiştir. Taraflar, BM Genel Sekreteri’nin bu önerisini kabul etmişlerdir. 10–13 Şubat 2004 tarihleri arasında New York’ta yapılan görüşmeler, Türk tarafının olumlu ve yapıcı tutumu sayesinde başarılı geçmiş ve Ada’da müzakerelerin tekrar başlaması yolunu açmıştır. 

New York’ta varılan mutabakat, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının belli bir tarihe kadar Annan Planı’nı müzakere etmelerini, üzerinde anlaşmaya varılamayan noktalarda müzakerelere anavatan Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla devam edilmesini ve nihayet anlaşılamamış nokta kaldıysa bu alanlarda BM Genel Sekreteri’nin yetkisini kullanarak formüller üretmesi ve ortaya çıkacak nihai belgenin her iki tarafta ayrı ayrı, ancak eş-zamanlı olarak düzenlenecek referandumlarla Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının onayına sunulmasını içermiştir. Böylece, 1 Mayıs 2004 tarihinden önce çözüme ulaşılması ve AB’ne birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımı hedeflenmiştir. 

Müzakereler iki aşamalı olarak 19 Şubat 2004 tarihinde başlamış ve 31 Mart 2004 tarihine kadar devam etmiştir. Müzakerelerin birinci aşaması, 19 Şubat-22 Mart 2004 tarihleri arasında Ada’da sürdürülmüştür. Müzakerelerin bu aşamasında da Türk tarafı yapıcı bir tutum sergilemiştir. Siyasi düzeyde iki taraf arasında gerçekleştirilen görüşmelerde anlaşma sağlanamamış olsa da, teknik düzeyde yapılan komite toplantılarında bazı gelişmeler elde edilebilmiştir. Müzakerelerin ikinci aşaması ise, 24 Mart 2004 tarihinde İsviçre’nin Bürgenstock kasabasında, anavatanların da katılımıyla başlamış ve 31 Mart 2004 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin Annan Planı’nın nihai halini taraflara sunması ile sonuçlanmıştır. 

ANNAN PLANI’NIN İÇERİĞİ 

Bürgenstock’da taraflara tevdi edilen ve 24 Nisan 2004 tarihinde iki tarafta referanduma sunulan planda, yeni ortaklığın iki kesimli olacağı, iki tarafın birbirinin ayrı kimliğini ve bütünlüğünü tanıyacağı, tarafların birbirlerinin kültürel, dini, siyasi, sosyal ve dil kimliklerine saygı gösterecekleri, bir tarafın diğer taraf üzerinde hakimiyet kuramayacağı, kurucu devletlerin kendi alanlarında yetkilerini egemence kullanacakları ve kendi düzenlerini serbestçe kurabilecekleri, kurucu devletlerin ve Federal Hükümetin birbirlerinin yetki ve işlevlerine karışamayacakları gibi hususlara ilaveten, bir tarafın diğer taraf üzerinde otorite ve yetki iddiasında bulunamayacağı hususu da yeralmaktaydı. 

Annan Planı, Garanti ve İttifak Andlaşmalarının Ada’da kurulan yeni düzeni (state of affairs) dikkate alarak aynen devam etmesine dayanmaktadır. Garantör ülkeler, sadece Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin değil, aynı zamanda Kurucu Devletlerin de toprak bütünlükleri, güvenlikleri ve anayasal düzenlerini garanti edeceklerdir. Plan uyarınca, İttifak Andlaşması uyarınca Kıbrıs Türk Devleti’nde konuşlandırılabilecek Türk ve Kıbrıs Rum Devleti’nde konuşlandırılabilecek Yunan birliklerinin sayısı 2011 yılına kadar 6000, 2018 yılına veya Türkiye’nin AB üyeliğine kadar 3000 olması öngörülmüştür. Planın önceki versiyonunda Türkiye AB üyesi olduğunda Ada’daki Türk ve Yunan askeri varlıklarının sıfıra indirilmesi öngörülmekteyken, son versiyonda, Türkiye’nin AB üyeliğinden ya da 2018 yılından sonra, 1960 İttifak Andlaşmasıyla öngörülen sayılar olan 650 Türk, 950 Yunan askerinin Ada’da kalmaya devam etmesi sağlanmıştır. 

