9 Şubat 2021 Salı

PROPAGANDA VE PSİKOLOJİK HAREKÂTIN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE ETKİLERİ

 
PROPAGANDA VE PSİKOLOJİK HAREKÂTIN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE ETKİLERİ




Doğan AÇAR*
* Doğan AÇAR, Uluslararası İlişkiler 3. Sınıf Öğrencisi, Karabük Üniversitesi, Karabük, Türkiye                    
E-Posta: doganacar71@gmail.com

ÖZET
       Bu çalışma, propaganda ve psikolojik harekâtın, iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmesiyle çok daha önemli hale geldiği I. Dünya Savaşı’ndan; neredeyse diplomasinin yerini aldığı Soğuk Savaş Dönemine ve günümüze kadar gelişimini, uluslararası ilişkilerdeki etkilerini incelemektedir. Çalışmada propaganda ve psikolojik harekâtın uluslararası ilişkiler literatüründeki yeri bağlamında uluslararası sistemde hegemon güç veya söz sahibi olmak isteyen devletlerin hem kendi halkına hem de hedef devletlerin halklarına karşı uyguladıkları psikolojik harekâtların, bunun yanı sıra adeta politik reklamcılık şeklinde icra edilen propagandaların uluslararası ilişkilere nasıl etki ettiğini ve bunların çeşitleri irdelenmiştir.19. ve 20. yüzyılda kitle iletişim araçlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması ile küçülen dünyada propaganda ve psikolojik harekâtların menzilinin genişlemesi ve 21. yüzyılda da bu gelişmelerin hız kazanarak devam etmesi propaganda ve psikolojik harekâta doğru orantılı olarak hız kazandırmıştır. Günümüzde özellikle sosyal medyanın yaygınlaşması ve uluslararası veya ulusal olaylara konu olması propaganda ve psikolojik harekâta yeni icra alanları kazandırmıştır. Öyle ki Arap Baharı’nın sosyal medya propagandaları ile çok kısa sürede, çok geniş kitlelere yayılmış, etkili olmuş ve hatta ulusal meseleler, uluslararası sorunlara bile dönüşmüştür.   
Ayrıca uygulanan bu tip operasyonlar aracılığıyla uluslararası sistemde hegemon güç olmak isteyen devletlerin kamuoyu oluşturma çabası içerisinde oldukları ve kendi politikaları çerçevesinde birey ve toplulukları yönlendirerek kazanımlarını arttırmaya veya korumaya gayret ettikleri savunulmuştur.   

1.GİRİŞ

   Başat güçler arasında tarihteki son silahlı büyük savaşın II. Dünya Savaşı olduğu düşünülmektedir. II. Dünya Savaşı sonrasında; gerek Soğuk Savaş Dönemi, gerekse Soğuk Savaş sonrası dönemde ya bölgesel çatışmalar yaşanmış ya da asimetrik savaş dediğimiz gayrinizami harp teknikleri kullanılarak hegemon güç olma mücadeleleri devam etmiştir. Bunun sebebi artık nükleer silahlarında geliştirilmesi ile savaşların yıkıcılığının artmasıdır.

   Asimetrik savaş açısından son derece önemli yeri olduğu düşünülen psikolojik harekât ve propagandanın devletlerin istihbarat teşkilatları, medya veya kamu kurumları aracılığı ile nasıl yürütüldüğü, tarihsel örnekleri ile bunları inceleyip, uluslararası ilişkilere nasıl etki ettiklerine bakarak gelecekteki öneminin ne olacağı araştırılmıştır. Bu bağlamda öncelikle psikolojik harekât ve propagandanın ne demek olduğunu bilmemiz gerekir.

2.PSİKOLOJİK HAREKÂT VE PROPAGANDA 

2.1. Psikolojik Harekât Nedir ?

   Psikolojik harekât, hedef devlet veya ordunun moralini ve stratejisini bozmaya, onu caydırmaya ve direncini kırmaya yönelik olarak sıcak savaş veya soğuk savaş dönemlerinde yürütülen faaliyetler bütünüdür. “Psikolojik harekâtın genel olarak amacı; hedef unsurlarda, harekâtı yürüten taraf hakkında olumlu bir düşünce alt yapısı oluşturmak, taraftarlar kazanmak ve karşıt grupları zayıflatmaktır. Bir diğer deyimle psikolojik harekât, ideolojik düzeyde yürütülen propagandaların karşılıklı olarak etkinliğini artırmayı veya azaltmayı amaçlar.”(Tezsever,2015:63)
   Psikolojik harekâtla ilgili ünlü Çinli General Sun Tzu’nun yaklaşık 2500 yıl önce yazdığı Savaş Sanatı isimli eserinin; 1910 yılında Thomas Cleary tarafından derlemesi ve çevirisi olan Savaş Sanatı (The Art Of War) isimli eserinde “III. Bölüm: Savaşta Strateji” bölümünde psikolojik harekâtın öneminden şöyle bahsedilmektedir: “(…) savaşların tümünde savaşarak zapt etmek en üstün başarı demek değildir. Üstün başarı düşmanın direncin savaşmadan kırmaktır. ”(Cleary,2008:49) Ayrıca, II. Dünya Savaşı’nda Müttefikler Başkomutanı olan “General Eisenhower, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, ‘Askerî bilimlerde yaşadığımız en büyük değişim, psikolojik savaşın belirli ve tesirli bir silah olarak gelişmesi dir’”(Tarhan,2014:11) demiş, diğer yandan “ünlü düşünür Gustave Le Bon ‘eğer iyi kullanılırsa psikolojinin dökümhanelerinde dünyanın en güçlü toplarından daha etkili silahlar dökülebilir” (Özdağ,2008:228) demiş ve psikolojik harekâtın önemini bu sözleriyle belirtmişlerdir.

   Görüldüğü üzere tarihte çok eskilerde düşman orduyu sindirmek, korkutmak veya içerisinde bölünme ve çözülmelere yol açmak için yapılan psikolojik harekât faaliyetleri, özellikle 19. yüzyıldaki iletişim ve ulaşım alanında yaşanan teknolojik gelişmelerle birlikte artık sadece düşman ordu üzerinde değil geniş halk kitlelerini ve düşman siyasi otoritelerini de menzilline almıştır. 20. ve 21. Yüzyıllarda yaşanan teknolojik gelişmelerle ve kitle iletişim araçlarıyla menzilini genişletmiş olan psikolojik harekât bu defa hız ve etkinlik kazanmıştır. I. Dünya Savaşı’nda İngilizlerin, Osmanlı tebaası olan Araplara yönelik uygulamaya koyduğu “bağımsızlık” propagandası sonuç vermiş ve stratejik avantaj bağlamında hilafet gücüne güvenen Osmanlı yönetimi ve cihat anlayışı ile savaşan Osmanlı Ordusu beklenmedik bir şekilde demoralize olmuş ve savaş stratejilerinin bozulmasına yol açmıştır. Yaklaşık yüz yıl önce icra edilmiş bu psikolojik harekâtın etkileri günümüzde bile Türk Toplumunun üzerinde halen devam etmektedir.
   Psikolojik harekâtın günümüzdeki uygulama alanına örnek teşkil etmesi açısından Amerika Birleşik Devletleri’nin istihbarat teşkilatı olan ‘Central Intelligence Agency (CIA)’ bünyesinde bulunan Planlar Yar Direktörlüğü (Deputy Director Plans)/Gizli Harekât Grubu, “CIA’nın bütün dünyadaki işçi, gençlik, öğrenci, serbest meslek, haber, basın ve yayın kuruluş ve dernekleriyle ilişkilerine bakar. Yarı askeri operasyonlar düzenler ve psikolojik savaşları yürütür.”(Tezsever,2015:97) Psikolojik harekâtın en etkin silahlarından birisi propagandadır.(Tarhan,2014:33)

2.2. Propaganda Nedir ve Propagandanın Türleri Nelerdir ?  

   Propaganda,  Latince’de “yayılması gereken” anlamına gelen “propagare” kelimesinden türemiş bir kelimedir. Propaganda, bir düşünce veya öğretiyi sözlü, yazılı, görsel ve benzeri yollarla başkalarına tanıtma, benimsetme ve yayma çabalarıdır.(TDK,2016) Propaganda da amaç, bir düşünce veya öğretiyi belirli bir kitleye aktarıp benimsetmek; bunun sonucunda hedef kitlenin davranışlarını ve düşüncelerini etki altına alarak istenilen görüş doğrultusunda yönlendirebilmektir. Propaganda, politik reklamcılık olarak da adlandırılabilir; örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nin 20 Mart 2003’te başlattığı Irak Harekâtı öncesinde Voice of America – VOA ( Amerika’nın Sesi ) Radyosu bölgede Saddam rejimini kötüleyerek Irak Halkı’nın demokrasiye layık bir halk olduğunu vurgulamış ve halk nezdinde Saddam rejimini gayri meşrulaştıran bir propaganda uygulamıştır. Aynı propagandayı uluslararası kamuoyuna karşı uygulamış, Irak’a yönelik dış politikasını reklam etmek amacıyla harekâtın sebebi olarak hem 11 Eylül 2001 Terör Saldırıları sonrasında dünyada büyük yankı bulan küresel terörle mücadele amacını hem de Saddam’ın nükleer silah geliştirmesinin engellenmesi amacını taşıdığını ve harekâtı daha da meşrulaştırmak için Irak Halkı’nın demokrasi ve barış içinde, insan haklarına saygılı bir yönetime kavuşmasının sağlanmasının gerekliliğini savunmuştur. Nevzat Tarhan’a göre; beş tür propaganda mevcuttur.(Tarhan,2014:34)        
  
     1.   Beyaz Propaganda
     2.   Siyah (Kara) Propaganda
     3.   Gri Propaganda
     4.   Silahlı Propaganda
     5.   Karşı Propaganda
 

2.2.1. Beyaz Propaganda :

    Bu tür propagandalar açıktan yapılan ve kaynağın kendisini gizlemediği bir propaganda türüdür. Bu tür propagandalarda yalan haberlere ve iftiralara yer verilmez.  “Beyaz propagandanın malzemesi haberdir. Hasım tarafın hatalarını, suiistimallerini malzeme olarak kullanırlar. Bu malzemenin ne zaman, ne şekilde, nasıl ve hangi ölçüde kullanılacağı iyi planlanmalıdır.”(Tarhan,2014:35) Yayılan haber, rivayet ve görüşler doğruluğunu ortaya koydukça ve teyit edildikçe bu tür propagandaların etkisi artar, amacına ulaşması kolaylaşır ve hız kazanır. 
   Beyaz propagandalarda genelde kabul gören meşru konuları ele alır. Bu nedenle bu tür propagandaların kaynaklarında demokratik ortamın mevcut olması avantaj sağlar, genellikle “gelişmiş demokratik ülkelerde bu tür propaganda yöntemine sıkça başvurulur.”(Ziyaoğlu,1963:41) 

 
2.2.2. Siyah (Kara) Propaganda :

    Bu tür propaganda faaliyetleri olabildiğince gizli yürütülen ve kaynağın kendisini gizlediği bir propaganda türüdür. Bu tarz propagandalarda iftira, yalan haber, çarpıtma gibi benzeri ahlak dışı (politik etiklik bağlamında) yöntemler kullanılarak icra edilir. “Kara propagandanın ana amacı, yerleşmiş bir inancı yıkmaktır. Halkı kendi içinden çıkardığı liderlerden soğutmak, ordu ve devlete karşı var olan güveni sarsmak, sosyal ve ekonomik dayanışmayı yıkmak ister. İnsanları şüpheli, kaygılı, mutsuz ve zihni karışıklık içerisinde tutmak arzusundadır.”(Tarhan,2014:40)
   
