16 Şubat 2018 Cuma

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 4

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 4


Aynı şekilde Sünnilerin de milis yapılara yeniden dönmesi yerel çatışma dinamiklerini arttıracağı gibi Irak merkezi hükümeti nin gücünü zayıflatabilecek niteliktedir. Burada ABD’nin 2006-2010 yılları arasında Irak’ta izlediği stratejinin 
izleri görülmektedir. ABD’nin Irak’ta El-Kaide ile mücadelede başarı sağlamasının en önemli faktörlerinden biri olan Sünni aşiretler tarafından kurulan ve ABD tarafından desteklenen “Sahva (Uyanış) Konseyleri” akla gelmektedir. 
Bu dönemde kurulan Sahva güçleri El-Kaide ile mücadele önemli rol oynamış ve El-Kaide’nin Sünni bölgelerden çıkarılmasında büyük pay sahibi olmuştur. Ancak
2006-2010 döneminde ABD Irak’taki askeri varlığını arttırma yoluna gitmiş ve El-Kaide ile savaşta ana unsur ve yönlendirici güç olmuştur. Mevcut durum itibariyle ABD’nin savaşan güç olmaması ve yerel milisler üzerinde kontrolünün bulunmaması yerel çatışma risklerini tetikleyebilir. Bununla birlikte Irak’ta IŞİD’le savaşan güçlere verilecek askeri desteğin, IŞİD’in Haziran ayında başlattığı Musul operasyonlarında olduğu gibi IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin eline geçme ihtimali de dikkate alınmalıdır. Yapılacak askeri yardımların terör örgütlerinin eline geçmesi çatışmaları daha karmaşık bir hale getirebileceği gibi şiddet eylemlerinin de artmasına yol açabilecektir. 

c. IŞİD’in saldırılarını önlemek için terörle mücadele kapasitesinin kullanılması. 

ABD’nin IŞİD’le stratejinde özellikle ortak ülkelerin istihbarat paylaşımının koordine edilmesi ve anlık istihbarat sağlanması önemlidir. Ancak burada yerel istihbaratın güçlendirilmesi kritik rol oynamaktadır. IŞİD’in maddi kaynaklarının 
kurutulması noktasında IŞİD’in doğrudan ve dolaylı iletişim kanallarının tespit edilip engellenmesi, önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada IŞİD’in destek aldığı aşiretler ya da grupların belirlenmesi ve engellenmesi gerektiği düşünülmektedir. Bununla birlikte ABD’nin IŞİD’le mücadele stratejisinde sadece “partner” ülkelerle değil, Irak’ta etkili olan başta İran olmak üzere Rusya gibi bölgesel ve küresel güce sahip diğer ülkelerin de desteğinin alınmasının önemli olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle 
İran’ın Irak’taki etkisi dikkate alındığında IŞİD’le mücadele stratejisine önemli katkılar sağlayabileceği söylenebilir. Diğer taraftan ABD’nin IŞİD stratejine ilişkin olarak çekinceler ortaya koyan Türkiye’nin önceliklerinin de dikkate alınması vesistematiğin içinde tutulması, Irak’ta IŞİD’e karşı başarı sağlanmasında önemlidir. 

d. IŞİD Saldırıları Nedeniyle yerinden edilmiş Kişilere, İnsani yardımların devam ettirilmesi. 

BM verilerine göre Irak’ta IŞİD saldırıları nedeniyle 2014 yılının başından beri yaklaşık 1.8 milyon kişi yerinden edilmiştir.8 Bu kişilerin IŞİD terörü bitse bile geri döndüklerinde nasıl bir manzara ile karşılaşacağı belli değildir. Zira 
IŞİD girdiği pek çok kentte evleri, işyerlerini, kamu binalarını ve devlet dairelerini yağmalamış ve tahrip etmiştir. IŞİD terörünün bitmesi veya azalması durumunda yerinden edilmiş kişilerin çoğunun eski yerlerine dönmesi muhtemeldir. Bu nedenle yapılacak insani yardımların günlük ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra uzun vadeli insani yardım planları ele alınarak, 
IŞİD terörü nedeniyle mağdur duruma düşmüş kişilerin mağduriyetlerinin azami düzeyde giderilmesi önemli olacaktır. 

Görüldüğü gibi ABD’nin yeni IŞİD stratejisi ana hatlarıyla çizilmiş olmakla birlikte, Irak özelinde stratejide altı doldurulması gereken pek çok boşluk bulunmaktadır. Öncelikle Irak’taki siyasi istikrarın sağlanması ve hükümetin 
sağlam temeller üzerine kurulması önemlidir. Buna rağmen hükümet kurulurken Savunma ve İçişleri Bakanlıklarının belirlenememiş olması, yeni hükümetin IŞİD’le mücadelesinde önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır. Mevcut 
durum itibariyle güvenliğin Irak’taki en büyük problem olduğu dikkate alındığında Savunma ve İçişleri Bakanlarının seçilememiş olması bir handikaptır. Buradan hareketle IŞİD’le mücadelenin ilk stratejik ayağının Irak’taki siyasi istikrar ve ulusal uzlaşının sağlanması olduğu düşünülmektedir. 

8. ABD’nin IŞİD Stratejisinin SuriyeBağlamında Değerlendirilmesi. 

ABD’nin IŞİD stratejisi Suriye bağlamında birçok zayıf nokta barındırmaktadır. Bunlar arasın-da IŞİD’in sivil yerleşimler ile iç içe geçmiş yapılanmaya sahip olmasının dikkate alınmaması, Suriye’de kara harekatını yürütücek güçlerin zayıflığı, IŞİD’e yönelik finans ve savaşçı kaynaklarının kesilmesine yönelik zorluklar sıralanabilir. Ancak stratejinin en büyük zaafı Suriye’de kaos ortamını sonlandıracak ve geniş halk kitlelerinin sisteme entegre edilmesini sağlayacak önlemler öngörmemesidir. 

