2 Aralık 2015 Çarşamba

Atatürk’ün Partisine Atatürk Karşıtı Başkan



Atatürk’ün Partisine Atatürk Karşıtı Başkan




Özgür Erdem



Yeni Parlayan Yıldız: Kemal Kılıçdaroğlu

Televizyonları açın hepsinde Kılıçdaroğlu’nu göreceksiniz... Kanal kanal gezip konuşuyor. Bütün gazeteler peşinde. Geçtiğimiz günlerde de Fatih Altaylı’nın Teke Tek programına çıktı. Yaklaşık iki saat konuştular.

Ama bu iki saatte ne Altaylı, Kılıçdaroğlu’na net sorular sorup siyasi çizgisini açığa çıkardı ne de Kılıçdaroğlu konuşmayı o noktaya getirdi.

Söylemleri şundan ibaret:

– Siyasetin yeni yüzlere ihtiyacı var

– Liderler sultasına son vereceğiz

– Yoksulluğu bitireceğiz

– İşsizlik sorununu çözeceğiz

– Halkın sesi olacağız

– Yolsuzluklara son vereceğiz

– Dokunulmazlıkları kaldıracağız

– AB’ye karşı değiliz ama onurumuzu koruyacağız

Bunlar içi boş söylemler. Neden mi?

Söylem dediğiniz şey sizi diğer siyasetçilerden ve siyasi akımlardan farklı kılan şeydir.

Bugüne kadar Demirel’den Çiller’e, Ecevit’ten Derviş’e dönem dönem paratılan çok isim oldu. “Parlatıldıkları” dönemlerde onların da söylediklerine bir bakın. Birebir aynı şeyler.

Zaten bu ülkede kim çıkıp da işsizliğe son vermeyeceğim der ki!

Yoksulluk benim dönemimde devam edecek niye desin ki bir siyasetçi?

Ya da dokunulmazlıklar aynen devam edecek, böylece milletvekilleri istediği suçu rahatlıkla işleyebilsin söylemini kullanır mı oy isteyen biri?

Mesele, bu genel doğruların ifade edilmesi değil, bu doğruların hayata nasıl geçirileceğinin anlatılmasıdır.

Kılıçdaroğlu bunu yapabiliyor mu?

Yapamıyor.

Yapamaz tabii. Çünkü Türk siyasetinin içinde bulunduğu Batıcısağcı girdabın dışında kalabilen biri değil...

Kılıçdaroğlu’na Soruyoruz: Atatürkçü Müsün Değil Misin?

Kılıçdaroğlu’nun durumu biraz daha farklı. İki saat boyunca konuşup da hiçbir şey söylememesinin başka nedenleri de var.

Birincisi gerçekten de söyleyebilecek çok fazla şeyi yok.

İşsizliği nasıl kaldıracağını söyleyemez mesela. Çünkü özelleştirme politikalarını eleştirmesi gerekir. Halbuki özelleştirmeye karşı değildir. Zaten genel başkan olduğunda CHP’nin ekonomi kurmayı yapacağını açıkladığı isimler Derviş’in ekibindendir. Hepsi özelleştirmeci, hepsi piyasacı.

Ancak çok daha önemlisi, üstünü örttüğü, şimdilik söylemek istemediği belli görüşleri var. Ve ısrarla bu konuları gündeme getirmiyor, konu açılırsa hemen üstünü kapatmaya çalışıyor.

Nedir bunlar?

Soruyu soruyla yanıtlayalım:

Kılıçdaroğlu’nun ağzından Atatürk kelimesinin çıktığını hiç duydunuz mu?

Biz duyamadık.

Açık söyleyelim, aradık taradık, “Bu vatandaş, Atatürk’ün kurduğu partinin genel başkanı olmaya kalkışıyor, acaba Atatürk hakkında ne düşünüyor?” dedik, hiçbir şey bulamadık.

Çıktığı televizyon programlarını izledik, yine bir şey duyamadık.

Mesela, yoksulluktan mı bahsediyorsun. Atatürk’ü örnek versene... Binbir yoksulluk yaşayan bu ülkede dünyanın en çok gelişen ekonomisini yaratmadı mı Atatürk? Üstelik bütün dünya ekonomisini kriz yaşadığı bir dönemde...

Yok, bahsetmez.

Ya da yolsuzluk mu diyorsun. Türk siyasetinde yolsuzluğun en az olduğu dönemin Atatürk dönemi olduğunu, adı yolsuzluk iddialarına karışan az sayıda kişinin de Atatürk tarafından anında cezalandırıldığını anlatsana...

Yok, anlatmaz.

İşsizlik mi diyorsun. Türkiye’nin en hızlı büyüme yaşadığı ve insanların en rahat iş bulduğu dönemin Atatürk Türkiyesi olduğunu söylesene.

Yok, söylemez.

Varoş edebiyatı yapıyorsun, yoksullardan koptuk diyorsun. Atatürk’ün binbir zenginliği elinin tersiyle itip Anadolu’nun o dönemki en yoksul kenti Ankara’ya niye gittiğini anlatsana. Kurtuluş Savaşı’nı dönemin zenginleriyle, İstanbul beyefendileriyle, saray çevresiyle değil de Türkiye’nin yoksullarıyla verildiğini hatırlatsana...

Yok, hatırlatmaz.

Neden mi?

Atatürkçü değil de ondan.

Usulen, yalancıktan da olsa, takiyye olarak bile Atatürk’ten bahsetmeyecek kadar Atatürk karşıtıdır Kılıçdaroğlu.

“Atatürk’ten hiç bahsetmiyor diye niye Atatürk karşıtı olsun” demeyin.

Kılıçdaroğlu’nun ne şekilde gündeme geldiğini bir daha hatırlatalım.

Kılıçdaroğlu’nun Dilinde PKK Söylemi: “Dersim’de İnsanlık Dramı Yaşandı”

2009 yerel seçimleri döneminde, önce Dengir Mir Fırat’la, sonra da Melih Gökçek’le televizyonda atıştı. Ardından da CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı oldu.

Seçimi kazanamadı, ama ne olduysa seçimin galibi ilan edildi.

Ve bir anda sessizliğe büründü.

Bir daha duyamadık sesini.

Ortalıklarda pek gözükmedi.

Böylece kendini yıpratmadı.

Baykal’ın kasetleriyle birlikte bir anda o da ortaya çıkıverdi.

Baykal istifa ederken, Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan adayı oluverdi.

CHP’nin 20 yıllık genel başkanı, 1000 küsur delegeyi yıllardır yöneten Baykal bile karşı çıkamıyor şimdi ona.

Bu, şüphesiz uzun süredir planlanan bir stratejinin sonucu. Kılıçdaroğlu yerel seçimler döneminde prim yapacak, topluma dürüst yeni bir lider portresi olarak tanıtılacak ve Baykal’ı tasfiye eden bir skandalın ardından bir anda ortaya çıkıverecekti.

Ancak bu plana uymadığı tek bir olay oldu: Dersim isyanı tartışmaları.

O suya sabuna dokunmayan, yolsuzluklara karşıyım demekten başka bir şey söyleyemeyen, televizyonlarda saatlerce konuşup da dosyalardan rakamlar okumak dışında bir şey yapamayan, siyasi hiçbir program ortaya koyamayan Kılıçdaroğlu bir anda bülbül kesiliverdi!

Kendisini yıpratmadan, sessiz sedasız, etli sütlüye karışmadan CHP genel kurulunu ve kasetlerin ortaya çıkmasını bekleyen Kılıçdaroğlu bir tek Dersim söz konusu olunca konuştu.

Atatürk hakkındaki görüşlerini de bir tek o vesileyle duyabildik.