Asker sayısında 6.000’e ulaşılabilmesi için çekilmenin %20’lik ilk aşaması Ocak 2005’te tamamlanmak üzere 29 aylık bir geri çekilme takvimi öngörülmektedir. Rum tarafına bırakılacak topraklardaki birliklerimizin ilk bölümünün 90 gün içerisinde sınırdan bir kilometre içeriye çekilmesi sözkonusudur. Ada’da bulundurulacak bu birliklerin nasıl konuşlandırılacakları, ne gibi silahlarla teçhiz edilecekleri, Ada içinde ne şekilde hareket edebilecekleri kurallara bağlanmıştır. Mesela, 100 askerin üstündeki hareketlerde 48 saat önceden bildirimde bulunma mecburiyeti getirilmektedir. 

Plana göre, kurulacak Ortaklık Devleti’nin adının Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, Hükümetin isminin Federal Hükümet, Kurucu Devletlerin isimlerinin ise “Kıbrıs Türk Devleti” ve “Kıbrıs Rum Devleti” olması öngörülmekteydi. Bu çerçevede, Federal Hükümetin Anayasa’sına ilaveten, Kurucu Devletlerin de ayrı Anayasa’ları bulunması, iki liderin ilk iki ay için birer ay rotasyonla Eş-Başkanlığı yürütmeleri, Bakanlar Kurulu’nun referandumdan sonraki iki gün içinde isimleri taraflarca bildirilecek üç Rum ve üç Türk’den oluşması, Rumların AB, Maliye, Adalet ve İçişleri; Türklerin ise Ulaştırma ve Tabii Kaynaklar, Dışişleri ve Savunma ile Ticaret ve Ekonomi Bakanlıklarını üstlenmeleri, iki aylık bu dönemde geçici Federal Parlamento’nun da iki Kurucu Devletin Meclisleri tarafından atanacak 24’er üyeden oluşması kararlaştırılmıştı. Plan çerçevesinde, Federal Devlet Başkan ve Başkan Yardımcılığı ilk 5 yıl boyunca 10’ar aylık sürelerle, 5 yıldan sonra da 20’şer aylık sürelerle rotasyona tabi tutulacak, 6’ncı yıldan itibaren iki dönem Rum’a karşılık bir dönem Türk Başkan olacak, Başkanlık Konseyi 5 yıllığına 6’sı oy sahibi, 3’ü oy hakkı olmayan, toplam 9 üyeden oluşacaktı. 

Planda, Türk tarafına % 29.2 oranında toprak bırakılmakta, İngiliz üslerinden verilecek toprak dikkate alındığında bu oran %28.8’e düşmekte, buna mukabil Türk tarafı kıyı şeridinin % 52’sine sahip olmaktaydı. 

Plan uyarınca Rumlara verilecek topraklarda yaşayan yaklaşık 58.000 Kıbrıs Türkü‘nün 42 aylık takvim çerçevesinde aşamalar halinde bu bölgeleri terk ederek Kıbrıs Türk Kurucu devletine kalacak topraklara göç etmeleri kararlaştırılmıştı. Kıbrıs Türk Devleti’nde ve Kıbrıs Rum Devleti’nde ikamet izni verilecek Türk ve Yunan vatandaşlarının miktarı her iki kurucu devletin nüfusunun % 10’unu geçmeyecek, Anlaşma yürürlüğe girdiğinde Türk vatandaşlarının Kuzeydeki sayısı yaklaşık 20 bini, Yunan vatandaşlarının güneydeki sayısı yaklaşık 70 bini geçmeyecek, daha sonra bu oran % 5 olacak, üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri bu oranın dışında bırakılacaktı. 

5 yıllık moratoryumu takiben dokuz yıl zarfında kademeli olarak 39 bin Rum’un kuzeye dönmesine imkan verilen Plan’da, 6 ila 9’uncu yıl arasında, bir köy veya belediyenin nüfusunun %6’sı; 10 ila 14’üncü yıl arasında %12’sine denk kısıtlama, 14’üncü yıldan sonra ise 19’uncu yıla veya Türkiye AB’ne girene kadar ilgili Kurucu Devlet nüfusunun %18’i olarak belirlenmişti. 19uncu yılın sonunda ya da Türkiye’nin AB üyesi olmasıyla birlikte Kıbrıs Türk Devleti nüfusunun ancak üçte biri oranında Rumun Kuzey’e yerleşebileceği hükmü plana eklenmiştir. 

