9 Ocak 2019 Çarşamba

Batı Trakya Türkleri, ve Yunanista nın tutumu.,

Batı Trakya Türkleri, ve Yunanista nın tutumu.,


29 Ocak 1988’de Batı Trakya Türklerini sokağa döken uygulamanın sürmesi nedeniyle tam 26 yıldır protesto sürmektedir.
Yunanistan'ın "bıçak sırtında" bir yaşama ancak izin verdiği Batı Trakya Türkleri, bugün hala eğitimden ifade özgürlüğüne, vakıflarını yönetebilmekten dini özgürlüklere dek pek çok alanda ciddi baskı altındadır. Son 10 senede yaşanan gelişmeler ve özellikle insan hakları izleme gruplarının eleştirel raporlarının yarattığı baskı ile artık vatandaş olmaktan kaynaklanan haklarını büyük oranda kullanabilen Batı Trakya Türklerinin uluslararası anlaşmalarla tesis edilen azınlık haklarını kullanamadıkları da bir gerçektir. Aşılmış görünen sorunlarda ise geriye dönük telafi sistemi işletilmemektedir. Örneğin 60 bin Batı Trakya Türkünün,"Helen kökenli" olmama gerekçesiyle Yunanistan vatandaşlığından çıkarılmasına sebep olan Yunanistan Vatandaşlık Kanunu'nun 19. maddesi artık yürürlükte değil ancak birkaç istisna dışında mağdurlara vatandaşlık hakkı iade edilmemiştir. Batı Trakya Türkleri açısından en büyük sıkıntı, tüm diğer baskıların etkisini de çoğaltmakta olan "kimlik reddi" sorunudur. İsminde "Türk" ibaresi geçen derneklerin "Batı Trakya'da Türk yoktur" gerekçesi ile mahkeme kararlarıyla kapatılması da Batı Trakya Türklerini organize şekilde harekete geçiren en önemli olay olmuştur. 29 Ocak'ı Batı Trakya Türkü için "Milli Direniş Günü" yapan da yine Türk kimliğinin reddi anlamına gelen "Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği" ve "Gümülcine (Komotini) Türk Gençler Birliği"nin kapatılmasıdır.



Batı Trakya Türkleri, her yıl Türk kimliğine dönük saldırılara karşı direnişe geçtikleri günü "29 Ocak Toplumsal Dayanışma ve Direniş Günü" ya da daha çok "29 Ocak Milli Direniş Günü" adlandırmasıyla Gümülcine, İskeçe, Türkiye ve yaşadıkları diğer ülkelerde düzenledikleri etkinliklerle anmaktadır. Anılan 29 Ocak 1988'de mahkemenin kapatma kararını protesto etmek ve Türklüğünü deklare etmek isteyen 20 bin Türkün tüm baskı ve engellemelere rağmen bir araya gelerek "Türküz" diye bağırmasıdır. Anılan aynı zamanda 29 Ocak 1990'da örgütlü Yunan fanatiklerinin saldırılarına rağmen yeniden bir araya gelebilmeleridir. 29 Ocak, Batı Trakya Türkleri için toprakları üzerinde yaşadıkları asimilasyona, vatandaşlık haklarının sınırlandırılmasına, azınlık haklarını alamamalarına, kimliksizleştirilmelerine karşı gösterdikleri iradenin yıldönümüdür. 29 Ocak 1988'de Batı Trakya Türklerini sokağa döken uygulamanın maalesef bugün de devam etmesi, her bir anma programına yeni bir protesto niteliği kazandırmaktadır; tam 24 yıldır protesto sürmektedir. Dolayısıyla Batı Trakya Türkü'nün "kimliksizleştirerek Yunanlaştırma" girişimlerine direnişi devam etmekte; 29 Ocak'lar birer bütünleşme gününe dönmektedir.



29 Ocak Direnişini Doğuran Gelişmeler

Yunanistan Yargıtay'ı, "Batı Trakya'da Türk yoktur" iddiası ve gerekçesiyle 4 Kasım 1987'de "Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği" ve "Gümülcine (Komotini) Türk Gençler Birliği"nin kapatılması kararını onadı.[1] Türklerse Yargıtay'ın kararını ancak 5 Ocak 1988'de öğrenebildiler. Derneklerin kapatılması ve Türk kimliklerinin inkar edilmesi kadar böylesi bir karardan haberdar edilmelerinin bu denli uzun bir süre alması zaten baskılardan bunalmış olan Batı Trakya Türklerinin tepkilerini arttırdı. 30 Ocak 1988'de Davos'ta gerçekleşecek Özal-Papandreu buluşmasına giden süreçte alınan karara Türkiye görüşmenin aksamaması için tepki gösterememesi, hatta merkezi İstanbul'da bulunan Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği'nin 24 Ocak günü İstanbul-Taksim'de düzenlemek istediği "Yunanistan'ı Protesto Mitingi"ne izin verilmemesi, Yunanistan'daki Türklerde yalnız bırakıldıkları hissini doğurdu ve tepkinin boyutunu da arttırdı. Azınlık Yüksek Kurulu 25 Ocak'ta toplanarak mücadele kararı aldı. Karara göre "Olayı protesto etmek için bir yürüyüş yapılacak", "azınlık okulları bir gün süreyle kapatılacak" ve "yetkili tüm devlet mercilerine bu karar telgrafla bildirilecekti".[2] Yürüyüş, 29 Ocak 1988 günü, Cuma namazından sonra Gümülcine Eski Camii'nden Vilayet Konağı'na kadar yapılacaktı. Kararın amacını basın bildirisi izah etmektedir:[3]

"... Her türlü karar alma yetkisine sahip bu komite 26 Ocak 1988 Salı günü kendi aralarında yaptığı toplantıda aşağıdaki kararları oybirliği ile almıştır:

1- Türklüğümüzü inkâr eden bu kararları, Lozan Antlaşması'na imza eden garantör devletlere bildirmek,

2- Uluslararası demokratik ve insan haklarıyla ilgili kuruluşlara Türk'lüğümüzü yok etmek isteyen idârecilerimizi şikâyet etmek...

3- İslâm ülkeleri temsilcilerine ve kuruluşlarına bugün milliyetimiz yarın dinimize kasteden bu şoven zihniyeti ve kararı duyurmak...

4- 29 Ocak Cuma günü Cuma namazından sonra Gümülcine Eski Camii'nden tüm Batı Trakya Türk'ünün katılacağı bir yürüyüş düzenlemek...
İşbu duyurumuzun Türkülüğümüz adına tüm azınlık basınında yayınlanması ricası ile...

Batı Trakya Türk Azınlığı Yüksek Kurulu Adına Komite Başkanı Mehmet Emin Aga"

Yunanistan yürüyüşe izin vermedi. Gümülcine radyosunun Yunanca ve Türkçe anonsları yoluyla Türklerin herhangi bir şekilde bir araya gelmesinin yasaklandığı duyuruldu. Yasağa ve yollara kurulan polis barikatlarına rağmen Yasak Bölge dahil olmak üzere Batı Trakya'nın her tarafından binlerce azınlık mensubu, Gümülcine'ye gelmeye başladı. Kavala'dan polis gücü takviyesi yapıldı, Eski Cami ve Yeni Cami ibadete kapatıldı. Bu arada Gümülcine'ye girebilen ve barikatlar nedeniyle şehrin girişlerinde kalan azınlık mensubunun toplam sayısı 20 bine ulaştı. Göstericilerin dağılması istendi. Bağımsız milletvekili Ahmet Faikoğlu'nun konuşmasının ardından topluluk dağılmaya başladı. Ancak çatışma ve haksız tutuklamaların haberinin gelmesi ile dağılma, yürüyüşe dönüştü. Yürüyüş de polis şiddetine ve dövülmeye...

29 Ocak 1988 Direnişini Perçinleyen 29 Ocak 1990 Saldırıları
29 Ocak gününün Milli Direniş Günü halini almasında, iki yıl sonrasında maruz kalınan saldırıların daha büyük önemi vardır:

Yunanistan'da, Batı Trakya Türklerine dönük baskı ve yıldırma politikaları her alanda sürüyordu. Azınlık Yüksek Kurulu, 29 Ocak 1990'da, yıldönümü olması nedeniyle iki yıl önce yaşanan üzücü olayları, Eski Cami'de düzenlenecek mevlitle anma kararı aldı. 28 Ocak günü azınlığın ileri gelenleri, üst düzey yetkililerle mevlit programı için temas kurmaya çalışırken, Yunanistan'daki yerel radyolar bir Türk'ün tedavi gördüğü hastanede bir Yunan'a saldırdığı haberini verdi. Solakidis isimli Yunan'ın, bir Müslüman'ın saldırısına uğraması haberiyle birlikte Yunanlılar 29 Ocak mevlidini engellemeye çağrılıyorlardı. Gümülcine-Maronia Kilisesi Metropoliti Damaskinos'un da aynı çağrıda bulunduğu kulaktan kulağa yayılmaktaydı vebu çağrı Yunan fanatikler üzerinde etkili olmuştu. Yerel basın, 29 Ocak sabahı Solakidis'in öldüğü haberini yaptı. Gerçekte Solakidis ölmemişti ama Yunanların saldırganlaşmasında bu haber "iyi" iş yapmıştı. 8-10 kişilik gruplar halinde toplanan Yunanlar, önce Türklerin kahvehanesine ardından Türklere ait dükkanlara taş ve sopalara saldırdılar. Helsinki Watch, olaya ilişkin raporunda, hiçbir Yunan dükkanının saldırıya uğramadığını kayıt altına almıştır. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yayınladığı 1990 İnsan Hakları Raporu'nda da saldırılara polisin hiçbir şekilde müdahale etmediği ifade edilmiştir.[4] Eski Cami'de hazır bulunan cemaat, saldırı haberini alınca Türklerin sığındığı Gümülcine Türk Gençler Birliği binasına gitmek isterler ama caminin çevresini tutan polis onların geçişine izin vermez. Her nasılsa polisin varlığı saldırganları durdurmamıştır. Gümülcine Müftüsü Mehmet Emin Aga ve bağımsız milletvekili Ahmet Faikoğlu ile birlikte civardaki Türkler taş, sopa, bıçak ve demir çubuklarla yaralanmıştır. Helsinki Watch Raporu, saldırganların 1000 kişi kadar olduğunu, 400 kadar azınlık işyerine verilen maddi zararın yarım milyon dolar olduğunu ifade etmektedir.[5]



6-7 Eylül Olayları ve 29 Ocak Olayları,

Baskın Oran, 29 Ocak 1990 olayının, "6-7 Eylül 1955'le bir çok bakımdan benzerlikler gösteren bir kitlesel saldırı olayı" olduğu belirlemesini yapar. Solakidis isimli bir Yunan'ın bir "Müslüman" tarafından öldürüldüğü haberi ile 6-7 Eylül'deki Atatürk'ün Selanik'teki evinin bombalanması haberi arasında bir paralellik görülmektedir. Oran'a göre "güvenlik güçlerinin olaylara seyirci kalması, hatta saldırganlara yer yer yol göstermesi ve Yunanlı esnafın dükkanlarına küçük Yunan bayraklarının yapıştırılması" da olayların bir diğer benzer noktalarıdır. Olayın 26-27 Ocak tarihlerinde Gümülcine'yi ziyaret eden dönemin Dışişleri Bakanı Samaras ile Metropolit Damaskinos arasında yapılan bir toplantıda tertiplenmiş olduğu iddialarını da yabana atmamak gerekir.