Bu tartışma sırasında tüm gericiler ve bölücüler Atatürk’e, Cumhuriyet Türkiyesine ve Onur Öymen’e yüklenirken Kılıçdaroğlu ne yaptı? O da Öymen’e yüklendi.

Hatta CHP’liler, en azından partimizin bir büyüğüdür diye Öymen’e sahip çıkarken, Kılıçdaroğlu çıktı, Öymen’i istifaya davet etti.

Gerekçesi ise Öymen’in o açıklamaları yüzünden CHP’nin oy kaybedeceği...

Madem CHP’yi bu kadar düşünüyorsun, kaygın da partinin seçimlerde alacağı oy, bunu parti organlarında belirtir, gerekli tartışmayı yaparsın. Öymen istifa etmezse parti organlarının görevden almasını sağlarsın.

Ama onun amacı üzüm yemek değil bağcı dövmek.

Yani Öymen’i tasfiye etmek değil, kamuoyu önünde Atatürk’ü tartışmak, tartıştırmak.

Öymen’in açıklamalarını “talihsiz” olarak nitelendiren Kılıçdaroğlu bakın ne demişti:

“Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu. (...) Yara kanamıştır. Bu süreçte yapılması gereken tepkileri dikkate almaktır. Tepkileri dikkate alması gereken Sayın Onur Öymen’dir. Gereğini yaptığı zaman hem CHP’yi hem CHP’deki parlamenterleri ve CHP’lileri rahatlatmış olacaktır.”

Gördünüz mü. Klasik PKK söylemi. Dersim’de bir insanlık dramı yaşanmışmış... İnsanlıkla bağdaşmayan olaylar olmuşmuş...

Atatürk Düşmanı Propagandaya Kanan Değil, O Propagandayı Bizzat Yaratan

Tabii, Kılıçdaroğlu’nu bu konuda suçsuz görebilirsiniz. Sonuçta binlerce Atatürkçü tartışmalar sırasında PKK propagandasından etkilendi. Ancak çok daha ilginç bir durum var ortada.

Bilindiği gibi Dersim isyanı bastırılırken bir soykırım yaşandığı tezleri PKK’lılar tarafından yıllardır iddia edilir. Tabii bu iddialarına bir türlü elle tutulur bir kanıt gösteremezler.

Dönüp dolaşıp ortaya koydukları en önemli kanıtları, o dönem polis müdürlüğü yapmış İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarıdır.

Daha doğrusu Çağlayangil’e ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı. Bu ses kaydında Dersimlilere yönelik katliamlardan bahsediliyor.

İddia edilen diyoruz, çünkü Çağlayangil’in anıları zaten yayınlanmış. İsmi “Kader Bizi Una Değil, Üne İtti.” Ve bahsi geçen konuşma anılarda yer almıyor. Zaten anıları yayına hazırlayan gazeteci Tanju Cılızoğlu da bu tartışmalar sırasında ses kaydının Çağlayangil’e ait olmadığını defalarca açıkladı. Çağlayangil’in başından öyle bir olay geçmiş olsa, kendisine de mutlaka bahsetmiş olacağını söyledi.

Eeee, peki bunun Kılıçdaroğlu’yla ne ilgisi var diyeceksiniz...

Cumhuriyet gazetesinde Işık Kansu’nun yazdığına göre, ses kaydında konuşan yaşlı kişinin Çağlayangil olup olmadığı belli değil. Ama o ses kaydında röportajı yapan kişinin kimliği belli: Kemal Kılıçdaroğlu!

Ses kaydını internette ararsanız bulabilirsiniz. Dinleyin, gerçekten de Kılıçdaroğlu’na benzer bir sesin soru sorduğunu duyacaksınız. Zaten bu iddiayı Kılıçdaroğlu yalanlamadı.

Artık bilemiyoruz, o röportaj Çağlayangil’le mi yapıldı, başka yaşlı biriyle mi... Ama anlatılan şu, Kılıçdaroğlu bir dönem Dersim isyanıyla ilgili bir kitap hazırlıyormuş. Ve bu görüşmeyi de o kitap için yapmış. Tartışmalar sırasında da kayıt basına sızmış...

Doğru olabilir. Çünkü Kılıçdaroğlu Rıza Zelyut’la bir röportajında emekli olunca yapacaklarını şöyle anlatıyor:

“Ben tarihe çok meraklıyım, özellikle Dersim tarihine. Bu konuda çok sayıda kaynak bilgi doküman var. Emekli olunca Dersim tarihini yazmak istiyordum, maalesef buna hiçbir zaman olanak olmadı.”

Tesadüfe bakın. Baykal’ı devirmek için seks kasetleri sızıyor. Dersim tartışmalarında da kiminle yapıldığı belli olmayan ses kasetleri!

Adamların siyaset düzeyi bu...

Yalnız CHP Yönetimini Değil Bütün CHP Tabanını Atatürk Karşıtı Yapacak

Ancak Kılıçdaroğlu söz konusu olunca önemli olan izlediği siyasetin düzeyi değil, kendisi.Bugün Dersim isyanı bastırılırken bir katliam yaşandığı propagandasını yapan biri CHP’ye genel başkan olmak üzere!

Atatürk’ü “insanlık dışı” olmakla, “katliamcılık”la suçlayan bir zihniyet CHP’yi ele geçirmek üzere...

Asıl sorun bu.

Ve korkutucu olan, tek bir CHP’linin çıkıp Kılıçdaroğlu’nun bu yönünü eleştirmemesi...

Kılıçdaroğlu basının desteğini almış ya... %40 oy alacağını söylüyor... Milletvekilinden delegesine, en sıradan üyesinden en üst düzey yöneticisine kadar bütün CHP’liler bu %40 hayalinin peşine düşmüş neler yaşandığının farkında değil.

İktidar olmak uğruna, CHP’nin başına bir Atatürk düşmanının geçmesi kabullenilmiş durumda. Bu durum ufak bir ayrıntıymış gibi önemsenmiyor, sineye çekiliyor...

İşte Türkiye’yi bekleyen asıl tehlike bu. CHP yönetimi Kılıçdaroğlu’yla birlikte Atatürk karşıtı bir çizgiye geliyor. Ve süreç öyle bir ilerliyor ki, bütün CHP tabanı ve Türkiye’nin Atatürkçüleri de Kılıçdaroğlu’nun peşinden Atatürk karşıtı çizgiye teslim oluyor.

Yalnızca Atatürk Karşıtı Değil Aynı Zamanda Kürtçü

Peki Kılıçdaroğlu’nun tek yanlışı Dersim isyanı konusundaki tavrı mı?

Tabii ki değil. Kılıçdaroğlu’nun sessiz kalmadığı başka konular da var.

Örneğin PKK’lılara af meselesi.

CHP’nin Batman il kongresinde şu konuşmayı yapmış Kılıçdaroğlu:

“Bu sorunu çözmeye talibiz, kardeşlik içinde çözeceğiz. Toplumsal barışın bir parçası olacaksa biz genel affa ‘evet’ deriz.”

Burada bir hatırlatma yapalım. Genel af demek, PKK’lıların silah bırakmasını sağlamak demek değildir. Adı üstünde “genel” bir aftır. Yani aftan Apo bile yararlanabilecektir.

Bu Tayyip’in bile cesaret edemediği bir şeydir...

Anlaşılan Kılıçdaroğlu, “genel af” ilan edecek ve Apo’yu serbest bırakacak bir iktidar için geliyor.

Ve bizim “saf” Atatürkçülerimiz de “Sonunda CHP iktidar olacak” diye seviniyor.

Apo salıverilecekse, ne yapalım o CHP iktidarını...

Ergenekon Tertibinde Sus Pus KCK Operasyonunda Bülbül

Kılıçdaroğlu’nun söylemleri PKK’ya o kadar benziyor ki, insan hayret ediyor.

Bir karşılaştırma yapalım.

