6 Ocak 2016 Çarşamba

BALYOZ VE DREYFUS DAVASI BENZERLİĞİ ÜZERİNE..,Yargıtay'ı Beklerken





BALYOZ  VE  DREYFUS  DAVASI  BENZERLİĞİ  ÜZERİNE..,
Yargıtay'ı Beklerken..,




Merhabalar,
Silivri’nin demir parmaklıklarının ardından, beton duvarlarının içinden MEMLEKETİM Polatlı Ankara’ya kucak dolusu selamlar.
1980 yılında Hava Harp Okulundan, 1992 yılında Hava Harp Akademisinden mezun oldum. TSK ve NATO’ da çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra 2006 yılında kendi isteğimle emekli oldum. Dedem; 7 yıl Birinci Dünya Savaşında Arabistan cephesinde ve İstiklal savaşında savaştığı için madalyalı İstiklal Savaşı gazisi, Babam; Kunuri savaşında katılmış madalyalı Kore gazisi, ben de Bosna Savaşının icra edildiği İtalya’da NATO Hava Harekat Merkezinde görev yaptım ama 11.02.2011 tarihinden beri kendi ülkemde tutsak edildim.
16.04.2013


Yargıtay'ı Beklerken - 

Y. Ziya Toker

Tarih:16/04/2013 
Okunma Sayısı:4250 
Türü:İstihbarat 

Türk adalet tarihinde hukuk dışı uygulamaları ile yerini alan Balyoz davası; bu davaları çağrıştırmakta ama bana göre en çok Dreyfus davasına benzemektedir. İmzasız sahte düzmece ve kendine gösterilmeyen bir belgeye dayanarak davanın açılması, özel yetkili mahkemede yargılamanın yapılması, bilirkişi heyetlerinin incelemesi, basının, devletin kurum ve yöneticilerinin tutumları karşılaştırılabilecek özellikleridir.

Dreyfus Davası


Asrın dijital komplosu “Balyoz”davasından tam 2 yıldır tutukluyum. 2003 yılında Kurmay Albay rütbesinde ve Hava Harp Akademisi Plan Program Şube Müdürü olarak, Akademi ders plan ve programlarını, giriş sınavlarını hazırlamaktan sorumlu Şube Müdürü olarak görev yapmaktaydım. 

Harp Akademilerinden; Kara Harp Akademisi ve Deniz Harp Akademisi Komutanı hariç, Komutan ve komuta kademesinin tamamı, Öğretim Elemanları ve öğrencilerden 25 karacı, 8 denizci, 15 havacı subay, 1 bayan sivil memur yargılanmış ve cezalandırılmıştır.
VARSAYIMLARA BAĞLI ASRIN DİJİTAL KOMPLOSU

İnsanlık tarihi boyunca unutulmayan büyük davalar vardır. Sokrates davası (M.Ö. 400 yıllarında), Galileo’nun yargılanması (1633 yılında), Dreyfus Davası (1894-1906 yılları) bunların en ünlüleridir.
Bu davalarda suçlananların uğradıkları haksızlıklar ve yaptıkları savunmalar, insanlık tarihinin belleğinde birer hukuk abidesi olarak yer almıştır. Onları suçlayan savcılar ve onları mahkûm eden özel mahkemeler ise olumsuz yönleriyle ve yaptıkları haksızlıklar ile ibret hikayesi olmuşlar ve lanetlenmişlerdir.
Türk adalet tarihinde hukuk dışı uygulamaları ile yerini alan Balyoz davası; bu davaları çağrıştırmakta ama bana göre en çok Dreyfus davasına benzemektedir. İmzasız sahte düzmece ve kendine gösterilmeyen bir belgeye dayanarak davanın açılması, özel yetkili mahkemede yargılamanın yapılması, bilirkişi heyetlerinin incelemesi, basının, devletin kurum ve yöneticilerinin tutumları karşılaştırılabilecek özellikleridir.
Dreyfus Davası
1894-1906 yılları arasında, Fransız kamuoyunun ikiye bölünmesine neden olan, hukuka aykırı siyasal bir davadır. Fransız gizli haber alma servisinin; çift taraflı ajan olarak çalışan bir bayanın, Paris’teki Alman askeri ataşesinin kâğıt sepetinde yaptığı öne sürülen bir araştırmada, “Fransız Milli Savunmasına ait gizli belgelerle ilgili imzasız bir mektup bulunduğunu”açıklamasıyla başlamıştır. 



Bir Fransız binbaşı konuyu araştırmakla görevlendirilmiş ve emrine “el yazısı”uzmanı iki kişi görevlendirilmiştir. Bu uzmanlar mektuptaki el yazısının“Dreyfus”un el ürünü” olduğuna dair rapor vermişlerdir. 

Bu imzasız kâğıttaki yazının, el yazısına benzerliği iddiasıyla Fransız ordusunda subay olan Yüzbaşı Dreyfus casuslukla ve vatana ihanetle suçlandı. 

1894’te Dreyfus’un rütbesi söküldü ve cezaevine konuldu. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde yargılanan Dreyfus, kendisine gösterilmeyen belgelere dayanılarak ömür boyu hapisle cezalandırıldı ve bir adaya sürgüne gönderildi.

Ünlü Fransız yazarı Emile Zola, 1898 yılında Fransız Cumhurbaşkanı’na hitaben “Suçluyorum”başlığıyla yazdığı mektubu L’Aurore adlı gazetede yayımladı. 

Zola, kamuoyuna açık bu mektubunda, Dreyfus’u kanıt olmaksızın mahkûm ettiği için Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ni ağır bir dille suçluyordu. Kamuoyunun baskısı sonucu Dreyfus’u suçlayan belge yeniden teşkil edilen bilirkişi heyetine gönderildi ve Dreyfus davasının esasını oluşturan, imzasız belgenin sahte olduğu ispatlandı. 

Bu sahte belgeyi düzenleyen Albay dayanamayıp intihar etti. Yargıtay davanın yeniden bakılmasına karar verdi. 

1899’da Dreyfus, Harp Divanı’nca yeniden yargılandı. Bu kez hafifletici sebeplerle, ömür boyu hapis cezası 10 yıl hapse çevrildi. Kamuoyu baskısıyla kısa bir süre sonra serbest bırakıldı, ancak hâlâ suçlu sayılıyordu. 

Fransa devleti Dreyfus’ a “AF”önerdi. Dreyfus kabul etmedi. 

Mahkemede aklanmak istediğini söyledi. Aydınların baskısı devam etti. 

1904’te Dreyfus davasının yeniden bakılması kararlaştırıldı ve 1906’da Fransız Yargıtayı tarafından Dreyfus’u mahkûm eden ilk karar iptal edildi. Dreyfus aklandı, bütün hakları iade edildi, yeniden orduya alınarak “Legion D’honneur”nişanı ile ödüllendirildi.

Bu davaya bakan ve Dreyfus’u haksız yere mahkûm eden mahkeme heyeti, sahte belgeyi düzenleyenler, taraflı bilirkişiler ve bilerek doğruyu söylemeyenler bütün dünyada lanetlendi.
Balyoz Davası
Bu dava; uzun saçlı kendisini emekli vatansever bir subay olarak tanıtan ancak kim olduğu araştırılmayan meçhul birinin bir bavulla bir gazeteye“darbe belgeleri”getirdiği iddiası ile başlamıştır. 




Söz konusu gazete, 20 Ocak 2010 tarihinde “Fatih Camii Bombalanacaktı”“Kendi Jetimizi Düşürecektik”manşeti ile belgelerin doğruluğunu araştırmadan kamuoyuna kara propagandayı başlatmıştır.

29 Ocak 2010 tarihinde bu gazetede çalışan bir gazeteci söz konusu belgeleri bavulla özel yetkili savcılığa teslim etmiş ve savcılık soruşturması başlamıştır.

Emniyet ve TUBİTAK’tan alınan teknik bilirkişi raporları eksik ve yanıltıcı olmasına rağmen, 20 Şubat 2010 tarihinde canlı TV yayını eşliğinde TSK personelinin evlerine, işyerlerine 20-25 kişilik polis baskınları yapılmıştır. 



Dalga-dalga tutuklamalar birbirini takip etmiş, taksit-taksit iddianameler hazırlanmıştır. 

“Geç gelen adalet, adalet değildir” özdeyişinin tam terside doğru çıkmış,“Hızlandırılmış adalet te, adalet olmamıştır”. Tamamen uydurma ve düzmece imzasız dijital verilerin dayanak yapılmasına, yeni görevlendirilen bilirkişilerin“bu dijital veriler sahtedir, 2003 yılında hazırlanması mümkün değildir”raporlarına, sanık ve tanıkların gazetede yayınlanmadan yani 2010 yılından önce “balyoz”diye bir plan duymadık demelerine rağmen yargılama tutuklu olarak devam etmiştir. 

Yargılamanın çok önemli bir safhası olan delillerin değerlendirilmesi safhası atlanarak 325 kişiye 16-18-20 şer yıl cezalar verilmiştir. 

Delillerin değerlendirilmesi safhası atlanmıştır, çünkü değerlendirilecek delil yoktur. Hatta söz konusu gazetenin basıldığı günkü birinci sayfada yayımladığı ve 2003 yılında bombalayacaklardı dediği camii ile ilgili bastığı şema 2007 programı ile hazırlanmıştır.

Temel İddialar
1 inci İddia; Sözde Darbe planları (BALYOZ, SUGA, ORAJ, SAKAL, ÇARŞAF, ORAK, TIRPAN, TESTERE) Ankara’daki Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının haberi olmadan bir kısım Kara, Deniz, Hava, Jandarma personeli tarafından hazırlanmıştır. 

