29 Nisan 2015 Çarşamba

ASKERLEŞEN ENTELLEKTÜELLER ENTELLEKTÜELLEŞEN ASKERLER SALAK YERİNE KONAN MİLLET





ASKERLEŞEN ENTELLEKTÜELLER,  ENTELLEKTÜELLEŞEN ASKERLER,  SALAK YERİNE KONAN MİLLET,



Kıvanç Değirmenli,


İki gün önce medyada sadece Yeni Şafak'ın; o da köşede iki üç satır gördüğü bir haber gözlerden kaçtı...

Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)'ın Genel Başkanı Abdülmelik Fırat; dünyanın en imtiyazlı teröristi Öcalan'ın talimatı ile kurulduğu belirtilen Demokratik Toplum Hareketi'nin başarılı olması için "Öcalan Konsepti"nden kurtulması gerektiğini söyledi.

Fırat'ın esas çarpıcı cümlesi sonda saklıydı :

"Öcalan konsepti ile devam ederse DEP ve DEHAP gibi olur.Öcalan derin devletle çalışır. Öcalan, Özel Harp Dairesi ve Gladyo ile ilişkili biridir"
Normal şartlarda, küresel güçlerin Pravda'sı şeklinde bir medyaya sahip olmayan bir ülkede bu cümle gündemin merkezine otururdu.

Bu demeçle eş zamanlı olarak, sürekli "derin devletle" bağlantılı olarak anılan DYP Lideri Ağar'ın verdiği bir röportajda; PKK ve Öcalan'ı yoketmek için İsrail'den alınan silahlara 50 milyon dolar ödendiği bilgisi tazelendi.

Bu iki demecin verildiği ülkede;

a) Leyla Zana isimli terörist beslemesi Yeşil pasaportu ile ülkenin VIP salonlarını; yine yeşil pasaport ile yurtdışında genellikle NATO toplantılarına giden askerler ile paylaşıyordu.

b) Dünyanın en imtiyazlı teröristi Öcalan'ın avukatlarına, adaya daha rahat gidip gelsinler diye gemi tahsis edilmişti
c) Başbakan; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda; Avrupa Anayasası'nı imzalamak bahanesi ile Ankara'da değildi.

d) Prens Charles; iki cümlesinden birini sürekli "Birleşik Krallık" ifadesi ile süslediği ve "dinlerarası diyalog"dan sözettiği demeçler vere vere Mardin'i dolaşmakta idi

e) Ve tabi "diyalog" ile "diabolik" güçlere hizmet edenler; ülkeye geri dönüşünün zeminini hazırlamak için iftar yemeği taarruzuna geçmişti.

Ülkemizin güzelliği; "akıllara ziyan" listesini her gün farklı maddelerle yenileme ve hiç bir zaman kendinizi tekrar etmeme lüksüne sahip olmanız.

Normalde; bu ülkenin, vatanını seven, hatası ve sevabı ile ülke kaygısı ile çalışan kadrolar tarafından millet adına yönetildiğini inanıyorsanız; yukarıdaki tarzda tablolar size her gün saç baş yoldurabilir. Akıl sağlığınız açısından bu tür varsayımlardan bir an önce sıyrılmanızı tavsiye ederiz.

Neticede size ait olması gereken bu ülkenin ;

Entellektüelleşmiş askerlerin silahı, askerleşmiş entellektüellerin kalemi tuttuğu ve bu ikisinin de küresel planlar doğrultusunda yönlendirildiği bir NATO konsepti ülkesi olduğunun idrakine varırsanız;
hem akıl sağlığınızı korur; hem de bu devleti ve ülkeyi tekrar sizin yapmanın dinamiklerini daha iyi kurgularsınız.

Bu noktada; bu ülkede onbinlerce şehidimize ve canımıza malolan PKK senaryosunun ve bunun çözülmesi ile birlikte geliştirilen kürtçülük akımının arka planını çok iyi okumanız gerekiyor...

Bunun için önünüze kağıt kalem alın ve bu ülkede askerin silahını çekmediği olayların bir listesini yapım :

a) Öcalan'ın getirilişi sonrasında; birden "biz bu konuda duygusalız" diyerek "demokrasi" adına Öcalan'ın asılması için tavır koymayan...

b) Süleymani'ye de; kendisini doktrine eden müttefiki başına çuval geçirirken ve geçirdikten sonra en ufak bir karşı hamle bile yapmadığı gibi hala "müttefiklik" ilişkisini sürdüren...

c) Limanları ve havaalanları hem Irak işgali öncesinde, hem de şimdi, ABD'nin lojistik üssüne dönüşürken; ABD askerinin üstünü arayan binbaşısının görev yerini değiştirecek kadar omurgası zedelenmiş ve "ne yapalım İskenderun limanı valiliğin kontrolünde" demeci verecek kadar halkını salak yerine koyan...

d) Yıllarca milletin başını "irtica" diye ütüleyip, ondan sonra "irtica" yaygarası ile iktidara taşınan AKP kadroları, ABD-AB-İsrail üçgeninde ülkeyi federal bir kaosa sürüklerken şiirsel bir suskunluğa bürünen..

e) Kuzey Irak'a tek bir helikopter bile sokamadığı halde milyarlarca dolarlık tank ve AWACS ihalelerini masaya yatıran; Telafer'de onlarca sivil ABD tarafından katledilirken gıkı bile çıkamayan ve buna rağmen hala medyaya, "NATO tatbikatında birinci olan Özel Kuvvetler" haberleri servis edecek kadar düştüğü durumun farkına varmayan

"sizin" askeriniz.

Bu noktada; bu anlayıştan kurtulunmadığı sürece, babanız olsa tanımamak, her vatanseverin görevidir. Bu yazıyı görevi gereği okuyanlar kusura bakmasınlar ama dost acı söyler.

Bizim kusurumuza bakacaklarına; açıp Harp Akademileri'nde okutulan kitaplarda emperyalizmle ilgili bölümlere bir göz atsınlar.

Bu ülkenin subaylarına emperyalizm başlığı altında İngiltere dahil bir çok ülkenin politikalarının anlatıldığını görecekler.

Neyi göremeyecekler dersiniz : tabiki ABD'yi.

Emperyalizmi okuturken; ABD'yi es geçen bir anlayışın bu ülkenin güvenlik politikasını üretmesi mümkün değildir.

Bu milletin tarihsel misyonuna ve bağımsızlık özlemine cevap verebilecek anlayışa ve güce sahip olması da...
Bu arada; çağdaşlaşmayı, astsubayın altındaki arabanın modeli ile ölçmediğimizi ve Atatürk'ün muasırlaşma derken de, Avrupa'nın Opel, ABD'nin Ford fabrikalarını işaret etmediğini belirtmeyi zul sayarız ; 
Askerleşen entellektüellerimize de, entellektüelleşen askerimize de...


K.D.

Harp Akademileri'nde emperyalizm başlığı altında ABD niye es geçilir?

Askerin silahına davranmadığı olayların listesini hiç yaptınız mı?

NATO'nun güvenlik konsepti; entellektüeli "terör" paranoyasına alet olma yolunda askerleştirirken; Askeri, "Terörle mücadele"de küresel güçlere hizmet etme yolunda entellektüelleştirir ve milli reflekslerinden sıyırır,


İspanya'da "ya vaftiz ya ölüm" sloganı ile Hristiyanlığa zorlanan Yahudilerin (konverso) zamanla çoğalması sonucu İspanya'da yahudi kanı taşınmayan asil aile kalmadığını ve "Yeni Hristiyanların" devlet içinde bu kadar yükselmesinin, halkta infial uyandırması üzerine, Papa V. Nicholas'ın konversoların devlet memuru olamayacaklarını ilan ettiğini
BİLİYORMUYDUNUZ.?
Kaynak: İsrail Ulusu'nun Tarihi / Moshe Sevilla - Sharon / Yeruşalayim 1981



.

KALICI EBLEHLİK ÜZERİNDEN GÜNCEL DEZENFORMASYONLAR





KALICI EBLEHLİK ÜZERİNDEN GÜNCEL DEZENFORMASYONLAR



Kıvanç Değirmenli,



Bir ülkede gerçekleştirilen dezenformasyonun kalitesi; o ülke insanının da eğitiminin ve bilinçinin de bir göstergesidir. 