2.2.3. Gri Propaganda :

   Bu tür propagandaların kaynağı ve doğruluğu tam olarak belli değildir. Güvenilir olmamakla birlikte yalanlanması da mümkün olmamaktadır. Çeşitli rivayetlerin yayılması ile yapılan bu tarz propagandalarla amaç hedef kitlenin kafalarında soru işareti oluşturarak, beyinlerde şüphe tohumları oluşturmaktır.  “Bu tarzda genellikle doğru bir olaya genellikle on tane yalan sokulup muhatabı küçük ve gülünç duruma düşürmek amaçlanır. Senaryo iyi yazılmışsa eğer; ‘rivayetler’ dilden dile dolaşır.”(Tarhan,2014:36)

  2.2.4. Silahlı Propaganda :

  Genellikle terör örgütleri gibi paramiliter grupların kullandığı bir propaganda türüdür. Bu propaganda türünde adından da anlaşılacağı üzere çeşitli silahlı veya bombalı eylemlerle hedef devlet yönetimi ve hedef kamuoyunu korku ve çaresizlik içerisine sürükleyerek istenilen menfaatlere ulaşılmaya çalışılır. “Basın için sıradan olayların haber değeri yoktur. Sıra dışı, aykırı olaylar medya için ‘rating’ yükselticidir ve yaşamsal gıda niteliği taşır. Teröristler sıra dışı, çarpıcı olaylar planlayarak medyanın, dolayısıyla halkın ilgisini kendi üzerlerine çekerler.” (Tarhan,2014:41-42)

  2.2.5. Karşı Propaganda :

  Aleyhte icra edilen propagandayı bertaraf etmek, etkisizleştirmek veya hem etkisizleştirip hem de etki altına alma amacıyla yapılan bir propaganda türüdür. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a göre; karşı propagandanın icra ediliş şekli bakımından çeşitleri vardır. Bu karşı propaganda şekilleri şunlardır: (Tarhan,2014:49)
 Erken Karşı Propaganda: Hasım tarafın propaganda malzemesi olarak kullanabileceği ön görülen veya yapılan istihbarat faaliyetlerinin değerlendirilmesi sonucu bu kanıya varılan konuları istismar ederek hasım tarafın elindeki kozu çürütmek ve henüz hamle yapılmadan o hamleyi boşa çıkarmak için yapılır.
 Doğrudan Karşı Propaganda: Propagandistin ve yapılan propagandanın dikkate alındığı açıkça belli edilerek direkt iddianın reddi ile yapılan bir karşı propaganda yöntemidir. Aleyte olan iddianın tekrarlanması ve çelişki durumlarının oluşması açısından risklidir.
 Dolaylı Karşı Propaganda: Adından da anlaşıldığı üzere; doğrudan karşı propagandanın uygulanış biçimi bakımından tersidir. Yani söz konusu karşı tarafın dikkate alınmadığı izlenimi vererek ima yoluyla propagandasına karşı koyma yöntemidir.
 Hedef Şaşırtan Karşı Propaganda: Aleyhte propagandaya maruz kitlelerin dikkatlerinin başka noktalara çekilmesiyle söz konusu propaganda etkisiz hale getirilir.

2.3.Propaganda ve Psikolojik Harekâtın Tarihteki Uygulamalarına Dair Bazı 

Örnekler :

   Propaganda ve psikolojik harekâtın tarihte birçok örneği mevcuttur ancak uluslararası ilişkiler bağlamında bakılacak olursa birkaç örnek var ki gerçekten dikkate değerdir. Örneğin; Rönesans ve Reform hareketlerinin hız kazandığı Avrupa’da Protestanlığın önemli isimlerinden Martin Luther, Papa ve Katolik Kilisesi’nin üstünlüğüne son vermek için başlattığı hareketine taraftar toplamak amacıyla; Kilise’nin Müslüman Türklere karşı son derece başarısız olduğunu, Kilise’nin öğretilerinin Avrupa’yı ve Hristiyanlığı karanlıkta bırakan birer dogmalardan ibaret olduğunu ve buna son verilmezse Avrupa’nın ilerleyemeyeceğini ve Türklerin durdurulamayacağını öne sürmüştür. Luther’in bu aykırı hareketinin Avrupa’da yankı bulması ve taraftar toplaması, propagandasının başarıyla sonuçlandığının göstergesidir. Ama asıl önemli olan; Luther’in propagandasının, Avrupa’da 1618-1648 yılları arasında Otuz Yıl Savaşları’na yol açması ve modern uluslararası ilişkilerin milâdı kabul edilen Westphalia Düzeni’nin ortaya çıkmasına yol açmasıdır.

   II. Dünya Savaşı sırasında Japonların, Amerika Birleşik Devletleri’nin Pasifik’teki askeri üssü Pearl Harbour’a saldırısı sonucu ABD’nin ağır kayıplar vermesi Amerikan kamuoyunda travmaya yol açması ile ABD yöneticileri bu saldırıyı bir propaganda malzemesi olarak kullanmış ve o zamana kadar aralarında savaş karşıtlarının da bulunduğu Amerikan kamuoyunu Mihver Devletlere karşı savaşma konusunda birleştirmiştir. ABD bu propagandayı uluslararası kamuoyuna yönelikte uygulamış ve Japonya’nın atom bombası ile vurulmasını meşrulaştırmayı amaçlamıştır.

   ABD’nin Japonya’ya karşı atom bombasını kullanmasının sonucu olarak dünyanın yeni tanıştığı ve son derece yıkıcı olan bu silah, müthiş bir caydırıcı etki yaratmış ve tüm dünyada psikolojik bir baskı oluşturmuştur. Bu baskıdan kurtulmanın yolunun; bu silaha sahip olmak olduğunu fark eden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, çalışmalarını nükleer silahlar üzerine yoğunlaştırmıştır. Sonrasında ABD ile SSCB arasında başlayan Soğuk Savaş döneminde iki süper gücün “ilk vuruş kapasitesi” esasına göre nükleer silahlanma yarışları; karşılıklı bir psikolojik harekât örneğidir. Ancak bir yerden sonra oluşan psikolojik baskı o kadar büyümüştür ki tüm dünyayla birlikte hem ABD’yi hem de SSCB’yi de etkisi altına almıştır. Buna “Dehşet Dengesi” de denilmektedir. 1962’deki Küba Krizi’nde her iki gücünde savaşmayı göze alamaması; ki bu karşılıklı yok oluş demekti, bunun en somut örneğidir. Soğuk Savaş döneminin sonlarına doğru bakılacak olursa nükleer silahlanma yarışının uzaya da taşındığını görmekteyiz. Ancak 1980’de ABD Başkanı Ronald Reagan’ın açıkladığı ve “Yıldız Savaşları” olarak da bilinen “Stratejik Savunma Girişimi” ekonomik ve siyasi olarak zor günler geçiren rakip SSCB’yi zor duruma sokmuş ve SSCB, rakibinin bu hamlesine cevap verememiştir.

  Soğuk Savaş döneminde ABD ideolojik reklamını yapmak amacıyla propaganda aracı olarak Hollywood filmlerini etkin biçimde kullanmıştır.(Nye,2005:25) Örneğin; Rocky IV (1985) filminde, baş rol oyuncu Rocky Balboa (Sylvester Stallone) hem kendi hem de ülkesinin onuru için mücadele verir. Rakibi ise SSCB’nin boksörü Ivan Drago (Dolph Lundgren)’dur. Filmde önce rakip yüceltilmiş olsa da Rocky azimle verdiği mücadeleyi kazanmasını bilir ve hatta Rocky’nin zaferi sonucu Sovyet taraftarlar bile Rocky’i ayakta alkışlarlar. “Rocky herkese teşekkür eder ve kısa bir konuşma yapar. Konuşmasının en sonunda Ben değişebiliyorsam sizde değişebilirsiniz, herkes değişebilir diye bağırır. Bunun üzerine Sovyet Genel Sekreteri (Başbakan) ayağa kalkarak Rocky'i alkışlar ve diğer politbüro üyeleride alkışlamaya başlarlar.” (Wikipedia,2016) Benzer propaganda, Rambo serisinde ve dönemin diğer Hollywood filmlerinde de görülmektedir.

  Daha yakın tarihlere bakılacak olursa; 2010 yılında Tunus’ta başlayan “Arap Baharı” olarak adlandırılan sivil halkın “demokrasi, insan hakları ve özgürlük” taleplerini içeren hareketin sosyal medya üzerinden yürütülen kampanyalarla taraftar toplaması ve birkaç ay içinde Arap coğrafyasındaki hemen hemen aynı ekonomik ve siyasi durumları barındıran birçok ülkeye yayılması, kitle iletişim araçlarının gelinen son noktadaki etkilerini gözler önüne sermektedir.
  Günümüzden bir örnek vermek gerekirse; Suriye’de ve Irak’ta varlık gösteren bir terör örgütü olan IŞİD’in Avrupa’daki şiddet eylemleri, birçok Hristiyan-muhafazakâr partiler tarafından propaganda malzemesi yapılmak suretiyle Avrupa’da yaşayan Müslümanları bir anda Avrupa kamuoyu nezdinde sakıncalı insanlar grubuna oturtmuş Avrupa’da İslamofobi ve İslam karşıtı hareketler hız kazanmıştır.  

 3. SONUÇLAR VE ÖNERİLER

  Psikolojik harekât ve propagandanın varlığı çok eski tarihlere dayanır. Tarih boyunca; gerek I. Dünya Savaşı, gerek II. Dünya Savaşı ve gerek Soğuk Savaş dönemlerinde, uluslararası sistem yeniden şekilleniyorken hegemon güç olmak isteyen veya başat güçler arasına girmek isteyen devletlerin, psikolojik harekât ve propagandayı yöntem olarak seçtiği tarihten örneklerde sabittir.

  Tarih boyunca şekil, hız ve etkinliği gelişen psikolojik harekât ve propagandanın özellikle kitle iletişim araçlarının ilerlemesi ve küreselleşen dünyanın; deyim yerindeyse büyük bir köye dönüşmeye başlaması; günümüzde önemli yere sahip olmasını açıkladığı gibi, gelecekte de büyük önem arz edeceğinin açık bir göstergesidir. Bu tespit, kitle iletişim araçlarının sahip olunmasını önemli kıldığı gibi mümkün mertebe kontrolünün de sağlatılması hususunu ortaya çıkarmakta dır. Psikolojik harekâtın silahı propaganda; propagandanın başlıca silahı kitle iletişim araçlarıdır. Sadece saldırı silahına sahip olmak yetmez; aynı silahla gerçekleştirilecek bir saldırıya karşı da etkili bir savunma mekanizması geliştirilmelidir. Tıpkı füzelere karşı füze savunma sistemi gibi.

