18 Aralık 2014 Perşembe

TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 5




TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 5



KÖRFEZ KRİZİ’NDE NABZA GÖRE ŞERBET

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Üruğ’un yerine gelen Orgeneral Öztorun’u emekliye sevk ettiren Özal, Irak ABD savaşı sırasında askeri müdahaleden uzak durmuş ancak ABD ile de ilişkilerin bozulmasını engellemişti.


KÖRFEZ KRİZİ’NDE NABZA GÖRE ŞERBET

SÜREYYA ORAL / ÖZALLI YILLAR - 5

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ, 30 Ağustos’u beklemeden emekliliğini istemiş ve yerini Orgeneral Necdet Öztorun’a bırakmıştı. Hatta devir teslim törenine ilişkin tören davetiyesi de bastırılmış ve bir tane de Başbakanlığa gönderilmişti. Özal, imzalamadığı bir kararneme için tören düzenlenmesine tepki gösterdi. Birkaç kez aramasına rağmen, Öztorun’la konuşamadı. Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Tevfik Ertürk, Öztorun’un Askeri Dil Okulu’nun bahçesinde Tenis oynadığını tepit etmişti. Bu durumu, Özal’a söyledi. Özal da durumu Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e iletti ve görüşmeden sonra Evren’in de onayıyla Öztorun da emekliye sevkedildi.

Suriye’den yürüyen tanklar


Körfez krizi sırasında Özal, askeri müdahalede bulunmama ve ABD ile de ilişkileri bozmama niyetindeydi. Bu amaçla da sadece bir gemi göndererek bayrak gösterilmesini yeğlemişti. Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgenaral Doğan Güreş’ten de Hatay’daki birliklerden bir kısmının Gaziantep’te konuşlandırılmasını istedi. Güreş Paşa da, askeri birlikleri Gaziantep’e hareket ettirirken Suriye toprakları üzerinden geçirdi. Mehmet Keçeciler, bu konuda, “Özal, hiçbir zaman savaştan yana olmadı, hatta ABD’nin karayolunu açma karşılığında Musul ve Kerkük’ü teklif etmelerine rağmen sadece İncirlik Üssü’nün ve hava sahasının kullanılmasına izin verdi. Genelkurmay Başkanı Orgenaral Necip Torumtay ise Hatay’dan Gaziantep’e askeri birliğin gönderilmesi sırasında kısa yol diye Suriye topraklarından geçilmesini yanlış algılayarak istifa etti” dedi.
Özal, bu tavrını kendisini ziyaret eden Irak Dışişleri Bakanı Taha Yasin Ramazan’a da iletirken bir hatırlatmada da bulunmuş, “Eğer siz yanlışlıkla İncirlik’e bomba atarsanız o zaman karadan biz gireriz. Çünkü orası Türk toprakları” demişti.

Silahlı saldırıya uğradı


1988’de yapılan ANAP kongresinde, Turgut Özal, genel başkan olarak kürsüde konuşurken Kartal Demirağ’ın silahlı saldırısına uğradı. Özal’ı elinden yaralayan Demirağ, korumalar tarafından etkisiz hale getirilerek gözaltına alındı. Atatürk Spor Salonu bir anda karıştı ve silah seslerinden geçilmedi.
Elinden hafif yaralanan Özal, kürsü arkasında yapılan tıbbi müdahaleden sonra tekrar kürsüye çıkarak konuşmasını sürdürdü. Kartal Demirağ’ın sorgusuna rağmen olayın azmettiricileri bir türlü bulunamadı. Özal, Başbakanlık konutunda aylarca o görüntüleri izledi ve izlettirdi. Aynı zamanda birer kopyada Amerika’ya yolladı ama bir ipucuna rastlanmadı. Özal, olayın birinci yılında kendisiyle yaptığım görüşmede de, şüphelerinin olduğunu, ancak bir ipucu bulamadıklarını anlatmıştı. Salona girişte yapılan sıkı aramalar ve kimlik kontrolüne rağmen Kartal Demirağ’ın oraya nasıl girdiği tespit edilemedi. Hatta kapılarda biriken kalabalığın içeri girmesi için güvenlik kontrollerinin kaldırılması talimatını veren Mustafa Taşar ile İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli ve Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, herkesin şimşeklerini üzerine çekti. Suikast silahı ise 1908 Scott markaydı. İngiliz subaylarının Birinci Dünya Savaşı’nda kullandıkları silahtı.

Şüphelendiği isimler


Özal, yıllar sonra suikast olayının azmettiricilerinin kaçakçılığın önünün alınması ile gelir kapıları kapanan kişiler olabileceği düşüncesine vardı ve şüphelendiği ismi Mehmet Keçeciler ile paylaştı. Ama ortada somut delil olmadığı için bu isim bugüne kadar ifşa edilmedi. Mehmet Keçeciler de bu ismin hayatta olduğunu, ancak açıklamasının mümkün olmadığını söyledi. Hüsnü Doğan da Kartal Demirağ’ın yakalandığı yer itibarıyla, Özal’ı protokoldeki yerinde otururken vurmayı planladığını ancak salona geç gelen Özal’ın direkt kürsüye çıkarak konuşmasının bir felaketi önlediğini belirtti.

Emanet Akbulut’ta


Kenan Evren’in 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı görevi sona ermek üzereydi. Çankaya Köşkü’ne çıkmayı kafasına koyan Turgut Özal birgün ANAP grup toplantısında, genel başkanlık için belirlediği 18 isim için anket yaptırdı. Bu anket parti içinde kaynayan kazanın altına biraz daha odun atılmasına neden oldu. 18 isim kendilerini müstakbel Genel Başkan olarak görürken, listeye giremeyenler de kırgınlıklarını dile getirmeye başladı. Sonuçta Özal, bu 18 isim arasından birini seçmedi. Meclis Başkanı Yıldırım Akbulut’u genel başkan yaptı. Yıldırım Akbulut’un genel başkanlığı ve Başbakanlığı sırasında çıkan Birinci Körfez Krizi’nde takındığı tavır ile Zonguldak maden işçilerinin toplu sözleşme görüşmeleri sırasında takındığı tavır, Özal ile aralarının açılmasına neden oldu.

Semra Özal il başkanı


Parti üzerinden elini çekmek istemeyen Özal eşi Semra Özal’ın İstanbul İl Başkanlığı’na yeşil ışık yaktı. Özal, bu tercihe karşı çıkan dönemin Milli Savunma Bakanı Hüsnü Doğan’ın bir başka bakanlığa kaydırılmasını istedi. Yıldırım Akbulut, bu isteği Doğan’a kabul ettiremedi. Doğan istifa etmemekte direnince görevinden azledildi. Bu süreçte çok sıkıntılı günler geçirdiğini, hatta sırtında zona bile çıktığını belirten Hüsnü Doğan, “Aynı durum şimdi de olsa yine karşı çıkarım. Çünkü böyle bir olay Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığına gölge düşürür” dedi.

Akbulut ve Yılmaz...


1991’de yapılan ANAP kongresi öncesinde Akbulut ve Yılmaz arasında bir denge sözkonusuydu ve kimin genel başkan olacağı belirsizdi. Bu nedenle Özal; Güneş Taner, Işın Çelebi ve Şükrü Yürür gibi ekonomi bilgisi yüksek olan milletvekillerinin Akbulut yanında yer almasını istemişti. 4 saate yakın telefonla görüştüğü Ekrem Pakdemirli’yi de Mesut Yılmaz’ın yanında yer almaya ikna etti. Bazı delegeler üzerinde etkisi olan Pakdemirli’nin Yılmaz’ın yanında yer alması, kongre sonucunu da etkileyecekti. Bu gelişmeler ışığında yapılan kongrede Semra Özal da, Mesut Yılmaz’dan yana tavır sergiledi ve başta Ankara olmak üzere bazı illerin delegelerini ikna etti. Sonuçta Mesut Yılmaz genel başkan seçildi.

‘Yılmaz ANAP’ı bitirecek’


Yılmaz, kongrenin ardından teşkilatları kendine göre şekillendirmeye çalışırken İstanbul İl Başkanı olan Semra Özal’la da arası açıldı. Yılmaz-Semra Özal kavgası zaman içinde Yılmaz-Turgut Özal kavgasına dönüştü. Yılmaz’ın başbakanken erken seçim kararı alması da bardağı taşıran damla oldu. Özal bu gelişmeleri değerlendirirken, “Mesut Yılmaz’ın misyonu ANAP’ı bitirmek” yorumunu yapacaktı.

Ekonomik kriz yarattı


Birinci Körfez Krizi’nde 1990 yılının Ocak ayı başında ABD’nin olaya müdahale etmesi, Türkiye’de de ekonomik krize neden oldu. Birçok kişi bankalardaki hesaplarından paralarını çekerek evlerindeki kasalarda ve yastık altlarında saklamayı tercih etti. Bankalardan talebin fazlalığı üzerine Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Merkez Bankası Başkanı olan Rüştü Saraçoğlu’na para basılarak talebin karşılanması talimatını verdi.
Döviz mevduatları için de yurtdışından kredi bulundu. Özal bu isteğini iletirken de “Bir süre sonra zaten bu paralar tekrar bankalara döner, merak etmeyin” dedi. Çok geçmeden bu öngörü gerçek oldu. Zira, o günlerin asayiş raporları kasa hırsızlıklarının arttığını gösteriyordu. Bu olaylarla ilgili gazetelerde çıkan haberler, paraların bankaya dönüşünü çabuklaştırdı.



Dalan ve Yılmaz’ın hareketine çok üzüldü

AHMET KURTCEBE ALPTEMOÇİN (ANAP hükümetlerinde Devlet, Maliye ve Dışişleri bakanlığı görevlerinde bulundu)

Hırsından ağladı
“Birçok bakan arkadaşla birlikte İstanbul’daydık. Turgut bey de Harbiye Ordu Evi’nde kalıyordu. Benim mutlaka görüşmem gereken konular vardı. Şehir turundan yeni gelmişti. Yanında Bedrettin Dalan ile Mesut Yılmaz vardı. Ben özel bir şey konuşacaklarını hissettiğimden yanlarından ayrıldım. Yaklaşık yarım saat sonra odamın kapısı çalındı. Dalan ile Yılmaz ziyaretime gelmişlerdi. Heyecanla görüşmelerini anlattılar ve Keçeciler’e karşı kendileriyle birlikte hareket etmemi istediler. Ben başımızda Turgut bey olduğu sürece böyle bir organizasyonun içinde olmayacağımı kendilerine söyledim. Bu görüşmeyi Turgut bey öğrenmiş. Sabah kahvaltıda, hatta uçakta Ankara’ya dönerken benimle hiçbir şey konuşmadı. Bir şeylere sinirlendiğini belli ediyordu. Ankara’ya geldiğimizde havaalanından Semra Hanımı bir başka araçla yolladı ve beni yanına aldı. Araçta aradaki camı da kapattırdı. Alandan şehre gelirken, Dalan ile Yılmaz’ın kendisine birlikte hareket ettikleri kişilerin isimlerini verdiklerini ve benim ismimi de zikrettiklerini söyledi. Ben ‘olayı bana anlattıklarını ve organizasyonun içinde olmayacağımı kendilerine söyledim. Neler konuştuğumuzu isterseniz kendilerine sorun’ dedim.. Ama Turgut bey ikna olmamıştı. Büyük bir infiale kapılmış ve ağlamaya başlamıştı. Turgut beyin ağladığını, belki eşi de görmemiştir. Hırsından ağlıyordu. Hareket direkt Keçecilere yönelikti ama Özal bunu dolaylı olarak kendisine karşı yapılmış olarak görüyordu.
Bulgaristan’dan göçte Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz kapıların açılması halinde 30-40 bin kişinin geleceğini söylemişti. Bu hesaba göre hazırlıklar yapıldı, kapılar açıldığında ise gerçek durum ortaya çıktı. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin tamamına yakını gelmiş ve sayı 300 bini bulmuştu. Sonradan vize konuldu. Bu olayda Mesut Yılmaz, Turgut Özal’ı yanlış yönlendirmekle suçlanırken, Yılmaz’da Dışileri bürokratlarının kendisine verdiği rakamların o yönde olduğunu söyledi. Bu durum Turgut beyin Mesut Yılmaz’a duyduğu güvenin sarsılmasına neden oldu.
Semra hanımın kurduğu Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı (papatyalar) iyi işler yapmalarına rağmen, vakfa yardım amacıyla İstanbul’da yapılan toplantıdaki görüntüler nedeniyle sonradan hep olumsuz yönleriyle kamuoyuna yansıtıldı. İyi başlayan vakıf çalışmaları zaman içinde hem Semra hanıma, hem Turgut beye, hem de partiye zarar verir hale geldi. Dayıoğlu Hüsnü Doğan ile kardeşi Yusuf Bozkurt Özal’ın kabinede yer alması ‘hanedanlık’ olarak yansıtıldı. Bu da Turgut beyi çok rahatsız etti.

