BÖLGESEL GELİŞMELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÖLGESEL GELİŞMELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

İŞİD ÖRĞÜTÜ

İŞİD ÖRĞÜTÜ





Recep Tayyip GÜRLER & Ömer Behram ÖZDEMİR 
Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi 

BÖLGESEL GELİŞMELER IŞİD: IRAK’TA YERLİ SURİYE’DE YABANCI 


Irak’ta ABD’nin çekilmesine Maliki’nin Sünni gruplara karşı sert tavrı eklenince IŞİD için Sünni bölgelerde etkinliğini arttırma fırsatı doğmuştur. Anbar’da bir 
yıldır süren sivil protestolara Maliki güçlerinin silahlı müdahalesi ve Sünni milletvekili Ahmet El-Alvani’nin güvenlik güçlerince tutuklanması gibi hadiseler 
gerginliği had safhaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda 2014’ün başında Sünni aşiretler ve IŞİD ortak hareket ederek Felluce ve Ramadi’de önemli bölgeleri ele 
geçirmiştir. 

IŞİD’in Yakın Geçmişi 

Suriye’deki varlığı ve yakın zamanda Musul ve çevresindeki ilerlemesi ile gündeme oturan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü yayılmacı politikaları ve kanlı eylemleriyle gerek Türkiye gerekse de dünya kamuoyunda merak uyandırmıştır. 
IŞİD’in bugününü anlayabilmek için öncelikle dününü ele almak gerekmektedir. IŞİD çizgisi olarak nitelendirebileceğimiz akım, Ürdünlü Ebu Musab El-Zerkavi’nin liderliğinde Irak’ta ortaya çıkmıştır. 11 Eylül sonrası ABD’nin Afganistan’ı işgali, bu bölgede bulunan Zerkavi’nin bölgeden çıkmasına ve Irak’ın kuzeyine geçmesine yol açmıştır. Bu bölgede Ensar El-İslam ismindeki Kürt grubuyla kısa süre bir arada bulunan Zerkavi, ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından “Tevhid ve Cihad” adlı grubuyla ABD güçlerine karşı saldırılarda bulunmuş ve en güçlü direniş yapısı olarak dikkat çekmiştir. 
    2004 yılında da El-Kaide’ye bağlılığını bildirmiştir. Böylece örgütün yeni adı “İki Nehir Arası El-Kaidesi” (Irak El-Kaidesi) olmuştur. 
ABD güçlerine karşı önemli kayıplar verdiren saldırılarda bulunan örgüt, zaman içinde Irak’taki en etkili örgütlerden biri haline gelmiştir. 
Lakin örgüt bir yandan ün kazanırken bir yandan da uyguladığı bazı politikalar nedeniyle eleştirilere hedef olmuştur. Zerkavi’nin akıl hocası olarak bilinen ve Selefi-Cihadi akımın önemli düşünürlerinden Ebu Muhammed El-Makdisi, Zerkavi’yi Şii ve Hristiyan sivilleri hedef almanın cihada zarar verdiğini belirterek yöntem açısından eleştirmiştir. 
Makdisi dışında El-Kaide merkezinden de benzer eleştiriler gelmiştir. Lakin Zerkavi, bu eleştirileri kabul etmemiş ve eylemlerini aynı doğrultuda devam 
ettirmiştir. 
    2006 Haziran’da ise Zerkavi’nin ABD güçleri tarafından bir operasyon sonucu öldürülmesi ile örgüt yeni bir döneme geçmiştir. 
Irak El-Kaidesi dahil olmak üzere bazı Sünni grupları da içine alarak oluşturulan Mücahitler Şura Konseyi dönüşüm geçirerek Irak İslam Devleti adını almıştır. Irak İslam Devleti’nin (IİD) ilanı, El-Kaide merkezine danışılmadan yapılan bir eylem olarak Irak ile merkezin arasında ileride yaşanacak kopukluğun ilk örneklerinden biri olmuştur. 
Yeni örgütün başına ise Ebu Ömer El-Bağdadi getirilmiştir. Ebu Ömer El-Bağdadi’nin başa geçişiyle örgüte getirilen “yabancılık” eleştirilerine karşın örgütün Iraklılaşma yolunda hareket etmeye başladığını görüyoruz. Lider kadrosu ve savaşçılarıyla Irak dışı bir unsur olarak gözüken IİD, bu hamlesiyle Irak Sünni toplumunu da “tabanlaştırmak” istemiştir. Günümüzde IŞİD lideri Ebubekir 
El-Bağdadi başta olmak üzere Eymen El-Iraki, Ebu Ali El-Anbari ve Ebu Ahmed El-Alvani gibi neredeyse tüm tepe kadro Iraklı unsurlardan oluşmaktadır. 