Türkiye'deki gayri Müslim azınlık, Bulgar Kiliseleri ve Rum Patrikhanesi hakkında araştırmaları olan ve kendisi de Bulgar cemaati mensubu olan Bojidar Çipof da, iki olayı karşılaştırırken, birkaç noktaya dikkat çekmektedir:[6]
6-7 Eylül sonrasında Türkiye'de fazla baskı olmadı. En fazla yapılan: "Vatandaş Türkçe Konuş" sloganıydı. Ancak 29 Ocak olaylarını, etkisini bugüne dek hiç azaltmayan bir asimilasyon süreci takip etti. Batı Trakya'da bir zaman diliminde yağmalanan ve yakılan dükkanların toplamı, 6-7 Eylül'de burada yağmalanan dükkan sayısından fazladır. Üstelik Türkiye'de yağmalanan yerler arasında Türklere ait dükkanlar da vardı ve Türkiye hem zararları tazmin etti hem de sorumluları yargılayarak cezalandırdı. "6-7 Eylül sonrasında korkarak kaçanların çoğu Yunanistan vatandaşıydı. Onların akrabaları, damatları, kızları da arkalarından gittiler ama kovulan ya da terk etmek zorunda bırakılan tek bir azınlık mensubu olmadı. Gidenler ikamet tezkeresi ile burada kalan yabancılardı, bu ülkenin vatandaşı değillerdi"

Değerlendirme

29 Ocak 1988 gününü bir direnişe çeviren olaylar zincirinde dönemin Türkiye Başbakanı Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu'nun meşhur Davos buluşmasının da etkisi vardı. Turgut Özal'ın Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunları çözebilecek diyolog sürecini başlatma istekliliğinin, Yunan Mahkemesi'nin "Türk yoktur" kararına sessiz kalınmasına sebep olduğu ifade edilmektedir. Nitekim olayların ertesi günü Davos buluşması gerçekleşmiştir. Papandreu, görüşme sonrasında yaptığı basın açıklamasında, Özal'ın azınlıklar konusundaki tutumuyla kendisinde hayretler uyandırdığını belirterek "Özal'ın bu denli içten ve açık görüşlü olduğunu buraya gelmeden önce bilmiyordum" yönünde konuşmuştur. Batı Trakya'daki olaylarla ilgili soruyu yanıtlarken "Kendisi gibi Özal'ın da Batı Trakya'daki son olayların provokasyon olduğu görüşünde mutabakata vardıklarını" söylediği basında yer almıştır.[7]
29 Ocak 1988 olaylarının Davos buluşması ve dolayısıyla Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin iyileştirilmesine dönük yeni bir girişimle bağlantısı, iki önemli sonuç çıkarılmasını mümkün kılmaktadır. Birincisi, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin iyileştirilmesi dönemlerinde Türkiye, Yunanistan'daki Türklerin haklarını arama ve kollamada sessizliğe bürünmeyi tercih edebiliyor. Herhalde literatür bunu, reel politika olarak adlandırmaktadır. Nitekim bu tarihten sonra da benzeri örnekleri dönem dönem; hatta sık sık görülmüştür. Ancak bu politikanın Yunanistan'da bir karşılığının olmadığını da belirtmek gerekir. Zira yaşananın iyileşmenin reel değil zahiri olduğu her seferinde Yunanistan'ın Heybeliada Ruhban Okulu, Patrikhane'ye verilen Ekümeniklik desteği, Kıbrıs ya da Ege sorunları ve hatta bazen de PKK'ya açılan kamplar ve verilen destekle anlaşılmıştır. Her bir gerçeğe dönüşün yeni bir ilişkileri geliştirme adımı doğurması, kuşkusuz ki olumludur ancak ihmal edilenlere değip değmediği kuşkuludur. Batı Trakya'daki direniş ile Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin iyileştirilmesi girişiminin bağlantısının ikinci önemli sonucu da "gerçek mi zahiri mi olduğu önemli olmaksızın" "Anavatan" tarafından yalnız bırakılma duygusunun Batı Trakya Türklerini kendi hakkını kendi gücüyle aramaya itmesidir.

29 Ocak'ların bir diğer önemi de direnişin doğuşuna kapatılmasıyla zemin hazırlayan İskeçe Türk Birliği'nin 27 yıllık hukuk savaşını kazanarak AİHM önünde davasının haklılığını ispatlamasına rağmen hala kapalı tutulmasıdır. Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği, İskeçe Türk Birliği gibi dernekler, "Türk" ibaresinin "azınlık yaratma amaçlı kullanıldığı" gerekçesiyle kapatılmıştır. Yine, adında "Türk" ibaresi yer aldığı için Rodop İli Türk Kadınlar Kültür Derneği'nin kuruluşuna da izin verilmemiştir. AİHM, İskeçe Türk Birliği davası için 27 Mart 2008'de açıkladığı kararında derneğin yarım asırdır faaliyet gösterdiğine ve Yunan Mahkemeleri'nin bu derneğin faaliyetleriyle ilgili kamu düzenini bozan herhangi bir olayı tespit etmediğine dikkat çekmiştir.[8] Yunanistan'da kendisini çağdaş, modern, demokratik, Avrupa değerlerine sahip sayan bir ülke için utan verici olması gereken oldukça ilginç bir karar da çıkmıştır. Evros (Meriç) Azınlık Gençler Derneği'nin tanınma talebinin red edilmesi üzerine 2003'ten itibaren Yargıtay'da görülen temyiz davasında[9] Yargıtay, "Trakya'da dinleri Müslüman olan Yunan vatandaşlarının bulunduğu" şeklindeki resmi devlet söylemini tekrar ettikten sonra "Azınlık Gençleri" adının belirli ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde ifade edilmediğini belirterek dini azınlığı mı yoksa etnik azınlığı mı temsil ettiğine dair ortaya çıkan karışıklığı kamu düzenine aykırı ve bu nedenle de yasa dışı bularak temyiz talebini reddetmiştir.[10] Yargıtay, tescil talebini reddederken aynı zamanda salt "azınlık" teriminin dahi bir derneğin adında yer almasının da "suçları gizleyebileceği" yönünde azınlıklar aleyhine bir içtihat yaratmıştır. Dolayısıyla 29 Ocak'ı Milli Direniş Günü olarak yaratan koşullar, bugün de aynen devam etmektedir.
Batı Trakyalı Türklerinin, 29 Ocak'ı Türk milletinin birliğini güçlendirmesi niteliğiyle anmakta olduklarının da vurgulanması gerekir. 29 Ocak 1988 ve 29 Ocak 1990'da düzenlenen gösteriler nedeniyle Türklerin Yunan fanatiklerin saldırısına uğraması ve Yunan devletinin bu saldırılardaki açık rolü ya da suçluların cezalandırılması ve zararların tazmini ise gündeme gelmemektedir. Bu iki önemli günde zulme uğrayanların tanıklıkları sayesinde yaşananların detaylarına ilişkin bir literatürün geçen 24 yıl boyunca oluşturulamaması da önemli bir eksikliktir. Ancak 29 Ocak'ın sadece Milli Direniş'in başarılması yönüyle anılması da Batı Trakya'nın protestosunun barışçıl niteliğini hala koruduğunu ve düzelmeye dönük umudun ya da beklentinin canlı olduğunu da göstermektedir.

Son Söz

Bugün Batı Trakya Türkleri 29 Ocak'ı devam eden bir direniş günü olarak anıyorlar. 29 Ocak'ın önemi ve 29 Ocak 1988/1990'da yaşananlar, Türkiye kamuoyunda "bile" 6-7 Eylül olayları kadar bilinmiyorsa, sebebi … cümle şunlardan biriyle ya da belki her biriyle devam edebilir:

* Yunanistan'ın, Türkiye'nin yetiştirdiği kadar "aydın" yetiştirememesidir.
* Zaferlere odaklanmış olan Türklerin, acılara odaklı tarih anlayışını tercih etmemesidir.
* Yunanistan'ın tarihiyle yüzleşmesi meselesini ne Yunanistan'da ne Türkiye'de kimse sorun olarak görmemektedir.
* Batı Trakya Türklerinin kendileri adına lobi faaliyeti yapacak dostlarının bulunmayışıdır./Yunanistan'ı lobiler üzerinden yıpratma niyetinde olan güçler ve lobilerle meşrulaştırılmak istenen siyasi bir proje bulunmamaktadır.
* İrredentist bir ülke olmakla suçlanmaktan çekinen Türkiye'nin bu nedenle acıları görmezden gelmesi ve soydaşları adına hak arayışını da zamana bırakmasıdır.
* 6-7 Eylül ile ilgili sayısız sinema filmi çekilirken 29 Ocak'larda Yunanistan'da yaşananlar hakkında sayılı bir iki kısa belgeselden fazlasının yapılmamış olmasıdır.
* 29 Ocak Direniş Günü'nün haberlere dahi konu olamıyor oluşudur.
* Bugün hala daha Batı Trakya'daki Türk azınlığa yönelik temel insan hakları ihlallerinin sürmesi de doğaldır.

[1] 29 Ocak 1988 ve 29 Ocak 1990'da gerçekleşen olayları ayrıntılı olarak ele alan bir eser için bkz. Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Bilgi Yayınevi, 1986

[2] Milliyet, 24 Ocak 1988 akt. Baskın Oran, a.g.e, s.189

[3] Trakya'nın Sesi, 28 Ocak 1988

[4] Human Rights Watch, Human Rights Watch World Report 1997 - Greece, 1 January 1997, şu adresten ulaşılabilir: http://www.unhcr.org/refworld/docid/3ae6a8aa10.html (erişim: 31 Ocak 2012); ABD'nin 1990 tarihli Yunanistan Raporu'nun çevirisi için bkz. Ahmet T. Yılmaz, Bülten (Türk Demokrasi Vakfı Yay.), Nisan 1991, S.9.

[5] Human Rights Watch, Human Rights Watch World Report 1997 - Greece, 1 January 1997, şu adresten ulaşılabilir: http://www.unhcr.org/refworld/docid/3ae6a8aa10.html (erişim: 31 Ocak 2012)

[6] Bulgar Kiliseleri Vakfı eski Yönetim Kurulu Üyesi olan Bojidar Çipof'la 29 Ocak 2010'da yapılan mülakattan. 6-7 Eylül olayları ile ilgili farklı bir yazısı için de bkz. Bojidar Çipof, "Hala mı Şu 6-7 Eylül 1955?", www.bojidar.wordpress.com, 8 Eylül 2009

[7] Cumhuriyet, 1 Şubat 1988 (Stelyo Berberakis)

[8] Rodop İli Türk Kadınlar Kültür Derneği de AİHM'nin 27 Mart 2008 tarihli kararıyla haklı bulumuştur.

[9] Talep sırasıyla Dedeağaç Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 58/1996 sayılı kararıyla ardından Trakya Temyiz Mahkemesi tarafından 423/1998 sayılı kararla ve nihayet Yargıtay'ın mahkeme kararını onayan 58/2006 sayılı kararıyla reddedildi.

[10] Stamatis Sakellion, Yunanistan, Avgi gazetesi, 5 Kasim 2006, çev. Erol Bekir

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/29-ocak-milli-direnis-gunu

***

6-7 Eylül 1955 i Basın Nasıl Gördü,

6-7 Eylül 1955'i Basın Nasıl Gördü,



6-7 Eylül 1955'i Basın Nasıl Gördü?
6-7 Eylül 1955'te başta Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik saldırılar İstanbul Ekspres'in ikinci baskısından sonra başladı. bianet olarak dönemin gazetelerini ve olayları aktarış biçimlerini derledik.


Elif Akgül
ARŞİVDEN
İstanbul - BİA Haber Merkezi
06 Eylül 2013, Cuma 00:28

6 Eylül 1955'te saat 13.00'te radyo Selanik'te bir bomba patladığı haberini geçti. İstanbul Ekspres ise akşam baskısına "Atamızın evi bomba ile hasara uğradı" manşeti ile çıktı.


Ardından saat 19.00'da Pangaltı'da sahibi Rum olan Haylayf Pastanesi'ne başlayan 6-7 Eylül olaylarında 4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğradı.

Öldürülenlerin, yaralananların ve tecavüze uğrayanların sayısı ise muamma. Resmi rakamlara göre üç kişi öldü, 30 kişi yaralandı ve 60 kadın tecavüze uğradı. Resmi olmayan rakamlarsa bunlardan kat be kat fazla.

7 Eylül sabahı gazete manşetlerindeyse şunlar vardı:


Yeni Sabah: Halkı Galeyana Getirdi

Yeni Sabah gazetesi manşetten "Selanik'te Atatürk'ün evine atılan bomba halkı galeyana getirdi" diye yazdı.
Gazete yer alan haberin spotu şöyleydi:
"Taksim'de heyecanlı bir miting yapıldı. Bir kısım kiliselerde yangın çıktı. Rum mağazaları tahrip olundu."
Haber için kullanılmış olan fotoğraflar ellerinde Türkiye bayrağı ve Kıbrıs Türk'tür yazısı bulunan kalabalıktı.


Zafer: İstanbul ve İzmir'de Örfi İdare

Zafer gazetesi manşette "Selanik'teki tecavüz hadisesi yüzünden" olduğunun altını çizerek İstanbul ve İzmir'de dün çok müessif kargaşalıklar oldu" yazdı. Zafer hemen haberin hemen yanında "Selanik'te Menfur bir tethiş hadisesi" başlığıyla bombalama olayına yer verdi:

"Atatürkün doğduğu evin yanındaki bahçede gece yarısı patlayan bir bomba evin pencerelerini ve konsoloshane camlarını hasara uğrattı."

Gazete olaylarla ilgili fotoğraf kullanmazken Selanik'teki evin fotoğrafını kullandı.

Bu arada Milliyet gazetesi'nin 7 Eylül 1955 baskısının 7. sayfa 1. sütununda gazeteci Fehri Ersin "İlk tekme" başlığıyla olayları şöyle aktarıyordu:

"Taksim meydanı mahşeri bir manzara arz ediyor. Şehir Kulübünün karşısında bir Rum manavının önüne biriken topluluk 'Bayrak, bayrak as' diye ihtar ediyor. Dükkana bayrak asılmaması üzerine kepenklere ilk tekme iniyor. Bunu taş ve sopa darbeleri takip ediyor. Manav dükkanı beş dakika geçmeden bir harabeye dönüyor. Bunu Ankara bakkaliyesinin tahribi takip ediyor.

