CİHAN DURA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CİHAN DURA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2016 Perşembe

TAM BAĞIMSIZLIK NASIL KAZANILIR, NASIL KAYBEDİLİR?






TAM BAĞIMSIZLIK NASIL KAZANILIR, NASIL KAYBEDİLİR?

CİHAN DURA

21.7.2014


Tam bağımsızlık bir olgudur, gözlemlenebilir. 
Her olgu gibi, onun da meydana gelmesine, oluşmasına yol açan başka olgular vardır. Bu sebepler ortaya çıkıp gerçekleşmedikçe, tam bağımsızlık da gerçekleşmez. 
Bağımsızlığın derecesi de bu unsurların gücüne bağlıdır. Onlardaki bir gerileme, zayıflama, bağımsızlıkta da gerileme ve zayıflamaya sebep olur.  
İşte bütün bu etmenlere “tam bağımsızlığın belirleyicileri” adını veriyoruz.
Tam Bağımsızlığın belirleyicileri iki açıdan ele alınabilir. “Tam Bağımsızlığı sağlayıcı” etmenler, “tam bağımsızlığı yok edici” etmenler…


I) TAM BAĞIMSIZLIĞI SAĞLAYICI ETMENLER

Atatürk, cumhuriyetimizi kurarken iki olgu üzerinde çok durmuştur: Millî egemenlik ve tam bağımsızlık. Türkiye Cumhuriyeti’ni bu iki ilke üzerine inşa etmiştir. Ayrıca tam bağımsızlığı belirleyici unsurlara da değinmiştir, bu belirleyicileri şöyle sıralayabilirim:

-Milletimizin uygarlık yeteneği,

-Kaynak kullanma başarısı, 

-Egemenlik bilinci.

A) Uygarlık Yeteneği

Uygarlık (medeniyet) “bir toplumun fikir, sanat, bilim, teknoloji, ekonomi ve benzeri alanlarında önemli gelişmeler göstermesi, ortaya değerli eserler koyması”dır. Uygarlık yeteneği ise, “uygarlık yaratma, uygarlaşma gücü” olarak tanımlanabilir.

Atatürk şöyle diyor: Bir milletin, devletiyle ayakta kalması ve yaşaması için maddi güç yeterli değildir. O millet aynı zamanda uygar eser yaratma yeteneğine sahip olmalıdır: Edebiyatı ile, sanatı ile, bilimsel birikimi ile, teknik buluşları ile, dünya çapında kendini göstermesi, kanıtlaması gerekir. Uygar eser meydana getirme yeteneğinden yoksun bir millet, özgürlük ve bağımsızlığından da yoksun kalmaya mahkûmdur.

Neden böyledir? Çünkü bu eserler o toplumu güçlü kılar, ona karşı ilgi ve saygı uyandırır. İnsan kalitesi, bilgisi ve teknik imkânları, karar süreçlerine dış müdahaleyi zorlaştırır.

Demek ki, Türk milletinin de özgürlük ve bağımsızlığı, ortaya koyduğu ve koyacağı uygar eserlere bağlıdır. Milletimizin sahip olduğu medeni eserlere şu örnekleri verebilirim: Orhun Anıtları, Kutadgu Bilig, Süleymaniye Camii,  Piri Reis Haritası, Yunus Emre Divanı, Nasrettin Hoca fıkraları, Nutuk, Anıtkabir,…

Eğer “kültür olgusunun belli bir topluma ait olduğu, medeniyetin ise zaman ve mekan itibariyle daha geniş ve daha kucaklayıcı” olduğu düşüncesinden hareket edersek, o zaman burada uygarlık yerine kültür terimini kullanmamız, belki daha doğru olur. Zaten Atatürk de “kültür kavramı üzerinde sık sık ve ısrarla durmuştur.

B) Kaynak Kullanma Başarısı

Atatürk bu kavramdan, “bir milletin ekonomik yaratıcılığı”nı kast ediyor. Millet kendi doğal kaynaklarını, insanını, sermayesini ve mevcut üretim tekniklerini gereğince kullanmalı, bunları değerlendirebilmeli, onlarla katma değer yaratabilmelidir. Öte yandan, bu kaynaklara kendisininkilerden başka, diğer ülkelerin kaynakları da dahil edilebilir. Öyleyse, Türk milleti sahip olduğu arazinin servet kaynaklarından faydalanmalı,  bu yoldan bütün insanlığa da fayda sağlamalıdır. Bu sorumluluğunu yerine getiremezse,  yaşama hakkı ve bağımsızlığı yine tehlikeye girer.  

Kaynak kullanmakta başarılı bir millet zenginleşir. Yeni teknolojiler bulur, bilgili ve yetenekli insanlar yetiştirir. Bu sayede kuvvetlenir; kendi kararlarını kendi alır; dünyayı, başka ulusları etkileme gücü artar.

C) Egemenlik Bilinci

Tam bağımsızlık için bir koşul da bir milletin, milletimizin kendi iradesine, kendi egemenliğine sahip çıkabilmesidir. Bu egemenlik şunun bunun eline, değersiz insanların, işbirlikçi bedhahların eline bırakılmamalıdır. Bırakılırsa, karar alma süreçleri iç ve dış düşmanların etkisi altına girer, milletin değil, düşman güçlerin lehine çalışır.

II) TAM BAĞIMSIZLIĞI YOK EDİCİ ETMENLER

Dünyada, kendi refah ve gelişmelerini önemli ölçüde başka milletleri sömürmeye dayandırmış olan güç odakları vardır. Bunlar şu veya bu şekilde o ülke insanlarını tutsak ederler, olmayanları o duruma getirmeye çalışırlar; ülkenin kaynaklarını, pazarlarını ele geçirirler. Yöneticileri kendilerine bağlar, kullanırlar ki, bu olguya emperyalizm diyoruz.

Dünyada emperyalizm olduğu sürece milletlerin, bu arada Türk milletinin de bağımsızlığı hep tehlikede olacaktır. Ne yazık ki ülkemiz söz konusu güçlerin etkisi altına uzun yıllardır girmiş bulunuyor. Bu odakların başında ABD gelmektedir. Onu İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkeler takip ediyor. Bu sonuncu ülkeler Avrupa Birliği şemsiyesi altında ortak hareket edebiliyorlar. Ancak şunu önemle belirtmeliyim ki, devletler görünürdedir. Onları da kullanan asıl sömürgen güçler vardır ki, bunlar dev küresel şirketlerdir. En tepede “Derin Merkez” yer alır. Demek ki Türk milletini tutsak etmek isteyen, bağımsızlığını yok eden, perde arkasındaki asıl güç, Derin Merkez’dir; o merkezi oluşturan küresel şirketlerdir. Derin Merkez; “küresel ekonomide asıl güç kaynağı ve gizli karar merkezi olup, dünyadaki servetin çok büyük bir kısmını elinde tutan, az sayıda Amerikalı sermayedardan oluşan, ülkeleri yönlendirebilen büyük bankerler, finans tekelleri grubu”dur. 