Örgüt, her ne kadar kendini Iraklaştırarak taban desteği sağlamayı amaçlasa da uyguladığı sert eylemler nedeniyle bazı Sünni gruplardan bu desteği görememiştir. 
Özellikle IİD’in otorite dikte edici tavrı, bazı Sünni aşiretlerce hoş karşılanmamıştır. Bunun neticesinde de ABD’nin maddi desteği ile IİD’ye karşı olan Sünni aşiretlerden oluşan Sahva (Uyanış) güçleri adında silahlı birlikler oluşturulmuştur. ABD güçleri ve Sahva birliklerinin operasyonları IİD’ye büyük kayıplar verdirmiştir. 2006’dan 2011’e kadarki sürede IİD’ye karşı yapılan operasyonların etkisi IİD’nin Irak çapındaki saldırı sayılarının azalmasına yol açmıştır. 2011 itibariyle ciddi manada etkinliği ve saldırıları azalan IİD, bu dönemden sonra tekrar güç kazanmıştır. Bunda ABD’nin Irak’tan çekilişi ve Suriye’deki otorite boşluğu en önemli etkenlerdir. 

BÖLGESEL GELİŞMELER 

<  IŞİD, eylemleri ile Şam yönetiminden ziyade muhalif unsurlara zarar vermekte ve orta vadede rejimin elini güçlendirmektedir. 
Rejimin göz yumması sonucu IŞİD’in Suriye’de alan hakimiyetini arttırması ise Irak operasyonları için örgüte güç kazandırmıştır.  >



Ayrıca ABD’nin çekilişi sonrası Maliki’nin Sahva birliklerinin devamını sağlamaması ve Sünnileri siyasal alanda dışlaması da IİD’nin yeniden ivme kazanmasına yol açan diğer sebeplerdir. 

El Kaide’den Kopuş ve Son Dönem Gelişmeleri 

2011’de Suriye’de rejim ile muhalifleri arasında başlayan savaşta Özgür Suriye Ordusu’nun ardından çok sayıda başka muhalif yapı da ortaya çıkmıştır. Selefi-Cihadi kimliğiyle öne çıkan El-Nusra da bunlardan biridir. 2013 itibariyle ses getiren bombalı eylemleri ve sahada etkinliğinin artmasıyla El-Nusra uluslararası kamuoyunun gündemine oturmuştur. Tam bu dönemde Ebubekir El-Bağdadi 
Nisan 2013’te bu örgütün IİD’nin Suriye’deki bir uzantısı olduğunu ve iki yapının birleştirilip Irak-Şam İslam Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. Bu ilana El-Nusra lideri Muhammed Cevlani karşı çıkmış ve örgütünün Eymen ez-Zevahiri’ye biatlı olduğunu duyurmuştur. Zevahiri de IŞİD’in ilanının kendilerine danışılmış bir hadise olmadığı için iptalini ve El-Nusra’nın Suriye’de IİD’nin de Irak’ta savaşa devam etmesi gerektiğini dile getirmiştir. Bağdadi, Cevlani ve Zevahiri arasındaki bu görüş ayrılığı karşılıklı mesajlarla sürmüş ve en sonunda 2014’ün ilk aylarında El-Kaide merkezinin IŞİD ile aralarında bir bağ kalmadığı açıklamasıyla nihayete 
ermiştir. Böylece bir dönem Irak El-Kaidesi olarak da bilinen çizgi ile El-Kaide arasında örgütsel bir bağ kalmamıştır. Lakin Bağdadi’nin ilanı El-Nusra içindeki yabancı savaşçıların büyük bir kısmının IŞİD saflarını oluşturmasına yol açmıştır. IŞİD, bugün itibariyle Suriye sınırları içinde Rakka, Carabulus ve Tel Abyad’da hakim güç olmanın yanı sıra Halep kırsalı, Deir ez-Zor ve Haseke’de de önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölgeler, Suri-ye’deki petrol tesislerinin bulunduğu bölgeler olması nedeniyle IŞİD için bir gelir kaynağı niteliği taşımakta dır. Aynı zamanda Esad rejiminin IŞİD mevzilerine diğer muhalif unsurlara yaptığının aksine çok az hava saldırısında bulunması, IŞİD unsurları için kuzey Suriye’nin korunaklı bir bölge olmasını sağlamıştır. 
    IŞİD 2014 ile birlikte Özgür Suriye Ordusu unsurları, İslami Cephe, Mücahitler Ordusu, El-Nusra ve YPG (Halk Savunma Birlikleri-PYD’nin silahlı 
kanadı) ile kuzey Suriye’de bir hakimiyet savaşına girmiştir. Bu açıdan bakıldığında IŞİD, eylemleri ile Şam yönetiminden ziyade muhalif unsurlara 
zarar vermekte ve orta vadede rejimin elini güçlendirmektedir. Rejimin göz yumması sonucu IŞİD’in Suriye’de alan hakimiyetini arttırması 
ise Irak operasyonları için örgüte güç kazandırmıştır. 
Irak’ta ABD’nin çekilmesine Maliki’nin Sünni gruplara karşı sert tavrı eklenince IŞİD için Sünni bölgelerde etkinliğini arttırma fırsatı doğmuştur. 
Anbar’da bir yıldır süren sivil protestolara Maliki güçlerinin silahlı müdahalesi ve Sünni milletvekili Ahmet El-Alvani’nin güvenlik güçlerince tutuklanması 
gibi hadiseler gerginliği had safhaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda 2014’ün başında Sünni aşiretler ve IŞİD ortak hareket ederek Felluce ve Ramadi’de önemli 
bölgeleri ele geçirmiştir. Irak güvenlik güçlerinin bu ani baskınlara karşı yetersizliği ise yeni değildir. 
2013 Temmuz ayında Taci ve Ebu Gureyb cezaevlerine IŞİD’in yaptığı baskınlar sonucu çok sayıda mahkumu serbest bırakması, olası baskınlarda Irak Ordusu’nun ne derece yeterli olabileceği sorusuna da cevap niteliği taşımaktaydı. IŞİD başta olmak üzere bölgedeki muhalif unsurların saldırılarına karşı mevzilerini savunmada yetersiz kalan Irak savunma güçleri, 10 Haziran’da Musul’un direnç gösterilmeden 
düşmesinde de etkili olmuştur. Irak ordusunun fazla direniş göstermeden Musul’u terk etmesi komplo teorilerinin sıkça dillendirilmesine neden olmuştur. 
Lakin Irak ordusuna mensup askerlerin düzensiz kaçışları pek çok askerin IŞİD’e esir düşmesi ve infaz edilmeleriyle sonlandı. IŞİD ve diğer Sünni unsurlar, Tikrit başta olmak üzere, çok sayıda kasabaya girmiş ve Irak’ın Ürdün ve Suriye sınırlarında da önemli kesimlerde hakimiyet sağlamışlardır. 
Bu açıdan bakıldığında Irak ordusunun geri çekilmesinin önlenebilir bir saldırıya karşı hamle olmaktan ziyade büyük askeri kayıplara uğramamak için zorunlu bir seçim olduğu söylenebilir. Aksi durum ise Bağdat yönetiminin sonuçlarını 
yanlış hesap ettiği bir oyun oynaması anlamına gelmektedir. 