Hazırlanan bu planlar CD-11 ve CD-17 ye seminerden önce ( 5 Mart 2003) kayıt edilmiştir ve bir daha değişiklik yapılmamıştır.
2 inci İddia; Hazırlanan söz konusu darbe planları 1nci Ordu Komutanlığında 5-7 Mart 2003 yılında yapılan seminerde üstü örtülü olarak görüşülmüştür.
Hüküm; İmzasız dijital veriler karara esas alınmıştır. Bu iki iddia ispatlanmak zorunda değildir. Dijital deliller hiçbir şekilde çürütülemez. Tüm mahkum olan sanıklar darbe planları ve sonuçlarından haberdardır.
Yani; sanık 365 kişi, mahkum 325 kişinin “ilk defa 2010 yılında basında çıkınca darbe planlarını duydukları” yönündeki emniyet ve savcılıkta verdikleri ifadeleri anlamsız, mahkemede sundukları deliller ve savunmaları itibarsız, 31 tanığın ifadelerini lüzumsuz, yurt içi ve yurt dışından aldıkları 26 adet bilirkişi raporlarını geçersiz sayılmış, seminer ses kayıtlarını duymazdan hazırlanan yansıları görmezden gelinmiştir.
Seminerin yapıldığından haberi olmayan hatta çoğunluğu 1 nci Ordu Karargahına hayatı boyunca gitmemiş 273 kişi (ceza verilen kişilerin % 83 ü) seminerden önce BALYOZ, SUGA, ORAJ, ÇARŞAF, SAKAL gibi sözde planları hazırlayıp 1nci orduya gönderiyorlar ama seminere katılmıyorlar. 

Bunun yanı sıra, seminere katılan 110 kişi sözde darbeden bilgisi olmadan başka bir şey tartışıyor zannı ile seminerde fikir beyan etmiş, tartışmalara iştirak etmiştir. Hatta, seminerin bütün planlamasını yapan, ses kasetlerini dinleyip, sonuç raporunu hazırlayan plan subayları ve sivil bilgisayar memurları bile işin farkına varamamışlardır.
 

Örnek verirsek; 162 kişi spor salonuna gidiyorlar; 52 kişi basketbol maçı seyrederken aynı yerde bulunan 110 kişi futbol maçı seyrediyor zannıyla tartışmalara katılmıştır. 

2007 yılında kurulan bir takımın maçını 2003 yılında izlediklerini iddia edenlerden de hiç bahsetmeye gerek yok burada.
Bu 2 iddia doğru kabul edilerek;
Uydurma olarak hazırlanan sahte planların ek, lahika veya cetvellerinde imza satırında ismi olanlar, içerisinde ismi geçenler, oluşturan, değiştiren, son kayıt eden, dosya adı gibi üst verilerinde ismi veya soyadı veya eşinin adı olanlar suçlu yapılmış ve TSK’ nın emekli ve muvazzaf personelinden325 masum personeli en üst sınırdan cezalandırılmışlardır. 



Ancak ismi olanların tamamı suçlu yapılmadığı gibi bir kısmının hiç ifadesine bile başvurulmamıştır. 

Aynı hukuki duruma haiz sanıkların bir kısmı cezalandırılmış, bir kısmı beraat etmiş bir kısmının bu olaylardan haberi bile olmamıştır. 

Yani, Anayasa’ nın eşitlik ilkesi, Hukuk devleti olma ilkesi, Hukuk’un; Kesin delil ilkesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masuniyet karinesi ilkesi sadece görmezden gelinen temel ilkelerdir.

Mahkeme heyetinin “cami bombalanması” ve “ uçak düşürülmesi” ile ilgili tek soru sormayacağına dair duruşmalardan önce diğer dava arkadaşlarımla iddiaya girdim ve ben kazandım. 

Bu konularda “tek soru” sormadılar, soramadılar! 

Çünkü iddiaların saçma ve düzmece olduğu çok belliydi. 

Örneğin; Camilerin keşif planı olduğu ve 2003 yılında hazırlandığı öne sürülen belgede; camii etrafında 2006 yılında belediye meclisi kararı ile verilen sokak adları kullanılmış, 2007 yılında çıkan bilgisayar programı ile şema çizilmiş, olmayan yere metro hattı ve durağı konulmuş, 2010 yılında kullanılmaya başlanan emniyetli cep telefonunun kullanılması planlanmıştı.

Gerçeklerin üstü örtülemez.

Çanakkale savaşında öleceğini bile bile vatanını korumak için taarruz eden Mehmetçik gibi, emekli ve muvazzaf TSK personeli suçsuzluğuna o kadar inanıyordu ki tutuklanacağını bile bile Avrupa’dan, Asya’dan Afrika’dan Avustralya’dan kısaca dünyanın 4 kıtasından ilk uçakla mahkemeye geldi. 



Tutuklandılar da… Daha da acı olanı tutuklanma gerekçelerinde “kaçma şüphesinin”de bulunmasıydı.

Türk milleti tarafından gerçeğin öğrenilmesi amacıyla yargılamanın TV’lerde yayınlanmasını mahkemeden talep ettik ve imza kampanyaları yapıldı. Ancak yayınlanma izni alınamadı. 

Kamuoyu; gerçekleri dürüstçe yazan cesur birkaç gazeteci ve mahkemeye gelen dinleyiciler ile yavaş yavaş öğrenmeye başladı. Gerçekleri görenler gün gün çoğaldı. Görmek istemeyenlerin gözlerine ise sanki mil çekilmişti.

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonuna “Balyoz Darbe Planının”da araştırılması için dilekçe verdik. Ancak kabul edilmedi. Hatta Komisyon üyesi olan bir milletvekilinin, eski bir Hava Generali olmasına rağmen. 

Üstelik söz konusu generalin 2003 yılında üs komutanı olduğu hava üssünde görevli 3 havacı kurmay pilot albayın; sözde ORAJ Hava Harekat Planı faaliyetleri nedeniyle 16 şar yıl hapis cezası almasına rağmen. Üs Komutanından habersiz 24 saat birlikte olan astları; üste yeni bir filo kurup, darbe planları yapabilir mi? 

Veya Kara Harp Akademisi komutanının haberi olmayan darbe planından, kaleminden başka silahı olmayan öğrencilerin haberi olması mümkün müdür? 

Ya da akademide sivil bayan bilgisayar memurunun haberdar olup bu çalışmalara katılması mümkün müdür? 

Yoksa böyle bir plan yeryüzünde yok mudur…

Türkiye’de ve Dünya’da tarafsız olanlar artık bu “davanın sahte ve 2007 yılından sonra hazırlanmış imzasız dijital verilere dayandığı” ve TSK’ nin ülke mukadderatında etkisizleştirildiği ve bir bölüm iyi yetişmiş yüksek eğitimli personelin tasfiye edildiği konusunda hemfikirdir.

Davanın başından beri savunma hakkımızın yok sayıldığı, adil yargılamanın yapılmadığı ve hukuki hiçbir talebimiz karşılanmadığı bu yargılamada, Avukatlarımız da çaresiz kalmış 3 Mart 2012 tarihinden itibaren duruşmalara katılmamışlardır. 

Bunun yanı sıra; hukuku cesurca savunan başta İstanbul Barosu ve İzmir Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri gibi memleketimizde hukuk devletine inanan, adaleti sağlamaya çalışan hukukçuların da olduğunu burada anmak istiyorum.


Bizler tarafından iğne ile kuyu kazılarak suç isnat edilen elektronik dijital verilerde 1957 adet hatalı, tutarsız, çelişkili zaman, mekan, olay ve kişi olgusu ortaya çıkarılmıştır. 

Dijital verilerin sahteliği konusunda, ABD ve Almanya adli bilişimcilerinden ve yurdumuzun saygın üniversitelerinden alınan yeni bilirkişi raporları mahkemeye sunulmuş ve iddiaların tamamı bilimsel olarak çürütülmüştür. Ama adalet, matematiksel gerçekleri ve bilimi dikkate almamıştır.


Diğer taraftan; 1nci Ordu Komutanlığından çalınan ve içinde gerçek savaş planlarını, devlet sırlarını barındırdığı bilinen ve bugüne kadar tahkikat açılmayan CD’ler vardır. Bu CD’leri kimler çalmıştır? 

Gazetede çoğaltılmış mıdır? Su anda kimlerin elindedir? 

İstanbul ve İzmir’de “casusluk”adıyla bilinen davalar açılmasına rağmen aynı araştırma bu dava için neden yapılmamıştır?


Sözde BALYOZ Güvenlik Harekat Planı
Davaya adını veren “Balyoz Güvenlik Harekat Planı”nın bizzat kendisi Microsoft Office 2007 özelliklerine sahip programla yazılmıştı. Yani 2007 yılında icat edilen programla yazılan bir planın 2003 yılında hazırlanıp görüşülmesi mümkün değildi.

Sözde darbe ile ilişkilendirilen belgelerin yaklaşık yarısı olan 76 adeti“CALİBRİ”ve “CAMBRİA” yazı tipi ile yazılmıştır. Gerekçeli karardan sonra 7 Şubat 2013 tarihinde alınan yeni bilirkişi raporu eski raporları desteklemekte ve “ sahtecilik yapılmadan bu dosyaların 2003 yılında mevcut olmayan 2007 yazı tiplerini ihtiva etmesi mümkün değildir”

Demektedir. Ayrıca, diğer 16 CD’nin aksine CD-11 ve CD-17 nin üzeri el yazısı ile değil makine ile yazıldığı bilirkişilerce tespit edilip mahkemeye sunulmuştur. Ancak bu gibi gerçeklere itibar edilmemiştir. 


Planın içeriği de sahteciliği kanıtlamaktadır. 

Örneğin sahte Balyoz Güvenlik Harekât Planının 5’nci maddesi "b" fıkrasında“Yedek Muhabere vasıtası”olarak Kral TV Mesaj Bant Sisteminin kullanılacağı belirtilmiştir.

Oysa "Kral TV Mesaj Bant Sistemi 2006 yılında faaliyete geçmiş olup, bu hususu kanıtlayan belge ilgili kurumdan alınarak mahkemeye sunulmuştur. 

Gerçek askeri bir planda özel sektöre ait bir TV istasyonunun kullanılamayacağının ötesinde, olmayan bir sistemin yedek muhabere sistemi olarak, bir askeri plana yazılması ve 2003 yılında görüşülmesi mümkün değildir.