Bir ülkenin bağımsızlığı hangi yollardan yok edilmektedir? Bunlar askerî işgal, işbirlikçi kullanma, zayıf karakterli yöneticileri kullanma, ekonomik ve kültürel baskılar, askerî ve ikili anlaşmalar şekillerini alabilir.

A) İşgal

Ülke yabancı güçlerce fiilen ve temelli işgal edilir. Ulusun her türlü bağımsızlığına son verilir.

Ülke fiilen işgal edilir. Yenilgiden sonra, ülkenin yabancı askerlerden arındırılması karşılığında, o toplumdan ekonomik, mâli, adlî ve diğer alanlarda bağımlılık yaratacak ödünler kopartılır.

Bu iki şeklin tarihte pek çok örnekleri vardır: Amerika’nın, Asya’da Hindistan, Çin gibi ülkelerin, Afrika’nın Batılı sömürgeci-emperyalist ülkeler tarafından işgali gibi.

B) Kapitülasyonlar

Tam bağımsızlığın ihlali; yabancı bir güce ödün verme, ayrıcalık tanıma şeklinde de ortaya çıkar. Her ihlal, yabancı odak (ülke, ülkeler topluluğu, kuruluş,…)  için bir kazançtır; o odağa Millet’e ait bir hakkın devredilmesi demektir. Yabancının kazandığı –dolayısıyla milletin kaybettiği- bu hakka genel olarak “kapitülasyon” adı verilir. Kapitülasyon bağımlılığın ürünüdür, tam bağımsızlığın zedelenmiş olduğunun en açık bir göstergesi ve kanıtıdır.

Örnek verelim.

1) Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerine ödün vere vere, sonunda ekonomik, malî ve politik bağımsızlığını yitirmiş, Avrupa devletlerinin, kapitülasyon zincirleriyle diz çöktürülmüş bir uydusu haline gelmişti.

Atatürk’ten bir kez daha dinleyelim:

-Bir devlet düşünün ki kendi uyruğuna koyduğu bir vergiyi yabancılara koyamaz; gümrük işlemlerini, resimlerini ülkenin ve milletin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi engellenmiştir; bir devlet ki bunların da ötesinde yabancılar üzerinde yargı yetkisini uygulamaktan men edilmiştir. işte böyledir bağımsızlığından yoksun olan bir devlet!…

-Osmanlı’da devletin ve milletin yaşamına yapılan müdahaleler bu saydıklarımdan ibaret değildi, daha fazla idi. Doğrudan doğruya milletin yaşamsal ihtiyaçlarından olan, örneğin demiryolu yapmak için, fabrika yapmak için devlet serbest değildi; mutlaka dış müdahale vardı. Bu şekilde hayatını teminden menettirilen bir devlet bağımsız olabilir mi? Gerçekte Osmanlı Devleti bağımsızlığını çoktan kaybetmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi; Osmanlı içindeki Türk milleti de tamamen tutsak durumuna getirilmişti. Bu sonuç milletin kendi iradesine ve kendi egemenliğine sahip bulunamamasından, bu irade ve egemenliğin şunun bunun elinde kullanılagelmiş olmasından kaynaklanıyordu.

-Ben bu haksızlığa karşı çıktım. Milletimin başına geçerek İstiklal Savaşımızı başlattım. Milletimin gasp edilmiş haklarını geri aldım. Ülkemi tam bağımsız kıldım.

2) Geçmiş ve günümüzdeki Cumhuriyet hükümetleri de tam bağımsızlığımızı zedeleyen ya da ortadan kaldıran kararlar almış, antlaşmalar yapmışlardır. Bunlara şu örnekleri vermekle yetinelim:

-İsmet Paşa döneminde, 1940’ların sonunda ABD ile yapılan İkili Antlaşmalar.

-IMF ile ilişkiler çerçevesinde alınan kararlar.

-1995 Gümrük Birliği Antlaşması,

-Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde kabul edilen bazı yasa ve yönergeler.

C) İşbirlikçi Bulma

Sömürgen devlet o toplumda “Biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” diyen kişiler bulur. Onları iş başına getirtir. Bu yöneticiler ülkenin yazgısını her bakımdan koruyucu devlete bağlar. Devlet ve toplum, uzun erimde vasi devletin emellerini gerçekleştirecek şekilde yeniden düzenlenir. Bir ülkenin bağımsızlığını yok etmenin bu şekline, çöküş halindeki 19. Yüzyıl sonlarının Osmanlı devleti örnek olarak verilebilir.

Atatürk bu tür kişilere karşı bizi şöyle uyarmıştır: “Bizi [ekonomik hayatımızı geliştirme, böylece refaha ulaşma] amacına erişmekten alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge yapmak için, ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat bizim için, bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf vardır. O da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir.”

D) Zayıf Karakterli Yöneticiler

Kimi politikacılar ve devlet adamları; zorluklar arttıkça, tam bağımsızlık yerine “yarı bağımsızlığa” razı olmaya, halkı da buna boyun eğdirmeye çalışırlar. Örneğin, Kurtuluş Savaşımızda, Rauf, Bekir Sami, Kara Vasıf Bey’ler bu yolu denemişlerdir. Bunlar daha Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası fikrini savunmuşlar; sonraları da, ellerine fırsat geçtikçe benzer girişimlerde bulunmaktan çekinmemişlerdir.

Bu nedenledir ki, tam bağımsızlığı korumada en önemli sorun, bir toplumun yöneticilerinin seçilmesi sorunudur. Yönetimi, ulusun kendi ayakları üzerinde durması gibi zor bir ilkeyi uygulayamayacak denli zayıf ruhlu politikacıların eline geçen bir millet; bağımsızlığını korumada, dış düşmandan çok, iç düşmanla uğraşmak zorunda kalır.