  Günümüzde internetin, kullanılan en yaygın, en hızlı kitle iletişim aracı olması, ülkemizin genç bir demografik yapıya sahip olması ve Türkiye de genç nüfusla doğru orantılı olarak internet kullanımının yıllar boyunca sürekli artan trende sahip olması ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2015 yılının Nisan ayı verilerine göre internet erişim imkânına sahip hanelerin oranının %69,5 olarak gerçekleşme si bize Türkiye’nin olası bir psikolojik harekâta açık hedef olduğunu göstermekte dir.(TÜİK,2016) Bu konuda ülkemizde  “iletişim güvenliği” konusunda bir kuruluş olarak 2005 yılında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın kurulması ve 2007 yılında internet içeriklerinin düzenlenmesi hususunda yetkilendirilmesi bu hususunun ülkemizde de önemsendiğinin örneğidir.(TİB,2016) Unutulmamalıdır ki; devletler geçmişte olduğu gibi gelecekte de kazanımlarını artırmak veya korumak için psikolojik harekât ve propagandayı kullanmaya devam edeceklerdir. Bunun için psikolojik harekât ve propagandanın hem yöntemini hem araçlarını hem de karşı koyma kapasitelerini geliştirmek üzere teknoloji ve uzay araştırmaları, istihbarat, kamu diplomasisi ve siber güvenlik alanlarında faaliyetler artırılabilir. Bu konuda üniversiteler ve çeşitli ar-ge kuruluşları ise bu alanlardaki faaliyetleri bilgi ve insan kaynakları bakımından besleyerek destek görevi icra edebilir. Ayrıca olası bir psikolojik operasyona karşı alınacak tedbirler ve karşı-harekât faaliyetlerinin detayları hakkında, hükümet ve konunun uzmanları tarafından eylem planı oluşturulabilir.

KAYNAKÇA

1.Cleary, T. (2008). Savaş Sanatı. (Çev.A.Demir). 3.Baskı. İstanbul: Kastaş Yayınları
2.Nye, J. S. (2005). Yumuşak Güç. Ankara: Elips Kitapları
3.Özdağ, Ü. (2008). İstihbarat Teorisi. Ankara: Kripto Yayınları
4.Tarhan, N. (2014). Psikolojik Savaş. 20. Baskı. İstanbul: Timaş Yayınları 
5.TDK. (2016). Büyük Türkçe Sözlük. Erişim Tarihi: 15.04.2016, http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5717f3dd4387b7.17428367
6.Tezsever, S. (2015). Milli Güvenliğimiz İçinde İstihbarat. 3. Baskı. İstanbul
7.TİB. (2016). Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı Hakkında Genel Bilgiler. Erişim Tarihi: 18.04.2016 http://www.tib.gov.tr/tr/tr-menu-2-genel_bilgiler.html
8.TÜİK. (2016). Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması (2015). Erişim Tarihi: 18.04.2016. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18660
9.Wikipedia. (2016). Kategori:Soğuk Savaş Filmleri: Rocky IV. Erişim Tarihi: 17.04.2016. https://tr.wikipedia.org/wiki/Rocky_IV
10.Ziyaoğlu, R. (1963). Propaganda Sanatı. İstanbul: Halk Basımevi
***

8 Şubat 2021 Pazartesi

ANADOLUDA BUGÜN

ANADOLUDA BUGÜN





Prof.Dr.Sait Yılmaz 

23 Ağustos 2019 

Yaklaşık altmış yaşlarındaki köylü kıyafetleri içindeki kadın, kızı ile birlikte bahçede kahvaltı yapıyor. Sonra kızı kahvaltıyı kaldırırken kadın, bahçeyi eşelemeye başlıyor. Biz onu karşı evden izlerken, birlikte çay içtiğimiz komşusu anlatıyor. Kadın aslında emekli banka müdürü ve büyük şehirden gelip, burada bahçeli bir ev almış. Kızı, büyük şehirde çalışıyor ama tatil için yanına gelmiş. Emekli geliri olan kadın, 600 kadar ceviz ağacı satın almış, ayrıca arıcılık da yapıyor. Ürünlerini pazarda satıyor. 

Birkaç gündür memleketim olan Yalvaç‟tayım, dostları dinlerken ortaya faydalı bir 
saha çalışması çıkıyor. Buraya makale yazmak için gelmedim ama çocukluğumun kahveci çırağı olarak geçtiği cennet Yalvaç ile özel bir gönül bağım var. Çalıştığım yaşlı kahvesinde dinlediklerim hayatıma yön verdi, Anadolu insanını tanıdım. Yalvaç, 21 bin 400 nüfuslu ve bir türlü büyüyemeyen, sürekli göç veren ve göç alan bir şehir. Bu ilçemizde yaşanan değişim aslında son 20 yılda Anadolu‟da neler olduğunun da tam bir portresi. 
„Anadolu‟da yaşamak zor‟ diye düşünüyor olabilirsiniz ama şehir-kasaba halkı için hayat zor değil, çünkü çalışmadan yaşamak için herkes bir yolunu bulmuş. Kimse üretime katkıda bulunacak bir işte çalışmıyor, ne de büyük projeler peşinde. “Acı Çeken Türkiye” başlıklı makalemde Türkiye‟nin sosyo-ekonomik olarak üç bölgeye ayrılmakta olduğunu anlatmıştım. Bu makalede, ikinci bölgeye yani Anadolu‟nun içlerinde yaşayan halkımızın yaşadıklarına değinmeye, onlara dokunmaya çalışacağız. 

 Üretim bitmiş?.. 

 Önce ekonomi boyutu ile yaşananları anlatmaya başlayalım. Eskiden yani bundan 20 sene öncesine kadar Anadolu‟da insanların üç tür gelir kaynağı vardı; 
- Tarım, 
- Hayvancılık ve 
- Zanaat (dericilik, kiremitçilik, keçecilik vb.). 
Bunların hepsi artık bitmiş yani yapılmıyor, yapılan da çok az ya da neredeyse hobi gibi görülüyor. Ortada esnaf var yani bakkal, fotoğrafçı, kasap vb. ama onlar zaten hiçbir zaman geçimlik gelir kaynağı olmaktan öte birer iş alanı olarak görülmedi. Caddeleri her yerde olduğu gibi artık cep telefonu bayileri-teknik servisleri, çiğ köfteciler, börekçiler sarmış. Tabii bir de çok bilindik düşük seviyeli sözde süper market zincirlerinin şubeleri. 

Şehrin kendine has güzelim yeşil görüntüsü ve o eski dükkânları kaybolmuş. 
 Köylü artık tarımla uğraşmıyor, yemyeşil tarlalarda yabani otlar ağaç gibi olmuş. 
Yalvaç‟ın en yeşil köyü olan Hisarardı‟nda Almanya‟dan ya da yazlığa gelen birkaç aile hobi olarak elma ya da salatalık yetiştiriyor. Hisarardı Köyü‟nde bulunan 10 bin dönüm çok verimli tarım alanının üç bin dönümü şimdiden yabancılara satılmış, yeşil alana yazlık ev yapsın diye. Şehrin oksijen ve su deposu olan Hisarardı‟nın yeşil alanları inşaatlara açılarak, şehrin geleceği de yok ediliyor. Üstelik madencilere saha açma illeti ve baraja su toplama merakı Hisarardı‟nın yeşil alanını her an yok edebilir. 
 Peki, neden tarımla uğraşmaktan vazgeçilmiş? Çünkü çok zahmetli ve elde ettiğin kazanç, masrafını karşılamıyor, emeğine değmiyor. Tohum ve mazot pahalı, traktör almaya yetecek paraları yok, üstelik tarlayı sürecek hayvan da yok. Diyelim ki üretim yaptınız, ürettiğiniz domates ya da salatalık bir hafta, hatta birkaç gün içinde satılmazsa çürüyor ve elinizde kalıyor. Bunu (soğuk hava deposunda) depolayacak ve pazarlayacak, üstelik rekabet edecek bir sisteme ihtiyaç var; Yalvaç‟ta bu yok. 

 Sadece birkaç köy üretim yapmak için direniyor. Çetince köyünde seracılık yapılıyor. 

Bundan 10 yıl önce Antalya‟ya çalışmak için gidenler seralarda iş bulmuşlar ve dönenler Çetince köyünde seracılığı başlatmışlar. Organik olan eski tohum ilaç ister, ama organik ürünler piyasada rekabet edemiyor. Hazırcılığa gidip dışarıdan gelen yeni tohum aldığınızda hastalık az, verim fazla ama fiyat yüksek. 
Şehir, tarım ve hayvancılığa oldukça müsait, cennetten bir köşe ama Yalvaç‟ta 
bulunan tarım alanlarının %80‟i el değiştirmiş. Köylerde bankalara borçlananların tarlalarına el konulmuş onlar da çareyi şehre gitmekte bulmuş. Köyden gelmişler ama şehre uyum sağlamak yerine şehri köylüleştiriyorlar. Zanaatkâr ve esnaf olan şehirlinin büyük bölümü ise çoktan kaçmış. Kalan yaşlıların deyimi ile şehri köyden gelen işe yaramaz insanlar doldurmuş. 
 Öte yandan mevcut tarım alanları miras yolu ile bölüne bölüne öyle parçalara ayrılmış ki, tarım yapmak akıl karı değil. Örneğin bir zamanlar Sait dedemden kalan büyük tarla önce altı çocuğuna, sonra da onların 4-5‟er çocuğuna bölünmüş durumda ve tabii bu paylaşım kolay yapılamadığı için diğer tarlalar gibi başıboş bekliyor. 
 Tarlaların küçülmesinin bir önemli sonucu da Traktör kullanımını verimsiz hale 
getirmesi. Bir yılda 240 gün çalışması gereken traktör ancak 90 gün işe yarıyor. 

Tarıma zarar veren diğer bir faktör ise domuzlarla mücadelede başarılı olmanın zorluğu olmuş. Tüm ürünü talan etmeleri çiftçiyi bıktırmış. 
Hayvancılık bitmiş denecek kadar az. Besicilik zor ve zahmetli bir iş ve bunu ancak bazı özel çiftlikler yapabiliyor. Duyduklarımızın çoğu iflas etmiş. Maliyetler (yem, aşı, veteriner vb.) çok yüksek. Hayvancılıkla uğraşanlar maliyetleri azaltmak için örgütlenmek zorunda. Yem ihtiyacının dışarıdan temini yerine yerinde üretilmesi bir çare olabilir. Küçük çiftliklerin aşı, veteriner gibi ihtiyaçları için ise bir ortak kullanım havuzu düşünülebilir. 

Göç, bitmek bilmez Göç.. 

On yıl önce 33 bin nüfusu olan Yalvaç‟ın merkez nüfusu bugün 21 bine düşmüş. 
Bunun 10 bini köyden göç edenler. Köylü kazanmayınca ve „köylüyü köyde tutacak‟ bir devlet politikamız olmayınca şehre ya da kasabaya gelmişler. Yalvaç nüfusu bir yandan sürekli iş bulmak için dışarı gidenlerle nüfus kaybederken, köyden gelenler mevcut nüfusun %45-50‟sine ulaşmışlar. Şehirde gezinenler köyden gelen gençler. Şehrin gerçek oturanlarının yerini köyden gelenler almış, kalanlar yaşlılar. Tarihinde hiç dış göç almayan Yalvaç Suriyeli ve Afganlılardan nasibini almış, sayıları bin kadar. 
Gerçek esnafı bitiren, isimlerini çok duyduğumuz büyük marketler olmuş. Kredi kartı ile yani borçlanarak ödeme kolaylığı marketleri tercih edilir hale getirmiş. 50-60 bin TL yatırım yaparak bir dükkân açan kişi, beş-altı ay sonra dükkânını kapatmak zorunda kalıyor. 

Bunun başlıca nedeni ticaret azlığı kadar, eğer bir dükkân biraz iş yaparsa hemen yanına aynı işi yapan başka dükkânların kurulması yani halkın deyimi ile „ortakçı çıkması‟. 
Her dört evden biri dolu, üçü boş. Bunlar da emekliler ve yurt dışında işçi olarak 
çalışanlar. Özetle, köylümüz tarlada, kırda, ovada çok yıprandı; yol yok, su yok, banyo yok, ürettiğinin getirisi yok. „Şehirde dört duvar arasında yaşayayım, yeter ki elim toprağa değmesin’ diyecek hale gelmiş. 

