8 Mart 2021 Pazartesi

Kafkasya‟da Rus-Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Rusların Sınır İhlâlleri, 1826 BÖLÜM 1

Kafkasya‟da Rus-Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Rusların Sınır 
İhlâlleri, 1826   BÖLÜM 1



Osmanlı Devleti, Rusya, Kafkasya, Kars, Sınır, Necmettin AYGÜN,Rusların Sınır İhlâlleri,Cumhuriyet Tarihi, 
Kasr-ı Şirin Antlaşması,

Necmettin AYGÜN 
Ankara 

Aygün, Necmettin, Kafkasya’da Rus-Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Sınır İhlâlleri, 1826, 
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi (CTAD), Yıl 3, Sayı 6 (Güz 2007), 89-116. 
Rusya’nın modernleşmeye başlayarak büyüme devrine girdiği XVIII. yüzyıl Osmanlı devletinin çözülme süreciyle aynı zaman dilimine denk geldiğinden iki devlet arasında ilerleyen süreçte meydana gelen siyasî ve askerî mücadeleler çoğunlukla Osmanlı devletinin aleyhine sonuçlanınca bilhassa sınırlardaki yerleşimler, devletlerin birbirleriyle barış sürecinde oldukları dönemlerde bile savaşları aratmayacak sıkıntılara/mücadelelere sahne olmuşlardır. 

   Giriş 

İstanbul‟un fethinden (1453) Irak‟ta hâkimiyetin sağlanmasına kadar (1555) geçen süreçte Uzak Doğudan Yakındoğu‟ya giren bütün ticarî yolları denetim altına alan Osmanlılar siyasî, kültürel ve iktisadî öneme sahip merkezlere doğru genişleme politikasında önemli bir aşamayı başarıyla tamamlayarak iki büyük denizin ve üç büyük kıtanın merkezinde XVI. yüzyılın en büyük devleti olma 
başarısını elde ettikleri gibi İslâm dünyasının temsilcisi olma hakkını da kazanmışlardı. 
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren uluslar arası koşullar Osmanlı devletinin aleyhine gelişmeye başlayınca iç siyaset de bu olumsuz gelişmelerden etkilenmiştir. Savaşlarda artık ateşli silahların kullanılmaya başlanması yanı sıra İspanya‟nın XVI. yüzyılın sonlarında Avrupa‟da önemli bir güç olarak ortaya çıkması, Rusların yine bu yüzyılda kuzey ticaret yolunu denetler hâle gelerek İdil (Volga) havzasın  dan Kafkaslara doğru ilerlemeye başlaması, İran‟ın Rusya başta olmak üzere batılı devletler ile ittifaklar yaparak Osmanlının Doğu sınırlarını sürekli rahatsız etmesi Osmanlı devletinin klasik yapısını etkileyerek bir dizi problemin doğmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler karşısında Osmanlı devleti varlığını devam ettirmek için müttefik bulmakta zorlanırken, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren sonucu başarıyla tamamlanamayan pek çok masraflı savaşı da birkaç cephede yürütmek zorunda kalmıştır. Dış kaynaklı bu gelişmeler aslında hiçbir zaman merkeziyetçi olmayan ve gerçekte çok hassas yapılanmalarla birbirine bağlanan iç dengelerin bozulmasına neden olunca iç huzursuzluklar ortaya çıkmıştır. Yenilgiyle sonuçlanan savaşların yarattığı psikolojik ortam mevcut iktidara, padişah ve diğer üst düzey yöneticilere 
olan güveni sarsarken idareciler arasında bölünme ve rekabeti de körüklemiştir. Halk geçim ve güvenlik kaygısıyla tarım arazilerini terk ederek büyük şehirlere, sanayi ve ticaret merkezlerine doğru gelişigüzel hareket etmeye başlamış, bu gelişmeler ise tarıma dayalı Osmanlı ekonomisinin ve devlet düzeninin yıkılmasına, ancak bozulan düzenin yerine uzun dönemde geçerlilik taşıyacak yeni bir düzenin 
yerleştirilememesine neden olmuştur 1. 

Birçok alanda geri kaldığını kavrayan Osmanlı devletinin XVIII. yüzyıldan itibaren Avrupa‟daki gelişmeleri daha sıkı ve istekli takip ettiği görülmekle birlikte girişilen ıslahat hareketlerine Fransız devriminin (1789) milliyetçi ve özgürlükçü söylemleri olumsuz etki yapmıştır. Kendini toparlamak için ciddi tedbirlere girişen devletin III. Selim ve II. Mahmud gibi yetenekli padişahları Fransız devriminin etkisiyle isyan eden reâyâ ile uğraşmak zorunda kalınca devlet, topraklarını muhafaza edemediği gibi ıslahat ve modernleşme çabalarının sonucunu almaya da vakit bulamamıştır. Çıkar esasına dayalı sürekli değişen ittifaklar dünyası hâline gelen XVIII. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı devletinin gerek siyasî ve gerekse toplumsal yapılanmasını olumsuz yönde etkileyen güçlerden biri şüphesiz Çarlık Rusyası olmuştur. 
Çalışmamızda Osmanlı, Rus ve kısmen de İran‟ın Kafkaslar ve Anadolu‟nun doğusuna hâkim olma mücadeleleri ele alındıktan sonra 1826-27 yılında Rusların Kars dolaylarında Osmanlı köylerine saldırılarını ele alan bir arşiv belgesi/raporu değerlendirilmiştir. 
Yükselen Rusya ve Osmanlı Doğusunda Mücadele Rusların Kars şehrinin ötesinde kalan coğrafyaya sahip olma mücadeleleri XIX. yüzyılda tamamlanmış olmakla birlikte Kafkaslara hâkim olma mücadelelerinin geçmişi XVI. yüzyıl başlarına 
kadar inmektedir. Bilindiği gibi Altınordu devletinin (XIII-XVI. yüzyıl) siyasî birliğinin sona ermesi Moskova devletinin tarih sahnesine çıkmasına vesile olmuştur (1480). Büyük İvan‟dan (1462-1505) 

Korkunç İvan‟a (1533-1584) kadar Moskova Knezliği‟nin büyümesindeki ilk strateji, ticarî ve siyasî merkezlere sahip Türk-Tatarları geri iterek boyun eğdirilen Slavları daha önce ele geçirilen önemli merkezlere yerleştirmek esasına dayanmaktaydı 2. Moskova Knezliği‟nin çevresindeki Altın Orda sonrası 
kurulan hanlıklara nazaran ön plana çıkmasında otuz-kırk yıl kadar tahtta kalan uzun ömürlü knezlere sahip olması belirleyici olmuştur. Fetihlerle ele geçirilen bölgelerde yaşayan halkları belirli kentlere toplayarak bir ideoloji çevresinde yönlendirmesi Rus yayılmasının diğer bir önemli stratejisidir. Bu tarz yayılmada uçsuz bucaksız büyüklükteki ova ve nehir sisteminin sağlamış oldukları ulaşım imkânları önemlidir. Nehirler ve bu nehirler çevresinde savunma ve yayılma amaçlı olarak kurulan kale-köyler (krepost, stanitsa) sonraları nüfus ile beslenerek şehirlere dönüşmüştür. 1589 yılında Moskova‟da Patriklik kurulmasından sonra Ortodoks Kilisesi de Çar‟ın denetimine girerek onun siyasî çıkarlarına hizmet etmeye başlamıştır. 
Kuzeydoğu Avrupa‟daki Altın Orda kalıntılarının esnek parçalar hâlinde yaşayan ve kabile esasına dayalı; merkezî bir sistem oluşturamamış yapılanmaları Rus yayılmasını kolaylaştırmıştır. Altın Orda devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Kırım, Kazan ve Astrahan Hanlıkları‟nın kendi aralarında mücadele etmeleri de Rusların güçlenmesine yardımcı olmuştur 3. Kafkasya‟nın kuzeyinde yaşayan Çerkesler ve Kabardaylar görünüşte Kırım hanlığına, Kefe sancağına bağlıydılar. Kabile esasına dayalı Kafkas yapılanmasında Osmanlı hâkimiyetini tanıyan beyler olduğu gibi tanımayanlar da mevcuttu. Kırım hanlarının Kuzey Kafkas halkları üzerindeki vergi esasına dayalı bazı keyfî uygulamaları bölgedeki Osmanlı varlığının pekişmesine engel olmuştur. Bu nedenle bazı Kabarday, Kalmuk ve Nogay beyleri Kırım hanlarının keyfî uygulamaları karşısında Rus yardımını talep ederek Kafkaslarda Rus yayılmasına yardımcı olmuşlardır. Esasında Kafkasya‟daki Rus ve İran etkisini kırmak için 1569 yılında başlayan Don-Volga nehirlerinin birleştirilmesi projesinde Kırım hanlığının tutarsız tavırları Osmanlı devletinin Kırım ve Kafkaslardaki politikalarının çıkmazlarından biri olarak XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir 4. 

Rusya‟nın Orta Asya ve Kafkaslar yönünde rahatça istila hareketlerinde bulunmasında İran‟ın Güney Kafkasya üzerindeki emelleri de Rusya‟ya kolaylık sağlamıştır. Osmanlı devletinin Hazar denizi kıyılarına ulaşmasını engelleyerek Azerbaycan ve Dağıstan hanlıklarına uzun süre hâkim olan İran, Osmanlı devletinin Kafkaslar üzerindeki manevra alanını iyice daraltarak Rusya‟ya hareket alanı sağlamış, bazen de Ruslarla işbirliğine giderek İslâm dünyasında bölücü ve zayıflatıcı bir öğe olarak rol oynamıştır. 

Osmanlı-İran savaşları, Osmanlı hazinesinin savaş harcamalarına akarak tükenmesinin en önemli etkenlerinden biri olmuştur 5. Kafkaslar6 ve İran toprakları yönüne Osmanlı devletinin Fâtih Sultan Mehmed döneminde başlayan genişlemesi 1590 yılına kadar hızla devam etmiş; bu tarihten sonra ise mücadele daha önce elde edilen mahallerin İran ve Rusya‟ya karşı savunulması şeklinde devam etmiştir. Osmanlı devleti ile İran arasındaki savaşlar Güney Kafkasya‟ya hâkim olmanın ötesinde bir anlam taşır ve İran‟ın Türkmenler üzerindeki faaliyetleri bu savaşların ana nedenlerindendir. Şiî-Sünnî ihtilâfı hâricinde ipek yolunda hâkimiyet kurma sevdası nedeniyle Yavuz Selim devrinden 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasına kadar geçen 129 yıllık Osmanlı-Safevî savaşları her iki devletin malî iflası hâricinde bölge yerleşimlerinin talan edilmesi, sosyal ve iktisadî faaliyetlerin durmasından başka taraflara gözle görülür bir kazanç sağlamamıştır. Aksine, Orta-Doğu ve Anadolu ticaretinin darbe alarak Okyanus ticaretinin 
önem kazanmasında ve Astrahan‟dan Orta Avrupa‟ya geçen yolun önem kazanmasında bu savaşların önemli bir etkisi söz konusudur 7. 

Rusya‟nın Avrupa devletleriyle ittifaklar yaparak güneye yayılma siyasetinde 1680‟ler önemlidir. 
1683 Viyana kuşatmasında Avusturya, Polonya, Venedik ve Almanya‟nın yanında yer alan Rusya‟nın Viyana bozgunundan sonra Osmanlı devletinden daha cesur taleplerde bulunduğu ve eski çekimser tavrını değiştirdiği görülür. Bilindiği gibi XVIII. yüzyıl, Avrupa‟da merkezî hükûmetlerin, millî devletlerin ve ideolojilerin kök saldığı bir dönemdir. Bu dönem Rusya için Avrupa‟dan öğrenme dönemi olarak kabul edilir ve Avrupa‟yı birebir taklit ederek değişen Rusya‟da değişimin öncüsü Büyük Petro‟dur (1672-1725). Petro‟nun Rusya‟yı batılılaştırma projesi 8 aynı zamanda Avrupa ile yakınlaşmaya ve ittifaklara zemin hazırlamıştır. Petro ile hızlanan Rus yayılmacılığı büyük ölçüde Müslüman (ve Türk) halkların zararına olmuştur. 
   Kafkaslardan güneye yayılma siyasetinin ilk dönemlerinde (XVI. yüzyıldan XVIII. yüzyıl ortalarına kadar) Ruslar, mümkün olduğunca Osmanlı devletini rahatsız etmeden ve genelde dostluk ilişkileri kurarak Hazar denizi sahillerinden güneye inmeye; Osmanlı etkisinin yoğun olduğu Kırım, Azak, Anapa, Sohum gibi mahallerden uzak durmaya gayret etmişlerdir. Rusların Hazar denizi kıyılarından güneye inmesinde Derbent geçidi önemli bir hedef durumundaydı. Derbent‟in bölgedeki en önemli askerî ve siyasî üs olan Astrahan‟a yakın olması yanı sıra Derbent‟in içinde yer aldığı Dağıstan hanlıklarının siyasî bölünmüşlüğü Rusların güneye yayılma faaliyetlerini kolaylaştırmıştır. Ruslar, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Terek nehri boylarında, Sunç ve Sulak nehri kıyılarında kaleler (köyler) inşa ederek bölgeye nüfuz ederken 9 İran ile yapılan savaşlar nedeniyle Osmanlı devleti Rusya‟ya karşı ciddî bir ordu hazırlayamamıştır. Yine XVII. yüzyıl ve sonrası Rusların Hıristiyanlığı bölgede yaymak için büyük gayret gösterdiği dönemdir. Birçok Kafkas idarecisi ve özellikle de hâkim oldukları coğrafyada 
muhalefette bulunan feodal beyler iktidarı ele geçirmek için Moskova‟ya giderek vaftiz olmuşlar; 
Moskova‟dan almış oldukları maddî ve manevî destekle bölgelerine Hristiyan Rus idarecisi olarak dönmüşlerdir. Tüm bunlar karşısında Osmanlı idarecilerinin bölge güvenliğini Kırım hanlarına, yerel beylere veya Trabzon ile Erzurum valilerine havale ederek geçici çözümler üretmeleri Rus ilerlemesini durduramamıştır. 
Ruslar, 1721 yılına kadar İsveç ile Baltık denizi taraflarında savaş hâlinde bulunmalarından dolayı bu süreçte Kafkaslara ciddî bir sefer düzenleyememişler dir 10. Bu yıllarda Ruslar, Osmanlı devletiyle doğrudan bir savaşı göze alamadıklarından devam etmekte olan Osmanlı-İran savaşlarının barış 
ile sonlanmaması için İran‟ı destekleyerek Hazar denizi kıyılarında varlığını devam ettirme yönünde çaba göstermişlerdir 11. 1723 yılında başlayıp 23 yıl devam eden ve 1746 yılında sona eren Osmanlı-İran savaşları Osmanlı ve İran hazinelerinin boşalmasına, on binlerce insanın ölümüne yol açarken Rusya‟nın Kafkaslarda ve Hazar denizi kıyılarında gücünü ve ideolojisin yerleştirmesine, Hristiyanlığı yaymasına, Gürcüler ve Ermeniler arasında taraf bulmasına, Rus Kozakların bölgeye yerleşmesine imkân vermiştir 12. 
1768 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşı tarafların kazandıkları veya kaybettikleri birçok muharebeden sonra 13 K. Kaynarca Antlaşması (1774) ile sonuçlanmıştı. Osmanlı devletinin bu yıllara kadar kuzey sınırlarını ilgilendiren en ağır şartları içeren bu antlaşmayla Çariçe Katerina “Ruslar şimdiye kadar böyle bir antlaşma yapmamıştır” diyerek Rusya‟nın elde ettiği avantajları özetlemiştir 14. 