E) Ekonomik Baskılar

Bağımlı duruma getirilen millet; artık, ya “tarımcı,” ürünlerini yok pahasına satan, dışa bağlı ve muhtaç, ya da yeraltı zenginliklerini işlemeden satan, asalak bir insan yığını olmaya mahkûmdur. Sömürücü-koruyucu devlet; “yardım ettiği devlet”in sanayileşmesine, doğal kaynaklarını kendi öz yararı için kullanmasına izin vermez. Bu amaçla o ülke borçlanmaya itilir, özelleştirmelere, topraklarını, ekonomik tesislerini satmaya zorlanır; yabancı sermaye yoluyla ekonomi işgale uğrar. Türkiye’de 1980’den beri yapılan budur; uygulama 2002’den bu yana korkunç boyutlara ulaşmıştır.

F) Kültür Emperyalizmi

Koruyucu devlet; en etkili ve önemli bir araç olarak, kültür emperyalizminden de geniş ölçüde yararlanır. Az gelişmiş ülkenin kamuoyuna egemen olmak üzere, kitle eğitim ve haberleşme araçları (basın, radyo, televizyon, Internet) yoluyla, yurttaşların kafaları sürekli olarak yıkanır. Eğitim ve kültür kurumları, şu ya da bu yoldan koruyucu-emperyalist devletin buyruğu altına girer. Böylece toplumdaki diplomalıların çoğu, “boyun eğmeye yatkın,” “bağımsız düşünme yeteneğinden yoksun” sözde aydınlar olarak yetişir. Bunlar topluma öncülük edemezler; onu gerçek bağımsızlığına kavuşturamazlar. Hattâ, eğer ülke bağımsız ise, bunu yitirmesine katkıda bulunurlar.

G) Askerî İttifaklar Ve İkili Anlaşmalar

Büyük devletlerin, az gelişmiş ülkelerin bağımsızlıklarını ortadan kaldırmak için başvurdukları yollardan biri de “sıkı ve geniş kapsamlı askerî ittifaklar” ile bunları izleyen “ikili anlaşmalar”dır. Bu çerçevede tanınan ayrıcalıklar, ulusal orduyu kumanda olanakları, askerî üsler, silah ve teçhizat bakımından tek bir devlete bağlılık gibi olgular; az gelişmiş ülkenin iç işlerinin, dolaylı olarak büyük devletin denetimine geçmesi sonucunu doğurmaktadır.

H) Bilinçlenme Eksikliği

Tam bağımsızlığın ihlaline yol açan bir diğer faktör de halktaki bilinçlenme eksikliğidir.

Birçok alanda olduğu gibi bağımsızlık konusunda da halktaki bilinçlenme eksikliği, ciddî bir engeldir. Türkiye bakımından açıklamak gerekirse, halkımızın bağımsızlık ve özgürlüğün mahiyetini, yüksek değerini kavramış olduğunu ne yazık ki, söyleyemeyiz. Bu tehlikeli durumun temel sebebi; tam bağımsızlık bilincinin, yıllardır, bir eğitim konusu olarak görülmemiş, halkımıza sürekli ve yeterli şekilde aşılanmamış olmasıdır. Öyle ki, okumuşlarımızda, aydın olarak nitelediğimiz birçok kimselerde bile tam bağımsızlık bilinci ya yoktur, ya da zayıftır. Üstelik bu ihmal giderek artmıştır, artıyor. Günümüzde ise -ne yazık ki- tam bağımsızlık ülküsü tamamen unutulma yolundadır. Bunda, son yıllarda dal budak salan küreselleşme ve liberalizm propagandasının önemli etkisi olduğu bir gerçektir.


http://cihandura.com/tbd/374-tam-baimsizlik-nasil-kazanilir-nasil-kaybedlr-.html


DİĞER  YAZILARI  İÇİN..,


http://cihandura.com/diger-yazilar.html

29 Nisan 2015 Çarşamba

TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ 2 (Eylül-Ekim 2014’DEN NOTLAR: 2)



TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ 2




Eylül-Ekim 2014’DEN NOTLAR,


KARAYILAN'DAN 'MAHALLELERİ ELE GEÇİRİN' TALİMATI
PKK'nin Kandil Dağı'ndaki yöneticilerinden Murat Karayılan, Türkiye içindeki teröristlere telsizle "Mahalleleri ele geçirin" talimatı verdi. Kandil Dağı'ndaki KCK Yürütme Konseyi üyesi ve Halk Savunma Merkezi Komutanı Karayılan telsizle verdiği talimatta, "Halk kendisi hareket etsin, başkaldırıyı düşürmesin, başkaldırıya devam etsin. Toplumsal güçler ile mahallelerde kontrol sağlansın. Şehirleri değil mahalleleri ele geçirsinler" dedi.
Murat Karayılan'ın talimatının ardından 21 Ekim günü yüzleri kapalı 150-200 kişilik YDG-H üyesi, Şırnak'ın Cizre İlçesi Nur Mahallesi'ndeki Botaş Parkı civarında toplandı. Burada yüzü kapalı bir kadın 'Yurtsever Botan halkı ve kamuoyuna' başlıklı bir bildiri okudu.
Kürtlerin Suriye'de elde etiği kazanımların, 'Kuzey Kürdistan' diye söz ettikleri Güneydoğu'da da örnek alınması istenen bildiride şu ifadelere yer verildi: "Biz bu ‘serhildan’larla (başkaldırı) sokaklarımızı devletin kirli politikalarından temizledik. Kazanımlar korunmalıdır. Bu kazanımlar Kuzey Kürdistan'da yeni süreç başlatmıştır. Toplumun kendine özgü alanlarını oluşturmuştur. "Bizim için Nur ve Sur mahalleleri özgürce yaşayabileceğimiz ve kendimiz için yaşayabileceğimiz mahalleler olacaktır. Bu temelde iki mahalleyi halkın tüm ihtiyaçlarını kendi karşılayacağı mahalleler olarak tüm kamuoyuna ilan ediyoruz. Bu mahalleler kendi kendini yönetecektir. Botan halkına ve yurtsever kamuoyuna duyurulur." ■ Cumhuriyet,  (26.10.2014)
“PKK KARADENİZ BÖLGESİNDE YIĞINAK YAPIYOR”
Yahu, okur yazar da mı değiliz? Yalnızca aval aval bakanlar sınıfında mıyız? Gerçekten bu iktidarın ve işbirlikçilerinin zekâ ve aklımızla alay ettikleri kadar zavallı mıyız?
Terör örgütü PKK’ya yakın bir gazetede yazan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “çözüm süreci” konusunda hükümete tehditler savuruyor. “Hükümet ya aklını başına alacaktır ya da aklı başına getirilecektir” diyor. Milleti akil adamlar tiyatrosu ile kandırmaya çalışan AKP iktidarı sözde güvenlik paketleri ile milletle dalga geçiyor.
Son istihbarat-güvenlik raporlarından: “PKK’nın Hedefinde Karadeniz Var”
Çözüm sürecinde yurt içerisindeki silahlı terörist sayısını yeni katılımlarla iki katına çıkaran PKK daha önce terörist bulunmayan bölgelere terörist gruplar göndermeye başladı. Örgütün hedefinde ise Karadeniz var.
Elde edilen bilgilere göre PKK son dönemde Erzincan, Giresun, Gümüşhane, Samsun, Tokat ve Ordu illerinin kırsal bölgelerine yoğun bir şekilde terörist sevkiyatı yaptı. 60 kadar teröristin Karadeniz illerinde silahlı olarak faaliyet yürütmeye başladığı tespit edildi. Uzmanlar, örgütün daha önceki yıllarda Karadeniz’de hiç bu kadar sayıya ulaşmadığı vurguluyor.Terörist grupların güvenlik güçlerince deşifre edilmemek amacıyla telsiz görüşmelerine çıkmadıkları kaydedildi.
“Çözüm sürecinde istediğini elde edememesi durumunda Doğu ve Güney Anadolu’da kaos ortamı yaratmak isteyen PKK ülkede iç savaş çıkartmanın planlarını yapıyor.”
■ Ahmet Takan, Yeniçağ,  (26.10.2014)
PKK CİZRE'DE ÖZERKLİK İLAN ETTİ