Hedefleri ve Kapasiteleri 

    Irak ve Suriye’deki kaos ortamından faydalanan IŞİD’in bölgedeki geleceğine dair tahminlerde bulunmak için örgütün hedeflerine ve kapasitesine bakmak gerekmektedir. Zerkavi’den bu yana IŞİD lider kadroları devlet iddiasından vazgeçmemenin yanında savaşı Irak’ın ötesine taşımak arzusuna sahiptir. Lakin Zerkavi veEbu Ömer El-Bağdadi’nin gerçekleştiremedikleri cepheyi genişletme 
hedefi, Ebubekir El-Bağdadi ile gerçekleşmiştir. Nihai amacı hilafetin yeniden ihyası -elbette kendi yönetimlerinde- olan IŞİD, bu amacı doğrultusunda cephe genişletmektedir. 
Bu yol planına göreSuriye, Ürdün ve hatta Lübnan ile hat genişleyecek, İsrail’in sınırlarına dayanılacak ve asıl savaş İsrail ile yapılacaktır. 
Kudüs’ün özgürleştirilmesi ve bölgedeki Batı kuklası rejimlerin yıkılması ile İslam Devleti kuruluş amacına ulaşacak ve hilafet ihya edilecektir. 
    IŞİD’in kısaca bu şekilde özetlenecek hedefleri, sansasyonel olmakla birlikte kapasitesi itibariyle bu hedefleri zorlamaları şu an için zor gözükmektedir. 
Haraç, petrol tesisleri, savaş ganimetleri ve bağışlara dayanan mali yapısı ile bölgedeki diğer silahlı örgütlere nazaran önemli bir potansiyele sahiptirler. Lakin nihai amaçların ütopikliği bir yana, IŞİD mevcut insan kaynakları ile amaçlarına göre oldukça kısıtlı bir örgüt konumundadır. IŞİD Suriye’de neredeyse tüm muhalefet ile çatışma halindedir ve yerli bir taban desteğinden yoksundur. 
Irak’ta ise Bağdat’ın Sünnilere karşı politikaları Sünni tabandan destek ve diğer gruplardan işbirliği imkânı sağlamıştır. Ancak yakın geçmişte görüldüğü üzere iktidar paylaşımı hususunda oldukça katı olan örgütün diğer Iraklı Sünni gruplarla da tekrar çatışmaya girmesi pek uzak bir ihtimal değildir. 
Askeri bir güç olarak ise kapasitesi bir düzenli ordu olmaktan uzaktadır. 
Bölgede yaşanan otorite boşluğundan faydalanarak kimi bölgelerde hakimiyet kursalar da bu bölgelerde orta vadede kalıcı olabilmeleri şu an için pek mümkün gözükmemektedir. Ancak sansasyonel hedefleri önemli bir propaganda malzemesi dir. 
Kapasite açısından ütopik olsa da bu hedefler IŞİD’in yabancı savaşçı devşirmesin de etkili olduğu gibi IŞİD üzerinden “teröre karşı uluslararası destek” tezini savunan Esad ve Maliki gibi liderlerin de propaganda malzemesi haline gelmiştir. Zira “aşırı unsurlara karşı savaşmak” tezi, uluslararası toplum nazarında günümüzdeki yegane meşru güç kullanım sebebi olarak kabul görmektedir. “Aşırı unsurların” ortaya çıkış nedenleri yerine sadece sonuca odaklanıldıkça IŞİD gibi yapıların destekçi bulmaya devam edeceğini de söyleyebiliriz. 

Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi 

***

2 Mart 2017 Perşembe

BÖLGESEL GELİŞMELER SURİYE KRİZİ VE MISIR



BÖLGESEL GELİŞMELER SURİYE KRİZİ VE MISIR 



Semir YORULMAZ 


Mısır, Suriye’yi Arap Milliyetçiliği bağlamında olmasa da, halen ulusal güvenliği açısından önemli bir ülke olarak görmektedir. Suriye’nin Irak gibi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklenmesi ve bölünmesiyle ilgili senaryolara Mısır her zaman karşı çıkmıştır. Zira Mısır’a göre Suriye’nin bölünmesi, sadece Mısır’ın değil bütün Arap ülkelerinin güvenliğini tehdit etmektedir. 

Rusya’nın Suriye’de başlattığı hava operasyonlarına Ortadoğu’daki diğer Arap ülkelerine kıyasla, Mısır’ın tepkisi, bölgedeki dengelerin ne kadar karmaşık ve kendine has olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ortadoğu’da ‘merkezi’ konumda bulunan Mısır, Rusya’nın Suriye’de başlattığı hava operasyonlarını 
‘terörle mücadeleye destek’ bağlamında olumlu karşılayarak, Suudi Arabistan gibi önemli müttefiklerinin tam tersi bir tutum içerisine girmiştir. 

Mısır’ın son dönemde giderek etkinliği artan ve kendisini de doğrudan tehdit eden IŞİD tehlikesine karşı Suriye’deki Rus müdahalesini desteklemesi, 
Arap basınında hatırı sayılır derecede tartışma konusu olmuş ve özellikle Mısır medyasında “Mısır’ın bölgedeki etkin rolünü tekrar üstlenmesi” 
bağlamında aktarılmıştır. Mısırlı yöneticiler, Mısır’ın Rusya müdahalesine desteğini, IŞİD tehlikesi başta olmak üzere ‘bölgede terörle mücadele’ 
kapsamında açıklarken, özellikle milliyetçi kesimler bu tutumun tarihsel ilişkilerden kaynaklandığını savunmakta ve “Arap Dünyası’nın ulusal 
güvenliği açısından hayati öneme sahip Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması” anlayışıyla ele almaktadır. 

Suriye ve Mısır Arasında Tarihsel İlişkiler ve Arap Milliyetçiliği 

Arap milliyetçiliğinin anavatanı sayılan Suriye ve bunun Cemal Abdünnasır döneminde doruk noktasına ulaştığı Mısır arasındaki tarihsel ilişkilere bakıldığında, Arap-İsrail Savaşları en önemli başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Arapların İsrail’e karşı verdikleri mücadelede Suriye ve Mısır lokomotif görevini üstlenmiştir. 1958’de kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti, Suriye ve Mısır arasındaki tarihsel ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktası olsa da bu birliktelik, 1961’de sona ermiştir. Ardından Suriye’deki Baas rejimi ve Mısır’daki Abdünnasır yönetimi arasında sert rüzgârlar esmeye başlamıştır. Buna rağmen, iki ülke Arap-İsrail çekişmesinde başrolde olmaya devam etmiştir. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı’ndan sonra farklılaşmaya başlamış; İsrail’e karşı verilen mücadeleye rağmen birbirlerinden çok fazla hazzetmeyen Mısır ve Suriye rejimleri, Mısır’ın Camp David Anlaşmasını imzalama-sıyla beraber birbirinden iyice uzaklaşmıştır. 

Bugün Mısır’ın, Rusya’nın Suriye’deki operasyonunu desteklemesi, Mısır medyasında tarihe atıfla, romantik milliyetçi bir havada yansıtılmaktadır. 
Ancak bu desteği, Mısır ve Suriye arasındaki Arap milliyetçiliğine dayanan tarihsel yakınlıkla açıklamak mümkün değildir. 

Zira İsrail’e karşı verilen ortak mücadelenin başarısız olmasında her iki ülke (1973 Ekim Savaşı her iki ülkede de başarı olarak görülse de) birbirlerine ciddi suçlamalar yöneltmektedir. Özellikle Suriye, Ekim Savaşı’nda Mısır’ı ve dönemin Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ı ihanetle itham etmektedir. Mısır’ın Camp David’i imzalaması, Suriye için bu ithamların temeli olmuştur. 

Bu tarihten sonra Ortadoğu’da süregelen çekişmelerde her iki ülke farklı kulvarlarda yer almıştır. ABD ile iyi ilişkiler geliştiren Mısır, Körfez Arap 
ülkeleriyle de ilişkilerini önemli bir yere oturmuştur. Ancak Suriye, genel itibarıyla Arap Dünyası’nın ‘tehlikeli düşman’ olarak kabul ettiği İran ile 
ilişkilerini daha fazla geliştirerek, bugün ‘Direniş Ekseni’ olarak adlandırılan çizgide yer almıştır. 