Bu tarihten sonra Kafkaslarda hem Ruslar ve hem de Osmanlılar yeni bir yapılanmaya gireceklerdir. Ruslar Kuzey Kafkasya‟ya asker ve nüfus tahkimatı yaparak Güney Kafkasya‟yı ele geçirmeyi planlarken Osmanlılar da Soğucak ve sonradan inşa olunan (1782) Anapa kalelerini tahkim edip bölge hakkında her 
türden bilgiyi birinci elden toplama politikasına yöneleceklerdir. Kırım hanlarının yardımlarıyla 1783 yılında Kırım‟ın Ruslar tarafından işgal edildiği 15 yıllarda Kuzeydoğu Kafkasya‟da Çeçen asıllı Nakşibendî Şeyhi İmam Mansur‟un Ruslara karşı “cihat” ilân ederek Kafkas halklarını birleştirmeye çalışması Kafkaslarda Rus yayılmasını geciktirdiği gibi Rus düşmanlığını, Osmanlı dostluğunu ve İslâm 
dinine duyulan heyecanı artırmıştır. 1801 yılında Gürcistan‟ın Rus eyaleti hâline gelmesi ise Azerbaycan ve Doğu Anadolu havzasının işgale açık olmasını sağlamıştı 16. 
1800‟lü yıllar, serhat şehri hâline gelen Anapa kalesinin asker ve teçhizat ile desteklenmesine büyük önem verildiği yıllardır. Osmanlı-Çerkes birlikleri Anapa civarında Ruslara ağır kayıplar verdirmelerine karşın muhafızlıkla görevlendirilen Osmanlı idarecilerinin Anapa‟ya gitmekte çekimser kalmaları Rusların Kafkaslar daki gücünün hâlen kırılmasını mümkünken kırılamamasına ve Rusların zaman kazanarak daha güçlü birliklerle geri dönmelerine yol açmıştır 17. Rusya, İran‟ın nüfuz sahasında yer alan Dağıstan ve Azerbaycan havzasını ele geçirmek için 1812 yılında İran‟a savaş açarak 1814 yılında tüm Azerbaycan havzasını ele geçirmişti. Osmanlı devleti ise bu gelişmeler karşısında Anapa ve Faş kalelerini tahkim etmiş; Osmanlı yanında yer alan bazı Dağıstan ve Çeçen beylerinin yardım taleplerine karşılık onlara top ve top döküm ustaları ile hediye ve unvanlar vererek mücadelelerine devam etmelerini istemiştir 18. Anapa yakınlarındaki Çerkesler ve Doğu Kafkasya‟daki Çeçen ve Dağıstanlıların direnişleri ise 1825‟lerde tüm şiddetiyle devam etmiştir. Çar I. Nikola tarafından Kafkasya Genel Valiliği 
Mart 1827 yılında Yermolov‟un elinden alınarak General Paskeviç‟e verilmiştir. Paskeviç altı ay gibi kısa bir sürede İran ordusunu bozguna uğratınca İran, Rusya ile Şubat 1828 tarihinde Türkmençay Antlaşmasını imzalayarak Kars‟ın ötesinde ve Aras nehrinin kuzeyinde kalan Güney Kafkasya havzasını Ruslara bırakmak zorunda kalmıştır. Güney Kafkasya‟da İran engelini bertaraf eden Rusya bundan sonra tüm gücünü Anadolu‟yu ele geçirmek için harcayacaktır. 

1826 yılında yeniçeri ordusunu kaldırarak kara gücünden yoksun kalan Osmanlı lar;  donanmanın yakılmasıyla da deniz gücünden yoksun kalınca 19 Rusya fırsatı değerlendirerek Nisan 1828 tarihinde Osmanlı devletine savaş açmıştı. Dikkate değer bir direniş gösterilmesine rağmen Anapa, Kars, Faş ve Ahıska 1828 yazında; Erzurum, Bayburt ve Muş ise 1829 yazında Ruslar tarafından işgal edilmiştir 20. 
Rusların Kars ve çevresindeki saldırılarında asker sayısının 10 bin civarında olmasına karşın çoğu disiplinden uzak toplama/gönüllü askerden müteşekkil 30 bin kadar Osmanlı askerini etkisiz hâle getirmeleri ve pek çok çatışmada Osmanlı askerinin emare-i gayret ve hamiyetten uzak görünmesi devletin içinde bulunduğu kötü vaziyetin göstergesiydi 21. Rusların Kars ve çevresini ele geçirmesinde 
başta Ermeniler olmak üzere yerel halktan casuslar elde ederek Osmanlı savaş gücü hakkında bilgi edinmesi önemlidir 22. 15 Eylül 1829 tarihinde imzalanan Edirne Antlaşması‟yla Balkanlarda Tuna deltası Rusya‟ya kalırken Anapa‟dan Batum‟a kadar olan sahil şeridiyle birlikte tüm Kafkasya Rus idaresine 
girmekteydi. Böylece dört yüz yıla yakın bir süre Osmanlı devletine bağlı kalan Kafkas halklarının kaderi Rusya‟ya terk ediliyordu. Bu antlaşma ile Anadolu topraklarını Rus tehlikesine açık hâle geldiği gibi Kafkasya‟da 1830‟lardan sonra uzun yıllar devam edecek olan direniş hareketleri de çember içine alınarak Kafkas halklarının Türkler, İranlılar ve Avrupalılar ile olan ikmalleri zorlaşacaktır 23. 
Bab-ı Asafî Düvel-i Ecnebiyye Defterlerleri’ndeki Bir Rapor: Kafkasya’da Rus-Osmanlı Mücadelesi ve Kars Rusya‟nın baskısıyla Kırım‟ın bağımsız olmasının (1774) yarattığı kaygı en azından Karadeniz kıyılarında kalan Anapa ve Faş gibi siyasî, askerî ve ticarî öneme sahip mahallerinin kaybedilmemesi düşüncesini kuvvetlendirdiğinden; XVIII. yüzyılın sonlarında Osmanlı devletinin bölgeyi daha iyi tanıma amacıyla Kafkas halklarıyla “vasıtasız” yakınlaşma sürecine girdiği görülür. Bu süreç aynı zamanda bölge hakkında ayrıntılı rapor hazırlama sürecini de başlatmıştır. Burada üzerinde durulacak olan belge/rapor bu geleneğin devamı olup Rusların Kafkaslarda yayılırken uygulamış oldukları istilâ metotlarını ve Osmanlı devletinin topraklarını korumaktan aciz hâle geldiğini göstermesi açısından önemlidir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi [BOA, İstanbul] Bab-ı Asafi Düvel-i Ecnebiyye Defterleri tasnifinde A.DVN.DVE 915 kodu ile kayıtlı ve çevrimyazısı Ek‟te verilen bu rapor 1828-29 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşından iki yıl öncesine, H.1242/M.1826-27 yılına aittir24 ve taraflar arasındaki siyasî ve 
askerî mücadeleleri ele alan yedi sayfalık bir belgedir. Söz konusu olan Rapor ayrıca, kayda alınma tarihinden daha önceki yıllara ait bazı olaylara da kaynaklık etmektedir. 
Osmanlı devleti ile Rusya arasında 1812 yılında Bükreş Antlaşması imzalanarak barış sağlandığından dolayı belgenin tarihi olan 1826-27 yılında resmiyette taraflar arasında savaş mevcut değildir. Bununla birlikte raporun tarihi, Osmanlı devletinin Yunan isyanını bastırması ve devamında Yeniçeri ocağını ortadan kaldırılması sürecinin hemen sonrasına denk geldiğinden Rusya‟nın Osmanlı devletine savaş açmak için fırsat kolladığı bir dönemi de ifade eder. Taraflar arasında fiilen savaş 
olmamakla birlikte ilgili rapor, sınırlarda savaşları aratmayacak çatışmalar ve acıların barış zamanlarında bile devam ettiğini göstermesi açısından dikkate değerdir. Belge tarihinden bir yıl önce (1825) Ruslar, Orta Kafkaslarda Kabarday ve Çeçen hanlarının isyanlarını bastırmış olduklarından bu tarihlerde bütün 
gücü ile İran‟a karşı savaş hâlindedirler, Revan ve Tebriz‟in Rusların eline geçmesi ve Kars‟ın Rus çarlığı ile komşu olması an meselesidir. Devir, Çar I. Nikola devridir ve Kafkasya Genel Valiliği Mart 1827 yılına kadar görevinin başında kalacak olan, zalimliği ile ün salan Yermolov‟un elindedir 25. 1820-28 arası aynı zamanda Osmanlı devletinin kuzeydeki en önemli üssü olan Anapa‟yı Rus tehlikesine karşı Trabzon Valisi ve Anapa muhafızı olan Çeçenzâde Hasan Paşa vasıtasıyla onarttığı; Kafkas halklarıyla maddî ve manevî ilişkilerin artırılmaya çalışıldığı devirdir. 
Osmanlı idaresine girdiği XVI. yüzyıldan günümüze kadar serhat şehri olma özelliği gösteren Kars XIX. yüzyıla kadar İran; bu yüzyıl ile birlikte ise Rus ve Ermeni saldırılarına karşı sürekli olarak asker ve mühimmat yönünden tahkim edilmiştir. XIX. yüzyıl başlarında bağımsız bir eyalet olarak örgütlenmiş olan Kars eyaleti Kars, Ardahan, Kağızman, Hocevan, Keçivan, Şüregel ve Zaruşad sancaklarından oluşmaktaydı. Ahıska, Faş ve Çıldır sancaklarından oluşan Çıldır eyaleti de komşu 
eyaletlerden biriydi 26. Adı geçen rapora göre Kars eyaletine Vali Sert Mahmut Paşa valilik yapmaktaydı 27 ve iki devlet arasındaki sınır Aras‟ın bir kolu olan Arpa suyudur. 1829 yılındaki Edirne Antlaşması imzalanmadan önce yine “Arpaçay” iki devlet arasındaki doğal sınır olarak görülmekteydi. Erzurum‟u almak amacıyla Soğanlı dağlarına yerleşen General Paskeviç‟e yetişmeye çalışan ünlü Rus şair-yazar Puşkin, Gümrü‟den Kars‟a geçerken Arpaçay hakkında not defterine: “-İşte Arpaçay, -dedi Kazak. -Arpaçay! Bizim sınır! Ararat’a bedeldi bu” ifadelerini not etmişti 28. Taraflar arasında Arpaçay sınır olarak kabul edilmekle birlikte, Arpaçay‟ın karşı yakasında; Gümrü taraflarında kalan bazı köylerin (Koşva / Koşavanik, Bayındır/Bayandur ve Karakilise gibi) Osmanlı denetiminde olduğu anlaşılmaktadır. 
1801 yılında Gürcü topraklarının Rusya denetimine girmesi sonrasında Güney Kafkasya ve Anadolu üzerine düzenlenecek olan seferlerde Tiflis ana üs hâline getirilmişti. Rapora göre de Rusya‟nın Kafkasya Genel Valisi Tiflis‟te oturmaktadır ve iki devlet arasındaki bazı sorunlarda fikir alınmak için Tiflis‟e danışılmaktadır. Bununla birlikte Kars dolaylarındaki köylere saldıran Rus askerleri çoğunlukla 
Gümrü‟den geldiklerinden askerin merkez karargâhının Kars sınırına oldukça yakın olan Gümrü‟de olduğu, ihtiyaç duyulması hâlinde ise Tiflis ve Revan‟dan takviye kuvvetler alınarak sınırın geçilip köylere saldırılar düzenlendiği görülmektedir. 

Rus saldırısına uğrayan köyler kuzeydeki Zaruşad (:Arpaçay ilçesinin merkezi) sancağından başlamakta, Gümrü‟ye oldukça yakın konumdaki Baş Şüregel 
Kalesi, Kızılcakcak/Kızılcıkcık (:Akyaka ilçesinin merkezi) ve Gedikler‟de yoğunlaşmakta; daha güneyde Arpa suyuna yakın konumdaki Ani, Magazberd kalesi ve Bacalı köyü civarında ise sona ermekteydi. Saldırıya uğrayan mahaller günümüzde Arpaçay, Akyaka ve Digor ilçeleriyle Kars‟ın merkez ilçesinin doğu kısmında kalan mahallerden oluşmaktadır. Gümrü‟den Kars‟a giren kara yolu üzerinde yer alan Şüregel ve Gedikler‟e ait köyler ise (özellikle Teknes 29, Kızılcıkcık ve Uzunkilise köyleri) defalarca yağma edilecek derecede yoğun baskı altında kalmış mahaller olarak diğerlerine göre öne çıkmaktadırlar. 
Osmanlı köylerini yağmalayan ser-gerdeler, yani Rus Knezleri de genelde Gümrü‟de oturmaktaydılar. 
Gümrü‟deki Rus askeri yanı sıra Gümrü Beyi olduğu anlaşılan Mehmet Hasan Beyin kendisi, bazen damadı ve bazen de oğlu Rehim çeşitli aralıklarla Osmanlı köylerini yağmalamaktaydılar 30. Bazı durumlarda ise Rus Knezleri gözetiminde Gümrü dolaylarındaki Ermeni ileri gelenlerinden oluşan atlı askerlerin/çetelerin 31, “yüz elli atlu ile”, “üç yüz atlu ile” Kars civarındaki köylere saldırıları vuku 
bulmaktaydı 32. Rus askerinin bu türdeki saldırı ve baskınları çoğu durumda genel bir savaşı aratmayacak nitelikte “beş yüz saldat ve bin atlu ile” gerçekleştirilmekteydi. Dolayısıyla yağma ve baskınların köylüler açısından yarattığı tahribatın büyüklüğünü kestirmek zor değildir. Kars civarındaki Osmanlı 
köylerini sadece Ruslar değil İranlılar da yeri geldiğinde yağmalamaktaydılar 33. Rusların Kars dolaylarındaki yağmalama faaliyetlerinden bekledikleri neticeler arasında Gümrü ve Tiflis‟te bulunan ordularına lojistik destek sağlanması da amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda yol üzerlerinde rastlanılan yolcular ve köylüler soyuldukları gibi öldürülmekte veya darp edilmekte, mal ve eşyaları yanlarındaki 
hayvanlarıyla birlikte gasp edilmekteydi. Geceleri köyler gizlice yağmalanmakta; sığır, koyun, koç, at, kısrak, öküz ve camuş gibi hayvanat ile buğday, un, arpa gibi yiyecekler; keçe, kilim, halı, tüfek ve odun gibi mallar alınıp götürülmekteydi. 
Bahsi geçen belgeden anlaşıldığı kadarıyla Rusların Kafkasları adım adım ele geçirmesinde en büyük başarılarını savaş dışı alanlarda; halkın yaşam imkânlarını ve vasıtalarını yok ederek ve nitelikli insan gücünü göç ettirme yoluyla elde ederek göstermişlerdir. XIX. yüzyılda gerçekleşen Rus yayılma/işgal politikalarına kısaca bakarak Kars taraflarında 1826-27 yıllarında Rusların yaptıkları baskınların niteliklerini daha iyi anlamak mümkündür. 1830‟larda Kafkasya Kolordu Komutanı olan A. Velyaminov‟un ifadelerindeki sömürge ve işgal felsefesini ele aldığımız belgede yeterince görmek mümkündür. Velyaminov‟a göre, “Dağlıları dize getirmenin yolu, ovaları, verimli ve müsait toprakları onlardan koparmak ve buralarda Kazak stanitsaları (köyleri) kurmaktır. Onların tarla ve meralarının, 
ekenek ve bahçelerinin yok edilmesi, bu uygulamanın ardarda beş yıl sürdürülmesi dağlıları çaresiz duruma düşürecek ve sonraki uygulamaları kolaylaştıracaktır. Bana göre en etkilisi tarla ve meraların, ekeneklerin imhasıdır” 34. Değerlendirilmesi yapılan rapordaki bilgilerle 1810‟larda Orta Kafkaslarda 
Kabardayların isyanını bastıran General Bulgakov‟un bilinen baskı metotları arasındaki benzerlik dikkat çekici boyutlardadır, “iki yüz kadar köyün imhası, binlerce insanın öldürülmesi, onlarca câminin yerle bir edilmesi, hayvanların Rusya’ya götürülmesi ve halkın bütün değerli mal ve yiyeceklerinin ele 
geçirilmesi”. Zalimliğinin sınırsızlığı karşısında kendisini eleştiren diğer Rus subaylarına Bulgakov‟un verdiği cevap kendisinin ve devletinin yayılma metodunu göstermektedir: “kendilerine zarar veren insanların sayısının azaltılmasında sakınca olmadığı…Veba hastalığının da kendilerine yardımcı olduğu…”35. Kafkaslarda iki yüzü aşkın köyü yakarak böylelikle halk isyanlarını bastırabilen General Emmanuel‟in Kafkasya Genel Valisi Paskeviç‟e yazdığı mektup Emmanuel‟in merhametinin seviyesini ve Rusların istilâ sistemini özetlemektedir: “Çerkesleri açlığa ve yokluğa mahkûm ettim az sonra mecburen itaat edeceklerdir” 36. Rus generallerin ifadelerinden anlaşılacağı gibi, Rusların sahip oldukları 
bütün teknolojik imkânlara karşın askerî teçhizattan yoksun Kafkasya halkının yaşam ve geçim kaynaklarını yok ederek onlara boyun eğdirme metodu Rus generallerin Kafkaslardan Bayburt‟a kadar olan havzayı işgal etmelerinin arkasındaki metottur aynı zamanda. Böylelikle Rus komutanlar, silah gücüyle sindiremedikleri halkları açlığa ve yokluğa mahkûm ederek sindirmenin bölge halkıyla en iyi mücadele yöntemi olduğunu XIX. yüzyılda artık kavramışlardı. 
Kars dolaylarında Osmanlı köylerinin yağmalanmasında Ruslar gibi İranlılar da söz sahibiydiler. 