İnsanlar eğitimli ve bilinçli ise; dezenformatif güçlerin işi daha zordur ve kamuoyunu yanlış yönlendirmek için daha fazla çaba göstermek, daha dolaylı yolları kullanmak zorundadırlar.

Millet ne kadar eblehleşirse; dezenformatif güçlerin de işi o kadar kolaylaşır.

Bilinçli veya eğitimli olduğundan değil ama; yüzyıllardır binlerce oyunun döndüğü bir coğrafyada yaşamanın getirdiği reflekslerden; içselleştirdiği "şark kurnazlığının" verdiği avantajlara kadar Türk millleti üzerinde dezenformasyonun niteliği ile; Bush gibi bir adamı seçen ve hala yeniden seçmeye çok yakın olan ABD milleti üzerinde gerçekleştirilecek dezenformasyonun niteliği de bu nedenle farklı olmalıdır.

Bu nedenledir ki; 


"Enerjisiz Kalacağız" manşetlerinin atıldığı günlerde aynı zamanda E-5'teki ışıkların günlerce kapatılması ve hemen ardından Türkiye'yi gaza boğan milyarlarca dolarlık doğalgaz boru hatları ve santralleri ihalelerine girilmesini bu ülkede kimse yutmadı.

Milletin; cebinden milyarlarca doların alınıp; Rusya bağlantılı enerji tekellerine sifonlamasına tepki vermemesinin sebebi "dezenforme" olması değil; uyuşmuşluğunun göstergesi idi.

Fakat; ABD'deki bir elektirik kesintisi ve bir kaç "sarı bülten", "turuncu bülten", "teröristler kapımızda" açıklaması ile toplumun bütün dinamikleri bir gecede değiştirildi.
Bu nedenledir ki;

Türkiye'de; hiç bir zaman; eski MİT Başkanı'nın Başbakan, eski Genelkurmay Başkanı'nın Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı'nın oğlunun Telekomunikasyon Kurumu Başkanı, Holding Yönetim Kurulu üyelerinin Başkan Yardımcısı ve bakan olduğu bir sistemi
millete demokrasi diye yutturamazsınız. 

ABD'de ise bırakın demokrasiyi diye yutturmayı; bu sistemi yeniden seçtirebilirsiniz bile. İşte bu yüzden; tepkisizlikten nasır bağlamış bu toplumun ölüsünü bile, ABD milletinin en uyanık haline değişmemek gerekir.
Toplumlar arası eblehlik farkının dezenformasyon kalitesinde yarattığı fark; sözkonusu Türk medyası olunca çok işe yarıyor.

Türk medyası üzerinden yaratılan fırtınaların hangilerinin dış, hangilerinin iç kaynaklı olduğunu "eblehlik farkı" testine tabi tutarak çok rahat tespit edebilirsiniz.

İki örnek üzerinden konuşalım.


Bir tanesi; günlerdir tartışılan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun yayınladığı "Baskın Oranındır" tarzı rapor.

Dünya tarihinde "emperyalizme tek bir raporla en fazla hizmet eden akademisyen ödülü" verilecekse; Baskın Oran, Huntington ve Fukuyama gibi abilerinin ardından bir mansiyonu kesin hakedecektir. Tabi; yazdığı raporu; Fikret Başkaya'nın "paradigmanın iflası" isimli kitabından ciddi anlamda esinlenerek yazdığı ortaya çıkarsa ödülünü elinden alıp, Başkaya'ya verebilirler ama sonuçta küresel güçler açısından bir şey değişmez.

Bu raporun basına düşmesi ile birlikte; ortaya bir de; "akademisyenin densizliği/zamansızlığı " havası da yayıldı ve Başbakan'dan Abdullah Gül'e kadar hükümet üyelerinin nasıl da bu rapora karşı oldukları konuşulmaya başlandı.

Hükümet bir yandan raporun sorumluluğundan sıyrıldı, bir yandan da raporun içeriğinin kamuoyunda tartışılmasına vesile oldu. Ve tabi tepkisizlikten nasır bağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin buna bile tepki göstermeyeceğini ve sineye çekeceğini test etmiş oldu. (Pentagon'un "TSK'nın tepkisi sinirlenmekten öteye geçemez" tespiti ne kadar da doğruymuş. Adamlar; doktrine ettikleri kurumu bilmeyecek de biz mi bileceğiz. ) 

Bir yandan raporu kamuoyuna salıp; bir yandan da "habersizdik" havası yaratmak; Türk Milleti'ni tanıyanların yarattığı bir dezenformasyon dalgasıdır.

İkinci örnekte ise; karşımızda Akşam gazetesinin dünkü nüshası duruyor.

Akşam; durup dururken ana sayfasından "Hristiyanlığın Şeytan Ayetleri" başlığı ile Dan Brown'un şu ünlü "Da Vinci Şifresini" yeniden gündeme getirdi ve bu kitabın Hristiyanlığın yüzlerce yıllık temel öğretilerini sarsmasından ve "paganizmi yani putperestliği" övmesinden şikayetçi oldu.

Bunla kalsa kurtulabilirlerdi belki ama; bir de bu habere yorum olarak; yarım sayfa, Patrikhane ile hayli yakın ilişkilere sahip Prof. Hatemi'nin "bu kitap Katolikliğe karşı ısmarlanmıştır", "Opus Dei'nin mafya ile ilişkisi yoktur" gibi ifadelerini içeren yorumlarını ekleyince Akşam'ın dezenformasyon çabası gittikçe anlamsızlaştı ve eblehleşti. En azından hastanelik ettikleri ve Da Vinci'yi Türkiye'nin gündemine ilk kez taşıyan Serdar Turgut'un yorumunu hap kadar vermeselerdi.

Aylar önce çıkan bir kitabı yeniden ana sayfaya taşımanın anlamsızlığını bırakın; %99'u müslüman olan bir ülkede; "Hristiyanlık Elden Gidiyor" kaygısını dile getirmenin bize ne faydası olduğunu anlamak imkansız.

Ama belki size bir ipucu verebiliriz.

Bu haberin hemen yanıbaşında "MİT'e Arman Suar mı Geliyor?" başlığı ile "MİT'in Yeni Başkanı Kim Olacak?" spekülasyon denizine katkıda bulunan Güler Kömürcü'nün haberini görüyorsunuz. 
Bu noktada aklıma; Güler Kömürcü'nün Teşvikiye'deki "cafe"lerde yaptığı sohbetlerde kullandığı "Katolikliğe destek olmalıyız, onlarla işbirliği yapmalıyız" şeklindeki yorumları geliyor...
Sonra sabah haberlerinde Karamehmet'in temerrüte düşen ödemesini gerçekleştirdiğini dinliyorum...

Yurdum baronlarının çıkış yolları bulmak için aynı anda hem Katoliklerle, hem Şeytanla aynı yatağa girmesi konusunda yeteneği ile bir kez daha gurur duyuyorum. 

Aynı yeteneği bir de dezenforme ederken gösterseler...



K.D.

Biliyor muydunuz?


1500'lü yılların başında İspanyol şifrecilerin; Fransızların yaydığı "asla kırılamaz" dezenformasyonuna güvenerek tek alfabeli yerine koyma yöntemi ile şifrelemeye devam etmeleri sonucu onlarca yıl şifrelerinin Fransa ve Vatikan tarafından okunduğunu ve bu dezenformasyonun bugün ABD tarafından yayılan "128 bit ve üzeri şifrelemeler asla kırılamaz" dezenformasyonu ile çok benzeştiğini..


Toplumlar arası "eblehlik farkı" dezenformasyonun kaynağını tespit  etmek için yararlı. 


"Emperyalizme Tek Raporla En Fazla Hizmet Eden  Akademisyen Ödülü" Baskın Oran'a mı, Fikret Başkaya'ya mı verilmeli ? 


"Azınlık" raporu ile TSK'nın tepkisizliği toplumun gözünün içine sokulmuş oldu. 


Akşam durup dururken; "Da Vinci"'yi , Hristiyanlığın Şeytan Ayetleri başlığı ile niye ana sayfaya taşıdı? 


