Kıvanç Değirmenli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıvanç Değirmenli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2018 Cumartesi

İşçi Partisinin, Ergenekon Sürecindeki Hatası

İşçi Partisi'nin "Ergenekon" Sürecindeki Hatası 


Behiç Gürcihan
(Kıvanç Değirmenli) 
www.acikistihbarat.com
12.05.2008 


"Ergenekon" kodlu sürece avukatların hataları damga vuruyor; sessiz sedasız. 
Yalçın Küçük'ün "bu ülkede üç ihanet var; Müslümanlar İslam'a ; Atatürkçüler Atatürk'e; meslek sahipleri mesleklerine ihanet ediyor" tezini doğrulayan hatalar, yanlış yönlendirmeler yaşanıyor. 

Ailelerdeki atıllığı ve"ne yaparsak yapalım bir şey değiştiremeyiz" psikolojisini derinleştiren bu hatalar en çok da "Ergenekon" kodlu süreci ülkedeki diğer süreçlerle senkronize etmek isteyen; içerdekileri bir tür "rehin" olarak tutanların işine yarıyor. 

Buna benzer bir yanlış yönlendirme Danıştay saldırısı - Muzaffer Tekin olayı sırasında yaşanmıştı. Aralarında Eymür'ün avukatının da bulunduğu üç kişi Muzaffer Tekin'i yanlış yönlendirerek saklanmasına sebep olmuş ve medyanın dezenformasyon kampanyası bu gereksiz saklanma üzerinden inşa edilmişti. 

Konu ile ilgili ayrıntıları Tekin İntihar Etmeden Bir Gece ünce, Bir Gece Sonra başlıklı yazıda ele almıştık. 

En son vahim hata Aydınlık / İşçi Partisi'nden geldi. üyeleri arasındaki avukat sayısı ile bir tür avukat partisi olarak adlandırabileceğimiz İşçi Partisi'nden. 

Ve bu hata; iddianame hazırlığında sona yaklaşıldığı haberlerinin/duyumlarının yaşandığı bir dönemde yapıldı. Hatta gazeteler "Ergenekon" davası için salon arandığı ve "AB standartlarında" yeni Silivri cezaevinin duruşmalar için kullanılacağını yazdı. 

"Ergenekon" yaygarasını koparanların başından beri sarıldığı bir fotoğraf karesi mevcut. 

Kadraj mühendisliği ve facebook kriminolojisi (Bkz : Facebook Kriminolojisi, 6 Derece Teorisi ve 2020'lerin General Kadrosu) üzerinden yürütülen soruşturmanın altın buzağılarından biri bu fotoğraf. 

Fotoğrafta; Veli Küçük İsviçre'de gerçekleştirilen Dünya Azerbaycanlılar Kongresi (DAK) sırasında "Alparslan Aslan"'la birlikte kameraya poz verirken görülüyordu. 

Bunu "çete/örgüt kanıtı" olarak kamuoyuna sunan Ergenekon vakanüvistlerin hevesi kursağında kaldı. 

Ortaya çıktı ki; fotoğraftaki kişi Alparslan Aslan değil, ona çok benzeyen ve Stockholm'de yaşayan Azeri bir gençmiş. 

İki insan yanyana durup , kameraya poz verdi diye onları "çete/örgüt" yapacak kadar kursaksızlar tabi bu gelişmeyi kamuoyuna duyurmadı. Kitabında "belge" açıkladığını iddia edip, soruşturma çerçevesinde gözaltında bulunanların eşlerinin adreslerini deşifre eden şıh şamil Tayyar gibilerden konu hakkında tek bir satır duyulmadı. 

Normaldir. Normal olmayan bu belgenin bu kadar zamansız açıklanmasıydı. 

Bu belgenin ortaya çıkmasından hemen sonra televizyonlarda yine "Ergenekon" soruştuması çerçevesinde birilerinin ifadelerine başvurulmaya başlandığı haberleri yayınlanmaya başladı. 