‘Arap Baharı’ Süreci 

Suriye, 25 Ocak 2011’de başlayan Tahrir Meydanı ayaklanmalarını büyük bir dikkatle izlemiştir. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından Mısır yönetimini devralan Askeri Konsey döneminde Suriye’deki olaylar nedeniyle ülkelerini terk eden Suriyelilerin önemli bir bölümü Mısır’a yerleşmiştir. Bu dönemde Kahire, Arap Birliği’nin merkezinin de burada bulunmasının etkisiyle, Suriyeli muhalifler için önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu durum, Müslüman 

Kardeşler’in iktidara yerleşmesiyle daha da pekişmiş ve Muhammed Mursi’nin 3 Temmuz’da ordu darbesiyle görevinden uzaklaştırılmasına kadar devam etmiştir. 

Mısır’ın Suriye’ye yönelik tutumunu 3 başlık altında toplayabiliriz: 

Askeri Konsey Dönemi: Bu dönemde Mısır hükümeti, Suriye’deki olaylar karşısında ‘genel bir tutum’ içerisine girmiştir. Bu genel tutumu da ‘Suriye halkının taleplerinin karşılanacağı bir siyasi çözüm için yapılan çağrılar’ olarak açıklayabiliriz. Mısır, söz konusu çağrıları yaparken “dış müdahaleye kesinlikle karşı çıktığını” da vurgulamıştır. 

Müslüman Kardeşler Dönemi: Mısır’da yönetimin cumhurbaşkanlığı seçimleri neticesinde Askeri Konsey’den Müslüman Kardeşler mensubu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye devredilmesiyle beraber Mısır, Suriye kriziyle ilgili sesini daha fazla yükseltmeye başlamıştır. 
Bu dönemde ‘siyasi çözüm ve dış müdahaleye karşı olma’ şeklinde bir tutumdan bahsedilse de, özellikle Mursi tarafından “Esad yönetiminin Suriye’nin geleceğinde yeri olmadığı” sıkça vurgulanmıştır. Suriye muhalefetine destek veren Mursi döneminde, Suriye’ye savaşmak için giden ve orada ölenlerin fotoğrafları, Kahire’nin bazı sokaklarına asılmaya başlanmıştı. Yine bu dönemde Mursi, Suriye ile diplomatik ilişkilerin kesildiğini de açıklamış ve Suriye büyükelçiliğini kapatmıştır. Ayrıca, bu döneminde Suriye krizi, ‘aktif bir dış politika’ aracı olarak görülmüş, bu maksatla Mısır, Türkiye-İran ve Suudi Arabistan’ın da yer aldığı bir ‘Suriye Temas Grubu’ oluşturulmasına öncülük etmiştir. 

3 Temmuz Sonrası Dönem: 

Mursi’nin ordu tarafından görevden uzaklaştırılmasıyla beraber, ülkenin Suriye ile ilgili siyasetinde de değişikliğe gidildi. Mısır’ın yeni yönetimi, bugün Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) çatısı altında örgütlenen Suriye muhalefetine karşı mesafe koydu. Bunun başlıca nedeni, bu muhalefetin Katar ve Türkiye ile ilişkisidir. Müslüman Kardeşler’e karşı yeni yönetimin verdiği mücadele, Suriye’deki krize karşı ve krizdeki taraflara karşı takınılan tutumun belirlenmesinde başat rol oynamıştır. 

Abdülfettah El Sisi’nin cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından Kahire, Suriye Ulusal Koordinasyon Komiteleri’nin ve ‘iç muhalefet’ olarak adlandırılan diğer muhalif unsurların konferanslarına ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra, Mısır yönetimi, Suriye yönetiminden önemli şahsiyetlerle Kahire’de görüşmüştür. Mısır yönetiminin Suriye’de devam eden savaşla ilgili en önemli adımı ise Rusya’nın son dönemlerde başlattığı hava harekâtına verdiği destektir. 

Mısır’ın Rus Harekâtına Desteğinin Başlıca Nedenleri 

Mısır, Suriye’yi Arap Milliyetçiliği bağlamında olmasa da, halen ulusal güvenliği açısından önemli bir ülke olarak görmektedir. Suriye’nin Irak gibi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklenmesi ve bölünmesiyle ilgili senaryolara Mısır her zaman karşı çıkmıştır. Zira Mısır’a göre Suriye’nin bölünmesi, sadece Mısır’ın değil bütün Arap ülkelerinin güvenliğini tehdit etmektedir. 

Bunun yanı sıra, IŞİD başta olmak üzere Suriye’de cihatçı grupların varlığı ve ilerleyişi, Mısır açısından dikkate alınmaya değer bir konudur. Çünkü Mısır, Sina Yarımadası’nda IŞİD’e biat eden Sina Vilayeti adlı cihatçı-radikal bir örgütle savaşmaktadır. Mısır, radikal İslamcı gruplarla batıdaki sınır komşusu olan Libya’da da mücadele etmektedir. Sonuçta Mısır, IŞİD veya diğer cihatçı grupların Suriye ve Irak’ta güçlenmesinin ve daha fazla yayılmasının, hem Libya’daki radikal İslamcı grupları hem de Sina Yarımadası’ndaki ‘ Sina Vilayeti ’ örgütünü daha fazla güçlendireceği yargısından hareketle, Rusya’nın Suriye’deki hava bombardımanına destek vermektedir. 

ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı başlatmış olduğu operasyonun bugüne kadar olumlu bir sonuç vermediği ve bu yüzden Rusya’ya destek verilmesi gerektiği de, Mısırlı yetkililer tarafından açıkça ifade edilmektedir. Bir diğer önemli nokta, Mısır, Rusya’nın Suriye krizinde, Türkiye gibi arasının bozuk olduğu ülkelerle zıt bir kutupta yer almasını da hesaba katmaktadır. 

Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahil olmasına yönelik “Esad’a doğrudan destek anlamına geldiği” yönündeki eleştiriler ise Mısır yönetimi tarafın dan pek de ciddiye alınan bir konu gibi durmamaktadır. Nihayetinde Mısır, Suriye’de Esad’ın yönetimde kalmasından ziyade, Müslüman Kardeşler’in yönetimde olmamasına önem vermektedir. 

Mısır’ın Rus müdahalesine desteğinden dolayı üzerinde durulan önemli bir konu da, Mısır’ın iyi ilişkiler içinde olduğu ve 3 Temmuz darbesinden sonra en büyük destekçisi konumundaki Suudi Arabistan’ın yer aldığı tarafı değil de Körfez Arap ülkelerinin en büyük düşman kabul ettikleri İran’ın yer aldığı tarafı desteklemiş olmasıdır. Ancak Mısır konuya, İran-Suud penceresinden değil, tamamen ‘milli güvenliğine bağlı olarak bölgesel tehditlere karşı Rus müdahalesini desteklemek’ olarak bakmaktadır. 


Gazeteci 
Semir YORULMAZ

***

27 Şubat 2017 Pazartesi

BÖLGESEL GELİŞMELER SUUDİ ARABİSTAN VE SURİYE İÇ SAVAŞI: DİPLOMATİK TEMKİN SİYASETİNE DÖNÜŞ



BÖLGESEL GELİŞMELER SUUDİ ARABİSTAN VE SURİYE İÇ SAVAŞI: DİPLOMATİK TEMKİN SİYASETİNE DÖNÜŞ 



Eyüp ERSOY 


Küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye’de asli güvenlik tehdidi olarak IŞİD’i görmelerine ve IŞİD ile mücadeleyi Suriye iç savaşının gidişatına dair politikalarının ana ekseni yapmalarına karşın Esed rejimini tali bir güvenlik meselesi olarak değerlendirmeleri, Suudi Arabistan’ın güvenlik politikalarının etkinliğini ve meşruiyetini zayıflatmakta. 

Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik politikasında son dönemde görülen temkinli ve ihtiyatkâr yaklaşım, Suudi yönetiminin Suriye politikasında 
yeni bir safhaya işaret etmekte. Yakın döneme kadar Suudi yönetimi, iç savaşa aktif ve kapsamlı bir müdahale stratejisi çerçevesinde, Suriye’de mücadele 
eden silahlı gruplara lojistik destek vermekten, Türkiye ile birlikte Suriye’ye doğrudan askeri operasyon yapılabileceğine dair beyanatlara kadar muhtelif 
operasyonel ve diplomatik adımlar atmaktaydı. Ne var ki, son dönemde, Suriye iç savaşına doğrudan, aktif ve kapsamlı bir müdahale stratejisinin parçaları 
olarak değerlendirilebilecek bu türden adımların, Suudi Arabistan’ın Suriye siyasetinde yerini, çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı bir yaklaşıma bıraktığı müşahede edilmekte. Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik bu yaklaşım değişikliğinin, Suudi dış ve iç politikasında bir kısım sebepleri bulunmakta. 

Suriye’deki Dengeler 

İlk olarak, IŞİD’in Suriye iç savaşının fiili ve faal taraflarından biri olarak ortaya çıkması, diğer bölgesel aktörlerin olduğu gibi Suudi Arabistan’ın politikasında 
da zoraki bir revizyonu beraberinde getirdi. Suudi yönetimi, diplomatik söyleminde IŞİD ile başarılı bir mücadelenin tek yönteminin Esed rejimi ile mücadele olduğunda ısrarcı. 




















BÖLGESEL GELİŞMELER 

Örneğin, Suudi Arabistan’ın Washington eski büyükelçilerinden Faysal el Türki’ye göre, Suriye’de ana sorun IŞİD değil; IŞİD sadece bir semptom. El Türki’ye göre, Suriye’de çözümün yolu Esed rejiminin katliamlarına engel olacak şekilde Özgür Suriye Ordusu’na silahlı yardımda bulunmak, zira ‘kanser gibi’ bir yapı 
olarak IŞİD zayıflayan ve kendini müdafaa edemeyen bünyelerde gelişmekte. Ne var ki, küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye’de asli güvenlik tehdidi olarak IŞİD’i 
görmelerine ve IŞİD ile mücadeleyi Suriye iç savaşının gidişatına dair politikalarının ana ekseni yapmalarına karşın Esed rejimini tali bir güvenlik meselesi olarak değerlendirmeleri, Suudi Arabistan’ın güvenlik politikalarının etkinliğini ve meşruiyetini zayıflatmakta. 