Teke Tek programında Fatih Altaylı Ergenekon tertibini gündeme getiriyor ve soruşturma hakkında ne düşündüğünü soruyor.

Kılıçdaroğlu eviriyor, çeviriyor, operasyonun Türk milleti ve Atatürkçüler üzerinde nasıl bir faşist diktatörlük oluşturduğundan bir türlü bahsedemiyor. Emekli komutanların bir bir tutuklanmasını eleştirmiyor. Diyebildiği tek şey suçsuz bilim adamlarının uzun süre tutuklu kalmasının yanlışlığı.

Tabii genel olarak kullandığı tek söylem “yoksulluk ve yolsuzluk edebiyatı” olduğu için Ergenekon tertibini bile şu şekilde eleştiriyor:

“Suçsuz pek çok insan içeride. Bunlar haklarını AİHM’de arasa, Türkiye’yi tazminata mahkum etse, kim ödeyecek bu paraları? Bizim verdiğimiz vergilerle ödenecek. Onları haksız yere tutuklayan savcılar ve hakimlerin cebinden çıkmayacak ki o para.”

Valla helal olsun. Kıvırmanın böylesini, Ergenekon tertibiyle ilgili bile bu düzeyde bir “yoksulluk edebiyatı” yapılabileceğini, sanırız Demirel bile akıl edemezdi!

Peki Ergenekon tertibi hakkında böyle kıvıran Kılıçdaroğlu söz konusu PKK olunca ne diyor?

Şahin kesiliyor!

Hatırlarsınız, bir KCK operasyonunda pek çok BDP’li belediye başkanı da kelepçelenerek tutuklanmıştı. Kılıçdaroğlu işte bunu eleştiriyor ve uygulamanını yanlış olduğunu savunuyor:

“Seversin veya sevmezsin ama bu millet oy verdi mi, belediye başkanı yaptı mı? Evet. Hukuk adam gibi çalıştırıp davet edersin gelir ifadesini verir. Kelepçe vurup sıraya dizip boy boy fotoğrafını çekmek dünanın hangi modern ülkesinde var?”

Gördünüz mü? Tutuklanan orgeneraller hakkında tek bir kelime etmeyen Kılıçdaroğlu sıra PKK’lılara geldi mi nasıl da bülbül kesiliyor!

İşte CHP böyle bir partiye dönüşecek. Türk Ordusu’nu sindirmek isteyen Ergenekon tertibine doğru dürüst karşı çıkılmayacak ama tutuklanan PKK’lılar cansiperane savunulacak...

“Türk’üm” Diyemeyen Kılıçdaroğlu

Kılıçdaroğlu yalnızca Kürtçü değil.

Aynı zamanda Alevici.

Alevi diye niye Alevicilikle suçluyorsunuz demeyin.

Sorarız size, Meclisteki kaç milletvekilinin memleketini bilirsiniz?

Kaçının Alevi mi Sünni mi olduğundan haberdarsınızdır?

Ama Kılıçdaroğlu denince akla öncelikle Tuncelili olduğu ve Alevi kimliği gelir.

Atatürk’ün “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” anlayışının ne kadar dışında değil mi? Atatürkçülüğe göre bir insan, etnik kökeni ve dini ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysa ve kendisine “Ben Türk’üm” diyorsa, Türk’tür. Diğer kimliklerinin önemi yoktur. Bilmenize bile gerek yoktur.

Ama Kılıçdaroğlu’na göre öyle değil. “Farklı kimlikler bu coğrafyanın zenginliğidir” ona göre.

“İnsanlar kültürel özgürlüklerini yaşayabilmeli. Her yurttaş etnik kimliği ile şeref duyabilmelidir.”

Öyleyse Kılıçdaroğlu’na soruyoruz:

Senin etnik kimliğin ne?

Bu bizim için önemli değil, ama sizin gibiler için çok önemli de o yüzden soruyoruz...

Neden bir kez olsun “Türk’üm” diye bir şey duymadık ağzından...

Yoksa Türk değil misin?

Mesela Rıza Zelyut soruyor:

“Size ‘ Alevi Kürt ’ göndermesi de yaptılar. Peki siz kendinizi Alevi mi görüyorsunuz, Kürt mü görüyorsunuz?. Yoksa bir Türk veya cumhuriyetçi mi görüyorsunuz?”

Kılıçdaroğlu bir türlü “Türk’üm” diyemiyor:

“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım ama Tunceli’de doğdum babam memurdu. Anadolu’nun değişik şehir ve ilçelerinde bulundum. 21. yüzyıla giren Türkiye’de bu konuları gündeme getirmemeliyiz. İnsanlar yeni bir boyuta girmiş. İnsanları üzmemek, insanları sevmek temel konu bu olmalıdır.”

Anlayacağınız “Türk müsünüz” diye soru soruluyor, kıvırıyor, “insanları sevmekten” bahsediyor!

Ardından Zelyut, Kılıçdaroğlu’nun annesinin Ermeni olduğuna ilişkin iddiaları yanıtlaması için şu soruyu soruyor:

“Annenizin ismi Yemuş imiş. Ermeni misiniz, diye soran birileri varmış. O ismin aslı Yemiş olmalı, değil mi Türkçe...”

Kılıçdaroğlu “Türk’üm” demediği gibi “Annem Ermeni değil” de demiyor:

“Böyle soranlar var. Biz hiçbir zaman gocunmadık, annemizin ismi niye öyle diye.. Telefon açıp kendisini gazeteci olarak tanıtan kişi ‘Siz Ermeni misiniz?’ diye soruyor. Telefona ablam çıkmış. Cevap verirken ‘Hayır, biz Müslümanız’ diyor. Ablam zaten kırsal bağlamdaki o kıyaslamayı bilmiyor zaten. Gayet saf, hayır biz Müslümanız diyor. Annemin Ermeni, Kürt veya Çerkez olması bizlerin ona olan sevgisini azaltmaz ki sonuç olarak o bizim annemiz...”

Her neyse...Dedik ya, insanların etnik kökeni bizim için önemli değil. Yeter ki kendisini Türk olarak görsün, “Ben Türk’üm” desin. O zaman Türk’tür. Demiyorsa da değildir. Bu kadar basit.

Ama kendisine “Ben Türk’üm” diyemeyen birisinin Atatürk’ün partisinde genel başkan olması büyük bir tehlike.

Bu yalnız CHP yönetimini değil, bütün CHP tabanını, Türkiye’deki milyonlarca Atatürkçüyü Türklükten uzaklaştıracak, Türklüğüyle gurur duymasını engelleyecek bir gelişme.



Tarikatçı Türbancı CHP



Kılıçdaroğlu’nu esas gündeme getiren hatırlanacağı gibi İstanbul Belediye Başkanlığı adaylığıydı. Ve o dönem CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’le birlikte çalışmışlardı.

CHP’nin çarşaf açılımı işte o süreçte ortaya çıkmıştı. Tekin’in CHP’ye davet ettiği çarşaflı kadınlara Baykal CHP rozeti takmıştı.

Tüm bu süreçte Kılıçdaroğlu da boş durmamıştı. Çarşaf açılımının hep arkasında durmuştu. Hatta 8 Martta İstanbul’da düzenlenen CHP mitinginde kadınlara Dünya Kadınlar Günü hediyesi olarak türban dağıtılmıştı!

Çarşaf açılımıyla ilgiliyse şunları söylemişti: “Başörtüsü geleneğimizde var.”

Gördüğünüz gibi türbana göz yummanın da ötesinde, kadınlara türban dağıtacak kadar gözü dönmüş bir şekilde türban ve çarşaf propagandası yapan bir çizgiyle karşı karşıyayız.

Ve bu çizgi Türk kadınını pek çok devletten çok daha önce özgürleştiren Atatürk’ün partisine genel başkan olmaya hazırlanıyor!