1821 yılındaki Osmanlı-İran savaşı esnasında İran askeri Kağızman ve Şüregel‟de on binlerce sığır ve koyun sürülerini zorla alıp götürmüşlerdi 37. Değerlendirmesi yapılan rapora göre Rus askerinin baskınlarda alıp götürdüğü mal-mülk arasında canlı hayvan olarak sığır ve koyun; ekin olarak arpa ve un diğerlerine göre öne çıkmaktadır. Bu durum, Kars ve çevresinin esas geçim kaynaklarının büyükbaş 
hayvan besleme ile arpa ve buğday ekimi olduğunu göstermektedir. Sığır besiciliği ve arpa ekiminin soğuk iklimden kaynaklandığı malumdur. Sadece Bacalı köyünden Rus Knezinin bir defada beş yüz koyun, üç yüz elli sığır ve yetmiş at götürmesi bölgedeki hayvancılığın ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından kayda değerdir 38. Sığırcılık yanında koyun, at, camız ve öküz yetiştirmek de önemli geçim kaynakları arasındadır. 

İran askerinin yağmasından korunmak amacıyla köylüler mallarını komşu köylere saklayarak gizleme çabalarına karşın bu köyler de benzer şekilde Rus askerinin yağmasına maruz kalmaktaydılar 39. 
Kars ahalisinin tarih boyunca kendilerini Rus ve İran baskıları nedeniyle hiçbir zaman rahat hissedemediği anlaşılmaktadır. Baskınlar esnasında, Çarbaşı köyü örneğinde olduğu gibi 40 odunundan taşına kadar bazen tüm köy cümle eşyasıyla sökülüp götürülmekteydi. Benzer şekilde Sultan III. Murad‟ın (1574-1595) bölgedeki imar faaliyetleri41 neticesinde inşa ettirdiği anlaşılan ve Aralık köyünde 
yer alan câmi‟-i şerifin odunu, mefruşatı ve taşları dahi bütünüyle götürülmüştü 42. Rus askerinin yağmalama faaliyetlerindeki bu acımasızlığın arkasında halkın direniş gücünü kırarak bölgeye daha kolay hâkim olma yanı sıra beslemek zorunda kaldıkları külliyetli miktardaki askerin iaşesini sağlama düşüncesi yatmaktadır. 
Bu amaçlarla Camuslu ve Bayındır karyeleri üç farklı zamanda sökülüp    götürülmüştü 43. 
Rus askerinin bölgedeki köylülere yapmış olduğu zulümler çok nadir durumlarda köylüler veya köylerde yaşayan ve zabit oldukları anlaşılan “Karakullar” 44 vasıtasıyla engellenebilmekteydi 45. 
Bölgedeki köylerin güvenliğinden sorumlu oldukları anlaşılan Karakullar denilen atlılar haricinde Baş Şüregel Subaşısı olan Hayta da Rusların saldırıları karşısında halkı korumaktaydı 46. Fakat genelde köylerin Rus saldırılarına karşılık veremedikleri, yani korumasız oldukları gerçeği ortadadır. Rus askerinin benzer yağma hareketlerini Kars valisinin Tiflis‟e şikâyet etmesi ise bir sonuç vermemekteydi 47. 
Köylerin bu derecede Rus baskınlarına açık kalması Osmanlı devletinin içine düştüğü yönetsel hantallık ile doğrudan ilgili olduğu gibi istihbarat eksikliği ve yerli Ermenilerin casusluk faaliyetleriyle de yakından ilgilidir. Bu bağlamda, 1828-29 Osmanlı-Rus savaşında General Paskeviç Kars muhafızı Osman Paşa‟ya mektup göndererek sefer için Petersburg‟dan emir almadığını bildirip Paşayı rehavete düşürmeye çalışmıştı. Rus askerinin hazırlıklarından habersiz olan Kars muhafızı da, halkın ürünlerini çevre yerleşimlere satmasına izin vererek mahsullerin Tiflis‟teki Rus ordusuna gittiğini anlayamamıştı 48. 
Benzer şekilde Ruslar‟ın Kars‟ı alıp Erzurum‟a ilerledikleri esnada (1829) bölgenin işgali halk tarafından beklenilen bir durum olmadığından olsa gerek tarlaların ekili hâlde bırakılması ve bulunması 49 istihbarat eksikliğinin başka bir göstergesidir. Ayrıca, Rusların işgal ve yağma politikalarında Müslüman olup olmamak pek de önemli değildi. Önemli olan kendilerine işgal zemini hazırlayanlar (:Ermeniler) ile 
dostluk kurmak; karşı koyanları ise acımasızca yok etmekti. Bu bağlamda Rus zulmü karşısında Osmanlı ve İran desteğini almaya çalışan Gürcü idarecilerin sayısı az değildir 50. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI

1 Osmanlı devletinde gerçekleşen idarî ve sosyal gelişmelerin genel bir değerlendirmesi için bakınız Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, (Çeviren R. Sezer), İstanbul 2004, 46-57. 
2 Moskova Knezliği önemli bir güce ulaşırken Türk-Tatar hanlıklarından yeri ve zamanı geldiğinde yararlanmasını bilmiştir: XVI. yüzyılda Litvanya‟ya karşı Kırım Tatarlarıyla ittifak yapmış ve XVII. yüzyılda Sibirya‟nın istilası sırasında Jungar Moğollarından asker alarak yararlanmıştır. XVIII. yüzyıl başına kadar Kırım Hanlığı‟na haraç ödeyerek dostluk gösterisinde bulunup, Baltık ve Sibirya yönündeki istilâlarında daha rahat hareket etmeyi bilmiştir bkz. Charles Tilly, Avrupa’da Devrimler (1492-1992), İstanbul 2005, 210 ve Halil İnalcık, “Osmanlı-Rus İlişkileri 1492-1700”, Türk-Rus İlişkileri 500 Yıl, Ankara 1999, 25-36. 
3 Türk ve İtalyan pazarlarına köle satmak, transit ticaretten vergi toplamak ve egemenlik kurdukları diğer kabilelerden yıllık haraç toplayarak yaşayan bu hanlıklar merkezi devlet oluşturamadıklarından güçlü bir kuvvet karşısında bölünmekten ve veraset savaşlarıyla birbirlerini tüketmekten uzak kalmamışlardır. 
4 Kırım hanı “bölgede dokuz ay kış vardır” gibi asılsız propagandalarla Astrahan seferini ve kanal kazma projesini engellemeye çalıştığı gibi Osmanlı projelerinden Rusları haberdar etmeyi de ihmal etmemiştir bkz. M. Sadık Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, İstanbul 2005, 55 ve İnalcık, Osmanlı-Rus İlişkileri, 30. 
5 XVI. yüzyılda Osmanlı devlet adamlarının Safevilere karşı savaş yapmak için 1555 Amasya barışını bozmak istemeleri üzerine devrin sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa‟nın ifadeleri, üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen güncelliğini korumaktadır; özetle: “Sultan Süleyman‟ın İran seferinde çok sıkıntı çektiği, Safevilere karşı düzenlenecek seferin çok masraflı ve yıpratıcı olacağı, elde 
edilen kazançların barışı bozmaya değmeyeceği, reâyânın tekâliften ve tecavüz-i askerden peymal olacağı, diyar-ı Acem meftuh olsa dahi reâyâsının raiyyet olmağı kabul etmeyeceği…”. Sokullu‟nun ifadesiyle Osmanlıya “raiyyet olmak”, bu günkü anlamda bir devlete vatandaş olarak onunla kader birliğine girmek belirli bir kültürel birikimin sonucuydu ve herkesin harcı da değildi bkz. Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 59. 
6 Hemen hemen her vadide ayrı bir kültürün yaşadığı Kafkasya, Gürcü, Laz, Adige (Çerkes), Abaza, Çeçen, İnguş, Avar, Lezgi, Lek ve Dargı gibi Kafkas halklarından; Azeri, Karaçay-Malkar, Nogay ve Kumuk gibi Türk boylarından Ermeni ve Oset gibi Hint-Avrupa kavimlerinden meydana gelen; coğrafî olumsuzluklardan dolayı kuzeyi ile güneyi sadece Derbent (Demirkapı) ve Daryal geçitleriyle birbirine bağlanabilen bir coğrafyadır. 
7 1578‟de başlayıp yaklaşık 12 yıl süren ve 1590‟da İstanbul Antlaşmasıyla sonuçlanan Osmanlı-İran savaşları Hazar denizine kadar olan coğrafyada Osmanlı hâkimiyetini sağlarken malî getirisi pek olmayan bu fetihler Osmanlı hazinesinin iflasının da başlangıcı olarak kendini daha sonraki yıllarda hissettirecektir. Şah I. Abbas‟ın 1590 Antlaşmasıyla Osmanlı‟ya bırakılan Güney Kafkasya‟yı adım adım geri alıp Sünnî halkı kılıçtan geçirmesi ise bölgedeki Osmanlı varlığının sonu olacaktır. 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması‟yla Tebriz, Revan ve Azerbaycan havzası Safevilere terk edilmiştir. 
8 Rus modernleşmesi hakkında bkz. İlber Ortaylı, “XVIII. Yüzyıl Türk-Rus İlişkileri”, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadî Ve Sosyal Değişim, Makaleler I, Ankara 2000, 377 ve M. E. Falkus, Rusya’nın Endüstrileşmesi 1700-1014 (Çev. Alaaddin Şenel), Ankara 1986. 
9 Ruslar 1588 yılında Terek nehri civarında Terskiy kasabasını ve kalesini inşa ederek 1623‟te aynı kasabaya 500 Kazak (Kosak, Kozak) ailesini yerleştirmişlerdi. XVII. yüzyılda bu kasaba birçok Kafkas hanlıklarıyla birlikte 20 bin kişilik bir nüfusa varan bölgenin siyasî ve ticarî merkezi hâline gelmişti. 
10 Ancak, Kafkaslarda kabile beyleri önderliğinde çatışmalar devam etmekteydi. Ruslara karşı isyan eden Kafkas halklarından Çeçenler ve İnguşlar geçici başarılar elde etmekteyseler de Çeçen Murat Bey gibi liderler yakalanarak (1708) Kazan şehrinde kaburgalarından demir kancalara asılarak öldürülmekte, türlü işkencelere maruz kalmaktaydılar. Özellikle Kalmuklar ve bazı Kabarday beylerinin-XVI. yüzyılda Nogaylar örneğinde olduğu gibi-Ruslarla işbirliği yapmaları bölgede Rus yayılmasını kolaylaştırmıştır. Çar I. Petro‟nun danışmanlarından Kabarday asıllı olan Aleksandr Bekoviç Çerkasskiy 1714‟de Çar‟a gönderdiği raporda “Sultanın temsilcilerinin Kabarday‟dan İran sınırına kadar olan yerlerde yaşayan dağlı başbuğlarını kendi taraflarına çekmeye çalıştıklarını, Rusya, Kuzey Kafkasya ve Hazar denizi kıyısındaki toprakları kendine bağlayamazsa buraların Sultan‟ın 
eline geçeceğini, bu topraklar Rusya‟ya katılacak olursa kurşun ve altın madenleri, neft yatakları, ipekçilik ve pamukçuluğun Rus devletine büyük fayda sağlayacağı nı” yazmaktaydı bkz. Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 100-101. 
11 Mustafazade Tevfik Teyyüboğlu, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Kafkaslarda Osmanlı-Rus İlişkileri”, Osmanlı (Ansiklopedisi), C.I, Ankara 1999, 568-69. 
12 1763 yılında Terek nehrinin kuzey kıyısında Mozdok kalesi inşa olunmuş, 500 Kozak ile tahkim edilen bu kale karakol görevi yanı sıra Osetlere ve İnguşlara dini eğitim veren misyoner merkez olarak kullanılmıştır bkz. Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 125. 
13 Bu savaşın ve daha genel anlamda XVIII. yüzyılda Osmanlı devletinin içinde bulunduğu siyasî, askerî ve yönetsel eksikliklerin en iyi tasvirini Ahmed Resmi Efendî‟de bulmak mümkündür bkz. Virginia Aksan, Ahmed Resmî Efendi, İstanbul 1997, 162-192. 
14 Osman Köse, “XVIII. Yüzyıl Osmanlı Rus Münasebetleri”, Osmanlı (Ansiklopedisi), C.I, Ankara 1999, 544-545. 
15 İşgalden sonra on binlerce Kırım Müslüman‟ı Rus idarecilerin baskıları yüzünden Osmanlı topraklarına doğru göçe başlamışlardı, göçlerin 1772 yılında başladığı bilinmektedir bkz. Justin McCarthy, Müslümanlar Ve Azınlıklar, İstanbul 1998, 15. 
16 Gürcistan havzası Rus himayesine girmesine rağmen bazı Gürcü beyleri Osmanlı ve İran yardımını talep ederek Ruslara karşı savaşmaya devam etmişlerdir. Bunlardan İmaret Kralı II. Solomon 1814 yılında İstanbul‟a gönderdiği mektubunda Rusların zulmünden kurtulmak için kendisine yardım edilmesini talep ettiyse de Osmanlı devletinin destek veremediği Solomon, Ruslara yenildiğinden 1815 yılında Osmanlı devletine sığınarak Trabzon‟a yerleşmiş ve burada hayatını tamamlamıştır bkz. Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 182. Tiflis‟in ele geçirilmesi sonrasında Rusların şehri Ermenilerle iskân ettirmesi şehirde Rusların Gürcülere oranla artmasına neden olmuştu, bu konuda Puşkin‟in eserinde de bilgi bulunmaktadır bkz. A. Puşkin, Erzurum Yolculuğu, İstanbul Matbaası, İstanbul (t.y.), 41. K. Kaynarca sonrası Osmanlı Rus ilişkilerinin seyri için bkz. A. N. Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara 1970, 24-39. 
17 Anapa‟ya görevlendirilen Canikli Battal Hüseyin Paşa ve Sarı Abdullah Paşa gibi pek çok Osmanlı idarecisi bölgede Ruslara karşı mücadele etme yerine Trabzon ve Erzurum valiliklerini elde etme gibi kişisel menfaatlerle meşguldüler. Ruslara teslim olan Battal Hüseyin Paşa (1790) hâricinde, Anapa seraskerliğiyle görevli Sarı Abdullah Paşa‟nın Trabzon‟dan ayrılıp Anapa‟ya gitmemesini haber alan Ruslar 1790 yılında Anapa‟yı ele geçirerek kaleyi temellerine kadar yıkıp sivil halkı da katletmişlerdi bkz. Mahmut Goloğlu, Trabzon Tarihi, Trabzon 2000, 90-92. 
18 Ruslar tarafından bütünüyle ele geçirilememiş olan Dağıstan, Rusya‟nın XIX. yüzyıldaki en büyük problemlerinden biri olmaya devam edecektir. 
19 1821 yılında başlayan Yunan isyanının 1827 yılında Osmanlılar tarafından bütünüyle bastırılması İngiltere, Fransa ve Rusya‟nın çıkarlarına ters düştüğünden 1827 yılında adı geçen devletler Nevarin‟de dostlarından saldırı beklemeyen Osmanlı donanmasını yok etmişlerdi. 
20 Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, İstanbul 1953, 548-550 ve Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 191-193. 
21 1828-29 Osmanlı-Rus savaşında İstanbul halkından 80 bin gönüllü yazımını bekleyen II. Mahmud aksi durum ortaya çıkınca hayal kırıklığına uğramıştı: “ne çare bizim halkımızda min-tarafillah din ve iman gayreti yok ki ittifak ile toplanıp da din ve devletleri uğrunda can ve baş feda etsinler” bkz. Süleyman Kocabaş, Tarihte Türk-Rus Mücadelesi, İstanbul 1989, 218. 
22 Kars ve Erzurum‟un Rusların eline geçmesi hakkında bkz. İbrahim Aykun, “Paskeviç Ve Şark Seraskerliği İle İlişkileri”, Türkler (Ansiklopedisi), C.12, Ankara 2002, 721-729. Benzer şekilde Rumeli cephesinde; Tuna boyunda, Şumnu ve Rusçuk‟ta Ruslara karşı ciddî mücadeleler verilmişse de Varna kalesini savunan Yusuf Paşa gibi vasıfsız ve kendi çıkarlarını düşünen Paşaların askerleriyle 
birlikte Ruslara firar ederek katılmaları yanı sıra Bulgarların Ruslara casusluk yapmaları gibi örneklerin çokluğu Rus birliklerinin Edirne önlerine kadar gelmelerini kolaylaştırmıştı bkz. Kocabaş, Türk-Rus Mücadelesi, 211-212. 
23 1830‟lardan sonra Kafkasya kelimesi göç kelimesi ile birlikte anılacaktır. XIX. yüzyılda Kafkaslarda Rus politikaları ve Müridizm hareketleri için bkz. Abdullah Saydam, “Kuzey Kafkasya‟daki Bağımsızlık Hareketleri”, Osmanlı Dünyasında Siyaset, Adalet Ve Raiyyet, Trabzon 1998, 302-336 ve aynı yazar, “Rus Sömürge Siyaseti Ve Kafkasya”, Osmanlı Dünyasında Siyaset, Adalet Ve Raiyyet, 337-380. 
24 Belgenin sadece yıl olarak tarihi mevcuttur ve belge 1826 yazından 1827 yazına kadar olan bir yıllık süreyi ifade eder. 
25 Bu tarihten sonra Kars ve Erzurum‟u ele geçiren General Paskeviç Genel Valiliğe getirilecektir. 
26 Osmanlı devrinde genelde Erzurum Eyaleti‟ne bağlı kalan Kars‟ın idarî ve yönetsel örgütlenmesi için bkz. Cevdet Küçük, “Erzurum”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (TDVİA), C.11, İstanbul 1995, 328; Tufan Gündüz, “Kars”, TDVİA, C.24, İstanbul 2001, 516-517 ve (93 Harbinin hemen öncesi için) Salnâme-i Vilâyet-i Erzurum (H.1288), Vilâyet Matbaası, Erzurum 1288, 137. 1927 yılı tahririne göre ise burada değerlendirmesi yapılan belgede adı geçen yerleşim lerin / köylerin çoğu Kars vilâyetine bağlı Arpaçay kazasının nahiyeleri (merkez nahiye: Zaruşad, Baş Gedikler nahiyesi ve Şüregel nahiyesi) içerisinde yer alırlar bkz. Son Teşkilât-ı Mülkiyede Köylerimizin Adları, Dahiliyye Vekâleti, İstanbul 1928, 756, 757. 
27 BOA. A.DVN. DVE 915, 6. 
28 Puşkin, Erzurum Yolculuğu, 48. 
29 Günümüzde burada sınır kapısı bulunmaktadır. 
30 BOA.A.DVN.DVE 915 , 4-5. 
31 Rusya desteğindeki bu Ermeni kuvvetlerini XIX. yüzyıl sonlarında profesyonelleşecek olan milis kuvvetlerin/çetelerin ilk numuneleri olarak görmek mümkündür. 
32 BOA.A.DVN.DVE 915 , 4. 
33 BOA.A.DVN.DVE 915 , 5. 
34 Ali Kasumov-Hasan Kasumov, Çerkes Soykırımı, Ankara 1995, 44-45. 
35 Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 174 ve Kasumov-Kasumov, Çerkes Soykırımı, 73. 
36 Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 191. 
37 Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, 548. 
38 BOA.A.DVN.DVE 915 , 6. Raporda, baskınlarda 1500 civarında sığırın alınıp götürüldüğü kayıtlıdır. 
39 BOA.A.DVN.DVE 915 , 5. 
40 BOA.A.DVN.DVE 915 , 5. 
41 Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 63. 
42 Benzer şekilde, bu belgenin tarihinden birkaç yıl sonra Kars ve Erzurum‟u işgal ettikten sonra Edirne Antlaşması (1829) gereği geri çekilmeleri sürecinde 1829-30 kışını Kars‟ta geçiren Ruslar şehri yakıp yıkarak 72 câmiden sadece 24 câmiyi ayakta bırakmışlardır bkz. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, 549. 
43 BOA.A.DVN.DVE 915 , 5. 
44 Yeniçeri odalarında en kıdemsiz efrâda verilen isim. Esas görevleri Yeniçeri ocağında oda hizmetçileri olan, ancak İstanbul ve taşradaki karakollarda güvenliği sağlama/zabitlik gibi görevleri de bulunan Karakullukçular hakkında bkz. Abdülkadir Özcan, “Karakullukçu”, TDVİA, C.24, İstanbul 2001, 438-39. 
45 BOA.A.DVN.DVE 915 , 4-5. 
46 BOA.A.DVN.DVE 915 , 6. 
47 BOA.A.DVN.DVE 915 , 6. 
48 Kocabaş, Türk-Rus Mücadelesi, 214. 
49 “Her yeri ekilmiş bir toprak üzerinde gidiyordum” bkz. Puşkin, Erzurum Yolculuğu, 52. 
50 1812 yılında isyan eden Gürcülere teslim olmaları yoksa öldürüleceklerini söyleyen Rus komutanlara Gürcülerin verdikleri cevap Rus zulmünü anlamak açısından önemlidir: “…daha önce himayesine sığındığımız Rus Çarının gönderdiği adamların bize çok kötü davranmaları yüzünden isyan ettik. Yeterince sıkıntı çeken bizler burada ot yerken sizin adamlarınız gelip vahşice elimizden yiyeceklerimizi aldılar. Bizleri evlerimizden atıp erzak ve şaraplarımızı yağmaladılar. Karılarımızın ve kızlarımızın ırzına geçtiler. 
Böyle bir hayata tahammül etmektense mücadele ederek öleceğiz. Çarın bizim sesimizi duyarak bize insaf edeceği konusunda hiçbir ümidimiz yoktur” bkz. Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 177 ve 182. 