"Kars'ta öldürülen 3 PKK'lının intikamını Hakkâri'de 3 askeri şehit ederek aldık" diyen PKK, Şırnak'ın Cizre ilçesinde özerklik ilan etti. Önceki gece tören düzenleyen yüzleri maskeli silahlı PKK'lılar, askerî düzende yürüyüş yaptıkları Cizre sokaklarında özerklik ilanı için tören düzenledi. Polis müdahale etmedi.

Yüzleri kapalı örgüt militanları, önceki gece Sur ve Nur mahallelerinde askerî düzende yürüyüş yaptı. Tek tip elbise ve YDG-H tişörtü giyen PKK'lılar "Bu mahalleler kendini yönetecek. Güvenlik güçlerinin buralara girmesine izin verilmeyecek" dediler. Törene katılanlar sözde KCK, PKK bayrakları ve havai fişekler eşliğinde Öcalan sloganları attı.

PKK'nın gençlik ve asayiş kolu olan YDG-H, 23 Haziran 2013'de, Şırnak Cizre'de kuruluşunu ilan etmiş, 25 Ağustos 2014'te de özerkliği sürecini başlattığını duyurmuştu. ■ Ulusal Kanal, (26.10.2014)
HERKES IŞİD’İ KONUŞUYOR, OYSA ESAS HEDEF KÜRT KORİDORU
ABD ve AB, Suriye Kürtlerine her türlü siyasi ve askeri desteği veriyorlar. Ankara’nın da katkısıyla “Kürt koridoru” oluşuyor. Bunun anlamı, “Batı ve Ankara Kürt koridoru konusunda anlaşmışlar.”
Bir süre sonra Suriye’de de aynen Irak’ta olduğu gibi “Kuzey Suriye” Şam’dan kopacak. Barzaniile Suriye Kürtleri entegre ediliyor. Bütün bu çabalar Irak’tan ve Güneydoğu’dan Akdeniz’e kadar bir bütünlük sağlayarak Kürt koridorunu oluşturmak için.
Herkes Kobani’yi, IŞİD’i konuşuyor. Oysa esas hedef Kürt koridorunu tamamlamak, Kaç yıldır Kürt koridorunu yazıyorum. Büyük Kürdistan için bu vazgeçilmez bir hedef!
Önce Kuzey Irak halledildi; sonra Güneydoğu’da yaratılan olaylarla çözüşmenin altyapısı hazırlandı. Bütün bunlar Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin yönetimi sırasında gerçekleşti. Şimdi Kuzey Irak Kürdistanı “Kuzey Suriye’ye uzatılarak” Kürt koridoru tamamlanıyor. ■ Erol Manisalı, Cumhuriyet,  (27.10.2014)
IRAK TÜRKMENSİZLEŞTİRİLİYOR
IŞİD örgütü, başlattığı saldırılarla Irak’ı Türkmensizleştiriyor. Bölgeden gelen son bilgiler, zaten nüfus yoğunluğu açısından sıkıntılı olan Türkmenlerin, giderek Irak’ın içine dağıldıklarını, Türkmen kasaba ve köylerinin giderek boşaldığını, Kerkük gibi, çevresindeki nahiyelerle birlikte tarihi Türk şehirlerinin IŞİD bahanesiyle tamamen Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin denetimine geçtiğini gösteriyor. Telafer ve Sincar’dan kaçarak Irak’ın içlerine kaçan Türkmenlerin önemli bir bölümü Şii bölgelerine sığınmış, bir bölümü de Kürt bölgesine geçmişti. IŞİD, son olarak Irak’ın Diyale iline bağlı Türkmenlerin yoğunlukta olduğu Karatepe kasabasına saldırı başlattı. 10 bin civarında kişi bölgeden göç etmek zorunda kaldı. Türkmenlere yapılan kıyımı görmezden gelenAKP hükümeti ise sessizliğini korumayı sürdürdü.
İstihbarat birimlerinin hazırladığı bir çalışmaya göre, Türkmenler Irak içinde giderek dağıldı. Yaşadıkları yerleşim birimlerindeki nüfus yoğunluklarını büyük ölçüde yitirdiler. Gittikleri bölgelerde hızla asimile olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlar. Bu gidişle bölgede Kürtler giderek daha fazla güç kazanacak, Türkmenlerin adı bile anılmayacak. ■ Deniz Kahraman, Aydınlık,  (27.10.2014)
PKK GÜNEYDOĞU'DA MAHKEME KURMUŞ!
Doğu'da PKK'nın kendi güvenlik birimlerini ve mahkemelerini kurduğu iddiaları sıkça duyuluyor. Bugün Murat Yetkin şahit olduğu bir olayı köşesine taşıdı. Yetkin, önemli davalara bakan bir avukatın anlattıklarını şöyle aktardı:
“Geçenlerde bir müvekkilim geldi. Aleyhine bir karar çıkmış, üst mahkemeye itiraz edecekmiş, yardım istiyordu. Ben de kararı istedim. Verdi. Bir de ne göreyim? Meğer davaya PKK'nın yerel mahkemesi bakmış. Karar bizimkinin aleyhine çıkmış, o da PKK'nın bir üst 'eyalet' mahkemesine itirazda bulunmak istiyor.”
Bizim avukat davaya bakamayacağını söylemiş tabii, ama asıl şaşırdığı; vatandaşın bu durumu, yani PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde resmi mahkemelere paralel olarak mahkeme kurmasını doğal, kararlarını da meşru karşılamış olması…
Yalnız mahkeme de değil… Diyarbakır kırsalında, Şırnak kırsalında, PKK'nın sadece "şehitliklerini" değil, kendi polisini, cezaevini, hatta dağa adam gönderme amaçlı, kendi "askere alma" noktalarını oluşturmuş olması. ■ Sondakika.com,(28.10.2014)
PKK’NIN KOBANİ STRATEJİSİ: ÖRGÜT NE YAPMAK İSTİYOR?
PKK, Kobani’de PYD’nin arkasına saklanarak, dünya kamuoyu önünde kafa kesen IŞİD terörüne karşı gerçekten direnen tek güç olduğunu imajını vermeyi başardı. Böylece PKK, Kobani muharebesi sırasında dünya kamuoyu önünde terörist örgüt statüsünden meşru güç statüsüne sıçrama yapma doğrultusunda önemli bir adım attı.
PKK öte yandan Ayn el-Arap çatışmalarını AKP Hükümetini baskı altına almak ve kitlesi üzerindeki kontrolü geliştirerek tesis etmek için bir araç olarak kullandı.
PKK açısından Ayn el-Arap çatışmaları sırasında kazanılan bir diğer zafer, ABD ile PKK arasında “silah arkadaşlığı” statüsünü oluşturmak olmuştur. Ayn el-Arap çatışmaları sırasında ABD, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi ile Türkiye ile PKK arasında kalınca hiç tereddüt etmeden PKK’yı tercih etmiştir.
Üstelik ABD, AKP Hükümetini Barzani güçlerini Türkiye’den geçirerek, Ayn el-Arap’a girmelerine izin vermesi konusunda zorlamış ve “ikna” etmiştir. Bu durum Türkiye için bir başka psikolojik yenilgi oluşturmuştur. PKK ve diğer pankürdist örgütler ve taban için ise kesinlikle psikolojik bir zafer anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, PKK, Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu üç devletçikten biri olan Kobani devletçiğini Türkiye’ye güç projeksiyonu yapmak amacı ile çok etkili bir şekilde kullanmayı başarmış görünmektedir. PKK, ABD ile askeri/siyasi ilişki kurmayı başarmıştır. PKK açısından en önemli sonuç, Kobani çatışması ile Kuzey Suriye’deki varlığını büyük ölçüde meşrulaştırmayı başarmış olmasıdır. Bütün bu sonuçların alınmasında PKK’nın en büyük yardımcısı, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Esad’ı devirme konusunda saplantılı Suriye politikasıdır. 
■ Ümit Özdağ, Yeniçağ, (30.10.2014)

