4 Aralık 2019 Çarşamba

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 2

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 2




1. NATO Düşüncesinin Doğuşu ve Kuruluşu NATO’nun kuruluşuna yönelik ilk düşünceler., 

İkinci Dünya Savaşı sonlarına rastlamaktadır. Savaş’ın sonlarına doğru Sovyetler Birliği, ABD, İngiltere ve Fransa’nın liderleri önce Yalta’da, savaşın hemen bitiminden sonra da Potsdam’da bir araya gelerek diplomasinin alışılmış usullerine göre Avrupa’da sınırları yeniden düzenlemiş, nüfuz bölgelerini belirlemiş ve Milletler Cemiyeti’ni, Birleşmiş Milletler adı altında yeniden örgütleyerek uzun süreli bir barışın esaslarını oluşturmaya çalışmışlardır. Aslında yapılan iş galip gelenlerin milli menfaatlerini gözetmeye çalışmalarından başka bir şey değildir. 

Zira Almanya’ya karşı savaşı yürütmüş olan Batılı müttefikler ile Sovyetler Birliği arasında Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olmasının dışında ortak bir çıkar alanı da yoktur. Daha da önemlisi arada kapatılması imkânsız ideolojik farklılıklar da vardır. 

Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin işgal etmiş olduğu ülkelerde Sovyet ordusunun desteğiyle Komünist partiler, demokratik teamüller dışında yöntemler kullanarak iktidarı ele geçirmişlerdir. O yıllarda Sovyetlerin bu fiili genişleme siyaseti karşısında Batılı ülkeler arasında herhangi bir siyasi veya askeri bir dayanışmayı ortaya koyacak bir antlaşma ve örgütlenme yoktur. Barış ve güvenliğin sağlanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler, Güvenlik 
Konseyi’ndeki Sovyet vetosu nedeniyle karar alamaz durumdadır. Avrupa’daki müttefikler kendilerini korumasız hissetmeye başlamışlardır. Bu nedenle 17 Mart 1948 tarihinde İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg aralarında imzaladıkları “Brüksel Antlaşması” ile muhtemel bir tecavüze karşı kuvvetlerini birleştirmeyi kabul ederek Mareşal Montgomery’nin komutasında ilk müşterek askeri teşkilatı kurmuşlardır. NATO ittifakının başlangıcı olarak kabul edilen bu teşkilat, 1955 yılında Batı Avrupa Birliği adını alacak olan teşkilatın 
da temelini teşkil etmiştir. 

Brüksel Antlaşması ile gerçekleştirilen bu teşebbüs, Batı Avrupa’nın müşterek savunma yolunda attığı ilk adımdır. Antlaşmayı gerçekleştiren bu beş ülkenin yalnız kendi askeri güçleriyle etkili bir savunma sistemi kuramayacakları 
açıktır. Sovyetlerin askeri gücü karşısında kuvvet dengesinin Batı Avrupa lehine dönmesi, ancak ABD’nin ve Kanada’nın savaş yıllarında olduğu gibi bu ittifaka girmeleri ile mümkün olacaktır. ABD’nin kendi iç siyasi engellerini aşması ile böyle bir ittifak gerçekleşmiş ve 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması ile İttifak, bilinen yaygın adı ile NATO olarak kurulmuştur. Brüksel Antlaşması’na dâhil beş ülkeyle beraber 
müzakere sürecine çağrılan İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz’in de katılımı ile NATO’nun üye sayısı 12’ye ulaşmış, Türkiye ve Yunanistan’ın 1952’de, Almanya’nın 1955’te, İspanya’nın 1982’de İttifaka katılması ile üye sayısı 16 olmuştur. Soğuk Savaş dönemi bu 16 üye ile aşılmıştır. 

2. Soğuk Savaş Döneminde NATO 

NATO, kurulduğu 1949 yılından 1989 yılına kadar geçen 40 sene içinde Avrupa’nın güvenliğini tartışmasız bir şekilde temin etmiştir. Tehdidin mahiyetinin ve büyüklüğünün belli olduğu bu dönemde, savunma stratejileri ve askeri kuvvet yapıları tehdide yönelik olarak tespit ve teşkil edilmiş ve uygulanmıştır. 

Türkiye, Soğuk Savaş döneminde kendisine yönelebilecek silahlı tecavüzlere karşı güvenliğini kendi öz savunması ile birlikte, NATO’nun bir üyesi olarak da sağlamıştır. Her ne kadar bu dönem içinde bir kanat ülkesi olarak Türkiye’nin gerek NATO’ya tahsis ettiği kuvvetler üzerindeki emir-komuta yetkisi, gerekse ülkenin belirli bir bölgesine yönelik mahdut hedefli bir tecavüz vukuunda NATO’nun bütünüyle reaksiyon göstermesi konularında tereddütleri, endişeleri, hatta zaman zaman korkuları oldu ise de 40 yıllık süre içinde ülke güvenliğine 
NATO’nun katkısının büyük olduğu da bir vakıadır. NATO’nun oluşturduğu güvenlikte, genelde en büyük etkenin nükleer dehşet orta-mında ABD’nin sağladığı nükleer şemsiyenin büyük payı olduğunu burada belirtmekte yarar görülmektedir. 

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, dünya iki süper gücün ortaya çıkışına şahit olmuştur. Sovyetler Birliği’nin ‘süperliği’ 45 sene kadar sürmüş, ABD’ninkinin ise daha ne kadar süreceği belli değildir. 21. yüzyılın tamamında tek kutuplu bir dünyada yaşanmayacağı, daha başka güç odaklarının da ortaya çıkacağı, ancak bu yüzyıl içinde ABD’nin süper güç konumunu bir müddet daha sürdüreceği beklenmektedir. 
Savaş’tan birkaç sene sonra ABD bir süper güç olarak dünya çapında sorumlulukları olduğunun farkına varmış, Kuzey Amerika’da ve Pasifik Okyanusu’na dağılmış adalarda oturarak bu sorumlulukları yerine getiremeyeceğini,  Avrupa’nın hâlâ dünyanın merkezi durumunda olduğunu, Avrupa’da söz sahibi olunmadıkça süper güçlük iddialarının da yeterli dayanaktan yoksun olacağını değerlendirmiştir. 
1950’den sonraki yıllar ABD’nin ekonomik ve askeri gücü ile Avrupa’da itirazsız söz sahibi olduğu yıllardır. Güvenlik ihtiyacının gerektirdiği ağır savunma harcamaları, ABD’nin varlığı ile NATO’nun Avrupalı üyeleri için hafiflemiş, savunmadan kısılan imkânlar sosyal devletin gereklerine harcanabilmiştir. 
Bu arada Türkiye modern harp silah ve araçlarına biraz daha fazla sahip olabilme uğruna ekonomik gücünün çok üstünde bir silahlı kuvveti muhafaza ederek hem NATO’nun insan gücü açığını kapatmış ve hem de kendi teknolojik yetersizliğini bu şekilde telafi etmeye çalışmıştır. 

4 Nisan l949’da Soğuk Savaş ortamında kurulmuş olan NATO’nun kuruluş amacı, 1952-1957 yılları arasında görev yapan NATO Genel Sekreteri Lord Ismay’in söylediği gibi, SSCB’yi dışarıda, ABD’yi içeride ve Almanya’yı aşağıda tutmak olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda NATO, kolektif savunma amaçlı bir örgüt olarak kurulmuştur. Bu çerçevede NATO’yu kuran Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 5. maddesine göre NATO üyelerinden birine yapılan saldırı tümüne yapılmış sayılacak ve karşılık, kolektif olarak verilecektir. Metinde belirtilmemesine 
rağmen bu ilk maddenin temel amacı SSCB’den gelebilecek bir saldırıya karşı üye devletlerin birlikte hareket ederek birbirlerinin güvenliğine katkıda bulunmalarını sağlamaktır. 