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

İŞİD ÖRĞÜTÜ

İŞİD ÖRĞÜTÜ





Recep Tayyip GÜRLER & Ömer Behram ÖZDEMİR 
Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi 

BÖLGESEL GELİŞMELER IŞİD: IRAK’TA YERLİ SURİYE’DE YABANCI 


Irak’ta ABD’nin çekilmesine Maliki’nin Sünni gruplara karşı sert tavrı eklenince IŞİD için Sünni bölgelerde etkinliğini arttırma fırsatı doğmuştur. Anbar’da bir 
yıldır süren sivil protestolara Maliki güçlerinin silahlı müdahalesi ve Sünni milletvekili Ahmet El-Alvani’nin güvenlik güçlerince tutuklanması gibi hadiseler 
gerginliği had safhaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda 2014’ün başında Sünni aşiretler ve IŞİD ortak hareket ederek Felluce ve Ramadi’de önemli bölgeleri ele 
geçirmiştir. 

IŞİD’in Yakın Geçmişi 

Suriye’deki varlığı ve yakın zamanda Musul ve çevresindeki ilerlemesi ile gündeme oturan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü yayılmacı politikaları ve kanlı eylemleriyle gerek Türkiye gerekse de dünya kamuoyunda merak uyandırmıştır. 
IŞİD’in bugününü anlayabilmek için öncelikle dününü ele almak gerekmektedir. IŞİD çizgisi olarak nitelendirebileceğimiz akım, Ürdünlü Ebu Musab El-Zerkavi’nin liderliğinde Irak’ta ortaya çıkmıştır. 11 Eylül sonrası ABD’nin Afganistan’ı işgali, bu bölgede bulunan Zerkavi’nin bölgeden çıkmasına ve Irak’ın kuzeyine geçmesine yol açmıştır. Bu bölgede Ensar El-İslam ismindeki Kürt grubuyla kısa süre bir arada bulunan Zerkavi, ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından “Tevhid ve Cihad” adlı grubuyla ABD güçlerine karşı saldırılarda bulunmuş ve en güçlü direniş yapısı olarak dikkat çekmiştir. 
    2004 yılında da El-Kaide’ye bağlılığını bildirmiştir. Böylece örgütün yeni adı “İki Nehir Arası El-Kaidesi” (Irak El-Kaidesi) olmuştur. 
ABD güçlerine karşı önemli kayıplar verdiren saldırılarda bulunan örgüt, zaman içinde Irak’taki en etkili örgütlerden biri haline gelmiştir. 
Lakin örgüt bir yandan ün kazanırken bir yandan da uyguladığı bazı politikalar nedeniyle eleştirilere hedef olmuştur. Zerkavi’nin akıl hocası olarak bilinen ve Selefi-Cihadi akımın önemli düşünürlerinden Ebu Muhammed El-Makdisi, Zerkavi’yi Şii ve Hristiyan sivilleri hedef almanın cihada zarar verdiğini belirterek yöntem açısından eleştirmiştir. 
Makdisi dışında El-Kaide merkezinden de benzer eleştiriler gelmiştir. Lakin Zerkavi, bu eleştirileri kabul etmemiş ve eylemlerini aynı doğrultuda devam 
ettirmiştir. 
    2006 Haziran’da ise Zerkavi’nin ABD güçleri tarafından bir operasyon sonucu öldürülmesi ile örgüt yeni bir döneme geçmiştir. 
Irak El-Kaidesi dahil olmak üzere bazı Sünni grupları da içine alarak oluşturulan Mücahitler Şura Konseyi dönüşüm geçirerek Irak İslam Devleti adını almıştır. Irak İslam Devleti’nin (IİD) ilanı, El-Kaide merkezine danışılmadan yapılan bir eylem olarak Irak ile merkezin arasında ileride yaşanacak kopukluğun ilk örneklerinden biri olmuştur. 
Yeni örgütün başına ise Ebu Ömer El-Bağdadi getirilmiştir. Ebu Ömer El-Bağdadi’nin başa geçişiyle örgüte getirilen “yabancılık” eleştirilerine karşın örgütün Iraklılaşma yolunda hareket etmeye başladığını görüyoruz. Lider kadrosu ve savaşçılarıyla Irak dışı bir unsur olarak gözüken IİD, bu hamlesiyle Irak Sünni toplumunu da “tabanlaştırmak” istemiştir. Günümüzde IŞİD lideri Ebubekir 
El-Bağdadi başta olmak üzere Eymen El-Iraki, Ebu Ali El-Anbari ve Ebu Ahmed El-Alvani gibi neredeyse tüm tepe kadro Iraklı unsurlardan oluşmaktadır. 

Örgüt, her ne kadar kendini Iraklaştırarak taban desteği sağlamayı amaçlasa da uyguladığı sert eylemler nedeniyle bazı Sünni gruplardan bu desteği görememiştir. 
Özellikle IİD’in otorite dikte edici tavrı, bazı Sünni aşiretlerce hoş karşılanmamıştır. Bunun neticesinde de ABD’nin maddi desteği ile IİD’ye karşı olan Sünni aşiretlerden oluşan Sahva (Uyanış) güçleri adında silahlı birlikler oluşturulmuştur. ABD güçleri ve Sahva birliklerinin operasyonları IİD’ye büyük kayıplar verdirmiştir. 2006’dan 2011’e kadarki sürede IİD’ye karşı yapılan operasyonların etkisi IİD’nin Irak çapındaki saldırı sayılarının azalmasına yol açmıştır. 2011 itibariyle ciddi manada etkinliği ve saldırıları azalan IİD, bu dönemden sonra tekrar güç kazanmıştır. Bunda ABD’nin Irak’tan çekilişi ve Suriye’deki otorite boşluğu en önemli etkenlerdir. 

BÖLGESEL GELİŞMELER 

<  IŞİD, eylemleri ile Şam yönetiminden ziyade muhalif unsurlara zarar vermekte ve orta vadede rejimin elini güçlendirmektedir. 
Rejimin göz yumması sonucu IŞİD’in Suriye’de alan hakimiyetini arttırması ise Irak operasyonları için örgüte güç kazandırmıştır.  >



Ayrıca ABD’nin çekilişi sonrası Maliki’nin Sahva birliklerinin devamını sağlamaması ve Sünnileri siyasal alanda dışlaması da IİD’nin yeniden ivme kazanmasına yol açan diğer sebeplerdir. 