“Memurum işini bilir”


Milletvekillerinin yöreleriyle ilgili ya belediyelere ödenek veya memur tayinleriyle ilgili çok sık talepleri gelirdi. Bir gün grup toplantısında konuşan Turgut bey, ‘Bizim için önemli olan insanların daha önceki siyasi yaklaşımları değil işini hakkıyla yapıyor olmasıdır. Hem ben de memurluktan geldim. Bir zamanlar bende memurdum. Benim memurum işini bilir, o kadar da fazla üstüne gitmeyin’ dedi. Bu söz sonradan köşe dönmece anlamına geldi ama böyle bir anlamla alakası yoktu söylendiğinde.

Keşke silah satışını kısıtlasaydık


Bugünden geçmişe baktığımda kaynak yaratacak formül olduğu için fazla irdelemediğimiz, ‘kırmızı pasaportun kapsamının genişletilmesi, isme araç plakası verilmesi ve silah satışının serbest bırakılması’ paketine fazla sorgulamadan ‘evet’ dedik.
Düğünlerde, maçlardan sonra rastgele silah sıkmaları ve bu yolla ölümleri duydukça ‘keşke silah satışı ve kullanımında daha sınırlayıcı düzenlemeler yapsaydık’ diyorum.”


YARIN: Özal-Demirel gerginliği tırmandı l Köşk’ten inme kararı aldı l Orta Asya gezisinden yorgun döndü l 1964 model araçla hastaneye götürüldü l Naaşına F-16’lar eşlik etti l Kurmayı anlatıyor: Hüsnü Doğan

http://www.milliyet.com.tr/korfez-krizi-nde-nabza-gore-serbet/gundem/gundemdetay/19.04.2013/1695467/default.htm



TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 4


TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 4


.

Turgut Özal’ın Genelkurmay operasyonu

Özal dönemindeki olayları “Özal’ın Mirası” kitabında toplayan Pakdemirli 8. Cumhurbaşkanı’nın, Necdet Öztorun’un Genelkurmay Başkanlığı’nı nasıl engellediğini anlattı,


Turgut Özal’ın Genelkurmay operasyonu


AYDIN HASAN

ANAP döneminin etkili isimlerinden, eski bakan Ekrem Pakdemirli, Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Necdet Öztorun’un Genelkurmay Başkanlığı’nı nasıl engellediğini anlattı. Pakdemirli, Özal’a yeni alınan uçakta suikast girişiminde yapıldığı yönünde kuvvetli şüphesi bulunduğunu yazdı.
Pakdemirli, ANAP’ın iktidar yılları ve Özal’ın başbakanlığı ile cumhurbaşkanlığına döneminde meydana gelen önemli gelişmelerin perde arkasının da yer aldığı anılarını, “Özal’ın Mirası” adıyla kitaplaştırdı. Turgay Yavuz’un kaleme aldığı kitap, önümüzdeki günlerde Ufuk Yayınları tarafından piyasaya çıkartılacak. Kitapta yer alan bazı bölümler şöyle:

Vaktinden önce emeklilik


- ÖZAL’IN GENELKURMAY OPERASYONU: 


Necdet Üruğ Paşa’nın Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrılma süreci başlamıştı. Kendi vaktinden önce Haziran ayında emekliliğini istedi. Normal emeklilik döneminin bitecegi güne kadar görevde kalsa Necdet Öztorun da emekli oluyordu. Kendince Öztorun Paşa’nın önünü açıyordu. Necdet Öztorun ile Necdet Üruğ aynı zamanda teyze çocuklarıdır. Eğer hükümet Necdet Öztorun’u tayin etmezse emekli olacaktı. Bu sırada Necdet Üruğ ile Necdet Öztorun görev teslim davetiyelerini dağıtmışlardı. Turgut Bey bu süreçte Cumhurbaşkanı’na (Kenan Evren) çıktı. Bu süreci anlattı. Bakanlar Kurulu toplantısı vardı. Herkes toplantı salonunda kendi arasında konuşuyordu. Turgut Bey geldi. Özel kaleminin TRT’yi çağırmasını istedi. Bize de ‘vermem gereken bir beyanat var, onu verelim, haberlere yetişsin, sonra biz toplantıya devam ederiz’ dedi. Benim bu ortamda hiçbir şeyden haberim yoktu. Biraz sonra TRT geldi.
Özal, TRT’ye ‘hükümetimiz Genelkurmay Başkanlığı’na Necdet Öztorun’u düşünmemektedir’ diye demeç verdi. Ben böyle bir demeç beklemiyordum. Ben Özal’a ‘ağabey biz ne yaptık?’ dedim. Bana davetiyeyi uzattı. Altında Öztorun’un Genelkurmay Başkanı olarak ilan edildiğini gördüm. Özal bana dönerek ‘bize rağmen Genelkurmay Başkanı mı olacaktı?’ dedi. Bu olaydan sonra Necip Torumtay’ın Genelkurmay Başkanı olmasına dair kararname yazıldı. Bundan sonra Özal ayrı bir odada biraz çalışacağını söyleyerek toplantıdan çıktı. Bakanlar Kurulu Özal’sız devam etti. Birkaç gündemi daha görüştükten sonra Bakanlar Kurulu dağıldı. Böylece Necip Torumtay Genelkurmay Başkanı oldu. Turgut Bey bence bu uygulaması ile 12 Eylül’ün izlerini silmeye çalışmıştı.
Kabloları fare kemİrmİş!



-  UÇAKTA SUİKAST TEŞEBBÜSÜ: 


Özal’ın ölümünü suikast olarak düşünmemin sebebi daha önce de onu öldürmek istemiş olmalarıydı. Özal yeni bir uçak almıştı. Bu uçak 21 milyon dolara alınmıştı. Ben alınmasına karşı çıkmıştım. Bu, iki motorlu bir uçaktı. VIP yolcuları taşıyan uçakların en az üç motorlu olması lazımdı. Özal gibi bir yolcunun en az üç motorlu uçak ile yolculuk yapması gerekirdi. Özal bu uçakla bir seyahatte iken elektrik sistemi aniden sıfırlandı. Uçağı Pakistanlı bir başpilot kullanıyordu. Onun mahareti ile uçak kazasız belasız indirildi. Sonradan bu duruma sebep olarak bir farenin uçağın kablolarını kemirmesinden kaynaklandığı söylendi. O zaman bunun bir suikast tertibi olduğuna kanaat getirdim. Çünkü Başbakan’ın kullandığı böyle bir uçağın bu tür olaylara karşı gerekli tedbirlerinin alınmış olması lazımdı. İlk operasyonda denediler başarılı olamadılar, bundan sonra başka senaryoları devreye soktular diye düşünüyorum.
Çantaya koyup gönderdİk


-  SÜLEYMANOĞLU İÇİN 7 MİLYON DOLARA KARŞI ÇIKTIM: 


Hiç unutmuyorum Maliye Bakanı idim. Örtülü ödeneğin harcama evrakları bendeydi. Turgut ağabey dedi ki, ‘Naim Süleymanoğlu’nu Türk vatandaşı yapacağız ama yedi milyon dolar istiyorlar’. Ben ‘vermem’ dedim. Ben, bu 7 milyon dolar ile 70 köye su götürürüm. O da, ‘peki Ekrem, sen çok zekisin, sana bir soru soracağım’ dedi. Turgut ağabey zaafımı biliyordu. Bana dedi ki, ‘Naim Süleymanoğlu’nu aldık, olimpiyatlara gitti, Türk bayrağı ile yarıştı ve şampiyon oldu. Türk bayrağı göndere çekilerek İstiklal Marşı okundu. Bu İstiklal Marşı’nın yurtdışında okunması için kaç para verirsin?’ Bunu anlatınca gözlerim doldu. ‘Verelim be ağabey o zaman’ dedim. Parayı Bulgar istihbaratına verdik. Süleymanoğlu, olimpiyatlar sırasında kaçmıştı. Bize sığınmak istiyordu. Bulgar gizli servisi geldi. ‘Bize 7 milyon dolar verirseniz, sizin adınıza olimpiyatlara katılabilir’ dedi. Bulgar hükümetine 7 milyon doları çantaya koyup gönderdik.


Kenan Evren kahkahayı bastı

- KENAN EVREN’E ‘TAM ERKEKSİNİZ’ DEDİM: 


Köşk’e ziyaretlerim sırasında bir gün Kenan Evren’i üzüntülü gördüm. ‘Ne oldu Paşam?’ dedim. ‘Yahu bizde prostat varmış’ dedi. ‘Ben sizin yerinizde olsam caka satarım’ dedim. ‘Nedenmiş o?’ dedi. ‘Prostat sadece erkek adamlarda olur, artık size erkek değilsiniz diyecek adam yoktur bu dünyada, prostat ameliyatı geçiren adam tam erkektir’ dedim. Bunu duyunca kahkahayı bastı. Uzun süre güldüğünü hatırlıyorum.

http://www.milliyet.com.tr/turgut-ozal-in-genelkurmay-operasyonu/gundem/gundemdetay/13.04.2013/1692952/default.htm
..

TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 3




TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 3



Hükümette ilk ciddi sarsıntı

Kapıkule’de yakalanan külçe altınlar, hükümetteki ilk çatlağı ortaya çıkarıyordu. Devlet Bakanı İsmail Özdağlar Yüce Divan’a yollanırken, basın Özal’ı ‘adam yemek isteyen bir insan’, Kahveci’yi ise ‘ispiyoncu’ olarak suçluyordu.


Hükümette ilk ciddi sarsıntı


SÜREYYA ORAL / ÖZALLI YILLAR - 3

Özal hükümetinin daha birinci yılında Kapıkule Gümrük Kapısı’nda bir araçta yakalanan külçe altınlar ilk çatlağı da gün yüzüne çıkardı. İçişleri Bakanı Ali Tanrıyar, olayda polislerin başarısını överek, arkalarında durdu. Maliye ve Gümrük Bakanı Vural Arıkan ise gümrük personelini savunuyordu. Olaylar sırasında Maliye ve Gümrük Bakanlığı Müsteşarı Doğan Akin de gözaltına alınmıştı. Vural Arıkan, ne grupta ne de Bakanlar Kurulu’nda yatıştırılamadı. Her fırsatta olayın komplo olduğunu savundu. Hatta Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada da hükümeti eleştirdi. Arıkan’ın bu konuşmasını ANAP milletvekilleri, “Kaptan bu bizim lastik değil mi?” diyerek eleştirdi. Bu bardağı taşıran damla oldu. İçişleri Bakanı Ali Tanrıyar, olaylar sonrasında istifasını verdi. Maliye ve Gümrük Bakanı Vural Arıkan da istifa etmemekte direnince görevinden azledildi.

Özdağlar Yüce Divan’da


Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’ın rüşvet aldığına ilişkin ses kayıtlarının dinlenmesiyle ortaya çıkan skandalın ardından Özdağlar, istifa etmek zorunda kaldı ve istifasından sonra da Yüce Divan’a gönderildi. Özal, bu olayı anlatırken ses kayıtlarından ikna olduğunu ve Özdağlar’ın suçunu da itiraf ettiğini söyledi. Özal, Özdağlar olayını şöyle anlatacaktı:
“Ben hatırlıyorum. Kahveci, o teyp bandını getirdi bana. Ondan sonra birkaç kez dinledim. Kanaat getirdim ki, bu işi İsmail Özdağlar yapmış. Fakat tabii tahkik etmemiz lazımdı. Benim kendisine itiraf ettirmem lazımdı. Yılbaşına yakındı. ‘Yılbaşı geçsin ondan sonra yapalım’ dedik. Belki 15-20 kere de o bandı dinlemişimdir. Sonunda çağırdım eve. Bisikletin üzerine bindim, bunu da sandalyeye oturttum ve itiraf ettirdim, açıkça söyleyeyim. Ama o itirafa göre bir zabıt tutturup, imzalatabilirdim orada. Bunu yapmak yerine, ‘Sen istifa et’ dedim. İstifadan sonra, Yüce Divan’a gönderildi. Ama çok partili demokraside ilk kez bir iktidar partisi, kendi mensubunu yargıya gönderiyor. Unutmayın. Hilmi İşgüzar ile Tuncay Mataracı’yı askeri idare götürdü. Ama üzülerek söylüyorum basın bu olayda, Adnan Kahveci ve beni suçladı. Adnan’ı ispiyon, beni de adam yemek isteyen bir insan olarak sundu. Şimdi sormalıyız. Bu tutum böyle devam ederse, yolsuzluklar nasıl ortaya çıkarılır? Basın bir iktidara karşı tutumuna göre, objektif olayları bile çarpıtırsa, nasıl sona erdirilir kokuşmuşluk? Sırf bize düşman oldukları için, hadisenin tefsiri böyle olur mu?”