Irak’ta 2005 ve 2006 yıllarında önemli güce ulaşan El Kaide bağlantılı Irak İslam Devleti, 2010 yılı içinde önemli ölçüde zayıflatılmıştı. Irak İslam Devleti’nin yeniden güçlenmesini sağlayan Suriye iç savaşı oldu. Suriye’de desteklediği 
gruplar ile birleşerek IŞİD adını alan örgüt, 2013 yılının son çeyreği itibarıyla farklı muhalif grupların yer aldığı Kuzey Suriye hattının en güçlü örgütü haline geldi. IŞİD’in yükselişinde en önemli faktör stratejik hedef olarak Esad 
rejiminin yıkılmasını değil, Irak, Suriye, Filistin ve Ürdün topraklarını kapsayan coğrafyada hilafet devleti kurulmasını kendisine hedef olarak belirlemesi oldu. Böylece rejimden ziyade otoritesine karşı çıkan her grubu hedef aldı ve büyük ölçüde Suriyeli muhalifler ve Kürt silahlı gruplar ile mücadele etti. Muhalifler belki rejim ile mücadelede kaybettikleri savaşçı ve silah gücünden fazlasını IŞİD ile rekabetlerinde kaybettiler. IŞİD, Suriye’de ele geçirdiği bölgelerin tamamını muhaliflerin elinden aldı. Bu da Esad rejimini IŞİD’in önünü açmaya, müdahale 
etmemeye ve hatta kimi zaman desteklemeye yöneltti. Muhaliflerin elindeki bölgeler sivil ayrımı yapılmaksızın bombalanırken, Rakka’nın tamamı IŞİD’in kontrolünde olmasına rağmen Rakka uzunca bir süre rejim saldırısına maruz 
kalmadı. Bunun yanı sıra IŞİD, başarılı savaş taktikleri, inanmış savaşçılar, örgüt içi bütünlük, güçlü liderlik ve savaş tecrübesi gibi faktörlerin etkisiyle Suriye’de gücünü pekiştirdi. 

IŞİD Eylül 2013 itibarıyla Suriye’de Halep’in kuzeyinden başlayarak Rakka, Haseke’nin güneyi ve Deyr ez Zor Vilayetlerini kapsayan bir coğrafyayı büyük ölçüde kontrol etmektedir. Örgütün Lazkiye ve İdlib’te varlığı olmakla birlikte 
etkili değildir. Kontrolü Halep Vilayeti’ne bağlı Azaz’ın doğusundan başlamakta dır. Buradan başlayan Suriye’deki IŞİD bölgesi kimi zaman diğer gruplarla paylaşılsa da Irak sınırına kadar uzanmaktadır. Rakka Vilayeti şehir merkezi 
dâhil örgütün elindedir. Arada Kürt nüfusun yaşadığı Ayn el Arap (Kobani) YPG’nin kontrolündedir. Kuzey hattında IŞİD kontrolü Haseke Vilayeti’ne bağlı Ras el Ayn’da (Serikaniye) sona ermektedir. Buradan itibaren yine YPG kontrolü 
başlamaktadır. Ancak Haseke’nin güneyi ve Deyr ez Zor Vilayeti’nin büyük bölümünde diğer muhalif gruplar olmakla birlikte, IŞİD en güçlü örgüt konumundadır. Örgüt, Suriye-Türkiye sınırındaki Akçakale ve Karkamış sınır 
kapılarının Suriye tarafını elinde bulundurmaktadır. Suriye-Irak sınırındaki Yarubiye ve El Kaim sınır kapılarını da kontrol etmektedir. Rakka ve Deyr ez Zor’daki petrol bölgelerinin önemli bir kısmı IŞİD’in elindedir. Fırat Nehrinin 
Suriye kısmında elektrik üretimi yapan iki hidroelektrik santrali kontrol etmektedir. IŞİD son dönemde Irak’taki ilerleyişinin sağladığı avantajları kullanarak Suriye’deki sahasını genişletmeye çalışmaktadır. Halep Vilayeti’nde 
Türkiye sınırına yakın bazı bölgeleri ele geçirmeye başlamıştır. Azaz kentinin çevresi örgütün kontrolüne geçmiştir. Suriyeli muhaliflerin en önemli tedarik rotası üzerinde bulunan Azaz’ın IŞİD’e geçmesi durumunda Halep kırsalının batı 
kanadındaki dengeler örgüt lehine değişecektir. Bunun yanı sıra IŞİD, YPG kontrolündeki Ayn el Arap (Kobane)’yi da kuşatma altına almış ve merkeze ilerleme çabası içindedir. 

ABD’nin IŞİD ile mücadele planı böyle bir ortam içinde açıklanmıştır. ABD IŞİD’i zayıflatmak için örgüt ile Irak ve Suriye’de birlikte mücadele etmek gerektiğine inanmaktadır. Obama ilk aşamada Irak’ta IŞİD hedeflerine saldırılardan sonra Suriye’de de saldırı hedeflerini açıkça ilan etmiştir. ABD’nin açıkladığı dört ayaklı IŞİD ile mücadele planını Suriye bağlamında değerlendirdiğimizde şu tespitler yapılabilir: 

a. IŞİD hedeflerine hava saldırıları düzenlenmesi, 

Suriye’de hava saldırıları aracılığı ile IŞİD’i zayıflatma girişimi açısından dört temel sorunun olduğu söylenebilir. Birincisi IŞİD’in düzenli ordularda olduğu üzere net askeri hedeflerinin olmamasıdır. IŞİD’in askeri taktiği kuşatma altına aldığı bölgeyi uzun menzilli toplarla bombalamak ve ardından hareket kabiliyeti yüksek silahlı araçlarla işgal etmektir. Bu yöntemde en önemli unsur insan gücüdür. 

İkincisi Irak’ta hava saldırıları merkezi hükümetin onayı ile gerçekleşmektedir. Suriye’de ise bu durum geçerli değildir. Suriye hükümeti, hava saldırısı düzenlenecekse bunun kendileri ile koordineli yapılması gerektiğini aksi takdirde izin almayan Amerikan uçaklarının vurulacağını açıklamıştır. ABD Başkanı Obama ise “herhangi bir saldırı durumunda Suriye’yi vurmanın IŞİD’i vurmaktan daha kolay olacağı” ifadeleriyle karşılık verileceğini belirtmiştir. Bu durum hava 
saldırıları açısından iki zorluğu beraberinde getirmektedir. İlk olarak düşük ihtimal olsa da ABD ile Suriye’nin karşı karşıya gelmesidir. Ancak muhtemelen Suriye ABD’yi hedef alan herhangi bir karşılık vermekten sakınacaktır. İkincisi, 
koalisyon güçleri merkezi hükümetin sunabileceği hava sahasının rahatça kullanımı, yerel istihbarat gibi desteklerden mahrum kalacaktır. 