Plan’da her Rumun Kuzey’deki eski mülkünün üçte birine sahip olması yönünde bir düzenleme getirilmiş, geri kalan 2/3’ü için ise tazminat öngörülmüş, ancak, Karpaz bölgesindeki Dipkarpaz, Yeni Erenköy, Sipahi ve Adaçay köylerinin eski Rum sakinlerinin herhangi bir sınırlama olmadan eski mülklerine dönmeleri bu yerleşim birimlerine din, eğitim ve kültür alanlarında otonomi verilmesi kararlaştırılmıştı. 75 bin kişiyi etkileyebilecek bu düzenlemelerin getireceği rehabilitasyonun Türk tarafı için yaklaşık maliyetinin 3,8 milyar dolar olacağı Kıbrıs Türk tarafının Birleşmiş Milletler’e tevdi ettiği raporda bildirilmiştir. Rum tarafı ise kendi rehabilitasyonu için 20 milyar doların üzerinde bir kaynak ihtiyacından sözetmiştir. 

Plan kabul edilmiş olsaydı AB’nin de kabul etmek durumunda olacağı ve Türkiye’nin AB üyelik süreciyle de bağlantılı kılınan derogasyon ve kısıtlamalar bulunmaktaydı. Bunlar;  

a) Kurucu devlette ikametle ilgili yukarıda arzedilmiş olan kısıtlamalar, 

b) Türkiye ve Yunanistan vatandaşlarının Ada’da ikametiyle ilgili kısıtlama, 

c) Kıbrıs’ın Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına katılımının Garanti ve İttifak Andlaşmalarına uygun olacağı, Kıbrıs’ın AGSP’nin askeri boyutunun dışında kalacağı, 

d) Türk kurucu devletinde kişi başına düşen gayrısafi milli hasılanın Rum devletininkinin % 85’ne ulaşmasına kadar ya da 15 yıl boyunca gayrımenkul alımına getirilebilecek kısıtlama, 

e) Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonraki altı yıl zarfında Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nde AB iç pazarının uygulamalarıyla ilgili kısıtlayıcı tedbirler alınmasıdır 

Referandumda olumsuz yanıt çıkması veya garantör ülkelerin birinin 29 Nisan’dan önce Andlaşmayı imzalamayı reddetmesi halinde, Kuruluş Anlaşması tümüyle geçersiz ve hükümsüz olması öngörülmüştür. Annan Planı kabul edilmiş olsaydı, özellikle yerlerinden edilecek Kıbrıslı Türkler ve mal-mülk konuları, yeni iki kesimliliğin oturtulması itibarıyla Türk tarafı için zor ve sancılı bir dönemden geçilmesine neden olacaktı. Ayrıca, Türk tarafının ekonomik açıdan yeni ortaklığa uyumu benzer güçlükleri beraberinde getirecekti. 

Planın yürürlüğe girmesi Ada’da iki tarafta ayrı ayrı yapılacak referandumlardan sonra 1960’da olduğu gibi ancak garantör ülkelerinde katılımıyla beşli andlaşmanın imzalanıp onaylanmasıyla mümkün olabilecekti. Bu bağlamda, garantör ülkeler referandumların olumlu sonuçlanması halinde gerekli iç onay işlemlerini tamamlayarak beşli andlaşmayı imzalayacakları hususunda taahhüt vermişlerdir. 

REFERANDUMLAR VE SONRASI 

Müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’nde referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir. Rum tarafının Plan’ı büyük bir çoğunlukla reddetmesinde GKRY lideri Papadopulos’un 7 Nisan 2004 tarihindeki halka seslenişinde Rum halkını “güçlü bir hayır” demeye çağırması ve Rum liderliğinin devlet eliyle sürdürdüğü “hayır kampanyası” da önemli bir etki yapmıştır. Sonuçta, Rum toplumunun reddi karşısında, BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir. 

Referandumlar sonucunda Ada’da yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Referandumun ardından başta BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar ile ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerden Kıbrıs Türk tarafının tutumunu destekleyen, Rum tarafının planı reddetmesinden üzüntü duyulduğunu beyan eden ve Kıbrıs Türk tarafının izolasyonunun artık devam edemeyeceğini vurgulayan açıklamalar gelmiştir. Bu konuda bazı adımlar atılmışsa da bugün itibariyle gelinen noktada Kıbrıs Türklerinin yıllarca maruz kaldıkları izolasyonun kırılması sağlanamamıştır. Açıklamalarda ayrıca, eşsiz bir fırsatın kaçırıldığına da dikkat çekilmiştir. 

AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nin 26 Nisan 2004 tarihinde Lüksemburg’da gerçekleştirilen toplantısı sırasında Kıbrıs konusunda alınan kararda, Konsey, Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonunun sona erdirilmesine kararlı olduğunu ifade etmiş ve bu amaçla Komisyon’u kapsamlı tedbirler almaya davet etmiştir. Ayrıca, Kuzey’e 259 milyon Euro’luk bir yardımda bulunulması da kararlaştırılmıştır. AB Konseyi’nin 26 Nisan tarihli kararı çerçevesinde hazırlanan iki tüzük (mali yardım tüzüğü ile doğrudan ticaret tüzüğü) GKRY’nin engellemeleri nedeniyle o dönemde kabul edilememiştir. 