Demirel’e hiç laf ettirmedi


Turgut Özal, Başbakan olduktan sonra Süleyman Demirel aleyhinde hiç konuşmadı ve grup toplantısında hiçbir milletvekilinin de bu konuda konuşmasına müsaade etmedi. Ayrıca eski dosyaları da açıp “devri sabık” yaratılmasını istemedi. Özal’ın bu tavrı 1987’de siyasi yasakların kaldırılmasına kadar sürdü. Tekrar siyasete giren Süleyman Demirel’in acımasız eleştirileri karşısında, kendisinde bir Demirel fobisi oluştu ve bu fobi cesur kararlar almasının önünde bir engel teşkil etti. Eski Maliye Bakanı Kurtcebe Alptemoçin, referandum sonrası hükümet çalışmalarını değerlendirirken, “Süleyman Demirel müthiş muhalefet ediyordu. Kararlı ve ısrarcıydı. Turgut beyi sürekli rahatsız ediyordu. Böyle bir eleştiri bombardımanı karşısında iktidar savunma psikolojisine girdi. Daha popülist tavırlar gündeme geldi. Bizi ateşleyen ve itekleyen güç zayıfladı” diyecekti.

Sinirinden ağladı


Parti içinde ilk çatlak, muhafazakâr kimliğiyle tanınan Mehmet Keçeciler’in teşkilat başkanlığı sırasında çıktı. Başını Bedrettin Dalan ile Mesut Yılmaz’ın çektiği bir grup, partinin muhafazakâr bir kimliğe doğru gittiğini ileri sürerek kazan kaldırdı. Bu ikili, gidişten duydukları endişelerini bir İstanbul gezisi sırasında Harbiye Orduevi’nde Turgut Özal’a da anlattı. Özal bu başkaldırıya çok sinirlendi ve hareketi kendisine karşı yapılmış bir hareket olarak algıladı. Özal bu olanları Maliye Bakanı Kurtcebe Alptemoçin ile paylaşırken sinirinden ağladı.

Referanduma nasıl gidildi?
Turgut Özal, siyasi yasakların Meclis’te kaldırılmasına taraftardı. Referanduma gidilmesinin tek nedeni olarak Kenan Evren gösteriliyordu. Kenan Evren “millet koydu, millet kaldırırsa kabul ederim” demişti. Evren, birkaç kez de, “Bu Anayasanın teminatı benim. Bu anayasayı bu Meclis değiştirirse veto ederim. Halka götürün, halk onaylarsa kabul ederim” diye konuşmuştu.
Mehmet Keçeciler, o günlerdeki gelişmeleri anlatırken, Mesut Yılmaz’ın bir Karadeniz gezisinde yabancı basın mesuplarının sorularına verdiği yanıtın referandumun fitilini ateşlediğini belirterek, şöyle konuşacaktı:
“Batı ülkelerinde ve kurumlarının hepsinde ‘Sizde yasaklı demokrasi var. Gerçek demokrasi değilsiniz’ muamelesi görüyorduk. Bu durum çok sıkıntı yaratıyordu. Bir gün Mesut Yılmaz, batıdan gelen gazetecileri Trabzon ve Rize’ye geziye götürüyor. Bu gezide gazeteciler Mesut Bey’e ‘yasakları ne zaman kaldıracaksınız’ diye soruyor. Mesut Bey de, ‘Biz istiyoruz ama Kenan Evren karşı. O nedenle kaldıramıyoruz’ diyor.

Hukukçular Genelkurmay’dan


O dönem MDP’den milletvekili olan Rüştü Şardağ da bu açıklamaya tepki göstererek ‘hükümet kamuoyunu yanıltıyor. Kenan Evren yasakların kalkmasına taraftar ama iktidar istemiyor’ diyor. Biz ise, Rüştü Şardağ’ın kendi düşüncelerini Evren üzerinden açıkladığı, Evren’in böyle bir niyeti varsa bunu Köşk resmi kanallarıyla yapacağı görüşündeydik. Bir gün Turgut bey beni ve Hüsnü Doğan’ı, konuta çağırdı. Biz ne konuşacağımızı önceden bilmeden konuta gittik. Turgut bey orada bize, ‘Köşk’ten hukukçular gelecek, anayasa değişikliği teklifi getirecekler. Bir bakın’ dedi. Biz Köşk’ten hukukçular beklerken Genelkurmay Başkanlığı’ndan hukukçular geldi. Yasakların referandum yoluyla kaldırılmasını içeren bir teklif verdiler. ‘Kenan Evren ile Turgut Özal uzlaştılar, işin olmazsa olmazı bu’ dediler. Daha sonra Turgut beyle yaptığımız görüşmede, ‘Biz yasakları niye Meclis’te kaldırmıyoruz? Memleketin bunda menfaati var’ dedik. Özal bize Köşk’ün böyle istediğini belirterek ‘Yasakları bu şekilde kaldıramıyoruz. Referandum da halk reddederse bunu batıya rahatlıkla anlatırız’ karşılığını verdi. Biz referandum kanunu değiştirmedik, en son seçimde sandık kurulu hangi partilerden oluştuysa referandumda da o partilerden oluştu. Sandık kurullarında bir hayırcıya karşı beş evetçi vardı. Birleştirme tutanaklarında da hatalar vardı. Bu hataların düzeltilmesi halinde hayır çıkma ihtimali çok yüksekti. Ama Turgut bey bunu istemedi ve bizim itiraz etmememizi söyledi.”
Genelkurmay’dan gelen hukukçular ile referandum konusunu görüşenlerden Hüsnü Doğan da o günleri anlatırken, “Siyasi yasakların kaldırılması ve yerel seçimlerin erkene alınması için yapılan referandumlar yanlış kararlardı. Biz, yasakların Meclis’te kaldırılması basiretini gösteremedik.
Siyasi yasakların kaldırılması referandumunda biz karşı olmak yerine daha makul bir tavır takınsaydık sonuç farklı olabilirdi. Onlar emanetçileri ile referandumu anlatmaya çalışacaklardı. Buna rağmen sonuç yüzde 49.84 hayır, yüzde 50.16 evet gibi kritik bir oranla bitmişti. Özal referandum sonuçları ortaya çıkmadan,sandıkların tam açılacağı saatte, ‘hodri meydan’ dedi ve erken seçimin 1 Kasım’da yapılacağını açıkladı. Tabii eski siyasetcilerin tekrar Meclis’e girmesiyle siyaset sert ve acımasız hale geldi” dedi.
Hüsemettin Cindoruk da siyasi yasakların Meclis’te kaldırılmasının Süleyman Demirel’in siyasi hayatının sonu olacağını ileri sürüyordu.

Bence asker bize diş biliyordu

EKREM PAKDEMİRLİ (ANAP hükümetlerinde Başbakan Yardımcılığı, Maliye ve Ulaştırma bakanı olarak görev yaptı)
“Ben, Özal’ın öldürüldüğüne 2002 yılına kadar inanmadım. Hatta ölümünden sonra birkaç kez Amerika’ya giderken Semra hanımdan, Turgut beyin saç tellerini istedim orada analiz yaptırmak için. Ama vermediler. Bir gün Ahmet Özal’la konuşurken, ‘Babamın işinde ilerleme var. Savcılık el koymuş. Suikast yapılmış olma ihtimali çok yüksek’ dedi. 2002 yılında Ergenekon olayı ortaya çıktıktan sonra iktidarımız döneminde askere yüzde 18 zam verirken polislere yüzde 185 yapmamız aklıma geldi. Askerin o günden bize diş bilediğini düşünmeye başladım. ‘Turgut bey istese Ekrem Pakdemirli’ye yaptırırdı diye bozuk çalıyor olabilirler’ diye düşünüyorum.


Yeni yöntemlere açıktı


Özal, ben, Yusuf Özal, Ahmet Özal, İstanbul’a ikinci köprünün yapımı konusunda çalışıyor ve aramızda tartışıyoruz. Özal’ın bazı önerilerine karşı çıkıyoruz. Rahmetli döndü bize, ‘Ya bana bir gün dahi başbakan olduğumu hissetirmediniz. Her şeye karşı çıkıyorsunuz’ dedi. Biz, Turgut Özal ile her şeyi tartışır, doğrusunu bulmaya çalışırdık, kendisi de tartışmalara ve yeni yöntemler bulunmasına karşı çıkmaz, açık yüreklilikle bizleri dinlerdi. Hoşgörülü bir kişiliği vardı. 1987 yılında kalp ameliyatı olduktan sonra duygusallaştı ve eleştirilere tartışmalara karşı tahammülsüzlük baş göstermeye başladı.


Dalan ihtiraslıydı


Dalan’ı Dalan yapan Turgut beydir. Dalan’ın muhteris olduğunu gördüm ve hep uzakta tutmaya çalıştım. Kendisini çok iyi satıyordu ve ihtirası onu bu olaylara soktu.
Denizli’ye havaalanı yapılmıştı. Turgut bey, oraya GAP uçağıyla geleceğini birlikte dönmemiz için benim de oraya gelmemi istedi. Ben, o zaman Ulaştırma Bakanı’yım. DHMİ’nin seyrü sefer aletlerini kontrol eden uçağıyla Denizli’ye gideceğiz. Hava bulutlu, biz bulutların altına indik ve karayolunu takiben Dazkırı’ya kadar geldik. Bu arada karayolundaki araçların da plakalarını okuyarak nerede olduğumuzu belirlemeye çalışıyoruz.
Sonuçta biz Çardak Havaalanı’na indik. Turgut beyin uçağı da geldi ama hava bulutlu olduğu için inemedi. Pilot inmek için imkanlarını zorlamaya kalktı. Bunun üzerine ben, ‘Eğer bu koşulda inersen senin pilotluk sertifikanı iptal ederim’ dedim. Sonuçta Turgut beyin uçağı İzmir’e indi ve oradan karayoluyla Denizli’ye geldi. Yanımdaki bürokratlardan nasıl geldiğimizi öğrenmiş dönüp bana, ‘Karayolunu takip edip plaka okuyarak gelseydik ben de inerdim’ dedi.


Terörle mücadelede geç kaldık


Terörle mücadele konusunda özel harekât timlerini vaktinde kuramadık. Biraz geç başladık, özel harekatçılar eğitimlerini bitirip sahaya inecekleri zaman da biz iktidardan ayrıldık. Süleyman Demirel başbakan olduğunda özel harekatçıları mahvetti. Onların çoğunu koruma yaptılar büyük bölümünü de yanlış yerlerde kullandılar. İktidarımız döneminde ekonomide uyguladığımız reformist politikaları, sosyal alanda uygulayamadık. Kısa da olsa sosyal alanda fazla reformist olamadık. Ekonomiye daha çok ağırlık verdik.
ANAP kongresinden önce Turgut beyle 4 saat telefonda konuştuk. Onun yanında Ankara İl Başkanı Mehmet Demirel, benim yanımda ise Manisa İl Başkanı Ersan Atılgan vardı. Beni ikna etmeye çalışıyordu. Kongreyi kimin kazanacağından tam emin olamadığı için Yıldırım beyin yanına Işın Çelebi, Güneş Taner ve Şükrü Yürür’ü koymuş, beni de Mesut beyin yanına.


Pekosbil okuyordu


Yıllar sonra birgün Okluk Koyu’na yanına gittim. Masada çizgi roman Pekosbil’i gördüm ve, ‘Ağabey yine mi Pekosbil okuyorsun’ dedim. Bana dönerek sana nasihatım ve vasiyetim olsun, ‘Mesut’un misyonu bu partiyi bitirmek’ dedi. Ben de kendisine, ‘Bunun vebali ben miyim?’ diye sordum. O sırada mutfakta bize yemek hazırlayan Semra Özal’ı işaret ederek ‘O’ dedi.”