"... 'Vili' bayrak asarak dükkanını kurtarmak istiyor. Fakat bu hileye inanan kim? Onu takiben İnci, Franguli, Baylan Pastanesi, 'Smart', 'Mtolo', 'Silvio', 'Osep', 'Daryo' ve nihayet 'Saray' sineması, Atlantik, Orman'ın içi dışına geçiriliyor, lokanta, birahane, bar, meyhane, kumaşçı, parfümeri velhasıl, ne rast gelirse, taş, moloz, kereste ve kürek darbeleri altında tarumar ediliyor.

"Kısaca İstiklal Caddesi'nin sağlı sollu bütün Rum dükkanlarının içi dışarıya çıkmış. ... Yerlerde buzdolaplarının, elektrik süpürgelerinin yanında pasta ve şekerlemeler. Silvio'nun, Osep'in kumaş, gömlek ve kravatlarının yanında, bir manav dükkanının artıklarını kucak kucağa, çamur ve pislik içinde ayaklar altında yüzerken görüyorsunuz."

Bunun yanında aynı sayfada İbrahim Örs olaylara dair şunları aktarır:

"Dünkü hadiseler sırasında, bazı küstah Rum vatandaşları aleyhimize tezahürat yapma cesaretini göstermişlerdir. Bu arada Nişantaşı'nda oturan bir Rum, güçlükle linç edilmekten kurtarılmıştır.
"... Diğer bir vak'a da Sıraselviler'de cereyan etmiştir. Bu semtte oturan bir Rum da 'Kıbrıs Türktür' diyerek nümayiş yaparak evinin önünden geçmekte olan kalabalığa karşı penceresini açarak: 'Kıbrıs Türk değil, komünisttir' diye bağırmıştır. Polis memurları bu küstahı evinden alıp döğmeye kalkışan halkın elinden kurtarmak için bir hayli yorulmuşlardır."


Ulus: İstanbul ve İzmir'de Örfi İdare

8 Eylül'de artık dönemin Rum gazeteleri yayınlarına ara vermek zorunda kalmışlardı. Mihail Vasiliadis bianet'e Apoyevmatini'nin nasıl Soveytler Birliği'nin konsolosluğu sayesinde zarar görmediğini anlatırken o kadar şanslı olmayan Embros, Tahidromos idarehaneleri dağıtılmış ve bu gazeteler bir süre yayın yapamamıştı.



"Sorumlular Komünistler"

Hürriyet 3 Eylül'de manşetten "2057 yağma ve tahripçinin" yakalandığını duyururken bir sonraki gün şu manşetle basılır:

"Nümayiş gecesi tahrikat yapan otuzdan fazla komünist yakalandı"

Yakalananıp tutuklanan bu 45 kişinin arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo, Dr. Müeyyet ve Can Boratav, Dr. Hulusi Dosdoğru, Dr. Nihat Sargın, Asım Bezirci, Faik Muzaffer Amaç, Aslan Kaynardağ, İlhan Berktay gibi isimler de vardır, askeri mahkemede yargılanıp beraat ederler.

Ancak olaylardan komünistleri sorumlu tutma çabası gazetelerin iç sayfalarında da sürmektedir:

Milliyet'in 9 Eylül 1955 baskısındaki "Doğrusu Bu" kutusu ise şöyledir:

"6-7 Eylül gecesi, üç vilayetimizde, bilhassa İstanbul'da yapılan nümayişler bir kızılca kıyamet almıştı. Evet 'kızıl'ca. Yüzlerini şanlı bayrağımızın rengiyle maskeleyen kızılların oyununa bir daha düşmeyelim. Aman ha!"

Hürriyet Gazetesi'nin 9 Eylül 1955 baskısının 5. sayfa 4. sütununda da "İzmir'de iki kızıl propagandacı yakayı ele verdi" başlıklı şu haber yer alır:

"Dün gece saat 23.00 sıralarında Fuarda alenen komünizm propagandası yapan iki kişi yakalanmıştır. Mehmet Yılmaz ve Nafiz Çepkez isimlerindeki bu kızıl uşakları Fuar dahilinde ve şehir içinde ayrı ayrı dolaşırlarken 'yaşasın komünistler' diye bağırmışlardır.

"... Mehmet ile Nafiz'in 6 Eylül gecesi yapılan nümayişlerle alakadar olup olmadıkları ayrıca tahkik edilmektedir."

O dönemde Akşam Gazetesi yazı işleri müdürü olan Hıfzı Topuz Milliyet'e verdiği röportajda şunları söyler:

"Sabah erkenden askerler olaya müdahele etti. Ben de erkenden gazeteye gidip dün gece yaşanılanları haberleştirecektim. Tam o sırada valilikten gelen bir telefonla tüm gazeteler toplantıya çağırıldı. Akşam gazetesi yazı işleri müdürü olarak da toplantıya ben gittim. Adnan Menderes ve Celal Bayar'ın da katıldığı toplantıda Bayar acıklı bir sesle 'Türkiye'nin kaderiyle oynayacak bir sabatojla karşı karşıyayız. Bu olayı komünistlerin yaptığını biliyoruz, hepsini tutuklayacağız' dedi. Şoke olmuştum. Ben oradan çıkar çıkmaz da haber geldi zaten. Ne kadar komünist, solcu varsa tutuklanmaya başlamıştı."

6-7 Eylül olaylarının ardından Sıkıyönetimin ilan edilmesi ise yine önce basını vurur. Gazeteler köşe yazıları sebebiyle kapanır, yazılar sansürlenir. (EA)

* Milliyet'e ait içeriğe gazetenin internet arşivinden ulaşabilirsiniz.

https://m.bianet.org/bianet/medya/149698-6-7-eylul-1955-i-basin-nasil-gordu

**

6-7 Eylül Olaylarının 58. yılında olaylarda basının rolünü ve sonrasında nasıl etkilendiğini Apoyevmatini Gazetesi'nin sahibi Mihail Vasiliadis ve o dönemde Dünya Gazetesi'nin Ankara temsilcisi Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Oktay Ekşi ile konuştuk.

Vasiliadis olayların bir anda patlak vermediğini, uzun yıllar boyunca süre gelen çeşitli politikaların son zinciri olduğunu anlatıyor. Bu süreçte azınlıklara karşı basının bir manipülasyon aracı olarak kullanıldığını söyleyen Vasiliadis Teşkilat-ı Mahsusa'nın da azınlık gazetelerini yakından takip ettiğini aktarıyor.

Ekşi ise 6- 7 Eylül öncesinde, böylesi bir saldırının medyanın ön göremediğini, olayların ardından sıkıyönetim ilan edilmesiyle gazetelerin daha da fazla baskı gördüğünü söylüyor.

Vasiliadis: Ekspres'in manşeti tertibin son halkasıydı 

" 6 – 7 Eylül olayları tamamen medyanın ürettiği nefret söylemiyle gerçekleşti. Bu uzun zamandan beri hazırlanan bir organizasyonun son halkasıydı."

Vasiliadis 6-7 Eylül olaylarının başlangıcında İstanbul Ekspres'in Mustafa Kemal'in Selanik'teki evinin bombalandığına ilişkin haberin sadece uzun süren bir organizasyonun düğmesine basılması olarak değerlendiriyor.

* 6-7 eylül'ü tek bir olay olarak ele alıp incelemek mümkün değil. Bu olaylar zincirinin bir parçasıdır. Uluslararsı düzeyde İngiltere'nin rolünün yanı sıra ulusal düzeyde de ulus devlet kurma ve o devlete bir ulus yaratma çabasına ve asimile edilemeyecek unsurları eritme çabasına bakmak gerekli.

* 6 - 7 Eylül olayları bu eritme çabasının son halkasıydı. İkinci Dünya Savaşı zamanında 20-42 yaş arası azınlık erkeklerinin toplama kamplarına kapatılması, azınlıkların devlete bağlı çalışmasının engellenmesi ve Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası süreci hazırlayan politikalardı.

* Cumhuriyetin kuruluş döneminden beri gazeteler birbirinin eşiydi ve devlet hizmetindeydi. Bu fabrikasyon haberciliğin dışında sadece sol ve komünist gazeteler vardı. Onlar da çıkarılan yasalarla engellendiler.

* Basın özelikle azınlıklara karşı tamamıyla birleşmiş durumdaydı. Bir gazete de çıkıp 'Bu azınlıklar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, hakları sorumlulukları var' demiyordu.

Öncesinde 

* 6 – 7 Eylül olayları öncesinde Türkiye ve Yunanistan arasında İngiltere'nin de etkisiyle krize sebep olan Kıbrıs sorunuyla Rumlara yönelik nefret söylemi güçlendi. 

* O dönemde yerelde dağıtılan bir gazete iki sene içinde parladı. Bu gazetenin devamlı ele aldığı konu Kıbrıs meselesiydi. Türkiye'yi Kıbrıs meselesinde taraf yapma çabası içindeydi. Bu çabayı da halkı azınlıklara karşı kışkırtma suretiyle yapıyordu.

* Basın yoluyla nefret söylemini de kullanarak Rumlar ve azınlıklar aleyhinde halk kışkırtıldı. Peyami Safa mesela. 'Bize bağlı olduklarından emin olmadığımız Rumlara şunları şunları yapalım' diye yazdı. Yani ne demek? O Rum bize bağlı olabilir ama biz emin değilsek kurunun yanında yaş da yanacaktır. Bunu bir köşe yazısında yazdı. Ama bununla ilgili hiçbir şey yapılmadı.

Azınlık Gazeteleri 

* Azınlık gazeteleri sürekli takibat altında olduğundan dikkatli davranarak yayınlarını sürdürüyordu, bu dönemde diğer azınlık gazeteleri birçok kez kapatıldı.

* Gazetecilikte bazı şeyler yazılmadan da satır aralarında ifade edilebilir. Gazete bunu yapıyordu. Yıllar sonra elime o dönem Teşkilat-ı Mahsusa'nın azınlık gazeteleri ile ilgili hazırladığı bir rapor geçti. Rapor Jamanak'ı överken Ermenilerin bir diğer gazetesi olan Marmara hakkında 'Ermeni kültürünü empoze etmeye çalışıyor' diye yazmıştı. Apoyevmatini için de 'Dikkatli ama..' diyordu.

* Apoyevmatini 6 Eylül'ün ardından 15 gün süreyle kapandı. Polis İstiklal Caddesi'de sadece gazetenin bulunduğu Suriye Han'ının karşısındaki  Sovyetler Birliği Konsolosluğu önünde güvenlik aldı. Böylece saldırganların uğrayamadığı Apoyevmatini zarar görmedi, Apoyevmatini'yi Stalin kurtardı. 

Ekşi: Sıkıyönetim gazetelere talimat verdi

Ekşi basının o dönemde 6-7 Eylül olayları gibi hadiselerin gerçekleşeceğine dair bir beklentisinin ya da tahrikinin olmadığını, dünyada da nefret söylemi gibi bir kavramın olmadığını, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimde iki tarafta da sert sıfatların kullanıldığını söylüyor.

* Onlar bize barbar diyordu, biz de onlara palikarya*. O dönem de iki tarafta hakarete varacak derece kötü sıfatlar kullanabiliyordu.
* Basın 6 – 7 Eylül olaylarının ardından ilan edilen Sıkıyönetim ile daha fazla baskıya maruz kaldı. Sıkıyönetim Komutanlığı'na getirilen Nurettin Akmaz diye bir Paşa vardı. Olayların ardından bu Paşa İstanbul'daki gazetelerin sorumlularını, yazı işleri müdürlerini ve sahiplerini çağırarak bir toplantı yaptı. Bu toplantıda gazetecilere ipe sapa gelmez 10 maddelik 'talimat listesi' verdi.
10 maddelik talimat 
* Ben o dönem Ankara temsilcisi olduğum için arkadaşlar bu 'talimatları' bana da ilettiler. İlk madde : Haberler bundan sonra zeka ışığı altında yapılacak. İkinci maddeye göre de olayların komünistler tarafından çıkarıldığının anlaşılacağı haberler yapılacak.
* Sıkıyönetim ile keyfi sansür ve gazete kapatmaların arttı. Basını zaten hep Sıkıyönetim altında çalıştı. Bu bazen ilan edilmiş sıkıyönetimlerdi bazılarıysa yine sivil yönetimler. (EA)
* Palikarya: Rum kabadayısı

Elif Akgül.,
Gazeteci. Aralık 2012-Haziran 2018 dönemi bianet İfade Özgürlüğü editörü. Öncesinde IMC TV'de muhabirlik yaptı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü mezunu. 

https://m.bianet.org/bianet/toplum/149700-6-7-eylul-olaylarinda-basinin-rolu

***




6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955 BÖLÜM 7

6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955  BÖLÜM 7


Bir Trajediye İktidar ve Muhalefet Cephesinden Bakışlar: 


20 Gazeteci - yazar Orhan Karaveli’nin anılarında dikkat çekici bazı ifadeler yer almaktadır. Karaveli, Kıbrıs’ta olayların şiddetlendiği günlerde “Türk Mukavemet 
Teşkilatı”ndan iki gençle tanıştırıldığını ve kendisinin onlara “… Hep Rumların 
haberini geçmekten yoruldum. Sizler niye bir şeyler yapmıyorsunuz Milliyet’te 
haber olacak?... Örneğin bir “bomba” patlatın da gazetede manşet olsun diye üstelediğini ve üzerinden çok geçmeden bu gençlerin General Motors Otomobil acentasına bir bomba yerleştirdiklerinden bahsetmektedir, Karaveli her ne kadar kendisinin haber bombası olduğunda ısrar etse de ortamın hassas olduğu dönemde bunu masumane bir gazetecilik hırsı ile sınırlı görmek güçtür. Bu olay Selanik’teki bombalama hadisesindeki mantığı izah etme bakımından da bazı ipuçlarını sunmaktadır ( 2006: 80-81). 