Türk kadınının üstündeki çarşaftan rahatsız olmayan bu çizgi zaten seçim döneminde tarikatlardan destek almaktan da çekinmemişti. CHP Sultanbeyli’de Kadiri tarikatından bir imamı aday göstermiş, tarikatın önde gelenler partiye üye yapılmış, hatta Kılıçdaroğlu tarikat önderleriyle mitingde boy göstermekten çekinmemişti.

“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, mensuplar ülkesi değildir.” diyen Atatürk’ün partisinin Kılıçdaroğlu’yla birlikte geleceği nokta açıktır:

“CHP şeyhler, dervişler, mensuplar partisi”ne dönüşecek.

CHP tabanının ve örgütünün önündeki fırsat

Her işte bir hayır vardır derler.

Kılıçdaroğlu’na sorduğunuzda söyleyebildiği tek şey ne?

Değişim...

Peki nasıl bir değişim? Bunu sorduğunuzda yanıtlar hep muğlak oluyor:

“Taze kan... Yeni yüzler...”

Biz söyleyelim:

– CHP’de Atatürk ve Atatürkçülük adına arta kalan ne kaldıysa hepsinin tasfiyesi...

– Laikliğin terk edilip türban ve çarşafın baştacı edilmesi...

– Alevicilik ve Kürtçülük yapılması. Apo’yu salıverecek bir af sürecinin başlatılması...

– CHP’yi halkla buluşturuyoruz diye tarikatlar tarafından istila edilmesinin sağlanması...

– Yoksulluk edebiyatı yapılması ama CHP’nin ekonomi politikalarını özelleştirmeci Derviş ekibine teslim etmek...

Kılıçdaroğlu’nun kastettiği değişim bu...

Tabii her değişimde bir hayır vardır. Kılıçdaroğlu sayesinde Atatürkçülerin CHP’ye yönelik bütün umutları ortadan kalkmış olacak. Bu da sürecin tek hayırlı noktası diyelim. Gerçek Atatürkçü yeni bir hareketin gerekliliğini herkes görmüş olacak.

Türkiye’nin Atatürkçüleri gerçek Atatürkçü Partiyle, Ulusal Parti’yle buluşacak...

Asıl değişim o zaman olacak!..

http://turksolu.com.tr/ileri/45/kurtcudarbe45.htm


.

Kılıçdaroğlu ABD ve PKK’nın Adayı





Kılıçdaroğlu ABD ve PKK’nın Adayı




Gökçe Fırat,



Amerikan Planı

Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen kasedin piyasaya sürülmesinin ardından Türk siyaseti son derece hareketli ve karmaşık günlerden geçiyor.

Ancak bu karmaşanın arkasında çok düzenli şekilde işleyen bir “Amerikan planı” vardır.

Kamuoyu pek dikkat etmese de Türkiye yeni bir “Amerikancı sivil darbe” süreci yaşamaktadır ve yeni bir dönem kurgulanmaktadır.

Kamuoyundan gizlenen büyük tabloyu ortaya çıkartmak ve “Büyük Amerikan Komplosu”na dikkat çekmek istiyoruz.

Kasedin Arkasında Kılıçdaroğlu Var

Öncelikle şunu tespit etmeliyiz ki Deniz Baykal kasedinin arkasındaki isim ortaya çıkmıştır. Bu isim Kemal Kılıçdaroğlu’dur.

Olayın patlak vermesinin hemen ardından yaptığımız açıklamada Deniz Baykal’dan sonra CHP Genel Başkanlığı’na oturacak kişinin aynı zamanda kaset komplosunun arkasındaki isim olduğunu belirtmiştik.

Siyasetin şaşmaz kuralı bir süreçten faydalananın aynı zamanda o sürecin sorumlusu olduğudur.

Kasedi İmal Edenler Ve Piyasaya Sürenler

Kasedi imal edenler ve piyasaya sürenler son yıllarda Türkiye’yi karanlık tertiplere boğan CIA merkezli Kürt ajanlardır.

Ergenekon sürecini tertipleyenler, Danıştay baskınını örgütleyenler her kim ise bu kasedi de onlar imal etmiş ve piyasaya sürmüştür. Bu ekip Tayyip Erdoğan’ın en yakın çevresini oluşturan Kürt danışmanlar kadrosudur.

Olay basit bir röntgencilik olayı değil uluslararası bir istihbarat faaliyetidir. Arkasında doğrudan CIA’nın teknik ekibi vardır.

Dünün Brütüs’ü Tayyip’ti Bugünün Brütüs’ü Kılıçdaroğlu

Bu komplonun temel hedefi Türk siyasetini yeniden şekillendirmek ve yeni dönem Türkiye’sini oluşturmaktır.

Hatırlarsak bundan 10 yıl öncesinde de benzeri bir süreç yaşamıştık. O zaman Tayyip Erdoğan, Brütüs rolündeydi ve Erbakan’dan kopartılarak AKP’nin başına geçirilmişti.

Bugünün Amerikancı Brütüs’ü ise Kemal Kılıçdaroğlu’dur.

ABD Neden Darbe Peşinde?

Peki hemen akla şu soru gelebilir Tayyip Erdoğan gibi sadık bir hizmetkarı varken Amerika neden yeni bir isme ihtiyaç duysun?

Hele hele neden Deniz Baykal gibi Amerikancıların işine gelen isimden kurtulmak istesin?

Bu sorunun cevabı Amerikan emperyalizminin yeni dönem stratejilerinde bulunabilir.

Asıl Darbe Baykal’a Değil Tayyip Erdoğan’a

Kaset olayına hükümet çevreleri çok sevinmiş olabilir. Nitekim kasedi piyasaya sürenler de hükümetin has adamları olan Şeriatçı medyaydı. Ancak bu kaset kendilerini vuracak ve iktidardan alaşağı edecek kasetti bunun farkına varamadılar.

ABD sadece Deniz Baykal’dan değil daha fazla Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak istemektedir.

Nedenine gelince...

Tayyip Erdoğan 8 yıldır Amerika’nın kurduğu, büyüttüğü, iktidara getirdiği AKP’nin başındadır. Türkiye’nin bölünmesi, parçalanması sürecinde ABD’nin kendisinden istediklerini harfiyen uygulamıştır.

Ancak bu uygulama süreci son derece sancılı geçmiştir. Özellikle Atatürkçülüğe indirilen darbeler, Ergenekon süreci Türkiye’nin dinamiklerini derinden sarsmış ve Türkiye’yi “her şeye gebe” bir ülke haline getirmiştir.

Her Şeye Gebe Ülke Türkiye

Her şeye gebe olmak ne demektir?

Öncelikle şunu görmek gerekir ki Türkiye “Kürtçü-İslamcı” iktidar cephesi ile “Atatürkçü-ulusalcı” muhalefet arasında iki kampa bölünmüştür. Türkiye Amerikan karşıtlığının dünyada en yüksek olduğu ülkedir. Ve bir dahaki seçimlerde Türkiye’de AKP’nin zaten gideceği ve ulusal güçlerin iktidara geleceği bir zemin oluşmuştu...

Bunun dışında Ordu’ya yönelik saldırıların pervasızlığı karşısında Ordu’nun askeri müdahale riski yükselmişti.

ABD bu tür kendi denetimi dışında gelişecek ulusalcı tepkilerden bir adım önce davranmış ve darbeyi başlatmıştır.

Ulusalcıların Amerikancı Yapılması

Bu yanıyla darbenin ilk hedefi ulusal güçlerdir. Bugüne kadar AKP faşizmi altında ezilen, Silivri’lere sürülen, gözaltı operasyonlarına maruz kalan ulusalcı kesime Kılıçdaroğlu ile bu süreçten çıkma şansı verilmiştir.