YARIN: Güreş Paşa tankları Suriye topraklarından yürüttü. l Suikast girişiminden sonra şüphelendiği isim.
l Emaneti Akbulut’a bıraktı. l Semra Özal İstanbul İl Başkanı.   l Kurtcebe Alptemoçin anlatıyor.


http://www.milliyet.com.tr/hukumette-ilk-ciddi-sarsinti/gundem/gundemdetay/18.04.2013/1694998/default.htm

..

TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 2




TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 2


ANAP GARNİTÜR OLACAKTI SEÇİMDEN BİRİNCİ ÇIKTI



Darbe sonrası ilk seçimlere üçüncü bir partinin girmesi için Evren’i ikna eden Özal o günleri şöyle anlatmıştı: “Askerler benim, yüzde 10 bile oy alamayacağımı düşünüyordu o sırada....” Evren’le görüşme sonrası kurulan ANAP, askeri müdahaleden sonra 6 Kasım 1983’te yapılan ilk genel seçimde oyların çoğunu alarak iktidara geldi. Halkçı Parti ikinci ve MDP de üçüncü parti olarak Meclis’e girebildi.



ANAP GARNİTÜR OLACAKTI SEÇİMDEN BİRİNCİ ÇIKTI
SÜREYYA ORAL / ÖZALLI YILLAR - 2
Turgut Özal, darbe hükümeti istifa edip parti kurmaya karar verdiğinde, darbeyi yapan Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yaklaşımını öğrenmek için istifa ettiğinde yapmadığı veda ziyaretini gerçekleştirmeyi planladı.
Özal, Ankara’ya geldiğinde Evren’i ziyarete Mustafa Taşar’ın Murat 124 marka arabasıyla gitti. Sohbette, Evren, Ulusu’nun bir parti kuracağını belirterek, Özal’dan bu partide yer almasını istedi. Sağda ve solda sadece birer partiye izin vereceklerini anlattı. Özal ise Evren’e iki partili sistemin kaosa yol açabileceğini, liberal bir partinin de olmasının daha mantıklı olacağını, bir koalisyon kurulması durumunda bu partinin anahtar rol oynayabileceğini dile getirdi. Ve bu nedenle kuracakları partiye izin verilmesini istedi. Özal, bu görüşmeye ilişkin düşüncelerini yıllar sonra şöyle açıklayacaktı:

ASKERLER İNANMIYORDU

“Askerler benim, yüzde 10 bile oy alamayacağımı düşünüyor o sırada. Buna göre, benim kuracağım minyatür parti, Türkiye’deki demokrasinin ispatı olacak. İki parti kurdurmuşlar sağda ve solda... Biri MDP, diğeri de Halkçı Parti. Benimki de yemeğin üstündeki bir nevi garnitür olacak. Evren Paşa da zaten böyle anlattı bana; ‘Biz iki parti düşünüyoruz. İktidar partisi sağda olacak. Solda da muhalefet olacak’ dedi. Ben de kendisine, ‘Bizim parti de, bu demokrasi oyununun ciddi oynandığının ispatı olabilir’ cevabını verdim.”
Ulusu ise Özal’ın parti kurma kararından bir süre sonra parti kurmaktan vazgeçti ve kurulacak partinin başına emekli Orgeneral Turgut Sunalp getirildi.

DEMİREL NE DEDİ?

Diğer taraftan Süleyman Demirel de Özal’a, “Sen parti kurma, biz kuruyoruz” diye haber gönderdi. Demirel, Özal’dan, kuracağı Büyük Türkiye Partisi içinde yer almasını istiyordu. Demirel ile Özal arasındaki iletişimi de Ekrem Ceyhun sağladı.
Demirel, Özal’ın yanında görmek isteği isimlerden Mehmet Dülger, Avni Akyol ile Hasan Celal Güzel’e de izin vermedi. Bu isimler başkanlığını emekli orgeneral Ali Fethi Esener’in yaptığı Büyük Türkiye Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Ancak BTP, AP’nin devamı niteliğinde görüldü, konseyin buna müsahaması yoktu. BTP’nin siyasi yaşama katılmasına konsey bu nedenle izin vermedi.
Özal, parti kurma çalışmalarına başladığında önce Kurucular Kurulu’nda yer alacak isimler üzerinde durdu. Ama isim bulmakta zorlanıyordu. Teklif götürülen kişiler çekincelerini belirtiyorlardı. Çalışmaları İstanbul’da Sadıklar apartmanında, Ankara’da da Aşağı Ayrancı’da sürdürdü. Tavsiyelerle gelen birkaç ismi kurucular arasına aldı. Leyla Yeniay Köseoğlu’nun önerdiği Mesut Yılmaz, Mehmet Yazar’ın önerdiği Abdullah Tenekeci, Şarık Tara’nın önerdiği Vural Arıkan kurucular arasında yer aldı. Kurucular listesinde, Halil Şıvgın, Veysel Atasoy, Cemil Çiçek, Mustafa Taşar, Adnan Kahveci, Mehmet Altınsoy da vardı.

KONSEYDEN 7 İSME VETO

Kurucu bulmakta zorlanan Özal, bu yüzden gönüllü gelen kimseye kapıyı kapatmadı. Nihayet 37 üyeli bir Kurucular Kurulu oluşturabildi. Özal, listeninin hazırlanmasını Hüsnü Doğan’dan istedi. Özal, ilk sıraya kendisini, ondan sonra Mehmet Keçeciler’i ve üçüncü olarak da kendi adını (Hüsnü Doğan) yazmasını istedi. Ancak Konsey, Keçeciler’in kurucu olmasına daha baştan karşı çıktı.
Kurucular listesinden ilk fire verilmişti. Konseyin incelemesinden sonra 7 kişinin kurucu üyeliği daha veto edildi. Bu isimler Hüsnü Doğan, Cemil Çiçek, Adnan Kahveci, Şadi Pehlivanoğlu, Muzaffer Atılgan, Cavit Kavak ve Erol Aksoy‘du. Veto yemeyen isimlerden Kurucular Kurulu, kendi içinde Başkanlık Divanı’nı belirledi.

SEÇİMDE ANAP SÜRPRİZİ

Başkanlık Divanı’nda yer alan Adnan Kahveci’nin veto edilmesi üzerine buraya kimsenin aday olmaması ve Teşkilat Başkanı’nı Özal’ın belirlemesi görüşü ağırlık kazandı. Ancak Veysel Atasoy’un sürpriz biçimde adaylığını açıklaması ve görevin verilmesi diğer arkadaşlarının tepkisini çekti.
Askeri müdahaleden sonra 6 Kasım 1983’te yapılan ilk genel seçimde büyük bir sürpriz yaşandı. Konseyin, “demokrasinin ispatı” gördüğü ANAP birinci, Halkçı Parti ikinci ve MDP de üçüncü parti olarak Meclis’e girebildi. Sonuçlardan sonra Özal ve çevresinde bir endişe de başladı:
“Acaba Kenan Evren, Özal’a hükümeti kurma görevi verecek mi, yoksa vermeyecek mi?”
Bu bekleyiş bir aya yakın sürdü.
Meclis Başkanlık Divanı’nın seçilmesinden sonra 7 Aralık 1983’te Çankaya Köşkü’ne çıkan Turgut Özal’a, Cumhurbaşkanı Evren tarafından yeni kabineyi kurma görevi verildi. Bu görüşmenin en ilginç yanı ise Özal’ın Evren’i öpmesi oldu. Evren yıllar sonra o günü anlatırken, ani gelişen Özal’ın öpme girişimi sırasında bir tepki veremediğini anlatacaktı.
Bu görüşmede kimlerin bakan olacağı konusu da gündeme geldi. Özal veto edilen Adnan Kahveci ile Hüsnü Doğan’ı dışarıdan bakan yapmak istediğini belirtip onay isterken Kenan Evren, Hüsnü Doğan’a olumlu yaklaştı. Evren, Vahit Halefoğlu’nun da Dışişleri Bakanı yapılmasını önerdi.
Bu görüşmeden sonra Özal hazırladığı kabine listesini Hüsnü Doğan’a verdi. Liste, Hüsnü Doğan’ın eşi tarafından evde daktilo edildi. Özal, kabine listesini, yanına Hüsnü Doğan ile Sudi Türel’i de alarak Köşk’e götürdü. Kabinenin onaylanmasından sonra, resmi açıklama yapılırken, basın mensupları Evren’e “Kurucu listesinde veto ettiğiniz Hüsnü Doğan’ın bakanlığını neden onayladınız?” şeklinde soru sordu. Evren bu soruya, “O zaman Devlet Planlama boşalmasın diye veto ettik” karşılığını verdi.

Turgut Özal, genellikle eşi Semra Özal’ı yanına alarak makam arabasını kendisi kullanırdı.
11’LER OLAYI 

Türkiye, bir yandan demokrasiye geçiş sancıları yaşarken, diğer yandan PKK terörü ile de tanışıyordu. O güne kadar ulusal güvenlik açısından pek fazla dikkate alınmayan terör örgütü PKK, ilk önemli saldırılarını 15 Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli de düzenledi. Bu saldırıya hükümetin koyduğu tavrı yeterli bulmayan, aralarında Maliye Bakanı Vural Arıkan ile Barlas Doğu’nun da olduğu bazı milletvekilleri bir bildiri yayınlamaya hazırlanıyordu. 11’ler olayı olarak bilinen bu harekete Turgut Özal grup toplantısında tepki gösterdi ve bildirinin yayınlanması önledi. Türkiye, Özal’lı yıllarda, ayrılıkçı terör ile de tanışıyordu.

Turgut Özal, yazları eşi Semra Özal ile çıktığı tatillerde gazetecilere poz verirdi.
Ölümünde ihmaller var
Halil ŞIVGIN (ANAP kurucularından, Başkanlık Divanı üyesi ve Özal döneminde Sağlık Bakanığı yaptı.) 

“İstanbul’da Turgut Özal ile Semra Özal bizi Sadıklar apartmanında kabul ettiler görüştük. Biz üç arkadaş gitmiştik. ‘Bizim Ankara da ve diğer illerde de arkadaşlarımız var eğer parti kuracaksanız sizinle birlikte hareket etmeyi ve yanınızda yer almayı istiyoruz’ dedik. Turgut Bey bize parti kurmayı düşünmediğini, ancak kesin kararını daha vermediğini söyledi. Bunun üzerine ben, ‘Hiç düşünmeyin hemen kurun, tek başınıza iktidar olursunuz’ dedim







Bir hafta on gün sonra Ankara’ya geldiğinde beni aradı. Yanına gittiğimde Mehmet Keçeciler ve Hüsnü Doğan da vardı. Üçüncü görüşmemiz ise İstanbul’da oldu. O görüşmede diğer kurucuları da tanıdım. Özal’ın parti kurmasını destekleyenlerin başında Mehmet Keçeciler, sonra Hüsnü Doğan, ondan sonra da ben geliyordum. Mehmet Keçeciler’i Evren daha partinin kuruluş aşamasında veto etti. Keçeciler bu olaya üzüldü ve huzursuz oldu. Ben Turgut Bey’e Mehmet Altınsoy, Cemil Çiçek, Veysel Atasoy ve Mustafa Taşar’ı da önerdim. Onlar da kurucu oldular.
Adnan Kahveci, Vural Arıkan, Mehmet Altınsoy partinin başkanlık divanında yer aldı. Ancak Kahveci’nin veto edilmesi üzerine, bizler Özal kimi isterse onu başkanlık divanına alsın derken Veysel Atasoy aday oldu ve teşkilat başkanlığına seçildi. Ben milletvekilliği adaylığı için 183 tane isim önerdim. Çoğu da aday oldu.

‘Başkanlığı erteledik’

Parti iktidara geldikten sonra Mehmet Keçeciler, teşkilat başkanı oldu. O andan itibaren de Keçeciler, parti içinde hedef tahtası yapıldı. ‘Partiyi ve teşkilatları kendisine göre dizayn ediyor’ diye. Veysel Atasoy; Mustafa Taşar ve Mesut Yılmaz’ın desteğiyle Keçecileri hedef tahtası yaptı ve parti içinde bir mücadele başlattı. Ben seçimlerde dar bölge sistemi önerdim. Başkanlık sisteminin erken olduğu ve daha sonra ele alınması gerektiği görüşü hakim oldu partide. 1987 seçimlerinden sonra sivil Anayasa yapacak gücümüz vardı, ama bunu gerçekleştirerek başkanlık sistemini oturtamadık.
Eğitim ve sağlık alanında hazırladığımız reformları ise hayata geçiremedik. Sağlıkta hazırladığım reform paketi taslağını Başbakan Akbulut’a verdim. O kongreden sonra ele alalım dedi. Mesut Yılmaz da Başbakanlığı sırasında erken seçim kararı alınca bizim hazırladığımız teklif ortada kaldı. AKP 20 yıl sonra bizim hazırladığımız sağlık reformu paketini üzerinde rötuş yaparak uygulamaya koydu.