Karagümrük çetesinin elebaşlarından, Ali Balkaner'e kadar bir çok isim savcının huzuruna çıkarıldı. 

Bir yıldır tamamlanamayan bir soruşturmada yeni isimlere yeni sorular sorulması ihtiyacı duyuldu. Birilerinin kafasının karışık olduğu ortada. 

Bu süreçte kanıt diye medyaya yansıyanların "Alparslan Arslan-Velü Küçük fotoğrafı" gibi evrensel hukuk-yerel hukuk-evrensel iz'an-yerel iz'an standartlarını hayli zorlayan unsurlar olduğu da gözönüne alınırsa ortaya çıkacak iddianamenin en fazla çevrecileri kaygılandıracağı söyleniyor. 300 dosya, binlerce sayfadan sözediliyor; az değil. 

"Hata nerede?" dediğinizi duyuyorum...

Hata şu...

İşçi Partisi ; medyanın temel kanıtlardan biri olarak çevresinde döndüğü sahte Alparslan Aslan-Veli Küçük fotoğrafını çürüten belgeyi mahkeme sürecine saklamalıydı. 

Veli Küçük'ü önce 1 numara yapıp sonra zamanla rütbesinde tenzile gitseler de neticede o meşhur "Ergenekon" şemasında Küçük hala "tuğgeneral" rütbesi ile "en değerli" zat. 

Ve onu Danıştay tetikçisi "Alparslan Aslan" ile bağlantılandıran bu fotoğrafın iddianamenin menteşelerinden biri olma ihtimali hayli yüksek. 

Durum böyleyken ; bu fotoğrafla ilgili yapılan erken deşifrasyon iddia makamına iddiasını yenileme, gözden geçirme ve gerekli düzeltmeleri yapma fırsatı tanıdı. 

Binlerce sayfalık bir iddianın yeniden düzenlenmesi ve doğacak boşluğun yerini alacak yeni "kanıtların" temini için geçecek sürede gözönüne alındığında ; "Ergenekon" sürecini uzatmak isteyenlerin de ekmeğine yağ sürüldü. 

Halbuki sözkonusu deşifrasyon mahkeme sürecinde yapılsaydı iddia makamının "çete/örgüt ilişkileri" kapsamında sunması hayli yüksek bu "delilin" canlı olarak mahkeme sırasında çürütülmesinin etkisi çok daha farklı ve derin olurdu. 

Delilden değil tanıdık üzerinden suça giden metodolojide büyük bir gedik açılırdı. 

Bu fırsat kaçtı. 

Avukatlar yine hata yaptı. 
Şimdi birileri harıl harıl iddialarını yeniden düzenlemekle, doğan boşlukları yeni "delillerle" kapatmakla meşgul. 

Biz yine de "İddianame 15 Haziran'a çıkacak" duyumlarına inanmak istiyoruz. 

Godot'yu bekler gibi bekliyoruz. 


B.G. 

http://www.biroybil.com/showthread.php?5752-CIA-Böyle-Öğretti/page25



***

29 Nisan 2015 Çarşamba

ASKERLEŞEN ENTELLEKTÜELLER ENTELLEKTÜELLEŞEN ASKERLER SALAK YERİNE KONAN MİLLET





ASKERLEŞEN ENTELLEKTÜELLER,  ENTELLEKTÜELLEŞEN ASKERLER,  SALAK YERİNE KONAN MİLLET,



Kıvanç Değirmenli,


İki gün önce medyada sadece Yeni Şafak'ın; o da köşede iki üç satır gördüğü bir haber gözlerden kaçtı...

Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)'ın Genel Başkanı Abdülmelik Fırat; dünyanın en imtiyazlı teröristi Öcalan'ın talimatı ile kurulduğu belirtilen Demokratik Toplum Hareketi'nin başarılı olması için "Öcalan Konsepti"nden kurtulması gerektiğini söyledi.