Ancak bu desteğin karşılığı Amerikancı olmaktır. Amerika’dan nefret eden ulusalcılar Amerika ile dost olurlarsa tüm acılar bitecektir. Türkiye’yi de Tayyip Erdoğan değil Kılıçdaroğlu yönetecektir.

Bu aynı zamanda Atatürkçü, ulusalcı, solcu güçlerin yıllardır bir türlü kavuşamadıkları iktidar fırsatını ele geçirmeleridir.

ABD’nin kazancı ise Büyük Ortadoğu Projesi’nin önündeki en büyük güç olan ulusalcıların Amerikan planlarına razı edilmesidir.

Şeriatçıları Yumuşattılar Sıra Ulusalcılarda

Kılıçdaroğlu yönetiminde iktidara taşınacak Atatürkçü, ulusalcı, solcu güçlerin Amerikan karşıtlığından vazgeçmeleri gerekecektir.

ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekilllendirmesine karşı çıkmamaları gerekecektir.

Ama daha önemlisi Türkiye’nin bölünmesine ses çıkartmamaları gerekecektir.

Peki ulusalcılar, Atatürkçüler bunu yapar mı?

Nasıl ki radikal İslamcılar bugün en sadık Amerikan hizmetçisi oldularsa, aynı süreç ulasalcı Atatürkçü güçleri de aynı pozisyona sürükleyecektir.

ABD’nin ilk darbesi Tayyip Erdoğan’ı iktidar yapmıştı. Bunun sonucu Türkiye’nin Amerikan karşıtı Şeriatçı kesimlerinin ılımlılaştırılması ve Amerikancı yapılması oldu.

Şimdi aynı senaryonun aktörleri ulasalcı ve Atatürkçü güçler olacaktır.

ABD Neden Tayyip’ten Vazgeçti?

Bu planda vazgeçilen isim Tayyip Erdoğan’dır. ABD’nin Tayyip Erdoğan’dan vazgeçmesinin önemli sebepleri vardır.

Öncelikle AKP iktidarı kendisine verilen görevleri yerine getirmiştir ancak bu görev AKP’yi aşırı yıpratmış ve artık iş göremez hale getirmiştir. AKP’nin elinden daha fazlası gelmemektedir. AKP Türkiye’yi bölmeye çalıştıkça ulusal tepki artmaktadır.

Demek ki AKP ve Tayyip Erdoğan artık uygun isimler değildir, yeni hizmetkarlara ihtiyaç vardır.

“One Minute”un Hesabı

Bunun dışında son derece önemli bazı sebepler daha vardır.

Son derece Amerikancı olmasına karşın Tayyip Erdoğan’ın bazı adımları onun ipinin çekilmesinde önemli sebeptir.

İlk önemli hata Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı aldığı tavırdır.

İkinci önemli hata İran’a desteğin sürmesidir. Hele hele en son nükleer takasta Türkiye’nin rolü ABD için kabul edilemezdir.

Üçüncü önemli hata ise Rusya ile geliştirilen enerji işbirliğidir.

Tayyip Erdoğan adeta vazgeçileceğini anlamış ve kendisine yeni bir rol ve yeni bir efendi bulmak istemiştir.Bunlar ABD açısından affedilmez hatalardır. Tayyip Erdoğan şimdi bunun hesabını verecektir.

Tayyip’in Kayıtları Ne Zaman Çıkacak?

Tayyip Erdoğan son derece terbiyesiz bir üslup takınarak aklı sıra Deniz Baykal’la dalgasını geçmektedir. Ama biraz dikkatli olmasında fayda vardır.

Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal’ı kayda alan ekibin kendi istihbarat ekibi olduğunu bilmektedir. Ancak bilmediği şey istihbarat dünyasında her şeyin ikili olduğudur. Bugüne kadar Tayyip Erdoğan’ın emrinde muhalifleri dikizleyen, kaydeden ahlaksız şebeke herhalde saf insanlardan oluşmamaktadır.

Bu şebeke, bu çete aynı dönem içinde bağımsız bir şekilde davranarak kendi efendisini de izlemiştir. Yani Deniz Baykal’ı takip eden istihbarat gücü kendi şefini de kayda almıştır.

O nedenle yakında Tayyip Erdoğan’a ait kayıtlar da piyasaya düşebilir.

Bu, Tayyip Erdoğan’ın bundan sonra tümüyle esir olduğu anlamına gelir. Türkiye’yi satarken her tür kanunsuzlukları yapan Tayyip Erdoğan, bu kanunsuzluklarının kayda alındığını ve günü gelince servis edileceğini bilmektedir.

ABD’nin %40 Hesabı

ABD’nin planı seçimlerde Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’yi iktidar yapmaktır. Bunun formülünü Kılıçdaroğlu %40 olarak açıklamaktadır.

CHP’nin mevcut oyu % 25’tir. % 25’in % 40’a çıkartılması ise hiç de zor değildir.

Birincisi Demokrat Parti önümüzdeki seçimlerde CHP’yi destekleyecektir.

İkincisi Sarıgül ekibi yeniden CHP’ye dönecektir.

Üçüncüsü Kürtlerin bir kısmı CHP’ye destek verecektir.

Dördüncüsü MHP’ye giden Atatürkçü oylar tekrar CHP’ye dönecektir.

Beşincisi Abdülatif Şener’in partisi CHP’yi destekleyecektir.

Hatta ve hatta AKP içindeki Kürtçü ekip Tayyip Erdoğan’ı terk ederek Kılıçdaroğlu’yla birlikte hareket edecektir.

AKP’nin önümüzdeki seçimlerde %30’un altına düşeceği kesindir. ABD’nin planı CHP’yi %40’ın üzerine çıkartarak tek başına iktidar yapmaktır.

Kılıçdaroğlu ABD, Ordu Ve TÜSİAD’ın Adayı

Kılıçdaroğlu ekibinin bu yolda büyük destekçileri olacaktır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Kılıçdaroğlu ismi ABD, Ordu ve TÜSİAD’ın ortak seçimidir. Türkiye’yi Ergenekon sonrası uzlaşma dönemine götürecek isim olarak Kılıçdaroğlu seçilmiş ve görevlendirilmiştir.

Kılıçdaroğlu Türkiye’nin uzlaşma iktidarı olacaktır.

Ordu ve Yargı Kılıçdaroğlu’nu destekleyecektir, muhalif denilen basın destekleyecektir, TÜSİAD destekleyecektir.

Kısacası AKP döneminin zarar gören kesimleri bu şekilde yeniden sürece dahil edilecektir.

ABD’de Obama Türkiye’de Kılıçdaroğlu

Kılıçdaroğlu neden seçildi peki? Başka bir isim bulunamadı mı?

Bu sorunun yanıtı Kılıçdaroğlu’nun kökeninde aranmalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun en büyük özelliği Alevi olmasıdır. Türkiye’yi bölme ve ayrıştırma sürecine Alevilerin de resmi bir cemaat olarak katılması için Kılıçdaroğlu seçilmiştir.

Bu yanı onun mazlum ve mağdur yanını oluşturmaktadır. Tıpkı Obama gibi o da mazlumu oynamaktadır.

ABD’nin başına bir zenciyi getiren güçler demek ki Türkiye’ye de Alevi bir lider öngörmüşler demektir.

Böylelikle daha şirin ve mazlum bir diktatörümüz olacaktır.

Dünün mazlumu Şeriatçılar gidecek yarının mazlumu Aleviler gelecektir.

Dördüncü Dersim İsyanı

Bunun dışında Kılıçdaroğlu yönetimi demek CHP’nin tümüyle Kürtçülerin eline geçmesi demektir. Gürsel Tekin ile birlikte uzun yıllardır bu tür bir örgütlenmenin içindedir zaten.

Bugün CHP teşkilatlarında ve belediyelerde Kürtçü olmayan barınamamaktadır.