..


CHP’NİN KENDİNİ İNKÂR TARİHİNİN GİZLİ OLMAYAN BELGELERİ






CHP’NİN KENDİNİ İNKÂR TARİHİNİN GİZLİ OLMAYAN BELGELERİ,




Cihan Dura
15.4.2012

“Sakın kapıyı aralık bırakmayın,
farkına varmadan, ardına kadar açılır.”
Mustafa K. Atatürk 

  








- Mustafa Kemal Atatürk: Benim iki büyük eserim vardır, biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimi rehber edinenler mânevî mirasçılarım olur.

***
-1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü…  Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP Hükümeti ABD’den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar giymeye başlıyor.
CHP Hükümeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin: “Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”

12 Temmuz 1947… İsmet Paşa, ünlü “Beyannamesi”ni yayınlar ve “müjde”yi verir: Türkiye demokrasi rejimine geçecektir. Demokrasinin önündeki engeller kaldırılacaktır. Aynı gün ABD ile bir antlaşma imzalanıyor.
ABD ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği” doktrini olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yol’dan saptırıyor. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırılıyor. 1923-1938 Türkiyesi’nde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa yıkılmaya başlıyor, ters yüz ediliyor: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu. ABD ile ikili antlaşmalar yapıldı. Bunlarla siyasal ve ekonomik bağımsızlığımız törpülendi, giderek yok edildi. Türkiye ABD için bir hammadde deposu ve pazar haline getirilmeye başladı. Millî eğitimimiz ulusal olmaktan çıkarıldı, Ona Amerikan çıkarlarına uygun bir yapı kazandırıldı. Atatürk Devrimlerinin birinci güvencesi olan köy enstitüleri kapatıldı. Yerine imam-hatip okulları açılmaya başladı. Ekonomi politikası olarak devletçilik sulandırıldı. Türkiye IMF’nin kıskacına sokuldu. Dış borçlanma başlatıldı. Ulaştırmada demiryolları terk edildi, karayoluna ağırlık verildi. Türkiye’nin sanayileşmeden vazgeçmesi yönünde telkinler yapıldı. İrtica yeniden harekete geçti.
CHP Meclis Grubu kararı (10 Şubat 1948): İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulacak.
-3 Ocak 1949… Okullarda din eğitimi verilmesi sorunu, TBMM’de ateşli tartışmalara neden oluyor. CHP siyasal amaçlarla bu konudaki talepleri yerine getirme eğiliminde...
-1 Mart 1950… CHP Hükümeti 30.11.1925 tarihli Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair Yasa’yı yürürlükten kaldırdı. İşte gerekçe: “Bugün cehalet nedeniyle yer yer kimi batıl itikatlara rast gelinse de, bunlar artık halkın yolunu şaşırtacak bir etkiye sahip değildir.” Hükümet, seçimlerin tarihini de aynı gün ilan ediyor!
- Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi (1950 seçimlerine sadece birkaç ay var,  CHP Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Nihat Erim’e kaygılarını iletiyor): “Seçim, demokrasi, çok partili hayat, evet, bunlar güzel şeyler. Fakat Devrimler ne olacak? Atatürk’ün temelini attığı uygarlık düzeni bir kez sarsılırsa, demokrasiyi yürütmek için gerekli ortam daha başlangıçta elimizden kaçmaz mı? Seçim tarihi yaklaştıkça gericiliğe ödün verme eğilimi günden güne artıyor. Vaktinde kontrol altına alınmazsa, bu; ilerde çok tehlikeli gelişmelere yol açabilir. CHP Hükümeti’nin bu konudaki durgunluğu anlaşılır gibi değil.” İşte Nihat Erim’in yanıtı: CHP her zaman olduğu gibi Atatürk Devrimleri’ne bağlıdır. Gericiliğe ödün vermek söz konusu olamaz. Ne var ki seçimlere şunun şurasında pek az bir zaman kaldı. Şimdiden harekete geçilir de Devrim ilkelerine atıp tutanlara karşı sert önlemler alınırsa, bu; CHP’nin toplayacağı oy sayısını düşürebilir. İlkin seçimler kazanılsın; ondan sonra Devrim ilkelerinin ne büyük bir güçle korunacağını gözlerimizle göreceğiz!
-Çetin Yetkin: Ne acıdır ki, çok partili düzene geçilmekle birlikte, Türkiye’nin bağımsızlığı üzerine ABD’nce ipotek konulacaktır. Türkiye’nin, bugün sömürgeleşme sürecinde nerdeyse son noktaya gelmesinin temeli, 1945-1950 arasında atılmıştır. Türkiye’yi ABD’nin yörüngesine sokmakta o zamanın iktidarı da, muhalefeti de -CHP de, DP de- tam bir görüş birliği içindeydi.