Katoliklerle işbirliğini savunan yazar kim?




http://www.acikistihbarat.com/oyunbozan/oyunbozan271004.htm

TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ 2 (Eylül-Ekim 2014’DEN NOTLAR: 2)



TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ 2




Eylül-Ekim 2014’DEN NOTLAR,


KARAYILAN'DAN 'MAHALLELERİ ELE GEÇİRİN' TALİMATI
PKK'nin Kandil Dağı'ndaki yöneticilerinden Murat Karayılan, Türkiye içindeki teröristlere telsizle "Mahalleleri ele geçirin" talimatı verdi. Kandil Dağı'ndaki KCK Yürütme Konseyi üyesi ve Halk Savunma Merkezi Komutanı Karayılan telsizle verdiği talimatta, "Halk kendisi hareket etsin, başkaldırıyı düşürmesin, başkaldırıya devam etsin. Toplumsal güçler ile mahallelerde kontrol sağlansın. Şehirleri değil mahalleleri ele geçirsinler" dedi.
Murat Karayılan'ın talimatının ardından 21 Ekim günü yüzleri kapalı 150-200 kişilik YDG-H üyesi, Şırnak'ın Cizre İlçesi Nur Mahallesi'ndeki Botaş Parkı civarında toplandı. Burada yüzü kapalı bir kadın 'Yurtsever Botan halkı ve kamuoyuna' başlıklı bir bildiri okudu.
Kürtlerin Suriye'de elde etiği kazanımların, 'Kuzey Kürdistan' diye söz ettikleri Güneydoğu'da da örnek alınması istenen bildiride şu ifadelere yer verildi: "Biz bu ‘serhildan’larla (başkaldırı) sokaklarımızı devletin kirli politikalarından temizledik. Kazanımlar korunmalıdır. Bu kazanımlar Kuzey Kürdistan'da yeni süreç başlatmıştır. Toplumun kendine özgü alanlarını oluşturmuştur. "Bizim için Nur ve Sur mahalleleri özgürce yaşayabileceğimiz ve kendimiz için yaşayabileceğimiz mahalleler olacaktır. Bu temelde iki mahalleyi halkın tüm ihtiyaçlarını kendi karşılayacağı mahalleler olarak tüm kamuoyuna ilan ediyoruz. Bu mahalleler kendi kendini yönetecektir. Botan halkına ve yurtsever kamuoyuna duyurulur." ■ Cumhuriyet,  (26.10.2014)
“PKK KARADENİZ BÖLGESİNDE YIĞINAK YAPIYOR”
Yahu, okur yazar da mı değiliz? Yalnızca aval aval bakanlar sınıfında mıyız? Gerçekten bu iktidarın ve işbirlikçilerinin zekâ ve aklımızla alay ettikleri kadar zavallı mıyız?
Terör örgütü PKK’ya yakın bir gazetede yazan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “çözüm süreci” konusunda hükümete tehditler savuruyor. “Hükümet ya aklını başına alacaktır ya da aklı başına getirilecektir” diyor. Milleti akil adamlar tiyatrosu ile kandırmaya çalışan AKP iktidarı sözde güvenlik paketleri ile milletle dalga geçiyor.
Son istihbarat-güvenlik raporlarından: “PKK’nın Hedefinde Karadeniz Var”
Çözüm sürecinde yurt içerisindeki silahlı terörist sayısını yeni katılımlarla iki katına çıkaran PKK daha önce terörist bulunmayan bölgelere terörist gruplar göndermeye başladı. Örgütün hedefinde ise Karadeniz var.
Elde edilen bilgilere göre PKK son dönemde Erzincan, Giresun, Gümüşhane, Samsun, Tokat ve Ordu illerinin kırsal bölgelerine yoğun bir şekilde terörist sevkiyatı yaptı. 60 kadar teröristin Karadeniz illerinde silahlı olarak faaliyet yürütmeye başladığı tespit edildi. Uzmanlar, örgütün daha önceki yıllarda Karadeniz’de hiç bu kadar sayıya ulaşmadığı vurguluyor.Terörist grupların güvenlik güçlerince deşifre edilmemek amacıyla telsiz görüşmelerine çıkmadıkları kaydedildi.
“Çözüm sürecinde istediğini elde edememesi durumunda Doğu ve Güney Anadolu’da kaos ortamı yaratmak isteyen PKK ülkede iç savaş çıkartmanın planlarını yapıyor.”
■ Ahmet Takan, Yeniçağ,  (26.10.2014)
PKK CİZRE'DE ÖZERKLİK İLAN ETTİ

"Kars'ta öldürülen 3 PKK'lının intikamını Hakkâri'de 3 askeri şehit ederek aldık" diyen PKK, Şırnak'ın Cizre ilçesinde özerklik ilan etti. Önceki gece tören düzenleyen yüzleri maskeli silahlı PKK'lılar, askerî düzende yürüyüş yaptıkları Cizre sokaklarında özerklik ilanı için tören düzenledi. Polis müdahale etmedi.

Yüzleri kapalı örgüt militanları, önceki gece Sur ve Nur mahallelerinde askerî düzende yürüyüş yaptı. Tek tip elbise ve YDG-H tişörtü giyen PKK'lılar "Bu mahalleler kendini yönetecek. Güvenlik güçlerinin buralara girmesine izin verilmeyecek" dediler. Törene katılanlar sözde KCK, PKK bayrakları ve havai fişekler eşliğinde Öcalan sloganları attı.