Sözde Balyoz davasının ek ve cetvellerinde 2003 yılında olması mümkün olmayan hatalı 2004 ila 2009 yıllarına ait çelişkili binlerce bilgi mevcuttur. 

Bu bilgilerin bir kısmı 2003 yılından önce olmuş, bir kısmı ise hiç olmamış veya 2004-2009 yılları arasında meydana gelmiş olayları kapsamaktadır. 

CD-11’ e en son kayıt edilen bilgi 2009 yılında Trakya Üniversitesine kayıt olmuş bir öğrenciye aittir.
Sahte ORAJ Hava Harekat Planı
“Balyoz Güvenlik Harekat Planı” sahte olunca zaten onun türevleri otomatik olarak sahtedir. “Ağacın bir meyvesi zehirli ise bütün meyveleri zehirlidir.”
“ORAJ Hava Harekat Planı” nın da bizzat kendisi Microsoft Office 2007 özelliklerine sahip programla yazılmıştı. Yani 2007 yılında icat edilen programla yazılan bir planın 2003 yılında hazırlanıp görüşülmesi mümkün değildir.
Sahte ORAJ Hava Harekat Planında ve onunla ilişkilendirilen lahika ve cetvellerde adı olan toplam 43 havacı personel yargılanmıştır. Bir emekli kurmay albay yaşananlar sonucunda kendi hayatına son vermiştir. 

42 kişi ise 16-20 yıl ceza almıştır. Havacıların 17 kişi General rütbesinde ve çoğunluğu Hava Kuvvetlerinin geleceğinde söz sahibi olacak kurmay pilot albaylardır.

Hava Kuvvetlerinde cezalandırılan 2 kişi hariç her personele birer adet 2-3 satırlık sahte dijital veri konulmuştur. 

Farklı şehirlerde, ayrı kişilerce, değişik bilgisayarlarda hazırlandığı öne sürülen dijital veriler birbirinin virgülüne, noktasına kadar aynıdır. Bilirkişiye bile gerek yoktur. Üst üste koyup, cama tutup baksanız tek bilgisayarda hazırlandığını ve sahte olduğunu anlarsınız. Her bir suçlanacak personelin adına üretilen birer adet sahte dijital veriye ilave olarak bazılarının adları 2 ayrı listede de yazılmıştır.
Hava Kuvvetleri personelinden 36 kişinin adı soyadı sicili rütbesi ve görevini ihtiva eden basit bilgilere sahip 2 Liste “COK GİZLİ”gizlilik derecesinde ve listenin başlıkları çok özeldir.
1. 1nci Ordu Komutanlığı Sorumluluk Sahası Hava Kuvvetleri Personeli Özel Görev Yeri,
2. Sıkıyönetim Görevlerinde Kullanılacak Personel Listesi.
197 kişinin adı olan birinci listeden 21 kişi, 90 kişinin adı olan 2 nci listeden 15 kişi yargılanıp cezalandırılmıştır. 

Aslında bu 2 listede adının geçmesi de önemli değildir. Çünkü bu 2 listede de adı geçmeyen 6 kişi de cezalandırılmıştır. Listelerde adı olup ta ifadesi dahi alınmayan 244 kişi eğer merak edip listelere bakmamışsa darbeden hala haberi yoktur!
Söz konusu birinci liste “ CAMBRİA ”, diğer liste “ CALİBRİ ” yazı tipi ile yazılmıştır. Bu iki yazı tipi 2003 yılında henüz yoktu ve 2007 yılında icat edilerek kullanılmaya başlandı. Yani; 2007 yılında trafiğe çıkan bir otomobil ile 2003 yılında kaza yapıp cezalandırılmanız gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Karşı delillerimiz bunlarla da sınırlı değildir.
Listeler incelenince içeriğinde 2003 yılında olması mümkün olmayan bilgilerin kullanıldığı görülmektedir. 



2003 yılından sonra gerçekleşen olayların kullanılması planların düzmece olarak yapıldığının en önemli kanıtlarıdır. Örneğin “ Devralınacak kamu kuruluşları ” sayfasında adları bulunan havacı subayların 2006, 2007 ve 2009 yılında meydana gelen sınıf değişiklikleri 2003 yılında olmuş gibi gösterilmiştir. Düzmece ve çelişkili bilgilerle dolu sözde El konulacak üniversiteler ” sayfasını inceleyelim;
Listede 1995 yılı Hava Harp Okulu mezunu olan ve sınıfı ve rütbesi Mühendis Üsteğmen olarak yazılan bir kişinin sınıfı 2003 yılında “Piyade”dir. Üniversitede gördüğü öğrenim sonrası 19 Ağustos 2009 yılında ise sınıf değiştirerek “Mühendis”sınıfına geçmiştir. Üniversitede öğrenim görerek 2009 yılında Mühendis sınıfına geçen birisinin 2003 yılında aslında var olmayan sınıfını yazmanın bir tek açıklaması vardır. Söz konusu personel listesi sahte olarak en erken 2009 yılında üretilmiştir. Örnek bir tane değildir. Yani sehven yapılmamıştır.
Listede sınıf ve rütbeleri Mühendis Üsteğmen olarak yazılan; Hava Harp Okulu 1995 mezunu Havacı Üsteğmenler;
Birisinin sınıfının 2003 yılında Uçak bakım olduğunu 2009 yılında ise sınıf değiştirerek Mühendis sınıfına geçtiğini, Diğerinin sınıfının 2003 yılında İkmal olduğunu 2006 yılında ise sınıf değiştirerek Mühendis sınıfına geçtiğini, Bir diğerinin sınıfının 2003 yılında Uçak bakım olduğunu 2007 yılında ise sınıf değiştirerek Mühendis sınıfına geçmiştir.
Yani bu planları hazırlayan komplocular tarafından 2006, 2007, 2009 yıllarında doğan çocuklara 2003 yılında nüfus kâğıdı çıkarılmıştır.
Bu bilgiler; Sözde ORAJ personel listelerinin 2003 yılından sonra üretildiğinin sayısız kanıtlarından birisidir. Eğer güncellenseydi söz konusu kişilerin rütbelerinin Üsteğmen değil Binbaşı olması gerekirdi. Doğru olsaydı 2003 yılında sınıflarının “ Mühendis ”değil  “ Piyade, Uçak bakım, İkmal ” olması gerekirdi. 



Diğer taraftan söz konusu listelerde adı geçen 287 kişinin rütbe ve garnizonları 2003 yılı bilgilerine aittir. Yani güncellenmemiştir. Halbuki ortalama olarak her yıl personelin %25 inin rütbesi terfi nedeniyle bir üst rütbeye yine %25 tayin nedeniyle garnizonun değiştiği bilinen bir gerçektir.
Yine söz konusu listede 2003 yılında Balıkesir ve Bandırmadaki Büyük Alışveriş Merkezlerinin Kontrolü ve Denetimi için personel planlaması yapılmıştır. Ancak 2003 yılında Balıkesir ve Bandırmada henüz büyük alışveriş merkezi açılmamış durumundadır. Balıkesir’deki büyük alışveriş merkezinin birisi 2010, diğeri 2011 yılında açılmış, Bandırma’da ise büyük alışveriş merkezi 2011 yılında açılmıştır.
Sayı olarak 1-2 tane değil 287 kişilik 2 Liste de 55 adet rütbe, ad, soyadı ve garnizon adı hatası tespit edilmiştir. Harekat planı hazırlayanların hele bir kurmay albayın 287 kişilik bir listede bu kadar çok hata yapması bununla da darbeye teşebbüs edilmesi mümkün değildir.
Hava Kuvvetleri personeli ile ilgili söz konusu listelerde; TSK’lerinde eğitimi en zor olan, zaman alan ve milletin kıt kaynakları ile yetiştirdiği, F-16, F-4 pilotları, kurmay subayları; İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri), İMKB (İstanbul Menkül Kıymetler Borsası), Cezaevleri, Alış veriş Merkezleri, Üniversiteler, Tren İstasyonları, Oteller, Defin İşlemleri gibi uzmanlık alanları ile ilgisi bulunmayan havacıların fiilen yapmadığı, yapamayacağı görevlere adları yazılmıştır.
Yine ilginç olan Hava Harp Akademisinde görevli bilgisayarda yazı yazmaktan sorumlu Sivil Kadın Memuru da 16 yıl ceza almıştır. 

1nci Ordu Komutanlığının seminerde görevli plan subayları, CD’lerin hazırlandığı, arşivlendiği ve çıkarıldığı öne sürülen yerde görevli bilgisayar memurları darbeden haberdar olmayıp sanık olmazken Hava Harp Akademisinin bilgisayar memurunun darbeden haberdar olup cezalandırılması da ilginçtir. 