Hatırlanacağı gibi Onur Öymen’le yaşadığı polemikte Kılıçdaroğlu Dersim isyancılarını savunmuş ve Atatürk’e karşı çıkmıştı. Kendi soyu gereği Dersim’i savunan Kılıçdaroğlu ile birlikte aslında Dördüncü Dersim Ayaklanması başlamıştır.

İlk Dersim ayaklanmalarında isyancıların arkasında İngiltere vardı şimdikinde ise ABD var.

Emperyalist destekli ırkçı, mezhepçi, bölücü bir ayaklanmayla karşı karşıyayız ve bu defa isyancıların merkezi Dersim değil Ankara.

Apo’nun Adayı Kılıçdaroğlu

Kılıçdaroğlu solun tarihi boyunca yapmadığını yapacak bir isimdir. Daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın bile yapamadığını yapmaya hazırlanmaktadır.

PKK’yı ve Apo’yu affa hazırlanmaktadır.

Bilindiği gibi daha önce bir genel aftan bahsetmişti. Ancak bu affı çok istediği halde AKP bile başaramamıştı. Bunun nedeni ise muhalefetin gücüydü. Şimdi Kılıçdaroğlu ile birlikte PKK affı CHP’ye yaptırılacak ve herkes de bunu sessizce kabullenecektir.

Bu anlamıyla Kılıçdaroğlu sadece ABD’nin değil aynı zamanda Apo’nun da adayıdır.

Atatürk’ün Değil Seyit Rıza’nın Devamcısı

Kılıçdaroğlu’nun Kürtçülüğü genelde sinsicedir. Hiçbir zaman açıktan Kürtçülük yapmaz ama tüm ekibi Kürtçüdür.

Kılıçdaroğlu’nun yanında hiç Türk yoktur, bu tesadüf müdür?

Kaldı ki Kılıçdaroğlu’nun ekibi CHP içinde ve belediyelerde PKK’lılarla ve diğer taşeron terör örgütleri ile içli dışlı bir ilişki içindedir.

Bizler bugüne kadar Kılıçdaroğlu’ndan hiç Türklüğünü duyamadık.

Mesela kendisi çıkıp “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyebilir mi?

“Atatürk’ün Altı Ok’undan milliyetçiliği savunuyorum” diyebilir mi?

“Atatürk’ün Kürt isyanlarındaki tavrını destekliyorum” diyebilir mi?

Bunları diyemez ve demeyecektir de.

Çünkü Kılıçdaroğlu Atatürk’ün değil Seyit Rıza denilen teröristin devamcısıdır.

CHP Tunceli Aşiretine Dönüştü

Bu durum karşısında CHP’liler ne yapmalı?

CHP’lilere önerimiz bu oyuna gelmemeleridir.

Amerikan uşaklığı yaparak iktidar olmak hiçbir onurlu insana, Atatürkçüye yakışmaz.

Kaldı ki Amerikancı olmadan da iktidar olunabilir.

Ancak görülen tablo tüm CHP’nin Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğidir. Bunun sebebi de CHP içindeki etnik ve mezhepsel örgütlenmedir.

CHP teşkilatında Kürtsen ve Aleviysen yükselirsin, Türksen ve Sünniysen barınamazsın.

Yıllardır bu kurallarla idare edilen CHP, adeta Tuncelili bir aşirete dönüşmüştür. Şimdi o aşiret liderini seçecektir.

CHP’ye düşen aşiret demokrasisini uygulamaktır.

Amerikan Planları Başarılı Olabilir mi?

ABD ilk darbesini 2002 yılında yaptığında kamuoyunu uyarmış yaşananın bir darbe olduğunu söylemiştik.

Bugün de aynı şekilde uyarıyoruz halkımızı; Amerikan darbesi yaşıyoruz.

Ancak ABD’nin hesap edemediği bir şey var.

Önemli olan sağcılık, solculuk, Atatürkçülük, ulusalcılık vb. akımlar değildir. Önemli olan Türk milletinin kendisidir.

Dahil olunan grup değişebilir ama Türk milletinin Amerikan karşıtlığı değişmeyecektir.

Türk milleti bölünmeyi kabul etmeyecektir.

Türkiye’de Kürtçülük başarılı olamayacaktır.

Ulusal Parti, tüm Amerikancı, Kürtçü, etnikçi, mezphepçi güçlere karşı Türk’ün partisidir.

Önümüzdeki seçimlerde Türkler de oy kullanacak.

Alevilere, Kürtlere çok güvenenler bu ülkede Türklerin çoğunluk olduğunu görecekler!



http://turksolu.com.tr/ileri/45/kurtcudarbe45.htm

..

Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e







Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e





Özgür Erdem
Namus tüccarı Şeriatçılar

Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e












19 Mayıs törenlerinde kız çocuklarının diz kapaklarının, dirseklerinin görünmesine bile tahammül edemeyen Şeriatçı kafa, aslında öyle sapık bir zihniyettir ki, Baykal’ın ve Baytok’un en mahrem görüntülerini internet sitelerinde yayınlamaktan çekinmedi. Günlerce resmen “pornografik yayın” yaptılar!




Baykal’ın “kaset skandalı” sonrası istifası Türk siyaset düzeni hakkında birtakım sonuçlara varmayı gerektiriyor. Bunların üzerinde duralım...
Öncelikle, Baykal’ın görüntülerinin yayınlandığı site Vakit gazetesinin internet sitesi...
19 Mayıs kutlamalarında küçük kız çocuklarının dizlerinin görünmesine bile tahammül edemeyen bir Şeriatçı gazete yani…
Bu Şeriatçı kafa öyledir ki, kendilerine verilen reklamlarda, kadın vücudu kendi sapık ölçütlerine göre çok fazlaysa, bilgisayarda bulanıklaştırırlar, buzlu cam görüntüsü yaparlar...
Bunlar için kadın vücudu o kadar tehlikelidir ki, kadınlarını dışarı bile salmazlar, çarşafa kapatırlar...
Ancak aynı Şeriatçı kafa, Baykal’ın ve Baytok’un en mahrem, en gizli, en özel görüntülerini çekinmeden, bulanıklaştırmadan sitelerinde yayınlayabilir... Ve resmen “pornografik yayın” yaparlar...
Bir de habere yayın yasağı gelince de tepki gösterirler.
Kardeşim, siz değil miydiniz, televizyon dizilerinde en ufak öpüşme sahnesinden bile rahatsız olan?
Demek ki ortada büyük bir ikiyüzlülük var. Şeriatçının “sapık” kafası, aslında kadın mahremiyetini ayaklar altına alıyor, cinsellik sömürüsünün en alasını yapıyor.
Namus ticareti yapıyorlar...

“Gizli Kamera” Terör Örgütü

Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Erzincan eski Başsavcısı Cihaner mahkemede güzel bir açıklama yapmış: “Bu örgütün ismi GTTÖ’dür.” Yani Gizli Tanık Terör Örgütü...
Doğru demiş...
Sadece gizli tanık ifadeleriyle oluşturulmuş iddianamelerle yüzlerce kişi gözaltına alındı, onlarcası tutuklandı bu ülkede...
Gelelim Baykal’ın görüntülerine...
Görüntüleri yayınlayan site metacafe diye bir internet sitesi... Yabancı bir video paylaşım sitesi.
Bu siteyi Ergenekon tertibi sırasında emekli orgenerallerin, Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’un, GATA Komutanının ve pek çok başka önemli ismin telefon konuşmalarını yayınlamasından hatırlayacaksınız...
İşte Türkiye’de siyasetin ne hallere düştüğünün güzel bir göstergesi...
Emekli ordu komutanını tutuklatmak mı istiyorsunuz? Kaydedin telefon konuşmasını, yükleyinmetacafe’ye...
Baykal’ı tasfiye etmek mi istiyorsunuz? Görüntüleri gönderin metacafe’ye...
İşte Türkiye’de siyaset kurumu bu derece yozlaşmıştır. Artık fikirler, politikalar, sorunlar, çözümler değil, kim telefonda kime ne dedi, kim kimin karısıyla beraber oldu, kim kiminle konuşurken kime küfretti... Bunlar konuşuluyor...
Bugün Baykal’ın gizli görüntülerini yayınlamaktan çekinmeyen bu “siyaset kurumu” emin olun yarın da aynısını Tayyip için yapacaktır...