NATO içindeki ABD’nin üstün durumu zaman geçtikçe İttifak’ın Batı Avrupalı üyelerini rahatsız etmiştir. Avrupa Birliği fikri son 50 yıl içinde adım adım gerçekleşip “Birleşik Avrupa Devleti” hedefine doğru ilerledikçe Avrupa devletlerinde ABD’nin askeri vesayetinden kurtulma düşüncesi de gelişmeye başlamıştır. Zaten Fransa 1966 yılında İttifak’ın askeri yapısından çekilmiştir. Öte yandan ABD de İttifak içinde yüklendiği ağır ekonomik askeri yükümlülükler den hoşnut olmayıp Batı Avrupalı İttifak üyelerinin daha fazla yükümlülük almasını istemektedir. Zamanın ABD Dışişleri eski Bakanı H. Kissinger bir konuşmasında NATO’yu Doğu Bloku karşısında bir kolu bağlı olarak dövüşmek 
zorunda kalan bir boksöre benzetmiştir. Bağlı kol durumunda olan Batı Avrupalı İttifak üyelerinin de dövüşe katılmasının gerektiği fikri oluşmaya başlamıştır. 

1984 yılında ABD’nin Sovyetler Birliği ile uzun menzilli füzelerin sınırlandırılması pazarlığına girmesi ve Yıldız Savaşları Projesi ile Kuzey Amerika’yı koruma girişimleri, İttifakın Batı Avrupalı üyelerini yeni arayışlara sevk etmiş ve Batı Avrupa’nın Güvenlik Mimarisinde yeni bir üslup değişikliğine gidilmiştir.1 

3. Soğuk Savaş Sonrası Tehdit Algılamalarında ve NATO’daki Değişim

1989 yılının sonlarına doğru SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte NATO’yu meşru kılan en önemli nedenlerden biri olan Varşova Paktı ortadan kalkmıştır. Batı Bloku’nun savunma örgütü olan NATO ise Varşova Paktı’nın aksine varlığını devam ettirmiş ve dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden organize olma faaliyetlerine girişmiştir. Varşova Paktı, iki kutuplu dünya düzenin de Doğu Bloku’nun savunma ihtiyacını karşılamaktan öteye gidemeyen ve bir anlamda NATO’ya karşı kurulan savunma işlevli bir örgüt niteliğinde iken NATO, Varşova Paktı’na karşı Batı’nın sadece savunma ihtiyacını karşılamakla sınırlı kalmamıştır. NATO’nun bir savunma örgütü olma özelliği kadar önemli diğer bir özelliği de üye ülkeler arasındaki askeri, siyasi ve sistem içi ilişkileri koruma, geliştirme ve düzenleme işlevlerini yerine getirmeye çalışmasıdır. 

Temmuz 1990’da yapılan NATO Zirvesi’nden başlayarak, NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasına karar verilmiş, Kasım 199l’deki Roma Zirvesi’nde NATO’nun yeni Stratejik Konsepti kabul edilmiştir. Yeniden yapılanmanın Sovyet tehdidinin yerini alan yeni tehdit algılamaları göz önüne alınarak gerçekleştirilmesi ve NATO’nun bundan sonra bu yeni tehditlerle başa çıkmasına katkıda bulunması kararlaştırılmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasındaki gelişmeler, riskler ve belirsizlikler, bir istikrar ve denge unsuruna 
ihtiyaç olduğunu göstermiş ve bunun da NATO ile sağlanabileceğini yaşanan olaylar belirginleştirmiştir. 


Özellikle Balkanlarda, Yugoslavya’nın dağılması sürecindeki soykırıma varan çatışmalar, Avrupa haritasının yeniden belirlenmesinde yaşanan gerginlikler, Sovyet etkisinde olan ülkelerin baskıdan kurtulmaları ile ortaya çıkan belirsiz likler, bu ihtiyacı teyit etmiştir. Çeşitli bölgelerde ortaya çıkan bölgesel problemler NATO’ya, Soğuk Savaş sonrasında da meşruiyet zemini hazırlayacak imkânlar yaratmıştır. 

NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasında, SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin yanında Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında ortaya çıkan belirsizliklerin ve risklerin önemli bir neden olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni duruma göre tehdidin yeniden değerlendirilmesi yapılmış, başta uluslararası terör olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göç hareketleri gibi tehditler yeni tehdit algılamaları olarak belirlenmiştir. 

Bu bağlamda NATO sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve iş birliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş 2 ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. Ayrıca, örgütün güvenlik konusunda istikrarı bozabilecek yeni yapılanmalara engel olmak ve kendi yapılanmasının etki alanını arttırarak istikrar sağlamak maksadıyla genişletilmesi ne karar verilmiştir. 

Bu bağlamda önce Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya, daha sonra Romanya, Bulgaristan, Slovenya, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya ittifaka katılmıştır. Orta ve Doğu Avrupa’da, Orta Asya’da ve Kafkasya’da ortaklar edinmek amacıyla Barış için Ortaklık (BİO) Projesi hayata geçirilmiştir. 

Bu çerçevede BİO Projesi kapsamındaki ülkeler NATO tarafından hem askeri konularda hem siyasi olarak (örneğin demokratikleşme konusunda) eğitilmeye başlanmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak NATO Zirvelerinde alınan kararlarla İttifakın, alan dışı olarak kabul edilen Afganistan’dan sonra etkin olmasa da Irak için eğitim amaçlı görev alması da kararlaştırılmıştır. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun siyasi boyutunun önem kazandığı görülmektedir. Son NATO Zirveleri olan sırasıyla Prag, İstanbul, Brüksel Zirveleri, Sofya’daki NATO ülkeleri dışişleri bakanları gayri resmi toplantısı ve Riga Zirvesi’nde alınan kararlarla bu düşünceler güçlendirilmiş, 2008 Bükreş Zirvesi ile bu yöndeki politikalara devam edilmiştir. Sorumluluk sahası konusu da yeni tehdit algılamaları ve kabul edilen misyon çerçevesinde, yazılı olarak belirtilmese de, bütün dünya olarak algılanmaya başlamış ve Birleşmiş Milletler’le (BM) yakın iş birliği konusu güçlenmiştir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun siyasi boyutunun önem kazandığı görülmektedir.


NATO’nun yeni misyonu çerçevesinde Rusya Federasyonu (RF) ile olan ilişkilerinde de bir değişim yaşanmıştır. Bu değişime göre önceden 19+1 olarak ifade edilen bir yapıya geçilmiştir. Bu yapıyla RF’nin NATO içinde bir nevi gözlemci olarak yer alması ve karşılıklı güvenin oluşmasına yardımcı olmak üzere NATO Karar Alma Sürecini takip etmesi sağlanmıştır. Daha sonra 2002 yılından itibaren de sistemin içine alınarak “20’li yapı” olarak ifade edilen ve Karar Alma Sürecinde beraber çalışılan, ancak oy ve veto hakkı olmayan bir sistem oluşturulmuştur. 

Bu durum NATO’ya yeni üyelerin katılımıyla 2009’da 26+1=27’li yapı olarak sürdürülmüştür. Arnavutluk ve Hırvatistan’ın katılımıyla bu yapı 28+1=”29’lu yapı” olarak sürdürülecektir. 

Daha sonra olabilecek yeni katılımlar ile yapının sayı olarak ifadesi de artış gösterecektir. 

3. NATO’nun Yeni Tehdit Algılamaları Karşısında Oluşturduğu Yeni Stratejiler ve ABD-NATO İlişkileri 

Tehdit algılamalarındaki bu değişim, sonuçta NATO’ya, ilk kurulduğunda sorumlu olduğu bölgelerin dışından da sorumlu olma ve bu bölgelerde istikrara katkıda bulunma misyonunu da yüklemiştir. Bu yeni durum doğal olarak NATO’nun teknolojik ilerlemesini, yeni sistemleri, yeni konseptleri, doktrinleri, kuvvet yapısını da kapsayan yeniden yapılanmasını beraberinde getirmiştir. Düşüncede, teşkilatlanmada, usul ve yöntemlerde değişiklikler olmuştur. Daha uzun mesafelere süratle intikal edebilen, hareket kabiliyeti yüksek, elastiki, çevik, üstün ateş gücüne sahip, istihbarat imkânları teknolojiyi de kullanarak daha da gelişmiş, haberleşme ve komuta kontrolü çok iyi olan, çoğunlukla özel olarak teçhiz edilmiş ve özel eğitim görmüş; ancak daha küçük yapıda birliklerden oluşan bir yapı öngörülmüştür. 