21 Nathalie Stoyanof diğer kaynaklardan farklı olarak hem İstanbul Ekspres’in hem de Hürriyet’in ikinci baskı yaptığından söz eder (6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar – Hatıralar, 2010: 268). Bunun dışında İstanbul Ekspres’in sahibi ve yazı işleri müdürü o güne ilişkin şu bilgileri vermektedirler. 

İstanbul Ekspres Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu: “… haberleri ya radyodan ya da Anadolu Ajansı’ndan alıyorduk. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin hasara uğradığına ilişkin haber her iki kaynaktan da geldi. O dönemde akşam gazeteleri önemli olayları ikinci baskı ile duyururlardı. Ben de gazetenin sahibi Mithat Perin’e sormadan ikinci baskı yapmamıza karar verdim. Saat 14: 30 sularında aradığımız Atina elçiliğimizdeki bir ataşeden de olayı doğrulattık. Haberi sekiz sütunun üzerinden “Atatürk’ün evi bomba ile hasara uğradı” diye verdim. Hakkımda üretilen asılsız haberde güya “Atatürk’ün evi bombalandı” diye manşet attığım yazılıyor hala. Attığımız manşetin altında Yunan hükümetinin, “Bizim bu olaylarla hiçbir ilgimiz yok” resmi tebliğini de koymuştum. Normalde 8-9 bin arası baskı yapıyorduk ama bu olağanüstü durum karşısında tüm teknik şartları da zorlayarak, eski Tan matbaasının rotatiflerini 16.30 gibi döndürmeye başladık ve saat 20.00’ye kadar 20 bin gazete bastık. O saatte müvezzilere teslim edebildik. Bu olay da ne yazık ki çarpıtılmıştır 
günümüzde ve bizim 300 bin gazeteye basıp dağıttığımız yazılıyor hala. 
Bu rakamın yanına yaklaşabilecek bir baskıyı kimse yapamazdı o günlerde. Bugün bile o kadar kısa sürede bu rakama ulaşabilecek teknolojiye sahip değildir çoğu yer. Bu hesabın tutmadığını gören bazı kötü niyetliler de, “iki gün önceden basmaya başladılar gazetesini” palavrasını attılar. O dönemde gazetemizi basacağımız kâğıdı peşin para yatırarak alabiliyordunuz. Biz dediğim sayıda bastığımız gazetenin kâğıdının parasını güç bela denkleştirmiştik (6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar – Hatıralar, 2010: 282-283). Mithat Perin: “… Gökşin Sipahioğlu, bana telefon açtı. Böyle böyle bir haber var dedi. İkinci baskı yapalım dedi. Yapmayalım dedim. Hava da kötü, elde kalıyor dedim. Peki dedim. Biraz sonra bayii telefon açtı. Gazetelerin parasını peşin vereceğim dedi… Matbaaya girdiğimde 180 bin basılmıştı bile. Haberim yok. Kâğıt nereden buldunuz dedim. Bulduk dediler. Kâğıdımız çok kısıtlıydı. Anormal 
bir şey olduğunu anladım. Gittim prototipte kâğıdı kestim. Ne yapıyorsunuz dediler. Kâğıdı kestim ama kalıpları kesmek aklıma gelmedi. Bundan sonra basmayın dedim. Peki dediler. Ben oradan çıktıktan sonra yine bağlamışlar kâğıdı (6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar – Hatıralar, 2010: 316).

22 5 Eylül’de toplanan Kıbrıs Türktür Derneği Yönetim Kurulu’nda ortaya konan bilgilere göre, derneğin Türkiye’de kırk beş şubesi bulunuyordu. O günkü toplantıda alınan ilginç karar ise Kıbrıs Türktür sloganını bir marş haline getirilmesinin görüşülüp benimsenmiştir (Birgit, 2012: 194). 

23 Birgit, beyannamenin nasıl oluşturulduğunu şu sözlerle anlatır: “…Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı Hüsamettin Öztürk telefon etti ve Kıbrıs Türktür Derneği olarak bir bildiri hazırlamamız için federasyonda toplanılacağını söyledi. Bildiriyi ben kaleme aldım. Olayı anlatan, çirkinliğini öne çıkartan bildiride vatandaşlardan sakin olmaları, tahrike kapılmamaları ama saflarını da sıklaştırmaları isteniliyordu. Akşam saatlerinde kentin çeşitli yerlerinden küçük gösteri gruplarının “Kıbrıs Türktür” sloganlarını söyleyerek ellerinde Türk bayraklarıyla toplandıkları haberleri gelmeye başladı (195-196). 

24 Bir kaynakta Menderes’in başlangıçta Kıbrıs için bir dizi protesto eylemleri düzenlenmesine sıcak baktığı hatta Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ni bu amaçla himaye ettiği söylenmektedir (Demir, 2007: 59-60). 

25 Olayın zamanlamasının manidar olduğuna ilişkin şu bilgi yer almaktadır: “... Olayların gerçekleşme zamanı dikkat çekicidir. Bir yanda Londra’da Kıbrıs görüşmeleri devam ederken, diğer tarafta dünya medyası İstanbul’dadır. Dünyanın ve Cumhurbaşkanı Bayar, Başvekil Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik ile Emniyet Genel Müdürü Ethem Yetkiner’in İstanbul’da bulunduğu bir anda olaylar meydana geldi” (Demir, 2007: 59-60).

26 Olaylardan bir süre önce gayri Müslimlere ait ev ve işyerlerinin fişlendikleri ileri sürülmüştür. Buna göre olayların başlamasından birkaç hafta önce ilgili mahallelerin muhtarlarından ev ve işyerlerinin adresleri istenmişti. Fransız Konsolosluğu’nun bir raporuna göre, daha 2. Dünya Savaşı sırasında, özel bir birlik tarafından herhangi bir çatışma durumunda daha kolay “nötralize” edilmelerini sağlamak amacıyla gayrimüslim azınlıkların adresleri kaydedilmişti. Raporda ayaklanmalar sırasında bu bilgilerin kullanılmış olması olasılığına da yer veriliyordu. Ayaklanmalardan kısa bir süre önce gece bekçileri bazı sakinlerden duvarlardaki ev ve işyeri numaralarını belirginleştirmelerini istedi. Yine gayrimüslimlere ait bazı ev ve işyerleri ise, bir haç figürü, GMR ( Gayri Müslim Rum) gibi kısaltmalar ya da “Türk değil”, “Türk” gibi tanımlamalarla işaretlendi (aktaran Güven, 2005: 16).

27 Türklerin olaylar esnasında azınlıkları korumaya çalıştığı vakalar olduğu kadar, komşu veya tanıdıkları gayrimüslimlerin oturdukları yerleri göstererek saldırganların işini kolaylaştırdıkları da olmuştur (aktaran Güven, 2005: 24). 

28 Emniyetin pasif tutumuna karşın ordu sayesinde de daha kötü hadiselerin yaşanmasının önüne geçildiği ifade edilmiştir (Aydemir, 2000: 184-185; Bağcı, 1990: 11).

29 Benzer yöndeki bilgi bir başka kaynakta şu şekilde ortaya konmaktadır: “Emniyet memurları iki haftadan beri herhangi bir hadiseyi önlemek tedbiri aldıkları halde hadise vukuunda nasıl hareket edeceklerini neler yapabileceklerine silah kullanıp kullanmayacaklarına dair emir almadıklarından şaşırıp kaldıklarını anlatıyorlarmış. Hatta bir kısım emniyet mensupları da müzaheret gösterir durum almışlar ve “şunu yapın bunu yapmayın” gibi konuşmalar yapmışlar. Halka adeta yardımcı olmuşlardır” (6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler Arşivi, 2005: 292).

30 Olaylara duyarsız kalma olarak nitelenen bu hareket, olayların kendi tertibi olmaları ile izah edilmiştir (Dinamo, 1971: 35).

31 Görüldüğü gibi Ankara ilk tebliğde yer almamaktadır. 

32 Olaylardaki zarara ilişkin olarak farklı rakamlar telaffuz edilmesi nedeniyle burada yanıltıcı olmamak için özellikle rakam verilmemiştir. Konuya ilişkin zarar tabloları görmek için bkn: Demirer’den aktaran Ceylan, 1996: 101; Dosdoğru, 1993: 100; Güzel: 1997: 163).

33 O gece yaşanan trajediye ilişkin kişisel hikâyeler için bakınız 6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar-Hatıralar, 2010.

34 Yalçın yazısının devamında ise, böylesi bir ortamda komünistliğin rahatlıkla gelişebileceğine işaret etmiş ve bu kitlenin patlamaya hazır bomba gibi durdukça komünistlerin elinde de daima koz olacağını vurgulamış, bu sorunun reçetesi olarak da zenginliğe karşı olan şikâyetleri hafifletmek (anormal gelişme ve servet birikimi) olduğunu belirtmiştir (“En Tehlikeli Cephe”, Ayın Tarihi, 14 Eylül 1955: 98). Bu noktada şunu ifade etmek gerekir Yalçın’da da döneme hâkim olan “komünist” algısı ziyadesiyle içselleştirilmiştir. Yazar, DP’nin yürüttüğü “başarısız” ekonomik politikaların “istenmeyen unsurların” yani komünizmin destek bulmasına yol açması endişesiyle yazısını kaleme almıştır. 

35 Bu noktada şu da ilginç bir ayrıntıdır. Toker anılarında hükümetin emniyet güçlerini müdahale etme hususunda olayın ilk zamanlarında harekete geçirmediği bilgisini yineler ve göstericilerin tepkisinin “DP politikalarının eleştirisine” döndüğünde tedbir alınması yoluna gidildiğini ileri sürer (144-145). Bu yorum yukarıda da sözünü ettiğimiz emniyet güçlerinin hareketlerine ilişkin soru işaretlerine bir cevap olabilmesi açısından önem taşımaktadır. 

36 DP döneminde başlatılan komünist toplamaları için bakınız Eroğul, 1998: 106. 

37 Hasan İzzettin Dinamo, Kemal Tahir’in eşi Semiha’nın DP organı olan Son Havadis’te fıkra yazarlığı yapan Vala Nurettin’den getirdiği sıkıyönetim komutanı Nurettin Aknoz’un Harbiye’de tutuklu bulunan elli iki kişiye ne yapacakları yönündeki soruya “ İstanbul’u yıktıran o heriflerdir. Hepsine müstahak oldukları cezayı verdireceğim. On onbeşini sallandıracağım geri kalanını da yirmişer, otuzar yılla zindanda çürüteceğim” cevabını verdiği haberinin, Harbiye zindanlarında buz gibi estiğini ifade etmektedir (38). Hulusi Dosdoğru da o dönemlerde morallerini çok bozan ve hapisten kurtulamayacakları düşüncesine yol açan olayların başında dışarıdan gelen yakalanan çapulculara kendilerini kışkırtanın komünistler olduğu yönünde Nurettin Aknoz Paşanın baskı yaptığı ve olayların “esas” kışkırtıcılarının kahvelerde, meyhanelerde, çarşılarda, pazarlarda bu işlerin komünistlerin başının altından çıktığı yalanına çevrelerini inandırmaya çalıştıkları haberlerinin geldiğini anlatmaktadır (49-50). 