El Kaide’den Kopuş ve Son Dönem Gelişmeleri 

2011’de Suriye’de rejim ile muhalifleri arasında başlayan savaşta Özgür Suriye Ordusu’nun ardından çok sayıda başka muhalif yapı da ortaya çıkmıştır. Selefi-Cihadi kimliğiyle öne çıkan El-Nusra da bunlardan biridir. 2013 itibariyle ses getiren bombalı eylemleri ve sahada etkinliğinin artmasıyla El-Nusra uluslararası kamuoyunun gündemine oturmuştur. Tam bu dönemde Ebubekir El-Bağdadi 
Nisan 2013’te bu örgütün IİD’nin Suriye’deki bir uzantısı olduğunu ve iki yapının birleştirilip Irak-Şam İslam Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. Bu ilana El-Nusra lideri Muhammed Cevlani karşı çıkmış ve örgütünün Eymen ez-Zevahiri’ye biatlı olduğunu duyurmuştur. Zevahiri de IŞİD’in ilanının kendilerine danışılmış bir hadise olmadığı için iptalini ve El-Nusra’nın Suriye’de IİD’nin de Irak’ta savaşa devam etmesi gerektiğini dile getirmiştir. Bağdadi, Cevlani ve Zevahiri arasındaki bu görüş ayrılığı karşılıklı mesajlarla sürmüş ve en sonunda 2014’ün ilk aylarında El-Kaide merkezinin IŞİD ile aralarında bir bağ kalmadığı açıklamasıyla nihayete 
ermiştir. Böylece bir dönem Irak El-Kaidesi olarak da bilinen çizgi ile El-Kaide arasında örgütsel bir bağ kalmamıştır. Lakin Bağdadi’nin ilanı El-Nusra içindeki yabancı savaşçıların büyük bir kısmının IŞİD saflarını oluşturmasına yol açmıştır. IŞİD, bugün itibariyle Suriye sınırları içinde Rakka, Carabulus ve Tel Abyad’da hakim güç olmanın yanı sıra Halep kırsalı, Deir ez-Zor ve Haseke’de de önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölgeler, Suri-ye’deki petrol tesislerinin bulunduğu bölgeler olması nedeniyle IŞİD için bir gelir kaynağı niteliği taşımakta dır. Aynı zamanda Esad rejiminin IŞİD mevzilerine diğer muhalif unsurlara yaptığının aksine çok az hava saldırısında bulunması, IŞİD unsurları için kuzey Suriye’nin korunaklı bir bölge olmasını sağlamıştır. 
    IŞİD 2014 ile birlikte Özgür Suriye Ordusu unsurları, İslami Cephe, Mücahitler Ordusu, El-Nusra ve YPG (Halk Savunma Birlikleri-PYD’nin silahlı 
kanadı) ile kuzey Suriye’de bir hakimiyet savaşına girmiştir. Bu açıdan bakıldığında IŞİD, eylemleri ile Şam yönetiminden ziyade muhalif unsurlara 
zarar vermekte ve orta vadede rejimin elini güçlendirmektedir. Rejimin göz yumması sonucu IŞİD’in Suriye’de alan hakimiyetini arttırması 
ise Irak operasyonları için örgüte güç kazandırmıştır. 
Irak’ta ABD’nin çekilmesine Maliki’nin Sünni gruplara karşı sert tavrı eklenince IŞİD için Sünni bölgelerde etkinliğini arttırma fırsatı doğmuştur. 
Anbar’da bir yıldır süren sivil protestolara Maliki güçlerinin silahlı müdahalesi ve Sünni milletvekili Ahmet El-Alvani’nin güvenlik güçlerince tutuklanması 
gibi hadiseler gerginliği had safhaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda 2014’ün başında Sünni aşiretler ve IŞİD ortak hareket ederek Felluce ve Ramadi’de önemli 
bölgeleri ele geçirmiştir. Irak güvenlik güçlerinin bu ani baskınlara karşı yetersizliği ise yeni değildir. 
2013 Temmuz ayında Taci ve Ebu Gureyb cezaevlerine IŞİD’in yaptığı baskınlar sonucu çok sayıda mahkumu serbest bırakması, olası baskınlarda Irak Ordusu’nun ne derece yeterli olabileceği sorusuna da cevap niteliği taşımaktaydı. IŞİD başta olmak üzere bölgedeki muhalif unsurların saldırılarına karşı mevzilerini savunmada yetersiz kalan Irak savunma güçleri, 10 Haziran’da Musul’un direnç gösterilmeden 
düşmesinde de etkili olmuştur. Irak ordusunun fazla direniş göstermeden Musul’u terk etmesi komplo teorilerinin sıkça dillendirilmesine neden olmuştur. 
Lakin Irak ordusuna mensup askerlerin düzensiz kaçışları pek çok askerin IŞİD’e esir düşmesi ve infaz edilmeleriyle sonlandı. IŞİD ve diğer Sünni unsurlar, Tikrit başta olmak üzere, çok sayıda kasabaya girmiş ve Irak’ın Ürdün ve Suriye sınırlarında da önemli kesimlerde hakimiyet sağlamışlardır. 
Bu açıdan bakıldığında Irak ordusunun geri çekilmesinin önlenebilir bir saldırıya karşı hamle olmaktan ziyade büyük askeri kayıplara uğramamak için zorunlu bir seçim olduğu söylenebilir. Aksi durum ise Bağdat yönetiminin sonuçlarını 
yanlış hesap ettiği bir oyun oynaması anlamına gelmektedir. 



Hedefleri ve Kapasiteleri 

    Irak ve Suriye’deki kaos ortamından faydalanan IŞİD’in bölgedeki geleceğine dair tahminlerde bulunmak için örgütün hedeflerine ve kapasitesine bakmak gerekmektedir. Zerkavi’den bu yana IŞİD lider kadroları devlet iddiasından vazgeçmemenin yanında savaşı Irak’ın ötesine taşımak arzusuna sahiptir. Lakin Zerkavi veEbu Ömer El-Bağdadi’nin gerçekleştiremedikleri cepheyi genişletme 
hedefi, Ebubekir El-Bağdadi ile gerçekleşmiştir. Nihai amacı hilafetin yeniden ihyası -elbette kendi yönetimlerinde- olan IŞİD, bu amacı doğrultusunda cephe genişletmektedir. 
Bu yol planına göreSuriye, Ürdün ve hatta Lübnan ile hat genişleyecek, İsrail’in sınırlarına dayanılacak ve asıl savaş İsrail ile yapılacaktır. 
Kudüs’ün özgürleştirilmesi ve bölgedeki Batı kuklası rejimlerin yıkılması ile İslam Devleti kuruluş amacına ulaşacak ve hilafet ihya edilecektir. 
    IŞİD’in kısaca bu şekilde özetlenecek hedefleri, sansasyonel olmakla birlikte kapasitesi itibariyle bu hedefleri zorlamaları şu an için zor gözükmektedir. 
Haraç, petrol tesisleri, savaş ganimetleri ve bağışlara dayanan mali yapısı ile bölgedeki diğer silahlı örgütlere nazaran önemli bir potansiyele sahiptirler. Lakin nihai amaçların ütopikliği bir yana, IŞİD mevcut insan kaynakları ile amaçlarına göre oldukça kısıtlı bir örgüt konumundadır. IŞİD Suriye’de neredeyse tüm muhalefet ile çatışma halindedir ve yerli bir taban desteğinden yoksundur. 
Irak’ta ise Bağdat’ın Sünnilere karşı politikaları Sünni tabandan destek ve diğer gruplardan işbirliği imkânı sağlamıştır. Ancak yakın geçmişte görüldüğü üzere iktidar paylaşımı hususunda oldukça katı olan örgütün diğer Iraklı Sünni gruplarla da tekrar çatışmaya girmesi pek uzak bir ihtimal değildir. 
Askeri bir güç olarak ise kapasitesi bir düzenli ordu olmaktan uzaktadır. 
Bölgede yaşanan otorite boşluğundan faydalanarak kimi bölgelerde hakimiyet kursalar da bu bölgelerde orta vadede kalıcı olabilmeleri şu an için pek mümkün gözükmemektedir. Ancak sansasyonel hedefleri önemli bir propaganda malzemesi dir. 
Kapasite açısından ütopik olsa da bu hedefler IŞİD’in yabancı savaşçı devşirmesin de etkili olduğu gibi IŞİD üzerinden “teröre karşı uluslararası destek” tezini savunan Esad ve Maliki gibi liderlerin de propaganda malzemesi haline gelmiştir. Zira “aşırı unsurlara karşı savaşmak” tezi, uluslararası toplum nazarında günümüzdeki yegane meşru güç kullanım sebebi olarak kabul görmektedir. “Aşırı unsurların” ortaya çıkış nedenleri yerine sadece sonuca odaklanıldıkça IŞİD gibi yapıların destekçi bulmaya devam edeceğini de söyleyebiliriz. 

Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi 

***

7 Mart 2021 Pazar

Köşeye sıkışan sadece ABD ve Trump değil, tüm dünya..

 Köşeye sıkışan sadece ABD ve Trump değil, tüm dünya.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
30 Ocak 2020 


Giriş
 
ABD, ne demokrasi ne özgürlükler, kuruluşundan beri her şeyden önce zengin bir 
sınıfın çıkarlarını kollamak için oluşturulmuş bir siyasi sisteme (Plutokrasi) sahiptir. 
Hangi partiden olduğunuzun önemi yoktur. ABD’yi yöneten derin devlet askeri-istihbarat kompleksi olarak gösterilse de onlar küresel sermayenin yani Yahudi parasının memurlarıdır 1. Trump’ın ne istediği önemli değildir, yapması gerekeni yapar. ABD başkanları, seçilmiş kongre üyelerinin önemli bir kısmı, arkasında Yahudilerin olduğu silah sanayi, büyük şirketler, bankerler ve medya tarafından satın alınmıştır ve Trump, bundan istisna değildir. Son yıllarda ABD dış politikası için derin devlet içinde yaşanan çekişme İsrail’in öne almak istediği İran 
senaryosuna ilişkindir. Bir grup, İran senaryosunun öne çekilmesini isterken, diğer grup önceliğin Çin olduğunu iddia ediyor. Her iki grupta ABD halkının değil, küresel sermayenin çıkarları için çalışıyor. Trump, iki tarafı da idare ediyor ve bazen diğer taraf için geri adım atsa da İsrail’i memnun edecek tüm hukuksuz kararları alabiliyor. Neler olduğu ile ilgili önce Trump’ın durumu ile başlayalım, sonra yeni Orta Doğu Barış Planı ve diğer gelişmeleri açıklayalım. 

Trump, zor durumda.. 

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi 24 Eylül 2019'da "ABD'nin ulusal 
güvenliğine zarar verdiği" ve "Başkanlık yeminine ihanet ettiği" gerekçesiyle Trump'a yönelik azil soruşturması başlatıldığını açıklamıştı. Temsilciler Meclisi Genel Kurulunda 18 Aralık'ta yapılan oylamada suçlamalar kabul edildi. Halen Trump, ABD Senatosunda yargılanmaya devam ediyor ve yeni tanıkların çağrılması tartışılıyor. Cumhuriyetçi Trump son üç yılda, Demokrat Parti’nin en şeytan kesimleri ile ittifak halindeki ABD askeri ve istihbarat aygıtının yönettiği derin devletin şantajı altında. Kasım Süleymani’nin katli için verilen emir gibi 
İsrail’e Kudüs’ü veren karar da İsrail’in baskısı ile geldi. Trump, ABD askerlerini çıkarmak isteyen Irak’ı yaptırımlarla tehdit etti. Trump’ın densizliği ve tutarsızlığı ABD’de olduğu kadar dünyada da uluslararası ilişkilerin ahlaki sınırları konusunda yeni bir tartışma başlattı. 

Gazinocu Trump’ın devlet yönetimi anlayışı; ırkçılık, yabancı düşmanlığı, patalojik 
yalancılık, aptalca tehdit etme, şantaj yapma ve twitter ile haberleşme gibi özelliklere sahip. CIA Direktörünün arkasında olduğu askeri-istihbarat kompleksinin çeşitli katmanları var. Önce Trump’ı Rusya ile gizli ilişkileri üzerinden vurmaya çalıştılar (Russiangate) ancak iki yıl süren uğraşıdan sonuç alamayınca Ukrayna ile ilgili telefon görüşmeleri skandalına sarıldılar. Trump’ın Ukrayna devlet başkanı ile yaptığı telefon görüşmesinde başkanlık seçimlerindeki rakibi Joe Biden’e yönelik komplo teklifi skandalı (Ukraniangate) üzerine odaklanmış durumdalar. 
Son yıllarda Ukrayna, Orta Doğu ve İngiltere’de kukla hükümetler üzerinden Küresel Sermayenin ABD ve Avrupa’daki ayakları olan Rockefeller ve Rothschilds birbirilerine karşı önemli hamleler yaptılar. Bunları daha önce yazmıştık. Trump ise finansal küreselleşmeye karşı ve onunla birlikte sanayi kapital ve ekonomide şirket hâkimiyeti öne çıkıyor. ABD’deki güç merkezlerinin son durumunu şu şekilde özetleyebiliriz 2

 - Ekonomik güç eliti olan İsrail yanlıları ve Wall Street CEO’ları. 
 - Milli kapitalist elit. 
 - Güvenlik ve savunma sanayi kompleksine bağlı Pentagon Generalleri. 
 - Küresel sermayenin iş eliti. 
 Yukarıdaki grupların içinde en etkili olanlar ekonomik elit ve generaller. Onları iş eliti ve milli kapitalistler izlemektedir. Bu kişiler belirli bir partiden gelmemekte, sık sık güç mücadelesi içinde yer değiştirmektedirler. 
Trump’ın kilit ekonomik kadroları başlangıçta İsrail yanlısı neo-liberaller ve ekonomik milliyetçiler arasında paylaşılmıştı ama sekiz ay sonra bu grubun yerine Trump’ın generalleri ile ittifak halindeki Siyonist-küreselciler geldi. 
Kısaca, Trump’ı korumak ve yeni başkanlık seçimlerinde desteklemek ise en başından beri Küreselci Siyonistlere, İsrail yanlısı Orta Doğu politikası taraftarlarına kalmış durumda. 
 Derin devlet, Trump’ı devirmese de onun dış politikada hareket alanını istediği gibi yönlendiriyor yani siyasi ve askeri seçenekleri üzerinde belirleyici olmaya devam ediyor. Bir zamanlar Bizans İmparatoru Konstantin’in yaptığı gibi “Onlarla savaşmak yerine onlara katılmak 3” stratejisini seçti. Yani derin devlete uymayı öğrendi. Derin devletin ve Wall Street’in Trump’ı etkilemede daha doğrusu ayar vermede içeriden iki adamı var. Trump’ın bir zaman gözdelerinden olan John Bolton en büyük İran düşmanı ama aptal ve tehlikeli olarak görülüyor. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise derin devletin neo-con fraksiyonu ile birlikte Kasım Süleymani’nin öldürülmesini isteyenlerin başında geliyor. Bunlara başkan yardımcısı Pence de eklenmeli. Özetle Trump-Pompeo-Pence üçlüsü ABD’yi yöneten cinayet mekanizmasının önünde oturuyor. Amerikalı Yahudi zenginlerin arkasında olduğu İsrail yanlısı Demokrasilerin Savunulması Vakfı (FDD 4), Bolton’u harekete geçirdi ve İran koalisyonuna gönülsüz olan İngiltere tehdit edildi. Her şeye rağmen İran senaryosu İsrail’in istediği hızda gelişmiyor ve bu yüzden FDD içinde bazıları istifa etmek zorunda kaldı. 

Trump’ın finansörleri muhafazakâr Yahudiler ve Hıristiyan Evanjelikler, en çok 
onlardan medet umuyor. Böylece Senato’da suçlamalardan kurtulmayı ümit ediyor. 
Trump, sık sık Evanjelik dini ayinlere katılarak taraftarlarını ve finansörlerini artırmaya çalışıyor. 
Tanrı’dan hep birlikte sağlık ve zenginlik istiyorlar ama bu dini anlayış örneğin Orta Doğu’dan gelen göçmenlere hoş bakmıyor, Meksika sınırına duvar örüyor, insanları ve ülkeleri kendine göre ayrıştırıyor. Üstelik cennete gidecekleri de kendilerine göre belirlemişler. Cennetin Görev Tanımı (Mandate of Heaven) aslında eski bir Çin siyasi ve dini doktrini. Bu doktrine göre, imparator kâinatı doğal düzenine yöneten ve kutsal olarak seçilmiş kişidir. Eğer imparator görevini layığı ile yapmazsa felaketler başlar ve görev tanımı sona erer 5. Amerikan liderlerinin Bağımsızlık Bildirgesi ile böyle bir kutsal görev aldığı, hala ABD dış politikasına yön veren ‘Amerikan İstisnacılığı’ anlayışının da kökenidir. Nitekim Temsilciler Meclisi Başkanı demokrat Nancy Pelosi, Trump’ın hainlikle yargılanması için yapılan sorgulamanın sonunda yaptığı konuşmada buna vurgu yaptı. 

 Orta Doğu’ya ve Arap ülkelerine her istikametten sokulmaya çalışan Çin, ABD 
tarafından en büyük tehdit olarak görülüyor. Üstelik Batı felsefesi ve tarihinin bir parçası olmadığı için arada kültürel bir boşluk var. Evanjelikler ve muhafazakârlar, ABD’yi beyaz üstünlüğünde bir Hıristiyan millet olarak tanımlayarak, ortak bir gündem oluşturacak yani Çin’e karşı ‘din’ değil ‘ırk’ kullanılacak. Özetle Hıristiyan bağnazlık üzerinden Çin ile bir kültür savaşının altı da ısıtılıyor. Yeni muhafazakâr lar için Afganistan bir “zorunluluk savaşı”, Irak ise “seçenek savaşı” idi. Suriye, Yemen ve diğerleri bu seçeneklerin devamı oldu. 

Bundan sonrası ise Tanrı’dan gelen çağrı üzerine kâinatın ahlakı için savaş olacak. Çin’in cennet için görev tanımına dönecek olursak; Tanrı belirli coğrafyalardaki liderler ve halklar için ödül ve cezalandırma ile adalet sağlar. Bu anlayışın ABD’deki versiyonu ise daha önceki makalelerimizde bahsettiğimiz “Tepedeki Şehir 6 ” yani cennet için ABD’nin çekici bir ülke olması ve Tanrı’nın vaat ettiği topraklara ulaşmasıdır. 

Trump’ın Orta Doğu Barış Planı.. 