Yeni stratejilerin oluşumunda, tehdit algılamalarının yanı sıra NATO’nun lideri durumunda olan ABD’nin tutumu da etkili olmuştur. Soğuk Savaş’tan sonra oluşan tek kutuplu dünya düzeninde ABD, her alanda belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Bu durum ABD’nin dünyadaki gelişmeleri kontrol edebilme, bir noktada hegemonya yaratabilme isteğinin artmasına sebep teşkil etmiştir. Bu çerçevede ABD’nin NATO üzerindeki etkisi de Soğuk Savaş döneminden daha fazla görülmeye başlamıştır. Sonuçta NATO’nun lideri konumundaki ABD’nin 
geliştirdiği stratejilerle NATO’ya yüklenen yeni misyonlar ve örgütün doğuya doğru genişlemesi politikaları arasında paralellikler oluşmuştur. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte 20. yüzyılın başından beri küresel üstünlük sağlamaya çabalayan ABD, uluslararası sistemin en önemli, hatta tek güç merkezi haline gelmiştir.4 
Ancak, ABD doğudan gelen terör ve kitle imha silahlarının yayılması tehdidiyle karşı karşıya kalmış ve ABD’nin hegemonik liderliğini devam ettirebilmesi için bu yeni tehditlerin üstesinden gelmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 

Bu bağlamda, ABD bu tehditlerin ortaya çıktığı bölgeleri kontrol altına almayı amaçlamakta ve NATO’nun bu bölgelere doğru genişlemesini desteklemektedir. Buna ek olarak, ABD’nin liderlik ettiği NATO’nun genişlemesi, bu genişleme sürecinde NATO’ya giren ve girecek olan her üyenin ABD’nin yanında yer alması, ABD’nin hâkimiyetine ve hegemonik konumuna katkıda bulunmaktadır. Bu yeni durumda NATO genişledikçe ABD’nin gücü artmakta, kendisi ile rekabet etme düşüncesinde olan Avrupa Birliği (AB) genişledikçe karar alma konusunda 
yaşanan sıkıntı arttığından AB’nin gücü azalmaktadır. 

   Ayrıca, hem NATO hem AB üyesi olan eski Sovyet Bloğu ülkeleri güvenlikleri nin sağlanması konusunda ABD’ye güvendiklerinden AB’nin ABD karşıtı politikalar izleme imkânı da, AB’nin bu ülkeleri kapsayacak şekilde genişlemesiyle, azalmaktadır. Bu nedenle ABD, hegemonik konumuna katkıda bulunduğu ve Avrupa’nın doğusundan AB’ye katılan ülkeleri Batı Çıpası içinde tutmaya katkı sağlayacağı için NATO’nun yanında AB’nin genişlemesini de desteklemektedir. 

ABD’nin liderliğini sürdürebilmesi için enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına alması da çok önemlidir; zira günümüzde endüstriyel kalkınmanın gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan en önemli ham maddeler arasında petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynakları yer almaktadır. 
Bu çerçevede, ABD’nin kurmak istediği Yeni Dünya Düzeni’nin önündeki en büyük tehdit olan terörün ve kitle imha silahlarının yayılmasının engellenmesi ve enerji kaynakları ile yollarının kontrolünün sağlanması amacıyla ABD “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) olarak bilinen projeyi geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur.

BOP, ABD’nin dünyayı kontrol edebilme ana politikasının önemli bir ayağı olarak da mütalaa edilebilir. 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 1

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 1 







Rapor No: 2 
Nisan 2009 - Ankara 
ISBN: 978-605-5330-79-8 
Bu raporun yayınlanmasındaki katkılarından ötürü Coşkunöz Holding’e teşekkür ederiz. 

© 2009 ORSAM 

Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. 

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 1 Kasım 2008’de çalışmalarına başlamıştır. Ortadoğu ve Avrasya özelindeki çalışmalara yoğunlaşan ORSAM, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı kuruluşudur. 

ORSAM’ın Ortadoğu ve Avrasya Dünyasına Bakışı 

Ortadoğu’nun ve Avrasya’nın iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne Avrasya ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ve Avrasya ülkeleri, 
halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik haklarına, bireylerin temel hak ve 
hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Söz konusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını 
sürdürmelidir. 

Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları 

   ORSAM, Ortadoğu ve Avrasya algılamasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. 
Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. 
    Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ORSAM, bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayın altyapısıyla Ortadoğu ve Avrasya literatürünün 
gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokrat ların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, bilgi ve düşüncelerin 
gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. www.orsam.org.tr 

COŞKUN ÖZ HOLDİNG 

Coşkunöz Holding, Bursa merkezli olarak otomotiv, makina, ısı, savunma ve havacılık sektörlerinde faaliyet göstermektedir. 

Grubun ilk anonim şirketi olan Coşkunöz Metal Form A.Ş.’i 1973 yılında kurulmuştur. Bugün 900 çalışanıyla Coşkunöz Metal Form, başta otomotiv sanayii olmak üzere sac şekillendirme kalıpları, montaj ve ölçü kontrol 
fikstürleri, kaynak makinaları, hidrolik ve mekanik pres imali, üretilen kalıplarla çelik ve alüminyum alaşımlı sac malzemelerin şekillendirilmesi, montajı konularında üretim yapmaktadır. Şirket, Türk otomotiv sanayinin gelişiminde 
ve yerlileşmesinde büyük katkılar sağlamış ve Türkiye’nin 500 en büyük firması arasında hakettiği yeri almıştır. Coşkunöz Holding bünyesinde yer alan Beltan Vibracoustic, Betaseals ve Belka firmaları kauçuk-metal sektörüne titreşim kontrol elemanları, rulman contaları, sızdırmazlık elemanları imal etmektedir. Coşkunöz Radyatör ise, ısı sektörüne, panel radyatör ve havlupan üretmekte, bu alanda Türkiye’nin ilk 3 firması arasında yer almaktadır. 20 yıldır savunma sanayine aralıksız hizmet eden Coşkunöz Holding; 2006 yılında Eskişehir’de temellerini attığı Coşkunöz Savunma ve Havacılık A.Ş. ile bu sektörde büyüme hedefine hızla yaklaşmaktadır. Küresel talepler doğrultusunda teknoloji üretimi, rekabetin kaçınılmaz unsuru olmuştur. 2005 yılında kurulan Coşkunöz Ar-Ge, grup şirketlerinin araştırma ve geliştirme faaliyetlerini üstlenmekte, saç işleme süreçlerinde mühendislik katma değerini yükseltmeyi ve teknolojisi yüksek makina ve ekipman üretimini hedeflemektedir. Tüm bu sanayi yatırımlarının yanısıra, Coşkunöz Holding’in kurumsal sosyal sorumluluk anlayışıyla, mesleki eğitime katkı sağlamak için 1988 yılında Bursa Coşkunöz Eğitim Vakfı kurulmuştur. Her yıl Coşkunöz Holding şirketlerinin cirolarından ve karlarından belli bir oran Coşkunöz Eğitim Vakfı aracılığı ile eğitim için ayrılmaktadır. Geçtiğimiz sene kuruluşunun 20. yılı kutlayan Coşkunöz Eğitim Vakfı, Milli Eğitim Bakanlığı’na devrettiği teknik lise, verdiği burslar, düzenlediği meslek edindirme 
programları ve uzmanlaştırma eğitimleri ile sektöre yetişmiş elemanlar kazandırmış, yüzlerce işsiz genci iş ve meslek sahibi yapmıştır. 
www.coskunoz.com.tr 


İçindekiler 

1. NATO Düşüncesinin Doğuşu ve Kuruluşu.................................................................. 5 

2. Soğuk Savaş Döneminde NATO.................................................................................... 7 
2.1. Soğuk Savaş Sonrası Tehdit Algılamalarında ve NATO’daki Değişim............ 7 

3. NATO’nun Yeni Tehdit Algılamaları Karşısında Oluşturduğu Yeni Stratejiler ve ABD-NATO İlişkileri............................................... 10 
4. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)...................................................................................... 11 
5. “Yeni Ortadoğu” ve Başkan Barack H. Obama............................................................. 12 
6. Transatlantik İlişkilerindeki Gelişmeler........................................................................ 14 

6.1. ABD ile AB’nin Çatışan Çıkarları........................................................................ 15 
6.2. ABD ile AB’nin Çakışan çıkarları......................................................................... 16 