ABD’nin hava saldırıları açısından üçüncü sorun kara harekatı olmadan bir bölgeye hakim olmanın imkansız olmasıdır. IŞİD büyük ölçüde yerleşim yerlerinde hakimiyet kurmuş, halk ile iç içe geçmiş durumdadır. Örneğin Rakka’da IŞİD hakimiyeti dendiğinde bölgeyi askeri olarak kontrol eden bir güçten ziyade valiliğinden belediyesine, iç güvenlikten eğitimine kadar 
hayatın tüm alanlarını kapsayan bir yönetim anlayışından bahsedilmektedir. Bunun yanı sıra IŞİD askeri üslerdeki kışlalarda değil evlerin içinde hücreler şeklinde örgütlenmiş bir yapıdır. IŞİD’in kontrolündeki bölgelerde gözden kaçmaması gereken bir diğer husus da halkın belli bir kısmından destek aldığıdır. Bu da IŞİD ile halk arasında nasıl ayrım yapılacağı sorusunu beraberinde getirecektir. 

Dördüncü sorun hava saldırıları neticesinde sivil kayıplara neden olma riskinin neredeyse kesin olmasıdır. Afganistan tecrübesinin gösterdiği gibi bu durum zaman içinde IŞİD ile mücadelenin hem Suriye içi hem de uluslararası 
kamuoyunda meşruiyetinin sorgulanmasını beraberinde getirebilir. Daha da önemlisi bu yöntem Suriyeli sivillerin radikalize olması ve IŞİD’e yönelmesine dahi sebep olabilir. Sonuç olarak kara harekatı ile desteklenmeyen IŞİD ile mücadelenin başarı şansının zayıf olduğu söylenebilir. ABD, IŞİD ile mücadelede kara gücü olarak yerel silahlı grupların desteklenmesini önermektedir. Ancak bu durum bir sonraki başlıkta ele alınacağı üzere daha sorunlu bir alandır. 

b. IŞİD’le Sahada Mücadele eden güçlere destek Sağlanması, 

Bu strateji, IŞİD ile Suriye’de mücadele stratejisinin belki de en zayıf kısmını oluşturmaktadır. Irak’ta koalisyon güçlerinin nispeten güvenilir, savaşma kapasitesi olan ortakları olduğu söylenebilir. Her ne kadar Musul sonrası süreçte merkezi ordu ve Peşmerge güçleri IŞİD karşısında ağır yenilgi almış olsa da, bu ordular asker sayısı, örgütlenme ve ateş gücü gibi kriterler açılardan Suriyeli muhalif gruplar ile kıyaslanamayacak ölçüde güçlüdür. Merkezi ordu ve Peşmergeye IŞİD tarzı bir güçle mücadelede çok daha etkili olan ve IŞİD gibi inanmış kitlelerden oluşan Şii milis gruplar ve daha önce Irak El Kaidesi’ne 
karşı başarı sağlamış, yine savaşmayı iyi bilen, Sünni Arap aşiretler de eklendiğinde, Irak özelinde güvenilebilir yerel ortaklara sahip olmak mümkün hale gelecektir. 

Suriye’de ise hava desteği sonrasında karada süpürme harekatı yapacak bir gücün neredeyse olmadığını söylemek mümkündür. ABD Suriye’de yerel ortağın “ılımlı muhalefet” olacağını açıklamıştır. Esasen Esad’a ve sonrasında IŞİD’e karşı “ılımlı muhalefet” üzerinden denge sağlama çabası uzun zamandır uygulanan bir yöntemdir. ABD, iç savaşın başından bu yana ılımlı muhalefet  olarak gördüğü Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bünyesindeki gruplara sınırlı destek vermiştir. Ancak gelinen noktada ÖSO Suriye iç savaşının en zayıf halkası durumundadır. 

Bununla beraber, yeni stratejide iki farkın olduğu söylenebilir. Birincisi, ÖSO’ya geçmiş dönemin aksine ağır silahlar ve hava savunmasını içeren çapta desteğin verilecek olması ve hava saldırıları ile ÖSO’nun önünün açılmaya çalışılacak 
olmasıdır. Kuzey Suriye hattına bakıldığında IŞİD’in geriletilmesinden doğacak boşluğu doldurmaya aday dört gücün bulunduğunu söylemek mümkündür. Birincisi Nusra Cephesi, ikincisi İslami Cephe, üçüncüsü Kürtlerin milis gücü YPG ve son olarak ÖSO. 

Yakın zaman önce ÖSO, İslami Cephe’ye bağlı bazı gruplar ve YPG’nin dahil olduğu ortak bir operasyon merkezi kurulmuştur. Bu ortak gücün adına “Burkan El Fırat” adı verilmiştir. 
YPG de Batı açısından “Radikal İslamcılar’a karşı mücadele veren seküler bir güç” olarak görülmektedir. Buna karşılık El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi ve İslami Cephe içinde yer alan Ahrar-ı Şam gibi gruplar ABD tarafından kabul görmemektedir. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 3

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 3



Öte yandan ABD, IŞİD tehdidinin belirginleşmeye başlamasının ardından ilk olarak Irak’a 300 askeri danışman göndermişti. Ardından IŞİD’in ilerleyişini kırmak ve kuşatma altında tuttuğu yerlerde IŞİD karşıtı grupları desteklemek 
amacıyla 8 Ağustos 2014’ten itibaren 

Irak’ta IŞİD hedeflerine karşı hava saldırılarına başlamıştı. Bu hava saldırıları, kapsamlı bir strateji içermekten ziyade Iraklı Kürt ve Şii milis grupların IŞİD karşısında ilerlemesini desteklemek amacıyla taktik amaçlı bir hareket olup, 
Obama yönetimi IŞİD sorununun çözümünde öncü rolü oynamak istemiyordu. Yaklaşık 500 askeri danışmanın daha gönderildiği Irak’ta Obama’nın öncü rol oynamak istememesi, 28 Ağustos 2014’te yaptığı IŞİD’e karşı “henüz bir 
stratejimiz yok” ifadesiyle de anlaşılmaktaydı. Bununla beraber Obama 10 Eylül 2014 tarihinde IŞİD’e karşı mücadele stratejisini açıklamıştır. 
Obama, bu stratejinin açıklanmasından önce eşzamanlı olarak Irak’ta hükümet kurma çalışmalarına destek vermiş, Wales’teki NATO Zirvesi’nde IŞİD’e karşı 10 NATO üyesinin oluşturduğu çekirdek koalisyonu kurmuş ve IŞİD karşıtı koalisyona katılmaları için Ortadoğu’daki Arap müttefikleriyle görüşmelerde bulunmuştur. 

Bu noktada üç faktörün Obama’yı IŞİD’e karşı bir stratejileri olduğunu deklare etmek zorunda bıraktığı söylenebilir

Öncelikle Obama’nın iki hafta önce yapmış olduğu “henüz bir stratejimiz yok” açıklaması kendi kamuoyunda ve uluslararası toplum nezdinde tepki toplamıştı. 