Fırat'ın esas çarpıcı cümlesi sonda saklıydı :

"Öcalan konsepti ile devam ederse DEP ve DEHAP gibi olur.Öcalan derin devletle çalışır. Öcalan, Özel Harp Dairesi ve Gladyo ile ilişkili biridir"
Normal şartlarda, küresel güçlerin Pravda'sı şeklinde bir medyaya sahip olmayan bir ülkede bu cümle gündemin merkezine otururdu.

Bu demeçle eş zamanlı olarak, sürekli "derin devletle" bağlantılı olarak anılan DYP Lideri Ağar'ın verdiği bir röportajda; PKK ve Öcalan'ı yoketmek için İsrail'den alınan silahlara 50 milyon dolar ödendiği bilgisi tazelendi.

Bu iki demecin verildiği ülkede;

a) Leyla Zana isimli terörist beslemesi Yeşil pasaportu ile ülkenin VIP salonlarını; yine yeşil pasaport ile yurtdışında genellikle NATO toplantılarına giden askerler ile paylaşıyordu.

b) Dünyanın en imtiyazlı teröristi Öcalan'ın avukatlarına, adaya daha rahat gidip gelsinler diye gemi tahsis edilmişti
c) Başbakan; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda; Avrupa Anayasası'nı imzalamak bahanesi ile Ankara'da değildi.

d) Prens Charles; iki cümlesinden birini sürekli "Birleşik Krallık" ifadesi ile süslediği ve "dinlerarası diyalog"dan sözettiği demeçler vere vere Mardin'i dolaşmakta idi

e) Ve tabi "diyalog" ile "diabolik" güçlere hizmet edenler; ülkeye geri dönüşünün zeminini hazırlamak için iftar yemeği taarruzuna geçmişti.

Ülkemizin güzelliği; "akıllara ziyan" listesini her gün farklı maddelerle yenileme ve hiç bir zaman kendinizi tekrar etmeme lüksüne sahip olmanız.

Normalde; bu ülkenin, vatanını seven, hatası ve sevabı ile ülke kaygısı ile çalışan kadrolar tarafından millet adına yönetildiğini inanıyorsanız; yukarıdaki tarzda tablolar size her gün saç baş yoldurabilir. Akıl sağlığınız açısından bu tür varsayımlardan bir an önce sıyrılmanızı tavsiye ederiz.

Neticede size ait olması gereken bu ülkenin ;

Entellektüelleşmiş askerlerin silahı, askerleşmiş entellektüellerin kalemi tuttuğu ve bu ikisinin de küresel planlar doğrultusunda yönlendirildiği bir NATO konsepti ülkesi olduğunun idrakine varırsanız;
hem akıl sağlığınızı korur; hem de bu devleti ve ülkeyi tekrar sizin yapmanın dinamiklerini daha iyi kurgularsınız.

Bu noktada; bu ülkede onbinlerce şehidimize ve canımıza malolan PKK senaryosunun ve bunun çözülmesi ile birlikte geliştirilen kürtçülük akımının arka planını çok iyi okumanız gerekiyor...

Bunun için önünüze kağıt kalem alın ve bu ülkede askerin silahını çekmediği olayların bir listesini yapım :

a) Öcalan'ın getirilişi sonrasında; birden "biz bu konuda duygusalız" diyerek "demokrasi" adına Öcalan'ın asılması için tavır koymayan...

b) Süleymani'ye de; kendisini doktrine eden müttefiki başına çuval geçirirken ve geçirdikten sonra en ufak bir karşı hamle bile yapmadığı gibi hala "müttefiklik" ilişkisini sürdüren...

c) Limanları ve havaalanları hem Irak işgali öncesinde, hem de şimdi, ABD'nin lojistik üssüne dönüşürken; ABD askerinin üstünü arayan binbaşısının görev yerini değiştirecek kadar omurgası zedelenmiş ve "ne yapalım İskenderun limanı valiliğin kontrolünde" demeci verecek kadar halkını salak yerine koyan...