7. NATO-ABD İlişkilerinde Enerjinin Rolü...................................................................... 18 

8. 11 Eylül Sonrasında NATO Stratejilerinde Meydana Gelen Değişim, Terörle Mücadelede Şekillenen Yeni Konseptler.......................................................... 19 

9. NATO’nun Terörle Mücadele Konseptlerinin Uygulamadaki Durumu.................... 21 

10. Terörler Mücadele Konsept ve Uygulamalarının Türkiye Açısından Değerlendirilmesi.......................................................................... 22 

11. Terörle Mücadelede Türkiye’nin Beklentileri............................................................. 23 

12. NATO-ABD ve Türkiye arasındaki Son Gelişmeler.................................................. 24 

12.1. Afganistan Konusu................................................................................................ 25 
12.2. Montrö’yü İhlal Teşebbüsleri...............................................................................26 
12.3. Ambargo ve Önleyici Teşebbüsler....................................................................... 26 
12.4. NATO’nun Genişlemesinin Türkiye’ye Etkileri................................................. 26 

13. NATO’daki Son Gelişmeler.......................................................................................... 27 

14. NATO’nun Geleceğine İlişkin Öngörüler ve Türkiye............................................... 29 


Belçika (1) 
Bulgaristan (2) 
Kanada (3) 
Çek Cumhuriyeti (4) 
Danimarka (5) 
Estonya (6) 
Fransa (7) 
Almanya (8) 
Yunanistan (9) 
Macaristan (10) 
İzlanda (11) 
İtalya (12) 
Letonya (13) 
NATO Üyesi Ülkeler 
Litvanya (14) 
Lüksemburg (15) 
Hollanda (16) 
Norveç (17) 
Polonya (18) 
Portekiz (19) 
Romanya (20) 
Slovakya (21) 
Slovenya (22) 
İspanya (23) 
Türkiye (24) 
Birleşik Krallık (25) 
ABD (26) 
Arnavutluk (27) 
Ermenistan (28) 
Avusturya (29) 
Azerbaycan (30) 
Beyaz Rusya (31) 
Hırvatistan (32) 
Finlandiya (33) 
Gürcistan (34) 
İrlanda (35) 
Kazakistan (36) 


NATO ile Ortaklık İlişkisi Olan Ülkeler,


Kırgızistan (37) 
Moldova (38) 
Rusya (39) 
İsveç (40) 
İsviçre (41) 
Tacikistan (42) 
Makedonya (43) 
Türkmenistan (44) 
Ukrayna (45) 
Özbekistan (46) 
Cezayir (47) 
Mısır (48) 
İsrail (49) 
Ürdün (50) 

Akdeniz Diyalogu Ülkeleri 

Moritanya (51) 
Fas (52) 
Tunus (53) 
Belçika (1) 
Bulgaristan (2) 
Kanada (3) 
Çek Cumhuriyeti (4) 
Danimarka (5) 
Estonya (6) 
Fransa (7) 
Almanya (8) 
Yunanistan (9) 
Macaristan (10) 
İzlanda (11) 
İtalya (12) 
Letonya (13) 

NATO Üyesi Ülkeler 

Litvanya (14) 
Lüksemburg (15) 
Hollanda (16) 
Norveç (17) 
Polonya (18) 
Portekiz (19) 
Romanya (20) 
Slovakya (21) 
Slovenya (22) 
İspanya (23) 
Türkiye (24) 
Birleşik Krallık (25) 
ABD (26) 
Arnavutluk (27) 
Ermenistan (28) 
Avusturya (29) 
Azerbaycan (30) 
Beyaz Rusya (31) 
Hırvatistan (32) 
Finlandiya (33) 
Gürcistan (34) 
İrlanda (35) 
Kazakistan (36) 

NATO ile Ortaklık İlişkisi Olan Ülkeler

Kırgızistan (37) 
Moldova (38) 
Rusya (39) 
İsveç (40) 
İsviçre (41) 
Tacikistan (42) 
Makedonya (43) 
Türkmenistan (44) 
Ukrayna (45) 
Özbekistan (46) 
Cezayir (47) 
Mısır (48) 
İsrail (49) 
Ürdün (50) 

Akdeniz Diyalogu Ülkeleri 

Moritanya (51) 
Fas (52) 
Tunus (53) 

Rapor No 2, Nisan 2009 

ORSAM 
E. Tümgeneral Armağan Kuloğlu ORSAM Başdanışmanı 
armagankuloglu@orsam.org.tr 

60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri 

Özet 

NATO İttifakı, yayılmakta olan Sovyet tehdidine karşı kurulmuş ve kurulduğundan bugüne kadar 60 yıl kadar bir süre geçmiştir. Kuruluşundan Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar olan dönemde, içinde bulunulan tehdit algılaması ortamında kuruluş maksadına uygun olarak hareket eden NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Varşova Paktının ortadan kalkması ile varlığını devam ettirip ettirmeme konusunda kendisini sorgulamaya başlamıştır. Bu dönemde, NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasına karar verilmiş, Soğuk Savaş sonrasındaki 
gelişmeler, riskler ve belirsizlikler, bir istikrar ve denge unsuruna ihtiyaç olduğunu göstermiş ve bunun da NATO ile sağlanabileceğini yaşanan olaylar belirginleştirmiştir. NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasında, SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin 
yanında Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında ortaya çıkan belirsizliklerin ve risklerin önemli bir neden olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni duruma göre tehdidin yeniden değerlendirilmesi yapılmış, başta uluslararası terör olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göç hareketleri gibi tehditler yeni tehdit algılamaları olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda NATO sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve iş birliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. 



Yeni stratejilerin oluşumunda, tehdit algılamalarının yanı sıra NATO’nun lideri durumunda olan ABD’nin tutumu da etkili olmuştur. Soğuk Savaş’tan sonra oluşan tek kutuplu dünya düzeninde ABD, her alanda belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Bu durum ABD’nin dünyadaki gelişmeleri kontrol edebilme, bir noktada hegemonya yaratabilme isteğinin artmasına sebep teşkil etmiştir. 

Bu çerçevede ABD’nin NATO üzerindeki etkisi de Soğuk Savaş döneminden daha fazla görülmeye başlamıştır. NATO, eski NATO değildir, değişime uğramıştır. Yeni üyelerin katılımı, NATO’daki ABD kontrolünü arttırmıştır. Ayrıca yeni tehdit algılamaları ışığında oluşturulan stratejiler ile de alan dışına çıkmaya başlamış ve etki alanını bir noktada bütün dünya olarak algılamaya başlamıştır. 

ABD’nin hegemonyasını koruma ve pekiştirme politikası NATO’nun uygulamayı planladığı politikayı da etkilemektedir. Bu durum ise kaçınılmaz olarak Türkiye-NATO ilişkilerine yansımaktadır. Türkiye 1952’den itibaren NATO’nun üyesidir. O yıllarda artan Sovyet tehdidi karşısında kendi güvenliğini güçlendirmek maksadı ile bu teşkilata üye olmuştur. Soğuk Savaş’ın sonuna kadar, NATO’nun sağladığı güvenlik konusunda zaman zaman endişeler, Kıbrıs Harekâtında olduğu gibi, bazı olumsuzluklar yaşamışsa da genel olarak olumlu bir dönem geçirmiştir. NATO, modernizasyon ve batı ile yakın ilişkiler konusunda müspet bir ortam oluşturmuştur. Türkiye de buna karşılık NATO’ya olması gerekenden çok fazla bağlılık ve sadakat göstermiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra 
dünya siyasetinde ve buna paralel olarak güvenlik politikalarında değişim olmuş, NATO’nun değişen ve odağını genişleten misyonuyla beraber, Türkiye oluşması muhtemel kriz bölgelerinin etkilerine açık hale gelmiştir. 

Türkiye’nin, 21. yüzyılda büyük devletlerin çıkar çatışmalarının yaşandığı bölgesel krizlerin merkezinde yer alan bir devlet olarak, bu krizlerden etkilenmemesi, güvenliğini sağlayabilmesi ve bölgede etkili olabilmesi için NATO ve AGSP açılımlarında politik ve askeri olarak etkili bir şekilde yer alması önem arz etmektedir. Ancak bu hususun kendi insiyatifi ile oluşturabileceği bölgesel ve küresel ilişkilere engel teşkil etmemesi de en az bunun kadar önemlidir. 