PKK'nın gençlik ve asayiş kolu olan YDG-H, 23 Haziran 2013'de, Şırnak Cizre'de kuruluşunu ilan etmiş, 25 Ağustos 2014'te de özerkliği sürecini başlattığını duyurmuştu. ■ Ulusal Kanal, (26.10.2014)
HERKES IŞİD’İ KONUŞUYOR, OYSA ESAS HEDEF KÜRT KORİDORU
ABD ve AB, Suriye Kürtlerine her türlü siyasi ve askeri desteği veriyorlar. Ankara’nın da katkısıyla “Kürt koridoru” oluşuyor. Bunun anlamı, “Batı ve Ankara Kürt koridoru konusunda anlaşmışlar.”
Bir süre sonra Suriye’de de aynen Irak’ta olduğu gibi “Kuzey Suriye” Şam’dan kopacak. Barzaniile Suriye Kürtleri entegre ediliyor. Bütün bu çabalar Irak’tan ve Güneydoğu’dan Akdeniz’e kadar bir bütünlük sağlayarak Kürt koridorunu oluşturmak için.
Herkes Kobani’yi, IŞİD’i konuşuyor. Oysa esas hedef Kürt koridorunu tamamlamak, Kaç yıldır Kürt koridorunu yazıyorum. Büyük Kürdistan için bu vazgeçilmez bir hedef!
Önce Kuzey Irak halledildi; sonra Güneydoğu’da yaratılan olaylarla çözüşmenin altyapısı hazırlandı. Bütün bunlar Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin yönetimi sırasında gerçekleşti. Şimdi Kuzey Irak Kürdistanı “Kuzey Suriye’ye uzatılarak” Kürt koridoru tamamlanıyor. ■ Erol Manisalı, Cumhuriyet,  (27.10.2014)
IRAK TÜRKMENSİZLEŞTİRİLİYOR
IŞİD örgütü, başlattığı saldırılarla Irak’ı Türkmensizleştiriyor. Bölgeden gelen son bilgiler, zaten nüfus yoğunluğu açısından sıkıntılı olan Türkmenlerin, giderek Irak’ın içine dağıldıklarını, Türkmen kasaba ve köylerinin giderek boşaldığını, Kerkük gibi, çevresindeki nahiyelerle birlikte tarihi Türk şehirlerinin IŞİD bahanesiyle tamamen Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin denetimine geçtiğini gösteriyor. Telafer ve Sincar’dan kaçarak Irak’ın içlerine kaçan Türkmenlerin önemli bir bölümü Şii bölgelerine sığınmış, bir bölümü de Kürt bölgesine geçmişti. IŞİD, son olarak Irak’ın Diyale iline bağlı Türkmenlerin yoğunlukta olduğu Karatepe kasabasına saldırı başlattı. 10 bin civarında kişi bölgeden göç etmek zorunda kaldı. Türkmenlere yapılan kıyımı görmezden gelenAKP hükümeti ise sessizliğini korumayı sürdürdü.
İstihbarat birimlerinin hazırladığı bir çalışmaya göre, Türkmenler Irak içinde giderek dağıldı. Yaşadıkları yerleşim birimlerindeki nüfus yoğunluklarını büyük ölçüde yitirdiler. Gittikleri bölgelerde hızla asimile olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlar. Bu gidişle bölgede Kürtler giderek daha fazla güç kazanacak, Türkmenlerin adı bile anılmayacak. ■ Deniz Kahraman, Aydınlık,  (27.10.2014)
PKK GÜNEYDOĞU'DA MAHKEME KURMUŞ!
Doğu'da PKK'nın kendi güvenlik birimlerini ve mahkemelerini kurduğu iddiaları sıkça duyuluyor. Bugün Murat Yetkin şahit olduğu bir olayı köşesine taşıdı. Yetkin, önemli davalara bakan bir avukatın anlattıklarını şöyle aktardı:
“Geçenlerde bir müvekkilim geldi. Aleyhine bir karar çıkmış, üst mahkemeye itiraz edecekmiş, yardım istiyordu. Ben de kararı istedim. Verdi. Bir de ne göreyim? Meğer davaya PKK'nın yerel mahkemesi bakmış. Karar bizimkinin aleyhine çıkmış, o da PKK'nın bir üst 'eyalet' mahkemesine itirazda bulunmak istiyor.”
Bizim avukat davaya bakamayacağını söylemiş tabii, ama asıl şaşırdığı; vatandaşın bu durumu, yani PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde resmi mahkemelere paralel olarak mahkeme kurmasını doğal, kararlarını da meşru karşılamış olması…
Yalnız mahkeme de değil… Diyarbakır kırsalında, Şırnak kırsalında, PKK'nın sadece "şehitliklerini" değil, kendi polisini, cezaevini, hatta dağa adam gönderme amaçlı, kendi "askere alma" noktalarını oluşturmuş olması. ■ Sondakika.com,(28.10.2014)
PKK’NIN KOBANİ STRATEJİSİ: ÖRGÜT NE YAPMAK İSTİYOR?
PKK, Kobani’de PYD’nin arkasına saklanarak, dünya kamuoyu önünde kafa kesen IŞİD terörüne karşı gerçekten direnen tek güç olduğunu imajını vermeyi başardı. Böylece PKK, Kobani muharebesi sırasında dünya kamuoyu önünde terörist örgüt statüsünden meşru güç statüsüne sıçrama yapma doğrultusunda önemli bir adım attı.
PKK öte yandan Ayn el-Arap çatışmalarını AKP Hükümetini baskı altına almak ve kitlesi üzerindeki kontrolü geliştirerek tesis etmek için bir araç olarak kullandı.
PKK açısından Ayn el-Arap çatışmaları sırasında kazanılan bir diğer zafer, ABD ile PKK arasında “silah arkadaşlığı” statüsünü oluşturmak olmuştur. Ayn el-Arap çatışmaları sırasında ABD, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi ile Türkiye ile PKK arasında kalınca hiç tereddüt etmeden PKK’yı tercih etmiştir.
Üstelik ABD, AKP Hükümetini Barzani güçlerini Türkiye’den geçirerek, Ayn el-Arap’a girmelerine izin vermesi konusunda zorlamış ve “ikna” etmiştir. Bu durum Türkiye için bir başka psikolojik yenilgi oluşturmuştur. PKK ve diğer pankürdist örgütler ve taban için ise kesinlikle psikolojik bir zafer anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, PKK, Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu üç devletçikten biri olan Kobani devletçiğini Türkiye’ye güç projeksiyonu yapmak amacı ile çok etkili bir şekilde kullanmayı başarmış görünmektedir. PKK, ABD ile askeri/siyasi ilişki kurmayı başarmıştır. PKK açısından en önemli sonuç, Kobani çatışması ile Kuzey Suriye’deki varlığını büyük ölçüde meşrulaştırmayı başarmış olmasıdır. Bütün bu sonuçların alınmasında PKK’nın en büyük yardımcısı, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Esad’ı devirme konusunda saplantılı Suriye politikasıdır. 
■ Ümit Özdağ, Yeniçağ, (30.10.2014)

..


TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ 1





TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ 1




Eylül-Ekim 2014’DEN NOTLAR: 

Cihan Dura
25.3.2015

Kürdistan’ı Türklere kurduracağım.
Barack Obama (ABD Başkanı)

 PKK ile görüşmedik, görüşmeyeceğiz. Bunu iddia eden şerefsizdir.
R. T. Erdoğan (T.C. Başbakanı, 2004)

Devlet değişsin istiyoruz.
Kürt kimliği ve Kürt dili önündeki tüm engelleri kaldıracağız.
Kemal Kılıçdaroğlu (CHP lideri)
 12 Mart 2015 

Bağımsız İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler: AKP ile PKK anayasayı değiştirip, “milliyetler devleti” kurma konusunda anlaştı. Buna CHP’nin ne diyeceği son derece önemliydi ve ne yazık ki destek açıklaması geldi. CHP, milletsizleşmeye ve federasyonlaşmaya kapıları açacağını ilan etmiş oldu, kurucu ilkelerine ihanet içinde olduğunu bir kez daha gösterdi.