GKRY 1 Mayıs 2004 tarihinde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ne tam üye olmuştur. Türkiye tarafında aynı gün yapılan açıklamada, AB’ne katılacak olan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil etmeye yetkili olmadıkları, eşit statüye sahip Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs Adası’nın tamamı üzerinde yetki veya egemenliklerinin bulunmadığı, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği, kendi anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bulunan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil eden yasal hükümet olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Açıklamada ayrıca, Kıbrıs Türklerinin, kendi ülke sınırları ve anayasal düzenleri içerisinde örgütlenmiş bir halk olarak, hükümet etme yetkisini ve egemenliklerini kullanmakta oldukları, bu çerçevede Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya devam edeceği ve Güney Kıbrıs’ın AB’ne girişinin Türkiye’nin 1960 Anlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerine hiçbir şekilde haleldar edemeyeceği ifade edilmiştir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 2

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 2

1993 GÜVEN ARTIRICI ÖNLEMLER PAKETİ 

Müzakereler 1993 Mayıs ayından itibaren, BM Genel Sekreteri'nin önerdiği Güven Artırıcı Önlemler (GAÖ) paketi üzerine odaklanmıştır. Bu paket çerçevesinde Lefkoşa Uluslararası Havaalanı (LUH) ve Maraş'ın, BM idaresinde iki tarafın ortak kullanımına açılması öngörülmüştür. Bu arada, Avrupa Birliği Adalet Divanı, Rumların müracaatı üzerine Temmuz 1994'te KKTC'nin AB'ne ihracatını yasaklayan bir karar almıştır. KKTC'nin toplam ihracatının %60'a yakın bir bölümünü etkileyen bu karar, GAÖ paketinin Kıbrıs Türk tarafına sağlayacağı somut yararları da ortadan kaldırmıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve GKRY Lideri Klerides arasında Ekim 1994’de Ara Bölge’de BM Özel Temsilci Yardımcısı’nın gözetiminde GAÖ paketinin Rum tarafınca kabulünü sağlamaya yönelik istikşafi mahiyette beş görüşme yapılmıştır. Bu görüşmelerde Klerides GKRY’nin 1990 yılında yaptığı tek yanlı AB üyeliği müracaatının Türk tarafınca desteklenmesini paketi kabul için ön şart olarak ileri sürmüş ve görüşmeler böylece sonuçsuz kalmıştır. 

GKRY, bunu hemen takiben aldığı tek yanlı bir kararla Kıbrıs Türk tarafı ile diyaloğu kesmiş, Mart 1995’de GKRY’ne AB’nin adaylık statüsü de vermesiyle, tamamen AB üyeliğine odaklanmıştır. 

YUNANİSTAN İLE GKRY ARASINDA ORTAK SAVUNMA DOKTRİNİ 

Yunanistan ve GKRY arasında Kasım 1993'te "Ortak Savunma Doktrini" yürürlüğe girmiştir. "Ortak Savunma Doktrini", iki ülke arasında ortak askeri strateji ve operasyonlar planlanmasını; ortak tatbikatlar yapılmasını, Girit, Oniki Adalar ve "Kıbrıs"ın savunma alt yapılarının yeniden düzenlenmesini; Yunanistan'ın Orta Akdeniz'de somut bir rol oynamasına imkân verecek şekilde Güney Kıbrıs'ta hava ve deniz üsleri kurmasını ve askeri harcamaların artırılmasını öngörmektedir. Bu yeni stratejik kavram ile tanımlanan "tek savunma alanı" ile Yunanistan'dan Ada'da Magosa'ya kadar uzanan bölge doğal savunma sahası olarak kabul edilmekte ve bu bölgenin her köşesinde etkinlik sağlanması amaçlanmaktadır. 

Anılan doktrin çerçevesinde Baf Askeri Havaalanı inşa edilmiş, Terazi deniz üssünün inşa edilmesine ve bunlara ek olarak, S-300 füzelerinin Rusya'dan alımına karar verilmiştir. GKRY, Batılı ülkelerin de baskısıyla S-300'lerin Ada'da konuşlandırılmasıyla ilgili kararını, Türkiye’nin girişimleri çerçevesinde Aralık 1998'de iptal etmek zorunda kalmıştır. Füzeler Girit’e konuşlandırılmıştır. 