Uluslararası ortamın önümüzdeki 25-30 yıl içinde tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru bir değişim süreci yaşayacağı, bu kapsamda Rusya, Çin, Hindistan ve bir ölçüde de Japonya’nın bu kutupları oluşturabileceği, AB’nin bir kutup olabilme niteliğinin zayıf bir ihtimal olduğu düşünülmektedir. 
NATO’nun da AB gibi genişlemesini sürekli tutması halinde ve ABD etkisi de azaldıkça karar alma sürecinde karşılaşacağı sıkıntılar nedeniyle önceki gücünü muhafaza edebileceği konusunda tereddütler bulunmaktadır. Özellikle NATO’nun barış adına alan dışına çıkması, BM kontrolünde olmadığı takdirde önemli sıkıntılar yaratabilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinin yanında diğer faktörleri de gözetmesinde yarar görülmektedir. Ancak yine de Atlantik ötesi ilişkilerin ve bu çerçevede NATO’nun temel güvenlik platformu olarak güçlendirilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına uygun düştüğü varsayılmaktadır. 

Türkiye, NATO’yu Transatlantik ilişkilerin temel politik ve askeri yapısı olarak görmektedir. Bu nedenle henüz bu ittifakın yerini doldurabilecek köklü bir yapı bulunmadığından, NATO İttifakı’na önem vermeye devam etmektedir. Ancak diğer taraftan NATO’nun ve dünyadaki tehdit algılamalarının, Türkiye’nin bu ittifaka girdiği ortamda olmadığı, Soğuk Savaşı müteakip ittifakın daha 
çok ABD amaçlarına uygun hareket ettiği, Türkiye’nin bu ittifaka eskisi gibi ihtiyacı bulunmadığı, bu nedenle NATO’ya sadakat derecesinde bir bağlılığın ve bağımlılığın olmasına gerek olmadığı, NATO konusunun denge politikaları çerçevesinde yürütülmesinin Türkiye’nin menfaatlerine daha uygun olacağı da değerlendirilmektedir. Türkiye’nin NATO’ya fazla güvenmeden, ancak 
NATO’nun içinde kalarak ulusal çıkarlarına uygun hareket etmesi, NATO’yu ülkelerle çeşitli konuları müzakere edebilecek, istikrarlı ve geniş bir platform olarak görmesi, çıkarlarına uygun olmayan konularda “veto” hakkını kullanması veya bunun karşılığında başka bir çıkar sağlaması uygun bir yaklaşım tarzı olacaktır. Türkiye’nin bundan sonra kendisini merkeze alan, çevre ülkeleri, 
Rusya Federasyonu, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Şangay İşbirliği Örgütü ile diyalog içinde olan çok taraflı bir dış politika uygulamasının yararlı olacağı kıymetlendirilmektedir. Güvenlik politikalarının da NATO’yu dışlamadan ancak yukarıdaki çerçevede ele almasının ve yürütülmesinin gerekli olduğuna inanılmaktadır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

3 Aralık 2019 Salı

69' uncu yılında NATO ve Türkiye ilişkileri.,


69' uncu yılında NATO ve Türkiye ilişkileri.,


Bugün, 29 Ülkenin üye olduğu askeri örgüt NATO'nun kuruluş yıl dönümü. 
4 Nisan 1949 yılında kurulan NATO'nun kuruluş amacı ve Türkiye ile ilişkileri Haberimizde...



Takvim Yaprağı.,
69'uncu yılında NATO ve Türkiye ilişkileri

Eklenme Tarihi: 04.04.2018 17:35:38 - 
Güncellenme Tarihi: 
04.04.2018 20:43:40   


NATO olarak bilinen açılımı 'Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü' olan dünya askeri örgütü 29 üye ülke ile 4 Nisan 1949 yılında kuruldu. NATO'nun kuruluş amacı, görevleri, üye ülkeler ve Türkiye ile gelişen ilişkileri haberimizin devamında...

NATO ve kuruluş amacı nedir? 

“NATO” sözcüğü, İngilizce “North Atlantic Treaty Organization” ifadesinin kısaltmasıdır yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü anlamına gelir. Merkezi, üye ülkelerden Belçika’nın başkenti Brüksel’dedir. Üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini korumak amacıyla kurulmuş, uluslararası askeri bir ittifak kuruluşudur. Müttefik ülkelerin maruz kaldığı risklere ve külfetlere karşı adil paylaşımlar, İttifak’ı başarılı ve vazgeçilmez kılan unsurlar arasında yer alıyor. NATO’nun siyasi amacı; demokratik değerleri desteklemek, üye ülkelerin savunma ve güvenlikle ilgili sorunlarını istişare etmek, işbirliği yapmak, güven oluşturmak ve uzun vadede çatışmaları önlemek için olanaklar sağlamaktır. Askeri amacı ise; öncelikle ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesine yardımcı olmaktır. Başarısız olunduğu takdirde kriz yöntemi oluşturarak muhtemel askeri operasyonları masaya yatırmaktır. İttifak’ın askeri güçleri; savaş yaşanan bölgelerde NATO üyesi olmasa da bazı ülkelerin askerlerinin eğitilmesi, deniz korsanlığı operasyonları, uçuşa yasak bölgelerde güvenliğin sağlanması, ambargoların uygulanması gibi çeşitli görevler üstlenebiliyor.

NATO’nun Tarihi

NATO, 4 Nisan 1949 tarihinde 12 ülke tarafından Washington’da imzalanan “Kuzey Atlantik Antlaşması” çerçevesinde kuruldu. Antlaşma, aynı yılın ağustos ayında Amerika tarafından onaylandı. Farklı tarihlerde 17 ülkenin daha katılımı ile 29 üye ülkenin bulunduğu uluslararası askeri bir kuruluş haline geldi.

'Sovyet tehdidine karşı kuruldu'

NATO’nun temeli; 17 Mart 1948 tarihinde Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa, Hollanda ve Lüksemburg tarafından Soğuk Savaş’ın başındaki Sovyet tehdidine karşı imzalanan ortak savunma antlaşması Brüksel Antlaşması’na dayanıyor. Bu antlaşma, NATO’nun kuruluşunun öncüsü niteliğindedir. 1948 yılında Avrupalı liderler, Pentagon’da Amerikalı askeri ve diplomatik yetkilerle görüştü. Bu görüşmeler, 4 Nisan 1949 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlandı. Antlaşmayı; Brüksel Antlaşması’nı imzalayan 5 devletin haricinde ABD, Danimarka, İtalya, İzlanda, Kanada, Norveç ve Portekiz de imzaladı.

Soğuk Savaş dönemi ve sonrası

Soğuk Savaş döneminde, 1950 yılında Kore Savaşı’nın patlak vermesi ile Komünist ülkelerin tehdidi arttı. Bu sebeple NATO, askeri planlar geliştirmek zorunda kaldı. Bunun üzerine NATO Askeri Komitesi, konvansiyonel (anlaşmalı) kuvvetler kurulması çağrısı yaptı. 1954 yılında Sovyetler Birliği, Avrupa barışı için İttifak’a katılması gerektiğini ileri sürdü; ancak İttifak’ı zayıflatmasından endişe edilen Sovyetlerin önerisi kabul edilmedi.

1989 devrimlerinin ve 1991’de Varşova Paktı’nın dağılması NATO’nun fiili rakibini ortadan kaldırdı. Bu gelişme, NATO’nun amacında, görevlerinde, Avrupa’ya odaklanmasında stratejik değişikliklere gitmesine yol açtı. Bu değişim, 1990 yılında Paris’te NATO ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan ve askeri kuvvetleri azaltmaya yönelik “Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması” ile başladı. NATO, askeri harcamalarını azaltma başladı. Soğuk Savaş sonrası NATO’nun askeri yapısı azaltıldı; acil müdahale kuvvetleri oluşturuldu. Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile Avrupa’daki askeri dengeler değişti. Bu çerçevede 1999 yılında İstanbul’da “Uyarlanmış Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması” imzalandı.