PKK tarafı “ortak vatan, eşit vatandaşlık” istiyor. Ortak vatanı nasıl tanımladığı belli, ‘Türkiye ve Kürdistan’dır’ diyor. Bunun siyasi anlamı federasyon örgütlenmesine gitmektir. Anayasa'dan ‘Türk vatandaşlığı’nın çıkarılmasıdır. Bu Türkiye’de birden fazla resmi dilli, milliyetlere özerklik verilmiş bir bohça yaratmak anlamına gelir.” 
Bir zamanlar “bölünmez bir bütündür” dediğimiz Türkiye Cumhuriyeti böylesine onur kırıcı bir duruma nasıl getirildi, hangi bedhahlar tarafından?
IŞİD’DEN SONRA ‘KÜRT KORİDORU’
Dr. Tuğçe Varol Sevim yazıyor: ABDIŞİD’e karşı mücadelede ilk müttefikini Erbil olarak ilan etmiştir. Suriye’nin kuzeyinin Erbil’e teslim edilmesi ve ardından ortaya çıkacak “Kürt Koridoru” ile, Kuzey Irak enerji kaynaklarının Akdeniz’e direkt olarak çıkışı sağlanabilecektir. Türkiye’ye ise nihayetinde elinde en az 2 milyon mülteciden başka bir şey kalmayacaktır.
IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyon Türkiye açısından nasıl bir sonuç doğuracaktır? Sanmıyorum ki, IŞİD’in Irak’ta ele geçirdiği topraklar Bağdat’a, Suriye’de ele geçirdiği topraklar Esad’a geri verilsin. Büyük ihtimalle IŞİD’in elinden alınan bölgeler Erbil’e bırakılacak, Erbil’in eğitilen askerleri de bu bölgenin güvenliğini devralacaktır. Ne kadar ilginçtir ki IŞİD, Musul ve çevresini ele geçirerek Irak’a saldırmıştır ama ABD müttefik olarak Bağdat’ı değil Erbil’i seçmiştir. Diğer yandan Suriye’nin IŞİD tarafından zapt edilen bölgeleri de sadece Kürt bölgeleriymiş gibi bir intiba oluşturulmaya başlanmıştır bile.
IŞİD’in yavaş yavaş temizlenmesi ile birlikte ortaya çıkacak olan yapı ister bir Kürdistan ister iki parçalı Kürt Konfederasyonu olsun, nihayetinde ortaya çıkacak olan bir ’Kürt Koridoru’ olacaktır. Böylece Kuzey Irak petrolleri ve doğal gazı Kerkük dahil artık tüm kaynaklar rahatlıkla Suriye’nin kuzeyindeki yapıda inşa edilecek boru hatlarıyla direkt olarak Akdeniz’e ulaştırılabilecektir. Kerkük’ün de Kürdistan’a dahil edilmesiyle birlikte Türkiye’nin elinde en az 2 milyon mülteciden başka bir şey kalmayacaktır.
■ Ümit Özdağ, Yeniçağ,  (10.10.2014)
TÜRKİYE BÖLÜNÜRKEN
AKP hükümeti ülkede güvenliği sağlayamıyor. Sıkıyönetim ilan edildi, sokağa çıkma yasağı var ama kimse takmıyor. Devlet kendi binalarını bile koruyamıyor. Karakollar düşüyor. İnsanların can ve mal emniyeti PKK’lıların insafına teslim edilmiş durumda. İstihbaratın olaylardan haberi yok. Askerin ne yaptığı belli değil. Terör polisine “gidip balık tutun barış geldi” diyen valiler, emniyet müdürleri var bu ülkede.
Çözüm süreci diye sürdürülen süreç bölünme sürecine evrilmiş durumda. Çünkü süreçte bilerek ve isteyerek yapılan “hatalar” ülkenin bölünmesini zaten kaçınılmaz kıldı.
AKP’nin seçimler nedeniyle, PKK’nın da Suriye’deki kazanımlarını koruması için konjonktürel olarak çatışmasızlığa ihtiyacı vardı. İki tarafın çatışmasızlık talebi çözüm süreci olarak yutturuldu.
Çözüm süreçlerinde örgütlerin zayıflaması esas olur. Oysa bizdeki süreçte tam tersi oldu. Süreç devam ederken bölgede örgüt değil, devlet zayıflatıldı. Çünkü süreç denerek bölgede devletin yanında yer tutan Kürtler PKK’nın yanına itildi, PKK güçlendirildi, bölgenin tek mutlak ve “meşru” otoritesi olarak kabul edildi. PKK liderlerinin de itiraf ettiği gibi 1990’lı yıllarda bile olmayan katılımlar oldu, silah gücünü güçlendirdi, eğitimini sıkılaştırdı, üstelik dağlardan bir adım bile geri çekilmeden yaptı.
PKK’nın şehir içi şebekesi KCK yapılanması, KCK operasyonları MİT’in yönlendirilmesiyle durduruldu sonra tüm KCK’lılar serbest bırakıldı. Böylece KCK tüm şehirleri mobilize etme gücüne erişti. Bugün devletin sokağa çıkma yasağını işte bu “network” sayesine bozabiliyor, devleti aciz ve hükümsüz kılıyor KCK.
Bundan sonra bu makarayı geri sarmak imkânsız...
Tebrikler Hakan Fidan, Efgan Ala, geçmiş olsun Türkiye... ■ Emre Uslu, Taraf,  (9.10.2014)
 EĞİTİM SEN: ANADİLDE EĞİTİM ÇÖZÜM SÜRECİ'NDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNÜLEMEZ
Eğitim Sen: Tüzüğümüze anadilde eğitimi koyduk. Savunduğumuz temel ilkelerden biri anadilde eğitim meselesi. Her eğitim yılının açılışında bu konu yoğun biçimde tartışılıyor. Eğitim Sen olarak bununla ilgili evrensel boyutlarda eğitimin, anadilde yapılması noktasında değerlendirme yaptık. Çocuklar için elzem görüyoruz. Anadilde eğitimle ilgili pedagojik ve bilimsel değerlendirmelerimizi sürdürüyoruz.
Siyasi boyutuyla hükümetin, özellikle ülkemizde yaşayan farklı dilleri kullanan insanlarımızın anadilleriyle eğitim haklarıyla ilgili siyasal taraflarla, bu talebi dile getiren toplumsal kesimlerle kendi halkıyla buluşup, adım atması gerekiyor. Kürt sorununda çözüm sürecinden de bağımsız değil. Burada yapılacak düzenlemeler bir an önce yapılıp, hükümet de adım atarak, toplumun talebi olan kesimlerle buluşup sorunu hızla çözmesi gerekir. Anadilde eğitim haklı bir istektir. Çözüm üretmeli hükümet. Sorumlu hükümettir çünkü. ■ Manşethaber, (13.9.2014)
RECEP TAYYİP: “EY ÖCALAN, NE İSTEDİN DE VERMEDİK”
Barış söylemi ortaklar arasında hedefe giden yolda bir araç olmuştu. Karşılıklı güç kazanma ve ardından ortağını yok etme üzerine kurulan denklemdi zihinlerin ardındaki.
AKP ve iktidar Güneydoğu’da KCK mahkemelerine, KCK vergilerine, yol kesmelere, bayrak indirmelere, dağa çıkışlara, Güneydoğu’nun örgütün eline geçmesine sessiz kaldı. Barış Süreci adı altında şiddet ve sokak olayları artıkça, hükümetin olaylara müdahale edemediği görüldü. Olayları durması için Öcalan’ın ayağına giden devlet ve hükümetin çaresizce her isteklerini yerine getirmek zorunda olduğunu gördü Öcalan ve Kandil.
Örgüt “Barış Süreci” adı altında hem kırsalda hem şehirde tüm yapılanmalarını tamamladı. Güneydoğu’da serhildan adı altında bu kez kamu görevlileri esir alınıp, kamu kurumları işgal edilebilir. Türk bayrakları indirilebilir ve...
Şimdi her zaman olduğu gibi Öcalan isteklerini sıralayacak. AKP hükümeti bunu kabul edecek. Güneydoğu’daki 10 yaşındaki çocuk bile Barış Süreci adı altında hükümetin örgüt elinde artık oyuncak hâline geldiğini düşünüyor.
Erdoğan’ın, “Ey Öcalan, ne istedin de vermedik” mitingine hazır ol Türkiye! ■ Mehmet Baransu, Taraf,  (13.10.2014)
ABD İLE İKİ YILDIR GÖRÜŞÜYORUZ
PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’nin sözcüsü Nevaf Helil, ABD ile iki yıldır görüştüklerini açıkladı. Sözcü, “Türkiye’nin tepkisi nedeniyle ABD bunu açıklamadı” dedi
PYD ile perşembe günü doğrudan görüşmeye başladıklarını açıklayan ABD Dışişleri Bakanlığı, önceki gün de PYD ile istihbarat paylaştıklarını belirtmişti.

PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in, Paris’te, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Daniel Rubinstein’la görüştüğünü aktaran Helil, ana konunun silah gönderilmesi olduğunu vurguladı. 
 Taraf, (20.10.2014)


.

NOKTA'DAN ERTUĞRUL'A BEKLEDİĞİ PAS GELDİ


NOKTA'DAN ERTUĞRUL'A BEKLEDİĞİ PAS GELDİ 


Hürriyet gazetesinin iki baş yazarı; Türkiye'de devletin bölünmüşlüğünün de sembolü gibi duruyor karşımızda.

Biri Oktay Ekşi...İfadesi ve duruşu ile; Cumhuriyet'in ve bu ülkenin temellerini "moda" hezeyanlar uğruna tartışmak gibi bir gaflete düşmeyecek kadar bilinçli; hataları ve sevapları ile köklü bir yazar...

Diğeri Ertuğrul Özkök..Komili'nin Zeytinyağı'ndan, İzmir'deki bilinçaltı anılarına kadar kendi "trendlerini" topluma yamayacak kadar narsist ve "değişim" adına gittiği yöne değil, pahalı şaraplarını yudumlayabildiği sürece bindiği kayığın konforuna bakan bir isim...
Biri AB raporunu; Türkiye adına masaya yatırıp; rapordaki tuzakları Hürriyet'in ana sayfasından deşifre edecek kadar gazetesinin çizgisine muhalif...
Diğeri; Kandil dağına muhabir yollayıp, PKK'lı terröristleri milletin gözüne "gitar çalan sevimli kızlar" portresi ile sokacak kadar kıblesini kaybetmiş bir "kalem"...
İşte bu Ertuğrul Özkök'ün ara sıra "tabu yıkan" yazılarına tanık olursunuz.

Geçen aylardan bir tanesinde yine bu tarz bir yazı kaleme almış ve "MİT Başkanı ile hiç tanışmadığından" tutun da, "Hürriyet'in devletin gazetesi olduğu"na kadar bir çok inci ile süslediği satırların arasına; Hürriyet'in "Türkiye Türklerindir" motosunu da konu etmiş ve bunun değişmesinden kaleminin ucu ile sözedivermişti.
Ertuğrul o sırada bu konudan kaleminin ucu ile bahsedince not almayı ihmal etmedim.

Ne de olsa Ertuğrul; özel mahzenini şişesi 400 dolar olan şaraplar ile o ince kalem darbeleri sayesinde dolduran bir "üstad" olduğu için; elbet bu kalem darbesinin de birileri için bir anlamı olmalıydı.