1997 YÜZYÜZE GÖRÜŞMELER VE GKRY’NİN AB ÜYELİĞİ SÜRECİ 

BMGS Kıbrıs Özel Temsilcisi aracılığıyla Mart 1997'de başlatılan dolaylı görüşmeleri takiben, BMGS'nin yüzyüze görüşmeler için yaptığı çağrı üzerine Temmuz ve Ağustos 1997 aylarında yaklaşık birer hafta süreyle Sayın Denktaş ve Klerides, Troutbeck (ABD) ve Glion'da (İsviçre) biraraya gelmişlerdir. 

Troutbeck görüşmeleri sırasında AB Komisyonu'nun genişleme konusundaki "Gündem 2000" raporu ve GKRY ile 1998 başında tam üyelik görüşmeleri başlatılmasına ilişkin tavsiye kararı basına sızdırılmıştır. Türkiye ve KKTC tarafından AB'nin bu tutumuna karşı tepki gösterilmiş, bu bağlamda, 20 Ocak 1997 tarihli Türkiye-KKTC Ortak Deklarasyonu'nda öngörülen çerçevede, GKRY'nin AB üyeliği yönünde atacağı adımların KKTC'nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı 20 Temmuz 1997 tarihli Ortak Açıklamada kaydedilmiştir. 

KKTC Hükümeti, Aralık 1997 AB Lüksemburg Zirvesinde alınan GKRY ile üyelik müzakerelerinin başlatılması kararının BM müzakere sürecine ve çözüm parametrelerine yıkıcı bir darbe indirdiğini, bundan sonraki temasların ancak Ada'daki iki devlet arasında yürütülebileceğini, KKTC'nin GKRY ile AB arasında tam üyelik müzakerelerine katılmasının sözkonusu olmadığını açıklamıştır. Türkiye de KKTC'nin tutumunu desteklemiş ve AB ile Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkilerinin görüşülmeyeceği de Hükümet düzeyinde karara bağlanmıştır. 

Avrupa Birliği ile Güney Kıbrıs arasında tam üyelik müzakerelerinin başlatılması, Türkiye ve KKTC'ni federasyon modelinin Türkiye'nin içinde yeralmadığı bir Avrupa Birliği içerisinde ne ölçüde kalıcı olacağını irdelemeye sevk etmiştir. Yapılan değerlendirmelerde, istenilen tüm güvenceler bir müzakere sürecinde elde edilse dahi, iki kesimlilik, iki toplumluluk, Türkiye'nin etkin garantisinin devamı gibi parametrelerin aşındırılabileceği görülmüştür. Bu değerlendirme neticesinde Kıbrıs'a ilişkin politikamız Ada'daki fiili durumu esas alan yeni parametrelere oturtulmuş, müzakerelerin devamı için KKTC'nin egemen bir devlet olarak varlığının teslim edilmesini temel alan bir yaklaşım benimsenmiştir. 

Ülkemizin konuya ilişkin politikasının diğer bir boyutunu KKTC'nin bağımsız ve egemen bir devlet olarak güçlendirilmesi, Türkiye ile KKTC arasındaki işbirliğinin her alanda çeşitlendirilmesi ve derinleştirilmesi teşkil etmiştir. 20 Ocak, 20 Temmuz 1997 ve nihayet 23 Nisan 1998 tarihli Ortak Açıklamalar çerçevesinde Türkiye ile KKTC arasında kapsamlı bir bütünleşme süreci yürürlüğe konulmuştur. 

Bu doğrultuda, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş tarafından 31 Ağustos 1998 tarihinde, soruna kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla Ada’daki iki devlet arasında bir Konfederasyon tesis edilmesi önerilmiştir. Öneri, Kıbrıs'taki iki devletin aralarındaki temel meseleleri çözmelerini müteakip ortak bir yapılanma gerçekleştirmeleri temeline dayandırılmıştır. 

MÜZAKERE SÜRECİNİN CANLANDIRILMASI VE ARACILI GÖRÜŞMELER 

Kıbrıs müzakere sürecinin yeniden canlandırılması girişimleri 1999 yılının ikinci yarısında hızlanmıştır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 14 Kasım 1999 günü yaptığı açıklamada "tarafların kapsamlı bir çözüme yönelik anlamlı müzakereler için zeminin hazırlanması amacıyla aracılı görüşmelere 3 Aralık tarihinde New York'ta başlama konusunda mutabık kaldıklarını" bildirmiştir. 