Çünkü şehirde yaşamak kolay; gezecek-dolaşacak yer yok, ulaşım masrafı yok, 
erzakını ve yakacağının bir kısmını bahçesinden karşılıyor. Biraz okumuş insan ise masabaşı iş istiyor, üretim sektöründe çalışmak istemiyor. Köyler büyük ölçüde boşalmaya başlayınca sağlık ocakları ve okullar da kapanmaya başlamış ve bu şehre göçü daha da hızlandırmış. 

Tabii iyi haberler de var. Örneğin bugünlerde doğal gazın şehirde dağıtımına 
başlanması. Hemen herkes evine doğal gaz bağlatmak ve proje için birilerine para ödemek telaşında. Böylece artık odun-kömür yakmadan ısınabilecek ve bu yüzden pek çok emekli artık memleketine dönmeyi tercih edebilecek. 
Ancak, ev fiyatları çok pahalı, hatta İstanbul‟dan bile pahalı; şehir merkezinde sıradan evler 400-500 bin TL civarında. Bu fiyatları verenler ise yurt dışında yaşayan Yalvaçlılar. En çok Yalvaçlı İstanbul‟da yaşıyor. İlk göç İstanbul‟a yapılmaya başlanmış, onu Ankara izlemişti. Bugünlerde ise göç için Antalya revaçta. 

Şehir yazları gelenlerle doluyor. Almanya ve Fransa gibi yerlerden memleket hasreti ile gelen yaklaşık 50 bin Yalvaçlı yaz döneminde birkaç ay şehre canlılık veriyor. Ancak, şehre yatırım yapacak kadar çok kazanmıyorlar. Hayalleri yeşillik bir yerde ev alıp, yazın bahçe ile uğraşmak, öyle de yapıyorlar. 

İnsanlar Nasıl geçiniyor? 

Tarım ve hayvancılık dışındaki gelir kaynağı olan, geleneksel birçok zanaat ölmek 
tarihe karışmış, geride resimler ve hatıralar kalmış. Tekstil, halıcılık, kaynakçılık, bakırcılık, kiremitçilik Yalvaç‟ta bir zamanlar çok revaçta idi ama bitmiş. 21 bin kişilik nüfusun yerlisi olan 10 bin kişi, zaman içinde birbiri ile evlene evlene nerede ise tamamen akraba olmuş. 

Dolayısı ile şehir ekonomisi büyük ölçüde kişisel ilişkilere bağlı gelmiş. Esnafın %80‟i de bu işi hobi olarak yapan emekliler. 

Peki, insanlar nasıl geçiniyor? Çalışmadan geçinmenin yolunu bulmuşlar. Öncelikle köyden gelenlere komşuları yardım ediyor. Ama asıl gelir kaynakları eski ifadesi ile FakFukFon yani Fakir-Fukara Fonu‟ndan dağıtılan paralar. FakFukFon‟dan yararlanan %30 kesim, büyük ölçüde köylerden gelenler. Devlet, köyünde tarlasını ipotek sonucu bankaya kaptırıp, şehre göç etmek zorunda kalan köylü isyanını böylece önlemiş. 
Özetle, aileden biri mutlaka devletten bir yerden maaş alıyor ya da emekli geliri var. 
Bahçeden erzakını karşılıyor ama parsını öncelikle içkiye harcıyor. Gezip-görmenin tadını bilmediği için daha çok kazanmayı ve bunun için çalışmayı istemiyor. Ailenin gençleri ise anne-babanın sırtından geçinirken, bahçeye bile gitmiyor. 
Köylünün elinden tarlası gitmiş ve borçsuz köylü yok. Fukara fonundan karı-kocanın her biri 700 TL aldığından Yalvaç şartlarında 1400 TL ile idare edebiliyorlar. Aslında bu yardım, 65 yaş ve üstü için planlamış ama Belediye Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve muhtarlar yardım işini ayarlıyor. Yardım alacak üzerinde mal mülk göstermiyor. Kahvelerde oturanların %40-45‟i bu şekilde geçiniyorlar. 
Yaşlıların yastık-altı dediğimiz paraları var ama değerlendirilmiyor, ya gerçekten 
yastık altında ya da bankada yatıyor. Biraz parası olan ev alıyor ve kiraya vererek, kendine rant kapısı açıyor. İş yok, ekonomi yok ama herkes para biriktiriyor, parayı bu kesim saklıyor çünkü parasız kalmaktan korkuyor, kullanmıyor. 
Parası olan şehrine yatırım yapmıyor çünkü gelecek görmüyor. Geleceği yakın büyük şehir olan Antalya‟da görüyor. Evini oradan alıyor, çocuğunu okumak ve iş için oraya gönderiyor. Bu yüzden Antalya, son yıllarda özellikle Isparta, Burdur ve Karaman‟dan aldığı göçlerle çok kozmopolit bir vilayet haline geldi. 
Kahvelerde en revaçta sohbet konusu ise define arama. Bu, bir tür hayal tacirliği. Önce birisi elinde bir harita olduğunu ve beraber yaparlarsa çok zengin olacaklarını söylüyor. 
Adaylara sözde define haritasının fotokopi olan bir parçasını gösteriyor. Sonra diğer kişilerle birlikte 50-60 bin TL bir araya getirip, define kazmaya başlıyorlar. 
Birilerinin bulduğu bazı eski paraların hiçbir değerinin olmadığı anlaşılıyor. 
Anadolu‟daki tarihi eser kaçakçılığının arkasında aldatılan insanların değil, kilit konumda olan müze müdürlerinin olduğunu öğreniyoruz. Çünkü ne bulunursa ilk iş değerini öğrenmek için müze müdürüne danışmak oluyormuş. 

Kültürel bozulma.. 

İnsanlar ellerindeki kredi kartları ile borçlarını idare ederek yaşıyorlar. İpotek altındaki mal ve mülklerini kaybetmeleri de yakındır. Ekonomi olmayınca bundan aile düzeni de zarar görüyor. Türkiye‟nin en huzurlu 6‟ıncı şehri olan Yalvaç, son yıllarda aile cinayetleri ile anılıyor. Boşanmalar arttı. Bunun altında yatan asıl faktörün ekonomi yani geçim şartları. 

Erkek, evin ihtiyaçlarını karşılayamayınca, ekmeğin yanında pişirecek bir şeyler de alıp gelemeyince bir süre sonra kadın evden kendi anne-babasının yanında dönüyor. Erkek, bir süre içki ve hovardalıkla zaman geçiriyor. Sonra eşini evini döndürmek istediğinde ise geç oluyor. Bu durum, gözü dönmüş erkeğin cinayet işlemesine kadar varabiliyor. Pek çok evlilik sallantıda ve bu aşamalarda psikolog desteği gerekiyor. 
Sinemalar, kültür merkezleri kapanmış. Şehir kültürü yozlaşmış, insanlar çağdaş 
hayata değil, yoz eğlence kültürüne ve tüketici teknolojiye sarılmış. Atatürk‟ün kurduğu Halk Eğitim Merkezleri ya da Köy Enstitüleri gibi modernleşme araçları yok. Halkın televizyon dışında iki eğlencesi yaz aylarında yapılan festivaller ve konserler. 

Festivaller sözde yerli üretimi desteklemek için düzenlenir ama Yalvaç‟ta dışarıdan gelenler kendi ürünlerini satıyor yani şehrin kendi halkına gelir kaynağı olarak bir faydası yok. Sanatçı konserleri ise Anadolu‟da genellikle halkın kısıtlı parasına göz diken ve sonu gelmeyen diğer bir sektör. Yalvaç‟ta konserler halka bedava çünkü belediyeler tarafından ödeniyor. Tabii ki bu halkın vergileri ile toplanana para. 
Şehrin sakini olan yaşlılar ise kahvelerde bekliyor, tavla-okey oynuyor, gelen geçeni seyrediyor, sohbet edecek birini arıyor, camiye gidiyor, ikindi sonrası eve gidip-biraz uyuyup, akşam yemekten sonra soluğu gene kahvede alıyor. Şehirde 118 kahve var. Bunların önemli bir kısmında kumar oynanıyor. İnsanlar kredi ile aldığı parayı kumar yolu ile ödemeyi hayal ediyor. Kumar ve eğlenceye düşkünlük, parasızlık ile birleşince yakın zamanda hırsızlık ve fuhuş gibi suçların da kapısı çalınabilir. Şehirde uyuşturucu satışı da önemli bir suç sektörü haline gelmiş. 

Toplumsal hayat çıkmazda.. 

Biraz eğitimli kadınların beklentileri artmış. Bunda TV dizilerinin ve medyanın da 
etkisi çok. Erkeklere göre; kadınların beklentileri o kadar yüksek ki çok paraları olsa bile daha fazlasını isteyecekler. Kadınlar; gezmek, giyinmek, güzel evlerde oturmak, rahat ve konfor istiyor. Çok az da olsa eğitimli kadınların dernek kurma gibi gayretleri var. 
Büyük çoğunluktaki eğitimsiz ev kadınlarının sosyal hayatları yok, evden 
çıkamıyorlar, dışarıda bir yerde bir araya gelip oturamıyorlar. Kadına yönelik baskının arkasında erkeğin otorite yitirme korkusu var. Onlara el atan tarikat ve cemaatler akşamları kadınları hücre evlerde topluyorlar, dini sohbetler yapıyorlar. Düzenledikleri kermeslerde kadınlara börek vb. yiyecek görevi vererek toplanan paraları vakıflarına aktarıyorlar. 
Şehirde Menzil Grupları ve Süleymancılar etkin, Yazıcılar da var. Menzilciler mahalle içlerine kadar örgütlenmiş, kadınları yanına çekiyor, gençler için Adıyaman‟daki liderlerinin yanına ziyaretler düzenliyorlar. Süleymancılar ise yurtlar üzerinden öğrencilere el atmış. Yalvaç, Isparta ilinde nüfusuna göre en yüksek oranda FETÖ üyesi bulunduran ilçe imiş. Isparta ilindeki bilinen liderleri olan Topal Hafız lakaplı kişi, ev hapsine çıkmış ve biat edenleri kabule devam ediyor. Daha önceki seçimlerde FETÖ‟nün Isparta‟dan her seçimde bir 
iki milletvekili çıkardığı biliniyor. Bunlar içinde çok bilinen bir isim de var. 
Kadınlar, mahalle baskısı nedeni ile namaz kılıyorlar ama okudukları duaların 
anlamını bilmiyorlar. Aynı şekilde mahalle baskısı nedeni ile genç kızlar sokakta yok, olanlar ise büyük ölçüde kapalı. Kızlarımızda özgüven eksikliği var, geleceklerini sadece evlilik üzerine düşünmek zorundalar. 

Kızlar erken yaşta evlenmek zorunda. Çoğu bir üniversiteye kazanamadığı için bir 
tuhafiyeci yanında çalışabilirse, düğme kutularını yerleştirirlerse ne mutlu.. Şehir içinde dolaşan, pastanede oturan genç kıza kötü gözle bakılıyor. 

Erkeklere gelince, dört ayrı görüntüleri var. Camiye gidiyorlar çünkü mahalle baskısı var yani toplum içinden eleştiri gelmesini istemiyorlar. Ama aynı kişi Yalvaç‟ta „dindar‟ rolü oynarken, şehirden çıktığında yani gözlerden kaybolduğunda Eğirdir‟de „ayyaş‟, Isparta‟da „kumarbaz‟, Antalya‟da ise „hovarda‟ oluyor. 

Yalvaç gibi mütedeyyin bir şehirde bile Tekel rakamlarına göre ayda 800 bin TL, yılda 10 milyon TL değerinde içki satılıyor. İçki çok pahalandığı için bu rakamlara evde yapılanlar, dışarıdan getirilenler dâhil değil. Şehirden uzak yerlerde yapılan içkili partilerden sonra yaşanan ahlaksızca olayları sarhoşlukla açıklamak mümkün değil. 