Ve beklenen an geldi...
Bu hafta çıkan Nokta'nın kapağına bir bakın...

Nedense artık AB'nin yıldızları olmadan resmedilmeyen bayrağımızın fon rengine; Hürriyet'in Atatürk'lü logosu bayrak rengi siyaha dönüştürülerek yerleştirilmiş ve altına bakın neler yazılmış...
"Türkiye Türklerindir; Kürtlerindir, Sünnilerindir, Alevilerindir, Çerkezlerindir, Lazlarındır, Boşnaklarındır, Rumlarındır, Ermenilerindir, Yahudilerindir, Süryanilerindir, Pomaklarındır, Gürcülerindir, Tatarlarındır"
Bu tür fütursuzluklar zamanında devletin derinlerinden duyduğum bir cümleyi hatırlatıyor : "Bırakın bölsünler, zamanı gelince hepsini toplarız".

Türkiye'yi önüne gelene paylaştırmak konusunda bu kadar bonkör davranan Nokta'da; "GAP ve İsrail" kapağından sonra gerçekleşen ekip değişiminin aynı anda hem İsrail'in siyonist emellerine, hem de AB'nin bölücü emellerine bu kadar hizmet ediyor olduğunu görmek gözümüzü yaşartmıyor değil.

Fakat bu kapağın bir diğer özelliği var...
Nokta dergisi; Ertuğrul Özkök'e uzun zamandır beklediği pası atıyor...hani şu ufak kalem darbesi ile "Hürriyet'in motosunu tartışmaya açmak için pas bekliyorum" diyen Ertuğrul...

Şimdi açılacak perdeyi izleyin sevgili okuyucular...
Yakın bir gelecekte Ertuğrul Özkök; Nokta'nın kapağına gönderme yaparak ve dolayısı ile böyle bir tartışmayı tek başına açma yükünden kurtularak; Hürriyet'in "Türkiye Türklerindir" motosunu tartışmaya açacak...
Gerisini siz düşünün...

Hürriyet'teki iki başyazarın Türkiye'de devletin bölünmüşlüğünün de göstergesi olduğunu sözederek başlamıştık yazıya...

Devlet; küresel güçlere senkron kadrolarla, küresel güçlerle asenkron kadrolar arasında ayrışırken;

Ertuğrul'un yazıları ile Oktay Ekşi'nin yazılarını yanyana okumaya devam edin.


Çok şey öğreneceksiniz.

K.D.


..

CHP’NİN KENDİNİ İNKÂR TARİHİNİN GİZLİ OLMAYAN BELGELERİ






CHP’NİN KENDİNİ İNKÂR TARİHİNİN GİZLİ OLMAYAN BELGELERİ,




Cihan Dura
15.4.2012

“Sakın kapıyı aralık bırakmayın,
farkına varmadan, ardına kadar açılır.”
Mustafa K. Atatürk 

  








- Mustafa Kemal Atatürk: Benim iki büyük eserim vardır, biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimi rehber edinenler mânevî mirasçılarım olur.

***
-1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü…  Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP Hükümeti ABD’den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar giymeye başlıyor.
CHP Hükümeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin: “Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”

12 Temmuz 1947… İsmet Paşa, ünlü “Beyannamesi”ni yayınlar ve “müjde”yi verir: Türkiye demokrasi rejimine geçecektir. Demokrasinin önündeki engeller kaldırılacaktır. Aynı gün ABD ile bir antlaşma imzalanıyor.
ABD ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği” doktrini olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yol’dan saptırıyor. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırılıyor. 1923-1938 Türkiyesi’nde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa yıkılmaya başlıyor, ters yüz ediliyor: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu. ABD ile ikili antlaşmalar yapıldı. Bunlarla siyasal ve ekonomik bağımsızlığımız törpülendi, giderek yok edildi. Türkiye ABD için bir hammadde deposu ve pazar haline getirilmeye başladı. Millî eğitimimiz ulusal olmaktan çıkarıldı, Ona Amerikan çıkarlarına uygun bir yapı kazandırıldı. Atatürk Devrimlerinin birinci güvencesi olan köy enstitüleri kapatıldı. Yerine imam-hatip okulları açılmaya başladı. Ekonomi politikası olarak devletçilik sulandırıldı. Türkiye IMF’nin kıskacına sokuldu. Dış borçlanma başlatıldı. Ulaştırmada demiryolları terk edildi, karayoluna ağırlık verildi. Türkiye’nin sanayileşmeden vazgeçmesi yönünde telkinler yapıldı. İrtica yeniden harekete geçti.
CHP Meclis Grubu kararı (10 Şubat 1948): İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulacak.
-3 Ocak 1949… Okullarda din eğitimi verilmesi sorunu, TBMM’de ateşli tartışmalara neden oluyor. CHP siyasal amaçlarla bu konudaki talepleri yerine getirme eğiliminde...
-1 Mart 1950… CHP Hükümeti 30.11.1925 tarihli Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair Yasa’yı yürürlükten kaldırdı. İşte gerekçe: “Bugün cehalet nedeniyle yer yer kimi batıl itikatlara rast gelinse de, bunlar artık halkın yolunu şaşırtacak bir etkiye sahip değildir.” Hükümet, seçimlerin tarihini de aynı gün ilan ediyor!
- Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi (1950 seçimlerine sadece birkaç ay var,  CHP Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Nihat Erim’e kaygılarını iletiyor): “Seçim, demokrasi, çok partili hayat, evet, bunlar güzel şeyler. Fakat Devrimler ne olacak? Atatürk’ün temelini attığı uygarlık düzeni bir kez sarsılırsa, demokrasiyi yürütmek için gerekli ortam daha başlangıçta elimizden kaçmaz mı? Seçim tarihi yaklaştıkça gericiliğe ödün verme eğilimi günden güne artıyor. Vaktinde kontrol altına alınmazsa, bu; ilerde çok tehlikeli gelişmelere yol açabilir. CHP Hükümeti’nin bu konudaki durgunluğu anlaşılır gibi değil.” İşte Nihat Erim’in yanıtı: CHP her zaman olduğu gibi Atatürk Devrimleri’ne bağlıdır. Gericiliğe ödün vermek söz konusu olamaz. Ne var ki seçimlere şunun şurasında pek az bir zaman kaldı. Şimdiden harekete geçilir de Devrim ilkelerine atıp tutanlara karşı sert önlemler alınırsa, bu; CHP’nin toplayacağı oy sayısını düşürebilir. İlkin seçimler kazanılsın; ondan sonra Devrim ilkelerinin ne büyük bir güçle korunacağını gözlerimizle göreceğiz!
-Çetin Yetkin: Ne acıdır ki, çok partili düzene geçilmekle birlikte, Türkiye’nin bağımsızlığı üzerine ABD’nce ipotek konulacaktır. Türkiye’nin, bugün sömürgeleşme sürecinde nerdeyse son noktaya gelmesinin temeli, 1945-1950 arasında atılmıştır. Türkiye’yi ABD’nin yörüngesine sokmakta o zamanın iktidarı da, muhalefeti de -CHP de, DP de- tam bir görüş birliği içindeydi.