Başkan seçildiğinden beri Küreselci Siyonistlerin desteği ile ayakta kalan ve halen 
devam eden azil sürecinde İsrail lobisinin şantajı altında olan Trump’ın son diyeti Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te verilen tavizler oldu. 
Trump, İsrail başbakanı Netenyahu ile birlikte Orta Doğu Barış Planı’nı açıklarken dikkat çeken birkaç husus var; 
- Ortada devam eden bir barış görüşmesi yoktu, Yahudi damat Jared Kushner daha Kasım 2016’da Orta Doğu politikalarının başına getirilmişti ve dolayısı ile bu aslında Kushner Planı
- Anlaşmanın tarafı olması gereken Filistin yönetimi görüşmelere dâhil değildi. 
- Trump, son yıllarda zaten İsrail yanlısı tek taraflı politikaları ile bu görüşmelere 
aracılık edecek bir konumda değildi. 


Resim: İsrail’in Oluşturmaya Çalıştığı Kuşatılmış Filistin Bölgeleri 
 Map of the future Israeli state in the Trump administration plan. 

2017’den beri hazırlandığı iddia edilen 50 sayfalık kitapta yer alan plan, Orta Doğu Barışı ile ilgili sanki Trump’ın görüşleri imiş gibi açıkladığı esaslar ile aslında İsrail’in isteklerini meşru hale getirmeye çalışıyor. İsrail, 52 yıldır Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgal altında tutuyor. Plan, esas itibarı ile şunları öngörüyor; 
- Filistinlilere kendi topraklarında sınırlı özerklik verirken, İsrail’in kontrolünde 
kuşatılmış bölgeler içinde yaşamaya zorlanıyorlar. 
- Kudüs’ün egemenliği İsrail’e verilirken, Filistin’e şehrin doğusunda bazı bölgelerin kontrolü bırakılıyor 7

- İsrail’in Batı Şeria’dan tamamen çıkması gerekirken %70-80’i Filistin yönetimine 
bırakılıyor. Böylece İsrail, buradaki illegal yerleşim alanlarını meşru hale getiriyor. 
- Netanyahu’nun istediği gibi; İsrail, Ürdün Vadisinin çoğunu kontrol altına alacak ve Batı Şeria’daki geleceğin Filistin Devleti’ni de çevrelemiş olacak. 
Filistin’in kara, deniz ve hava tüm ulaştırması, sınırları İsrail’in kontrolünde olacak. 
İsrail’in Batı Şeria’da illegal olarak yerleşim sağladığı yerler meşru hale getirilerek Ürdün Vadisi’ne de bağlanacak. Özetle, Güney Afrika’da olduğu gibi ırkçı bir bölünme ile tüm toprakların kontrolü İsrail’in kontrolüne verilirken, bölgesel dengelerle de oynanıyor. 
Bu plan, seçim hazırlığındaki iki lidere de iç politikada yardım edecek. Plan; Trump’ın Senato’daki azil süreci ile üç günlük soruşturmanın son gününde iken yayınlandı. Netanyahu da ülkesinde yolsuzluk iddiaları ile suçlanıyor. Trump azilden muaf olmayı ve yeni seçimleri kazanmayı, Netanyahu ise hapisten kurtulmayı ve tekrar seçime girmeyi umuyor. 
BM, Trump’ın planını reddetmiş gözüküyor çünkü hem BM kararlarına hem de 
uluslararası hukuka aykırı. BM için hukuka uygun olan 1967 yılında çizilen sınırlara uygun olarak iki devletli çözüm ve doğrusu bu. 

Köşeye sıkışan ABD.. 

Trump’ın 2017 yılı Ulusal Güvenlik Strateji dokümanına göre Çin ve Rusya, iki 
revizyonist ülke olarak ABD’nin uzun vadeli stratejik rekabetinin en öncelikli gündemidir. 
Trump’ın, İsrail’in baskısı ile İran’ı hedef almış durumda ama Rusya ve Çin, ABD’nin bu ülkeye yönelik yaptırımlarını etkisiz hale getiriyor. Temmuz 2019’da Rusya, Çin ve İran liderleri Bişkek’teki Şangay İşbirliği Örgütü toplantısında ortak bir deniz tatbikatı yapmak ve ticari diplomasi konusunda anlaşmışlardı. Nitekim Aralık 2019’da Umman Körfezi’nde Rusya, Çin ve İran’ın yaptığı tatbikat ABD için alarm verdi. Rusya, ABD’yi Suriye ve Türkiye ile ilişkileri üzerinden vuruyor. Çin ise küresel bir deniz gücü geliştirmek peşinde ve Cibuti yakınlarında ilk dış askeri üssünü açtı. İran; ABD’nin Orta Doğu’daki en yakın koalisyon ortakları olan Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE tarafından şüphe ile bakılan ülke. 

Avustralya ve İngiltere, ABD’nin müttefiki olarak Körfez’e savaş gemileri gönderiyor ama diğer Avrupa ülkeleri Trump’ın özellikle nükleer anlaşma ve iklim değişikliği sözleşmesinden tek taraflı çekilme kararlarından memnun değiller, Çin ve Rus liderleri ile daha yakın çalışıyorlar. Özetle, ABD diplomatik olarak yalnız ve dış politikada ahlaki yönü ile iflas etmiş durumda. ABD’nin %25 gümrük vergisi şantajı altında olan İngiltere, Fransa ve Almanya, İran’a yönelik ambargolara ve savaş koalisyonuna katılmaya zorlanıyor. 

ABD yönetimi içindeki Çin ve İran savaş senaryoları arasındaki çekişmeye dönecek olursak; Savuma Bakanı Mark Esper, Amerikan askeri gücünün Asya Pasifik’e odaklanılmasını isterken, Körfez bölgesine gönderilmektedir. Orta Doğu’dan sorumlu ABD Merkez Kuvvetleri Komutanı general Frank McKenzie, Orta Doğu’da kalmak için ısrar etmektedir. ABD’nin Orta Doğu’daki askeri varlığı Irak, Suriye, Kuveyt, BAE, Katar, Türkiye vd. ülkelerde konuşlanmak üzere 80 bin kişiyi geçiyor 8. Bu gücün tamamı İran’a karşı konuşlanmış durumda. Kasım Süleymani ’nin öldürülmesinden sonra ABD, IŞİD ile mücadeleyi bıraktı ve Irak’ta askerlerini korumaya odaklandı. Binlerce asker, diplomat ve sivil yanında özel sözleşmeci şirket personeli yolda. Mayıs 2019’dan beri 28 binden fazla Amerikan askeri Orta Doğu’ya gönderildi 9. Bu askerlerin 3 bini Suudi Arabistan’a gitti. 

Gerekçe geçen Eylül ayında İran’ın iki Suudi petrol bölgesine attığı füzeler nedeni ile petrol üretiminde zorlanması. Pentagon, geçen hafta bir filo F-15E savaş uçağını Suudi Arabistan’ın Prens Sultan Hava Üssü’ne gönderdi. Bu uçaklar, İran içindeki kara hedeflerine saldırmak için seçildi. Geçen Ekim ayında ise BAE’deki El Dafra Üssü’n başka bir F-15 E filosu gönderilmişti. ABD, İran’a karşı bölgeye yeni hava sistemleri gönderiyor. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), Afrika Komutanlığı (AFRICOM) ve Latin Amerika Komutanlığı oldukça meşgul ve daha fazla asker, gemi, uçak istiyorlar. Asya-Pasifik’e gidecek her asker ve araç onlara daha az gitmesi demek. Kısaca, ABD ne önceliklerini belirleyebiliyor ne de askeri görevleri ile uyumlu bir kaynak yönetimi var. 

Üstelik IŞİD yok olmuş, Suriye içinde Esat hâkimiyeti sağlamış ve ABD düşmanlığı 
zirve yapmışken yeni bir macera dönemine giriliyor. İran ile Irak, Afganistan, Suriye ve Yemen’de devam eden mücadeleye rağmen İran’ın doğrudan hedef alınması pahalı bir senaryo. Üstelik ABD’nin devam eden askeri görevleri var; 

 - Rusya’ya karşı Baltık bölgesini savunmak, 
 - Afganistan’da Taliban ile savaşmak, 
 - Çin’i Tayvan’a saldırmaktan caydırmak, 
 - Kuzey Kore’yi Güney’e saldırıdan korumak, 
 - Suriye’deki petrol bölgelerini muhafaza etmek, 
 - Orta Doğu ve Afrika’da terör örgütleri ile istikrarsızlık faaliyetlerini sürdürmek. 

    Latin Amerika’da ABD’yi Venezüella petrol için hedef alıyor ama ABD yanlısı 
Bolivya, Şili ve Ekvator’da neo-liberal politikalar halkı iyice fakirleştirdiği için durum kritik. CIA tarafından Venezüella’da 2019 yılında yeni bir rejim değiştirme komplosu yürürlüğe kondu. Trump, Nikaragua’yı da rejim değişikliği ile tehdit etti. Bolivya’da Morales ABD’nin onayı ile görevi bıraktı. 

Uzun vadeli hedefi Çin’e odaklanmak isteyen ABD, bir an önce İran ile ilgili 
işlerini bitirip, Orta Doğu’dan Doğu’ya ilerlemek istiyor. Bütün bunlar bütçe istiyor. Yıllık bir trilyon dolar açık veren ABD, Irak ve Afganistan’a yaklaşık 6 trilyon dolar harcadı ve sonuç sıfır. Trump’ın 2020 yılı savunma bütçesi yeni Uzay Kuvveti de dâhil 738 milyar dolar. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler konu savaş gündemi olunca derin devlet gibi düşünüyorlar. 

 Sonuç.. 

 İran senaryosu yaklaşıyor ve bu savaş Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’i de 
etkileyeceğinden bu ülkeler için de yeni düzenlemeler hazırlanıyor. Ancak, sadece ABD değil, tüm dünya kriz içinde ve çözüm savaş olarak görülüyor. ‘Uzun savaş’, ‘yaratıcı kaos’, ‘sürekli savaş’ gibi kavramlar aslında daha büyük dünya savaşının hazırlıkları ve bunlara daha önce değindik. Asıl sorun, uluslararası sistem ile ilgili; finansal ve başta iklim koşulları olmak üzere çevresel olarak bir çöküş yaşanıyor. Kapitalizm artık ekonomileri taşımıyor. Tüm ülkeler benzer sorunlar içinde; üretim yok, iş yok, ihtiyaç çok, gelir yok ama borç çok. Sadece ABD’nin ulusal borcu 23 trilyon dolar. Ülkeler borç krizi içinde iken, tüketime alıştırılmış insanlar evsiz, işsiz ama borçlu. Öte yandan dünyanın her yerinde iklim koşullarına bağlı olarak felaketlerden geçilmiyor. İklim ısınması, kutupların erimesi, fırtınalar derken, 
Avustralya’da Türkiye’nin onda biri kadar bir orman alanı yandı. Nedense yanan yerler hep kıymetli madenlerin yani hazır para kaynaklarının olduğu bölgeler. İnsanlık, açgözlü insanların yönettiği devletler yüzünden yaşadığı dünyanın doğasını ve kendi kendini yok ediyor. 
Prof.Dr.Sait Yılmaz 
30 Ocak 2020 

 
DİPNOTLAR:

1 Küresel Sermayenin yapısı ve uzantıları için bakınız; Sait Yılmaz, Küresel Sermaye ve Türkiye, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2014),. 
2 James Petras, Who Rules America? The Power Elite in the Time of Trump, Global Research, (September 13, 2017). 
3 Bu strateji daha sonra Hıristiyanlık stratejisi haline gelmişti. 
4 FDD: Foundation for the Defense of Democracies. 
5 Patrick Mendis, The Political Hijacking of Religious Principles, National Interest, (January 27, 2020 ). 
6 Bakınız, Sait Yılmaz, Tepedeki Şehir, academia.edu.tr, (02 Şubat 2019). 
7 Felicia Schwartz, Michael R. Gorden, Trump Says He Has Given Netanyahu His Plan for Mideast Peace, WSJ, (Jan 28, 2020). 
8 Daniel R. DePetris, Did Donald Trump Misplace His National Security Strategy? Defense Priorities, (January 24, 2020). 
9 Enea Gjoza, The Iran Illusion: The Threat to America's Security Comes from Great-Power Problems, Not Tehran, Defense Priorities, (January 27, 2020). 

***

Espiyonaj (Casusluk) İşleri.. BÖLÜM 2

            Espiyonaj (Casusluk) İşleri.. BÖLÜM 2 



Espiyonaj, Casusluk, İşleri, Prof.Dr. Sait Yılmaz, Espiyonajın Evrimi,

11 Eylül 2015‟de tutuklanan diğer Amerikalı (Tayvan kökenli) Deniz Piyade 
Yarbayı Edward Lin ise Tayvan veya Çin adına istihbarat yapıyordu ama iki ülke de bunu reddetti. Klasik espiyonajda, bilgiye sızacak doğru insan seçilir ve zafiyetleri istismar edilerek, ajan haline getirilir. Lin vakasında klasik espiyonaj metodu olan seks tuzağı ve sahte bayrak kullanıldı. 

 Çin dış Ajan teminini MSS içindeki Şanghay Devlet Güvenlik Bürosu içindeki küçük bir grup yürütmektedir 18. Şanghay; üniversiteleri, düşünce merkezleri, iş dünyası ve modern alt yapısı ile MSS‟in yabancı eleman temini için ideal yeridir19. 2010 sonrası Amerika‟da yakalanan Çinli ajanların Şangay Sosyal Bilimleri Akademisi tarafından edinildiği ortaya çıktı. Türkiye’den de son yıllarda Çin üniversitelerine, özellikle Şanghay’a bir trafik olduğunu hatırlatalım. Şanghay Jiaotong Üniversitesi, siber ortamda askeri bilgi espiyonajı ile meşhurdur. 

Mossad’ın en iyi Ajanları.. 

İsrail‟in ünlü casusları içinde en önde geleni olan, siyah derili ve çok iyi Arapça 
konuşan, Eli Cohen, Mısır‟da doğdu. Suriyeli bir Yahudi aileden gelen Cohen, 1960‟da İsrail istihbaratına girdi ve önce Arjantin‟de Suriyeli bir işadamı kılığında faaliyet gösterdi. 1962‟de Şam‟a dönerek Suriye iş dünyasında önemli bir yer edindi ve Savunma Bakanı‟na yardımcılık edecek kadar yakınlaştı. Golan tepelerindeki Suriye askeri tertiplenmesi ile ilgili verdiği bilgiler Altı Gün Savaşları‟nda İsrail‟in çok işine yaradı. 1965 yılında Suriye istihbaratı tarafından fark edilerek, halk önünde linç edildi. 

Cohen‟den sonra gelen Eşref Merwan, ölüme giderken İsrail onu görmezden geldi. 
Sebebi aynı zamanda Suudlara da çalışmıştı. Eşref Merwan‟ın Mısır‟da Cemal Nasır‟ın damadı idi ve Nasır‟ın halefi olan Enver Sedat‟a danışman olmuştu. 1970‟de Londra‟da iken İsrail büyükelçiliğine başvurarak gönüllü ajan olmak istemişti. Kod ismi „Melek (Angel)‟ idi ve yakın zamanda hikâyesi kitap20 olarak yayınlandı. Merwan, Süveyş Kanalı‟na saldırmak isteyen İsrail‟e Mısır‟ın savaş planlarını verdi. Bununla kalmadı, Enver Sedat‟ın Sovyetlerle yaptığı görüşmelerin tutanaklarını ve Kahire‟ye gelen Sovyet silahlarının listesini de verdi. 

İsrail‟in merak ettiği Sedat‟ın İsrail‟e saldırma niyeti idi ve bunu göze alamayacağını düşünüyorlardı. Hâlbuki Melek, 1972‟de Sedat‟ın saldırmaktan başka seçeneğinin olmadığını çünkü İsrail‟in ona diplomasi alanında yapacak bir şey bırakmadığını aylar önce söylemişti 21. 
 Ağustos 1972‟de Sedat, Kral Faysal‟a savaş planını açıklamak için Riyad‟a gittiğinde görüşme odasındaki üçüncü kişi Mervan‟dı. Faysal, Sedat‟a eğer ABD İsrail‟i desteklerse petrol ambargosu uygulayacağını sözünü vermişti. 6 Ekim 1973‟deki Mısır‟ın saldırısı İsrail kadar ABD için de sürpriz oldu. Bir gün öncesinde Melek, Londra‟da saldırının ertesi gün başlayacağını tekrar haber verdi ve böylece İsrail en azından Golan Tepelerini kurtardı. 