38 8 Eylül 1955 tarihli Cumhuriyet’te, “Kıbrıs İçin” başlıklı yazıda; hükümetin Kıbrıs davasında başarılı olmak üzere olduğu bir anda çıkan hadiselerde komünist parmağı olduğu belirtilmekte, bu tahrikçi grupların halkın hislerini istismar ederek, gösterileri başka yollara sürükledikleri ifade edilmektedir. Tahrikçileri yabancı menfaatlere hizmet eden kimseler olarak niteleyen yazar, bu kimselerin amaçlarını da Türk milli menfaatlerine kastetmek, Türkiye’yi dış ülkeler önünde zor durumda ve yalnız bırakmak olarak işaret etmektedir (Ayın Tarihi, 187). “Efendiliğimize Yakışmayan Hareketler” başlıklı, 9 Eylül 1955 tarihli Tercüman’da, gençliğin gösterileri bardağı taşıran son damla olarak haklı bir infiali şeklinde ele alınmakta, gelişen diğer olayları ise, haklı bir infialin içine vatanperverlik hislerini istismar eden ve bir kısım halk tabakasının bilgisizliğinden ve şuursuzluğundan istifade edilerek evvelden hazırlanmış 
ve milli menfaatlerine kasteden gizli bir tertibin karışması olarak görmektedir 
(Ayın Tarihi, 84-85). 11 Eylül 1955 tarihli Milliyet’te çıkan “Türk Milletinin 6 Eylül Vakasıyla Alakası Yoktur” başlıklı yazıda, olaylar “haklı bir protestonun kızılla” tarafından istismarı olarak ele alınmaktadır (Ayın Tarihi, 87). Aynı gün Milliyet’te çıkan bir başka yazıda da olaylar aynı şekillerde tanımlanmakta, komünizmin bu olayda parmağı olduğunun ispatı olarak ferdi mülkiyete, sermayeye ve mabetlere olan hınçlar ispat gösterilmektedir. Yazıda ayrıca hükümete ilham olacak şekilde solculuk “habis”inden kurtulmanın yolu olarak bir “ava” girişilmesi önerilmektedir (Milliyet, “Bugün değilse, hiçbir gün”, Ayın Tarihi, 11 Eylül 1955 : 89). Zafer’de yayınlanan 13 Eylül 1955 tarihli “Dünkü Tarihi Celse” başlıklı yazıda, Başbakanın olayları komünist tahriki olarak nitelediğine ve “usta” düşmanların bu kadar başarılı olmasını ise zeminin tahrike uygun olması olarak izah ettiğine dikkat çekilmektedir (Zafer, 13 Eylül 1955). Hüseyin Cahit Yalçın da aynı gün Ulus’ta, “Başlayan Tahkikat” başlık yazısında olaylar hükümetin açıklamasıyla ve diğer gazetelerle örtüşür biçimde verilmekte, hükümet açıklamalarından biraz daha keskin biçimde emniyet güçlerinin azimli davranmamalarının olayları bu raddeye getirdiğini ifade etmektedir. 
Kafasında soru işareti bırakan durumu ise “istenen” durumlarda müdahalele
rinde başarılı olduğunun deneyimlerle sabit olduğunu belirten Yalçın, bu olaylarda etkisiz kalmasının mutlaka açıklanması gerektiğini ifade etmektedir (Ulus, 13 Eylül 1955). Yalçın’ın sorularına cevap, Yeni İstanbul’un 14 Eylül 1955 tarihinde yayınladığı “Fevkalade Toplantıdaki Konuşmalar” başlıklı yazı ile gelmiştir. Yazıda Başbakan Menderes’in emniyet güçlerinin karşısındaki kitlenin mahiyeti hakkında (haklı bir hareket mi karşısındayız) tereddüde düştüğünü bu nedenle hareketsiz kaldıklarını ifade ettiği aktarılmaktadır (Ayın Tarihi, 95-96). Aynı gün Hürriyet’te Şükrü Kaya tarafından kaleme alınan “Türk Polis ve Zabıtası “ başlıklı yazısında da Başvekilin zabıta ve emniyet güçleri ellerinden geleni yaptılar ifadesinin yüreklere su serptiği yorumu yapılmaktadır (Ayın Tarihi, 96) 29 Eylül 1955 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan Doğan Nadi imzalı “Türk umumi efkârı uyanık olmalıdır” başlıklı yazıda da, yerinde ve haklı bir mitingin maksatlı unsurların fırsat bulmaları ile gölgelendiğini ve asıl gayenin dışına çıkıldığını ifade edilmektedir. Bu olayda saf vatandaşların kötü yollara sürüklendiğini ifade eden Nadi, ekalliyet düşmanlığı yaratmanın bu memlekete yapılacak en kötü şey olduğunu vurgulamakta, bu tarz düşünenlere karşı halkın uyanık olması gerektiğini ifade etmektedir. Asrın temposuna ayak uydurmuş, Türkiye’nin önüne geçmek isteyenlere bunda menfaati olanlara karşı Türk gençliğinin 
yayılma ve yaşama hakkı tanımaması gerektiğini ifade etmektedir(Ayın Tarihi, 105).

39 Sıkıyönetimin basına ilişkin aldığı diğer tedbirler şunlardır: Basın “ağırbaşlı” olduğu müddetçe sansür ya da kapatma gibi sınırlamalara gidilmeyecekti. Gazeteler günde bir defa çıkacak, ilave baskı ve ilanlar yapmayacaklardı. Nato devletleri ve sıkıyönetim ile ilgili yayın yasaktı. Basınca dağıtımına imkân bulunmayan “işitme, tahayyül etme, hissetmeye” dayanan yayınların sıkıyönetimin yayınlarına temas ettiği takdirde sorumluların o günün şartlarına göre kanuni işleme tabi tutulacaklardı (Ayın Tarihi, No: 262: 15- 29). Kararları daha ayrıntılı görmek için bakınız, Topuz, 1996: 110- 112).

40 Dış basında yer alan hükümetin açıklaması ile aynı eksenli olması - örfi idare faktörünün de olmadığı düşünülürse- hayli ilginçtir. 

41 CHP Genel Başkanı İsmet İnönü olaylara ilişkin temkinli bir açıklama yapmıştır. İnönü, 7 Eylül günü İstanbul’da basına verdiği demeçte üzüntüsünü belirtmiş ve gerçeğin ortaya çıkarılması için hükümete yardım edilmesini istemiştir. İnönü konuşmasında olayları “milli bir felaket” olarak yorumlamıştır (Ulus, 8 Eylül 1955). CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek de İzmir’de verdiği bir demeçte, yapılan hareketleri kanunsuz olarak nitelendirmiş ve “bu mahiyetteki taşkın hareketler tarih boyunca edindiğimiz ve hele büyük inkılâplarda kazandığımız yapıcı medeni vasıflarımızla kabili telif değildir” demiştir (Ulus, 9 Eylül 1955). 

42 Kıbrıs Türktür Derneği üyelerinden olan gazeteci Ahmet Emin Yalman ise, “asırlardır benzeri görülmemiş saldırılar” şeklinde tanımladığı 6-7 Eylül olaylarını hükümet ile solcuların ortak yapımı görmüş ve olayların bir Kıbrıslı Rumlara bir gözdağı olarak sağ ve sol cereyanlarını ateşleyerek halkı kudurtmak şeklinde kurgulandığını ve derneğin bütün mensuplarının hatta Anadolu’da bulunan ve merkezin kararları ve hareketleri ile hiçbir ilişiği olmayan temsilci ve muhabirlerin toplatılıp, Harbiye Okulu’nun soğuk bir koğuşunda en kötü şartlar içinde tutuklandığını ve ağır hakaretlere uğratıldığını ifade etmiştir (1648). 

43 Cumhuriyet, “olaylar ile Kıbrıs meselesini birbirinden ayrı tutma” eğilimi göstermiş basında bu tutum hızla kabul görmüştür (aktaran Güven, 2005: 137-138).

44 Yassıada duruşmalarında ve pek çok kaynakta olayın sorumlusu olarak DP iktidarı gösterilmektedir. Hükümetin bu tertibe girişmesinin sebebi olarak da, Türk halkının enosise, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleştirilmesine ne kadar karşı olduğunu göstermek istenmesi gösterilmiştir (Ahmad, 1996: 67; Bağcı, 1990: 110; Dinamo, 1971: 8-9; Eroğul, 1998, 174-175; Zürcher, 2000: 336). Farklı olarak, Şevket Süreyya Aydemir ise (181), “memleketin üstünde fevkalade ve artık sert müdahaleler gerektirdiği havasını uyandıracak bir rüzgâr estirmek istemiş olabilirler” açıklamasını yapmıştır 

45 Hükümetin olaylar sonrasında halka yaptığı yardımlar sürekli gündemde tutulma yoluyla hükümetin sorumlu davranışlarına dikkat çekilerek, kamuoyu gözünde puan kazandırılmaya çalışılmaktadır. Örneğin 11 Eylül 1955 tarihli Zafer’de, olaylarda zarar görenlere banka ticaret ve sanayi odalarının 600 bin liraya yakın yardım yaptığı ve Başbakanlığın 50 bin, Menderes’in şahsen 5 bin, Kızılay’ın da 100 bin liralık yardım yaptığı belirtiliyordu.

46 Örneğin Cumhurbaşkanı ve Başbakana gönderilen teşekkür telgraflara yer verilmekte idi (11 Eylül 1955). 

47 Zafer haberde, hükümete yönelik eleştirileri göz ardı etmekte, olaylara ilişkin muhalefetin görüşlerine yer vermeyerek, hükümetin tam destek aldığı görüşünü yerleştirmeye çabalamaktadır

48 Zafer’in temkinliliğinin Ulus’ta olmadığını gösteren benzer ifadeler, Şinasi 
N.Berker’in “Dolmuş” adlı köşesinde de yer almaktadır. 

49 Bu haber, bize dönemin teknolojik koşulların göstermesi ve özellikle de İstanbul Ekspres’in kısa zamanda ikinci baskıyı nasıl yapabildiğinin sorgulanmasının önünü açması bakımından örnek teşkil etmektedir. 

50 Haberde belirtilen isimler şunlardır: Faik Muzaffer Amaç, Mustafa Börküce, Asım Bezircioğlu, Veli Dolu, İlhan Berktay, Sami Büyük, Suavi ve Ali Akça.


Kaynakça

Ahmad, Feroz (1996). Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980). 2. Basım. Çev.: 
Ahmet Fethi. İstanbul: Hil Yayınları. 
Akşin, Sina (1998). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi. 3. Basım. Ankara: 
İmaj Yayınevi.
Albayrak, Mustafa (2000). “Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları, (1950-1960)”, 
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 46, Cilt: XVI, Internet Adresi: 
http: www. atam. gov.tr / dergi/.../turkiyenin-kibris-politikalari-1950-1960. Erişim Tarihi: 8.01.2015.
Albayrak, Mustafa (2004). Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960). 
Ankara: Phoenix Yayınevi. 
Altay Şakir ve Veli Keskin (1969). Hukuki ve Sosyal Terimler Sözlüğü. Ankara: 
Bilgi Yayınevi.
6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler, Fahri Çoker Arşivi (2005). 2. Baskı. 
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 
6-7 Eylül 1955 Olayları. Tanıklar-Hatıralar (2010). (der.) Rıfat N. Bali. İstanbul: 
Libra Kitap. 
Armaoğlu, Fahir (1963). Kıbrıs Meselesi. 1954-59. Türk Hükümeti ve Kamu 
Oyunun Davranışları. Ankara: Sevinç Matbaası.
Aydemir, Şevket Süreyya (2000). İkinci Adam (1950-1964). 3. Cilt. 6. baskı. 
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Ayın Tarihi, No: 260, Temmuz 1955.
Ayın Tarihi, No: 261, Ağustos 1955
Ayın Tarihi, No: 262, Eylül 1955.
Babaoğlu, Resul (2012). 6/7 Eylül 1955 Olaylarının Türkiye Rumları Üzerindeki 
Etkileri (1955-1959), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Türkiye 
Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı, Diyarbakır. 
Bağcı, Hüseyin (1990). Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası. 1. Basım. Ankara: 
İmge Kitabevi.
Bağlum, Kemal (1991). Anıpolitik (1945-1960). 1. Basım. Ankara: Bilgi Yayınları.
Binark Mutlu ve Mine Gencel Bek( 2010). Eleştirel Medya Okuryazarlığı. 
Kuramsal Yaklaşımlar ve Uygulamalar. 2. baskı. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. 
Birand, Mehmet Ali, Dündar, Can ve Çaplı, Bülent (1999). Demirkırat. Bir 
Demokrasinin Doğuşu. 8. Baskı. İstanbul: Doğan Yayıncılık. 
Birgit, Orhan ( 2012). Evvel Zaman İçinde. 4. Baskı. İstanbul: Doğan Kitap. 
Bora, Tanıl (2012). “Türk Sağı: Siyasal Düşünce Tarihi Açısından Bir Çerçeve 
Denemesi”. Türk Sağı. Mitler, Fetişler, Düşman İmgeleri, (der.) İnci 
Özkan Kerestecioğlu, Güven Gürkan Öztan. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Ceylan, Faruk Erhan (1996). The Incidents of September 6-7, 1955. 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Boğaziçi Üniversitesi.
Curran, J., M. Gurevitch ve J. Woollacott (1991). “İletişim Araçları Üzerine 
Çalışma: Kuramsal Yaklaşımlar”. Çev.: Meral Özbek. Ankara 
Üniversitesi Basın- Yayın Yüksekokulu, Yıllık, Nermin Abadan –Unat’a 
Armağan, 1989/1990, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. 
Çavdar, Tevfik (2000). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950 -1995 ). 2. Basım. 
Ankara: İmge Yayınları. 
Çelik, Edip (1969). 100 Soruda Türkiye’nin Dış Politika Tarihi - İstanbul: Gerçek 
Yayınevi. 
Demir, Şerif (2007). “Adnan Menderes ve 6-7 Eylül Olayları”. Yakın Dönem 
Türkiye Araştırmaları. (12): 37-63. 
Demirel, Tanel (2011). Türkiye’nin Uzun On Yılı Demokrat Parti İktidarı ve 
27Mayıs Darbesi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 
Dinamo, Hasan İzzettin (1971). 6-7 Eylül Kasırgası. May Yayınları. 
Dosdoğru, M.Hulusi (1993). 6/7 Eylül Olayları. 1. Basım. İstanbul: Bağlam 
Yayınları.
Dursun, Çiler ( 2013). İletişim Kuram ve Kritik. 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi. 
Eroğul, Cem (1998). Demokrat Parti. 3. Basım. Ankara: İmge Yayınevi.
Eroğul, Cem (2003). “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71.” Geçiş Sürecinde 
Türkiye. (der.) Irvin C. Schick ve E. Ahmet Tonak, 4. Baskı, İstanbul: 
Belge Yayınları. 
Gevgilili, Ali (1987). Yükseliş ve Düşüş. 2. Basım. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Güven, Dilek (2005). Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 
Eylül Olayları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 
Güzel, Şehmus (1997). Türk Usulü Demokrasi. Ankara: Doruk Yayınevi.
Irkıçatal, Eftal (2012). “İngiliz Belgelerine Göre Kıbrıs Meselesinde ‘Taksim’ 
Fikrinin Ortaya Çıkması ve İngiltere’nin ‘Çifte Self Determinasyon 
Teklifi." History Studies, Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı. 
İnal, M. Ayşe (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin Yayınları. 
Karaveli, Orhan (2006). Görgü Tanığı. Bir Gazetecinin ‘Sıra Dışı’ Anıları. 3. 
Baskı. İstanbul: Pergamon Yayınevi. 
Karakoyunlu, Yılmaz (1992). Güz Sancısı. İstanbul: Simavi Yayınları.
Oral, Fuat Süreyya (1967). Türk Basın Tarihi. Ankara: Yeni Adım Matbaası.
Öztan, Güven Gürkan (2012), “‘Ezeli Düşman’ ile Hesaplaşmak: Türk 
Sağında ‘Moskof’ İmgesi." Türk Sağı. Mitler, Fetişler, Düşman İmgeleri, 
(der.) İnci Özkan Kerestecioğlu, Güven Gürkan Öztan. İstanbul: 
İletişim Yayınları. 
Toker, Metin (1991). Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944- 1973 - DP Yokuş 
Aşağı 1954-1957. 3. Basım. Ankara: Bilgi Yayınevi. 
Topuz, Hıfzı (1996). 100 Soruda Başlangıçtan Bugüne Türk Basın Tarihi. 2. Baskı. 
İstanbul: Gerçek Yayınevi.
Topuz, Hıfzı (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. 2. Basım. 
İstanbul: Remzi Kitabevi. 
Yalman, Ahmet Emin (1997). Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1922- 
1971). 2. Cilt. İstanbul: Pera Yayınları.
Yıldırmaz, Sinan ( 2012), “Nefretin ve Korkunun Rengi: 'Kızıl.'" Türk Sağı. 
Mitler, Fetişler, Düşman İmgeleri, (der.) İnci Özkan Kerestecioğlu, 
Güven Gürkan Öztan. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Emre Kaya : 6-7 Eylül Olaylarının Ulus ve Zafer Gazetelerinde Temsili  113
Zürcher, Erik Jan (2000). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. 7. Baskı. İstanbul: 
İletişim Yayınları.