d) Yıllarca milletin başını "irtica" diye ütüleyip, ondan sonra "irtica" yaygarası ile iktidara taşınan AKP kadroları, ABD-AB-İsrail üçgeninde ülkeyi federal bir kaosa sürüklerken şiirsel bir suskunluğa bürünen..

e) Kuzey Irak'a tek bir helikopter bile sokamadığı halde milyarlarca dolarlık tank ve AWACS ihalelerini masaya yatıran; Telafer'de onlarca sivil ABD tarafından katledilirken gıkı bile çıkamayan ve buna rağmen hala medyaya, "NATO tatbikatında birinci olan Özel Kuvvetler" haberleri servis edecek kadar düştüğü durumun farkına varmayan

"sizin" askeriniz.

Bu noktada; bu anlayıştan kurtulunmadığı sürece, babanız olsa tanımamak, her vatanseverin görevidir. Bu yazıyı görevi gereği okuyanlar kusura bakmasınlar ama dost acı söyler.

Bizim kusurumuza bakacaklarına; açıp Harp Akademileri'nde okutulan kitaplarda emperyalizmle ilgili bölümlere bir göz atsınlar.

Bu ülkenin subaylarına emperyalizm başlığı altında İngiltere dahil bir çok ülkenin politikalarının anlatıldığını görecekler.

Neyi göremeyecekler dersiniz : tabiki ABD'yi.

Emperyalizmi okuturken; ABD'yi es geçen bir anlayışın bu ülkenin güvenlik politikasını üretmesi mümkün değildir.

Bu milletin tarihsel misyonuna ve bağımsızlık özlemine cevap verebilecek anlayışa ve güce sahip olması da...
Bu arada; çağdaşlaşmayı, astsubayın altındaki arabanın modeli ile ölçmediğimizi ve Atatürk'ün muasırlaşma derken de, Avrupa'nın Opel, ABD'nin Ford fabrikalarını işaret etmediğini belirtmeyi zul sayarız ; 
Askerleşen entellektüellerimize de, entellektüelleşen askerimize de...


K.D.

Harp Akademileri'nde emperyalizm başlığı altında ABD niye es geçilir?

Askerin silahına davranmadığı olayların listesini hiç yaptınız mı?

NATO'nun güvenlik konsepti; entellektüeli "terör" paranoyasına alet olma yolunda askerleştirirken; Askeri, "Terörle mücadele"de küresel güçlere hizmet etme yolunda entellektüelleştirir ve milli reflekslerinden sıyırır,


İspanya'da "ya vaftiz ya ölüm" sloganı ile Hristiyanlığa zorlanan Yahudilerin (konverso) zamanla çoğalması sonucu İspanya'da yahudi kanı taşınmayan asil aile kalmadığını ve "Yeni Hristiyanların" devlet içinde bu kadar yükselmesinin, halkta infial uyandırması üzerine, Papa V. Nicholas'ın konversoların devlet memuru olamayacaklarını ilan ettiğini
BİLİYORMUYDUNUZ.?
Kaynak: İsrail Ulusu'nun Tarihi / Moshe Sevilla - Sharon / Yeruşalayim 1981



.

KALICI EBLEHLİK ÜZERİNDEN GÜNCEL DEZENFORMASYONLAR





KALICI EBLEHLİK ÜZERİNDEN GÜNCEL DEZENFORMASYONLAR



Kıvanç Değirmenli,



Bir ülkede gerçekleştirilen dezenformasyonun kalitesi; o ülke insanının da eğitiminin ve bilinçinin de bir göstergesidir. 

İnsanlar eğitimli ve bilinçli ise; dezenformatif güçlerin işi daha zordur ve kamuoyunu yanlış yönlendirmek için daha fazla çaba göstermek, daha dolaylı yolları kullanmak zorundadırlar.

Millet ne kadar eblehleşirse; dezenformatif güçlerin de işi o kadar kolaylaşır.