Kameranın ardında ABD var!

Gizli kameralar ve telefon dinlemeleri bütün siyasetçiler üzerinde “Demokles’in kılıcı”na dönüşmüştür.
Ey siyasetçiler!
Sadece telefonlarının dinlenmesiyle sınırlı bir izlenme içinde olmadığının farkına varın artık!
Artık her hareketiniz izleniyor, yatak odanız bile kameraya alınıyor!
Üstünüz çizilirse, kontrolden çıkarsanız, işte bu kayıtlar devreye girecektir!
Peki kim bu üstünüzü çizecek olan?
Baykal’ın yatak odasına, Genelkurmay Başkanı’nın karargahına, GATA komutanının odasına kim girebilir?
Metacafe’de hatırlarsanız Dağlıca baskınının uydu görüntüleri de yayınlanmıştı. Kimin uydularıyla çekilebilir o görüntüler?
Gayet açık değil mi?
Baykal’ın ortaya çıkan bu görüntüleri, aslında yaklaşan seçimler öncesinde bütün Türk siyasetçilerine ABD’nin gözdağıdır.
Artık siyasetçiler, ABD’nin Kürt devleti planına ve Ermeni meselesiyle ilgili görüşlerine karşı çıkacakları zaman Baykal’ınkine benzer görüntülerinin yayınlanabileceğinin bilincinde hareket edecektir. Önümüzdeki bir yıl içerisinde yalnızca CHP’nin değil, MHP’
sinden Sarıgül hareketine, AKP’sinden DP’sine bütün partilerin çok daha Amerikancı, çok daha işbirlikçi ve ABD’ye karşı çok daha bağımlı hale geleceklerini hep beraber göreceğiz.
Buna direnecek olanları da metacafe’de izleyeceğiz...

Namus timsali kesilen “sağ”ın namussuzluğu...

İşin ilginci, “sağ”ın bir anda namus timsali kesilmesiydi. Çıplak görüntüleri yayınlamaktan çekinmeyen Şeriatçı basın bir yandan da “Baytok’u Baykal’ı kocası pazarlıyordu” propagandasına başladı.
Amaç ortada: Kadınıyla erkeğiyle, kocasıyla karısıyla, genel başkanıyla milletvekiliyle bütün “Sol” ahlaksızdır izlenimi yaratmak...
“Solcular da hep böyledir kardeşim” diyenlere Şener Şen’in filmini hatırlatırız: “Namussuzmuş Namuslu...”
Çok geriye gitmeye gerek yok. Çok uzağa da... Baykal’ın görüntülerini yayınlayan Vakit gazetesine bakalım mesela. Yazarları Hüseyin Üzmez’in sübyancılığını hatırlayın...
Üstelik o dönem, bütün Şeriatçı yazarlar bu olayı ya görmezden gelmiş ya da Üzmez’in arkasında durmuştu...
Ve bugün Baytok’u kocasının pazarladığını öne sürenler, Üzmez’in sarkıntılık ettiği kız çocuğunu bizzat annesiyle pazarlık yaparak ikna ettiğinden hiç bahsetmemişlerdi.
Yani bugün namus timsali kesilen “sağ” söz konusu Üzmez olunca, üstelik olay tam bir sübyancılıkken, sus pus olmuşlardı.

Menderes karısını kaç kez aldatmıştı?

Bugünlerde Şeriatçı gazetelerin birinci sayfalarını Baykal haberleri süslüyor. En arka sayfalarında ise bir ilan: 14 Mayısın yani DP’nin iktidara gelmesinin yıldönümü şerefine verilmiş.“ Demokrasinin Yıldızları ” başlığı altında Menderes, Özal ve Tayyip’in resimleri...

Öyleyse namus timsali kesilen Şeriatçılara sormak hakkımız: Bugün baş tacı ettiğiniz Menderes de çapkınlıklarıyla ünlü biri değil miydi?
Üstelik bütün Ankara’nın gözü önünde yaşanan ilişkilerdi bunlar. Menderes örneğin dönemin ünlü opera sanatçısı Ayhan Aydan’la yıllarca birlikte olmuştu. Hatta bu konu 27 Mayıs sonrası Yassıada’daki mahkemelerde de gündeme gelmiş, hem Menderes hem de Aydan tarafından kabul edilmişti...
Ankara bu ilişkinin dedikodularıyla çalkalanmaya başlayınca Menderes’in isteğiyle Aydan eşinden boşanmıştı. Ancak Adnan Menderes’in eşi Berrin hanımla evliliği devam etmişti! Üstelik Ayhan Aydan’la ilişkisinden gayrimeşru bir çocuk da doğmuştu...

İşin çok daha vahimi, bu meselenin Yassıada mahkemelerinde gündeme gelmesi yıllardır sağcılar tarafından eleştirilir durur. “Bebek Davası” olarak bilinen bu meseleyi yıllardır 27 Mayıs hukukunun hafifliğinin, zayıflığının ve saçmalığının kanıtı olarak gösterirler...
Baytok’un eşini karısını pazarlamakla suçlayan sağcılar Menderes’in metreslerinden Suzan Sözen’in şu açıklamasını bilmiyor mu sanıyorsunuz:
“Menderes geleceği vakit, kocam hasta dahi olsa evden çıkardı. Pencerede parolamız vardı. Kocam başvekilin gittiğini anlar, dönerdi.”


En büyük namussuzluk vatan satıcılığıdır...


Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e












Kimse Baykal için ah edip vah edip inlemesin. 
Çünkü Baykal’ın asıl büyük ihaneti Derviş’leri partiye alması, CHP’yi Kılıçdaroğlu ekibine teslim etmesi, AKP’ye layıkıyla muhalefet etmemesi ve çar­şaflı kadınlara Altı Ok rozeti takmasıdır. 
Olcay Baykal, Deniz Baykal’ın ihanetini bir kadın olarak affeder mi bilmiyoruz. Bu kendi aralarında halledecekleri bir şey. Ama çarşaflı kadınlara CHP rozeti takarak çarşafı meşrulaştıran Baykal bütün Türk kadınlarına ihanet etmiştir. İşte bunun unutulacağını sanmıyoruz. Baykal belki eşini ikna eder. Ama Türk kadınını ikna etmesi çok zor... Güle güle Baykal... Eşine ihanet ettiğin için değil, Atatürk’e ihanet ettiğin için kaybettin koltuğunu...
Bak seni koruyacak, kurtaracak tek bir Atatürkçü var mı? Güle güle...




Menderes gibi sağcıların bu tür çapkınlıkları Sol için hiçir zaman önemli olmadı.
Çünkü en büyük namussuzluk vatanı satmaktır!

Vatanı satarsanız, bundan milyonlarca Türk insanı etkilenir. Sol da meseleye bu şekilde bakar zaten.

Bu açıdan bugünlerde “sol” karşı namus timsali kesilen sağa asıl Menderes gibi “ahlaksız” geleneklerini değil, “namussuz” yani Türk insanının en büyük namusu olan vatan toprağını satan geleneklerini hatırlatmak gerekir.