 Peki, Nasır‟ın damadı olan biri niye Mossad casusu olmaya seçmişti. İlk neden para olabilir, İsrail ona milyonlarca dolar vermişti. Ama diğer önemli neden ego, dünyanın en büyük oyununda ana aktör olmak, heyecan duymak istiyordu. Ancak, İsrail istihbaratı para akışı üzerinden çalışır ve Suudların kendilerinden önce ona para ödemeye başladıklarını banka hesaplarından tespit etti. Faysal‟ın damadı Kemal Adham da kendisine para ödüyordu. 

İsrail, önce bunu Suud‟lara karşı bir darbede kullanmak için bir fırsat görmüştü. Ancak, Ekim 1973‟den sonra casuslar savaşı ile hesaplaşma başladı. İsrail, Merwan‟ı deşifre etti. 2007 yılında Merwan, Londra‟daki evinin balkonundan düştü ama nasıl düştüğü bilinmiyor. 

 Rus İstihbaratı.. 

 20. yüzyılda Rusya‟nın siyasi tarihinde yaşanan önemli değişmeler, Sovyet 
hâkimiyetinin tesisi, 1980‟lerin sonlarından itibaren siyasi sistemin dağılması ve yeni bir sisteme (aynı zamanda rejime) geçiş Rusya istihbarat teşkilatının gelişim sürecindeki önemli kırılma noktalarıdır. Sovyet casusluk faaliyetleri, diğer ülkelerden oldukça farklı şekilde organize edildi. Bu organizasyon, Birinci Dünya Savaşı esnasında kurulmuş olan Leninist partiler içinde oluşturulmuştu. Ancak, 1950 ve 1960‟larda ABD içindeki ajanların bir devrim yaratacağına olan inanç kaybolunca, Stalin bunları Komünist Partisi‟nin propaganda vasıtası olarak kullanmaya devam etti. Batı için sorun, bütün Komünistler casus olmadığına göre, 
bunları ayırt etmek zordu ve pek çoğu ABD içinde iken anayasal haklarını da kullanmaktaydı. 

Üstelik Sovyetlerin bütün casusları da Komünist değildi. Sovyetler, Soğuk Savaş süresince başka ülkelerdeki Komünist partileri ve sol devrimci hareketleri destekledi. 
İstihbaratçılar genellikle endişe içinde yaşarlar ve bazen bu yüzden enerjilerini boşa harcarlar. 1981‟de Sovyet Politbürosu‟nun kararı ile KGB ve GRU küresel bir istihbarat operasyonuna başladılar. Kod adı RYAN (Raketno-Yadernoye Napadenie) olan bu operasyon Reagan yönetimi ve NATO‟nun Sovyetlere ilk nükleer bombayı atmak için bir planı olduğu varsayımına dayanıyordu. Yıllar sonra Washington‟a atanan Rus büyükelçisi Anatoly Dobrynin, bu varsayımı Reagan politikasının paranoyak bir okuması olarak nitelemişti 22. 

1990-2000 yılları arası Rus istihbarat servisleri için adeta bir çöküş dönemi yaşadı. 
Sovyetler Birliği daha dağılırken Kasım 1991‟de Alman Karşı-İstihbarat Direktör Yardımcısı Peter Fisch, şu notu düşmüştü; “Sovyet istihbaratının duraklama dönemi sona erdi.” 1992 Baharında ise ABD, İngiliz, İskandinav ve Benelüks ülkeleri istihbaratı şu sonuca vardı; 
“Sovyet Birliği dağılıyor olsa da, Rus istihbarat servisleri kendilerini kurtarıyorlar 23.” Bu kurtulma ile paralel giden üç önemli gelişme söz konusu idi. İlki, Yeltsin‟in gücü, KGB‟nin takipçilerini kontrol edemeyecek kadar zayıftı. İkincisi Rus casusluğu, Sovyet döneminin aksine, askeri sırların değil ekonomik istihbarat peşine düşmüştü. Üçüncüsü Rusya artık istihbarat alanında süper güç olacak bütçeye sahip değildi. 

1994 yılında Yeltsin muhaliflerini baskı altına alınca istihbarat servislerinde sınırsız 
süreli atama olmayacağı politikası belirledi. Bu dönemde Batılılar, Rusların demokrasi ve kapitalizme geçişi ile sponsor rolü edinmişlerdi. Ancak, bundan üç yıl sonra durumlar değişti ve Batının gerçek niyeti anlaşılınca romantizm bitti ve yeni bir kavram ortaya çıktı; „Rusyayı Rusya yapmak‟. Ruslar, çokuluslu bir devletin yıkıntısından tekrar çokuluslu ve büyük güç olma yoluna seçtiler. 

Artık ideolojik değil jeopolitik nedenlerle büyük güç olacak yeni Rusya, güçlü bir 
istihbarata gene geleneksel istihbarat kültürü içinde sahip olacaktı. Ortada düşman yoktu ama pek çok ülke gibi Rusya için de istihbarat sadece gelenek değil bir politika vasıtası idi. Rus istihbarat toplama hedefi şimdi teknoloji idi ve bu iş dış istihbarata verildi. Yeltsin açıklaması bunu tamamlıyordu; “Diğer ülkelerin pazarlarına girmek sadece Ekonomi Bakanlığı‟nın değil 
Dış İstihbarat‟ın da görevidir.” Sovyetler Birliği‟nin dağılması ile birlikte istihbarat teşkilatı KGB (Devlet Güvenlik Komitesi) içinde zorlu bir çözülme olmuştu. Ancak, yaklaşık on yıl sonra KGB‟nin harabelerinin üzerinde eski KGB‟ye çok benzeyen, devletin en üst kademesinin hizmetinde ve küresel operasyonlar sorumluluğu olan FSB adında bir kuruluş ortaya çıktı. 2000‟li yıllarda Putin ile birlikte Rus istihbaratı yeniden örgütlendi; 

 - FSB (Federalnaya Sluzhba Bezopasnost: Federal Güvenlik Servisi), 
 - SVR (Sluzhba Vnesheny Razvedki: Dış İstihbarat Servisi), 
 - FSO (Federalnaya Sluzhba Okrhrany: Federal Koruma Servisi), 
 - GRU (Glannoye Razvedyvatelnoye Upravleniye: Ana İstihbarat Direktörlüğü, Askeri İstihbarat), 
 - GSUP (Glavneyo Upravelenniye Spetsyalnykh Program: Özel Programlar Ana Direktörlüğü). 

ABD‟deki Alternatif Sağ‟ın ve Avrupa‟daki Yeni Sağ‟ın arka planında Putin‟in aktif 
tedbirleri var. 2004 yılında Ukrayna‟daki Turuncu Devrim‟den sonra Putin, Rusya‟nın ABD tarafından parçalanacağını gördü. Putin, ekonomik ve coğrafi olarak Rusya için çok önemli olan Ukrayna‟nın CIA destekli NGO‟lar vasıtası ile rejiminin değiştirilerek Batı yanlısı bir hükümetle NATO‟ya katılacağını ve Rusya‟nın sürekli olarak zayıflatılmaya çalışılacağını anlamıştı 24. Rusya, çevresinde başlayan Renkli Devrimlere bir tepki olarak Batılı NGO‟ların 
Rusya içi ve dışındaki düşmanca faaliyetlerine karşılık vermek istedi. Böylece yeni aktif tedbirler (Batı jargonunda örtülü operasyonlar) hazırlanmaya başladı. 
ABD ve Avrupa‟daki seçimlerin ve referandumların etkilenmesi için yürütülen 
kampanyalar bu savaşın bir parçası oldu25. Putin, Avrupa‟ya hükmetmek için Rus milyarder ve Oligark Konstantin Malofeev‟in desteği ile beşinci kol faaliyetlerine girişti. Bu kolun ilk ayağı Doğu Ukrayna‟da (Donetsk) halk hareketini örgütledi. Daha sonra Avrupa‟daki radikal nasyonal-sosyalist partilerin desteklenmesini sağlandı. Sovyet stratejisi ayaklanma çıkarmak için işçileri ve işçi haklarını temel argüman yapardı. Yeni oluşum ise, bu hareketi Putincilik üzerinden Avrupa‟nın birleşmesi için ümit olarak sunuyor 26. 

 Siber Espiyonaj ve veri madenciliği.. 

 İstihbarat servisleri; değişen güvenlik ortamı, ekonomik koşullar, sosyal ve kültürel değişimler yanında baş döndürücü hızda yenilenen teknolojilere de ayak uydurmak zorundadır. Konumuz itibarı ile geçmişin gizli bilgi toplama yöntemlerinin modası büyük ölçüde geçmiş olsa da hala işe yarıyorlar. Siber espiyonaj konusuna önceki makalemizde değinmiştik. Klasik espiyonajda bile bilginin çalınması ve aktarılmasında bilgisayar sistemleri kullanılabilir. Bilgiye sızılacak bilgisayar için insan bağlantısı gerekli olabilir 27. 

Günümüzde siber sistemler üzerinden espiyonaj konusunda her gün yeni örnekler ile karşılaşıyoruz; 

- Çinlilerin ABD hükümeti personel yönetim ofisi bilgisayarlarını hacklemesi, 
- Edward Snowden‟in NSA bilgilerini çalması, 
- Bradley Manning‟in Wikileaks üzerinden gizli bilgileri yayınlaması gibi, çoğaltılacak pek çok örnek yanında geleneksel espiyonaj da bir yandan devam ediyor. 


Tablo 1: Ülkelerin Toplam Siber Savaş Gücü 

Kaynak: Richard A. Clarke, Robert K. Knake, Cyber War, Harper Collins, (2010), 148. 

ABD istihbaratının % 95‟ini açık kaynaklardan sağlamaktadır ve internet, oldukça 
önemli bir açık istihbarat kaynağıdır28. İnternetten istihbarat toplama sisteminin ana unsurları ABD‟nin oluşturduğu internet ağ omurgasındaki dokuz „‟Büyük İnternet Değişim Noktası” (IXP), NSA ürünü „‟koklayıcı siteler‟‟, çeşitli kurumların bilgi toplamak için kullandığı ağ giriş noktalarıdır 29. 
Facebook ve benzeri sosyal paylaşım siteleri önemli bir istihbarat kaynağıdır ve bu siteler Ortadoğu ayaklanmalarında kullanılmıştır. Son yıllarda çeşitli modellemeler ile yeni sızma yöntemleri üzerinde çalışılmaktadır. 
    Bilgisayarlara sızabilen kişiler (hackerlar) gizli servisler tarafından profesyonelce kullanılmaktadır. Dönem artık bilgisayarlarla casusluk dönemidir. Elektronik ortamda her şey dinlenir veya okunur, bunlar manyetik bantlara kaydedilir ve buradan da tercüme, analiz ve kıymetlendirme için ilgili merkeze gönderilir. Bu işlemden sonra tekrar ama farklı disklere depolanır, özetleri ve indeksleri çıkarılarak karar merciine ulaştırılır. Bu da bilgisayar ve iletişim teknolojisi demektir. Bu bilgisayar sistemlerinin içeriği, güçleri, uyumlulukları, 
esneklikleri ve dahası uydular gibi iletişim ağı bağlantıları teknik istihbaratın bir parçasıdır. 

Korumasız ve devasa bir bilgi yığını internette sizi bekliyor. Bu bilginin çoğu gizli 
değil ama faydalı. Ama bilgi o kadar çok ki istihbarat teşkillerinin hepsini rafine etme kabiliyetleri yok. Bu yüzden, geleceğin istihbarat sistemi için sektörler arası veri madenciliği araştırması başlatıldı. Önceki yıllarda veri madenciliği çalışmaları nın amacı kitle halindeki veriyi analiz ederek, özellikle terör örgütleri gibi sosyal ağlar için bağlantılar yakalamaktı. 
Şimdi bu analizlerin amacı önceden tahmin edilemeyen öngörülerde bulunmak ya da yeni öngörüler yakalamaktır. Mevcut vasıtalar bilgi yığınından istihbaratçının aradığı bağlantıları bulmayı hedeflerken, geleceğin vasıtaları bilgisayarlı istatistik modelleme ile öngörülememiş trendleri yakalayacaktır. Ancak bu yöntemin de özel sorunları vardır 30; 
 - Kara kutu problemi; istihbarat analizi hangi sonuca varacağını ve neyi rapor 
edeceğini bilmek ister ama veri-tabancılığı çözümleri genellikle bir kara kutu hesaplaması bırakır. Kullanıcı programa bir veri ekler ve bilgisayar, hesaplama sonucu bir cevap verir. 
Makinenin bunu yapması için öğrenmesi, yöntem tanımlaması, istatiksel model kullanması ve değerlendirmesi gerekir ve böylece öngörülmemiş bir sonuç üretir. Makineden bazı sektörler donuk kalır, bazı programlar paralel çalışarak sonucu teyit etmeye çalışır. Ancak istihbaratta donuk kısım tehlikelidir. Eğer makine bir sonuç vermişse bu kara kutuda bir penceredir. 
Karakutu problemi teknoloji geliştikçe yenilecek bir olgudur. 
 - Verileri anonimleştirme ve şifreleme; güçlü bir istatiksel model kurmak için, veri madenciliği programı büyük bir bilgi bankasına ihtiyaç duyar. Bu bilgi bankasında korunması gereken özel bilgiler de vardır. Şifreleme bilgi bankasını dışarıdakilere karşı korur. Edward Snowden gibi içeridekilere yani şifreleri bilenlere karşı değil. İstihbarat servisleri bu tür kaçakları önlemek için kullanıcıları takip eden teknolojiler kullanmaya başladılar. Kullanıcı yetkileri ve kullanım alanları da daraltılmaktadır. 
 - Şeffaflık ve halkın güveni; gizli sistemler içinde istismarların önlenmesi için 
istihbarat teşkilleri farklı şeffaflık standartları uygulamalıdır. Bilgi toplama ve analiz sistemlerinizin tam kabiliyetlerini dışarıdakilerden saklamalısınız aksi takdirde rekabet edemezsiniz. Diğer taraftan şeffaflık ve halkın güveni olmadan size sağlanan desteği zamanla kaybedersiniz. Veri madenciliği vasıtaları geliştirilirken nelerin gizlilik dereceli olacağı, dışarıdaki araştırmacılar,akademisyen ler ve halk ile nelerin tartışılıp tartışılmayacağı iyice düşünülmelidir. Mümkün olduğunca açıklık ve samimiyet sadece halk güveni sağlamaz, veri 
madenciliği için bilimsel tartışma alanını da genişletebilir. 

Uzay ve Deniz altında espiyonaj.. 

 Görüntü alma, iletişim ve robot teknolojilerinde meydana gelen olağanüstü 
gelişmelerle geçmişin istihbarat operasyonlarının basit kaldığı düşünülebilir. Ancak, teknolojideki büyük gelişmelerin haber toplama işinde kolaylık sağladığı iddia edilemez. 
Aksine bazı açılardan haber toplama eskiye nazaran daha zor hale gelmiştir. Toplanan verileri olağanüstü hacimlere ulaşması yeni beceriler gerektirmekte, operasyonel riskler artmakta, yasal zorluklar teknik bilgi toplamayı eskiye oranla daha güç haline getirmektedir. Siber uzayın devreye girmesi ile birlikte teknik istihbarat ve insan istihbaratı çok daha iç içe geçti. 

Gerçek dünyada hedeflerin bulunması ve yok edilmesi ihtiyacı „hedefli öldürme sistemi‟nin doğmasına yol açtı. 
 Uzayda olduğu gibi okyanusun derinliklerinde de karanlık; teknoloji ve espiyonaj ile buluşur. Uzaydaki otobüs büyüklüğündeki uyduların yerini okyanusların derinlerine inebilen denizaltılar alır ve gizli görevdeki casusları ve bilim adamlarını taşırlar. Casus uydudan çekilmiş ilk resmin alındığı 15 Haziran 1971‟den 11 yıl sonra okyanus derinliklerine ilk casus denizaltı da ulaştı. 