Bu açıklamayı takiben, 3 Aralık 1999-10 Kasım 2000 tarihleri arasında Cenevre ve New York’ta 5 tur aracılı görüşme yapılmıştır. Aracılı görüşmeler BMGS Annan veya Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro de Soto tarafından yürütülmüş, bu süreç zarfında Cumhurbaşkanı Denktaş ile Klerides'in herhangi bir vesileyle karşı karşıya gelmeleri ve görüşmeleri sözkonusu olmamıştır. 

Cumhurbaşkanı Denktaş, aracılı görüşmeler vesilesiyle Konfederasyon önerisini, güvenlik ve garantiler, mülkiyet sorunları, toprak ayarlamaları, bir çözüm çerçevesinde merkezi otoriteye bırakılacak yetki dağılımı, statü eşitliği, ambargolar ve AB üyeliği gibi Kıbrıs sorununun çeşitli veçhelerine ilişkin görüşlerini ayrıntılı olarak BM Sekreteryasına aktarmıştır.  

Dördüncü tur aracılı görüşmeler vesilesiyle Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan, 12 Eylül 2000 tarihinde Ada'daki iki halkın yekdiğerini temsil etmeyen siyasi eşit taraflar olduklarını teyid eden bir açıklama yapmıştır. BMGS'nin açıklamasında, tarafların bu eşit statüleriyle katılacakları görüşmeler aracılığıyla yeni bir ortaklığı öngören kapsamlı bir çözüme ulaşmaları gereğinin altı çizilmiştir. Rum tarafı 11 Ekim 2000 tarihinde meclisinde aldığı bir kararla BMGS’nin bu açıklamasını da reddetmekle Kıbrıs Türk tarafına nasıl baktığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. 

Beşinci turda, görüşmeler sürerken Cenevre'ye gelen BMGS Annan 8 Kasım günü taraflara “Sözlü İfadeler” adı altında bir kağıt sunmuştur. Kağıtta yeralan ifadelerin, sürecin içeriğiyle uyuşmadığı görülmüştür. 24 Kasım 2000 tarihinde Ankara'da Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Denktaş başkanlığındaki heyetler arasında bir değerlendirme toplantısı yapılmıştır. Anılan toplantı sonrasında Sayın Denktaş, Kıbrıs'ta iki ayrı egemen devlet, iki halk ve iki demokrasi bulunduğunu, aracılı görüşmelerin amacının kapsamlı görüşmelere geçilebilmesi için zemin hazırlanması olduğunu, ancak beş turda bunun yapılamadığını, görüşmelerin almış olduğu seyir nedeniyle ve Kıbrıs Türk tarafının ortaya koyduğu makul ve gerçekçi parametreler kabul edilmedikçe aracılı görüşmelere devam edilmesinde yarar görmediğini açıklamıştır. 

Bunu takiben zamanın Başbakanı Sayın Ecevit yaptığı açıklamada, Sayın Denktaş'ın görüşlerini paylaştığımızı ve aracılı görüşmelerden ayrılma kararını desteklediğimizi, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliği ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliğinin bir birinden ayrılmaz bir bütün olduğunu belirtmiştir. 

KIBRIS TÜRK TARAFININ YÜZYÜZE GÖRÜŞME ÖNERİSİ 

Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş 8 Kasım 2001 tarihinde, Kıbrıs sorununa bir çıkış yolu bulunması amacıyla GKRY lideri Klerides’e mektup göndererek Ada’da yüz yüze görüşme önerisinde bulunmuştur. Bu çerçevede Sayın Denktaş, Klerides ile 4 Aralık 2001’de Ada’da ara bölgede biraraya gelmiştir. Görüşmenin başlangıcında Sayın Denktaş, ileriye dönük yapıcı bir vizyon ortaya koymuş, Türk tarafının eşit statüsüne dayanan yeni bir ortaklık kurulması amacına yönelik olarak kapsamlı bir çözümü müzakereye hazır olduğunu, sözkonusu ortaklığın AB üyeliğini varılacak kapsamlı siyasi çözümün esasları çerçevesinde destekleyeceğini belirtmiştir. 

Görüşmenin sonunda De Soto tarafından yapılan açıklamada, iki liderin 2002 Ocak ayı ortalarında Ada’da doğrudan görüşmeyi kabul ettikleri kaydedilmiştir. BM gözetimi altında, önkoşulsuz, tüm konuların masada olacağı ve herşey kabul edilene kadar hiçbir şeyin kabul edilmiş olunmayacağı anlayışıyla kapsamlı bir çözüme ulaşılana kadar görüşmelere devam edilmesi kararlaştırılmıştır. 