Gazeteler 

Ulus’un 6 Eylül 1955- 17 Eylül 1955 tarihleri arasındaki tüm kopyaları; 
Zafer’in 6 Eylül 1955- 30 Eylül 1955 tarihleri arasındaki tüm kopyaları 
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi arşivinden yararlanılarak taranmıştır.


***

6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955 BÖLÜM 6

6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955  BÖLÜM 6


Bir Trajediye İktidar ve Muhalefet Cephesinden Bakışlar: 


19 Eylül günü Ulus’ta “Çetin İmtihan” başlığı ile yayınlanan yazıda, Meclis toplantısının hükümetin sorumluluğu konusunda yeteri kadar tartışmalara imkân vermediği, hükümetin yeteri kadar hesap vermeden ve özellikle güvenoyu olmadan Meclis ile bağlantısını kestiğini belirterek şunlar söylenmiştir: 

Bir defa toplantının konusu ilan olunan Örfi İdarenin tasdikidir. Bu dar 
çerçeve içinde karar verme ameliyesi mesuliyete muhatap olanların hareketlerini muhakeme etmek hududuna genişletilmemiştir. Böyle bir genişletme itimat meselesini ortaya koyma ve tabii açık oya başvurma, hulasa 
ilk önce hükümet durumunu aydınlatma keyfiyeti olurdu. Böyle bir mesele ortaya gelmedi: çünkü herkesten evvel iktidar grubu böyle bir duruma hazırlanmamıştı. Bu sebeple Örfi İdare kabulünün itimat meselesi ile münasebeti yoktur. 

Metin Toker, bu yazının Mecliste konuşma fırsatı verilmeyen İnönü’nün sesini duyurmak istemesi üzerine ortaya çıktığını belirtmiştir (149). Yazının yayınlanmasının ardından gazete Sıkıyönetim kararı ile süresiz olarak kapatılmıştır (Topuz, 2003: 199). 

Ulus ve Zafer’in olaya ilişkin gerçeklik tanımlarının benzerlikler taşımaktadır. Bu durum bize gazetelerin olayı ele alış biçiminin basit bir partizanlıkla açıklanamayacağını, farklı görüşlere sahip gazetelerin döneme hakim olan anlamlandırma çerçevelerini tercih etmelerinin gazetelerdeki yapısal yanlılık sorununu ortaya koyduğunu göstermektedir. 

Sonuç ve Değerlendirme

6-7 Eylül olayları ülke tarihine bir trajedi olarak geçmiştir. Başlangıcı her ne kadar Kıbrıs sorununa bağlansa da olayın gelişimi ve sonuçları bu durumu aşmıştır. Olaya ilişkin bugün halen net bir çerçeve çizilmesi mümkün hale gelememiş olup, bazı soru işaretleri önemini korumaktadır. Olayın baş aktörlerinin çoğu taşıdıkları sırlarla aramızdan ayrılmışlardır. Kalan diğer görgü tanıkları ise, dönemin yetkili ağızlarından çok farklı şeyler anlatmaktadırlar. Olayın bir kriz anına yönelik üretilmiş politik bir manevra olduğu ve devletin üst düzey yetkilileri, istihbarat birimleri ve güvenlik güçleri işbirliği ile girişilen 
maksadını aşmış bir girişim olduğu konusunda bir anlaşma var gibi 
durmaktadır. Ayrıca planın hesaplanamayan ve bu yönüyle yetkilileri 
de şaşkınlık ve akabinde çaresizliğe sürükleyen bir yönü olduğu konusunda da fikir birliği vardır. Fakat dönemin yetkililerinin olayı tanımlama, suçluyu tayin etme konusunun o gün de, günümüzde de gerçeği temsil ettiği düşüncesi oldukça zayıftır. 

DP iktidarı politikalarının oluşturduğu Batılı kapitalist ülkelere, özellikle de ABD’ye olan ekonomik bağımlılık, düşünsel bir bağımlılığı da beraberinde getirmiştir. Bu nedenle de, Batı ile girişilen bir müzakere sürecinde ortaya çıkan/ çıkartılan bu olayda, iktidar tarafından “müttefikleri”nin izinden giderek, demokratik rejimlerin ve liberal ekonominin en büyük düşmanı olduğu algısının içine yerleştirilen, dönemin popüler suçluları komünistlerin olayın faili olarak işaret edilmesi şaşırtıcı değildir. Aynı şekilde bu partinin resmi sözcülüğünü 
yapan gazetenin de olay ve durum tanımlamalarını aynen benimseyip, 
kullanması da bu yönüyle bir tutarlılığa da sahiptir. Fakat ülkede var olan muhalefetin özellikle de ana muhalefetin ve ona bağlı gazetenin DP yöneticileri ile söylemlerinin birliği dikkat çekicidir. 

Analiz sonucunda görülmüştür ki, iki gazetede olay tanımlarında ortaklıklar, anlatım biçimlerinde benzerlikler söz konusu olup, olayın suçlusu ve suçluların temsiline ilişkin çerçevelendirmeler dönemin hâkim görüşleri etrafında biçimlenmiştir. Her iki gazetede de olay, bombalama hadisesine gösterilen tepkinin “komünist” tahriki ile çığırdan çıkması olarak tanımlanmış, olayın toplumsal yapıdaki eşitsizliklere tepkiye dönüştüğü nokta göz ardı edilmiştir. Olayın sınıfsal bir tepkiyi içinde barındırdığını dillendiren örneklerde de, komünizme zemin teşkil eden nedenlerin ortadan kaldırılması gerekliliği üzerinde durularak, “komünizm ve komünist kötüdür” algısı pekiştirilmiştir. 

Bu durum, gazetelerin siyasal partizanlıktan öte, gazetecilik pratiğinin 
işleyişi biçimden oluşan, daha açık bir deyişle haber kaynakları ile kurulan ilişkinin haber yazma biçimlerini şekillendirdiği ve haber kaynaklarının görüşlerinin aynen aktarılmasının, haber kaynaklarının durum tanımlarının sürekli üretilmesinden kaynaklanan yapısal bir yanlılık sorununa işaret etmektedir. Bu noktada, İnal’ın “haberde egemen söylemlerin temsil edildiği ve metnin egemen söylemlerin etrafında kapandığına” (99) ilişkin değerlendirmesi hatırlandığında; incelenen bu iki gazetenin birbirleriyle örtüşen içeriklerle olaya yaklaşmaları daha anlamlı bir çerçeveye oturmaktadır. 

Çevre ülke durumunda olan Türkiye’nin kendine özgü bir politika geliştirmekten ziyade, merkez ülkelerin özellikle de ABD’nin politikalarına uyumlu ve sadık bir tutum takınmasının, bir parti programına özgü mesele olmaktan öte bir halde olduğu açıktır. İktidara muhalefet etmenin aslında toplumsal yapının iyileştirilmesi olmadığının, farklı toplumsal yapıların tasarımlanması ve bu yönde mücadele edilmesi gerekliliği de ortaya çıkmaktadır. Toplumsal yapıdan ayrı düşünülmesi imkânsız olan basının da, bu yapıya tamamen angaje olduğu ve 
yapının devamının sürmesi için gerekli ideolojik desteği sağladığı, yer 
yer muhalefet partisinin yayın organın eleştirilerin ise, toplumsal yapıya 
içkin eleştiriler olmayıp, sistemi rahatsız etmeyecek ölçüde, daha ziyade “tadilat”lar ayarında önerileri olduğu görülmüştür. 

Son Notlar

1 Bu bilgi, ileride Yunanistan’ın adaya ilişkin sahiplik iddiaları ile beraber düşünüldüğünde önemlidir.

2 Bu durumun Kıbrıs’ın Ortodoks halkına Yunan’dan gelme oldukları inancını veren asıl etken olduğu belirtilmektedir (Gevgilili, 1987: 127-131).

3 Adanın nüfus yapısına ilişkin kaynaklarda şu bilgilere rastlanmaktadır “… çok 
sayıda Türk’ün Anadolu’ya göç etmesi nedeniyle adadaki Türk nüfusun sayısı, 
Rumca konuşanlara göre, bir hayli azalmıştı. Bu durumu dikkate alan Yunanlılar ile Adada yaşayan Rum kökenliler, Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasını öngören ENOSİS düşüncesini savunmaya başlamışlardır. Rumlar ENOSİS’e batılı dindaşlarının da katkılarını sağlamak için buradaki Ortodoks papazlarına bayrak açtırmışlardır ki, bunlar arasında en önemlisi Başpiskopos Makarios’tur. Bu konuda 1948’den başlayarak hızlandırılan çalışmalara Yunanistan da büyük destek vermişti” (Albayrak, 2004: 424-425). 

4 Lozan’da Türkiye açısından adaya ilişkin sağlanabilen tek güvence, ileride ortaya çıkabilecek her türlü ilhak, bağımsızlık ya da başka yönetim biçimleri üzerinde Ankara’nın söz hakkını saklı tutulması olmuştur (Gevgilili, 1987: 127- 131).

5 Yunanistan’ın Kıbrıs’ı resmi bir sorun olarak nasıl kabul ettiği, 6/7 Eylül olayları soruşturma raporunda da konu edilmiştir. Buna göre, Kıbrıs konusu evvela Kıbrıs’taki komünist partisi (Akel Partisi) tarafından ele alınmış olup, adaya muhtar bir idare verilmek propagandasına başlamışlardır. 
Bu propagandanın Moskova tarafından da desteklendiği, hatta daha sonra Kıbrıs Milliyetçi Rumların E.N.O.S teşkilatı ismile bu muhtar idare için komünistlerle işbirliğine gittiği ifade edilmiştir. Öte yandan kiliselerde dini tören sırasında bu davanın propagandasına başlanmış, bunun üzerine muhtariyet faaliyeti, Adanın Yunanistan’a ilhakı şeklinde ortaya çıkmış ve bu faaliyete hız verilmiştir. Fakat bir süre daha Yunan hükümeti davayı benimsemiş bir durum göstermemiştir. Bunun üzerine Baş Papaz Makarios Atina’ya gitmiş ve Başbakan ile görüşerek, düşüncelerini Yunan hükümetine kabul ettirmiştir. Bundan sonra Kıbrıs’ın ilhakı davası, Yunan Hükümetinin ve Yunan Milletinin davası halini almıştır (6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar- Belgeler, 2005: 289)

6 Zürcher yalnızca Kıbrıslı Türklerle olan dayanışmadan dolayı değil, stratejik nedenlerden ötürü, DP hükümetinin Yunan isteklerinin kabul edilir olmadığı yönünde bir çıkış yaptığını belirtir (345). 