Eğitim, Sağlık.. 

Şehrin okullarında eğitim geriye gitmiş. Benim mezun olduğum 1970‟li yıllaırın 
sonunda mezun olan herkes üniversitede bir yerlere girerdi şimdi %30‟a düşmüş. Eskiden eğitimin çok daha iyi olduğu tüm öğretmenlerinde mutabık olduğu bir konu. Ailelerin ve genç neslin şehri terk etmesinde eğitim zafiyetinin de önemli bir rolü var. 
Yalvaç halkı, şehir kurulduğundan beri mütedeyyin bir hayatı benimsemiş ama içinden çok önemli devlet adamları ve aydın insanlar yetiştirmiş. Ancak şehirde din, toplum hayatının ivmesi olmaya devam ediyor. İnsanlar cami ve kahve arasında yaşıyor. Cehalet ve kadercilik hayatı iyice yavaşlatmış. 
İnsanlar yeni bir şey yapmak, girişimci olmak istemiyor, birileri bizi gütsün diye 
bekliyor. Çalışmadan yaşamak istiyorlar ama beklentileri büyük, her şeyi hak etiklerini düşünüyorlar. Halk içinde kitap okuma oranı çok az, gazetelerin resimlerine bakıyorlar. 
Kütüphaneye 20 sene önce günde 100 kişi giderken, şimdi en fazla üç kişi gidiyor. Kelime dağarcığını yitirmiş, cümle kuramayan insanlarımız, bu boşluğu küfürlü kelimelerle dolduruyor. 
Şehirde kurulu bulunan dört adet Meslek Yüksek Okulu‟nun öğrencilerinin durumu şehirde bir yama gibi duruyor. Öğrenciler aslında şehirde özgürlük ve aksiyon sembolü.. 

Pastahaneden aldıkları simitleri yerken çay içecek paraları olmadığı için parklarda oturuyorlar.. 

Şehirdeki üniversite öğrencilerine ahlaki olarak kötü gözle bakıldığından öğrenci 
sayısı düşmeye başlamış. On sene önce 4 bin olan öğrenci sayısı bugün 2 bine düşmüş yani yarısı artık Yalvaç‟ı tercih etmiyor. Öğrenciler şehirde rahatsız olmuş, üniversitede ise hoca durmuyor. 
Sağlık konusuna gelince şehir hastanesinde doktor, pek fazla durmuyor. Genel halk sağlığı ile ilgili bir önleyici çalışma yok. Şehir suyundan kaynaklanan guatr ya da yaygın olan kanser, tansiyon gibi hastalıkların nedeni araştırılmıyor. İşin aslı kimse ne hastalığı olduğunu bile bilmiyor. Hastaların çoğu son ana kadar beklemekte ya da soluğu Isparta‟da almakta. 

Devlet ve siyaset.. 

Yalvaç halkı siyasetçiden umudu kesmiş, siyasetçi de şehri unutmuş. Siyasetçi şehre kayda değer hiçbir şey getirmemiş. Şehir azalan nüfusu nedeni ile yaklaşık 7-8 bin oyu temsil ediyor ve pek fazla umursanmıyor. Böyle olunca halk, hükümetten bir şey isteyemiyor zaten alamıyor. 

İktidara ait olmayan belediyeler genellikle borçludur. Alacaklarını alamaz, bir 
yerlerden para gelmez. Ancak, Yalvaç belediyesinin böyle bir sorunu yok. Şehir merkezindeki 300‟den fazla dükkânın sahibi ve onların kira gelirleri yanında su parası, çöp parası, belediye vergileri ile bütçesi fena değil. 

Zengin bir belediye var ama beceriksiz çünkü vizyonu yok. Yapılan en büyük yatırım, şehre şelale yapmak. Şehir genelinde çarpık yapılaşma almış başını yürümüş. Belediyecilikten her yeri betonlaştırma anlayan zihniyet, şehrin merkezi ve çevresindeki yeşilliği yok etmiş. 
Makyaj olsun diye parklar, mesire yerleri yapılmış. Saçma sapan yollar ve araç trafiği ile her yere park etmiş araçlar şehrin görüntüsünü bozuyor. 
Şehirlerdeki devlet daireleri başta belediyeler ve hastaneler olmak üzere İş-Kur 
üzerinden siyasi arpalık olarak yandaş kişilerle dolduruluyor. Bu da çalışmadan, üretmeden yaşamanın diğer bir kaynağını temsil ediyor. 
Antik Pisidia Antiokheia şehri gibi turizm imkânları var ama bu potansiyel iyi 
kullanılamıyor. Otel, pansiyon ve turistlerin zaman geçirebileceği mekân eksikliği var. Şehre gelen Japon turist, 1,5 saat ötede Eğirdir‟de konaklıyor. 
Diğer bir temel sorun ise ulaşım. Gece 9‟dan sonra özel arabanız dışında hiçbir yere gidecek otobüs, minibüs yok. Bu da şehirde yaşamı sönükleştiren ve göçü artıran diğer bir faktör. Kışın şehirde hayat tamamen ölüyor, yaşlılar bile kahveye gelmez oluyor. 

Sonuç.. 

Türkiye‟de ekmekle karın doyurma yani açlık sınırı 2 bin TL, açlığa giyecek gibi bazı temel ihtiyaçlarının eklendiği yoksulluk sınırı ise 7 bin TL ama Yalvaç‟ta insanlar genellikle açlık sınırının altında bir gelirle yaşıyorlar. Üstelik bundan şikâyet de etmiyorlar, kaderlerine razı olmuşlar. 

Pek çok Anadolu şehrinde de durumun farklı olmadığı söylenebilir. Son 20 yıla kadar kendi kendine yeten Anadolu ekonomisi bitti. Şehirlerimiz kasabaya ve kasabadan da köye dönüşme sürecine girdiler. Cennet şehrimiz Yalvaç, bunun en çarpıcı örneklerinden biri olmaya aday. 
Toprağı verimli, suyu bol Yalvaç‟ta tarım da hayvancılık da ölmüş. Bir zamanlar 
revaçta olan tekstil, kiremitçilik, halı dokuma ve dericilik de bitmiş. Hepsinin altında yatan temel neden ise üretim giderlerinin gelirleri karşılayamaması ve dışarının fiyatları ile rekabet edememesi. Üretmek yerine daha ucuza tüketmek yani hazırcılık tercih ediliyor. 

Domatesini, salatalığını üreten köylünün ürünü elinde kalmış ve hemen çürümüş, 
kimse soğuk hava deposu sağlamamış, pazarlamaya yardım etmemiş. Köylü, üretim için aldığı borçlarını ödeyemeyince bankalar tarlalara el koymuş, köylü şehre hücum etmiş. Yeşil alanlar bölünmüş, inşaata açılmaya başlanmış. 
Yalvaç‟ta durum böyle de diğerlerinde farklı mı? Eğirdir‟in bir avantajı yol imkânı ve göl kenarında olması ama oradan da iyi haberler gelmiyor. Gölü besleyen sular, yapılan baraj ve gölet çalışmaları, bilinçsizce yapılan sulama sondajları nedeni ile oldukça azaldı ve göl 30 m. çekildi. Tarım için kullanılan ilaçların da göle ulaşması ile gelir kaynağı Kerevit ve Sazan öldü. Isparta il merkezinin en önemli gelir kaynağı gül ürünleri. Rekabet edemeyince elde dokunan halı bitti, endüstriyel halıcılığa geçildi. Emekli şehri olan Isparta, civar illerden de emeklileri çekiyor yani pek çalışanı ve üreteni yok. 

Makalemizin sonunda çözüm için bazı önerilerde bulunmak istiyoruz. Ancak, bunlar makalenin hazırlık aşamasında sohbet ettiğimiz sevgili dostlarımızın ortak fikirleri. Diyorlar ki; devlet her şeyden önce; “Köylüyü köyde, şehirliyi şehirde tutma” politikası izlemelidir. 

Bununda başlıca yolu, şehirde ve köyde hem ekonominin canlanması hem de yaşam şartlarının iyileştirilmesidir. 

Bu insanları yerinde tutmanın tek yolu, para kazanması yani ürettiğini karlı bir şekilde satabilmesi. Halkın kazancını artıracak her yönetim ve proje destek görür. Bu kapsamda üç ayrı adreste tedbirlere başvurulabilir; 

(1) Devlet halkın ekonomik sorunlarına el atmalı; çiftçiyi desteklemeli, ürününe gelir getirecek fiyat vermeli, kooperatif yetmediği yerde depolamalı. Şehirde daha önce olduğu gibi istihdam yaratacak tekstil, kiremit, deri, meyve suyu fabrikaları kurulabilir, arıcılık desteklenebilir. 

(2) Tunceli‟de olduğu gibi aktif ve halkçı bir belediyecilik anlayışı ile bizzat  belediyeler bu işe öncülük edebilir. Yerel ürünler dışarıda pazarlanır, el sanatları desteklenir, halka meslek ve zanaat eğitimi verilebilir. 

(3) Kooperatifleşme; üreteciler örgütlenerek masrafları azaltacak tedbirler almalı, rekabet imkânları artırılmalı, depolama kapasitesi yaratılmalı ve yeni pazarlama kanalları oluşturulmalıdır. 

Organik ürünlerin bitmesi hastalıkları artıracak, iş hayatında bedensel çalışmanın azalması sağlık sorunlarımızı çoğaltmaya devam edecektir. 

Bu konularda da sağlık sektörümüz tedbirler üretmelidir. 

Son olarak kendi fikirlerimi söylemeliyim. 1400 yıldır süre gelen hayat şekli artık bir sona gelmektedir. Öncesindeki göçebe ve savaşçı hayat tarzı nasıl bitti ise kapitalizmin türevleri olan yaşam biçimlerinde de bir sona gelmekteyiz. İktidarın meşruiyeti, kapitalizm ve din‟in işbirliği üzerine kurulu ütopya artık bitti. Onlardan geri kalan distopyayı yani yozlaşmış bu hayatın resmini artık arşive kaldırmanın zamanı geldi. Her zaman olduğu gibi din adamları değil gene bilim insanları rehberlik ederse, insanlık ilerleyecektir. Sosyal bilimciler bu yeni hayatı siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yönleri ile yeniden yazmalıdır. 

Bu geçiş aşamasında öncelikle yapılması gereken ise tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçilmesidir. Devletimiz ve halkımız ancak böyle ayakta durabilir, bağımsız kalabilir. Ekonomi kadar diğer önemli bir acil tedbir gerektiren alan ise toplumsal yozlaşmanın önüne geçilmesidir. Ülkemizin çağdaşlaşması geriye dönmüştür, ülke saati geriye gitmektedir. Atatürk‟ün çizdiği yolda toplumun çağdaşlaşması ve çağdaş eğitim için kurumsal tedbirler acilen alınmalıdır. Türk insanı kaderciliğe değil, çalışmaya ve yeniliğe, aklın ve bilimin öncülüğünde başarmaya yönlendirilmelidir. 

Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. 

***

Alternatif Analiz..

Alternatif Analiz.. 



Prof.Dr. Sait YILMAZ 
07 Aralık 2019 
 
Sizi bekleyen asıl tehlike; Göremediğiniz, Bilmediğimiz, Anlayamadığınızdır.. 

 Giriş 

 Sıra gene bir (akademik) istihbarat makalesine geldi. Bu sefer, alanla ilgili literatüre yeni bir kavram eklemek gayretindeyiz; ‘bilinmeyen bilinmeyenler’. 