Bu çerçevede 16 Ocak 2002’de doğrudan görüşmeler başlamıştır. Liderler bu görüşmelerde “tüm konularda anlaşma sağlanmadan hiçbir konuda anlaşma sağlanmış olmayacağı” ilkesi çerçevesinde Kıbrıs konusunun çözümüne ilişkin görüşlerini ortaya koymuşlar, birbirlerine sorular sorarak izahat istemişler, böylece bir anlamda hangi görüşlerin müzakere edilebilir ve hangilerinin değiştirilemez olduğuna açıklık getirmeye çalışmışlardır. 

Rum tarafı, görüşmelerde 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin hala devam ettiği iddiasından hareketle Türk tarafını, bir Anayasa değişikliği vasıtasıyla bu “Cumhuriyete” dahil etmeye yönelik anlayışını sürdürmüş, iki tarafın mutlak eşitliği ve yetki paylaşımı temelinde gerçek ortaklığa dayalı yaşayabilir bir çözüm yönünde çaba göstermekten uzak görünmüştür. 

BMGS Annan 6 Eylül 2002 tarihinde, Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve GKRY Lideri Klerides’le Paris’te görüşmüş ve iki lider BMGS’ne görüşlerini aktarma fırsatı bulmuşlardır. BMGS Annan 3-4 Ekim 2002 tarihlerinde tarafları bir kez daha biraraya gelmek üzere New York’a davet etmiştir. New York’ta gerçekleşen görüşmelerden sonra Genel Sekreter’in yaptığı açıklamada Kıbrıs sorununun basit bir çözümü bulunmadığı ve kapsamlı çözüme ulaşmak için taraflar arasında iki taraflı “ad hoc” nitelikteki teknik komitelerin kurulmasına karar verildiği ifade edilmiştir. 

ANNAN PLANI’NIN ORTAYA ÇIKIŞI VE GÖRÜŞMELERİN KESİLMESİ 

3-4 Ekim’de New York’taki görüşmelerin ardından Cumhurbaşkanı Denktaş 7 Ekim’de ani bir kararla New York’ta kalp ameliyatına alınmıştır. Ancak 12 Aralık’taki Kopenhag Zirvesi yaklaşırken, bu tarihe kadar çözüme varılamamasının, Kıbrıs sorununu daha da karmaşık hale getireceğinden endişe eden Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan, 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara, Annan Planı olarak da anılan “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” başlıklı belgeyi sunmuştur. 

Gerek Denktaş’ın sağlık sorunları, gerek Ankara’da yeni hükümetin kurulma çalışmaları nedeniyle Türk tarafının plana resmi bir yanıt vermesi gecikmiştir. Bu kritik şartlarda ortaya konan plan Türk kamuoyunda şiddetli tepki görmüştür. Planı müzakere zemini olarak kabul eden Rum tarafı ise, mevcut şekliyle kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. BM, Kopenhag Zirvesi’nden iki gün önce, 10 Aralık’ta gözden geçirilmiş, üzerinde ufak-tefek değişiklikler yapılan planı taraflara iletmiştir. Cumhurbaşkanı Denktaş, planının pek fazla değişiklik içermediğini, eski plan olduğunu açıklamıştır. Son dakikaya kadar çözüm çabalarının sürdüğü Kopenhag’da hem Rum hem de Türk tarafı plana imza atmayı reddetmiştir. 

Kopenhag Zirvesi’nin Sonuç Bildirgesi’nde, Kıbrıs’ın AB’ne bir bütün olarak üye olacağı vurgulanırken, anlaşma olmaması halinde topluluk müktesebatının Kuzey’de uygulanmayacağı kaydedilmiştir. Türk tarafının “Rumların üyeliğini erteleyin” yönündeki talebinin göz önüne alınmadığı Zirve kararlarında, tarafların Planı 28 Şubat’a kadar müzakere etmeyi taahhüt ettikleri de ifade edilmiştir. Annan, Denktaş ve Klerides'e, 28 Şubat'a kadar izlenecek prosedürle ilgili yol haritası niteliğinde mektup göndermiştir. Bu arada Kopenhag Zirvesi’ni takiben KKTC’nde muhalefet güçlenmeye başlamıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ile GKRY Lideri Klerides 15 Ocak 2003 tarihinde Ara Bölge’de doğrudan görüşmeler için biraraya gelmişlerdir. Haftada üç kez görüşmek hususunda varılan mutabakat çerçevesinde, Sayın Denktaş ve Klerides’in başkanlığındaki heyetler arasında Ocak ayı içinde Ara Bölge’de doğrudan görüşmeler yapılmıştır. 