Yine tek sivil Mühendis havacılıkla ilgili olsa gerek HAVELSAN Genel Müdürü de 13.4 yıl ceza almıştır.
BALYOZ davasının tarihe geçecek en önemli boyutları
Balyoz davasının tarihe geçecek birçok hukuksal, siyasal, askeri ve kişisel boyutu vardır. Kanımca, gelecekte bugünlerin tarihini yazacak tarihçiler, hukukçular, siyaset bilimciler, askerler davanın çeşitli yanlarını inceleyeceklerdir. Bunlar;
· Sahte CD’ler ve içerisindeki imzasız delillerle varsayımlara dayalı yargılama yapılması,
· Bilirkişi raporlarındaki eksik, yetersiz ve çelişkili hususların çokluğu,
· Gerçek seminer bilgileri ve diğer belgeler kullanılarak, sahte planların hazırlanması ve harmanlanarak mahkemeye sunulması, mahkemenin ise delilleri değerlendirmemesi,
· Dalga-dalga tutuklamalar, taksit-taksit iddianameler, paket-paket yargı düzenlemeleri,
· Polis tutanaklarının hiç değişmeden iddianame ve iddianamenin de hüküm olması,
· En basit hukuk kurallarının uygulanmaması, bir gecede 163 TSK personelinin tutuklanması ve dünyanın 4 kıtasından uçarak gelenlerin dahi tutuklanarak, kaçacaklar diye hapse atılması,
· Tutuklanan subay sayısı dalga-dalga artırılarak bir daha bırakılmaması
· Genelkurmay Başkanı Orgeneral I.KOŞANER’in; çağdaş hukuk kurallarına uygun yargılama yapılmaması ile personelin hak ve hukukunu koruyamadığı gerekçesi ile istifa etmesi ve daha sonra Genelkurmay Başkanlığının olayları büyük bir sessizlik ve dikkatle televizyondan seyretmesi,
· TSK’nin 325 personeline yasanın belirlediği en üst sınırdan cezalandırılması, hatta babalık ve kocalık haklarının alınmasına yönelik hususların hükümde yer verilerek mahkemede özellikle okunması,
· TSK’lerinin kalifiye personelinin itibarsızlaştırılması ve tasfiye edilmesi, Hava Kuvvetlerinin pilotsuz, Deniz Kuvvetlerinin kaptansız bırakılması, Kara ve Jandarmanın kalifiye insan gücünün tasfiye edilerek, TSK’nın etkinliğinin ve bölgesindeki caydırıcılığının zayıflatılması,
· İstanbul Barosunun hukuk mücadelesi,
· Basının hukukun yanında yer alanlar ya da intikam alanlar olarak ikiye ayrılması,
· Ailelerin her türlü zorluklara rağmen asla mücadeleden vaz geçmemesi,
· Ama hukuki ve insani olarak en önemlisi davanın sanıkları olan hiçbirimizin suçu kabul etmemesi, mahkeme önünde diz çökmemesi ve boyun eğmemesidir. Çünkü masumduk. 16-18-20 yıl ceza almamıza rağmen İstiklal marşını, Harbiye marşını söyleyerek mahkeme salonundan ceza evine gittik. Bu husus en önemli olgu olarak tarihe geçecektir.
Türk hukuk tarihine geçen bu davadan kuşkusuz çıkaracağımız dersler vardır. Bunlar;
· Gerçeklere gözünüzü kapatamazsınız. Geçmişi bugünden geriye bakarak hatasız olarak kuramazsınız. Her geçen gün yalanın boyutları ortaya çıkar.
· Avrupa Birliği, Almanya, ABD dahil pek çok ülkenin adalet ile ilgili kuruluşlarının hazırladığı raporlarda “ Deliller Şüpheli ” görülmesine rağmen mahkemenin bu şüpheyi görmemesi,
· Özel yetkili mahkemeler, her türlü cezayı verebilirler ama haksızlık yaptıkları için vicdanlar bu cezaları kabul etmez. Sokrates’in, Galilei’nin, Dreyfus’ün, mahkemeleri gibi...
· Haksızlığa uğrayan masumlar, fütursuzca yargılananlar hukuk tarihinin başköşelerinde yerlerini alırlar.
· Sadece kanun yapmak yetmez, esas olan kanunların uygulanış biçimidir.
· En çok aileler mağdur olmuş, en büyük zararı TSK görmüş, en büyük yarayı adalet sistemi almıştır.
Devletin yöneticileri, kurumları ve yetkili kişilerin tutumları olumlu veya olumsuz olarak milletçe değerlendirilmiştir. Test edilmiştir. Bir bölümü ölmeden mezara gömülmüştür…

KATKI; 

Dreyfus Davası (1894-1906)



Dreyfus Davası 1894-1906 yıları arasında Fransız kamu oyunun ikiye bölünmesine neden olan,Hukuka aykırı siyasal bir davadır. ( Aynen bizdeki gibi ) Fransız Gizli Haber alma servisinin, çift taraflı Ajan olarak çalışan bir bayanın, Paristeki Alman Askeri Ateşesinin kağıt sepetinde yaptığı öne sürülen bir araştırmada, (Fransız Milli Savunmasına ait gizli belgelerle imzasız bir mektup bulunduğunu) açıklamasıyla başlamıştır.



Bir Fransız Binbaşı konuyu araştırmakla görevlendirilmiş ve emrine elyazısı uzmanı iki kişi görevlendirilmiştir. Bu uzmanlar mektuptaki elyazısının Dreyfusun el ürünü olduğuna dair rapor vermişlerdir. Bu imzasız kağıttaki yazının elyazısına benzerliği iddiasıyla Fransız Ordusunda Subay olan Yüzbaşı Dreyfus casuslukla ve vatana ihanetle suçlandı.1894 te Dreyfusun rütbesi söküldü ve cezaevine kondu.Genelkurmay Askeri Mahkemesinde yargılanan Dreyfus kendisine gösterilmeyen belgelere dayanılarak ömürboyu hapisle cezalandırdı ve bir adaya sürgüne gönderildi.


Ünlü Fransız yazar Emile Zola 1898 yılında Fransız Cumhurbaşkanına hitaben (Suçluyorum) başlığıyla yazdığı mektubu L'Aurore adlı gazetede yayımladı. Zola kamuoyuna açık  bu mektubunda Dreyfusu kanıt olmaksızın mahküm ettiği için Genelkurmay Askeri Mahkemesini ağır bir dille suçluyordu. Kamuoyunun baskıcı sonucu Dreyfusu suçlayan belge yeniden teşkil edilen Bilirkişi Heyetine gönderildi. ve Dreyfus davasının esasını  oluşturan,imzasız belgenin sahte olduğu ispatlandı.Bu sahte belgeyi düzenliyen Albay dayanamayıp intihar etti. Yargıtay davanın yeniden bakılmasına karar verdi.


1899 da Dreyfus Harp Divanınca yeniden yargılandı. Bu kez hafifletici sebeplerle ömür boyu hapis cezası 10 yıl hapse çevrildi. Kamuoyu baskısıyla kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Ancak hala suçlu sayılıyordu.Fransa Devleti Dreyfusa af önerdi. Dreyfus kabul etmedi. Mahkemede aklanmak istediğini söyledi. Aydınların baskısı devam etti. 1904 te Dreyfus davasının yeniden bakılması kararlaştırıldı. ve 1906 da Fransız yargıtayı tarafından Dreyfusu Mahküm eden ilk karar iptal edildi, Dreyfus aklandı. Bütün hakları iade edildi,yeniden orduya alınarak ( Legion D'honneur ) nışanı ile ödüllendirildi. Bu davaya bakan ve Dreyfusu haksız yere mahküm eden Mahkeme heyeti, sahte belgeyi düzenleyenler Taraflı bilirkişiler ve bilerek doğruyu söylemeyenler bütün dünyada lanetlendi.
Türk Yargısının ibret alacağı büyük bir dava  (DREYFUS DAVASI )

Selam ve saygılarımla.
Y.Ziya TOKER
5 No.lu CİK. C-10
S İ L İ V R İ,


Eymür'den HÜSAMETTİN ÖZKAN Raporu




Eymür'den   HÜSAMETTİN ÖZKAN  Raporu




   _ MİT Kontr terör eski Daire Başkanı Mehmet Eymür, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'la ilgili tüm iddiaları internet sitesine taşıdı. Eymür, kapsamlı bir " Özkan Raporu " hazırlığında

Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile bazı kişilerle olan yakınlığı ve özel ilişkileri internet ortamında derleniyor.
MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür, internetteki www.atin.org adlı sitesinde, bu kez Hüsamettin Özkan hakkında Türk ve yabancı basında çıkan ilginç haberlere ve iddialara yer verdi. Bu iddiaları yorumlayan Eymür, Özkan hakkındaki gelişmeleri derlemeye ve yorumlamaya devam edeceğini de bildirdi.
Özkan'ın, MGK'da Cumhurbaşkanı'na karşı sarfettiği sözlere dikkati çeken Eymür, Özkan hakkındaki iddiaları bir araya toplamasının gerekçesini ise "Acaba bu gücü nereden alıyor, kimdir, neyin nesidir diye merak ettik" sözleriyle ifade etti. Eymür'ün gazete, dergi ve internetten derlediği haberlerde şu iddialara yer veriliyor:


' Derin Siyaset '


"Türkiye'de nasıl ki bir 'derin devlet' varsa, bir de 'derin siyaset' vardır. Hangi partiye ait oldukları farketmez, yolları ve amaçları birdir. Türkiye'de kim zengin olacak, hangi gazete patronu batırılacak, kime yol verilecek, bu yapılanma karar verir. İşte bu 'derin siyaset' adlı gizli örgütün İcra Kurulu Başkanı Süleyman Demirel, Başkan Vekilleri Mesut Yılmaz ve Hüsamettin Özkan'dır. Sadettin Tantan, asayiş, Zekeriya Temizel de mali konularına bakar. Ecevit örgütte yoktur, önem taşımaz."

" Mesut Yılmaz, Türkbank'tan sonra Körfez ihalesinde de aklandı. Yılmaz'ı aklayan komisyon raporu, 8'e 7 oyla kabul edilirken, DSP'nin fireleri son anda devreye giren Başbakan Yardımcısı Özkan tarafından engellendi. "
'' En Fakir Milletvekiliydi ''
"Hüsamettin Özkan seçilip ilk kez Ankara'ya geldiğinde, TBMM başkanlığına verdiği 'mal beyanı' itibarıyla, '' Meclis'in en fakir Milletvekili '' sayılabilirdi."
"Burada, tam iki kez, Tepe Grubu tarafından inşa edilen Beykoz Konakları adlı sitede iki konağın sahibi olduğunu yazdım Hüsamettin Özkan'ın... Bu haberi okuduğum ' Maya ' dergisi, konakların her birinin 650 bin dolar değeri olduğunu da yazdı."

"Sabah Grubu, Etibank kriziyle birlikte Özkan'ın ağzının içine bakmaya başladı... Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu, bugüne kadar ayakta kalmalarını ona borçlu olduklarına inanıyorlar."