İkinci olarak, Suriye iç savaşında aktif müdahale politikasının aynı seviyede devam etmesi, Suudi Arabistan’ın ABD ile hâlihazırdaki soğuk ilişkilerini daha da kötüleştirme riskini beraberinde taşımakta. Veliaht Prens Muhammet bin Selman’ın Haziran ortasındaki ABD ziyaretinin amaçlarından bir tanesi, ABD ile ilişkilerdeki zedelenmeyi tamir etmekti. Bu nedenle, Muhammet bin Selman’ın Başkan Obama ile görüşmesinde, Suriye mevzusunda gündem muhaliflere yardım değil Suriye’deki olası siyasi geçiş süreciydi. Benzer şekilde, Suriye iç savaşına yönelik aktif müdahale yaklaşımının Suudi Arabistan’ın Rusya ile ilişkilerine de zarar verme potansiyeli bulunmakta. Suriye’ye yönelik Suudi siyasetindeki değişikliğin göze çarpan bir emaresi de Rusya ile ilişkilerde ortaya çıktı. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cübeyr, 26 Mayıs’ta Moskova’yı ziyaret etti. Suriye’deki Rusya etkisinin Suudi Arabistan tarafından tanındığının bir işareti olan bu ziyaretten üç gün sonra, Rusya’nın uzun dönemdir ifade ettiği isteğine uygun şekilde, Yüksek Müzakere Konseyi’nin baş müzakerecisi Muhammet Alluş görevinden istifa ettiğini açıkladı. Birçok gözlemci, bu istifayı Suudi Arabistan’ın baskısına bağladı. Buradaki önemli husus, Suudi Arabistan’ın Suriye meselesinin Rusya ile münasebetlerine zarar veren bir unsur haline gelmemesi yönünde bir diplomatik tavır geliştirmesi. Bu da, Suudi yönetimi için Suriye iç savaşına yönelik daha temkinli bir yaklaşımı bir ölçüde zorunlu kılmakta. 


Üçüncü olarak, Suriye iç savaşı, Suudi Arabistan’ın bölge siyasetinde İran ile arasındaki mücadelenin sahalarından birini teşkil etmekte. Maddi ve manevi boyutlarıyla bölgesel soğuk savaş veya ‘İslam’ın soğuk savaşı’ gibi tabirler ile tasvir edilen bu mücadele, devam eden vekâlet savaşları ile birçok sahada olduğu gibi Suriye’de de devam etmekte. Ancak, İran ile ilişkiler bağlamında son dönemdeki iki önemli gelişme, Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşındaki askeri ve siyasi faaliyetlerini azaltabilmesinin önünü açtı. Birincisi, Suudi yönetiminin Şii din adamı Nimr el Nimr’i idam etmesi, akabinde Tahran’daki Suudi Arabistan 
Büyükelçiliği’nin göstericiler tarafından basılması ve buna Suudi Arabistan’ın İran ile diplomatik ilişkilerini keserek cevap vermesi ile tırmanan gerilimin neticesinde, birçok Körfez devletinin de Suudi Arabistan’a çeşitli seviyelerde destek vermesinin de katkısıyla, Suudi yönetimi açısından İran bölge siyasetinde belirli seviyede tecrit edilmiş durumda. İran’ın bölgesel tecridi, Suudi Arabistan’a bölgesel müdahalelerinde geri çekilme imkânı tanımakta. 


<  Yemen’de taraflar 10 Nisan’da ateşkes kararı aldıktan sonra siyasi müzakere ler Kuveyt’te devam etmekte. Ancak görüşmeler birkaç konu etrafında ortaya çıkan anlaşmazlıkları aşabilmiş değil. >



İkinci önemli gelişme, İran’ın askeri ve diplomatik ilgisinin Irak’a yoğunlaşması. IŞİD’e karşı Irak’ın çeşitli bölgelerinde, özellikle Musul ve Felluce şehirlerinde, İran askeri birliklerinin de yoğun katılımıyla düzenlenen operasyonlar, Tahran yönetiminin Suriye’deki gelişmeleri ikinci planda değerlendirmesine sebep olmakta. Suriye’deki başlıca bölgesel rakibi İran’ın Suriye iç savaşındaki etkinliğini azaltması, aynı şekilde, Suudi Arabistan’ın kendi etkinliğini de azaltabilme-sinin önünü açmakta. 

Daha Önemli Mevzular 

Suudi Arabistan’ın Suriye siyasetinde çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı yaklaşımının bir diğer sebebi, Suudi Arabistan’ın bölge politikasında, Yemen iç savaşının gidişatının ve akıbetinin Suriye’deki gelişmelerden çok daha fazla önem kazanmış olması. Suudi Arabistan’ı güvenlik ve politik boyutlarıyla daha doğrudan ve daha derinden etkileme potansiyeli bulunan Yemen iç savaşı, bu nedenlerden ötürü Suudi bölgesel siyasetinin ana gündem maddesi. Nisan 2015’te Suudi Arabistan öncülüğünde başlayan askeri harekât ile birlikte, Suudi Arabistan Yemen iç savaşına vekâletler vasıtasıyla değil doğrudan taraf olmuş bulunmakta. Bu askeri harekâtın Suudi Arabistan’ın hedeflerine ulaşmasında ne kadar başarılı olacağı, Suudi yönetimi açısından oldukça hassas bir husus. 