GKRY’nde başkanlık seçimlerini, 16 Şubat 2003 tarihinde yapılan ilk turda oyların %51.51’ini alan sağcı DİKO ve komünist AKEL’in ortak adayı Tasos Papadopulos kazanmıştır. Papadopulos’un kurduğu yeni kabine 28 Şubat 2003 tarihinde göreve başlamıştır. 

BMGS Annan, 26 Şubat 2003 tarihinde gittiği Ada’da Annan Planı’nın üçüncü versiyonunu taraflara sunmuştur. Genel Sekreter sözkonusu planı ve planda öngörülen süreci kabul edip etmediklerini bildirmek üzere iki tarafı 10 Mart 2003 tarihinde Lahey’e davet etmiştir. Davet üzerine iki lider 10 Mart tarihinde Lahey’de biraraya gelmişlerdir. Anılan toplantıya Garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de katılmıştır. 

Görüşmeler öncesinde Rum lideri Papadopulos’un, Annan planında yapılmasını istedikleri değişiklikleri BM Genel Sekreteri’ne duyurmuş olması muvacehesinde, Sayın Denktaş da 9 Mart günü değişiklik önerilerini Birleşmiş Milletler yetkililerine iletmiştir. Lahey’de yaklaşık 20 saat süren görüşmelerde, BM Genel Sekreteri taraflara tadil edilmiş plan üzerinden 28 Mart tarihine kadar müzakereleri sürdürmelerini ve planın 6 Nisan tarihinde referanduma sunulmasını önermiştir. Görüşmelerde Sayın Denktaş, planla ilgili olarak Türk tarafının kaygı ve beklentilerini gündeme getirmiş, iki tarafın mutabık kalmasından sonra planın referanduma sunulabileceğini kaydetmiştir. Bu çerçevede, Sayın Denktaş, 28 Mart tarihine kadar görüşmelere devam etmeyi kabul etmiştir. Papadopulos da planda mevcut boşlukların doldurulması gerektiğini ifadeyle, görüşmelere devam etmeyi kabul etmiş, ancak Rum kamuoyunun aydınlatılması bakımından referandum için iki aylık bir kampanyaya ihtiyaç duyduğunu ileri sürmüştür. Yunanistan tarafından da desteklenen bu taleple, Rum tarafının referandumu Güney Kıbrıs’ın 16 Nisan tarihinde AB’ne Katılım Anlaşmasını imzalamasından sonraya bırakmak istediği görülmüştür. 

Türk tarafı Lahey görüşmelerinin son aşamasında da sürecin devamına verdiği önemi ortaya koymuş ve bu çerçevede iki liderin 28 Mart tarihine kadar müzakerelere devam edebileceklerine ve varılacak noktada Genel Sekreter’le birlikte bir değerlendirme yapılarak referanduma gidilebileceğine dikkat çekmiştir. Ancak Genel Sekreter, 11 Mart sabahı konunun çıkmaza girdiği sonucuna vararak görüşmelere son vermeyi tercih etmiştir. 

BM Genel Sekreteri Annan’ın 1999 yılından beri devam eden dolaylı ve doğrudan müzakere süreci ve çözüm planının sunulmasından sonraki gelişmelere ilişkin 1 Nisan 2003 tarihli raporu 7 Nisan günü BM Belgesi olarak yayınlanmıştır. Raporda doğrudan görüşmelerin sonuçsuz kalmasından Kıbrıs Türk tarafı sorumlu tutulmuştur. 

GKRY lideri Papadopulos ve GKRY eski lideri Klerides'in Lahey’de son bulan Kıbrıs müzakereleri hakkında 2003 Kasım ayında Rum basınına verdikleri demeçler büyük yankı bulmuştur. GKRY eski lideri Klerides demecinde, müzakerelerde Türk tarafının bilinçli olarak uzlaşmaz gösterildiğini ve GKRY'nin "hiçbir şeyi kabul etmeyerek, hiçbir taviz vermeden ve başarısızlığı Türk tarafına ait gösterme" taktiği uygulayarak Avrupa Birliği üyeliği hedefine bir adım daha yaklaştığını ifade etmiştir. GKRY lideri Papadopoulos ise, Sayın Denktaş'ın müzakerelerde Annan Planı'nı kabul etmediğini açıkça ortaya koymasından istifade ettiğini, esasen Mart 2003 ayında Lahey'de Denktaş Annan Planına imza atmış olsa bile kendisinin Plan'ı imzalamayı düşünmediğini açıklamıştır. İki Rum liderin bu açıklamaları, Rum tarafının müzakereler sırasında samimi davranmadığını ve kapsamlı bir çözümü arzu etmediğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***