"Hüsamettin Özkan'ın adı şimdi de Halkbank'tan verilen usûlsüz kredi dolayısıyla gündemde. Emlakbank, Genel Müdür Erdin Arı döneminde 40 milyon dolar kredi borcu bulunmasına rağmen Sabah Grubu'na ek kredi açmış! "
Köstebek Özkan mı?
"Berlin'de yayınlanan Die Tagezeitung'un Perşembe ekinde "Egebank'ta Polis Parmağı" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda, Nail Keçili'nin Paper Moon'daki köstebeğinin Hüsamettin Özkan olduğu ileri sürülüyor. Sır gece 21 Aralık 1999 gecesiydi... Bu gecenin, bankaya el konulmadan önceki gece olduğunu Demirel'e söyleyen ve bankadan yaklaşık 15 milyon doların bir gecede 'uçmasını' sağlayan kişi kimdi?"
"Orhan Aslıtürk, Maliye Bakanı Sümer Oral'ın kayınbiraderi; Hüsamettin Özkan'ın ağabey'i olan Bayrampaşa eski Belediye Başkanı Necdet Özkan'ın eşinin de kardeşi çıktı. Şişli eski Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk'ün eşi Orhan Aslıtürk, naylon fatura operasyonu ile Egebank'ın boşaltılmasına yardımcı olmuş."
Kaynana skandalı

" Skandal. Hüsamettin Özkan'ın kayınvalidesine torpil. Egebank'ın Gold-Bis tarım ürünleri şirketine verdiği usulsüz krediyle ilgili olan herkes dün gece gözaltına alındı. Süper kaynana hariç. DGM'ye gönderilen suç duyurusunda onun da adı vardı. Ancak bir tek onun için yakalama emri çıkarılmadı."
" Hüsamettin Özkan ile Enerji Bakanı Ersümer Bacanak çıktı. Yani, ' Süper kaynana ' kabinede iki bakanın birden kayınvalidesi. Gözaltına alınmaması çok doğal."

"Bütün yollar Ankara'ya çıkıyor. Murakıplar dert yanıyor: Biz 100 küsur sayfalık rapor hazırladık. Etibank'a el kondu. Ama bizim raporumuzda iş Yılmaz'a, Taner'e, Özkan'a uzanıyor. Bundan sonrası siyasi irade meselesi."
Eymür'ün özeti
Eymür, Özkan hakkındaki iddiaları sıraladıktan sonra şu özeti yaptı: "Hasan Hüsamettin Özkan Kayserili. İmam Hatip Lisesi'nden sonra İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde okumuş. Ağabeyi, Bayrampaşa eski Belediye Başkanı olan Necdet Özkan. 1991 yılında politikaya atılmış. Daha önce İstanbul'da, yap-sat işleri (müteahhitlik) ile uğraşıyormuş. 1998 yılında Bakırköy dans şampiyonu olmuş. Maliye Bakanı Sümer Oral'ın kayın biraderi olan Orhan Aslıtürk, Özkan'ın yengesinin kardeşi. (Ağabeysi Necdet Özkan'ın eşinin kardeşi.) Damadı, Prof. Erdoğan Alkin'in oğlu Emre Alkin İMKB Başkanı Osman Birsen'in danışmanı. Dayısı, Saray Halıları'nın sahibi Necati Kurmel. Kurmel'in, Susurluk aktörleri ile irtibatı var. Enerji Bakanı Cumhur Ersümer bacanağı. Kayın valide si Hatice Betül Özbay, Egebank skandalına adı karıştığı için " Çete " davasına dahil edildi. İstanbul Beykoz Konakları adlı sitede her biri 650 bin dolar değerinde iki konağı var. Şimdilik bu kadar. Sizlerin de yardımıyla bu tabloyu genişleteceğiz inşallah."

' Batıkçılar ve İktidar '

Mehmet Eymür'ün, sayfalarına taşıdığı bir köşe yazısı da şöyle: "Tarih 30 Mayıs 2000. Yer: İstanbul Samandıra'daki Print City adlı Sabah tesisleri... Başbakan Yardımcısı DSP'li Hüsamettin Özkan, Maliye Bakanı ANAP'lı Sümer Oral, batık Etibank'ın ve Sabah'ın sahibi Dinç Bilgin ile batık Etibank'ın o günkü genel müdürü Zeki Ünal, oldukça neşeli bir hava içinde uzun uzun sohbet ediyorlar.
Print City, Bilgin Grubu'nun trilyonlar gömdüğü bir tesis ve 30 Mayıs 2000'de açılışı yapıldı. Özkan ve Oral, halkın birikimlerinin gömüldüğü tesisleri keyifli kahkahalar atarak gezdiler.

Bunların Etibank'ın batmakta olduğundan haberleri yok muydu?"
Dönmez'in yerini Özkan aldı Mehmet Eymür, Ecevitler'in Özkan'ı da gözden çıkarabileceği iddiasını ortaya atan şu yazıya da yer verdi: "Siz Rahşan-Bülent Ecevit çiftinin manevi oğulları Ali Dönmez'i tanır mısınız? 1980'li yıllar... Mustafa Utku emekli bir polistir. Ecevit ailesinin özel şoförlüğünü yapar. Utku'nun cin gibi akıllı kayınbiraderi vardır. Adı Ali Dönmez! Rahşan hanım ve Bülent Ecevit bu akıllı, girişken çocuğu çok severler. 1983 yılında DSP kurulurken 16 yaşına giren Ali Dönmez de hayli etkilidir. 1983/1991 yılları arasında DSP'de Ali Dönmez veliaht gibidir. Koca İstanbul İl Başkanı bile önünde ceketini düğmeler. Özetle; bugün Hüsamettin Özkan neyse, dün de Ali Dönmez odur. Özkan'ı DSP'ye getiren Ali Dönmez'dir. Ne olduysa oldu, Ali Dönmez birden bire manevi evlatlıktan by-pass edildi. Ali Dönmez bugün İstanbul Zeytinburnu'nda inşaat malzemeleri satıyor... Özkan Sadece getir götürücüdür..." 


..

Demokratik Anayasa değil Tayyip'in Faşist Anayasası








Demokratik Anayasa değil Tayyip'in Faşist Anayasası



Anayasa yıkıcıları Anayasa yapamaz

Ali Özsoy


Türkiye’de fiilen iki yargı sistemi vardır. Biri AKP-PKK yargısı, diğeri Cumhuriyet’in bağımsız yargısı… Yeni Anayasa paketi, ikincisini tamamen yok etmek için hazırlanmıştır.

AKP meclise yeni Anayasa paketini getirdi. Ancak bu paketin içinde demokrasi ve sivillik yok. Cumhuriyetin temeline konan bir bomba var.
Peki, AKP yargı reformu adı altında yürüttüğü Anayasa çalışmalarında en çok hangi partiyle birlikte davranıyor? Terörist, PKK yanlısı BDP...
Türkiye’nin yeni Anayasasını yazan partilerden biri Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa ve laikliğe karşı eylemlerin odağı olarak nitelendirilmiş ve cezalandırılmış bir parti. Kapatmanın eşiğinden dönmüşler. Anayasa’ya aykırı bulunduğu için bugüne kadar çıkardığı yasalar en çok iptal edilen parti yine aynı AKP. Hatta türban yasası gibileri sadece Anayasa’ya aykırılıkla iptal edilmemiş, aynı zamanda Anayasa’nın laik yapısını ortadan kaldırma teşebbüsü olarak Anayasa Mahkemesi tarafından delil olarak kabul edilmiştir. İşte “sivil ve demokratik” anayasa hazırlayan parti! Lideri defalarca demokrasiyi bir araç ve her an terk edilecek bir tren olarak nitelendirmiş faşist bir parti!
Peki diğer parti! Diğer partinin üyeleri sadece Anayasa’ya karşı olduğu için değil, aynı zamanda açıkça terörizmi desteklediği için kapatılan DTP’nin eski üyeleri. Yani aslında PKK’nın siyasi kolu…
Anayasa düşmanları, bu konuda hüküm giymiş olanlar, halkı kin ve nefrete kışkırtmaktan cezaevinde yatanlar, terör örgütü üyesi cezaevi kaçkınları yeni Anayasa düzenliyor. Gerekçeleri de eski Anayasa’nın (kaç maddesi kaldıysa) sivil olmaması, halkın isteklerini temsil etmemesi. İyi de halkı Anayasa düşmanları ve teröristler mi temsil ediyor?
Anayasa’yı yıkma teşebbüsünden defalarca hüküm giyenler Anayasa’yı “demokratik” yolla değiştirebilir mi? Buna izin verilecek mi sanıyorlar?


PKK ve AKP “savcıları”



Yeni Anayasa’nın en önemli maddelerinden biri Orgenerallerin ve Genelkurmay Başkanı’nın Yüce Divan’da yargılanmasının önünün açılmasıdır. 
Öncelikle bugün zaten yüksek komuta kademesi her önüne gelen “özel yetkili” savcının müdahalesine açıktır. Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen pek çok durumda sivil mahkemeler askerleri yargılamaktadır. Bugün AKP’nin militanı gibi davranan bir savcı, bir hâkim ve bir emniyet müdürü bulmak Anayasa’yı çiğnemek için yeterlidir. Peki, o zaman neden bu Yüce Divan değişikliği yapılıyor? Herhangi bir PKK’lı suç duyurusunda bulunacak ve Genelkurmay Başkanı anında terörist ve savaş suçlusu sıfatıyla sanık olarak Yüce Divan’a çıkacaktır. Bu AKP için Silivri’de kurulan sistemden bile daha iyi bir sistemdir. Çünkü temyiz şansı da kalmayacaktır. Tüm üyeleri AKP’li milletvekilleri ve AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından seçilen Anayasa Mahkemesinin oluşturacağı 
Yüce Divan’ın vereceği karar ise zaten bellidir. 
Anayasa Mahkemesi ve Yüce Divan artık bir meclis komisyonu olacaktır. AKP ve PKK’lılar hep aklanacak, TSK üyeleri ve 
Türkler hep infaz edilecek.