‘Onu düşürmek istiyorlardı’
Özal’a 1988 de parti kongresi sırasında yapılan suikastın dosyası açılır ve derinleştirilirse, ölüme giden süreç çok daha iyi görülür. Ölümünde ihmaller var. Bir acil eylem planı yok. En yakın hastaneye götürmek yerine en uzak hastaneye götürmeye kalkıyorlar. Ben Sağlık Bakanı’yken, Çankaya Köşkü’ne iki ambulans tahsis etmiştim. Bunlar il sağlık müdürlüğü enhvanterindeydi ama Çankaya Köşkü’nde kullanılıyordu. Daha sonra koalisyon hükümeti sırasında bu ambulanslar Köşk’ten alındı. Köşk, 1964 model ambulans olarak kullanılan bir araca kaldı.
Turgut Özal’ın son Türk Cumhuriyetleri gezisinde beraberdik. Uzun uzun görüştük. Dönüşte tekrar siyasete girmeyi düşünüyordu. 19 Mayıs’ta tören sonrasında halkın arasına karışmanın daha uygun olacağını düşünüyordu. 29 Ekimi çok geç bir tarih olarak görüyordu. O Köşk’te daha fazla kalmak istemiyordu, çünkü kendisini çok zorluyorlardı. Demirel ve diğerleri üzerine çok geliyordu, hatta Demirel 1991 seçimlerinden sonra ‘ilk işimiz Özal’ı düşürmek’ diye konuşmuştu. Koalisyonun amacı Özal’ı düşürmekti.”

17 Aralık 2014 Çarşamba

TURGUT ÖZALLI YILLAR 1



TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 1


SÜREYYA ORAL

Tutuklanacağım diye gitti kabine üyesi olarak çıktı

12 Eylül darbesinin ardından Genelkurmay Karargâhı’na götürülen Özal komutanların ekonomik konulardaki sorularına maruz kaldı. Özal kısa süre sonra Ulusu hükümetinin kabinesinde Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı’ydı



Tutuklanacağım diye gitti kabine üyesi olarak çıktı


SÜREYYA ORAL / ÖZALLI YILLAR - 1
1980 yılının Ocak ayı. Türkiye genelinde sokak huzursuzdu. Terör olayları nedeniyle günde ortalama 20 kişi hayatını kaybediyordu. Ekonomi bozuktu. Silah ve sigara başta olmak üzere her türlü kaçakçılık artmıştı. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile kuvvet komutanlarının uyarı mektubu, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e verilmişti. Siyasetin içine girdiği kaos ortamında, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ufuk çizgisinde belirmeye başlamıştı. Turgut Özal, Türkiye’nin bu kaos günlerinde Genelkurmay Karargahı’na adımını attığında, kaderinde onu Cumhurbaşkanlığı’na taşıyacak bir değişimin başladığı aklına bile gelmezdi.
Turgut Özal, Süleyman Demirel Hükümeti’nde hem Başbakanlık hem de Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı idi. Demirel Hükümeti, tarihe 24 Ocak kararları diye geçen, ekonomide dengeleri değiştirecek çok önemli kararları almanın arifesindeydi. Ancak askerlerin de buna ikna edilmesi gerekiyordu. Turgut Özal, Başbakan Süleyman Demirel’den izin alarak Genelkurmay Başkanı Evren’i ziyaret etti. Bu ziyarette yanında Hasan Celal Güzel, Hüsnü Doğan ve Yıldırım Aktürk vardı. Toplantıda dönemin kuvvet komutanları da bulundu. Özal, alınacak kararların zorunluluğunu ve faydalarını askerlere anlattı.

Korutürk gece yarısı imzaladı


24 Ocak kararları, sabah beklenmeden Cumhurbaşkanlığı’na imzaya gönderildi. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Haluk Bayülken devreye sokularak kararlar istirahate çekilmiş olan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e gece yarısı imzalatıldı ve Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Özal, ekonomik kararların alınmasından sonra Genelkurmay’ı bir kez daha ziyaret ederek geniş kapsamlı bir brifing daha verdi. Bu brifingde ilk ekibe ilave olarak Mahir Barutçu da yer aldı.
Özal, ikinci görüşme sırasında soruları ekonomiye hakimiyetini gösterecek biçimde yanıtlıyor ve komutanlardan olumlu not almaya çalışıyordu. Özal bu görüşmeden çıktığında oldukça memnundu. Askerler ikna olmuştu.
12 Eylül askeri darbesinin sabahı bütün siyasi liderler gözaltına alınırken, Turgut Özal da sabaha karşı evine gelen askerlerce Genelkurmay Karargahı’na götürüldü. Özal’ın tutuklanacağı sanılıyordu ancak komutanlar onu ekonomik konularda alacakları kararları danışmak için karargaha getirmişlerdi.
Hüsnü Doğan, o günleri anlatırken çok endişelendiklerini belirterek, öğleye doğru gelen haberle rahatladıklarını söyledi. Hüsnü Doğan, darbe sabahını şöyle anlattı:

‘Çok telaşlandık’


“12 Eylül sabahı saat 06.00’da Özal’ı evden alıp götürdüler. Bizler çok telaşlandık. İlerleyen saatlerde bürokrasiye hakim olması nedeniyle ve kendisinden bilgi almak için alındığını öğrendik. Konsey üyeleri Özal ile yaptıkları bu görüşmede bir konuya açıklık getirmişler. Konsey üyeleri Özal’a ‘27 Mayıs harekatı sırasında bankaların mevduat sahiplerine en fazla 5 bin liralık bir limitte ödeme yapılması kararlaştırılmıştı. Biz ne kadar limit koyalım‘ diye sormuşlar. Özal,bu soruya ‘gerek yok, eğer koyarsak aksi olur ve vatandaş mevduat çekmek için bankalara hücum eder. Ekonomi zorar girer’ yanıtını vermiş.”
Darbe, siyasi partileri ve kadroları tasfiye ederken, Özal’a kabine üyeliğinin yolunu açmıştı.
Özal, Konsey yani darbe yönetimi tarafından emekli oramiral Bülend Ulusu’ya kurdurulan hükümette ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Özal ekonomiyi uyum içinde götürebilmek düşüncesiyle Kaya Erdem’in de Maliye Bakanı olmasını sağladı.

Kastelli skandalıyla sarsıldı


Özal ve Erdem ikilisinin Ulusu kabinesindeki görevleri bankerler olayının patlak vermesi ve Banker Kastelli’nin yurdışına kaçmasına kadar sürdü. Kastelli olayı çıkmadan önce de Maliye Bakanı Kaya Erdem, “Bu bankerlere para yatıranlar bize sordu da mı yatırdı. Kumar oynadılar ve kumarda kaybettiler“ açıklamasında bulundu. Bu demeç, vatandaşın bankerlere hücumunu hızlandırdı. Arkasından Kastelli olayı da çıkınca Konsey Kaya Erdem’in istifasını istedi. Ve Kaya Erdem görevini bıraktı. Özal Kastelli’nin batışını değerlendirirken, batış nedeninin sertifika toplaması olmadığını, bu sistemin Amerika’da da uygulandığını, asıl batış nedeninin topladığı paralarla geri dönüşü zamana bağlı inşaat yatırımlarına girmesi olduğunu söyledi.

Ulusu’ya istifasını verdi


Maliye Bakanlığı’na Özal’ın uyumlu çalışacağı bir kişinin atanması isteğine rağmen bu göreve Adnan Başer Kafaoğlu getirildi. Bu atamanın açıklanmasının öncesinde Özal, istifasını Başbakan Ulusu’ya vererek ayrıldı. Ve direkt Side’ye yazlığına gitti.
Giderken de bir tedbir olarak arabasının plakasını değiştirdi.
Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren o günleri anlatırken “Özal biraz disiplinsizdi. Hep kendi dediğinin yapılmasını isterdi. Başbakan Yardımcılığı döneminde başarılı oldu ama zaman zaman eteği çekiliyordu. Ekonomi Yüksek Kurulu’nda ben ve Başbakan Ulusu bazı şeylere mani oluyorduk. Bu nedenle de birkaç kez istifasını verdi ama kabul etmedim” diyecekti.



Turgut ve Semra Özal, Süreyya Oral’la birlikte bir etkinlikte.


EFSANE ANAP MUHABİRLERİNDEN ORAL

1950 yılında Ankara’da doğdu. Gazeteciliğe 1969 yılında Rüzgarlı Sokak’ta Ankara Ekspres Gazetesi’nde başladı. Daha sonra sırasıyla Medeniyet, Yeni Halkçı ve Milliyet gazetelerinde çalıştı. Yeni Halkçı gazetesinde çalışırken, dışarıdan Milliyet Gazetesi’nin polis muhabirliğini yürüttü. 1983’ten sonra sayılı ANAP muhabirlerinden biri oldu. 1994 yılında emekliye ayrıldıktan sonra da Ankara Büyükşehir Belediyesinde Basın Danışmanlığı görevinde bulundu. 1990 yılında Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından son on yılın en iyi muhabirlerinden biri olarak ödüllendirildi. Sürekli Basın Kartı sahibi. Türk Ceza Kanunu’ndan 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırılacağına ilişkin ilk haberi verdi. Devlet Güvenlik Mahkemesi, bu haberi kaynak göstererek Kutlu-Sargın davasında sanıkları tahliye etti. Ayrıca 2 saat olan kış saati uygulamasına karşı başlattığı kampanyadan sonra da kış saati uygulaması 2 saatten bir saate indirildi. Milli Savunma Bakanı Hüsnü Doğan’ın bir demecini yazdıktan sonra Doğan, Özal’ın diretmesiyle bakanlıktan azledildi.



Özal, Mesut Yılmaz’ın Semra Özal ile kapışmasının ardından ‘Mesut’u görmek istemiyorum’ diyerek safını belirledi.

Özal’ın kurmayı ve dönemin Bakanı Keçeciler yaşadıklarını anlatıyor:
Sivil Anayasa için zorlamalıydık

MEHMET KEÇECİLER (ANAP’ta parti yöneticiliği ve dönemin hükümetlerinde devlet bakanı olarak görev yaptı)

Koç ve Sabancı istedi

Ulusu hükümeti döneminde Özal kendisini ziyaret etmek isteyen Vehbi Koç ile Sakıp Sabancı’ya randevu verir. Ancak Bakanlar Kurulunun uzaması üzerine Koç ve Sabancı, benim yanımda uzun süre oturmak zorunda kaldılar. Tanışma faslından sonra Koç, bana hangi konularda danışmanlık yaptığımı sordu. Siyasi konularda danışmanlık yaptığımı söyleyince Özal’ın ‘siyasete girip girmeyeceklerini’ sordular. Ben “24 Ocak kararlarının uygulanabilirliğinin sürdürülmesi için siyasete girmesinin şart olduğu” yanıtını verdim. Sohbet devam ederken Bakanlar Kurulu toplantısı bitti. Koç ve Sabancı uzun bekleyişten sonra Özal ile bir araya geldiler. Koç ve Sabancı, Özal’ın siyasete girme niyetinde olmasından duydukları memnuniyeti paylaşırlar. Koç ve Sabancı, Başbakanlık’tan ayrıldıktan sonra Özal beni yanına çağırarak görüşmeyi aktardı. Siyasete kesinlikle girmeyi düşünmediğini belirtti ve “Ben siyasete girmem, siyaset adam yeme makinesidir. Uzun yıllar siyaset yapan, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asıldı. Uzun yıllar CHP’nin başında olan ve tek adam olarak bilinen İsmet İnönü öldüğünde partisizdi. Ben daha önce bir kere denedim olmadı. Siyaset hem ekşidir, hem tadı bozuktur” dedi. Bu sözler üzerine ben, “Devlet tecrübeniz var. Bilgi birikiminiz var. Bunları değerlendirmezseniz size mahşerde, ‘bilginizi kullanmadan niye geldin’ diye hesap sorarlar” dedim.