Bu gelişmelerin ardından NATO, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayacak şekilde genişlemeye başladı. Etkinliklerini de daha önce hiç ilgilenmediği politik ve insancıl alanlara yöneltti. Eski NATO yapıları ortadan kaldırılarak yenileri kuruldu. Komuta yapısındaki 65 merkezin sayısı 20’ye düşürüldü. 2006 yılında Letonya’nın başkenti Riga’da gerçekleştirilen zirve, eski Sovyetler Birliği bünyesindeki bir ülkede gerçekleştirilen ilk zirve oldu ve bu zirvede enerji güvenliği masaya yatırıldı. 5 Haziran 2017’de Karadağ, Rusya’nın itirazlarına rağmen NATO’nun 29. ve en yeni üyesi oldu.

NATO’nun Üstlendiği Görevler.,

NATO, Soğuk Savaş sırasında hiçbir askeri operasyon gerçekleştirmedi. Soğuk Savaş’ın ardından ilk operasyonlar, 1990-1991 yıllarında Irak ve Kuveyt işgali sebebiyle yapıldı. Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde özel donanımlı uçaklar gönderildi ve askeri birlikler sevk edildi. 1992 yılındaki Bosna Savaşı’nda Birleşmiş Milletler (BM) tarafından uçuşa yasak bölge ilan edilen Bosna Hersek’in iç kesimlerinde güvenliği sağlamak amacıyla 12 Ağustos 1993 tarihinde NATO tarafından “Uçuş Yasağı Harekâtı” uygulanmaya başladı. 28 Şubat 1994 tarihinde uçuşa yasak bölge kararını ihlâl eden 4 Sırp uçağı NATO uçakları tarafından düşürüldü. Bu olay, NATO’nun savaş sırasındaki ilk askeri eylemidir. Bu savaş sırasında Yugoslavya’ya yönelik silah ve ekonomik ambargo kararları, NATO’nun “Sharp Guard Harekâtı” ile Haziran 1993 – Ekim 1996 tarihleri arasında denizden uygulandı.

NATO’nun Operasyonlarından bazıları şunlar;

-Ağustos 1995: Srebrenitsa katliamından sonra Sırp güçlerine karşı uygulanan ve iki hafta süren “Kararlı Güç” bombardıman operasyonu yapıldı.
-14 Aralık 1995: NATO, BM komutasındaki IFOR adlı barış gücünü Bosna bölgesine gönderdi. Barış gücünde, NATO üyesi olmayan askerlerin de bulunduğu 60 bin asker yer aldı.
-24 Mart 1999: Kosova’daki Arnavut sivillere Sırp güçlerinin baskılarına karşı Yugoslavya Federal Cumhuriyeti askeri gücüne karşı “Müttefik Güç Harekâtı” yapıldı. Harekâttaki bombardımanlar 78 gün sürdü.
-11 Haziran 1999: NATO’nun KFOR adlı barış gücü, BM komutasında Kosova’da konuşlandırıldı.
-Ağustos-Eylül 2001: Makedonya’daki Arnavut milisleri silahsızlandırmak için “Zorunlu Hasat Harekâtı” başlatıldı.
-4 Ekim 2001: ABD’deki 11 Eylül terör saldırısının ardından NATO tarihinde ilk kez antlaşmanın 5. Maddesi uygulandı. Akdeniz’de “Etkin Çaba Harekâtı” başlatıldı.
-11 Ağustos 2003: 42 ülkenin askerlerinden oluşan Uluslararası Destek Gücü (ISAF) komutası NATO’ya geçti. NATO, tarihinde ilk kez Kuzey Atlantik bölgesi dışında bir görevin komutasını almış oldu. ISAF, Ekim 2003’te Taliban ve El-Kaide terörüne karşı Afganistan genelinde konuşlandı. Aralık 2004’te ISAF dağıtıldı, “Kararlı Destek Misyonu” hayata geçirildi.
-Ağustos 2004: NATO, Irak Savaşı sırasında ABD öncülüğündeki Irak güçlerini desteklemek için “NATO Eğitim Görevi – Irak” adlı görevi üstlendi.
-17 Ağustos 2009: NATO, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’nda deniz trafiğini Somalili korsanlardan korumak amacıyla savaş gemileri gönderdi. “Okyanus Kalkanı Harekâtı” adı verilen bu görevde NATO, Somali’ye gönderilen yardım gemilerini de korudu. 
-20 Mart 2011: Libya askeri müdahalesi sırasında BM’nin uçuşa yasak bölge kararlarını uygulamak üzere NATO güçleri, Libya açıklarında konuşlandı. Bu görevde Türk askerleri de görev aldı.

Türkiye ve NATO İlişkileri 

Türkiye Sovyetler tehdidinden dolayı ABD’ye yakın olmak istiyordu. Türkiye Soğuk Savaş döneminde yüzünü Batı’ya çevirmişti. ABD ile sürekli ilişkilerini geliştirmek isteyen Türkiye 1949 yılında kurulan savunma örgütüne üye olabilmek için sürekli mesai yapmıştı. Türkiye’nin bu örgüte girmek istemesini sadece Sovyet tehdidi olarak görülmesi yanılgı olur. Çünkü gelişen dünyada “modern Türkiye” olmak isteyen ve askeri yapısını güçlendirmek isteyen bir ülke idi Türkiye. Türkiye ABD’den aldığı yardımın devam etmesini ve 1949 yılında Avrupa Konseyine üye olduktan sonra Avrupalı bir ülke olduğunu kanıtlamak istiyordu.

Türkiye’nin jeo-stratejik yapısı Sovyetlere yakınlığı Akdeniz ülkesi olması ve Ortadoğu’daki etkinliği ABD’nin Türkiye’ye yaklaşmasını sağlamıştı. Bu yüzden ABD Türkiye’nin NATO’ya üyeliğini desteklese de an azından ortak üye statüsü verilmesini desteklese de Türkiye’nin jeostratejik konumu Rusya’ya yakın olması ve Ortadoğu’yla bir yakınlığının olması NATO üyelerini savaşa sürüklemesinden korkan Avrupalı ülkeler Türkiye’nin NATO’ya üyeliğini desteklememişti.

İngiltere, Türkiye’yi NATO’ya sadece Ortadoğu görevini üstlenmesini, Ortadoğu Komutanlığını yapmasında görev almasını dile getirmişse de Türkiye’nin asıl isteği Avrupalı bir ülke olduğunu kanıtlamaktı. İngiltere, Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından sonra Türkiye’ye böyle bir teklifte bulunmuş olsa da Türkiye bunu kabul etmemişti.

NATO üyeliği, Kore Savaşı ve Türkiye'nin rolü

Türkiye’nin NATO’ya üye olma isteği, bu durumu ABD’nin desteklemesine rağmen Avrupalı üyelerin istememesi üzerine Türkiye yoğun bir dönem geçirmişti. Bu dönemde ortaya çıkan Kore Savaşı Türkiye için aslında büyük bir öneme sahip olmuştu. 38. Paralelden ayrılan Kore’nin kuzeyinde yer alan Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye sınır anlaşmazlıkları nedeniyle saldırmasıyla Kore Savaşı başlamıştı. Aslında bu iki ülke arkasında ABD ve Sovyetler yer almaktaydı. Güney Kore’yi destekleyen ABD, Türkiye’den askeri yardım istemişti ve bu savaşta Türkiye başarı gösterirse Avrupalı devletlerin Türkiye’nin NATO üyeliğini destekleyebileceklerini dile getirmişti. Türkiye Kore Savaşı’na 241.piyade birliğini Turgeneral Tahsin Yazıcı komutasında göndermişti. Türkiye bu savaşta çok fazla askeri kayba uğramasına rağmen savaşta büyük bir başarı göstermişti. Türkiye Kore Savaş’ında gösterdiği başarı sayesinde bu oluşuma 3 yıl sonra Yunanistan’la aynı zamanda 18 Şubat 1952 yılında tam üye olmuştur. Türkiye NATO’ya CHP (İsmet İnönü) döneminde başvurmuştur ancak üyeliği Demokrat Parti (Adnan Menderes) döneminde kabul edilmiştir. Üyelikle birlikte Türkiye, Avrupa’nın güney kanadını oluşturdu.