Tayyip yargı reformu yapacağım ve yargıyı tarafsızlaştıracağım diyor. Öncelikle kendini “Ergenekon savcısı” olarak tanımlayan bir Hitler özentisi, yargı erkini tarafsızlaştırmaz tam tersine ortadan kaldırır. Çünkü yürütmenin başı olarak taraftır ve taraf olmanın da ötesinde “Ergenekon savcısıdır.” Bu öyle bir savcılıktır ki, sınırsız yetki ancak sıfır sorumluluk içerir. Faşizmin temel kuralı budur Faşist partinin lideri aynı zamanda partinin kuracağı özel mahkemelerin de başıdır.


TAYYİP  İN  FAŞİT ANAYASASI - 2010

Anayasa paketinin de temel hedeflerinden biri HSYK’nın faşist partiye bağlanmasıdır. HSYK üyeleri artık sadece yüksek yargı üyeleri arasından seçilmeyecek ve üye sayısı 21’e çıkacak. HSYK üyelerinin 10 tanesi normal mahkemelerden gelecek. Ayrıca Cumhurbaşkanı HSYK’nın 4 üyesini seçecek. İki üye yine Adalet Bakanlığı’ndan gelecek. Bu ne demektir? Artık Cumhuriyeti savunan bir başsavcının veya AKP’nin hukuksuzluğunu engelleyen bir Danıştay veya Yargıtay hâkiminin meslekte kalıp kalmayacağına normalde hiçbir yetkisi olmayan ama AKP ve Fethullah tarafından “özel yetkili” ilan edilmiş Erzurum’daki gibi savcılar belirleyecek.
Amaç yargı sistemini ters yüz etmektir. Demokratik yargının en önemli özelliklerinden biri temyiz sistemidir. Temyiz sisteminin çalışması için mahkemelerin, hâkimlerin ve savcıların belli bir hiyerarşi içinde örgütlenmesi gerekir. Ancak AKP başarılı olursa “özel yetkili savcılarının” tüm başsavcılar ve yüksek hâkimlerin üstünde olmasını sağlayacaktır. Bu yargı sisteminde kara deliklerin açılması demektir. Bu kara delikler AKP’nin infaz odaları olacaktır. Bu odalarda infaz memurluğu yapan “özel yetkililer” ise kısa yoldan Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyesi olacaktır. Yargıda yükselmek liyakat gerektirmeyecektir. Yeni Anayasa taslağında, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ya seçilmek için gereken tüm şartların kaldırılmasının temel nedeni budur.
Normalde adli mahkemelerin üstünde Yargıtay vardır. Ancak artık tüm mahkemelerin üstünde tek mahkeme olacaktır. O da Beşiktaş’taki Ergenekon Mahkemesi… Yani esas savcısı Tayyip olan Ergenekon Mahkemesi…
Yeni sistemde en üst mahkeme olan Ergenekon Mahkemesi “özel yetkili savcılar” yani faşist parti müfettişleri atayacaktır. Bu “özel yetkililer” ise aslında AKP ve PKK’nın örgüt militanlarıdır. Bugüne kadar yaşanan tüm gelişmeler bu gerçeği ispatlamıştır.
Tayyip, Habur sınır kapısındaki PKK’lıları aklamak için kurulan çadır mahkemesi hakkında bu tür mahkemelerin daha önce kurulduğunu, Silivri’nin de örnek olduğunu açıklamıştı.
Gerçekten de Habur ve Silivri birbirine benzemektedir. Birinde PKK’lılar hükümet emriyle birkaç dakika içinde tahliye edilmiştir. Diğerinde PKK’yla yıllarca savaşan subaylar tek celse görmeden aylarca tutuklu tutulmuştur.
Türkiye’de fiilen iki yargı sistemi vardır. Biri AKP-PKK yargısı, diğeri Cumhuriyet’in bağımsız yargısı… Yeni Anayasa paketi, ikincisini tamamen yok etmek için hazırlanmıştır.

Yüce Divan Şemdinli mahkemesi olacak

Yeni Anayasa’nın en önemli maddelerinden biri Orgenerallerin ve Genelkurmay Başkanı’nın Yüce Divan’da yargılanmasının önünün açılmasıdır.
Öncelikle bugün zaten yüksek komuta kademesi her önüne gelen “özel yetkili” savcının müdahalesine açıktır. Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen pek çok durumda sivil mahkemeler askerleri yargılamaktadır. Bugün AKP’nin militanı gibi davranan bir savcı, bir hâkim ve bir emniyet müdürü bulmak Anayasa’yı çiğnemek için yeterlidir.
Peki, o zaman neden bu Yüce Divan değişikliği yapılıyor? Tüm yanıt Şemdinli sürecinde saklıdır. Bilindiği gibi Şemdinli komplosunun hemen ardından Van’da savcılık yapan bir Kürt-İslamcı, Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ı terörist olarak yargılamak istemişti. Bu tam bir AKP-PKK operasyonuydu. Arkasında ise ABD vardı.
Sorun şuydu; birincisi iddianame PKK iddianamesiydi. Yarısı eski PKK’lıların ve geri kalanı PKK itirafçılarının iftiralarına dayanıyordu ve hiçbir somut delil içermiyordu.
İkincisi iddianameyi kabul eden Van’daki mahkeme yetkisizdi. Konu askeri yargıyı ilgilendiriyordu. Bu er ya da geç bir üst mahkeme tarafından saptanacaktı ki, öyle oldu.
Üçüncüsü tüm bunlara rağmen hukuku hiçe sayarak ilerleyen militan savcıyı denetleyecek bir mekanizma mevcuttu. Sonuçta militan savcı cezalandırıldı.
AKP Şemdinli’de yaşadığı hezimeti Türk Ceza Kanunu’na kendi yerleştirdiği faşist maddelerle aşmaya çalıştı. Ergenekon süreci bunun göstergesidir.
Bilindiği gibi AB reformu ve demokrasi adına Türkiye’de DGM’ler kaldırılmıştır. Ancak bunun yerine DGM’lerden on kat daha yetkili ve hukuk dışı “özel yetkili mahkemeler ve savcılar” sistemi devreye girmiştir. Van’daki heyetin yapamadığını böylelikle Beşiktaş’taki heyet yapabildi. Ergenekon iddianamesinin yine yarısı PKK’lıların iddialarından oluşuyordu. Ancak bu sefer bu PKK’lılar “gizli tanık” payesi kazanmıştı. Ayrıca “özel yetkili savcılar” sistemiyle denetim sorunu aşıldı. Beşiktaş’taki heyeti kimse denetleyemedi çünkü denetleyecek herkesin telefonları dinlenmekteydi. Yargıtay dâhil tüm yargı Ergenekon Mahkemesine bağlanmıştı.
Ancak bu sistem AKP’ye yetmiyor. Çünkü Beşiktaş’taki Mahkeme kararını verdiği andan itibaren Ergenekon sanıkları, kara delikten dışarı çıkıp Yargıtay’a gidebilecektir. Temyiz süreci başlayacaktır. Kaldı ki, bu süreç bile başlamadan AKP telaşa kapılmıştır. AKP medyası daha bugünden bazı tahliye isteklerine red oyu vermeyen mahkeme başkanını Ergenekoncu ilan ediyor. Hatta kendi başsavcıları Aykut Cengiz Engin’e bile güvenmedikleri ve başsavcının telefonlarını dinledikleri ortaya çıktı.
O zaman bir Genel Kurmay Başkanı’nı ve yüksek komutanları çok kısa bir sürede yargılayıp anında mahkûm etmenin (yani tersinden Habur mahkemesi) yolu ne olabilir? İşte Yüce Divan burada devreye girecektir. AKP, 19 üyeli yeni Anayasa Mahkemesi’nin tamamen kendisine bağlı olacağını bilmektedir. Tüm yeni üyeleri Çankaya’daki atayacaktır. Buradan oluşturulacak Yüce Divan’ın kararları da temyize götürülemez. Güya götürülür ancak Anayasa paketine göre bu heyet de Anayasa Mahkemesi üyeleri içinden seçilecektir.
Böylelikle Van’daki veya Habur’daki PKK mahkemesi Ankara’ya taşınacaktır. Ne HSYK ne de Yargıtay artık müdahale edemez. Herhangi bir PKK’lı suç duyurusunda bulunacak ve Genelkurmay Başkanı anında terörist ve savaş suçlusu sıfatıyla sanık olarak Yüce Divan’a çıkacaktır. Bu AKP için Silivri’de kurulan sistemden bile daha iyi bir sistemdir. Çünkü temyiz şansı da kalmayacaktır. Tüm üyeleri AKP’li milletvekilleri ve AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından seçilen Anayasa Mahkemesinin oluşturacağı Yüce Divan’ın vereceği karar ise zaten bellidir.
Anayasa Mahkemesi ve Yüce Divan artık bir meclis komisyonu olacaktır. AKP ve PKK’lılar hep aklanacak, TSK üyeleri ve Türkler hep infaz edilecek.

PKK’lı ve Şeriatçı teröristler asker olacak

AKP’nin yeni Anayasa paketiyle getireceği başka bir düzenleme ise Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) kararlarının yargı denetimine açılmasıdır.
Burada amaç YAŞ kararlarıyla Ordudan atılanların tekrar geri dönmelerinin sağlanmasıdır. Argüman ise şudur: Hukuk devletinde yargının denetimi dışında bir idari karar olamaz. Oysa bunu söyleyenler yeni paketle Danıştay’ın fiilen tüm yetkilerini elinden almakta ve hükümeti tam anlamıyla hukuk ve denetim dışı bir faşist konseye dönüştürmektedir.
TSK yıllarca Şeriatçı ve bölücü sızmalara hedef oldu. Bu sızmaların aslında büyük ölçüde başarılı olduğunu da söyleyebiliriz. Özellikle Ergenekon süreci, dışarıya sızan askeri belgeler ve ortaya çıkan asker kökenli gizli tanıklar TSK’nın sızmalar konusundaki kaygısının ve YAŞ kararlarının ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.
Dünyada hiçbir Ordu bünyesine düşman unsurların sızmasına izin veremez. AKP’nin düzenlemesi gerçekleşirse yıllarca özenli istihbarat çalışmalarıyla Ordudan ayıklanmış olan Şeriatçı ve bölücü terör örgütü üyesi ve sempatizanı binlerce kişi anında Ordu’ya geri dönecektir.
Böylelikle AKP’li ve PKK’lı savcılar sisteminin en önemli desteği olarak faşizmin yeni silahlı güçleri ortaya çıkacaktır. Artık Türkiye ve Türk Ordusu düşmanı AKP’li ve PKK’lı askerler olgusu karşımıza çıkacaktır. Başarılı olurlarsa Türk Ordusu hafiyeler ve hainlerle parçalanacaktır.