KH-9 HEXAGON casus uydusu 100 mil yukarıdan pizza büyüklüğünde resimler 
göndermişti. CIA ve NRO, Eastman Kodak ile birlikte casusluk için daha pratik film şeritleri üzerinde çalışmaya başladılar. Uydunun üstünde streo resim çeken büyük film kameraları vardı ve dönüşte çekilen fimler kapsül içinde paraşütle Hawaii civarına atılıyordu. Kova büyüklüğündeki kapsüllerin %30‟una ulaşılamıyordu. Okyanusun derinliklerine giden kovaları bulmak gerekiyordu. 1963 yılından başlayarak Amerikan Deniz Kuvvetleri okyanus derinlerine inmeyi denemeye başlamıştı. Sovyetlerin 33 bin feet‟e kadar inebildikleri düşünülüyordu ve kovaları kendilerinden önce toplayabilirlerdi 31. 25 Nisan 1972‟de Amerikalılar Trieste II gemisinden 16.400 feet ile temas edebildiler. Bugün ABD Deniz Kuvvetleri dünyadaki denizlerin %80‟inin altında kurtarma operasyonları icra edebiliyor. 
Deniz altı araştırmaları, uzay çalışmaları kadar kamuoyunun ilgisini çekmiyor. 
ABD Deniz Kuvvetleri‟nin ana görevlerinden biri Harita-1‟de görülen, okyanus 
altındaki espiyonaj kablolarını korumaktır. 
 

Harita 1: Dünya Genelinde Yeraltı Kabloları 
Map of NSA undersea cable intercepts
https://www.globalresearch.ca/wp-content/uploads/2019/03/Commercial-Satellite-Imagery-400x225.jpg
https://i0.wp.com/disobedientmedia.com/wp-content/uploads/2019/03/Screen-Shot-2019-03-08-at-3.49.25-PM.png?resize=560%2C374&ssl=1

 Artık, haber ya da başka amaçlar için uzaydan alınacak resimlerin kaynağı bazı özel ticari kuruluşlar olabilir. Örneğin NBC News, Kuzey Kore‟deki nükleer faaliyetleri haber yapmak için uydu resimleri satan iki şirkete başvurdu; Digital Globe ve Planet Labs. Digital Globe, yoğun olarak savunma ve istihbarat programları içinde yer almakta ve CIA başta olmak üzere devlet kurumları ve Silikon Vadisi ile yakın temas içindedir. Amazon ile Spacenet olarak bilinen daimi uydu gözetleme ağını kurdu. CIA‟nın çip üreticisi NVIDIA ile de çalışmaktadır. Planet Labs ise yeni nesil gözetleme kabiliyetleri ile ünlüdür. Bu iki sözde özel şirkete Google‟ın yan kuruluşu olan Skybox‟ı ilave edebiliriz. Bu üç şirkette ABD 
Savunma Bakanlığı‟nın (Pentagon) uzay istihbaratından sorumlu NGA‟ya32 görüntülü yer (nokta) istihbaratı sağlamaktadır 33. 


Resim 2: Hava Fotoğrafı (Kuzey Kore’deki Sanum-Dong Nükleer Araştırma Merkezi) 

 Kuzey Kore‟ye dönecek olursak bahsedilen haber nükleer faaliyetleri haber veriyordu ama resimde tesis dışında bekleyen birkaç araç dışında bir şey yoktu (Resim 2). Önemli olan iddia etmekti, nasıl olsa kimse nerede bu faaliyet nerede kanıt diye sormayacaktı. Zaten amaç ta, Trump‟ın Kuzey Kore lideri ile yapacağı görüşmeler öncesi kamuoyu oluşturmaktı. 

 Teknoloji ve Espiyonaj.. 

Halihazırda espiyonaj işleri için en çok gelişme katkısı sağlayan iki teknoloji alanı; 
nano-teknoloji ve bilgi teknolojisidir. Bunlar daha küçük ve daha hızlı bilgisayarlar, daha hafif casusluk malzemeleri, hatta insan vücuduna hızla ilaç enjekte edecek iğne üretimi bile sağlamaktadır. Bütün bunlar gizli operasyonlarda kullanılan aletlerin taşınması, saklanması ve gizli bilginin aktarılması için önemlidir. Örneğin, ABD için yabancı ülkelerin silah sistemleri, nükleer testler ve füze denemelerinin takip edilmesinde sensör kullanımı çok önemlidir. 

Nano-teknolojide sağlanan gelişmeler ile sensörlerin boyutları iyice küçülmüş ve çok daha uzun süre çalışacak güç (batarya) kapasitelerine kavuşmuşlardır. 
Geleceğin savaşçıları nano-robotlar yanında bir böcek büyüklüğündeki insansız hava araçları da hızla gelişmektedir. Kapasitesi artan flash-diskler sayesinde bir ajan yabancı bir bakanlığın tüm dosyalarını kısa sürede kopyalayabilir. Bu tür nano-cihazlar sayesinde ajanlar, yöneticileri ile her an gerçek zamanlı teması sürdürebileceklerdir. 
Eski moda insan istihbaratının yerini elektronik ve görsel yeni toplama yöntemleri 
almaktadır. Cep telefonları ve bilgisayar tabletleri daha yeni ses, görüntü, haritalama ve sayısal yazılım uygulamaları ile takviye edilmektedir. Analizcilere daha gelişmiş veri madenciliği, ses tanıma, doküman güvenirliği gibi kabiliyetler sunulmaktadır. Ancak, bu sistemler aldatmaya açıktır ve yabancı servisler bir kere sizin işletme sisteminize sızdığında her şey boşa gidebilir. 
Son yıllarda özelikle farklı dillerden tercüme konusunda önemli gelişmeler 
sağlanmıştır. Biyometrik, insan kimliğinin ve davranışlarının tanımlanmasında faydalı olmaktadır. Biyometrik; parmak izi, iris ve retina taraması, ses ve yüz tanıma, elinizdeki damar taraması ile sizi her zaman ele verecektir. Bu aynı zamanda eski tip sahte pasaport ve kamuflajın sonu demektir. Biyometrik gibi GPS de sizin aleyhinize yerinizi ve faaliyet sahanızı belirlemede kullanılabilir. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, aletler bozulabilir ya da insan hata yapabilir. Makineler insanların beynini hala okuyamıyor ve böylece pek çok istihbarat ihtiyacı eski tip casuslara gereksinim duyuyor. Bu yüzden, insan beynine nüfuz etmek (özellikle beyin fonksiyonlarını bilgisayarda izlemek) için pek çok çalışma hızla devam 
ediyor. 

 Sonuç.. 

 21. yüzyıl istihbaratı uzun dönemli tarihsel bir unutkanlık içindedir. Soğuk Savaş‟ın ilk yıllarında ABD istihbarat analizinin kurucu babası ve tarihçi Sherman Kent şöyle demişti; “İstihbarat, ciddi bir literatürü olmayan tek profesyonel meslektir. Bu alan, literatür eksikliği çektikçe; onun yöntemleri, sözlüğü, doktriner yapısı ve hatta temel teorisi her zaman tam olgunluğa erişememe riski taşıyacaktır34.” İstihbarat alanında dersler çıkarmak zordur çünkü geçmiş tecrübeler konusunda oldukça az kayıt vardır. 

Savaşların niteliği değişmeye devam ettikçe, istihbaratın rolü de değişecektir. 
Savaşların yeni şekli ile ilgili üç konu dikkati çekiyor. Öncelikle savaşlardaki asimetri düzeyi çok değişti. Daha az sayıda militan daha çok ölüme ve yıkıma neden olmaya başladı. Silahlar giderek daha güçlü ve etkili hale geldi. İkinci olarak devletlerin bağımsız olarak faaliyet gösterdikleri aktörlerin (terör örgütleri, sivil toplum örgütleri, medya, üniversiteler, dini gruplar, şirketler vb.) sayısı arttı. Üçüncü olarak ise artık savaş alanı küresel bir nitelik aldı. 

Yani savaşların artık cephesi yok. Bütün bunlar asıl işi istihbarat olan örgütlerin işlerini gittikçe içinde çıkılmaz hale getiriyor. 

Espiyonaja dönecek olursak, Soğuk Savaş‟ın James Bond‟u ile günümüzün modern casusu arasındaki önemli farklar vardır 35; 
 - Artık takma sakal, sahte kimlik veya teknoloji kimliğinizi saklamanıza izin vermiyor. 

Havaalanı ya da elçilik vb. yerlerde biyometrik yani göz irisi taraması yapılıyor. Buna son yıllarda belirli kemik taramaları eklendi yani bir kere bu taramadan geçtiniz ve rakip istihbarat servisin kayıtlarına girdiniz mi, sahte kimlik sadece sizi ele verir. Diğer yandan Google ya da Facebook da izinizin olmaması sizi şüpheli hale getiriyor. 

- James Bond, kraliçeye sadık bir İngiliz ajanı olarak, diplomattı ve diplomatik 
dokunulmazlığı vardı. Bugünün ajanı ise sözleşme ile servise giren, dünyanın herhangi bir yerinde (Afganistan, Ortadoğu ya da Afrika‟da) pek çok ajan ve askerlerle birlikte, her an bir makineli tüfek ateşi ile vurulmayı bekleyen, bütün içinde kendi işini yapan biridir. 
- Ancak, her ajan arabasının önünden makineli tüfek ile ateş eden kişi değildir. Diğer ülkelerin silahlı kuvvetlerinin hareketlerini takip eden, yabancı ülkelerin haberleşmelerine sızan ajanlar da var. Her ne kadar yöntemler hayal ettiğimizden farklı olsa da amaç gene gizli bilgi çalmak. Sadece devletler değil, devlet dışı gruplar da hedef tahtasındadır. Bunlar, kendi ülkelerinde değil, büyük ölçüde yabancı ülkelerde ve çatışma alanında bu işleri yapıyorlar. 
- Ajan temini ve eğitimi ile ilgili şirketler var. Bu şirketlerin en büyükleri Booz Allen Hamilton, SAIC, Northrop Grumman başta olmak üzere pek çok özel şirkettir. Sizi ayartmak için bir kız arkadaş göndererek, işe başlıyorlar. ABD istihbarat bütçesinin %70‟i bu özel şirketlere gidiyor. CIA ajanlarının %60‟ı da ABD hükümeti çalışanı değil. Dünyanın en büyük istihbaratçıları NSA‟de değil onlar için çalışan şirketlerin sokaktaki ajanlarıdır. 
 - Hemen hemen tüm yabancı ajanlar yerel halktan insanlar ile çalışıyor; Afganistan veya Ortadoğu‟ya bir Amerikalı ajan giderse, örtüsü ne olursa olsun bu hemen anlaşılır. 
Amerikan orijinli ajanların %90‟ı ülkesinde çalışır. Geri kalan %10‟u dış ülkelerde ajanları idare eden ve onlarla zaman zaman operasyonlara katılan “olay memuru” olarak çalışır. 
  Gerçek dünyada bir hizmetçi kız ya da keçi çobanı, bir M16 ajanından çok daha değerli bilgi getirebilir. 
  Bütün bu ajan değişikliklerine rağmen günümüzün istihbarat servisleri karşılaştıkları durumlara adapte olma, görevlerini yapma da hala marjinal durumdalar. 
  Batılı müttefik ülkeler arasındaki centilmenlik anlaşmasına göre birbirleri aleyhine casusluk yapılmaz ama bu her zaman lafta kalmıştır. Espiyonaj dünyasında kural, ahlak ve kanun yoktur. Yapılması gereken casuslara karşı casuslar ve güçlü bir kontr-espiyonaj sistemi kurmak yani casuslukla mücadeledir. Bunun için kurulacak teşkilat bağımsız bir yapıda olmalı ve dezenfekte olmuş bir teşkilat gerekirse sıfırdan teşkil edilmelidir. Aksi taktirde kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bir espiyonaj teşkilatı asıl işleri ile uğraşamaz. 


 DİPNOTLAR:

1 OSS: Organization of Strategic Services. 
2 James Sherr, Cultures of Spying, (December 1, 1994). 
3 Robert Wallace, Keith Melton, Spycraft The Secret History of The CIA’s Spytechs, From Communism to Al-Qaeda, A Plume Book, (London, 2009), 202. 
4 H.Keith Mellon, Robert Wallace, The Official C.I.A. Manual of Trickery and Deception, Harper, (2010), 3. 
5 Wallace, Melton, ibid, (2009), xix. 
6 Sait Yılmaz, Temel İstihbarat Toplama-Analiz-Operasyonlar, Kripto Yayınları, (Ankara, 2018), 245. 
7 George Friedman, The Importance Of the Plame Affair, Stratfor: Geopolitical Strategic Report, (Oct 17, 2005). 
8 U.S. Department of Defense, Joint Staff, Joint Publication 1-02, DoD Dictionary of Military and Associated Terms, Joint Publictation 1-2, (Washington DC, 2009), 91. 
9 Henry A. Crumpton, The Art of Intelligence: Lessons from a Life in the CIA's Clandestine Service, Penguin Books, (2013), 48. 
10 Richard L. Russell, Spies Like Them, (September 1, 2004). 
11 Crumpton, ibid, (2013), 107. 
12 Wallace, Melton, ibid, (2009), 363. 
13 Yılmaz, ibid, (2018), 254. 
14 John R. Schindler, The Counterintelligence Imperative, U.S. Naval War College, (November 29, 2011). 
15 Jacob Heilbrunn, Spies Among Us, (June 29, 2010). 
16 Çin istihbaratı ile ilgili olarak bakınız; Sait Yılmaz, Çin İstihbaratı, Sait Yılmaz (Edt.), İstihbarat Dünyası, Kripto Yayınları, (Ankara, 2013). 
17 Peter Mattis, China's Old-School Spies, Jamestown Foundation, (July 9, 2016). 
18 Peter Mattis, This Is How Chinese Spying Inside the U.S. Government Really Works, (June 11, 2017). 
19 Peter Mattis, Everything We Know about China's Secretive State Security Bureau, (July 9, 2017). 
20 Uri Bar-Joseph, The Angel: The Egyptian Spy Who Saved Israel, Harper & Collins, (2016). 
21 Bruce Riedel, How Israel Ignored Its Most Valuable Spy, Brookings Institution, (September 5, 2016). 
22 Christopher Andrew, The Secret World: A History of Intelligence, Yale University Press, (New Haven and London, 2018), 
23 James Sherr, Cultures of Spying, (December 1, 1994). 
24 George Friedman, Russia's Strategy, Stratfor, (April 24, 2012). 
25 Chris Zappone, Donald Trump-Vladimir Putin: Russia's Information War Meets the US Election, smh.com, (June 15, 2016). 
26 Robert Zubrin, The Wrong Right. National Review, (June 24, 2014). . 
27 Neal Duckworth, Cyber's Hot, but Low-Tech Spies Are Still a Threat, John F. Kennedy School of Government, (May 18, 2016). 
28 Stephen C. Mercado, Sailing the Sea of OSINT in the Information Age, A Venerable Source in a New Era, 6, (April 14, 2007). 
     https://www.cia.gov/library/center-for-thestudy-of-intelligence/csi- publications/csi-studies/studies/vol48no3/article05.html 
29 Sait Yılmaz, 21. Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2006), 433. 
30 Laura K. Bate, Can American Intelligence Leverage the Data-Mining Revolution? National Interest, (May 21, 2014). 
31 Steve Weintz, Spy Sats and Subs: The U.S. Military's Secret Deep-Sea Operations, (August 10, 2015). 
32 NGA: National Geospatial-Intelligence Agency. 
33 William Craddick, Intelligence Contractors Make New Attempt to Provoke Tensions with North Korea, Disobedient Media, (8 March 2019). 
34 Andrew Christopher, The Secret World: A History of Intelligence, Yale University Press, (New Haven and London, 2018), 
35 Robert Evans, 5 Ways Modern Espionage Has Left James Bond Behind, Cracked, (December 4, 2013). 

***