7 Temmuz aynın ilk günlerinde Kıbrıs’ta çok sayıda el bombası ve infilak maddelerinin ele geçirildiği haberi verilmekte (Ayın Tarihi, 1 Temmuz 1955: 99) bir iki gün sonra da İngiliz askerleri ile ailelerinin yaşadığı Magusa kasabasından bir bomba infilakı haberi gelmekte idi (Ayın Tarihi, 3 Temmuz 1955:100). Yine Temmuz ayının ortalarında ise Kıbrıs Rumlarının nümayişler yaptığı bildirilmekte idi (Ayın Tarihi, 17 Temmuz 1955: 101).

8 Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin Kıbrıs hakkında resmi düşüncesini ve Menderes 
Hükümeti’nin Kıbrıs hakkındaki stratejisini ve taktiğini geliştirmek amacıyla Kıbrıs komisyonu kurmuş ve dünya kamuoyuna dokümanlar aracılığıyla Türkiye’nin de aynı Yunanistan gibi Kıbrıs’ta hukuksal haklara sahip olduğunu kanıtlamak ve Kıbrıs sorununun kesin olarak çözümüne kadar Kıbrıslı Türklerin Yunanistan’ın baskılarına karşı koyabilmek için desteklenmelerini sağlamaya çalışmıştır (Bağcı, 1990:106). Bu stratejiler doğrultusunda, İngilizce ve Fransızca’ya çevrilerek Türkiye’nin dış temsilciliklerine gönderilen, içinde Kıbrıs adasının Türkiye için olan öneminin tarihsel, coğrafi, etnolojik, kültürel ve askeri politika açısından incelendiği bir de beyaz kitap hazırlanmıştır (Bağcı, 1990:106). 

9 Milliyet’in yazarlarından Orhan Karaveli, kendi gazetesinin Kıbrıs haberlerine olan ilgisinin ilerleyen zamanlarda Hürriyet’i geçtiğini ve kamuoyunun Milliyet’ten haberleri takip ettiğini şu sözlerle anlatmaktadır: “Abdi’nin Kıbrıs’ı sık sık manşetten vermesi Ada’daki Türkler için gözle görülür bir moral kaynağı oluyordu. Milliyet burada Hürriyet dâhil tüm gazeteleri sollamıştı. Benim de kurucularından olduğum, Türkiye’nin ilk ciddi gazete dağıtım örgütü “Basın Bayiliği’nin uçakla Lefkoşa’ya gönderdiği Milliyet’ler anında tükeniyordu” (2006: 79). 

10 Hürriyet’in liberal eğilimli bir gazete olarak tanımlanmasına karşın 1950’lerdeki bu tutumu ve “Türkiye Türklerindir” logosu gazetenin daha ayrıntılı bir gözle incelenmesi gerekliliğine işaret etmektedir. 

11 Kıbrıs’ta şiddet olaylarının devam ettiğine ilişkin haberler devam etmiştir (Ayın Tarihi, 2 Ağustos 1955 :162 ; 12 Ağustos 1955: 162). Üniversite gençliği, bu yayınlar sonrası Yunanistan’a ve özellikle de kiliseye sert uyarılarda bulunmuşlardır (Aktaran Armaoğlu, 1963: 125). Örneğin, Ağustos ayı ortalarında Yunanlıların Türkiye sınırları içinde bulunan Talebe Birliği 17 Ağustos’ta yayınladığı beyannamede şu açıklamada bulunmuşlardır: “Ya sussunlar, ya acele etsinler. Türkler yeni bir 30 Ağustos yaratmaya her an hazırdır. Tesadüfen elinizde kalan topraklarla iktifa ediniz. Aksi halde bu cür’etinizin neticesi size pahalıya mal olur. Bir gün Akropol’de Türk bayrağı görmeyi arzu etmiyorsanız, sesinizi kesiniz” (aktaran Armaoğlu, 1963: 
128). Basında çıkan haberlerin, gençlerin olaya ilgisini canlı tutma ve daha da önemlisi düşüncelerini biçimlendirme açısından önemli bir işlev gördüklerini ifade etmek mümkündür. 

12 Bu konuşma, Kıbrıs konusu hakkında ilk derli toplu ve gerekçeli açıklama olması açısından önem taşımaktadır. 

13 Metin Toker’in anıları ise iktidar ve muhalefet arasındaki çekişmenin ertelenmesinin söz konusu olmadığına işaret etmektedir. Liman Lokantası’nda düzenlenen basın toplantısına partizanlık anlayışından kendisini kurtaramayan DP’nin toplantıya muhalif gazeteleri özellikle de Ulus’u çağırmamıştır. Zafer, Ulus’un toplantıya çağrılamamış olması nedeniyle konuşma metnini yayınlayamayacağını düşündüğünden, gazeteyi ve partiyi suçlamaya hazırlanırken, Ulus’a bir haber uçurulmuş, böylelikle Zafer’in muhalefete ilişkin olumsuz neşriyatını manşetlere taşıdığı gün, Ulus’ta hem Menderes’in metninin tamamını, hem de İnönü ve Bölükbaşı’nın konuya ilişkin demeçlerinin yayınlanmış ve böylece Zafer’in planı suya düşmüştür (143). 

14 Demirel, düzenlenen mitinge ve bomba olayına ilişkin şu ayrıntıları paylaşmıştır: “…– muhtemelen Başbakan ve bazı Bakanların bilgisiyle- Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından katkısıyla planlanmış ve Atatürk’ün Selanik’teki evine Yunanlılar tarafından bomba atıldığı haberi ( bombayı atan kişinin de istihbarat teşkilatına mensup olduğu konusunda şüpheler vardır) yayılmıştır (258).

15 Moratoryum ekonomi kökenli bir kelime olup, bir borcun ödenmesinin bir zaman için geri bırakılması anlamına gelmektedir (Altay ve Keskin, 1969: 224). Burada da konunun görüşülmesinin bir zaman dilimi için ertelenmesi olarak kullanıldığı belirtilebilir. 

16 Gayrimüslimlerin duydukları güven nedeniyle 1950 ve 1954 seçimlerinde DP’yi destekledikleri (aktaran Güven, 2005: 128-129), buna karşın Kıbrıs’la ilgili tartışmaların şiddetlenmesi sonrasında ise, DP’nin gayri Müslim azınlıklara karşı başlangıçta gösterdiği toleransı tamamen yok ettiği ifade edilmektedir (Güven, 2005: 133). 

17 İzmir’de yaşananlar şöyle anlatılmaktadır: “Atatürk’ün doğduğu eve saldırıda 
bulunulduğu haberi İzmir’de de yerel bir gazete tarafından yayıldı. Gece Postası 06. 09.1955 günkü baskısında şu manşetle çıktı: “Madem Yunanlılar Türk 
Konsolosluğu’nu bombaladı, öyleyse onların bayrağı da artık Konak Meydanı’nda 
dalgalanmamalı”. Gerçekten de aynı akşam uluslararası fuar nedeniyle Konak 
Meydanı’na çekilmiş olan Yunan bayrağı bir saldırının hedefi oldu” (Güven, 2005: 
26). Toplam olarak İzmir’de 14 ev, 6 işyeri, 1 pansiyon, bir kilise, Yunan fuar pavyonu, Yunan konsolosluğu binası ve İngiliz Kültür Enstitüsünü barındıran bina saldırıya uğramıştır. 7 kişi ağır, 50 kişi ise hafif şekilde yaralanmıştır ( aktaran Güven, 2005: 28). 

18 Ankara’da yaşananlara ilişkin şu değerlendirme yapılmıştır: Ankara’da ağırlıklı olarak yalnızca öğrenci protestoları gerçekleşmiş, ancak şiddet olayları meydana gelmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Ankara’daki gayrimüslim nüfus oranının çok düşük olmasıdır. Ayrıca, Ankara Valisi Kemal Aygün’ün Ankara genelindeki tüm toplantıları yasaklayan acil tedbiri de etkili olmuştur (aktaran Güven, 2005: 29). 

19 Bazı kaynaklarda bu haberin doğruluğu tartışılır olduğuna dair imalar bulunmaktadır (Birand vd., 1999:109). Habere daha ayrıntılı bakıldığında şu göze çarpmaktadır ki haberin ilk verildiği gün, olay “Atatürk’ün evine bomba atılması” olarak tanımlanırken, ilerleyen günlerde bombanın Atatürk’ün eviyle hemen yakınındaki Türk konsolosluğu arasındaki bahçeye iki bomba bırakıldığı, bombalardan birisinin patladığı ve bu nedenle de evin ve konsoloshanenin camların kırıldığı bilgisi paylaşılmıştır (Güzel:1997: 162, Karakoyunlu,1992: 154).

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955 BÖLÜM 5

6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955  BÖLÜM 5


Bir Trajediye İktidar ve Muhalefet Cephesinden Bakışlar: 


13 Eylül 1955 tarihli Zafer’de, Meclisin hükümetin aldığı tedbirleri 
onayladığı 47 ve sıkıyönetimi altı ay olarak belirleyen Meclisin tekrar 
tatile girdiği bilgisi vardır. Haberde, ilk olarak Menderes’in yaptığı 
konuşmaya yer verilmiş, Başbakanın konuşması “samimi ve tatminkâr” 
olarak nitelenmiştir. Haberde ayrıca Menderes’in olayları “haklı bir 
coşkunun içine tahrikçi unsurların karışması” olarak açıkladığı, sorumluların 
ortaya çıkarılacağı ve zararların telafi edileceği güvencesini verdiği ve olayların Türk eseri olmadığının bütün dünyaya ispat edileceği yönündeki açıklamalarına yer verilerek; siyasal iktidarın kaybettiği güveni tazelemesine destek olunmuştur. Bunun dışında, Meclis görüşmelerinden aktarılan diğer konuşmalar ise, yalnızca söz alan bütün milletvekillerinin 6 Eylül hadiseleri dolayısıyla duydukları üzüntüyü belirterek, hükümetin kararını övmeleri olup, hükümete ve 
ona bağlı güvenlik güçlerine ilişkin eleştirileri dışarıda bırakmışlardır. 

16 Eylül 1955 tarihli Zafer’de Sıkıyönetim Mahkemelerinde duruşmaların 
başladığı haber verilmiş, ardından sonuçlanan davalarda Ankara’da bir kişinin bir aya, bir kişinin de 15 gün hapse mahkûm olduğu; İzmir’de sıkıyönetim kararlarına aykırı yayında bulunan bir gazetenin kapatıldığı bildirilmiştir. Haberde kapatılan Sabah Postası gazetesine ilişkin bir zaman sınırlaması verilmediği, gazetenin yeni bir isimle yayına devam etmek için başvuru yapması üzerine ise, Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bir tebliğ daha yayınlayarak, kapatılan gazetelerin 
süresi ne olursa olsun yeni bir isimle çıkmalarını yasakladığı belirtilmiştir. Gazete, basına yönelik cezai yaptırımları sorgulamanın ötesinde, mevcut ya da meşru kabul edilen tanımlamaların dışında anlamlandırmaya girişecek diğer gazeteler için de, Sabah Postası ve yaşadıklarının örnek olarak görülüp, yayınlarına “çekidüzen” vermelerini sağlamaya çalışmıştır. 

21 Eylül 1955 tarihli Zafer'de, Başbakan Menderes’in Amerika Dışişleri Bakanı Dulles’ın gönderdiği mesajı yayınlanmıştır. Mesajda; Türkiye’nin Yunanistan’a “müşterek emniyet mevzuu” nedeniyle elini uzattığı, dünyanın içinde bulunduğu durum nedeniyle Türk-Yunan dostluğuna barış ve emniyet bakımından ihtiyaç olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Kıbrıs Meselesi nedeniyle Türk halkının gerildiğini, fırsat kollayan “komünist” teşkilatın da bundan yararlandığını, olayların bu 
şekilde oluştuğu ifade edilmiştir. Türk milletinin duyduğu üzüntünün 
vurgulandığı yazıda, zararların telafisi ve suçluların bulunması için gereken her şeyin yapıldığının altı çizilmiştir. 