***
- 16 Haziran 1950… TBMM ezanın Arapça okunması yasağını kaldırdı. Meclis görüşmeleri, dışarda toplanmış olan halka hoparlörle dinletildi. Muhalefet (CHP) de değişikliğin lehinde konuştu. Karar, mollaların tekbirleri ile karşılandı.
-2 Eylül 1951: Necdet Evliyagil Cumhuriyet gazetesinde, her iki partinin seçim propagandası sırasında dini nasıl politikaya alet ettiklerini örneklerle yazdı: Bilecik’de CHP, türbeleri biz açtık derken, DP’liler de Arapça ezanın, din derslerinin ve radyoda Kur’an okutulmasının, DP’nin eseri olduğunu” ileri sürüyordu!
-1954 seçimlerinde uğradıkları ağır yenilgi üzerine CHP’de su koyuverenler (oportünistler) görüldü, şöyle diyorlardı: Parti laiklik ve devletçilik ilkelerinden vazgeçmelidir. Seçmen önünde demokratlarla ancak böyle yarışılabilir.
26-30 Temmuz 1954… CHP’nin XI. Kurultay’ında kimi Halk Partililer; partinin –halk tarafından benimsenmemiş olduğundan- laiklikten ve devletçilikten vazgeçmesini önerdiler. Genel Başkan İsmet İnönü; bu konuda DP ile asla yarışamayacaklarını söyleyerek, bu görüşe karşı çıktı.
-Nadir Nadi (1962): Yazık ki olaylar Nihat Erim’in dediği gibi gelişmedi. 1946’dan, hattâ daha öncelerden başlayarak, Atatürk ilkeleri bugüne değin her alanda ihmale uğradı.  
-CHP Parti Meclisi toplantısında Bülent Ecevit ile Turan Güneş, birer konuşma yaparak arkadaşlarını uyarıyor: “Çok partili yaşama geçildiğinden beri, CHP eski devrimci yönünü yitirmiş, seçimlerde oy toplamak kaygısıyla ödün vere vere fikir bakımından zayıflamıştır. Oysa Parti’nin ‘devrimcilik, halkçılık, devletçilik’ gibi ulusumuzu kısa sürede kalkındıracak ilkeleri vardır. Politik hesaplarla, bu ilkelerin bir köşeye itilmesi doğru değildir. CHP kuruluş amaçlarını göz önünde tutarak kendine bir yön seçmeli ve ona doğru cesaretle yürümelidir. Bu uyarı parti Meclisi’nde tepkiyle karşılanır. 
-Başbakan İsmet İnönü Küçük Kurultay toplantısında konuşuyor: Arkadaşlar! Koalisyon Hükümeti’ni yaşatma olanaklarını sürdürmeliyiz.  Bu, karşılıklı uzlaşma ve hoşgörü koşuluna bağlıdır. Beni örnek alın, sabırlı olun. Nadir Nadi’nin İnönü’nün bu tutumuna getirdiği yorum:Koalisyon hükümetlerinin ancak uzlaşma yoluyla kurulabileceği açık bir gerçektir. Bununla birlikte, bir devrimin ürünü olan, hayatı doğrudan doğruya o devrime borçlu sayılan bir rejimde, temel ilkeler asla tartışma konusu edilmemelidir. Anayasa’nın mahkûm ettiği bir yönetimin özlemi içinde, öç duygularını gizlemeyenlerle nasıl uzlaşılabilir? Devlet’in laiklik ilkesini hiçe sayarak, yasaları çiğnemek pahasına öğretim birliğini bozanlar hoş görülebilir mi? Vicdan sömürücülüğüne açıkça karşı koymanın Koalisyon Hükümeti’ni dağıtacağını, ya da gelecek seçimlerde oy kaybına yol açacağını düşünerek eller böğründe ‘Ya sabır!’ çekmek olumlu bir politika mıdır?
-14 Ekim 1962… Manisa Milletvekili ve Ulus Gazetesi Başyazarı Yakup Kadri KaraosmanoğluCHP’den istifa ediyor. Gerekçesi şu: CHP Atatürk ilkelerinden, birçok noktalarda ödünler vererek uzaklaşmış bulunmaktadır.
-8 Ağustos 1963… Partinin politikasından düş kırıklığına uğrayan çok sayıda genç üye, CHP’den istifa ediyor. İstifalar için gösterilen sebepler arasında şunlar var: “Atatürk ilkelerinden ödün verilmiştir. Partinin genel ilkelerinden, özellikle halkçılık ve laiklik ilkelerinden ödün verilmiştir. Halkevleri ve köy enstitülerinin açılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştır.”
- 26 Ocak 1974… Millî Selamet Partisi, genel seçimlerden 48 milletvekiliyle çıkarak anahtar parti konumuna geldi. CHP, MSP ile koalisyon hükümeti kurdu, böylece dinci bir parti ilk kez iktidar ortağı oldu. Bülent Ecevit liderliğindeki CHP, dinci siyasetçilere ülkenin içişlerini, adalet hizmetlerini ve ekonomisini teslim etti.
-Dinciliğe göz yumma, tarikatlara şirin görünme yarışına, sonunda Bülent Ecevit de katıldı. Gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdiği CHP-MSP koalisyonu ile, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, siyasal İslam’ı iktidara taşıyan, devlet olanaklarına kavuşturan Ecevit; 1986 ara seçimlerinden önce Manisa’da köylülere şöyle sesleniyordu: “Bir insan şu veya bu tarikattan olur, ama aynı zamanda ilerici de olabilir. DSP kimsenin dinine, tarikatına, başörtüsüne karışmaz.” Daha sonra köylülere şöyle diyordu: “En büyük Allah, sonra halk...” (Evet doğru, ancak Allah’ın kutsal adı, kirli siyasete âlet yapılır mı? cd)
-CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay (Bugün AKP hükümetinin bakanlarından): Devletin, gençleri Atatürkçü ve laik doğrultuda yetiştirmesi, imam-hatip lisesi mezunlarının Harbiye’ye girişinin engellenmesi haksızlıktır.
-CHP'yi tekrar açan Deniz Baykal bir ara '3- D' modelini geliştiriyor: 'Değişim, Dönüşüm ve Demokrasi'... CHP'nin Altı Ok'u hakkında söylediği: “O babaannemizin sandığındaki çeyizdir.”
***
-16 Haziran 2000… Gazete Müdafaai Hukuk ’ta bir haber: CHP nereye? Atatürk’ün partisi böyle mi olacaktı?  CHP’nin yeni tüzük tasarısı, bu partinin, köklerinden ve Atatürkçü geleneğinden koptuğunu gösteriyor. Tasarıda Atatürk İlke ve Devrimleri’nden tek bir söz yok. Alt Ok’un hiçbirinden söz edilmediği gibi, “irtica” tehlikesi de görmezden geliniyor. Ulusal kimlik yok sayılıyor; yerine “etnik, dinsel, ideolojik cemaatler” geçiriliyor. Yeni tüzük, CHP’nin küresel emperyalizme uyum sağlama planından ibaret.
-Cumhuriyet gazetesi, 24.8.2002… Bir fotoğraf… Deniz Baykal, beşuş bir çehre, muzaffer bir eda ile, “Dünya Bankalı” Kemal Derviş’in elini havaya kaldırıyor. Fotoğrafın altında şu yazı var:
Deniz Baykal: “Derviş’i CHP’ye getirmek için dağlar, denizler aştık.”
-26 Nisan 2008… Bu satırların yazarı: TV’den CHP’nin 32.Olağan Kongresi’ni izledim. Deniz Baykal’ın konuşmasını dinledim. Garp cephesinde yeni bir şey yok. Eski tas eski hamam, tellaklar bile değişmemiş, değişmeyecek de. Baykal bence Atatürk’ün CHP’sinden ziyade sağ bir partiye yakışan bir siyasetçi. Yıllardır takip ediyorum, ta baştan beri gözü hep sağda olmuştur. Zaten CHP’nin sağa kaymasında en büyük sorumluluk -sanırım- ona aittir. Bu partinin ilerici, devrimci -hattâ diyebilirim ki Kemalist-  karakterinin bozulmasında, yok olmasında katkısı çok büyüktür.
-Bülent Ecevit’in “Ortanın Solu” (Kim Yayınları, Ank., 1966) kitabından:  Ortanın Solu anlayışına uygun ve demokrasiyle bağdaşabilen teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet ve miras hakkı; Anayasa’mızın da belirttiği gibi kamu yararı ile sınırlıdır. “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olmamalıdır” ve özel teşebbüsün “milli iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesi” devletçe sağlanmalıdır. Ortanın solunda bir devletçilik anlayışı, ekonomik gelişmeyi, ulusal kalkınma amaçlarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak hızlandırmanın gerektirdiği ölçüde devlet işletmeciliğini öngörür. CHP’nin devletçiliği bu anlam ve ölçüde bir devletçiliktir.” 
-Ben, bu satırların yazarıBülent Ecevit’in sonraki yıllarda yaptıklarını düşünüyorum: Tam bir “devletçilik” düşmanı kesilmişti. Bir ara Devlet Bahçeli (MHP) ve Mesut Yılmaz’la (ANAP) bir koalisyon hükümeti kurmuştu. 2002 krizi bastırınca, Kemal Derviş’in kılavuzluğunda,  özelleştirmeleri hızlandırmaya çalışmıştı.