Yılmaz ile kavgalıydı


Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Semra Özal’ın İstanbul il başkanlığına seçilmesi hataydı. Bu Cumhurbaşkanı’nın anayasal tarafsızlığı konusunda büyük bir darbe oldu. Kongrede Semra Özal’ın, Mesut Yılmaz’ı desteklemesine Turgut Bey sessiz kalarak destek verdi. Ancak Yılmaz’ın genel başkan olmasından sonra Semra Özal ile aralarında çıkan kavga, Turgut Özal- Mesut Yılmaz kavgasına dönüştü.
Cumhurbaşkanı olduğu dönemdi. Bir gün, Mehmet Perçin, Tunca Toskay, Talat Zengin beni arayarak, Özal’ın görüşmek istediğini söylediler. Özal, görüşmede benden olağanüstü kongre için imza vermemi istedi. Benim biraz beklenmesi gerektiğini söylemem üzerine Özal, “O zaman ben istifa ederim ve çalışmaya başlarım. Mesut’u görmek istemiyorum” yanıtını verdi. “Özal’ın kesin kararlı gözükmesi üzerine üç isimle görüşmesini ve ondan sonra karar vermesini istedim. O isimler Aydın Menderes, Hasan Celal Güzel ve Muhsin Yazıcıoğlu idi. Özal, üçüyle de görüştü. Köşk çıkışında Menderes ile Güzel, görüşmeyi ifşa ettiler. ‘Kolay birleştirebileceğim insanları ikna edemiyorum. Sen haklıymışsın’ dedi. Türk Cumhuriyetleri’ne ziyareti öncesinde de 2.5 saat kendisiyle konuştum. ‘Köşk sonrası sizin yeriniz yine ANAP’tır. Tekrar partinin başına gelirsiniz. O zaman her şey farklı olur. Beklenmesinde yarar var’ diyerek ikna ettim ve istifadan vazgeçirdim. Ama biz 16 arkadaşımızla birlikte partiden ayrıldık.

Transfer yolunu açmadı


En büyük eksiğimiz bir sivil anayasa yapmak girişimini zorlamamamızdır. Bunun için Meclis’te 8 eksiğimiz vardı. Turgut Özal transfer yolunu açmadı.




Özal Başbakan seçilip Köşk’e çıktığında Evren’i kendisine çekerek öpmüştü.


Parti Side’de doğdu

Özal, eşi Semra Özal ile gittiği Side’de uzun bir tatil yaptı. Bu tatilinde yanında Kaya Erdem ve eşi de vardı. Ancak gözü kulağı Ankara’da olan Özal, yeni Maliye Bakanı Adnan Başer Kafaoğlu ve kendinden boşalan Başbakan yardımcılığı görevine getirilen Sermet Refik Pasinli’nin ekonomi politikalarını takip ediyor ve uygulamalardan memnuniyetsizliğini çevresindekilere anlatıyordu. Hatta bir seferinde Yabancı Sermaye Daire Başkanlığı’nın başında bulunan dayıoğlu Hüsnü Doğan’ı arayarak, Bülent Ulusu ile görüşmesini ve yeni uygulamaların ekonomiye getireceği zararları anlatarak engel olmasını istedi. Ancak Doğan, Özal’a kararın siyasi idarenin elinde olduğunu ve bir şey yapamayacaklarını iletti.
Zaman zaman Mehmet Keçeciler, Hüsnü Doğan, Ekrem Pakdemirli, Yıldırım Aktürk Side’ye giderek Özal ile görüştü. Bu görüşmelerde özellikle Semra Özal, Mehmet Keçeciler ve Hüsnü Doğan yeni bir parti kurarak seçimlere girilmesini isteyerek, Özal’ı buna ikna etmeye çalıştılar. Bu arada Ulusu’ya kurdurulması düşünülen parti içinde görev alınmasını isteyen Kaya Erdem, Vahit Erdem ve Adnan Kahveci gibi isimler de oldu. Ancak, parti kurulmasından yana olanlar “Siz Ulusu ile çalıştınız, yapamadınız ayrıldınız. Tekrar aynı çatı altında nasıl yapacaksınız” diyerek Özal’ı parti kurma konusunda ikna etti. Özal’ın tek şartı, doktorlar izin verirse parti kurmaktı.

Siyaset için 28 kilo verdi


Siyasete soyunan Özal’ın  geceleri uyurken nefesini tuttuğu ve bunun çok tehlikeli olduğu belirlendi. Tek çaresi, ciddi perhiz ve kilo vermekti. Özal Amerika’ya gitti ve Dr. De Bakey’e ciddi bir muayene olarak, rejime başladı. Doktorlar kontrolünde yapılan uygulama ile Özal 116 kilodan 88 kiloya düştü.


http://www.milliyet.com.tr/tutuklanacagim-diye-gitti-kabine-uyesi-olarak-cikti/gundem/gundemdetay/16.04.2013/1694111/default.htm




27 MAYIS YASSI ADADAKİ TANIKLAR ANLATIYOR..




27 MAYIS YASSI ADADAKİ TANIKLAR ANLATIYOR..








Adnan Menderes'i Sille Tokat Dövdüler


27 Mayıs 1960 kanlı askerî darbesi ve sonrasında Yassıada'da yaşanan sözde mahkemenin canlı tanıklarının anlattıkları, insanın kanını donduruyor. Yassıada duruşmaları için özel olarak seçilen 120 askerden biri olan İzmirli 75 yaşındaki Muzaffer Erkan, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idamlarına tanıklık etmiş bir isim. Son duruşma dışında Yassıada'daki bütün duruşmalara katılan Erkan, o gün yaşananları dün gibi hatırlıyor. Erkan, Kütahya'daki askeri birliğinde iki ay acemi eğitiminden sonra Yassıada mahkemeleri için seçilen 120 askerin arasına girdi. Onlara 45 gün boyunca silah, atış ve özellikle 'konuşmama' eğitimi verildi. Erkan'a, seçilen diğer askerler gibi, "Eğer konuşursan, arkadaşının kurşunuyla ölürsün." dendi. Erkan, mahkeme salonundan sorumlu askerler arasında görev yaptı. Menderes'i ilk olarak birinci duruşmada gördüğünü söyleyen Erkan, Bayar'ın o duruşmada söz alarak, "Bugüne kadar işlenmiş bir suç varsa bunun vebali benimdir. Asacaksanız beni asın, kimsenin suçu yok." dediğini aktardı. Mahkeme Başkanı Salim Başol'un, bu sözlere karşılık, "Biz eleyeceğiz, bir daha eleyeceğiz, bir daha eleyeceğiz, kim suçluysa onu cezalandırmaya çalışacağız. Kurt, önüne gelmiş taze kuzuyu mu yer yoksa kart koyunumu yer? Biz kuzuyu bulacağız ." dediğini ifade eden Erkan, "Adnan Menderes, mahkemenin başından sonuna kadar son derece nazik ve saygılıydı. Bir şey söylemek istediği zaman ayağa kalkar, elinde küçük bir not defteri ve kalem olduğu halde, 'Reis Beyefendi, bir konuya temas buyurmak istiyorum müsaade ederseniz.' derdi. Saygısını hiç yitirmedi. Ölüm döşeğinde bile saygısını yitirmedi." şeklinde konuştu.


..