Bununla birlikte, Suudi yönetiminin Yemen’deki krizin çözümünde öncelikli tercih olarak siyasi çözümü gördüğü ifade edilebilir. Yemen’de taraflar 10 
Nisan’da ateşkes kararı aldıktan sonra siyasi müzakereler Kuveyt’te devam etmekte. Ancak görüşmeler birkaç konu etrafında ortaya çıkan anlaşmazlıkları aşabilmiş değil. En önemli uyuşmazlık konusu, sürgündeki Yemen hükümetinin başkent Sana’yı elinde bulunduran Husi milislerinin silahsızlanmasını talep etmesi. Askeri koalisyonun basın sözcüsü General Ahmet Asiri’nin görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandığı takdirde Sana’ya askeri harekât düzenlenebileceği yönündeki beyanatları, Suudi Arabistan için Yemen’deki gelişmelerin öncelikli olmaya devam edeceğinin bir göstergesi. Bunlara ek olarak, Suudi yönetimi için Yemen kaynaklı bir başka ciddi güvenlik tehdidi ise ‘Arap Yarımadası’ndaki El Kaide’ ismiyle teşkilatlanan ve Yemen’de birçok şehir ve kasabanın denetimini ele geçiren yerel El Kaide örgütlenmesi. 

Bu nedenle, Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri koalisyonun kara operasyonla-rında ilk hedefi kuzey Yemen’de hâkim olan Husi milisleri değil, 
güney Yemen’deki El Kaide mensupları oldu. Kıyı şeridindeki şehir ve kasabalardan El Kaide’nin çıkarılması gayesinde matuf olarak, Yemen’deki El Kaide’nin merkezi sayılan el Mukella şehri Nisan sonunda koalisyon kuvvetleri tarafından ele geçirildi. Buna rağmen, Yemen’de El Kaide tehdidin bertaraf edildiğini söylemek mümkün değil. 

Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşında diplomatik temkin siyasetine dönmesinin bir başka sebebi de ülke içindeki gelişmeler. Suudi yönetimi, 25 Nisan’da resmi 
adı ‘Ulusal Dönüşüm Programı’ olan ancak 2030 Suudi Vizyonu başlığıyla kamuoyuna ilan edilen oldukça kapsamlı bir iç yeniden yapılanma programı açıkladı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın öncülüğünde hazırlanan bu program, Suudi Arabistan ekonomisinin radikal ve köklü bir dönüşümünü öngörmekte. Mevcut Suudi yönetimi tarafından böyle bir programın hazırlanması nın ve tatbik edilmesinin zorunlu bir tercih olarak telakki edilmesinde, yaşanan ekonomik sıkıntıların etkisi belirleyici oldu. Küresel petrol piyasasında uzun süredir düşük seviyelerde seyreden petrol fiyatları Suudi yönetimini ekonomi politikalarında revizyona zorlamakta. Elbette petrol fiyatlarının düşük seyretmesinde Suudi Arabistan’ın petrol arzını daraltma yönünde kasıtlı şekilde adım atmama politikasının da etkisi bulunmakta. Bu durum, Suudi yönetiminin 2015 yılında 100 milyar dolarlık bir bütçe açığı ile karşı karşıya kalmasına sebep oldu ve Suudi ekonomisi geçen yıl % 13 küçüldü. Bir başka örnek olarak, mevcut durumun ortaya çıkardığı mali riskler sebebiyle, Mayıs ayında Suudi Arabistan’ın kredi notu düşürüldü. 2030 Suudi Vizyonu’nun ana hedefi ekonomide petrole ‘bağımlılığın’ azaltılması. Hâlihazırda, petrol ihraca-tından elde edilen gelirler bütçenin % 80’nin karşılamakta. 2030 yılına kadar Suudi ekonomisinde petrol dışı gelirleri artırma, kamu harcamalarını belirli seviyede kısma, yatırım gelirlerini artırma ve ilave istihdam yaratma hedefleri ile ilan edilen ekonomik reform programı, Suudi yönetimin gündemindeki en mühim ve en hassas konu. Suudi yönetiminin ilgisinin iç politikaya yönelmesi de dış politikadaki diğer alanlar ile birlikte Suriye iç savaşını da geri plana itmiş durumda. 

Son dönemde, Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik yaklaşımında diplomatik temkin siyaseti olarak nitelenebilecek, çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı bir yaklaşımı benimsemesinin muhtelif sebepleri bulunmakta. Suudi Arabistan’ın olduğu gibi Suriye iç savaşının fiili ve/veya siyasi taraflarının her birinin de Suriye politikalarını şekillendiren çok boyutlu sebepler bulunmakta ve ilgili tarafların siyasetlerindeki değişimleri anlamlandırmak, tüm bu sebepleri bir arada değerlendirmekle mümkün. 


****