ABD'nin Askeri Üs kurması

8 Eylül 1952’de İzmir’de Müttefik Kara Kuvvetleri Karargahı (LANDSOUTHEAST) kurulmuş, karargahın başına ABD’li korgeneral getirilmişti. 1954’te ise karargaha Fransa, İngiltere ve İtalya’dan askerler dahil edilerek üs güçlendirilmişti. “NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi” Türkiye tarafından 10 Mart 1954 tarihli ve 6375 sayılı kanunla onaylanmıştır. NATO Kuvvetleri Sözleşmesine göre, ABD’nin Türkiye topraklarında askeri tesisler ve üsler kurması ve askeri personel bulundurması kabul edilmişti. Bu durum ABD’nin askeri üs kurmak için Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu gözler önüne sermekteydi.


İlk Türkiye -NATO krizi: Johnson Mektubu

Türkiye-NATO ilişkilerinde ilk kriz 1964’te çıkan Kıbrıs krizi Türkiye’nin NATO’ya bakışında değişimlere neden olmuştu. Kıbrıs’a müdahaleyi düşünen Türkiye’nin NATO ve ABD’den beklediği desteği görememesi ve bu konu hakkında ABD başkanından aldığı tehdit içerici mektup Türkiye’nin büyük bir hayal kırıklığına uğramasına neden olmuştu. ABD başkanı Lyndon B. Johnson’un Türkiye başbakanı İsmet İnönü’ye yolladığı mektupta örgütün ve ABD’nin Kıbrıs sorununa bakışını gözler önüne sermişti. Johnson mektubunda “Olası bir savaşta Sovyetlerin Türkiye’ye savaş açma olasılığı yüksektir ve bu durumda NATO, Türkiye’ye yardım konusunda isteksiz davranacaktır.” diye dile getirmişti. ABD başkanı bu mektupla NATO’nun “üye ülkelerden birine yapılan tecavüz, tamamına yapılmış kabul edilir” olan 5.maddesini ihlal etmişti.

Bu olay Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştı. Hükümetin ABD ve NATO’yla olan ilişkilerini gözden geçirmesine neden olmuştu. Halk ise ABD ve NATO karşıtı gösteriler düzenlemişti. Johnson mektubu Kıbrıs Harekatını geciktirmiş olsa da 1974 yılında Türkiye Adaya barış götürmek amacıyla asker çıkarmıştı. ABD ise bu konuda kararından vazgeçmemiş ve 1975 yılında ABD Kongresi, Türkiye’ye silah ambargosu uygulamıştı. Bu durum Türk diplomatları tarafından tepkiyle karşılanmıştı.

NATO'ya PKK tepkisi

1990’lı yılların ikinci yarısından sonra Türkiye’nin en büyük iç sorunu terör örgütü PKK olmuştu. Halk bu terör örgütüne NATO’nun destek verdiğini düşünerek NATO’ya karşı halkın çoğu tepki göstermeye başlamıştı.  Bu tepki 1991 yılında 1. Körfez Savaşı sırasında ABD, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu Çekiç Güç oluşumundan sonra daha da artmıştı.

1991’de Sovyetlerin yıkılmasıyla Soğuk Savaş dönemi sona ermiş, Sovyetlere karşı kurulan NATO devamlılığını kaybetmemek için konseptini değiştirmişti. NATO’nun yeni konsepti insani müdahale ve demokratikleşme gibi ilkeler olmuştu. NATO’nun yeni konseptinde etkili olan olaylardan biri  1955’te gerçekleştirilen Bosna-Hersek koruma gücünü Dayton Antlaşması’nın uygulanması görevinin NATO’ya verilmesi üzerine  Uygulama Kuvveti (IFOR) ve müteakiben İstikrar Kuvveti (SFOR) teşkil edilerek bölgede harekat başlamıştı. Türkiye’de IFOR’a askeri birliklerini tahsis etmişti. Bir başka olay ise Kosova’daki Arnavut kökenli Müslümanlara karşı Sırp baskısının artmasıyla 1999 yılında NATO birlikleri Kosova’ya havadan müdahale etmişti.

11 Eylül ve Sonrası

ABD’de gerçekleştirilen 11 Eylül 2001 saldırısıyla ABD hem kendi politikasını hem de üyesi olduğu örgütlerin konseptini değiştirerek uluslar arası terörizm, demokrasi, insan haklarına yönelmişti. Bu yeni konseptten de etkilenen NATO’nun yeni konsepti de uluslar arası terörizm, demokrasi, insan hakları olmuştu.

Makedonya’daki silahlı militanları silahsızlandırmak amacıyla NATO, Makedonya’daki uluslararası gözlemcilere destek sağlamak için bir güç oluşturmuş ve 27 Eylül 2001 tarihinden itibaren “Amber Fox” harekatına başlamıştı. Türkiye, ise bu gücün karargâhında yer almıştı. NATO’nun Irak’a Eğitim Desteği, NATO İstanbul Zirvesi “Irak Bildirisi”yle 2004 yılında tesis edilmişti. Misyon, Aralık 2011 tarihinde sonlandırılmıştır. Türkiye, NTM-I misyonuna 2004-2011 yılları arasında personel desteği sağlamıştı.

Libya’da başlayan iç karışıklıkların uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmesi sonucunda, NATO  Libya’ya yönelik olarak başlatılan NATO Birleşik Koruyucu Harekâtı’na (Operation Unified Protector-OUP) Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları, 29 Mart-31 Ekim 2011 tarihi arasında, dört fırkateyn, bir denizaltı, bir lojistik destek gemisi, altı F-16 hava savunma uçağı, iki KC-135 tanker uçağı, helikopter unsurları, Özel Kuvvet karargâh personeli ve Su Altı Taarruz (SAT), Amfibi ve Sualtı Görev Timleri ile katılım sağlamıştır.

Uluslar arası terörizmde ilk hedefini Orta Asya’da Afganistan’a çeviren ABD, NATO kapsamında Taliban’ı devirmek için Afganistan’a girmişti. ABD’nin yeni politikası olan Orta Asya’da etkili olabilmek için bu bölgeye yakın ve bu bölgeyle ilişkileri yakın derecede iyi olan Türkiye’ye yönelmişti. ABD, NATO birlikleriyle girdiği Afganistan’a Türkiye’de asker yollamıştır. ABD, NATO kapsamında Orta Asya’daki İslami terör örgütlerini parçalamıştı.

Suriye sorunu ve NATO ilişkileri

Günümüzde ise Suriye sorunu, Türkiye’nin NATO’yu seferber yapmasına sebep olmuştur. Türkiye, Suriye sorununa karşı NATO’dan istediği desteği görememiştir. Bu kriz Türkiye ve NATO ülkeleri arasında tehdit algılamasının büyük farklılıklar taşıdığını göstermektedir. Türkiye, Suriye sorununa karşı NATO’dan istediği Patriot füzelerini alabilmek için yoğun bir tempo göstermiştir. NATO’da bazı ülkeler füzelere ihtiyaç duyulmadığını dile getirse de NATO, Türkiye’ye Patriot füzelerini yerleştirmiştir.