***
- 16 Haziran 1950… TBMM ezanın Arapça okunması yasağını kaldırdı. Meclis görüşmeleri, dışarda toplanmış olan halka hoparlörle dinletildi. Muhalefet (CHP) de değişikliğin lehinde konuştu. Karar, mollaların tekbirleri ile karşılandı.
-2 Eylül 1951: Necdet Evliyagil Cumhuriyet gazetesinde, her iki partinin seçim propagandası sırasında dini nasıl politikaya alet ettiklerini örneklerle yazdı: Bilecik’de CHP, türbeleri biz açtık derken, DP’liler de Arapça ezanın, din derslerinin ve radyoda Kur’an okutulmasının, DP’nin eseri olduğunu” ileri sürüyordu!
-1954 seçimlerinde uğradıkları ağır yenilgi üzerine CHP’de su koyuverenler (oportünistler) görüldü, şöyle diyorlardı: Parti laiklik ve devletçilik ilkelerinden vazgeçmelidir. Seçmen önünde demokratlarla ancak böyle yarışılabilir.
26-30 Temmuz 1954… CHP’nin XI. Kurultay’ında kimi Halk Partililer; partinin –halk tarafından benimsenmemiş olduğundan- laiklikten ve devletçilikten vazgeçmesini önerdiler. Genel Başkan İsmet İnönü; bu konuda DP ile asla yarışamayacaklarını söyleyerek, bu görüşe karşı çıktı.
-Nadir Nadi (1962): Yazık ki olaylar Nihat Erim’in dediği gibi gelişmedi. 1946’dan, hattâ daha öncelerden başlayarak, Atatürk ilkeleri bugüne değin her alanda ihmale uğradı.  
-CHP Parti Meclisi toplantısında Bülent Ecevit ile Turan Güneş, birer konuşma yaparak arkadaşlarını uyarıyor: “Çok partili yaşama geçildiğinden beri, CHP eski devrimci yönünü yitirmiş, seçimlerde oy toplamak kaygısıyla ödün vere vere fikir bakımından zayıflamıştır. Oysa Parti’nin ‘devrimcilik, halkçılık, devletçilik’ gibi ulusumuzu kısa sürede kalkındıracak ilkeleri vardır. Politik hesaplarla, bu ilkelerin bir köşeye itilmesi doğru değildir. CHP kuruluş amaçlarını göz önünde tutarak kendine bir yön seçmeli ve ona doğru cesaretle yürümelidir. Bu uyarı parti Meclisi’nde tepkiyle karşılanır. 
-Başbakan İsmet İnönü Küçük Kurultay toplantısında konuşuyor: Arkadaşlar! Koalisyon Hükümeti’ni yaşatma olanaklarını sürdürmeliyiz.  Bu, karşılıklı uzlaşma ve hoşgörü koşuluna bağlıdır. Beni örnek alın, sabırlı olun. Nadir Nadi’nin İnönü’nün bu tutumuna getirdiği yorum:Koalisyon hükümetlerinin ancak uzlaşma yoluyla kurulabileceği açık bir gerçektir. Bununla birlikte, bir devrimin ürünü olan, hayatı doğrudan doğruya o devrime borçlu sayılan bir rejimde, temel ilkeler asla tartışma konusu edilmemelidir. Anayasa’nın mahkûm ettiği bir yönetimin özlemi içinde, öç duygularını gizlemeyenlerle nasıl uzlaşılabilir? Devlet’in laiklik ilkesini hiçe sayarak, yasaları çiğnemek pahasına öğretim birliğini bozanlar hoş görülebilir mi? Vicdan sömürücülüğüne açıkça karşı koymanın Koalisyon Hükümeti’ni dağıtacağını, ya da gelecek seçimlerde oy kaybına yol açacağını düşünerek eller böğründe ‘Ya sabır!’ çekmek olumlu bir politika mıdır?
-14 Ekim 1962… Manisa Milletvekili ve Ulus Gazetesi Başyazarı Yakup Kadri KaraosmanoğluCHP’den istifa ediyor. Gerekçesi şu: CHP Atatürk ilkelerinden, birçok noktalarda ödünler vererek uzaklaşmış bulunmaktadır.
-8 Ağustos 1963… Partinin politikasından düş kırıklığına uğrayan çok sayıda genç üye, CHP’den istifa ediyor. İstifalar için gösterilen sebepler arasında şunlar var: “Atatürk ilkelerinden ödün verilmiştir. Partinin genel ilkelerinden, özellikle halkçılık ve laiklik ilkelerinden ödün verilmiştir. Halkevleri ve köy enstitülerinin açılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştır.”
- 26 Ocak 1974… Millî Selamet Partisi, genel seçimlerden 48 milletvekiliyle çıkarak anahtar parti konumuna geldi. CHP, MSP ile koalisyon hükümeti kurdu, böylece dinci bir parti ilk kez iktidar ortağı oldu. Bülent Ecevit liderliğindeki CHP, dinci siyasetçilere ülkenin içişlerini, adalet hizmetlerini ve ekonomisini teslim etti.
-Dinciliğe göz yumma, tarikatlara şirin görünme yarışına, sonunda Bülent Ecevit de katıldı. Gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdiği CHP-MSP koalisyonu ile, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, siyasal İslam’ı iktidara taşıyan, devlet olanaklarına kavuşturan Ecevit; 1986 ara seçimlerinden önce Manisa’da köylülere şöyle sesleniyordu: “Bir insan şu veya bu tarikattan olur, ama aynı zamanda ilerici de olabilir. DSP kimsenin dinine, tarikatına, başörtüsüne karışmaz.” Daha sonra köylülere şöyle diyordu: “En büyük Allah, sonra halk...” (Evet doğru, ancak Allah’ın kutsal adı, kirli siyasete âlet yapılır mı? cd)
-CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay (Bugün AKP hükümetinin bakanlarından): Devletin, gençleri Atatürkçü ve laik doğrultuda yetiştirmesi, imam-hatip lisesi mezunlarının Harbiye’ye girişinin engellenmesi haksızlıktır.
-CHP'yi tekrar açan Deniz Baykal bir ara '3- D' modelini geliştiriyor: 'Değişim, Dönüşüm ve Demokrasi'... CHP'nin Altı Ok'u hakkında söylediği: “O babaannemizin sandığındaki çeyizdir.”