Son aşama: AKP ve BDP hariç tüm partiler kapatılacak

AKP’nin Anayasa paketinin önemli bir yenilik ise parti kapatmalarıyla ilgili olan değişiklikler. Eğer bu değişiklikler onaylanırsa bundan sonra parti kapatmak Meclis çoğunluğunun denetiminde olacak.
Yani eskiden Anayasa Mahkemesi Meclisi ve partileri denetlerken artık Meclis ve partiler Anayasa Mahkemesi’ni denetleyecek. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Meclis çoğunluğuna verilen bu tür bir yetkinin adına faşizm derler.
Yani AKP ve BDP’li milletvekilleri istedikleri zaman bir araya gelecekler ve örneğin CHP, MHP veya meclise yeni girmiş, Türkleri ve Atatürkçüleri temsil eden bir partinin kapatılması için harekete geçebilecekler.
Tersinden mantık yürütürsek, mecliste kapatılma davalarıyla muhatap olmuş, kapatılmış veya kısmen cezalandırılmış iki partisi olan AKP ve BDP Anayasa Mahkemesi’nin bir daha kendilerini denetlemelerine asla izin vermeyecek, açılan kapatma davalarını veto edecekler. Şeriatçı faşistlerle, PKK’lı faşistler dokunulmazlık kazanacak.
Bu sürecin gideceği nokta bellidir. İki faşist parti hariç Meclis’te hiçbir parti kalmayacaktır. Yani demokrasi düşmanı olarak defalarca yargılanan sanıklar, hâkim olacak, demokrasi ise sanık sandalyesine oturtulacaktır. Meclis içinde veya dışında hizadan çıkan her parti ensesinde iktidarın açacağı kapatma davasının tehdidini hissedecektir.
Tayyip idam mı edilmek istiyor?
Bu Anayasa teklifi geçer mi? Tayyip’in yaptığı hesap şu: Eğer referanduma gidersek, AKP + PKK + BBP + SP + kayıtsız kalan MHP’nin oylarıyla bu değişiklikleri geçiririz. Vatandaşın önüne koyacakları denklem ise şu olacak: Muhafazakâr ve sağcılar evet desin, laikçiler hayır…
Peki, ama papaz hep aynı pilavı yer mi? 22 Temmuz 2007’de yaşanan Amerika komplosu yine aynen tekrarlanır mı?
Oysa bugün Ulusal Parti var. Bu sefer referanduma gidilirse halk esas denklemin şu olacağını görecek; Asker düşmanları ve PKK’lılar evet, Türk’üm diyenler hayır desin.

Tayyip’e hayır diyenler hayır desin.
Bu iktidara hayır diyenler, hayır desin.
PKK’ya özgürlük istemeyenler hayır desin.
İşte o zaman AKP ve PKK azınlık kalır.

Kaldı ki “sağ blok” taktiği işlese ve referandumdan evet oyu çıksa bile Anayasa Mahkemesi bu faşist değişiklikleri yüzde yüz iptal edecektir. Tayyip de bunu bal gibi bilmektedir. Yine de ülkeye trilyonlara mal olacak bu referandum şarlatanlığını gerçekleştirecektir. Tek isteği azalan oylarını referandumda oluşturacağı “sağ blok” sayesinde arttırmak ve seçime öyle gitmektir. Bu, çaresizlik ürünü zavallıca bir taktiktir.
Kürt-İslam faşistlerinin amacı Hitler gibi son seçimi düzenleyip, bağımsız yargı ve TSK’yı yok etmek. Ancak başaramayacaklar. Referandumun sonucu ne olursa olsun, faşist Anayasa ilan edemeyecekler.
Tayyip’in yaptıkları bir tek işe yarar. Partisinin kapatma davası ve kendi Yüce Divan dosyası için yeni deliller yaratıyor. Yoksa İmralı’ya mı gitmek istiyor? Ancak Ulusal Parti idam cezasını geri getirdiğinde Apo’yla birlikte gidecekleri yer İmralı değil, Yassıada olacak.
Farkında değil mi acaba?


..

Bahçeli'den AK Parti'ye çok Sert Eleştiriler





Bahçeli'den AK Parti'ye çok Sert Eleştiriler..,




Bahçeli'den AK Parti'ye çok sert eleştiriler


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Irak'ta yıllardır süren kanlı oyunlara göz yumanların, Türkmenlerin ezilip horlanmalarına aldırmayanların, Mehmetçiklere bir cenaze merasimini bile çok görenlerin, Allah'ı zikredenleri eleştirenlerin yalnızca Gazze üzerinden Müslümanlara, Orta Doğu ölümleri üzerinden şehitlere sahip çıkmaya çalışmaları tam bir aldatmadır, tam bir istismardır, tam bir iki yüzlülüktür” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Başbakan Erdoğan’ı İsrail konusunda “şov” yapmakla suçlayarak “ Başbakan’ın alkış alacağı yerlerde hamasi İsrail karşıtı nutuklardan, cenazeleri hava alanında karşılamak ve yaralıları hastanede ziyaretten başka bir ciddi girişimin olmadığı bu süreçte, AKP zihniyetini kalıcı ve köklü tepkilerden alıkoyan hangi ilişkiler ağıdır ve uluslararası angajmanlar dır” diye sordu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin Meclis grup toplantısında yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi. İsrail’in yardım götüren sivil kuruluşların gemilerine yaptığı kanlı baskının bütün ülkede haklı tepkilere neden olduğunu ifade eden Bahçeli, uluslararası sularda gerçekleşen bu saldırının Türk milletine karşı yapıldığını söyledi. Saldırının ardından geçen yedi günlük süre içinde hükümetin hamasi nutuklardan ve sahte çıkışlardan başka ciddi sayılacak hiçbir girişimde bulunmayacağının anlaşıldığını kaydeden Bahçeli, “Ümit ediyorum ki ilerleyen günlerde toplumdaki öfke ve heyecan yerini akla ve sorgulamaya bırakacak, olayın arkasındaki gerçekler ile gerisindeki sahte çıkışlar çok daha iyi anlaşılacaktır” dedi.

“NEDEN HAMASETE SIĞINARAK SOĞUTMAYA ÇABALIYORLAR?”

Bahçeli hükümete “Dokuz vatandaşımızın can kaybıyla sonuçlanan yardım faaliyetinin sakıncaları konusunda Dışişleri Bakanlığı önceden uyarıda bulunmuş mudur? Gazze’ye gitmeye hazırlanan bazı AKP milletvekilleri bu kararlarından vazgeçmişler midir? Hükümet sivil toplumun temsilcilerini başlarına gelebilecek tehlikeler karşısında uyarmış mıdır; güvenliklerini sağlamış mıdır? Başbakan Erdoğan hükümeti ve partisi, ilerleyen günlerde yaptırımdan kaçıp hamasete sığınarak süreci neden soğutmaya çabalamışlardır. Başbakan’ın alkış alacağı yerlerde hamasi İsrail karşıtı nutuklardan, cenazeleri havaalanında karşılamak ve yaralıları hastanede ziyaretten başka bir ciddi girişimin olmadığı bu süreçte AKP zihniyetini kalıcı ve köklü tepkilerden alıkoyan hangi ilişkiler ağıdır ve uluslar arası angajmanlardır” sorularını yöneltti.

“NİKAH ŞAHİDİNDEN BİLE DESTEK ALINAMADI”

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bağlayıcılığı ve yaptırımı olan kınama kararı çıkartılamadığını, Başbakan’ın ‘dünyayı ayağa kaldıracağız’ iddiasının daha baştan boşluğa düştüğünü söyleyen Bahçeli “İsrail’in yaralı ve vefat etmiş vatandaşlarımızı iadesi bir diplomatik zafer gibi sunulmaya çalışılmış ne Arap ülkelerinden ve bunların oluşturduğu birliklerden ne de birbirlerine ön isimleri ile hitap edecek kadar samimi olunan nikah şahidi yabancı başbakanlardan veya eş başkanlık yaptığı küresel projelerin sahibinden İsrail karşıtı bir açıklama ve destek alınamamıştır” diye konuştu.

“ELDE TEVRAT MÜNAKAŞAYA TUTUŞTULAR”

Hükümetin ‘etkili politika’, ‘güçlü devlet’ balonlarının birer birer söndüğünü kaydeden Bahçeli, Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışını hatırlatarak şöyle konuştu:

“Bugün yaşanan olaylar karşısında son derece sert ve haklı tepkiler veren Başbakan Erdoğan o tarihte de havaalanında gece yarısı toplanan yandaşlarına hitaben yaptığı konuşmada ‘kabile reisi olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğu’nu söylemişti. Ancak müteakip gelişmeler Erdoğan’ın bütün söylemlerinin lafta kaldığını, hiçbir somut icraata dönmediği ortaya koymuştur. Nitekim geçtiğimiz hafta yaptığı grup toplantısında Gazze konvoyuna yapılan saldırı hakkında konuşurken, İsrail’le yapılması planlanan üç askeri tatbikatın iptal edildiğini ağzından kaçırması, ‘van minut’ şovundan ve ‘alçak koltuk’ hakaretinden sonra bile hala İsrail’le ilişkilerinin hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğinin kendi ağzından itirafı olmuştur. Şimdi de aynı Başbakan, aynı şovu tekrarlamakta, şayet kaldıysa birkaç işbirlikçinin alkışlarıyla aynı aldatmayı sürdürmektedir. İsrail’i uyarmak ve şiddetten döndürmek için siyasetçiler elde Tevrat birbirleri ile münakaşaya tutuşmuşlardır. Biz, bu ‘öldürmeyin’, ‘çalmayın’ ekseninde birbiriyle münakaşa eden muhataplarına 13 Kasım 2007 tarihinde kürsüden şiirler okuyan İsrail Cumhurbaşkanını TBMM’de hararetle alkışlamadan önce bu uyarıları niye yapmamış olduklarını hatırlatmak ve sormak isteriz.”