İkinci olarak Irak kırılgan yapısı ve kendi kaynaklarıyla IŞİD sorununu çözmekten oldukça uzaktı ve yaşanabilecek olumsuz gelişmeler, Irak’ın parçalanmasına ve gelişmelerin geri döndürülemez bir noktaya gelmesine neden olabilirdi. 
Üçüncü olarak Suriye’de yaklaşık 250.000 kişi hayatını kaybederken harekete geçilmemesinin maliyeti ABD yönetimince göze alınmıştı. 
Ancak IŞİD’in   güçlenmesi ve özellikle örgüte katılan Amerikalı ve Batı Avrupalı kişiler, örgütün eylem yapma kapasitesini Suriye dışına ve özellikle kendi  topraklarına taşıma ihtimalini doğurmuştu. 
ABD’nin geç de olsa bir IŞİD stratejisi açıklamasında özellikle son iki faktör belirleyici bir rol oynamıştır. 

5. Obama’nın IŞİD Stratejisinin Ana Hatları, 

Obama, 10 Eylül 2014 akşamı yaptığı televizyon konuşmasıyla IŞİD ile mücadele stratejisini açıklamıştır. Stratejiyi açıklamadan önce kendi başkanlığı döneminde El-Kaide’ye karşı mücadelesine değinen Obama, bunu yaparken Amerikan askerlerini Irak’tan çektiğini ve Afganistan’daki Amerikan muharip birliklerinin sene sonunda çekileceğini ifade etmiştir. Diğer bir ifadeyle, önceki döneme göre daha az maliyetle ve Amerikan askerlerini yurt dışında tahkim etmeden El-Kaide’yle mücadelede başarı sağladığına dikkat çekmiştir. Hedeflerinin kapsamlı ve sürdürülebilir bir terörle mücadele stratejisiyle IŞİD’i “geriletmek ve ortadan kaldırmak” olduğunu açıklayan Obama, bu hedefi gerçekleştirmek için dört ayaklı bir strateji açıklamıştır:4 

a. IŞİD hedeflerine hava saldırıları düzenlenmesi 
b. IŞİD’le sahada mücadele eden güçleredestek sağlanması 
c. IŞİD’in saldırılarını önlemek için terörle mücadele kapasitesinin
    kullanılması
d. IŞİD saldırıları nedeniyle yerinden edilmiş kişilere insani yardımların       devam ettirilmesi. 

İlk stratejiden başlamak gerekirse, ABD bu stratejiyi ilan etmeden önce Irak’taki IŞİD hedeflerine karşı hava saldırılarına 8 Ağustos 2014’te başlamış ve 10 Eylül’e gelindiğinde 77’si Musul barajı civarında olmak üzere 154 hava saldırısı  düzenlemişti.5 Ancak bu saldırıların hepsi Irak topraklarındaydı ve Obama öncekilerden farklı olarak Suriye’deki IŞİD hedeflerini vurabileceklerini 
de açıklamaktaydı. 

İkinci stratejiyle ilişkili olarak Obama, IŞİD’le mücadelede Amerikan kara güçlerinin muharip bir görevi olmayacağını ve Irak’ta yeni bir kara savaşına girmeyeceklerini vurgulamıştır. Bununla beraber Irak ordusu ve Kürt güçlere eğitim, istihbarat ve malzeme desteği vereceklerini ve bunların organize edilmesi amacıyla Amerikalı askeri danışmanların Irak’ta görev yapacaklarını 
belirtmiştir. Irak’ın yanı sıra Suriye’deki IŞİD faaliyetleriyle mücadele için Esad rejimini muhatap almayacaklarını belirten Obama, bunun yerine Suriye muhalefetine askeri yardımda bulunacaklarını açıklamış ve Kongre’yi bu kararına destek vermeye çağırmıştır. 

Üçüncü stratejiye ilişkin olarak IŞİD saldırılarını önlemek için müttefiklerle çalışacaklarını belirten Obama, terörle mücadele kapasitesi bağlamında IŞİD’in finansmanının kesilmesi, istihbaratın güçlendirilmesi, IŞİD ideolojisine 
karşı çıkılması gibi konulara dikkat çekmiştir. IŞİD mensubu yabancı savaşçılar konusuna da değinen Obama, yabancı savaşçıların IŞİD saflarına 
katılmasının ve bölge dışına çıkmasının engellenmesine vurgu yapmıştır. 

Dördüncü olarak IŞİD saldırıları nedeniyle yerinden edilmiş Sünni, Şii, Hıristiyan ve diğer dini azınlıklara insani yardım vermeye devam edeceklerini açıklayan Obama, bu stratejiler çerçevesinde “kanser” olarak tanımladığı IŞİD 
ile mücadelenin kısa vadeli olmadığını, zaman alacağını belirtmiştir. 

6. IŞİD Karşıtı Koalisyon Oluşumu. 

Obama, IŞİD stratejisini deklare etmeden önce NATO bünyesinde ABD’nin yanı sıra İngiltere, Fransa, Almanya, Türkiye, İtalya, Danimarka,  Polonya, Kanada ve Avustralya’nın içinde yer aldığı IŞİD karşıtı bir çekirdek koalisyon oluşturma girişiminde bulunmuştur. Stratejinin açıklanmasından önce IŞİD karşıtı koalisyona bölgesel destek bulmak amacıyla Ortadoğu turuna çıkan Dışişleri Bakanı John Kerry, stratejinin ilanından sonra da ziyaretlerine devam etmiştir. 

Bu bağlamda IŞİD karşıtı koalisyonun oluşmasında önemli aşamalardan birisi 12 Eylül 2014 tarihinde Cidde’de yapılan toplantı olmuştur. ABD ve Türkiye’nin yanı sıra Suudi Arabistan, Irak, Mısır, Ürdün, Katar, Bahreyn, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Umman’ın katıldığı toplantıda IŞİD ile mücadele konusunda mutabık kalınmıştır. Toplantı sonrasında 10 Arap ülkesinin imzaladığı bildiride yabancı savaşçıların IŞİD’e katılımının engellenmesi, IŞİD’in ve diğer radikal grupların finansmanının kesilmesi, IŞİD ideolojisinin reddedilmesi gibi 
ilkeler teyit edilmiştir. 6 

IŞİD karşıtı koalisyonun oluşturulmasında bir diğer aşama ise 15 Eylül 2014’te Paris’te düzenlenen ve 26 ülke ile Avrupa Birliği ülkelerinin, Arap Birliği’nin ve BM temsilcilerinin katıldığı “Irak’ta Barış ve Güvenlik” başlıklı uluslararası 
konferans olmuştur. Toplantı sonrasında yayınlanan bildiride Suriye’deki IŞİD faaliyetlerine herhangi bir atıf olmamakla beraber Irak’taki IŞİD tehdidi ve bununla mücadele için Irak’ın siyasi ve askeri açıdan desteklenmesi dile getirilmiştir.