***
-16 Haziran 2000… Gazete Müdafaai Hukuk ’ta bir haber: CHP nereye? Atatürk’ün partisi böyle mi olacaktı?  CHP’nin yeni tüzük tasarısı, bu partinin, köklerinden ve Atatürkçü geleneğinden koptuğunu gösteriyor. Tasarıda Atatürk İlke ve Devrimleri’nden tek bir söz yok. Alt Ok’un hiçbirinden söz edilmediği gibi, “irtica” tehlikesi de görmezden geliniyor. Ulusal kimlik yok sayılıyor; yerine “etnik, dinsel, ideolojik cemaatler” geçiriliyor. Yeni tüzük, CHP’nin küresel emperyalizme uyum sağlama planından ibaret.
-Cumhuriyet gazetesi, 24.8.2002… Bir fotoğraf… Deniz Baykal, beşuş bir çehre, muzaffer bir eda ile, “Dünya Bankalı” Kemal Derviş’in elini havaya kaldırıyor. Fotoğrafın altında şu yazı var:
Deniz Baykal: “Derviş’i CHP’ye getirmek için dağlar, denizler aştık.”
-26 Nisan 2008… Bu satırların yazarı: TV’den CHP’nin 32.Olağan Kongresi’ni izledim. Deniz Baykal’ın konuşmasını dinledim. Garp cephesinde yeni bir şey yok. Eski tas eski hamam, tellaklar bile değişmemiş, değişmeyecek de. Baykal bence Atatürk’ün CHP’sinden ziyade sağ bir partiye yakışan bir siyasetçi. Yıllardır takip ediyorum, ta baştan beri gözü hep sağda olmuştur. Zaten CHP’nin sağa kaymasında en büyük sorumluluk -sanırım- ona aittir. Bu partinin ilerici, devrimci -hattâ diyebilirim ki Kemalist-  karakterinin bozulmasında, yok olmasında katkısı çok büyüktür.
-Bülent Ecevit’in “Ortanın Solu” (Kim Yayınları, Ank., 1966) kitabından:  Ortanın Solu anlayışına uygun ve demokrasiyle bağdaşabilen teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet ve miras hakkı; Anayasa’mızın da belirttiği gibi kamu yararı ile sınırlıdır. “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olmamalıdır” ve özel teşebbüsün “milli iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesi” devletçe sağlanmalıdır. Ortanın solunda bir devletçilik anlayışı, ekonomik gelişmeyi, ulusal kalkınma amaçlarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak hızlandırmanın gerektirdiği ölçüde devlet işletmeciliğini öngörür. CHP’nin devletçiliği bu anlam ve ölçüde bir devletçiliktir.” 
-Ben, bu satırların yazarıBülent Ecevit’in sonraki yıllarda yaptıklarını düşünüyorum: Tam bir “devletçilik” düşmanı kesilmişti. Bir ara Devlet Bahçeli (MHP) ve Mesut Yılmaz’la (ANAP) bir koalisyon hükümeti kurmuştu. 2002 krizi bastırınca, Kemal Derviş’in kılavuzluğunda,  özelleştirmeleri hızlandırmaya çalışmıştı.
-11.10.2008… CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: Küresel ekonomik kriz “dünya çapında tefecilikten” kaynaklanmaktadır. Tarım ve üretim ekonominin temelidir. Hani sınırların kalktığı, paranın her yere transfer olduğu global ekonomi, her yerde zenginliği, refahı sağlayacaktı? Birdenbire, bu ekonominin dünya çapında çöktüğü ortaya çıktı. Sıkıntının temelinde ekonominin paraya dayanması var. Ekonomi, üretime dayanır. Fabrikaya dayanır, tarlaya dayanır. Zenginlik neyle artıyor? Faizle, repoyla... Bütün bunlar, dünya çapında tefecilikten başka bir şey değildir. Türkiye yeni bir yol haritasına gereksinim duyuyor.  
-Bu satırların yazarı: Bir zaman böyle konuşan Baykal acaba 22 Temmuz 2007 seçiminden önce neler söylüyordu? Buyurun, okuyun ve tutarsızlığı görün: Türkiye’de siyasi partilerin uygulayacakları ekonomi politikalarının belirli bir çerçevesi vardır. Herkes bu çerçeve içinde kalacaktır. CHP’nin uygulayacağı politikalar da bu doğrultuda olacaktır. Kurallar bellidir. Piyasa ekonomisi gerçeğini değiştirmeye gerek yoktur. Türkiye'de siyaset piyasa ekonomisi kurallarını işletmekle görevlidir. Bir ülkeyi bir ada gibi,  dünya ekonomisinin kuralları dışına çıkarmak mümkün değildir. O kurallar içinde yarışacağız.  Ekonomi giderek küreselleşmektedir. Sermaye hareketleri ekonominin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ticaret giderek serbestleşmektedir. Bu saydığım koşulları göz önüne alarak bir politika ortaya koymalıyız.
***
-19.4.2011… Aydınlık gazetesinde bir yorum: CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen, CHP eski genel başkanı Deniz Baykal yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinin 3 yıl önce kendisine bildirildiğini söyledi. Amerika-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü temsilcilerince sunulan bir raporda Deniz Baykal’ın istifaya ikna edilip, yerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun alacağından söz ediliyor. Rapor’da Baykal’ın istifasıyla, Kılıçdaroğlu CHP’sinin yeniden Avrupa tarzı ve merkezî bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacağı belirtiliyor. 2008 tarihli raporun CHP’nin yenilenmesi söylemi ile, Kılıçdaroğlu’nun günümüzdeki “Yeni CHP” sloganı arasındaki örtüşme anlamlı değil mi?
-CHP Bursa Milletvekili Sena Kaleli: Ben Atatürk ilke ve devrimlerinin bekçisi değilim, olmak da istemiyorum. Çünkü bekçilik dönemi tarihe karıştı. Bilirsiniz eskiden mahallelerde elde düdük dolaşan bekçiler vardı. Şimdiyse mobese kameraları var.