Bilinçli veya eğitimli olduğundan değil ama; yüzyıllardır binlerce oyunun döndüğü bir coğrafyada yaşamanın getirdiği reflekslerden; içselleştirdiği "şark kurnazlığının" verdiği avantajlara kadar Türk millleti üzerinde dezenformasyonun niteliği ile; Bush gibi bir adamı seçen ve hala yeniden seçmeye çok yakın olan ABD milleti üzerinde gerçekleştirilecek dezenformasyonun niteliği de bu nedenle farklı olmalıdır.

Bu nedenledir ki; 


"Enerjisiz Kalacağız" manşetlerinin atıldığı günlerde aynı zamanda E-5'teki ışıkların günlerce kapatılması ve hemen ardından Türkiye'yi gaza boğan milyarlarca dolarlık doğalgaz boru hatları ve santralleri ihalelerine girilmesini bu ülkede kimse yutmadı.

Milletin; cebinden milyarlarca doların alınıp; Rusya bağlantılı enerji tekellerine sifonlamasına tepki vermemesinin sebebi "dezenforme" olması değil; uyuşmuşluğunun göstergesi idi.

Fakat; ABD'deki bir elektirik kesintisi ve bir kaç "sarı bülten", "turuncu bülten", "teröristler kapımızda" açıklaması ile toplumun bütün dinamikleri bir gecede değiştirildi.
Bu nedenledir ki;

Türkiye'de; hiç bir zaman; eski MİT Başkanı'nın Başbakan, eski Genelkurmay Başkanı'nın Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı'nın oğlunun Telekomunikasyon Kurumu Başkanı, Holding Yönetim Kurulu üyelerinin Başkan Yardımcısı ve bakan olduğu bir sistemi
millete demokrasi diye yutturamazsınız. 

ABD'de ise bırakın demokrasiyi diye yutturmayı; bu sistemi yeniden seçtirebilirsiniz bile. İşte bu yüzden; tepkisizlikten nasır bağlamış bu toplumun ölüsünü bile, ABD milletinin en uyanık haline değişmemek gerekir.
Toplumlar arası eblehlik farkının dezenformasyon kalitesinde yarattığı fark; sözkonusu Türk medyası olunca çok işe yarıyor.

Türk medyası üzerinden yaratılan fırtınaların hangilerinin dış, hangilerinin iç kaynaklı olduğunu "eblehlik farkı" testine tabi tutarak çok rahat tespit edebilirsiniz.

İki örnek üzerinden konuşalım.


Bir tanesi; günlerdir tartışılan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun yayınladığı "Baskın Oranındır" tarzı rapor.

Dünya tarihinde "emperyalizme tek bir raporla en fazla hizmet eden akademisyen ödülü" verilecekse; Baskın Oran, Huntington ve Fukuyama gibi abilerinin ardından bir mansiyonu kesin hakedecektir. Tabi; yazdığı raporu; Fikret Başkaya'nın "paradigmanın iflası" isimli kitabından ciddi anlamda esinlenerek yazdığı ortaya çıkarsa ödülünü elinden alıp, Başkaya'ya verebilirler ama sonuçta küresel güçler açısından bir şey değişmez.

Bu raporun basına düşmesi ile birlikte; ortaya bir de; "akademisyenin densizliği/zamansızlığı " havası da yayıldı ve Başbakan'dan Abdullah Gül'e kadar hükümet üyelerinin nasıl da bu rapora karşı oldukları konuşulmaya başlandı.

Hükümet bir yandan raporun sorumluluğundan sıyrıldı, bir yandan da raporun içeriğinin kamuoyunda tartışılmasına vesile oldu. Ve tabi tepkisizlikten nasır bağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin buna bile tepki göstermeyeceğini ve sineye çekeceğini test etmiş oldu. (Pentagon'un "TSK'nın tepkisi sinirlenmekten öteye geçemez" tespiti ne kadar da doğruymuş. Adamlar; doktrine ettikleri kurumu bilmeyecek de biz mi bileceğiz. ) 

Bir yandan raporu kamuoyuna salıp; bir yandan da "habersizdik" havası yaratmak; Türk Milleti'ni tanıyanların yarattığı bir dezenformasyon dalgasıdır.