Son olarak ABD yönetimi koalisyonun genişletilmesi ve uluslararası toplumun desteğininsağlanması için BM nezdinde de girişimlerde bulunmaktadır. 
Bu bağlamda Obama, uluslararası toplumu IŞİD’le mücadelede harekete geçirmekiçin bir Güvenlik Konseyi toplantısına başkanlıkyapacağını açıklamıştır. Aynı şekilde BM GenelKurulu’nun açılışında IŞİD ile mücadelede koalisyonun 
genişletilmesi ve destek sağlanması için görüşmelerin yoğunlaşması da beklenmektedir. 

7. ABD’nin IŞİD Stratejisinin IrakBağlamında Değerlendirilmesi. 

ABD’nin IŞİD stratejisi IŞİD’le mücadelede ve Irak’ta yeni bir dönemin başlangıcı olarak ele alınabilir. 
IŞİD’in Irak’ta Haziran 2014’te başlayan ilerleyişi Irak’taki güç dengelerini değiştirmiş ve bu durum yerel siyasette köklü değişikliklere yol açmıştır. IŞİD’in Irak’ın Musul, Selahaddin, Di-yala, Anbar ile Bağdat ve Kerkük’ün çevresinde 
kontrol alanları sağlaması, siyasi istikrarsızlıklar içindeki Irak’ta ayrışmaları derinleştirmiştir. Siyasi ayrışmaların yanı sıra, Irak’ta etnik ve mezhepsel 
kutuplaşma ve kamplaşmalar ön plana çıkmıştır. Özellikle Irak merkezi hükümetinin desteğiyle Şii milis güçlerin yeniden aktive olması, hatta yeni oluşumların ortaya çıkması, mezhepsel çizgideki kutuplaşmanın tetikleyicisi 
konumuna gelmiştir. Bu ortam içerisinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ve Irak merkezi hükümetinin yanı sıra yerel yönetici otoritelerin IŞİD’le mücadele sürecinde yetersiz ve etkisiz kalması, Irak’ı bölgesel ve uluslararası destek 
arayışlarına itmiştir. Nitekim IŞİD’in IKBY’nin merkezi Erbil’e yakınlaşması ve Peşmergelerin IŞİD karşısında gerilemesi sonrasında Irak’ın çağrısıyla ABD, Irak’ta IŞİD’e karşı hava operasyonları düzenlemiş ve IŞİD’in Irak’taki hareket 
kabiliyeti azalmıştır. Ancak IŞİD’in Irak’taki kontrolü tamamen kırılabilmiş değildir. 

a. IŞİD hedeflerine hava saldırıları düzenlenmesi ,

ABD’nin IŞİD stratejisinin temelini oluşturan hava saldırılarının genişletilmesi düşünülmektedir. ABD’nin öncülüğünde oluşturulacak çekirdek koalisyona katılacak ülkelerin de hava saldırılarına destek vermesi beklenmektedir. 
Zira Paris toplantılarının hemen ardından Fransa, Irak üzerinde istihbarat uçuşlarına başlamış, Norveç de askeri destek vereceğini söylemiştir. 
Her ne kadar ABD karadan bir operasyon yapılmayacağını ve ABD askerlerinin Irak’ta muharip güç olarak bulunmayacağını açıklasa da, Barack Obama, 17 Eylül’de yaptığı konuşmada, bazı ülkelerin Irak’a karadan destek verme yönünde istekli olduğunu ifade etmiştir. ABD’nin mevcut durum itibariyle Irak’ta IŞİD hedeflerine yönelik olarak yaptığı 170’den fazla hava saldırısında sivil bölgelerin de vurulması tepkilere yol açarken, Irak Başbakanı Haydar El-Abadi, IŞİD militanları olduğu bilinse bile sivillerin yaşadığı bölgelerde hava ve topçu saldırılarının yapılmayacağını açıklamıştır. 

Bu politika hava saldırılarını kısıtlayıcı bir gelişme olarak ortaya çıkmaktadır. Sistematik hava saldırılarının IŞİD militanlarının mobilizasyonunu engelleyecek olmasına rağmen, IŞİD kontrol noktalarının dışında halkın yaşam alanlarını 
kontrol etmekte ve halkın içerisinde barınmaktadır. Hava saldırılarının halkın yaşam alanları dışında yapılacak olması, IŞİD’i yaşam alanlarının içerisine sokacaktır. Bu durum iki etkiyi beraberinde getirebilir. Öncelikle IŞİD’in yaşam 
alanlarının içerisine hapsedilmesi halka uyguladığı baskı ve zulmün artmasına neden olabilir. Ancak IŞİD’le mücadelenin karadan da devam edecek olması nedeniyle de IŞİD’in mevcut alanı daralacaktır. Bu noktada özellikle Sünnilerin 
yaşadığı bölgelerde IŞİD karşıtı koalisyona yerel desteğin sağlanması önemlidir. Irak güvenlik güçleri ve IŞİD’le mücadele eden silahlı gruplara yerelden verilecek doğru istihbarat IŞİD’le mücadelenin yönünü belirleyici nitelikte olabilir. Bu nedenle Sünnilerin siyasi sürece entegrasyonu ve hükümet içerisinde aldıkları pay önemli bir değişken olarak kalacaktır. 

b. IŞİD’le sahada mücadele eden güçlere destek sağlanması , 

ABD’nin IŞİD planına göre, IŞİD’e karşı mücadele eden gruplara eğitim, istihbarat ve ekipman yardımı sağlanması öngörülmektedir. Burada 
özellikle IŞİD’le mücadele eden gruplara verilecek silah ve askeri teçhizat önemli olacaktır. Ancak bu durum birçok tehlike ve çatışma riskini beraberinde getirmektedir. Bilindiği gibi başta ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere pek çok ülke Irak’a silah ve askeri malzeme yardımı yapmaktadır. Bu yardımların bir kısmı Irak merkezi hükümetine verilirken, bir kısmı da Bağdat’ın bilgisi dâhilinde IKBY’ye gönderilmektedir. Ancak Bağdat yönetiminin IKBY’ye 
gönderilen silahlar konusunda hiçbir tasarrufu ve denetimi yoktur. Erbil-Bağdat arasında yapılan anlaşmaya göre, IKBY’ye yapılan silah yardımı sadece Bağdat’a beyan edilecek, ancak Irak merkezi hükümeti hiçbir şekilde bu silahları kontrol edemeyecektir. Böylece Peşmergelerin Irak güvenlik güçlerinden ayrı bir birim olarak kabul edildiğini ve uluslararası meşruiyet kazandığını söylemek yanlış olmayacaktır. 