-Nisan 2011… CHP Parti Meclisi üyesi Binnaz Toprak: CHP artık CHP değil. Milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımlanamayacağı kesin! Toplumu ayrıştıran sıkan, Atatürk milliyetçiliğidir. Türklük kavramı Anayasa’dan çıkarılabilir. Türk Vatandaşlığı tanımının “yurttaşlık” olarak değiştirilmesini CHP olarak destekliyoruz. Ruhban Okulu açılmalı, ekümeniklik tanınmalı. İki dile sıcak bakıyorum. AKP Hükümeti ekonomiyi iyi yönetti, gelir ve zenginlik arttı.
-CHP Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum: Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılmasına karşı değilim. Türk tanımı kaldırılıp 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denilebilir. Eğitim dili Türkçedir. Ana dilde öğretim seçmeli derstir. Ana dil dememizin nedeni, biri ben Çerkezce de öğreneceğim derse buna izin vermek için. Türklük yerine ’yurttaşlık’ kavramını öneren Süheyl Batum’un ardından CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu daha da ileri gitti: Türklük çıkarılsın; etnik kimlik/dini inanç/siyasi düşünce vurgusundan arınmış bir vatandaşlık tanımı getirilsin.
- CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Heinrich Böll Vakfı'nın düzenlediği bir toplantıda Kürt bölücülerin taleplerini dile getiriyor: Yüzde 10 seçim barajı düşürülmeli. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmalı. Kürtçe’nin öğretilmesi devlet tarafından üstlenilmeli. Demokratik özerklik hakkı tanınmalı."
-CHP Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu: Tekke ve zaviyelerin kapatılması toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalı.
-CHP PM Üyesi Muhammed Çakmak: Fethullah Gülen bilgedir, saygıyla selamlıyorum.
- CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün: Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardı.
-CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Devlet değişsin istiyoruz. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı aynen kabul ediyoruz. Çekincelerin tamamına karşıyız. Kürt kimliği ve Kürt dili önündeki tüm engelleri kaldıracağız. CHP iktidarında genel af çıkartacağız. Profesyonel orduya bir an önce geçmeliyiz. Türkiye'de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz. Türban sorununu çözeceğiz. Siyasallaşmayan tarikatlara saygımız vardır. ("Yargıda cemaat yapılanması var" iddiaları üzerine) “Yargı içinde böyle bir kadrolaşma vardır” demeyi doğru bulmuyorum. (Atatürk'ün CHP'siyle ilgili soruya yanıtı:) "Ben o zaman yoktum."
-Bu satırların yazarı: Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmalarda Atatürk’ün adını anmamayı kural haline getirmiştir. Çok zorda kalırsa “Mustafa Kemal” der. Benzetme gibi olmasın ama, Atatürk’ün düşmanları da, o yüce insandan yalnızca “Mustafa Kemal” diye söz eder.
CHP'nin, AKP'den ne farkı kaldı? Vural Savaş "Atatürk'ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP" diye bir kitap yazmıştı. Yerden göğe kadar haklıymış meğer. Ne oldu bunlara, bir parti böylesine mi değişir? İçlerinden biri "bizim ideolojimiz yoktur" anlamında bir laf etmişti, itiraf diye herhalde buna denir.
Yalçın Küçük: Soros'un parmağına bakın, Abdullah Gül'ün ve Fethullah Gülen'in parmağına, iki gün sonra Kılıçdaroğlu'nun işaret edeceği adresi saptayabilirsiniz. İsmet Paşa ilk önce, Celal Bayar için söylemişti, devletin üst katlarına “bu kadar ümmîsi gelmemişti”, bu sözünü unutmuyorum. CHP'de de Kemal Bey kadar bir ümmî hiç olmamıştı; son derece bilgisiz, Deniz Baykal'ın hediyesidir. Kılıçdaroğlu'nun sadece vücudu CHP'dedir. Elverişlidir. Kılıçdaroğlu, AKP'nin yaptıklarının hepsini tasdik etmekte ve çok zaman fazlasını istemektedir. Kafası AKP'dedir.
-Şubat 2012… CHP Kurultayı’nda muhalifler adına konuşan Mersin Milletvekili İsa Gök: Bizim tabanımız soldur, devrimcidir. CHP, geçmişini hatırlamak zorundadır. Kuvayı Milliye’yi, Halk Fırkası’nı hatırlamak zorundadır. Yeni bir yol çizilmesinden bahsediliyor. Bu yol mutlaka CHP’nin DNA’sına uygun olmalıdır. Bunun aksi CHP’yi sağcılaştırır, AKP’lileştirir. Sağın alternatifi sağ olamaz. Kılıçdaroğlu konuşmalarında yalnızca "Mustafa Kemal" diyor, "Atatürk"  demiyor. Atatürk soyadı O’na özel bir kanunla verilmiştir. Kendisinden naçizane istirhamım: lütfen ‘Mustafa Kemal Atatürk’ deyin.
***
Ve Mustafa Kemal AtatürkBir zaman gelir, beni unutmak, unutturmak isteyen gayretler belirir. Fikirlerimi, öğretimi inkâr edenler, beni çekiştirenler, karalayanlar çıkar. Hatta bunu yapanlar benim yakın bildiklerim, inandıklarım da olabilir. Fakat benim ektiğim tohumlar o kadar özlüdür, o kadar kuvvetlidir ki, fikirlerim, öğretim Çin’den döner, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir; feyizli neticeleri kalpleri doldurur!

.