NATO kapsamında Türkiye’deki askeri üsler;

Afyonkarahisar askeri havaalanı Türkiye’nin en büyük askeri havaalanıdır. NATO’nun  2. Büyük havaalanıdır. “Ana Jet Bakım Üssü” olarak kullanılmaktadır.
İncirlik Hava Üssü yönetimi ve denetimi TSK’de olan, NATO’nun önemli bölgesel bir depo üssüdür. Adana’ya 10 km uzakta olan üs, Akdeniz’e 56 km uzaklıktadır. Türk Hava Kuvvetleri 10.Ana jet üssü ve ABD hava kuvvetleri 3p.Ana jet üssü burada görev yapmaktadır.
İzmir Hava Üssü İzmir’in 17 km kuzey batısında Çiğli’de bulunan Avrupa’daki ABD Hava Kuvvetleri2ne (USAFE) bağlıdır. 42 uçak ve 300 askeri personel bulunan üsse I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmıştır. İzmir Hava Üssü NATO’nun Türkiye’deki en eski askeri üssü olmakla beraber, son yıllarda önem kazanmıştır. 11 Ağustos 2004’te LANDSOUTHEAST karargahı Napoli’den İzmir’e taşınmıştır. 1 Ocak 2006’da da ABD 16.hava filosu Almanya’nın Ramstein hava üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir.
Şile üssü: Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslar arası standartlarda bir atış alanıdır.
Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS’lar burada üslenmiştir.
Balıkesir 9. Hava Jet Üssü: Bu üste 6 adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır.
Muğla Aksaz Deniz Üssü Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin’de NATO’ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri (CAOC6)


Sonuç

Rusya ile yakınlaşan Türkiye değişen dengeler

Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Doç. Dr. Murat Yeşiltaş NATO ve Türkiyenin mevcut ilişkisini ise şu analizle anlatıyor:

Kuruluşunun 69. yılında NATO üyesi Türkiye, örgütün hâlâ konvansiyonel bir tehdit olarak gördüğü Rusya ve örgütün “gönülsüz” liderliğini yapan ABD’nin terörden önce en önemli tehdit olarak görüp askeri müdahale tehdidinde bulunduğu İran ile Brüksel’in “pek de umurunda olmayan” Suriye iç savaşının geleceği hakkında kritik bir zirve gerçekleştiriyor. Daha da önemlisi, NATO’nun hava savunma programında kritik bir rol üstlenen Türkiye, örgütün Doğu Avrupa kanadının en yakın konvansiyonel tehdit olarak gördüğü Rusya ile bir taraftan nükleer enerji santrallerinin kurulması için işbirliğini derinleştirirken öte yandan da Rus menşeili S-400 hava savunma sistemlerini satın alıyor.

Bu sembolik bir durum olmaktan öte, günümüz uluslararası politikasındaki jeopolitik değişimi gösteriyor. Bu resim hem NATO’nun hem de onun taşıyıcı ülkesinin, artık uluslararası sisteme “patronluk” etme konusundaki yeteneklerinin sınırlı olduğunu gösteriyor. Mesele sadece yetenek ve kapasiteyle de sınırlı değil. Ne NATO’nun kurumsal ve stratejik vizyonu ne de NATO üyesi ülkelerin müstakil stratejileri, bu liderliğin sürdürülmesi konusunda istekli görünüyorlar.

Bu özellikle, “Önce Amerika” söylemiyle başkanlığa yükselişinden sonra Donald Trump’ın NATO’ya verilen ABD desteğini tartışmalı hale getirmesiyle daha da derinleşmiş durumda. Zira Trump’ın temel mantığı, NATO’nun ekonomik maliyetini önemli orandan taşıyan ABD’nin üzerindeki yükü üye ülkelere güçleri nispetinde paylaştırarak azaltmaktı. Böylece, Rusya karşısında Avrupa güvenliğinin ekonomik ve askeri maliyetini, kıtanın lokomotif ülkeleri üstlenecekti. Yani güvenlik maliyetlerini ABD’ye yükleyip küresel ölçekte ekonomik derinliğini artırmayı tercih eden Almanya için bu, “konformizm” ve “beleşçilik” döneminin artık sona ermesi anlamına geliyordu. Öte yandan Avrupa’nın dört bir yanındaki aşırı sağcı siyasal blokların giderek iktidara yükselen yürüyüşleri, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkışı ve NATO’nun doğu kanadındaki ülkelerin gerekli olan savunma harcamalarını yükseltme problemleri ve ekonomik sıkıntılar içinde olan ittifakın diğer üyelerinin mevcut durumları, Trump’ın çıkışıyla birlikte NATO’yu epey zor durumda bıraktı.

Böylesi bir dönemde İngiliz Başbakanı Theresa May’ın çıkışı son derece önemliydi. May “Karşı karşıya olduğumuz tehditlerle, daha az işbirliği yaparak baş etmemiz mümkün değil” dedi. Bu durum ittifak içindeki çatlağı teyit etmesi açısından son derece önemli. NATO’nun diğer ağır toplarından biri olan Almanya’nın başbakanı Merkel de Trump’ın açıklamalarını görmezden gelmeyi tercih etti ve ABD’nin transatlantik ilişkilerine olan bağlılığının Başkan Trump’ın görüşlerinden ibaret olmadığını ileri sürdü.

Trump fikrini hâlâ değiştirmiş değil. Hâlâ NATO’yu “modası geçmiş” bir örgüt olarak tanımlıyor, ittifakın beşinci maddesini alaycı bir dille ele alıyor ve transatlantik ittifakı küçümsemeye devam ediyor. Bu durum, Rusya’nın konvansiyonel bir tehdit olarak daha fazla görülmeye başlandığı bir dönemde, Ukrayna’daki savaş ve 1945’den sonra ilk defa Kırım’ın işgali ve ilhakı ile Avrupa’nın topraksal genişlemeye şahitlik ettiği bir dönemde, NATO’nun Avrupa kanadı, ABD’yi ve Rusya’yı aynı anda dizginlemek gibi yeni bir misyonla karşı karşıya bırakılıyor.

'İttifakın üyelerini birbirinden uzaklaşktı'

Bu yeni duruma, Türkiye’nin Avrupa ülkeleri ve NATO ile “uyumsuz” gibi görünen yeni dış politikası ve askeri aktivizmi ve Rusya ile olan yakınlaşması da eklendiğinde, müttefiklerin hem Trump yönetiminin talepleri ve “öngörülmezliğiyle” başa çıkmak hem de transatlantik ilişkilerin yeniden canlandırılmasını sağlamak için tutarlı bir strateji geliştirmeleri gerekiyor. Avrupa şimdilik zor olsa da her ikisinin de aynı anda yapılabileceğini düşünüyor. Trump’ın isteksizliğine ve ittifaka yönelik acımasız eleştirilerine rağmen, NATO’nun Amerikan yerleşik nizamı için geçerliliğini koruduğuna inanıyor. Diğer bir ifadeyle NATO’nun, yeniden yükselen Rusya tehdidi karşısında mevcut statükonun bozulmaması için, Trump’ı görmezden gelme stratejisi izlediğini söylemek mümkün görünüyor. Öte yandan müttefikler, Avrupa’da giderek yükselen aşırı sağ ve popülist blokların kıta ölçeğinde her türlü kurumsallaşmayı sorgulayan söylemlerinin pratik bir karşılığı olmaması için uğraşmak zorundalar. Zira bu durum, ittifak içinde özellikle Türkiye gibi ülkelerin pozisyonu yeniden, ama daha ciddi bir şekilde sorgulamasından başka bir şeye hizmet etmiyor.

Aralarındaki çatlağın kapanması için, 2024’de kadar uygulanmasının gerekliliği daha da açık şekilde ortaya çıkan ittifakın savunma harcamalarının, gayrisafi milli hasılanın yüzde 2’sine ulaşması için müttefiklerin daha fazla çalışmaları gerekiyor. Öte yandan, savunma harcamalarının yüzde 20’sinin yeni teçhizat ve araştırma-geliştirmeye ayrılması, ittifakın üyeleri arasındaki savunma projelerinin çeşitlendirilmesini de bir zorunluluk olarak ortaya çıkarıyor. Böylesi bir gereklilik karşısında, (örneğin ittifakın güney kanadındaki güvenliğin taşıyıcı sütunlarından biri olan) Türkiye’nin F-35 savaş uçağı projesinden dışlanma tehdidiyle karşı karşıya kalması, ayrıca düşünülmesi gereken hususların başında geliyor.

69 yıl önceki haliyle karşılaştırıldığında İttifak daha güçlü görünüyor. Ancak, karşı karşıya kaldığı güvenlik riskleri 1950’lilerden çok daha ilerde ve çok daha fazla ortaklaşmayı gerektiriyor. Ancak yeni jeopolitik gerçeklikler, ittifakın üyelerini birbirinden uzaklaştırıyor. Geleceğin güvenlik ortamına dair NATO’nun öngörüleri ve bu ortamın gerektirdiği ortak vizyonun hayata geçirilebilmesi için, jeopolitik gerçeklikle siyasi ayrışma arasında açılan makasın giderilmesi gerekiyor. 69 yıl sonra NATO, rakipleriyle başa çıkmak için harcayacağı çaba kadar, müttefikler arasında yeni bir uyumun oluşması için de çaba harcamak zorunda.


http://www.enpolitik.com/haber/161618/69uncu-yilinda-nato-ve-turkiye-iliskileri.html


***