-11.10.2008… CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: Küresel ekonomik kriz “dünya çapında tefecilikten” kaynaklanmaktadır. Tarım ve üretim ekonominin temelidir. Hani sınırların kalktığı, paranın her yere transfer olduğu global ekonomi, her yerde zenginliği, refahı sağlayacaktı? Birdenbire, bu ekonominin dünya çapında çöktüğü ortaya çıktı. Sıkıntının temelinde ekonominin paraya dayanması var. Ekonomi, üretime dayanır. Fabrikaya dayanır, tarlaya dayanır. Zenginlik neyle artıyor? Faizle, repoyla... Bütün bunlar, dünya çapında tefecilikten başka bir şey değildir. Türkiye yeni bir yol haritasına gereksinim duyuyor.  
-Bu satırların yazarı: Bir zaman böyle konuşan Baykal acaba 22 Temmuz 2007 seçiminden önce neler söylüyordu? Buyurun, okuyun ve tutarsızlığı görün: Türkiye’de siyasi partilerin uygulayacakları ekonomi politikalarının belirli bir çerçevesi vardır. Herkes bu çerçeve içinde kalacaktır. CHP’nin uygulayacağı politikalar da bu doğrultuda olacaktır. Kurallar bellidir. Piyasa ekonomisi gerçeğini değiştirmeye gerek yoktur. Türkiye'de siyaset piyasa ekonomisi kurallarını işletmekle görevlidir. Bir ülkeyi bir ada gibi,  dünya ekonomisinin kuralları dışına çıkarmak mümkün değildir. O kurallar içinde yarışacağız.  Ekonomi giderek küreselleşmektedir. Sermaye hareketleri ekonominin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ticaret giderek serbestleşmektedir. Bu saydığım koşulları göz önüne alarak bir politika ortaya koymalıyız.
***
-19.4.2011… Aydınlık gazetesinde bir yorum: CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen, CHP eski genel başkanı Deniz Baykal yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinin 3 yıl önce kendisine bildirildiğini söyledi. Amerika-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü temsilcilerince sunulan bir raporda Deniz Baykal’ın istifaya ikna edilip, yerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun alacağından söz ediliyor. Rapor’da Baykal’ın istifasıyla, Kılıçdaroğlu CHP’sinin yeniden Avrupa tarzı ve merkezî bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacağı belirtiliyor. 2008 tarihli raporun CHP’nin yenilenmesi söylemi ile, Kılıçdaroğlu’nun günümüzdeki “Yeni CHP” sloganı arasındaki örtüşme anlamlı değil mi?
-CHP Bursa Milletvekili Sena Kaleli: Ben Atatürk ilke ve devrimlerinin bekçisi değilim, olmak da istemiyorum. Çünkü bekçilik dönemi tarihe karıştı. Bilirsiniz eskiden mahallelerde elde düdük dolaşan bekçiler vardı. Şimdiyse mobese kameraları var.
-Nisan 2011… CHP Parti Meclisi üyesi Binnaz Toprak: CHP artık CHP değil. Milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımlanamayacağı kesin! Toplumu ayrıştıran sıkan, Atatürk milliyetçiliğidir. Türklük kavramı Anayasa’dan çıkarılabilir. Türk Vatandaşlığı tanımının “yurttaşlık” olarak değiştirilmesini CHP olarak destekliyoruz. Ruhban Okulu açılmalı, ekümeniklik tanınmalı. İki dile sıcak bakıyorum. AKP Hükümeti ekonomiyi iyi yönetti, gelir ve zenginlik arttı.
-CHP Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum: Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılmasına karşı değilim. Türk tanımı kaldırılıp 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denilebilir. Eğitim dili Türkçedir. Ana dilde öğretim seçmeli derstir. Ana dil dememizin nedeni, biri ben Çerkezce de öğreneceğim derse buna izin vermek için. Türklük yerine ’yurttaşlık’ kavramını öneren Süheyl Batum’un ardından CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu daha da ileri gitti: Türklük çıkarılsın; etnik kimlik/dini inanç/siyasi düşünce vurgusundan arınmış bir vatandaşlık tanımı getirilsin.
- CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Heinrich Böll Vakfı'nın düzenlediği bir toplantıda Kürt bölücülerin taleplerini dile getiriyor: Yüzde 10 seçim barajı düşürülmeli. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmalı. Kürtçe’nin öğretilmesi devlet tarafından üstlenilmeli. Demokratik özerklik hakkı tanınmalı."
-CHP Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu: Tekke ve zaviyelerin kapatılması toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalı.
-CHP PM Üyesi Muhammed Çakmak: Fethullah Gülen bilgedir, saygıyla selamlıyorum.
- CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün: Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardı.
-CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Devlet değişsin istiyoruz. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı aynen kabul ediyoruz. Çekincelerin tamamına karşıyız. Kürt kimliği ve Kürt dili önündeki tüm engelleri kaldıracağız. CHP iktidarında genel af çıkartacağız. Profesyonel orduya bir an önce geçmeliyiz. Türkiye'de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz. Türban sorununu çözeceğiz. Siyasallaşmayan tarikatlara saygımız vardır. ("Yargıda cemaat yapılanması var" iddiaları üzerine) “Yargı içinde böyle bir kadrolaşma vardır” demeyi doğru bulmuyorum. (Atatürk'ün CHP'siyle ilgili soruya yanıtı:) "Ben o zaman yoktum."
-Bu satırların yazarı: Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmalarda Atatürk’ün adını anmamayı kural haline getirmiştir. Çok zorda kalırsa “Mustafa Kemal” der. Benzetme gibi olmasın ama, Atatürk’ün düşmanları da, o yüce insandan yalnızca “Mustafa Kemal” diye söz eder.
CHP'nin, AKP'den ne farkı kaldı? Vural Savaş "Atatürk'ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP" diye bir kitap yazmıştı. Yerden göğe kadar haklıymış meğer. Ne oldu bunlara, bir parti böylesine mi değişir? İçlerinden biri "bizim ideolojimiz yoktur" anlamında bir laf etmişti, itiraf diye herhalde buna denir.
Yalçın Küçük: Soros'un parmağına bakın, Abdullah Gül'ün ve Fethullah Gülen'in parmağına, iki gün sonra Kılıçdaroğlu'nun işaret edeceği adresi saptayabilirsiniz. İsmet Paşa ilk önce, Celal Bayar için söylemişti, devletin üst katlarına “bu kadar ümmîsi gelmemişti”, bu sözünü unutmuyorum. CHP'de de Kemal Bey kadar bir ümmî hiç olmamıştı; son derece bilgisiz, Deniz Baykal'ın hediyesidir. Kılıçdaroğlu'nun sadece vücudu CHP'dedir. Elverişlidir. Kılıçdaroğlu, AKP'nin yaptıklarının hepsini tasdik etmekte ve çok zaman fazlasını istemektedir. Kafası AKP'dedir.
-Şubat 2012… CHP Kurultayı’nda muhalifler adına konuşan Mersin Milletvekili İsa Gök: Bizim tabanımız soldur, devrimcidir. CHP, geçmişini hatırlamak zorundadır. Kuvayı Milliye’yi, Halk Fırkası’nı hatırlamak zorundadır. Yeni bir yol çizilmesinden bahsediliyor. Bu yol mutlaka CHP’nin DNA’sına uygun olmalıdır. Bunun aksi CHP’yi sağcılaştırır, AKP’lileştirir. Sağın alternatifi sağ olamaz. Kılıçdaroğlu konuşmalarında yalnızca "Mustafa Kemal" diyor, "Atatürk"  demiyor. Atatürk soyadı O’na özel bir kanunla verilmiştir. Kendisinden naçizane istirhamım: lütfen ‘Mustafa Kemal Atatürk’ deyin.
***
Ve Mustafa Kemal AtatürkBir zaman gelir, beni unutmak, unutturmak isteyen gayretler belirir. Fikirlerimi, öğretimi inkâr edenler, beni çekiştirenler, karalayanlar çıkar. Hatta bunu yapanlar benim yakın bildiklerim, inandıklarım da olabilir. Fakat benim ektiğim tohumlar o kadar özlüdür, o kadar kuvvetlidir ki, fikirlerim, öğretim Çin’den döner, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir; feyizli neticeleri kalpleri doldurur!

.