Bu makaleyi tetikleyen ise geçenlerde NATO’nun yeni çalışmalarını incelerken dikkatimi çeken bir şey oldu. NATO dünyayı anlayamıyor, operasyon sahasında kendini nelerin beklediğini yani harekât ortamını öngöremiyor ve bunun çaresini bulmak için yeni bir analiz yöntemini test ediyor; Alternatif Analiz (AltA). AltA, sadece karar verme sürecine daha fazla katkıyı değil, çoklu bakış açılarını yakalayarak, operasyonel resmin daha iyi anlaşılmasını da hedefliyor. Kanımca, bu da çözüm değil çünkü sorun artık bulmacanın daha çok parçasını bir araya getirmek değil, 

Sorun, ‘bilinmeyen bilinmeyenleri’ yani aklımızdan geçmeyen, varlığından haberdar olmadığımız bilinmeyenleri yakalamakla ilgili. Geçmişte analiz, gerçeğin bir versiyonunu yakalamaya çalışır, bulmacanın yerine oturan parçalarından yani mevcut bilgi ve veriler ile tahminlere dayanırdı. Her zaman bilinmeyenler çoğunlukta olduğundan; siz, işe yaradığı tam belli olmayan bilgilerden bir tahmini gerçek daha doğrusu bir hikâye yazardınız. Örneğin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Avrupa’ya saldıracağı hikâyesi, her iki tarafın da işine yarayan, en çok sevilen analiz idi. Ama içinde yaşanan yani güvenlik sorunlarının hem genişlediği hem de derinleştiği dünyada bilinmeyenler öyle çok genişledi ki, komplo teorileri popüler oldu. Özetle analizcinin asıl sorunu; bilinmeyen bilinmeyenler yani bulmacanın hiç göremediğimiz bölümleri. Bu makalede, istihbarat analizcisi ile sohbete devam edeceğiz ama önce analiz ve analizcinin işi ile ilgili sizlere özet bir bilgi verelim. 

 Analiz ve Analizci.. 

İstihbarat analizcisinin bilgi yığını içinde doğru resmi oluşturması yaratıcılık ister. Dört analitik kural, düşünmeye yardım eder1. İlk kural “Bütün, parçaların toplamıdır” der. 
Önce parçalara ayrı ayrı bakmalı ve ilişkili olanları birbirine eklemelidir. İkinci kurala göre; ‘Davranışlar tekrar eder ve gelecekteki davranış muhtemelen geçmişe benzer olacaktır’. 
Bu yüzden, geçmişteki trendler ile gelecek arasında ilişki kurulmalıdır. Üçüncü kural; ‘Eylemler ve sonuçları arasında açık ve tanımlanabilir neden-sonuç ilişkisi vardır’. Analizci, ilk sonuçlara götürecek basit neden zincirleri aramalı ve bulmalıdır. Son kural ise ‘Girdi ve çıktı arasında orantılılık olduğunu’ söyler. Küçük eylem küçük sonuç veya etkilere yol açar, büyüğü ise büyük olanlara. Bu da analizcinin önemli olanları ayırt etmesine yardım eder. En büyük zorluk birinci kuralda yaşanır çünkü makro davranışları belirlemek, bağlantı kurmak 
için önemlidir. Yaratıcılığın temel sırrı “farklı düşünmek” ancak bu mistik ya da artist tipi düşünmek değildir. Daha çok yeni dünya koşullarına uygun olguları dikkatlice bulup, değerlendiren, hayati ve temel bir yetenektir. Analizcinin en büyük zorluklarından birisi trendleri oluşturma zorluğudur. Çünkü çağımızın pek çok önemli alanı 10-15 senelik bir gelişme alanına yani geçmişe sahiptir. Pek çok alan ise henüz keşfedilmemiştir. İstihbarat eski alanlarda daha iyi çalışır. 

Analizcinin işini başarı ile yapabilmesi için; belirli analitik vasıtaları kullanmalı, rakip ve çevre hakkında anlayışı geliştirecek tanımlama, açıklama, değerlendirme ve öngörü yeteneklerine sahip olmalıdır2. Bu da profesyonellik gerektirir yani işini iyi bilmelidir. 

 İstihbarat, bilim gibi hipotezlerle çalışır ve doğasında yanılma payı çoktur. Hangi metodu kullanırsanız kullanın hatalardan kaçınmak zordur. Alanla ilgili bilim insanlarından Loch Johnson’a göre analiz, karmaşık bir iştir. Genellikle belirsizlik, şüphe, tartışma ve yarım cevaplar ile yürütülen bir sürecin sonunda eksik bilgiler ve sıcak tartışmalar ile şekillenir3. 

Analizci genellikle aşağıdaki 12 mantık hatasından bir ya da bir kaçını yapabilir; 

- Rakibin kendisi gibi düşündüğünü sanmak, 
- (Bilmediği şeyler hakkında) yanlış veya hatalı varsayımlar, 
- Daha uzman gözüken kişinin doğru düşündüğünü farz etmek, 
- Hatalı etki-sonuç ilişkisi kurmak, 
- Gerçekler ve kanıtlardan ziyade önyargılara, duygulara ve özel çıkarlara göre değerlendirmek (ad hominem), 
- Faraziye ile sonucu aynı düşünme hatası, 
- Aşırı basitleştirme ile ciddi sonuçları kavrayamama, 
- Küçük kanıtlarla genelleştirme yapma, 
- Bir olayın takip eden diğer olayın nedeni olduğunu düşünmek, 
- Pek çok seçenek olma ihtimali varken bunları bir ya da ikiye indirerek diğerlerini dikkate almamak, 
- Bir konudan çıkarılan sonucu, belirli bir benzerlikten dolayı diğer bir konuya da uygulamak, 
- Önceki faraziyelerini bir kenara bırakıp düşüncelerinde ani değişiklikler yapmak. 
İstihbarat analizcisinin mahareti birçok veri arasından doğru noktaları birleştirmek, anlamlı hale getirmek yani istihbaratı üretmektir. Bunun için tümden gelen, tümevarım, dışa çekim’in dâhil olduğu bilimsel bir metot içinde hipotezlerini test edecektir. Analizci, gelen bilgi yığını içinden gerçekleri, hipotezleri ve teorisini çıkarabilmesi için sosyal bilimler metodolojilerine aşina olmalıdır. Ayrıca, ulusal güvenlik için önemli olan uluslararası davranış ve eğilimleri sezecek, belirli zaman diliminde artan veya eksilen değişimleri tanımlayacak bir kabiliyette olmalıdır4. Analizci, genellikle üç aşamada işini yapmaya çalışır; mümkün olduğu kadar okumak, problemle ilgili cevap bulmaya çalışmak ve mümkün olduğu kadar düzenli bir şekilde yazıya dökmek5. 

İstihbarat analizi her zaman gelişmiş ve yapılandırılmış metotlar ile yapılmamakta dır. Kullanılan klasik analiz teknikleri arasında istihbarat kültürlerine göre değişkendir. 

Örneğin 

Çin istihbaratı; Mikro Ölçekleri Karşılaştırma Tekniği, Veri Daraltma Yöntemi, Ajan Çarpıştırması Yöntemi gibi teknikler kullanır6. Batılı servisler ise daha çok; Matris Bağlantı (Link) Analizi, Hipotezlerin Karşılaştırmalı Analizi, T Matrisi Analizi, Olasılık Ağacı, Fayda Ağacı ve Matrisi, Bilinenler-Bilinmeyenler-Varsayımlar, Akıl Yürütme Zinciri, “Sebebe Ait Akış Diyagramı gibi pek çok teknik kullanır7. Şekil 1’de bazı örnekler görülmektedir. 

Şekil 1: Geleneksel Analiz Teknikleri 



 Analizcinin mahareti; doğru noktalar arasında bağlantı kurmak, önemli bilgi/veriyi ayırt edebilmek, daha da önemlisi bilinmeyenleri tespit etmek ve bilinmeyen bilinmeyenleri öngörebilmektir. Bu ise anlama seviyesi ile ilgilidir. Anlama, sadece çok okumak değil tecrübe yolu ile de kişinin bilgi ve yetenek kazanmasıdır. 

Böylece, doğruluğu kanıtlanmış bilgi kapasitesi ile harekete geçme imkânı verir, dünyaya nasıl bakacağımızı söyler. İstihbarat, harekete geçmek için işlenmiş bilgi üretir. Bilgi, statik bir sürece sahip iken anlayış dinamik bir sürece sahiptir. Elde edilen bilgiler en sonunda bize avantaj sağlayacak ‘anlama’ya dönüşür ve anlamayı kullanarak düşünür, plan yapar, hızlı karar verir ve rakiplerimizden daha iyi oluruz. Anlayış ve istihbarat arasında güçlü bir ilişki vardır. Anlayışın veri ve bilgiden temel farkı idrak yeteneği olan birinin aklında oluşmasıdır. Anlama ise problemi çözmek için öngörü ve kanı kazandırır. Anlayış, karar vermemize ve durum içinde reaksiyon göstermemize yardım eder. Bilgi piramidinin en üstünde olan üst akıl (bilgelik) ise istihbaratın ihtiyaç duyduğu yaratıcılığa yardımcı olabilir8. Bunun için de anlama seviyesinin yüksek olması kadar geniş bir alana yayılması gerekir. Bu anlamanın yaratılması çok disiplinli çalışmaları yani istihbaratçıların akademisyenler ve teknoloji uzmanları ile çalışmasını zorunlu kılmıştır. Amerikan istihbaratının son yıllarda kullandığı “işbirlikçi istihbarat” ve 
“sözsüz anlama” gibi kavramlar9, anlama için dünya genelinde farklı kültürlerden beyinlerden istifade etmeyi öngörmektedir. 

 Alternatif Analiz.. 

 NATO’ya göre; günümüzün dünyasının süratle değişen ve geçmişte benzeri olmayan siyasi, stratejik ve operasyonel ortamında; kurumlar daha iyi uygulanacak planlar, politikalar ve prosedürler geliştirmek zorundadır. Karar vericilerin bu ortam içinde geniş bir görüş açısı sağlaması ve bağımsız eleştirel düşünce ile yaklaşması gereklidir. Alternatif Analiz (AltA), karar vericiler için bağımsız eleştirel düşünme ve alternatif perspektifler sağlayan ve bu yönde geniş bir uygulama alanı olan kabiliyet olarak düşünülmüştür. NATO tarafından 
geliştirilen bu kabiliyet, karar verme süreçlerine entegre edilerek farklı bir yöntemle anlama kabiliyeti sağlayacaktır. Genel olarak AltA’nın, yaratıcı çözümler ile riskleri azaltacağı ve fırsatları artıracağı beklenmektedir. AltA; daha doğru karar vermek için tasarlanmış bağımsız, eleştirel düşünce ve alternatif perspektif uygulanmasıdır. Buradaki “bağımsız” kelimesi düşünmemize etki eden diğerlerinin etkisi ve kontrolünden uzak olmak anlamındadır. Eleştirel düşünce ise bilginin konseptleştirilmesi, işlenmesi, analizi, sentezi ve değerlendirilmesinde entelektüel olarak disipline edilmiş süreçtir. Alternatif perspektif ise duruma, probleme veya gerçeğe farklı bir zihniyet, kültürel çerçeve veya değer ve inanç yapısı ile bakma sonucu ortaya çıkacaktır. 

Tablo 1: Alt A Teknikleri ve Uygulanması 




C:\Users\TOSHIBA\Desktop\Resim3.jpg
Kaynak: NATO Alternative Analysis Handbook, Second Edition – December 2017. 