Örneğin, vatanı İngilizlere satan, Kuvayı Milliye’ye karşı çıkan, Mustafa Kemal hakkında idam fermanı çıkartan ve Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca utanmadan İngiliz zırhlısına binip Malta’ya kaçan Vahdettin...
Kore’de Amerikan çıkarları için binlerce Türk gencinin ölümüne neden olan, onlarca Amerikan üssü açan, ABD’yle pek çok gizli ikili anlaşma yapan Menderes...

60’lı yıllarda Türkiye’nin ABD’nin yarı-sömürgesi haline gelmesini sağlayan Demirel...

12 Eylül’le birlikte Türkiye’de solculuğu, demokratlığı silindir gibi ezen, Şeriatçılığın ve Kürtçülüğün önünü açan, ülkeyi ABD’ye daha da bağımlı hale getiren, Türk ekonomisini yabancı tekellere pazarlayan 24 Ocak kararlarının uygulanmasını sağlayan Evren...

12 Eylül’ün açtığı yolu devam ettiren, özelleştirmelerle Türk ekonomisini felce uğratan, Türk lirasını mahveden, Kürt devletinin ortaya çıkmasına sessiz kalan hatta Türkiye’de federasyon tartışmasını ilk başlatan Özal...
Ve...

ABD’nin Kürt açılımının ülkemizdeki uygulayıcısı, bitmekte olan PKK’ya hayat öpücüğü veren, Kürt bölücülüğünün azgınlaşmasına göz yuman, Kıbrıs meselesinden Ermeni meselesine Türk Devletinin dış politikadaki temel kırmızı çizgilerini çiğneye çiğneye paspasa döndüren Tayyip...
Bizim için en büyük vatan satıcıları bunlardır.

En büyük namussuzlar da...

Her gelişmeyi izleyen Baykal  en mahrem görüntülerini internetten izlemek zorunda

Bütün bu kaset olayının baş aktörü Baykal’a dönersek, pek de mağdur olmadığını ortaya koymak durumundayız. Bir insanın en mahrem anlarının milyonlarca kişinin önünde paylaşılması tabii ki hoş değil. Ancak Baykal bunun AKP döneminde izlediği bütün o teslimiyetçi çizginin sonucu olduğunu görmesi gerekir.

Baykal 8 yıllık AKP iktidarında hep CHP’nin başındaydı.
AKP’nin gerici uygulamalarına karşı layıkıyla muhalefet yapmadı. İzledi.
AKP’nin ülkeyi adım adım bir faşist diktatörlüğe götürdü. İzledi.
Irak’ta bir Kürt devletinin oluşmasına karşı çıkmadı, hatta bundan faydalanmamız gerektiğini söyledi. İzledi.
Tayyip’in milletvekilliğinin önündeki engelleri kaldırarak başbakan olmasının yolunu açtı. İzledi.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını “sine-i millete” dönerek engelleme şansı vardı. İzledi.

Adım adım büyüyen PKK terörünü ve Kürt bölücülüğünü izledi.
Kürt bölücülüğüne karşı oluşan milliyetçi tepkiye destek vermedi, izledi.
Obama’nın Türkiye’ye gelip TBMM çatısı altında direktif vermesini içine sindirdi, hatta alkışladı, hatta ve hatta Obama’yla baş başa görüştü. Türkiye’nin Obama tarafından yönetilir hale gelmesini izledi.

Gürsel Tekin-Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki Kürtçü ekibin CHP’yi kontrol altına almasını izledi.

Şimdi de Türkiye onun en mahrem görüntülerini internetten izliyor...
Olacağı buydu.

Bu kadar gelişmeyi bir muhalefet lideri olarak izlersen, karşı çıkman gereken güçler de senin kasetini servis ediverir böyle...
Bunca yıldır izlemekten başka bir şey yapmazsan, kendi çöküşünü izlemek zorunda kalırsın...

Kendin ettin kendin buldun Deniz Baykal.
Hiç de mağdur değilsin.

Baykal’ın son sözü: Direniş değil ABD’ye ve Fethullah’a teslimiyet

Baykal açısından en vahim gelişme ise istifa açıklamasında gizliydi.
Bu konuşmasında AKP’ye vurdu durdu Baykal. Bir hukuk mücadelesi başlatacağını söyledi. Herkes de inandı bu açıklamalarına.
Halbuki konuşmanın özü tam bir teslimiyetti.
Her şeyden önce böyle bir komplonun ardından istifa etmesi teslimiyetin daniskasıydı.
Ancak çok daha büyük teslimiyet, CHP’yi göz göre göre Kürtçü ekibe teslim etmesidir. CHP Kongresindeki adayını Kılıçdaroğlu olarak açıklamasıdır.
Ve açıklamasında Fethullah Gülen’in suçsuzluğundan bahsetmesidir.
Çok ilginç. 50-60 cümlelik bir açıklama yapıyorsun. Ama bu kısacık açıklamanın bir kısmını Fethullah Gülen’i övmek, ona teşekkür etmek, onu suçsuz ilan etmek için harcıyorsun...
Baykal bunu belki de Fethullahçı basını da karşısına almamak için yaptı. Gerçekten de Fethullahçı yandaş basın pek üstüne gitmedi Baykal’ın. Hatta gizliden gizliye desteklediler, komployu eleştirdiler.
Çünkü mesele CHP tabanını ikna etmekti.
Sıradan bir Zaman okurunun Baykal hakkındaki fikri zaten ortada.
Hürriyet okuyan CHP’li ikna edilmeliydi. Habertürk izleyicilerinin Kılıçdaroğlu hayranı olması sağlanmalıydı. CHP kongresi öncesi Baykal’ın önünü kapanmalı, Kürtçü darbe ekibinin önü açılmalıydı.
Baykal artık AKP’ye karşı mücadele etse ne olur?
Bu komplonun ardında tabii ki AKP de var.
Ama Baykal’ın CHP’nin başından ayrılması AKP’nin değil CHP içindeki Kürtçü darbe ekibinin işine yarar.
Neden mi dersiniz?
Baykal’ın muhalefetinin bugüne kadar AKP’ye bir zararı mı dokunmuş ki, AKP Baykal’ı devirsin!

Baykal’ın en büyük ihaneti eşine değil Kemalizme...

TÜRKSOLU henüz 12. sayısındayken “Kemalizme İhanet” başlığıyla çıkmıştı. O dönem Kemal Derviş CHP’ye katılmıştı ve biz bunu Kemalizme İhanet sürecinin son halkası olarak değerlendirmiştik.
İnönü döneminde başlayan CHP içindeki Kemalizme İhanet süreci esas olarak Baykal döneminde hızlandı.
Ve süreç o kadar ilerledi ki Baykal’ı bile devirerek yoluna devam ediyor.
Ve ne acı tesadüf ki Kemalizme İhanet sürecinin son lideri Baykal, eşine ihanet ettiği için koltuğundan oluyor!
Kimse Baykal için ah edip vah edip inlemesin.
Çünkü Baykal’ın asıl büyük ihaneti Derviş’leri partiye alması, CHP’yi Kılıçdaroğlu ekibine teslim etmesi, AKP’ye layıkıyla muhalefet etmemesi ve çarşaflı kadınlara Altı Ok rozeti takmasıdır.
Olcay Baykal, Deniz Baykal’ın ihanetini bir kadın olarak affeder mi bilmiyoruz. Bu kendi aralarında halledecekleri bir şey.
Ama çarşaflı kadınlara CHP rozeti takarak çarşafı meşrulaştıran Baykal bütün Türk kadınına ihanet etmiştir.

İşte bunun unutulacağını sanmıyoruz.

Baykal belki eşini ikna eder. Ama Türk kadınını ikna etmesi çok zor...
Güle güle Baykal...

Atatürk’e ihanet ettiğin için kaybettin koltuğunu...
Bak seni koruyacak, kurtaracak tek bir Atatürkçü var mı?
Güle güle...