Mevcut durum itibariyle IKBY ve Irak merkezi hükümeti ortak düşmana karşı birlikte bir mücadele verse de IŞİD tehdidinin ortadan kalkması ya da zayıflaması durumunda, IKBY ve Irak merkezi hükümeti arasındaki tartışmalı konular yeniden gündeme gelebilecektir. IKBY’nin bağımsızlık söylemleri de dikkate alındığında önümüzdeki dönemde Bağdat-Erbil arasında çatışma riski ortaya çıkabilecektir. Bu durumda her iki tarafa da yapılan askeri yardımların kullanılması beklenebilir. Böylece yapılan ve yapılacak askeri yardımlarla çatışma riskinin tırmandırılması söz konusudur. 

Diğer taraftan Irak’ın savunma birimlerinin yeniden yapılandırılarak Sünnilerin kendi bölgelerindeki kontrolü ele alması ABD’nin yeni IŞİD stratejisinde yer alan önemli konulardan biridir. Sünnilerin Irak’taki devlet yapılanmasına entegre edilmesi, IŞİD’e verilecek desteğin önüne geçilmesini mümkün kılarken, yerel 
güçlere yapılacak askeri yardımlar, milis güçler arasındaki mücadelenin de yeniden başlamasına yol açabilecek niteliktedir. Zira, özellikle IŞİD’e 
karşı mücadelede mezhepsel algıların ön plana çıkmış olması çatışma riski açısından tedirginlik yaratmaktadır. IŞİD’le mücadelede Irak merkezi 
hükümetinin desteğini alan Bedir Tugayları, Asaib Ehlül Hak, Barış Tugayları, Ketaib Hizbullah veya Muhtar Ordusu gibi Şii milis grupların önemli bir yer edinmiş ve başarı sağlamış olması, Irak’ta milisleşmenin yeniden önünü açmış 
görünmektedir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 2

ABD NİN IŞİD STRATEJİSİ VE IRAK İLE SURİYE YE OLASI YANSIMALARI, BÖLÜM 2



1. Bush’tan Obama’ya Kalan Sorunlu Miras:

Irak ve IŞİD’e Giden Yol 

ABD Başkanı Barack Obama 2008’de göreve geldiğinde, Ortadoğu özelinde üç önemli sorunla karşı karşıyaydı. Bunlardan birincisi Irak’ta istenen istikrarın sağlanamaması ve ülkedeki yaklaşık 140,000 Amerikan askeri, ikincisi Afganistan operasyonu ve Irak işgali nedeniyle dünya genelinde ve Ortadoğu özelinde artan Amerikan karşıtlığı, üçüncüsü de İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilişkiliydi. 

Göreve geldiği ilk dönemde üç konuyla ilgili George W. Bush döneminden farklı bir politika izleyeceği sinyali veren Obama, önceliğinin Irak’taki Amerikan askerlerini çekmek olduğunu ifade etmiş ve bölgedeki Amerikan imajını yenilemek için George W. Bush döneminden farklı olarak daha ılımlı bir retorik kullanmaya başlamıştı. Irak savaşı ve Amerikan karşıtlığı gibi faktörlerin yanında yaşadığı ekonomik krizin de etkisiyle Ortadoğu’ya yönelik angajmanını düşürme ye başlayan Obama yönetimi, bir yandan genel savunma   harcamalarında kesintiye giderken diğer yandan Irak’taki Amerikan askerlerinin çekilme 
işlemlerinin 2011 Aralığında tamamlanacağını duyurmuştu. Başta Basra Körfezi olmak üzere Ortadoğu genelinde bir güç boşluğunun ortaya çıkmaması için, bölge ülkeleri ittifak ilişkisi çerçevesinde daha yüksek hacimli silah satışlarıyla 
desteklenmeye başlanmıştı. 

Bununla beraber, biri Irak iç siyasetindeki köklü dönüşüm, diğeri Arap baharı olmak üzere iki gelişme, ABD’nin yeni politikasını Ortadoğu bağlamında zorlamaya başlamıştır. Zira Amerikan askerleri Irak’tan çekilirken arkalarında istikrarlı bir Bağdat yönetimi bırakamamıştı. Nuri El-Maliki’nin özellikle 2010’da başlayan ikinci döneminde uyguladığı politikalar, Irak’ta zaten pamuk ipliğine bağlı dengeleri sarsmaya başlamıştı. 

Bir taraftan Sünni Arapları sistemden dışlayan Maliki, diğer taraftan Kürt gruplarla petrol gelirlerinin paylaşımı ve ihtilaflı bölgeler konusunda sorunlar yaşamakta ve uyguladığı politikalardan diğer Şii gruplar da rahatsızlık 
duymaktaydı. 

Irak’ta güvenlik sorunları Maliki’nin politikalarından önce de bulunmaktaydı ancak bu durum 

Maliki’nin kutuplaştırıcı politikaları ile süreklilik kazandı. Örneğin IŞİD’in henüz saha kontrolünü ele geçirmediği 2013 yılında Irak’ta gerçekleştirilen bombalı saldırılar sonucunda ayda ortalama 800’ün üzerinde Iraklı öldürülmekteydi. 
Dolayısıyla Maliki yönetimi ve uygulamaları, Irak’taki bütün tarafların ortak bir uzlaşma zemini bulmasının önünde en önemli engeldi. 

Ancak ABD, Irak’ta giderek kötüleşen bu durum karşısında angajmanını düşük düzeyde sürdürmeye devam etmiş, Maliki’ye karşı çıkmamış, hatta kerhen desteğini sürdürmüştü. ABD’nin bu politikası ülkedeki krizi derinleştiren önemli 
bir faktör olarak rol oynamış ve ülkenin kırılganlığını arttırmıştı. 