16 Aralık 2014 Salı

ALGILAMA ve RADAR SİSTEMİ ETKİNLİĞİ NEDİR



  ALGILAMA  ve  RADAR SİSTEMİ ETKİNLİĞİ  NEDİR  



12 Ekim 2011 günü, Necati Doğru aşağıdaki makalesini yayınladı. 
Önce okuyalım, yorumumu sonra yapacağım.


[Necati Doğru …12 Ekim 2011
Şükrü Elekdağ’ı bilmeyen tanımayan   yoktur. Türkiye’nin ABD büyükelçiliğini uzun süre yaptı. Meclis’te milletvekili   olarak da bulundu.
Barıştan yanadır.
Türkiye herkesle iyi olsun.
Barış içinde insanlık yücelsin.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin isim ve   düşünce babası da Şükrü Elekdağ’dır. Türkiye’nin tüm komşularıyla “kavgasız-sorunsuz-   çatışmasız” yaşamasını amaçlayan bu yaklaşımı politikacılar “biz bulduk” diye   alıp kendilerine mal ettiler, gülüp geçti. Şükrü Elekdağ, Türkiye’nin   haklarının ABD dahil hiçbir ülke tarafından istismar edilmemesi için son   derece dikkatlidir. Muhtemel tehlikeleri dile getirip “uyaran” tavrını hiç   bırakmadı. ABD’nin Irak işgali sırasındaki uyarıları harfiyen doğru çıktı.
7 Ekim Cuma günüydü. Almanya – Türkiye maçı   vardı.
Herkes maça düğümlenmişti.
O saatlerde Şükrü Elekdağ, bir TV   kanalında şunları anlatıyordu:
Türkiye’nin savaş donanması çok güçlüdür,   Akdeniz’in en iyisidir diyenler var. Övünmeyi çok seviyoruz.
Övünelim rahatlatır.
Gerçeği de bilelim.
İsrail ile Türkiye arasında denizde   meydana gelecek bir gerilim ola ki, kısa süreli ya da uzun süreli bir savaşa   dönüşürse bu “deniz savaşı” olmayacaktır.
Hava savaşı olacaktır.
Savaş uçakları havalanacak.
Savaş gemilerini vuracak.
Bu nedenle, övünmenin biraz ötesine   geçerek, “İsrail ile Türkiye’nin savaş uçakları envanterini” kıyaslamak   gerekir.
Türk Hava Kuvveleri’nin elinde 220 F-16   savaş uçağı vardı. Bunun 18 tanesi düştü. 203 savaş uçağı kaldı. Algılama ve   radar sistemi etkinliği açısından F-16’lar “20’lik Blok-30’luk Blok- 40’lık   Blok” diye isimlendiriliyorlar. En yüksek algılama ve en iyi radar sistemi   olan F-16’lar en yeni üretim olan “50’ci Blok” savaş uçaklarıdır.
Biz ABD’den bunu istedik.
30 tane 50’lik F-16 verin ve “yazılım   kodlarını” da bizim savaş uçağı subaylarımızın özgürce konumlandıracağı   şekilde sunun dedik. Kongreden geçmesi gerekiyor. ABD yeni uçakları ve   yazılım kodlarını vermedi.
Savaş uçaklarının düşmanla çatımaya   girdiklerinde yazılım kodları; “Dost(Friend) ve düşman(Foe)” diye   düzenleniyor. ABD bize diyor ki, Türkiye benim müttefikim. Ben kimi “düşman”   görüyorsam, Türk savaş uçakları da onu “düşman” olarak görsün. Ben kimi   “dost” görüyorsam Türk savaş uçağı da “dost” görsün.
İsrail ABD’nin dostu.
Bizdeki F-16’ların yazılımları “İsrail’i   dost” görmek üzerine kodlanmış. Bizim ordu bunu değiştiremiyor. İsrail, savaş   uçaklarının yazılımını kendi yapıyor ve kimi düşman görmek istiyorsa onu   özgürce kodluyor. Muhtemel bir Türk İsrail hava savaşında Türk savaş   pilotları daha İsrail uçağını görmeden, İsrailli pilot Türk savaş uçağını   düşürmüş olacak.
Bu teknolojik avantaja sahip olduğu için   İsrail 1982’de Suriye ile giriştiği savaşta yarım gün içinde 92 Suriye   uçağının işini bitirdi.
Şükrü   Elekdağ bunları anlattı. 5 gün geçti. Çıt cevap yok. Üç maymunu oynadılar. Duymadılar.   Görmediler. Konuşmadılar.]  
Şükrü Elekdağ teknik bir insan değil. Aşikardır ki, kendisine bir dosya vermişler ve o dosyadan yola çıkarak yorum yapmış. Türkiye-İsrail harbinin muharebe uçakları arasında olacağı yorumuna tamamen katılıyorum, ama F-16 uçaklarının durumu hakkındaki saptamaları bana göre kusurlu. Belli ki kendisini yanlış yönlendirmişler. İlginçtir ki aynı konu 2004 yılında da gündeme düşmüştü ve ben de o vakit “Milli Yazılımlar” isimli bir makale hazırlamıştım. Makaleme geri dönüp yeniden okudum. Baktım ki hala geçerli, aşağıda bir kere daha yayınlıyorum. İyi okumalar.
 MİLLİ YAZILIMLAR ÜZERİNE
İnternet bize muhteşem olanaklar bahşediyor; pek çok malumata (enformasyon)ulaşmak artık mümkün (yine de en önemlilerine değil). Ama bu malumat, beraberinde kirlenmeyi de getiriyor. Artık eskisinden daha uyanık olmak zorundayız. Okuduklarımızın hangileri doğru, hangileri yanlış artık bilemiyoruz. Kabul etmek gerekir ki, şu anki olanaklar, maalesef büyük kitlelerin beynini kolayca yıkamaya daha müsait. İşte bizler, her an tetikte olmalıyız. Okuduğumuz her şeyi bir kez daha sorgulamalıyız ve doğrulamalıyız. Aksi takdirde yalan yanlış bilgilerle donanmış olarak gezeriz ki, en tehlikelisi de budur.
Yukarıdaki nedenlerle, bir yerden bir alıntı yaparak öbeğe gönderen arkadaşların ilk sorgulamayı kendilerinin yapmasını dilerim. Bir yazı bir beyanda bulunmaksızın gönderildiğinde; gönderen yazıdaki fikre tamamen mi katılmaktadır, yoksa bir kısmına mı; güvenilir bir kaynak mıdır, yoksa kaynağı tanımamakta mıdır; kendi bilgi alanı içinde midir, yoksa hiç bilmediği bir alanda mıdır? Öbek üyelerinin ilginç buldukları konuları paylaşması çok güzeldir, ama bunu yaparken kaş yapayın derken göz de çıkarılır.
Böyle öbeklerin en önemli özelliği üyelerin birbirlerini görmeden birbirlerini tanımalarına olanak sağlamasıdır. Ama bunu yapabilmek için üyelerin fikir beyan etmesi gerekir. Ben öyle yapayım ve “Giresun İl Emniyet Müdürü”nden geldiği beyan edilen yazıyı biraz sorgulayayım (mavi ve koyu yazılar orijinal yazıya aittir).
-TÜRK F-16’LARI SAVAŞ DURUMUNDA KİTLENEBİLİR!
-ABD, F-16 KODLARINI TÜRKİYE’YE VERMİYOR. ABD 80’e yakın Türk F-16 savaş uçağına takılacak elektronik karşı-tedbir sistemlerinin üreticisi Amerikan şirketinin, Türkiye’ye sistemle ilgili kritik teknoloji transferi sağlamasına izin vermiyor. F-16 SPEWS-II ALQ-178V5+ anlaşmasında “olmazsa olmaz” şart olan kod transferi ve teknolojik destek ABD hükümeti tarafından resmen engellendi.
Bilebildiğim kadarıyla buradaki sorun pasif sistem (Radar İkaz Alıcısı) ile değil aktif sistem (karıştırıcı) ile ilgilidir. Ama bildiğim kadarıyla ABD bunu vermeyeceğini en başında beyan etmiştir. SSM/Hv.K.K.lığı da bunu böylece kabul etti. Yukarıdaki “olmazsa olmaz” ifadesinin nereden çıktığını bilmiyorum. (Dileyim ki doğru. Bu başka bir sorun yaratır. Bu durumda sözleşmenin derhal iptal edilmesi gerekir. İptal edilmediğine göre “olmazsa olmaz yoktu). Burada sorgulanması gereken husus, halen kullanılmakta olan SPEWS-II ALQ-178 (V)3’in tüm kaynak kodları elinde olan Hv.K.K.lığının SPEWS-II ALQ-178 (V)5 için neden geri adım attığıdır. O dönemde de (1989) ABD Hükümeti kaynak kodlarını vermeyeceğini beyan etmişti; ama Türk hükümeti ihaleyi iptal edeceğini bildirince, sonunda kuralları gevşettiler ve kaynak kodları verildi.
Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam’ın elinde çok güzel silahlar vardı. Çok iyi hava savunma sistemleri vardı. Hiç birini çalıştıramadı. Bir tek uçak düşüremedi. Çünkü Batı’dan aldığı sistemleri Batılılar elektronik olarak körletti. Netpano.com internet sitesinde yer alan habere göre; Türkiye semalarında uçan F-16’ların ülke savunmasında önemleri tartışılmaz. Ülke içindeki üslerden kalkan her savaş uçağı düşman gördüğü bilinmeyen her uçağı düşürmeye kabiliyetine sahip olarak semalarımızda uçuyorlar. Fakat Türkiye’ye bu uçakları satan ABD’nin kendisine göre düşman olarak gördüğü ülkeleri bu uçaklarda düşman, dost olarak gördükleri ülkelerde dost görünüyor. Yani Bizim zannettiğimiz F16’lar sahibine göre kişniyor.
ALQ-178 (V)3 sistemini kullanan uçaklarda böyle bir durum olması mümkün değil. ALQ-178 (V)5 RWR sisteminin de kaynak kodları elimizde olacağı için böyle olmamalı. Ama iş bir hedefin karıştırmasına gelince ne olacağı gerçekten bilinmez. İşte bu nedenle tek kaynağa bağlanmanın sakıncaları var. Yanıbaşımızda Yunanistan bile bunu daha iyi anlamış gözüküyor ve riski yaymış durumda. Bizimde tek tip uçak almış olmamız en azından yukarıdakine benzer riski artıran bir unsur.
Bu konuyu silahlı kuvvetlerimizin birçok üst düzey yetkilisi gündeme getirmeye devam ediyorlar. En son Emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan bu konuda basınımıza ilginç açıklamalarda bulundu.
SAVAŞ UCAKLARI MİLLİ YAZILIMLA İDARE EDİLMELİ
TAİ tesislerinde ABD ile ortak üretilen F-16’lar için eski hava kuvvetleri komutanı ”Biz F-16 değil havada uçan soba boruları uçuruyoruz” demişti.
Bu ifadeyi hatırlıyorum; ama bu söz Elektronik harp sistemi olmadan uzun yıllar uçmaya zorlanan F-16 uçakları için söylenmişti. Burada bir kandırmaca olarak verilmiş. Sanki milli yazılımları olmayan F-16 uçakları için söylenmiş gibi verilmiş.
Çünkü F-16’ın belleği olan kod yazılımlarının ABD Türkiye’ye vermemekte direniyor. İsrail ve İngiltere’ye vermekte sakınca görmeyen ABD, bu kodları bize vermiyor.
ALQ-178 (V)3 sisteminin ilk hali İsrail Hv.K.K.lığı tarafından ALQ-178 (V)1 olarak geliştirilmişti. Hatırladığım kadarıyla benzer zorluklar onlara da çıkarıldı; ama birçok çalışmayı bizzat kendileri yaparak o zorlukları aştılar. Esasen kimse size kendi sisteminizi kendi uçağınıza takamayacağını söylemiyor. Buradaki sorun yasaklama değil, uçakla ilgili garantilerin kaybolması, uçak konfigürasyonunun takip edilemeyecek olması. Eğer bunlar derdiniz değilse, kimse size istediğiniz sistemi kendi uçağınıza takmanızı engelleyemez (Politik baskılar hariç).
Yani Türkiye eğer ABD’nin istemediği bir ülke ile savaşa girerse bu uçaklarımız bir ise yaramayacak. ABD çıkarları aleyhine bir devletle veya aşiretle savaş durumunda. ABD elektronik müdahale ile bu sistemleri kör ederse veya kullanılmaz hale getirirse, dünyanın en gelişmiş helikopterlerini ve F-16’larımız hangarda yatacak. Emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan Bakın bu konuda ne diyor” Şimdi bir savaş uçağı çok farklı düzeylerde ve karmaşıklıkta yazılım gruplarından oluşuyor. Örneğin uçağın manevra kontrol yazılımı ile uçağın donanım teknolojisi ve tasarımı iç içe girmiş durumda. Yani o yazılımı yazmak veya değiştirmek için uçağın tasarımcısı kadar bilginiz olması gerekiyor.
Bu ifadede doğruluk payı fazla. Uçağın tasarımcısı kadar bilginiz yoksa, bir şekilde sizi engelleyebilirler. Eğer bazı engellemeler elektronik harp sisteminin içine koyulamazsa, uçak manevra/görev yazılımları içine gömülebilir. Eğer tamamını kontrol edemiyorsanız, birini kontrol etmenizin bir anlamı yok.
Benzer şekilde uçağın yapacağı görevlerin kontrolünü sağlayan bilgisayar üzerindeki yazılımlar da aynı özelliğe sahip. Uçağınızın üzerinde bir kamera veya bir elektronik harp cihazı varsa bunların
içinde de ayrıca kendi yazılımları var. Bu nedenle uçak örneğinde tek bir yazılımdan ve tek bir yazılım firmasından bahsedemeyiz. Mesela ATAK helikopterinin görev bilgisayarının yazılımı gizli olması gereken bir sistemdir. Uçakların içinde radar ikaz almaçları var. Bu, uçağa yönelmiş bir füzeyi pilota haber verir. Kendisi otomatikman tedbir alır. Şimdi bu radar ikaz aygıtını yapan yabancı bir firma onun içine küçük bir virüs koyabilir. O virüsü yalnız o bilir ve onu da bulmak imkansız derecede zordur. O virüsü ileride kendisi bir kod göndererek aktif hale getirirse senin o radar ikaz aygıtı çalışmaz. Gelen füzeyi haber vermez.
Bu da doğru olabilir. Bu durumda radar ikaz alıcısının yazılımını yazmak da yetmez, uçak görev yazılımını da yazmanız gerekir. Ama ortaya bir sorun çıkıyor. Uçak/helikopter üreticisi görev yazılımından da sorumludur. Artık bugünün uçaklarında görev yazılımı uçağın bir parçasıdır. Bildiğim kadarıyla görev yazılımı olmadan F-16 pilotu uçağını mekanik sistemle kullanamaz. Ama bu durumda ortaya bir sorun çıkıyor: Sorumluluk. Uçak görev yazılımını siz yazdınız ve platform üreticisine verdiniz. Uçak düştü; şimdi düşen uçaktan kim sorumlu olacak. Bence olay burada kilitlenmektedir. Eğer tüm sorumluluğu alıyorsanız, uçak üreticisi size neden uçağı satmasın, istediğiniz cihazı takmasın?