     Alt A daha iyi kararlar vermek için problemlere farklı bir yolla bakma kabiliyeti olarak hazırlandı. Amacı, yenilikçiliği ve yaratıcılığı geliştirmek, diğer yandan anlamayı genişletmektir. AltA tekniklerinin amacı ön yargılarla mücadele etmektir. Çünkü analizci değerlendirme yaparken önceki bilgileri ve inançlarının etkisinde bilinçli ya da bilinçsiz şekilde pek çok ön yargı çerçevesinde ilerler10. AltA, mevcut süreçleri zenginleştiren analiz tekniklerinden oluşur. Ancak bu teknikler içlerinde sanayi, istihbarat ve akademik dünyadan en iyi pratiklere hâkim kişilerin oluşturduğu gruplar tarafından test edilir. NATO için yararlı olacağı düşülen seçilmiş AltA teknikleri şu şekilde sınıflandırılmaktadır (Tablo 1); 

- Yapısal teknikler (gerçekleri, problemleri ve fikirleri tanımlamak ve organize etmek için); düşünce haritası, konsept haritası ve kıymetli resimler. 
- Yaratıcı teknikler (yeni düşünce ve tahayyülleri geliştirmek amacıyla); beyin fırtınası, karşı beyin fırtınası, yazılı beyin fırtınası, yıldızyağmuru, altı şapkalı düşünme ve yaratıcı kombinasyonlar. 
- Teşhis teknikleri (problem teşhisi veya alternatif perspektiflerin test edilmesi için); SWOT, PMI (artılar, eksiler, ilginç noktalar), beş niçin, temel varsayımlar, bilginin kalitesinin kontrolü, dışarıdan düşünme, vekil rakip/rol oyunu, alternatif gelecekler. 
- Meydan okuma teknikleri (zıt veya rakip düşüncelerin test edilmesi amacıyla); Şeytanın Avukatlığı, A Timi/B Timi Analizi, pre-mortem (ölüm öncesi) analizi, ya olursa analizi. 

 AltA uygulamasının hazırlık döneminde önce analizin amacı, beklenen ürün çeşidi, katılımcılar, muhtemel sorun sahaları ve uygulanacak sürece karar verilir. Daha sonra analizin yapılacağı oda hazırlanır, gündem belirlenir, kurallar ortaya konur. Alternatif analizi için daha hazırlık döneminde tartışmaların nasıl yönlendirileceği, ürünün nasıl ortaya çıkarılacağının belirlenmesi önemlidir. Analizci grubun bir araya gelmesi ile uygulama başlar; sorular sorulur, notlar (genellikle tahtaya yazarak) alınır, grubun enerjisini kaybetmemesine dikkat edilir. Her tekniğin uygulaması ve yönetimi farklıdır. Öte yandan katılımcıların farklı görüş ve kişiliklerinin idaresi önemlidir. Sonunda ortak görüşe oy birliği ya da bir gündem 
belirlenerek ulaşılır. Tam bir sonuçtan ziyade yüzde 80 civarında soruların cevaplanmış olması yeterli görülebilir. Nihai sonuç, başlangıçta tespit ettiğiniz soruların cevaplarını tartışırken farklı bakış açılarına sahip katılımcıların üzerinde anlaştığı konular veya yeni bir çalışma programı şeklinde ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan ürün, bir eylem listesidir ve her eylem zamanlaması ile uygulama programının bir parçası olur. Analiz yöneticisi, nihayetinde her şeyin gözden geçirildiğine ve her konuda ne yapılacağına karar verildiğine emin olmalıdır. 
 Analiz için grup kurmak kolay iş değildir. AltA yöneticisi, beklenen çıktıya ve tartışma için ayrılan sürelere odaklanmalıdır. Her zaman istenen sonuçlara ulaşılamayabilir ama sorunlu pek çok konunun tartışılması sağlanmış olur. Katılımcıların nitelikleri kadar onlara sunduğunuz bilgiler hatta çok küçük bir bilgi kırıntısı dahi sonuca etki edebilir. Bu kişilere rehberlik etmek, tartışmaları yönlendirirken bağımsız düşünmeyi teşvik etmek kadar nelerin sonuca etki edecek değerde olduğunu da belirlemek önemlidir. Bu yüzden, başkalarına söz vermeden önce her katılımcıdan istenen katkıyı almaya dikkat edilmelidir. Tartışma uzadıkça grubun enerjisi düşebileceğinden analiz programını doğal bir ritim içinde 
sürüklemek ve sonucu alacak şekilde programı düzenlemek gereklidir. Toplantı dâhilinde sürekli olarak süreç ve kapsam dengelenmeli, tarafsız bir tartışma ortamı sağlanmalı, bunu bozan davranışlar önlenmelidir. Bu ise sabırlı olmayı, ön yargılı olmamayı ve olumlu olmayı zorunlu kılar. Analiz programının her toplantısından elde edilen iyi sonuçları tespit ederken, işe yaramayanların diğer oturumları etkilemesinin önüne geçilmelidir. 

 Bilinmeyen bilinmeyenler.. 

 İstihbarat analizinde ilk adım hangi bilginin analiz edileceğine karar vermektir11. Dört çeşit bilgi söz konusudur; açık, gizli, sahte ve henüz sır olan bilgiler. Bütün bunlar bulmacanın birer parçasını oluşturur ama istihbarat bulmacaları, kareli bulmacalar gibi doğru cevabı bulduğumuzdan emin olduğumuz bir form değildir. Analiz; açık bilgilerin toplanması, gizli bilgilerin ortaya çıkarılması ve sahte veya yanlış bilgilerin tanımlanması ve ayıklanması ile istihbarat kullanıcılarına istenen bilginin sağlandığı, diğer yandan hala cevaplanması gereken veya çözülememiş bilgilerin tespit edilerek resmi yetkililerin uyarıldığı bir süreçtir. Bir analizci normal olarak analizci üç tür kavram üzerine yoğunlaşır12; 

- Bilinebilir ve bilinenler (gerçekler), 
- Bilinebilir ve bilinmeyenler (gizli, sırlar), 
- Bilinemeyenler (gizem, kehanet). 

Bu makale ile listeye yeni bir madde ekliyoruz; 

- Bilinmeyen bilinmeyenler (hiç akla gelmeyenler). 
 Soğuk Savaş döneminde bilgilerin az olduğu bir dünya vardı ve istihbaratçının işi gizlileri bulmaktı. Bugün teknolojilerin getirdiği bilgi çokluğu sadece gizli olanı bulmayı değil, bütün kaynakları kullanarak dünyayı çok iyi anlamayı gerektiriyor13. 
Yakın gelecekte Ortadoğu ya da Afganistan’da neler olacağı bugünün trendleri ortaya koyamayacağız “bilinemeyenler” kategorisine girer. Bizim bahsettiğimiz ise yeni bir kavram kategorisidir; “bilinmeyen bilinmeyenler (BB)”.  Bilinmeyen bilmeyenler, henüz ne olduğundan beri haberimizin olmadığı, daha önce hiç görmediklerimiz, bilmediklerimizdir. Örneğin 1950’lerde uzaya gitmeden önce 
insanoğlunu orada neyin beklediği BB idi. Nitekim BB kavramını ilk defa dile getiren uzay bilimcileri oldular. Çünkü uzay çalışmaları için geçmişte olduğu gibi bugün de hala pek çok BB vardır. Yani ancak uzayın derinliklerine gittiğimizde farkına varmaya başlayacağımız yeni ortam ve tehditler. Başımıza geldiğinde “O neydi?” diyeceğimiz, şimdiden tedbir getiremeyeceğimiz bilinmeyen bilinmeyenler. BB’ler kehanet ya da gizem değil, ne olduğu ve nasıl ortaya çıkacağı henüz bilinmeyen bilinmedik durumlar ve tehditlerdir. 

İstihbarat analizcisine dönersek aşağıdaki örnekler öncesinde hep birer BB idi;
 
- M.S.374’de Hunların Avrupa’ya başlattığı saldırılar, 
- 1492’de Amerika kıtasının bulunması ve 16. Yüzyıla kadar dünyanın düz olduğunun sanılması, 
- 19. Yüzyılda elektriğin icadı ve sosyal hayatı değiştirmesi, 
- Petrolün bulunması ile motorlu taşıt yapımının mümkün olması, 
- II. Dünya Savaşı döneminde nükleer silahların geliştirilmesi, 
- 1989’da internet ve klonlamanın ortaya çıkışı, 
- 2003’te Amerikan askerlerini “Irak El Kaidesi”nin beklediği, 
- 2014’de Suriye ve Irak’ta IŞİD’in ortaya çıkışı. 

 Sizi bekleyen asıl tehlike; göremediğiniz, bilmediğiniz, anlayamadığınızdır. İşte bu, bilinmeyen bilinmeyendir. Örneğin Ortadoğu’da IŞİD’in yerini neyin alacağı, yeni aktörlerin kimler olacağı, İran parçalanırsa yerine kimlerin dolacağı da birer BB’dir. Gelecekte petrol yerine geçecek yeni bir enerji kaynağının bulunması, yeni bir dünya bulunması, toptan bir yok olmaya neden olacak bir salgın hastalık ya da felaketin yaşanması da birer BB’dir. 
İşte bütün bu örnekler; sadece ulusal istihbarat servislerini değil, başta NATO gibi güvenlik örgütleri olmak üzere uluslararası teşkilatları da BB’ler konusunda özel çalışmalar yapmaya zorluyor. NATO, Afganistan’da olduğu gibi göremediği, anlayamadığı, bilmediği bir düşmanla savaşarak kazanma şansı olmadığını biliyor. NATO, dünyayı AltA ile anlamaya çalışıyor ama bu BB’leri yakalamak için çözüm değil. 
 İstihbarat servisleri son yıllarda veri analizindeki gelişmeler ile anlama seviyesini artırmaya çalışıyor. Ancak, veri tabanında o kadar fazla veri var ki, herhangi bir analizcinin hepsini değerlendirmesi imkânsızdır. Bunu denese bile çok bilgi olduğu için verinin içinde ne olduğunu gösterecek tutarlı bir resim ortaya çıkarmaları fazlasıyla zor. Öte yandan uygulanan veri madenciliği teknolojileri bazı sorunlarla doludur. İstihbarat analizcisi kendisini sonuca götürecek bir yol arar ama veri madenciliği ona genellikle bir kara kutu bırakır14. Makinenin sağladıkları ilişki ağları, istatistik model gibi bilgiler izlenmeyi sağlayan bir sonuç vermez. Güçlü bir istatistiksel model ortaya çıkması için veri madenciliği programının büyük bir bilgi 
bankasına ihtiyacı vardır. Çünkü istihbaratı üretmek için sonucun arkasındaki kaynak ve gerekçe önemlidir. Teknolojinin ürettiği veri madenciliği size sadece bir hesap izlemesi verir belki bu teknoloji zamanla (örneğin yapay zekâ uygulamaları ile) daha yararlı bir hale getirilebilir. 

İstihbarat analizcisi için diğer bir sorun alanı dezenformasyondur. Analizci, hatalı değerlendirmeye yol açabilecek sahte bilginin tespitini yapabilmelidir. Her gün uluslararası işlerle meşgul biri bir problemi çözecekse elinde belirli miktarda gerçek veri olmalıdır. Böylece bilgi toplayarak yığın yapmaktansa ihtiyaç duyduğumuz gerçekler için bir süzgeç bulmuş oluruz15. Veriler oradadır ve bir düzen içine girmesi için algılanmalı ve anlamlı bir şekilde açıklanmalıdır16. Büyük bir bilgi yığını içinde bağlantılar ve uyumluluklar görmek, büyük bir saman yığını içinde iğne aramak zorundasınızdır ve bunun için hazır bir mekanizma da yoktur. Hele küresel terör ortamında samanlar birden iğneye dönüşüyorsa durum çok 
çetrefillidir. Aynı problemler bulmaca çözme veya mozaik yöntemlerini de kullanırken de geçerlidir. Örneğin ortada 33 bin tane veri/kanıt olduğu halde, Amerikan istihbaratı 11 Eylül saldırılarının olacağı BB’sini göremedi. 
 