İkinci örnekte ise; karşımızda Akşam gazetesinin dünkü nüshası duruyor.

Akşam; durup dururken ana sayfasından "Hristiyanlığın Şeytan Ayetleri" başlığı ile Dan Brown'un şu ünlü "Da Vinci Şifresini" yeniden gündeme getirdi ve bu kitabın Hristiyanlığın yüzlerce yıllık temel öğretilerini sarsmasından ve "paganizmi yani putperestliği" övmesinden şikayetçi oldu.

Bunla kalsa kurtulabilirlerdi belki ama; bir de bu habere yorum olarak; yarım sayfa, Patrikhane ile hayli yakın ilişkilere sahip Prof. Hatemi'nin "bu kitap Katolikliğe karşı ısmarlanmıştır", "Opus Dei'nin mafya ile ilişkisi yoktur" gibi ifadelerini içeren yorumlarını ekleyince Akşam'ın dezenformasyon çabası gittikçe anlamsızlaştı ve eblehleşti. En azından hastanelik ettikleri ve Da Vinci'yi Türkiye'nin gündemine ilk kez taşıyan Serdar Turgut'un yorumunu hap kadar vermeselerdi.

Aylar önce çıkan bir kitabı yeniden ana sayfaya taşımanın anlamsızlığını bırakın; %99'u müslüman olan bir ülkede; "Hristiyanlık Elden Gidiyor" kaygısını dile getirmenin bize ne faydası olduğunu anlamak imkansız.

Ama belki size bir ipucu verebiliriz.

Bu haberin hemen yanıbaşında "MİT'e Arman Suar mı Geliyor?" başlığı ile "MİT'in Yeni Başkanı Kim Olacak?" spekülasyon denizine katkıda bulunan Güler Kömürcü'nün haberini görüyorsunuz. 
Bu noktada aklıma; Güler Kömürcü'nün Teşvikiye'deki "cafe"lerde yaptığı sohbetlerde kullandığı "Katolikliğe destek olmalıyız, onlarla işbirliği yapmalıyız" şeklindeki yorumları geliyor...
Sonra sabah haberlerinde Karamehmet'in temerrüte düşen ödemesini gerçekleştirdiğini dinliyorum...

Yurdum baronlarının çıkış yolları bulmak için aynı anda hem Katoliklerle, hem Şeytanla aynı yatağa girmesi konusunda yeteneği ile bir kez daha gurur duyuyorum. 

Aynı yeteneği bir de dezenforme ederken gösterseler...



K.D.

Biliyor muydunuz?


1500'lü yılların başında İspanyol şifrecilerin; Fransızların yaydığı "asla kırılamaz" dezenformasyonuna güvenerek tek alfabeli yerine koyma yöntemi ile şifrelemeye devam etmeleri sonucu onlarca yıl şifrelerinin Fransa ve Vatikan tarafından okunduğunu ve bu dezenformasyonun bugün ABD tarafından yayılan "128 bit ve üzeri şifrelemeler asla kırılamaz" dezenformasyonu ile çok benzeştiğini..


Toplumlar arası "eblehlik farkı" dezenformasyonun kaynağını tespit  etmek için yararlı. 


"Emperyalizme Tek Raporla En Fazla Hizmet Eden  Akademisyen Ödülü" Baskın Oran'a mı, Fikret Başkaya'ya mı verilmeli ? 


"Azınlık" raporu ile TSK'nın tepkisizliği toplumun gözünün içine sokulmuş oldu. 


Akşam durup dururken; "Da Vinci"'yi , Hristiyanlığın Şeytan Ayetleri başlığı ile niye ana sayfaya taşıdı? 


Katoliklerle işbirliğini savunan yazar kim?




http://www.acikistihbarat.com/oyunbozan/oyunbozan271004.htm