2. Arap Baharı, 

Obama’nın Kırmızı Çizgilerive Suriye Obama yönetimi, Arap baharı ile başlayan Ortadoğu’daki dönüşüm sürecinin ilk aşamalarında da açık bir pozisyon almaktan çekinmişti. Nitekim 2010 yılının sonunda başlayan halk hareketleri sonucunda Tunus’ta ve Mısır’da iktidarlar değişmiş, Obama ise bundan yaklaşık altı ay 
sonra 19 Mayıs 2011’de “bölgedeki değişim hareketlerini desteklediğini” belirtmekle beraber – Irak tecrübesine atıfta bulunarak- güç kullanma yoluyla yapılan rejim değişikliğinin zor ve maliyetli olduğunu da vurgulamıştı.1 
Bu bağlamda Irak ve Afganistan’da yaşanan tecrübelerin etkisiyle, askeri müdahalelerle yapılan rejim değişikliklerinde ABD’nin artık öncü rolü oynamayacağı deklare edilmekteydi. Bir anlamda ilan edilmemiş bir Nixon doktrinine benzeyen ve güvenlik politikalarında Vietnam sendromunun  gölgesinde gelişen düşük profilli Amerikan politikası, Libya’da Kaddafi güçlerine karşı düzenlenen askeri harekâtta da kendini göstermişti. 
Zira Libya’da düzenlenen operasyonda “geriden liderlik” olarak ifade edilen pozisyonu takınan Obama yönetimi,2 daha önce olduğunun aksine bu operasyona öncülük etmemiş, geri planda kalarak sadece bazı taktik katkılarla destek vermeyi tercih etmişti. 

Ortadoğu’daki değişimin kısa bir zaman dilimi içinde ve hızlı bir akışla gerçekleşmesi nedeniyle Obama’nın Ortadoğu’ya yönelik dış politikası gerek bölgede gerekse Amerikan kamuoyunda ilk dönemlerde çok fazla sorgulanma mıştı. Ancak Suriye’de 2011 yılının Mart ayından itibaren başlayan halk hareketi ve sonrasında gelişen iç savaş, Amerikan politikalarının ciddi şekilde 
sorgulanmasına yol açtı ve Obama pozisyonunu, kerhen de olsa revize etmek zorunda kaldı. 
Bu çerçevede Esad rejiminin sivillere yönelik katliamları sonucunda henüz 2,000 Suriyeli hayatını kaybetmişken Obama ilk kez 2011 Ağustos’unda 
“Esad’ın gitmesi gerektiğini” açık bir şekilde ifade etmiş, ancak bu söylemi retorikten ibaret kalmıştı. Sahada Esad güçleriyle çatışan muhaliflerin ve ABD’nin Ortadoğu’daki müttefiklerinin en büyük beklentisi, ABD’nin uluslararası 
bir koalisyon oluşturarak Esad yönetiminin sivillere yönelik katliamının durdurul ması veya en kötü ihtimalle muhaliflere askeri ve lojistik destek verilmesiydi. Ancak Obama yönetimi, bunun yerine sahadaki muhaliflere öldürücü olmayan lojistik yardım ve istihbari bilgi sağlamayı tercih etmişti. 

Suriye’de ölü sayısının 20,000’in üzerine çıktığı ve sahadaki insani durumun giderek daha kötü bir hal aldığı 2012 yılında uluslararası toplumdan gelen ‘insani müdahale’ taleplerine karşı Obama, 21 Ağustos 2012’de yaptığı açıklamada, 
Şam yönetimine yönelik doğrudan askeri müdahale için kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi olarak ilan etmişti.3 Bir anlamda Suriyelilerin 
konvansiyonel silahlarla öldürülmesine müdahale etmeyeceğini ancak kimyasal silah kullanımına karşı çıkacağını açıklayan Obama’nın kırmızı çizgisinin çiğnendiği daha önceleri iddia edilse de, Esad rejimi tarafından 23 Ağustos 2013’te gerçekleştirilen Guta saldırısı, söz konusu kırmızı çizginin açık bir ihlali olmuştu. Bu kimyasal saldırı sonrasında Esad rejimine yönelik bir Amerikan müdahalesinin artık kaçınılmaz olduğu düşünülmekteydi. 
Bu bağlamda müdahalenin Esad rejimine son vermek için mi yoksa sadece kimyasal silah stokunun ortadan kaldırılmasına yönelik mi olacağı tartışmaları 
yaşanırken, Suriye’nin Kimyasal Silah Sözleşmesi’ne katılması ve elindeki kimyasal silahları teslim etmesi karşılığında Obama yönetimi müdahaleden vazgeçmişti. Bu dönemde BM verilerine göre Suriye’de ölü sayısının 100,000’in 
üzerine çıktığı ifade edilmekteydi. 

3. Radikalizmin Artması, 

IŞİD ve ABD 2000’li yıllarda ortaya çıkan iki gelişme, Ortadoğu genelinde ve Irak ile Suriye özelinde radikal örgütlerin ve bu örgütlere katılımın artmasına neden olmuştur. Irak’tan başlamak gerekirse, 2003 Mart’ında yaşanan Amerikan işgali ve 2011 Aralığı’na kadar devam eden Amerikan askeri varlığı, daha önce Afganistan, Çeçenistan, Bosna gibi yerlerde savaş tecrübesine sahip yabancı savaşçıların Irak’a girmesine ve örgütlenmelerine neden olmuştu. Irak’ın işgaliyle beraber ülkenin “Sünni Arap” kimliğinin ortadan kalkması ve özellikle Sünni Arap kesimin yeni oluşturulan sistemden dışlanması, söz konusu örgütlere yerel katılımın artmasında önemli bir faktör olmuştu. Bu sorunun farkına varan ABD, Sünni grupları yeniden şekillenen sisteme entegre etmeye çalışmış, yerel aşiretlerle uzlaşma yoluna giderek desteklerini almış ve bu sayede söz konusu örgütlerin hareket alanlarını büyük ölçüde sınırlandırmıştı. Ancak Maliki  yönetimi nin özellikle Amerikan askeri varlığının ülkeden çekilmesinden sonra uyguladığı politikalarla Sünni gruplar yeniden sistemden dışlanmaya başlamıştır. Bu durum ise Bağdat yönetimine karşı mücadele eden radikal örgütlere yerel katılımın ve desteğin artmasına neden olmuştur. 
Nitekim birçok Sünni Arap, Maliki’nin politikalarına duydukları tepki nedeniyle bu örgütlere katılmasa bile en azından örgütlerle mücadele etmemiştir. 