Sonuç.. 

 İstihbarat analizcilerinin işi hep elde edilen bilgi, haber, data, olgu vb. verileri toplayıp, sınıflandırıp, işleyip, analiz edip, anlamlı sonuçlara ulaşmak oldu. Analizcinin işi dev bir bulmacayı çözmek, sonunda bütün ilgili gerçeklerin içinde açıklanabileceği bir resim anlatmaktır17 ama çağımızın asıl meselesi BB’leri bulmaktır. Analizci resme baktığı zaman sadece bir manzara görür ama anlama kabiliyeti yüksek olan analizci resimde saklı olan asıl tehlikeyi yani kaplanı fark eder. İşte bu BB’dir. Analizi derinleştirmek için diğer bir yöntem analiz türünü değiştirmek; veri (kanıt) bağımlı analiz yerine kavram (hipotez) bağımlı) analizleri tercih etmek olabilir. Nitekim bazı istihbarat teşkilleri artık kaynağa dayalı 
çalışmaktan vazgeçiyor. CIA’nın denemeye başladığı çözüm ise kaynak ve analizciyi bir araya getirmek oldu. Bunu önce terörle savaşta denediler şimdi diğer alanlara da yayıyorlar. 

Diğer yandan yenilenmiş bir analiz süreci ile analizciler ve kullanıcıları arasındaki iletişimin daha etkili hale getirilmesine çalışılıyor. Bütün bunlar, daha çok operasyonel amaçlı yani ‘istihbarata dayalı operasyon’ mottosunun gerekleri olarak düşünülüyor yani BB’yi bulmaktan daha da uzaklaşılıyor. Bu yüzden, mikro konulara odaklanıyor; dünyayı anlayamıyor, göremedikleri, anlayamadıkları bir ortamda çalışıyorlar. Anlamak için yanlış yöntemler seçiyorlar; samanlıkta kaybolan iğneyi, dışarıda arıyorlar. BB’yi bulmak ayrı bir uzmanlık işi olmalı, daha basit teknikler kullanılmalıdır. Zaten zorluk, basit olanı bulmaktır. Bunun için de düşüncelerimiz var. Merak etmeye devam edin. 

DİPNOTLAR;

1 Josh Kerbel, The U.S. Intelligence Community's Creativity Challenge, Defense Intelligence Agency, (October 13, 2014). 
2 Stephen Marrin, Improving Intelligence Analysis, Bridging the Gap Between Scholarship and Practice, Routledge, (New York, 2011). ibid, (2011), 1. 
3 Loch K. Johnson, Analysis for a New Age, Intelligence and National Security 11, No.4 (October 1996), 661. 
4 Mark V. Kauppi, Counterterrorism Analysis 101, Defence Intelligence Journal, Vol.11, No.1, (Winter 2002), 47. 
5 David Brooks, The Elephantiasis of Reason, The Atlantic Monthly 29, No.1 (Jan-Feb 2003), 34-35. 
6 Çin istihbaratı için bakınız; Sait Yılmaz, Çin İstihbaratı, Sait Yılmaz (Edt.), İstihbarat Dünyası, Kripto Yayınları, (Ankara, 2014), 
7 Bakınız; Sait Yılmaz, Temel İstihbarat Toplama-Analiz-Operasyonlar, Kripto Yayınları, (Ankara, 2018), Ek-II. 
8 Russell L. Ackoff, From Data to Wisdom, Journal of Applied Systems Analysis, Volume 16, 1989, 3-9. 
9 Bakınız; Sait Yılmaz, İşbirlikçi İstihbarat ve Küresel Kaplama, academia.eu.tr, (19 Mayıs 2018). 
10 NATO Alternative Analysis Handbook, Second Edition – December 2017. 
11 Yılmaz, a.g.e., (2018), 179 
12 Jack Davis, Tensions in Analyst-Policymaker Relations: Opinions, Facts, and Evidence, Kent Center Occasional Papers, Volume 2, Number 2, (January 2003). 
13 Gregory Treverton, Reshaping National Intelligence for an Age of Information, RAND Corporation, (California, 2003), 13. 
14 Laura K. Bate, Can American Intelligence Leverage the Data-Mining Revolution? National Interest, (May 21, 2014). 
15 Roger Hillsman Jr., Intelligence and Policy-Making in Foreign Affairs, World Politics, No.3, (April 1953), 13. 
16 Jeffrey R.Cooper, Curing Analytic Pathologies: Pathways to Improved Intelligence Analysis, Center for the Study of Intelligence Monograp,. CIA, (December 2005), 26. 
17 Hillsman Jr., ibid, (April 1953), 3. 

***

3 Şubat 2021 Çarşamba

RUSYA-ERMENİSTAN ASKERİ İŞBİRLİĞİNE KARŞI TÜRKİYE-AZERBAYCAN İŞBİRLİĞİ!

RUSYA-ERMENİSTAN ASKERİ İŞBİRLİĞİNE KARŞI TÜRKİYE-AZERBAYCAN İŞBİRLİĞİ! 



Elhan Şahinoğlu, Azerbaycan,Rusya Cumhurbaşkanı, Dmitri Medvedev,Serj Sarkisyan,Ortak Güvenlik Anlaşması,Nevruz Mehmetov,C-300 füzeleri,



Elhan Şahinoğlu, 

Azerbaycan

23 Ağustos 2010


Erivan ziyaretini sürdürmekte olan Rusya Cumhurbaşkanı Dmitri Medvedev’in 20 Ağustos’ta Ermeni meslektaşı Serj Sarkisyan’la gerçekleştirdiği ikili görüşmenin ardından iki ülkenin Savunma Bakanları Anatoliy Serdyukov ve Seyran Ohanyan askeri üs antlaş

Yeni antlaşmaya göre, Rusya Ermenistan'da bulundurduğu askeri üssün süresini 2044 yılına kadar uzatmıştır. Antlaşma gereği Rusya, üssü yeni silahlarla donatacaktır. Yeni anlaşmanın en önemli maddesi Rusya'nın askeri üssünün Ermenistan'ın güvenlik çıkarlarına da hizmet edecek olmasıdır. Rusya'nın askeri üssü eskiden de Ermenistan'a hizmet etmiştir. 5 bin kişinin bulunduğu üstte subayların yarısı, askerlerin ise tamamı cebinde Rusya pasaportu taşıyan Ermenilerden oluşmaktadır. Ayrıca, Erivan üs için Rusya'dan kira da almamaktadır. Dmitri Medvedev anlaşma töreninden sonra düzenlenen basın toplantısında Rusya'nın Kafkasya'da barış ve istikrardan yana olduğunu söylemiştir. 2008 yılında Gürcistan'la yaşanan savaşı işaret eden Medvedev şöyle devam etmiştir: "Biz Kafkasya'da iki yıl önce yaşanan olayların tekrarlanmasını istemiyoruz. Ekonomik ve güvenlik alanında bölgenin en büyük devleti olan Rusya, Kafkasya'da önemli rol oynamaya devam edecektir. Biz barış ve istikrardan yanayız. Bunun yanı sıra Rusya müttefik ilişkilerinde de sadıktır. Bu açıdan Ortak Güvenlik Anlaşması Teşkilatının üyesi olan Rusya kurumdaki destekçisi Ermenistan'ın güvenliğinden de sorumludur. Rusya müttefik ilişkilerine ciddi yaklaşmaktadır". Böylece, Erivan'da imzalanan antlaşma ve Medvedev'in basın toplantısındaki açıklamaları Rusya'nın Kafkaslardaki varlığını güçlendireceğinin kanıtıdır. Ermenistan, bu durumdan memnundur. Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvart Nalbantyan Ermenistan'da bulunan Rus askeri gücünün ülkenin güvenliği açısından stratejik öneme sahip olduğunu kaydederek, "Rus askeri gücü sadece Rusya'nın çıkarlarına hizmet etmiyor. Ermenistan'ın güvenliği de garanti ediliyor" değerlendirmesinde bulunmuştur. Nalbantyan'a göre Rusya Ermenistan'ın askeri ve teknolojik alanda gelişimine de büyük katkı sağlamaktadır. Rusya ile Ermenistan arasında artan askeri ilişkiler ve Erivan'da imzalan antlaşma Azerbaycan kamuoyunda endişe ile izlenmektedir. Buna rağmen, Bakü'nün konuyla ilgili resmi bir açıklama yapmaması da dikkatten kaçmamaktadır. Aksine Azerbaycan Cumhurbaşkanı Dış İlişkilerden Sorumlu Müşaviri Nevruz Mehmetov yerel televizyonlara yaptığı açıklamada, Rusya-Ermenistan askeri üs antlaşmasının Azerbaycan'a bir etkisi olmayacağını vurgulamıştır. Ancak bu konuda farklı düşünenler de vardır. Birincisi, Yukarı Karabağ sorunun çözümünü üstlenen ve AGİT Minsk Grubu Eş Başkanı olan Rusya'nın Ermenistan'la askeri ilişkileri üst düzeye çıkarması bu devletin çatışan taraflara eşit mesafede yaklaşmadığını, tarafsızlığını Ermenistan'ın lehine bozduğunu kanıtlamaktadır. İkincisi, Yukarı Karabağ'da savaş çıkarsa, 1990 yılların başlangıcında olduğu gibi Azerbaycan ordusu ile Ermenistan ordusu yüz-yüze geleceklerdir. Yeni antlaşma gereği de Rusya'nın Ermenistan'daki üssü bu ülkenin güvenliğini sağlayacaktır. Yani olası savaş halinde, üsteki silahlar ve bu üsten havaya kalkacak askeri uçaklar Azerbaycan topraklarını hedef alacaklardır. Bu arada, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov gazetecilerin sorusu üzerine ülkesinin Azerbaycan'a C-300 füzelerini satabileceğine işaret etmiştir. 

Lavrov söz konusu füzelerin savunma nitelikli olduğunu hatırlatarak, bunun bölge ülkeleri için tehlike oluşturmayacağını sözlerine eklemiştir. 

Azerbaycan yönetimi, belki, Moskova'dan C-300 füzelerini alacağı düşüncesiyle Rusya-Ermenistan askeri anlaşmasına karşı sert tutum sergilememektedir. 

Ancak Rusya-Ermenistan askeri üs anlaşması gerçek, C-300 füzeleri ise Bakü'ye verilen bir vaat niteliğindedir. Moskova yıllar öncesinden İran'a da C-300 

füzelerini satacağını vaat etmiştir, ancak Tahran bu füzeleri bu güne kadar Rusya'dan alamamıştır. Öte yandan, Azerbaycan kamuoyunda ve siyasi çevrelerinde, 

Rusya-Ermenistan askeri ilişkilerinin geliştirilmesi ve Kremlin'in müttefikine verdiği desteği artırmasına karşılık Azerbaycan'ın da Türkiye ile siyasi ve askeri 

ilişkilerini yoğunlaştırması gerektiği tartışılmaktadır. Azerbaycan'ın Rusya-Ermenistan siyasi ve askeri işbirliğine karşı tek kalmaması gerekmektedir.


https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/guney-kafkasya-iran-pakistan-arastirmalari-merkezi/rusya-ermenistan-askeri-isbirligine-karsi-turkiye-azerbaycan-isbirligi-elhan-sahinoglu-azerbaycan


***