Dolayısıyla bu sistemin ve bu sisteme ait teknolojilerin gizli olması gereken sistem olarak beyan edilmesi lazım” ABD, İSRAİL VE İNGİLTERE’YE İZİN VERİYOR. Her silah kendisini yönlendiren yazılıma göre hareket etmekte. Bir bomba düşmeden önce birçok işlemlerden geçtik ten sonra hedefe kitleniyor ve hedefi imha ediyor. Eğer siz silah üreten bir ülke iseniz bir zamanlar dostunuza sattığınız silahlar düşman gördüğünüz iktidarın eline seçtiği anda sizin o silahları ve araçları etkisiz hale getirebilir. Yazılımına müdahale ederek uçakların birbirlerini dahi vurmasını yapabilirsiniz.
Bu konuyu ister istemez düşünmek gerekiyor. Çünkü Amerikan Kongresi’nde yapılan konuşmalar var. İnternet’ten ABD senatosunun zabıtlarında bunlara ulaşmak mümkün. ABD’li senatörler diyorlar ki,
“Biz kredilerle başka ülkelere sattığımız silahların yazılımları içine birer tane virüs koyalım. İleride onlar bu silahları bizim amacımızın dışında kullanamasınlar. Ben ABD’nin istemediği bir ülkeye karşı uçağımı kullanmak istersem, ABD buna karşı geleceği için bir kod göndererek o silahı çalıştırmayabilir.
Bu senaryo da mantıklı; ama nerede duracağız? Bu hesaba göre her türlü silahı kendimizin üretmesi lazım. Buna kaynak dayanmaz ki! Sonuçta bunlar halkın vergileri ile yapılıyor. Bu kaynakların en akılcı şekilde kullanılması, karar makamlarının halkına karşı görevi ve borcudur. Bir hedef seçilir, o hedef gerçekleştirilir; sonra diğer hedefe dönülür. Biz her şeyi aynı anda yapmaya çalışıyor, bu nedenle hiç bir şey yapamıyoruz. Bütün yaptığımız şikayet etmek.
Yazar Alvin Toffler “Savaş ve Savaş Karşıtı” kitabında ABD’de konuştuğu generallerin kendisine “Biz herhangi bir uçağı herhangi bir boylamı geçmesi halinde düşecek şekilde önceden ayarlayabiliriz” dediğini yazıyor. Türk ordusunun çok üzerinde durduğu ATAK Projesi’nde görev bilgisayarını TÜBİTAK’taki bir ekip yapacaktı. Fakat ABD “Hayır vermiyoruz, hazır alacaksınız” diye dayatması ile karşı karşıya kaldık.
Sen de git, başkasından al. Tutan mı var? Özellikleri daha az olsun, ama yukarıdaki sorunları olmasın. Ama yok! İlle de hem en iyisi olacak hem de bizim istediğimiz gibi olacak. Aynı taşla iki kuş vurmak şans işidir. Bir taşla bir kuş vurulur. Müzakerede oyunun kurallarını güçlü olan koyar.
KOCATEPE SAVAŞ GEMİMİZ BÖYLE BATIRILDI Kıbrıs ve Kocatepe olayında hepinizin bildiği Kocatepe’nin Yunan gemisi olarak batırılması hikayesi de hala hafızalardadır. Elektronik yönlendirme ile Türk uçaklarına gönderilen yanlış sinyal yönlendirmesi sonucu bölgeye giren Türk savaş gemileri ile Savaş uçakları birbirlerini düşman olarak tanımlayarak ateş açmışlardır ve dost ateşi ile Türk gençleri hayatlarını kaybetmişlerdir.Bu olayın 1974’lerde gerçekleştiğini belirtmekte fayda var. Şu anki teknoloji ile bunun çok fazlası yapmak mümkün.
Bu hikaye yalnızca karargahlar arası koordine eksikliği nedeniyle meydana geldi diye biliyordum. Meğer bilmediğim neler varmış. Şu elektronik yönlendirmeyi çok merak ettim doğrusu.
Elektronik karşı-tedbir sistemleri, savaş uçaklarını, düşman radar ve silahlarına karşı koruyor. Yazılım kaynak kodları da, bu sistemlerin en önemli parçası. Türkiye, bu konuda teknoloji transferi verilmesiyle, söz konusu yazılımların, kendi tanımladığı güvenlik ihtiyacını karşılayacak şekilde milli olarak hazırlanmasını istiyordu. Buna izin vermeyen ABD ise, sistemlerin, kendi kurduğu Standard şekilde kullanılmasını ve Türk tarafının değişiklik yapamamasını istiyor. Görüldüğü gibi ABD ilerde olacak olası bir savaşta (olmamasının dileriz tabii) Türk savaş uçakların kontrol etmek istiyor!!
Doğrudur. İleride ABD veya ABD yanlısı bir ülke ile sıcak çatışmaya girmeyi düşünüyorsak, yukarıdaki husus bir engel olarak karşımıza çıkacak ve elimizi kolumuzu bağlıyacaktır.
SONUÇ Unutulmamalıdır ki; Satın alındığı takdirde Türkiye kullanıcı olarak kalmaya mahkumdur ve bu sınırlama teknoloji transferinde diğer projelere kötü örnek olabilir. Bu metotta Türkiye direk satın almaya itilirse, yarin ayni metodun diğer projelerde kullanılmayacağı nereden belli ? Ev yapıyorsun ama kapının kilidinin anahtarı başka birinde. Ülke savunmasında kullanılan hangi silah olursa olsun milli yazılım şarttır. Aksi durumda o silah sisteminin güvenirliliği hep tartışılacaktır. Milli yazılıma sahip bir sistemin dahi güvenirliliği %100 olamaz; zira her kod kırılabilir. Ancak bu harcanacak zaman ve kullanılan teknolojiye bağlı olduğundan, göreceli olarak milli yazılıma sahip sistemler daha güvenlidir. Türk insanı bir gün elbet kendi uçağını da kendi yapacaktır.
Bütün umudumuz bu. Ama birkaç hususu gözönüne almakta yarar var. Bildiğim kadarıyla TAI’den sonra Lockheed Martin Güney Kore’de benzer şekilde KAI tesislerini kurdu. KAI personelinin eğitimine de TAI destek verdi. Şimdi KAI yeni bir eğitim uçağının tasarım ve üretimini yapıyor, ama TAI’den ses seda yok. Ya türk insanı böyle bir teknolojiye sahip olup kullanacak kadar zeki değil ya da başka bir şey var. O başka bir şeyi söylemesem daha iyi olur…
Gözönüne alınması gereken ikinci husus kaynakların sonlu olmasıdır. Bu ülkede açlık sınırının altında yaşayan milyonlar var. Bunların boğazından kesip savunmaya para aktarmak vatanseverlik mi? O kısıtlı kaynaklar olabildiğince verimli kullanılmalıdır.
1995’de Kosova’da görev yapan AN/ALQ-178 (V) 3 katılmış F-16 uçakları ile ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinde bir karalama yazısı çıkmıştı. Konuyu bilmeyen bir gazeteci, araştırıp doğrulamadan bir yazı yazmıştı. O zaman bende bir cevap yazısı hazırlayıp göndermiştim (Altta). Sonra yazısı devam etmedi (ya da edemedi).
[F-16 UÇAĞI HAVADA GEZİNEN BİR GEMİ GÖRDÜ!
İlk bakışta saçma gözüküyor değil mi? Uygulamada evet, ama kuramsal olarak mümkün. Öte yandan, aynı uçağın F-4 uçağı görmesi beklenirken Airbus görmesi ise uygulamada karşılaşılabilecek bir olasılık. Nasıl olabileceğini açıklamaya çalışacağım. Elbette, açıklama biçimim konunun ayrıntılarını bilenler için değil, gazetelerde buna benzer başlıkları okuyup ne olup bittiğini anlayamayanlar için olacaktır.
Elektronik Harp cihazı bir uçağın gözleri sayılabilir. Etrafta kendisi için tehlike yaratabilecek silah sistemlerini görür. İşte bu işlevi yapan cihazlara pasik elektronih harp (EH) sistemi denir. Eğer gördüğü tehlikelere karşı etkin olarak mücadele edebilecek cihazlara da sahip ise, bu kısmına da aktif EH sistemi denilir. Açıklamam pasif EH sistemi üzerine olacaktır.
Önce biraz bilgi vermem gerekiyor. Pasif EH sistemi (Elektronik Destek Tedbirleri içinde düşünülür) temelde bir çeşit radyo alıcısıdır. Belli bir frekans bandında yayın yapan bir verici vardır (radyo istasyonu gibi); pasif sistem böyle bir vericinin gönderdiği sinyalleri alır, değerlendirir, değerlendirmenin sonucunu sistem ekranı üzerinde pilota gösterir. Bu sergileme dolayısı ile “görmek” deyimi kullanılır, yoksa anladığımız anlamda görmek eylemi gerçekleşmez.
Bir radyo alıcısı ile pasif EH sistemi arasındaki temel farklar şunlardır:
1. Pasif EH sistemi radar sistemlerinden yayılan sinyalleri, radyo ise radyo istasyonundan yayılan sinyalleri alır.
2. Radar sistemi çoğunlukla uçak, gemi, kara aracı gibi seyyar bir platform üzerinde taşınır, radyo istasyonları ise tersine çoğunlukla sabittir.
3. Radarlar, radyo istasyonuna göre daha yüksek frekans bandında çalışır.
4. Radarların ancak gerektiğinde yayın yapmasına karşılık radyo istasyonu saatlerce yayın yapar.
5. Radarlar tıpkı yarasalar gibi çok kısa bir süre yayın yapar, sonra yayını keser, dönen sinyalleri dinler, sonra yeniden yayın yapar… Radyo istasyonunda ise gönderdiği sinyalleri dinleme olayı yoktur.
6. Radar sisteminin, dolayısıyla pasif EH sisteminin tasarımı çok karmaşıktır.
7. Pasif EH sistemi, üzerine monte edildiği uçağın diğer savaş sistemleri ile uyumlu çalışmak zorundadır.
Radyo alıcıları ile pasif EH sistemleri arasındaki önemli bir benzerliği ise şöyle vurgulamak mümkündür. Varsayalım ki, radyonuzun kanal ayar düğmesi yerinden oynadı ve kolayca düşüyor. Ayrıca siz de sık sık yolculuğa çıkmak zorundasınız ve radyonuz da en büyük dostunuz. Kanal ayar düğmesinin yedeğini bulamıyorsunuz ve kaybetme riskini göze alamadığınızdan yanınızda taşıyamıyorsunuz. Bu nedenle yolculuğa çıkmadan önce gideceğiniz şehirde yayın yapan radyo istasyonlarını ve hangi frekansta yayın yaptıklarını öğreniyorsunuz; sonra bu frekansları radyonuzun programlama tuşlarına kaydediyorsunuz. Artık yolculuğa hazırsınız. Radyonuzun kanal ayar düğmesi yanınızda olmasa bile gideceğiniz şehirdeki radyo istasyonlarını artık dinleyebilirsiniz. Bunun için program tuşlarını kullanmanız yeterlidir. Ama baktığınız liste güncel değilse ne olur? Gittiğiniz yerde program tuşlarına bastığınızda ya gürültü ya da istemediğiniz bir kanal dinlersiniz.
İşte pasif EH sistemi de yukarıda anlatılan radyonun çalışmasına benzer. Askeri istihbarat örgütleri uçağın görev yapacağı harekat alanında mevcut olan ve uçağa tehdit yaratabilecek radar sistemlerinin neler olduğunu, bunların hangi platform tipi (uçak, gemi, vb.) üzerine yerleştirilmiş olduğunu, radar sistemlerinin ayrıntılı özelliklerini öğrenmeye çalışır. İstihbarat denilen bu faaliyet, radyo istasyonlarının neler olduğunu öğrenmeye benzemez ve barış zamanı dahil yıllarca sürebilir. Sonunda elde edilen veriler de çok kesin olmayabilir.Görev zamanı gelip çattığında elde olan bu bilgilerden harekat alanı ile ilgili olanlar, radyonun program tuşlarına benzer şekilde pasif EH sistemine uçuş öncesi öğretilir (programlanır). Artık pasif EH sistemi herhangi bir radar sisteminden gelen sinyalleri aldığında, bu sinyallerin kendisine öğretilen sinyaller olup olmadığına, eğer böyleyse örneğin “saat iki yönünde bir MIG tipi bir uçak var” şeklinde pilotu uyarmaya hazırdır.
Bu kadar bilgi verdikten sonra makalenin başlığına dönelim. Diyelim ki, uçağın pasif EH sistemine, ŞAHİN tipi uçaklara monte edilmiş olan ZIPKIN (herhangi bir ad) tipi radarın sinyallerini yakaladığında bunu pilota “Patagonya Hava Kuvvetlerine ait ŞAHİN tipi bir uçak yakaladım” şeklinde uyarması öğretilmiş olsun. Varsayalım ki, istihbarat bilgileri hatalı ve ZIPKIN tipi radar Patagonya’nın komşusu Zapatistan Hava Kuvvetlerine ait SERÇE tipi uçak tarafından kullanılıyor olsun. Sonuçta pilot ŞAHİN tipi uçağa angaje olmaya çalışırken karşısında birdenbire SERÇE tipi uçak görecektir. Pilotun ilk düşüncesi “benim pasif EH sistemin doğru dürüst çalışmıyor” ya da “Tanrım! Benim Patagonya’da olmam gerekiyor, Zapatistan üzerinde ne işim var?” olacaktır.
Bir başka örneği ele alalım. Uçağa öğretilen bilgi ÇEKİÇ tipi atış kontrol radarının bir Okyanusya YUNUS tipi Güdümlü Mermi muhribinin üzerine monte edildiği şeklinde olsun. Yine varsayalım ki, Okyanusya Genel Kurmay Başkanı pek muzip bir insan; tutmuş geminin atış kontrol radarını KARGA tipi nakliye uçağına monte ettirmiş olsun. F-16 uçağı Okyanusya içerlerindeki hedefine gitmek için denizi aşıp karanın 200 mil içlerine ulaştığında ve pasif EH sistemi birdenbire KARGA tipi nakliye uçağındaki ÇEKİÇ tipi atış kontrol radarının sinyallerini almaya başladığında pilotu uyaracaktır: “Saat on yönünde YUNUS tipi Güdümlü Mermi muhribi var”. Pilotun ilk tepkisinin “Aman Allahım, havada gezinen bir gemi var” olmaması için bir neden yoktur.
Diyebilirim ki, pasif EH sistemlerinin harekat alanındaki performanslarının değerlendirilmesi, ancak istihbaratın doğruluğunun kesinleşmesinden sonra yapılabilir.]
İşte görüldüğü üzere tarih tekerrür ediyor. Bilenler susuyor, bilmeyenler konuşuyor (Bu hesaba göre ben de bilmeyenlerden oluyorum herhalde. Genellemesem daha iyi olacak).
Savunmaya para ayırmaktan daha etkili ve kesinlikle daha ucuz bir yöntem daha vardır: Diplomasi. Bu alana ayrılacak kaynaklar, savunmaya ayrılacak kaynaklardan daha verimli olarak kullanılabilir ve bizi daha güçlü yapar. Umarım bir gün bunun değerini anlarız.
M.Aydın Erceiş

Aralık 2004, Ankara

https://aydinerceis.wordpress.com/2011/12/03/komplo-teorileri-ve-gerceklik/

..