“BAŞBAKAN İÇİN MUAZZAM BİR GELİŞİM VE DÖNÜŞÜM”

Hükümete, “ Kürüsel gücün İsrail’le birlikte oluşturduğu Ortadoğu politikalarınız sizi bu teslimiyete katlanmaya ve bu oyunu oynamaya itmektedir ” diye seslenen Bahçeli, “AKP’nin göbeğinden böylesine bağlı olduğu, Devlet Başkanını  TBMM zemininde bir kurtarıcı gibi ayakta alkışladığı, geleceğini küresel projelere göstereceği sadakatte aradığı bu ülkeye karşı, Başbakan Erdoğan’ın üstü örtülü bile olsa eleştirmeye çalışması, kendisi için muazzam bir gelişmedir, dönüşümdür, aşamadır. Bu değişimin devamı halinde, ülkemizi düşürdüğü zilletten kurtaracak bir umudun ışığı belki doğabilecektir” dedi.

“ONE MİNUTE’NİN YERİNİ TÜRK YUMRUĞU ALACAK”

Dünyada ezilen, horlanan Müslümanların sadece Gazze’de bulunanlardan ibaret olmadığını söyleyen Bahçeli Irak ve Kerkük başta olmak üzere başka coğrafyalarda da oluk oluk kan aktığını ifade etti. Bahçeli “Mukaddesatı için hayatını kaybeden şehitler yalnızca Mavi Marmara gemisindekilerden ibaret değildir. Her gün PKK terörü vatan evlatlarımızın hayatını almaya devam etmektedir. Geçtiğimiz hafta içinde İsrail saldırganlığını Türk topraklarında protesto eden bazı grupların ellerine Türk bayrağını almamış olmaları konusundaki eleştiri ve uyarı hakkımızı saklı tutarak diyoruz ki; Irak’ta yıllardır süren kanlı oyunlara göz yumanların, Türkmenlerin ezilip horlanmalarına aldırmayanların, Mehmetçiklere bir cenaze merasimini bile çok görenlerin, Allah’ı zikredenleri eleştirenlerin yalnızca Gazze üzerinden Müslümanlara, Ortadoğu ölümleri üzerinden şehitlere sahip çıkmaya çalışmaları tam bir aldatmadır, tam bir istismardır, tam bir iki yüzlülüktür. Kuklacı  aynı merkezdir. İpler aynı merkezin elindedir. Farklı olan kuklalardır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin hedefi, çıkış noktası ve stratejilerinin kaynağı yalnızca ve yalnızca Başkent Ankara’dır. İşte o zaman, sahte ‘van minut’ların yerini, gerçek ‘Türk yumrukları’ alacak ve hak edenin başına inecektir” diye konuştu.

BARZANİ GÖRÜŞMESİNE SERT TEPKİ 

Bahçeli grup konuşmasında Barzani’nin Türkiye ziyaretini de değerlendirdi. Başbakan Erdoğan’ın Barzani ile görüşmesini ‘Türk tarihine geçecek kara bir leke’ olarak nitelendiren Devlet Bahçeli, şunları söyledi:

“Acaba, dünyada kendisine yöneltilmiş kanlı eylemler hızla sürerken, katillerin dostu ile kucaklaşan başka bir ülke yöneticisi daha var mıdır? Her gün bir vatandaşı hayatını kaybederken, onlarcası yaralanırken bunların hamisi ile sarmaş dolaş olacak kadar küçülen bir hükümet daha var mıdır? AKP’li bir hükümet üyesinin tarifiyle ‘dünün postal yalayıcısı’ olmakla küçümsenen bu zatın ziyaretinde, bu sözleri söyleyenin de aynı toplantıda utanmadan hazır bulunmuş olması, gerçekte hangisinin postal yaladığı hakkında herkese fikir vermiş olmalıdır. Barzani’nin kim olduğuna bakarsak, nasıl bir kumpasın karşımızda olduğunu, Başbakan’ın nasıl bir aczin içene düştüğünü anlamamız da kolay olacaktır. Kuzey Irak’ı Türkiye’ye karşı saldırılarda bir harekat üssü  olarak kullanan PKK teröristlerinin yuvalandığı alanın sorumlusu, Barzani’dir. PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini ilan eden, PKK’yı Türkiye’ye karşı bir tehdit ve pazarlık aracı olarak kullanan da Barzani’dir. Başbakanın güvendiği, elini sıktığı, işbirliği yapmaya çağırdığı, beraber yemek yediği, hoş geldiniz dediği, karşılıklı görüştüğü Barzani budur. Dışişleri bankının utanmadan sıkılmadan ‘Mesut abi’ diyerek ailesine dahil ettiği Mehmetçik katili zalimin kartviziti bunlardır.”

“BAŞBAKAN MUHATABINI VE LAYIĞINI BULDU”

Görüşmeler sırasında “Peşmerge paçavraları”nın kamuoyu alıştırılana kadar arka plana asılmamış olmasının gerçeği değiştirmeyeceğini ifade eden Bahçeli, “Başbakan Erdoğan sonunda muhatabına kavuşmuş ve layığını bulmuştur” dedi. Basın toplantılarında salonda Irak devletinin bayrağının bulunmamasının son derece manidar ve tehlikeli bir gidişatın habercisi olduğunu kaydeden Bahçeli, şunları söyledi:

“Önüne halılar sererek kucaklaştığınız zat, nihayetinde Irak Devletinin bir mensubudur. Bu şahıs ülkesinin bayrağı ile temsil edilmediğine göre, kafaların arkasındaki sinsi niyetler nelerdir? Peşmerge reisi, en üst seviyede ağırlandığı ve AKP tarafından muhabbet gösterildiğine göre ülkemizde hangi yetki ve görevle ve nereyi temsilen hazır bulunmuştur? Ancak devlet adamlarına gösterilen fiili itibar ve yakınlığa şahit olunan görüşmelerde bu zat, hangi gizli devleti temsilen ağırlanmış ve henüz olmayan bayrağının yeri de boş bırakılmıştır? Bu iğrenç ilişkiyle birlikte, Türkiye’nin Irak’ta oluşması muhtemel yapay devletin varlığının savaş nedeni sayılacağına dair kuru tehdit de bütünüyle ortadan kalkmış, sözde kırmızıçizgi tamamen silinmiştir. Özellikle son yıllarda, binlerce vatan evladının kaybından sorumlu tutulması gereken bir suç ortağının ve şebeke reisinin Başbakanla, Dışişleri Bakanıyla ve Cumhurbaşkanı ile buluşmuş olması ancak AKP’ye layık bir düşkünlük olarak tarihe geçecektir. Ve işin ayrıca utanç verici yanı ise, bu zatın ziyaretinin hemen öncesinde, Türkiye Irak’a nota vererek tırmanan terör eylemlerinin hesabını bu ülkeden soracağı yerde; Irak hükümetinin, sınırlı hava operasyonlarından duyduğu rahatsızlıktan dolayı büyükelçimizi Irak Dışişleri Bakanlığına çağırarak Türkiye’yi protesto etmiş olmasıdır. Bizim, hükümetin sineye çekerek boyun eğdiği terör saldırılarına mukabil, devletimizin haklı müdahalelerini ‘saldırılara son verilsin’ diyecek yeni yetme yöneticileri kadar bile tepki veremeyişimiz hükümetin düştüğü çukurun derinliğini herkese göstermektedir.”

 “HÜKÜMET DENİZE DÜŞMÜŞ YILANA SARILIYOR”

Geride kalan yılların AKP hükümetlerinin terörle mücadele politikalarının iflasının acıhatıraları ile dolu olduğunu söyleyen Bahçeli gelinen noktada “İmralı canisi, Kandil’deki kadroları, Barzani ve Başbakan Erdoğan’ın aynı zeminde buluştuğunu” savundu. Hükümetin büyük bir yanılgıyla terörün kaynağına, bölücülüğün merkezine, ihanetin odağına kadar yanaştığını ve ‘denize düşmüş yılana sarıldığı’nı söyleyen Bahçeli, “Başbakan’ın yıkım projesi, İmralı canisinin, Kandil’deki kadrolarının, bölücü mihrakların ve kendi ifadesiyle Barzani’nin de etrafında kenetlendiği ve el ele verdiği, Türkiye’ye kefen biçme projesidir. Tırmanan silahlı eylemlerle muhataplar arasında pazarlıklar kıyasıya sürmektedir. Gelinen aşamada ise ülkemiz işbirlikçi hükümet eliyle PKK ile Peşmerge Reisi arasında bir tercihe doğru hızla itilmekte, ‘ölümü göstererek sıtmaya razı edilmeye’ çalışılmaktadır. Açılımdan Barzani memnundur, Talabani memnundur. Amerika çok memnun, Avrupa Birliği memnundur. Yandaş medya mensupları, kârı milli çıkarlara tercih eden işbirlikçiler ve elbette ki kapı kapı gezerek milleti aldatmaya çalışan AKP zihniyeti ise çok çok memnundur. Bütün bu çevrelerin memnun olduğu bir sonucun, Türkiye ve Türk milleti için olumlu sonuç vermesi mümkün değildir. Hükümetin bunca uyarımızdan sonra, yaptıklarından da yapmadıklarından da ‘yanıldım’ diyerek kurtulma imkânı artık kalmamıştır. Hesaba çekilecekleri gün yaklaşmaktadır. Nefesimiz enselerinde ve iki elimiz yakalarında olacaktır. Kaçış ve kurtuluş yolu yoktur” diye konuştu.

Son Güncelleme :