Suriye’ye bakıldığında ise radikal örgütlerin sayısının ve etkisinin artması, Suriye’deki iç savaşın uzamasıyla doğru orantılı bir seyir izlemiştir. 
Zira Suriye’de halk hareketinin başladığı 2011 yılı içinde ülkede sayıları yüzlerle ifade edilen yabancı savaşçı bulunmaktaydı. Bunlar arasında daha ziyade Arap baharındaki dönüşümün yaşandığı Libya, Tunus ve Mısır’dan gelenler ço-
ğunluğu oluştururken, El-Kaide ile ilişkili olan veya El-Kaide gibi örgütlerin çizgisine sahip kişi sayısı oldukça sınırlıydı. Ayrıca ilk aylarda yabancı savaşçılar  ın çoğunun temel motivasyonu Esad rejiminin devrilmesiydi. Çünkü bu kişiler 
Suriye’ye kendi ülkelerinde yaptıkları devrimin benzerini gerçekleştirmek için gelmişti. Bu nedenle ilk dönemde Esad karşıtı gruplar birbirlerine saldırmaktan ziyade Esad güçlerine karşı mücadele etmekte ve bu mücadelede zaman zaman 
işbirliğine gidebilmekteydi. 

Bununla beraber, muhalif grupların kendi içindeki örgütlenme sorunları, ülke dışından bekledikleri silah ve lojistik desteği alamamaları, Esad rejiminin bilinçli bir şekilde uyguladığı politikalar ve dışarıdan El-Kaide zihniyetine sahip daha 
fazla kişinin gelmesi ile beraber Suriye’de radikal örgütlerin etkisi giderek artmaya başlamıştır. 
Bu noktada muhaliflerin askeri ve lojistik destek alamaması, buna karşılık radikal örgütlerin hem askeri hem finansal açıdan üstün durumda bulunmaları 
ve Esad rejiminin uyguladığı bilinçli politikaların etkili olduğunu vurgulamak gerekir. 
Zira savaşma kabiliyeti yüksek, silah donanımı iyi ve finansal açıdan mensupları nı tatmin eden radikal örgütler, özellikle bazı bölgelerde saha hâkimiyeti ni ele geçirmekte zorlanmamış ve Esad rejiminin hareketsizliği de bu örgütlerin 
sahada elde ettikleri başarılarda önemli bir rol oynamıştır. 

Esad rejimi, bu örgütlerle doğrudan mücadele etmek yerine daha ziyade Özgür Suriye Ordusu’nun üzerine gitmeyi tercih etmiş ve bu durum da kaçınılmaz olarak söz konusu örgütlerin sahadaki kazanımlarını pekiştirmelerine yol açmıştır. Ilımlı muhalefet ise büyük ölçüde Suriye Ordusu’ndan kaçan askerlerin beraberlerinde getirdiği silahlarla ve dışarıdan alabildikleri sınırlı silah ve mühim mat desteğiyle hem Esad güçlerine hem de bu örgütlere karşı mücadele etmeye çalışmıştır. Dolayısıyla Suriye’deki iç savaşın uzamasıyla hem ülkeye gelen yabancı savaşçı sayısı artmış hem de ılımlı muhalefetin büyük ilerlemeler kaydedememesi nedeniyle radikal örgütlere yerel katılım artmıştır. Bu örgütler içindeyse hareket tarzı ve etkisi açısından IŞİD ön plana çıkmıştır. 

Buradan hareketle radikal örgütlerin gerek Irak gerekse Suriye’de etkisini arttırması, aslında öngörülemeyen bir gelişme değildi. Bu durum, öngörülebilir olduğu gibi, önlenebilirdi. Nitekim Irak’ta Maliki’nin kutuplaştırıcı ve özellikle 
Sünni Arapları sistem dışına iten politikaları önlenebilseydi, IŞİD’e yerel halk desteği günümüzdeki kadar olmaz ve IŞİD Irak içinde harekete geçmeye çalıştığında, ciddi bir Sünni Arap muhalefetiyle karşılaşırdı. Öte yandan, Suriye’de ılımlı muhalefet desteklense ve Esad rejiminin gerçekleştirdiği katliamlara karşı yaptırımlar uygulanabilseydi, IŞİD’in sahada kalıcı kontrolü 

söz konusu olmaz, örgüte özellikle yerel katılımlar düşük düzeyde kalabilirdi. Ancak Obama yönetimi, Irak ve Suriye’de radikalizmin artması sürecinde, genel Ortadoğu politikasıyla uyumlu olarak sürece müdahil olmamış ve deyim 
yerindeyse seyirci kalmıştır. Bu noktada sürece müdahil olmaktan kastedilen, Suriye ve Irak’ta Amerikan askeri müdahalesi değildir. Zira bu noktaya gelmeden çok sayıda politika alternatifi bulunmaktaydı ve bunlar uygulanmış olsaydı, bugün IŞİD’in söz konusu ülkelerde ve bölge genelinde oluşturduğu tehdit konuşulmayacaktı. 

4. IŞİD’le Mücadele Stratejisinin Arka Planı, 

IŞİD her ne kadar Irak kaynaklı ortaya çıksa da, esas kazanımlarını Suriye’de elde etmiş ve 2014 Haziran’ında Musul’u işgaliyle beraber Suriye ve Irak’ın bazı bölgelerinde saha hâkimiyetini ele geçirmiştir. IŞİD’in Suriye’de kontrolü altında 
bulundurduğu topraklar, muhaliflere yönelik saldırıları ve Irak’ta gerçekleştirdiği katliamlar ilk aşamada ABD ve uluslararası toplumun gündeminde fazla yer bulmamıştı. Bununla beraber, IŞİD’in Irak’ta ilerleyişini sürdürmesi ve ülkedeki etnik ve dini gruplara karşı gerçekleştirdiği katliamlar, kafa kesme şeklindeki infaz görüntüleriyle beraber IŞİD tehdidi konusunda farkındalığın artmasına neden olmuş ve Obama yönetimini harekete geçirmiştir. Nitekim hâlihazırda Nuri El-Maliki’nin politikaları nedeniyle parçalanmanın eşiğine gelen Irak’taki 
istikrarsızlık, IŞİD’in ilerleyişiyle beraber farklı bir noktaya gelmişti. Bunun üzerine ABD, Irak’ı parçalanmadan kurtarmak için daha önce kerhen destekledi ği Maliki’den desteğini çekmiş, Sünni Arap ve Kürt grupların desteğini almak 
amacıyla yeni bir başbakan belirlenmesi sürecini desteklemiştir. Bu bağlamda 30 Nisan 2014’te yapılan seçimlerden üç ay sonra Fuad Masum Cumhurbaşkanı olarak seçilebilmiş ve yeni Irak hükümeti yoğun pazarlıklar sonucunda seçimlerden ancak 5 ay sonra 2014 yılının Eylül ayında kurulabilmiştir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***