28 Eylül 1955 tarihli Zafer’de yayınlanan “Millet İtimadından Şaşmamıştır” 
başlıklı yazıda, İl Genel Meclisi seçimlerine hazırlanıldığı günlerde, bireylerin kafalarında 6-7 Eylül olaylarının yer aldığı, olayların olumsuz bir etki yapmasının beklenebileceği bu durumda dahi halkın hükümete duyduğu güvenin görüldüğünün altı çizilmiştir. Zafer’e göre bunun nedeni, iç politikada uyandırılan seri fırtınaların Türk kamuoyunu etkileyememesidir. 

7 Eylül 1955 tarihli Ulus’un manşeti, “İstanbul ve İzmir’de Örfi İdare”dir. Ulus, ilk olarak Selanik’te yaşanan bomba atılması eylemine yoğunlaşmıştır. Haberde, Kıbrıs Konferansı’nın devamı sırasında Yunanlıların Atatürk’ün evine bomba attığı, bahçeye atılan iki bombadan birisinin patladığı, evin 17, konsoloshanenin 40 camının parçalandığı ve olay üzerine başlayan aramalar sonucunda polisin altı kişiyi tutukladığı bilgisi paylaşılmıştır. Zafer’den farklı olarak bombanın 
Atatürk’ün evine ve Yunanlılar tarafından atılmış olduğu ifade edilmiştir48. “Selanik Hadisesinin Tepkileri” başlıklı haberde ise, İstanbul ve İzmir’de yaşanan olayların bombalama ile bağı kurulmuş, buna karşın İstanbul ve İzmir’de meydana gelen zarara ilişkin olarak temkinli ifadeler kullanmıştır. Ulus’ta dikkat çeken ise, kamuoyunun hassas olduğu o günlerde, halen "Kıbrıs Türktür" mesajlı haberleri yayınlamaya devam etmesi olmuştur.

Ulus olaya ilişkin yayınladığı ilk haberlerde, yalnızca İstanbul ve İzmir’den bahsetmiş, daha sonra "son dakika" olarak Ankara’da da olaylar olduğunu eklemiştir. Bir haberde, gazete baskıya verileceği sırada Ankara’da da gösterilerin başladığı, Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri öğrencilerinden bir grubun Cebeci’de toplanarak, Yunanistan aleyhinde gösteriler yapıp, Yenişehir’e yürümek istedikleri, fakat emniyet güçlerince önlendikleri bilgisi verilmiştir49. 

8 Eylül 1955 tarihli Ulus’ta ise, İsmet İnönü’nün olaylara ilişkin 
açıklamasına yer verilmiştir. İnönü’nün halka sakinlik tavsiye ettiği ve 
her vatandaşın asayişin sağlanabilmesi için hükümete ve sıkıyönetime 
yardım etmesi gerektiğini vurguladığı bilgisi paylaşılmıştır. Ulus, olaya 
ilişkin olarak muhalefet lideri İsmet İnönü’nün tanımlamalarına ağırlık 
vermiştir. Bununla beraber, muhalefetin de olaya ilişkin farklı bir anlatıyı 
dolaşıma sokma yönünde mücadelesi yoktur. Muhalefet partisi de, 
Ulus’ta da sıkıyönetime ya da onun yaptırımlarına ilişkin sorgulayıcı 
bir yaklaşım yoktur. Gazetede yer alan, Cumhurbaşkanının Meclisi 
topladığı ve bir tebliğ ile Ankara, İstanbul ve İzmir’de sıkıyönetim ilan 
edildiği ve kamu huzuru için sıkıyönetim kapsamına Ankara’nın da 
dâhil edildiğinin bildirilmesi ile Londra Konferansı’nın ertelenmesi ve 
İngiliz tekliflerinin reddine ilişkin haberler de bu yöndedir. 

9 Eylül 1955 tarihli Ulus’ta sıkıyönetim tebliğlerine yer verilmiş ve tebliğ üzerine, CHP’nin yıldönümü toplantılarının ertelendiği veya iptal edildiği haberi duyurulmuştur. Üçüncü sayfada ise; gösteriler hakkında üç ilde geniş bir araştırmaya girişildiği ve buna bağlı olarak tutuklananların sayısının gittikçe arttığı bilgisi vardır. Kısa kısa verilen haberlerde, İstanbul piyasasının durgun olduğu, kimliği meçhul cesetler bulunduğu, olaylar sonucunda üç kişinin öldüğü açıklanmıştır. 
Fakat bu haber ile resmi sonuçlarda belirtilenden daha fazla ölü olduğu 
ima edilmiştir ve son olarak da İzmir’de iki “komünistin” yakalandığı 
ifade edilmektedir. Ulus, ilk kez bu haberde, olaylarla komünistler 
arasında bir bağ kurmuştur. Daha sonra 10 Eylül 1955 tarihinde Ulus’ta 
çıkan bir başka haberde, açılan tahkikatta üç generalin işine son verildiği, 
içlerinde siyasi polisin sabıkalı saydığı 33 komünistin olduğu, 
2200 kişinin de tutuklandığı belirtilmiştir. 

Hüseyin Cahit Yalçın, “Son Olaylar” başlıklı yazısında, yaşanan olayları “milli bir felaket” olarak tanımlamış, olayların Türklere yararı olmayıp, aksine ülke saygınlığına zararlı olması, Türkiye’nin itibarını tekrar kazanabilmek ve özellikle Yunan kiliselerinin yaydığı olumsuz propagandayı silmek için soğukkanlı olunması ve milli birlik ve dayanışma gösterilmesi gerektiğini ifade etmiştir (12 Eylül 1955). Yalçın’ın yorumu İsmet İnönü’nün değerlendirmeleri ile aynı çerçevededir. 
Aynı gün Bülent Ecevit’in “6 Eylül Neden Oldu?” başlıklı yazısında, olay aynı şekilde “felaket günü” olarak tanımlanmıştır. Ecevit, gösterilerin farklı yerlerde aynı anda çıkışını, olayların kasıtlı ve tertipli olmasına bağlamıştır. Ecevit de yazısında, siyasal iktidar ile paralel biçimde, olayların sorumlusu olarak "komünist”leri işaret etmiş ve yazar bunun halkın sorumlu olmaması anlamına geldiği için "sevindirici" olduğunun da altını çizmiştir. Ecevit, olayların emniyet teşkilatının zayıflığını ve “komünistlerin” memlekette geniş bir yeraltı faaliyeti 
imkânına sahip olduğunu ortaya çıkardığını belirtmiştir. Hak ve özgürlüklerin yerleşmemiş olmasının “komünizme” zemin teşkil ettiğine dikkat çeken yazar, emniyet üyelerinin fedakârlığından ve görev bilincinden şüphe edilmediğini, fakat zaman zaman da eksiklikleri gidermenin iyi olacağını hatta sıkıyönetimin böyle düzenlemelerin yapılabilmesi için uygun bir dönem olduğunu ifade etmiştir. Ecevit’in yazısı, daha önce belirtmiş olduğumuz komünizme meydan vermeme anlayışının bir örneğini temsil etmektedir. 

“Tahrikçilerden 8’i dün yakalandı” başlıklı haberde, olay gecesi yapılan gösterilerin kötü sonuçlara ulaşmasında "komünistler"in rolleri olduğunun anlaşıldığı ve komünistlikle itham olunanların yakalandığı bildirilmiş, ardından olayın "elebaşılarının" isimleri açıklanmıştır50. Haberde ayrıca, bu isimlerin "meşhur 167’ler" arasında bulundukları ve askeri mahkeme tarafından haklarında verilen cezaları tamamladıktan sonra, tahliye olundukları ifade edilerek, kamuoyu gözünde bu kimselerin suçlulukları pekiştirilmiştir (12 Eylül 1955).

13 Eylül 1955 tarihli Ulus, İnönü’nün Meclis konuşmasında, ulusal bir felakete uğrandığını ve bunda emniyet kuvvetlerinin devreye girmemesinin payı olduğunu, tahkikat sonunda hakikatlerin meydana çıkmasını yetkililerden milletçe beklediklerini ifade ettiği ve Meclisin toplantılarına devam etmesini ve eğer bilinmeyen sebepler yoksa sıkıyönetimin Ankara’dan kaldırılmasını istediği bilgisi verilmiştir. Konuşmada önemli olan kısım, olaylarda anlık hiddetlerde, dış ilişkilerdeki gerginliklerin etkisi olduğu kadar, toplumsal dertlerin de etkisi olduğu vurgusudur. İnönü bu ifadesi ile olayın toplumsal yanının da göz 
önüne alınması gerektiğine işaret ederek, olayın DP’nin ürettiği politikalara 
bir tepki olabileceğine dikkatleri çekmeye çalışmıştır.

Hüseyin Cahit Yalçın’ın, “Başlayan Tahkikat” başlıklı yazısı İnönü’nün görüşleriyle uyum içindedir. Yalçın’ın yazısı oldukça ilginçtir. Yazar, olaylarda emniyet güçlerinin ihmaline vurgu yapmış, hatta olayı “hafif” göstermeleri nedeniyle yetkililerin Ankara’ya hareket ettiklerini ifade ederek, DP hükümetine yöneltilen eleştirilerin “haksız”lığına işaret etmiş, ilginç bir şekilde siyasal iktidara destek 
vermiştir. Yalçın yazısının devamında, ayaklanmanın planlı olduğunu, 
yapılanların “Türkün şerefini ve hakkını korumak” ve “saldırıyı protesto 
etmek” çerçevesini çoktan aştığını ve aydın Türk vatandaşının bu gibi hareketlere girişmeyeceğini, Atatürk sevgisinin Türkü coşkuya sevk etse dahi, yıkıcılığa ve yağmacılığa yöneltmeyeceğini vurgulamıştır. Son olarak Yalçın, bu hareketin sadece Rumlara yönelik alınamayacağını, görünüşte Kıbrıs davası olsa da, bunun bir bahane olup, bütün azınlıklara saldırı olduğunun göz önüne alınması gerektiğini belirtmiştir (13 Eylül 1955). 

Ulus’ta ayrıca Meclisteki oturumlarda yapılan konuşmalara yer verilmiştir. Bir haberde Fuat Köprülü’nün konuşmasında; muhalefet adına konuşan kişilerin hükümeti töhmet altında gösterdiklerini, bu sözlerin söylenmemesi gerektiğini ifade ettiği belirtilmiştir. Menderes ve Köprülü’nün konuşmalarından olayların takip edildiğini ve 150 çapulcunun yakalandığı ve hükümetin olaylardan önceden haberi olmasına ve gereken tedbiri almasına karşın, saati belli olmadığı için 
olayların bu şekli aldığı yönündeki açıklamalarına yer verilmiştir. Meclisten aktarılan diğer konuşmalar ise, sıkıyönetimin devamının sakıncalı olduğunu belirten CMP milletvekili Ahmet Bilgin’inki ve olaylardaki tavrını lakayt bulması nedeniyle hükümeti istifaya davet eden Kırşehir Milletvekili Osman Alişiroğlu’nunkidir. Ulus haberlerinde “temkinli” tavrını sürdürse de Zafer’den farklı olarak Meclis konuşmalarında yer alan eleştirileri sınırlı da olsa vermiştir. 

“O haber daha başka gazetelerde de vardı” başlıklı haberde ise, TBMM’nin olağanüstü toplantısında İstanbul milletvekillerinden Aleksandros Hacopulos’un basının vatandaşı tahrik ettiğini ifade edip, Ulus’un bir haberini örnek gösterdiğini, oysa bu haberin başka gazetelerde de olduğu belirtilmiş, milletvekilinin belki muhalefet gazetesi olmasından ötürü Ulus’tan bahsetmiş olabileceğini, fakat aynı haberin "kendi" yayın organları Zafer’de de yer aldığına işaret edilmiştir (13 Eylül 1955). Bu tarihten itibaren, yazılarda iktidarla ilişkilerde sürdürülmeye gayret edilen “sulh” havasının değiştiği ve bu nedenle 
de yorumlarda eleştirilerden sakınılmadığı görülmüştür. 

15 Eylül 1955 tarihinde Hüseyin Cahit Yalçın’ın yazdığı “Meclis Grubunun Kararı İle” başlıklı yazısında, Cumhuriyet’te çıkan haberde Meclis toplantısından önce DP Meclis Grubuna sıkıyönetimin süresinin altı ay olması üzerinde anlaşıldığı yazılmıştır. Grup kararının, “kararın katileşmesi” anlamına geldiğini belirten Yalçın, Meclise sadece onaylamanın kaldığını, bu nedenle de Anayasanın vazifelendirdiği Meclisin bu görevinin grup kararı alma yoluyla engellendiğinin altını çizmiştir. DP içinde grup kararı alınmaması halinde oylamanın sonucunun 
değişebileceğine işaret eden Yalçın, farklı sonuçların alınmasının bu yolla engellendiğini belirtmiştir.

Hüseyin Cahit Yalçın, “Parti Faaliyetleri” başlıklı yazısında ise, sıkıyönetim ilanını değerlendirmiştir. Konuya ilişkin yaklaşım farklılığının hissedildiği bu yazıda yazar, üç büyük ilde sıkıyönetim ilanının olduğunu, bunun dışında kalan bölgelerde de, memleketin ortak sorunlarıyla ilgilenen gazetelerin bulunmadığını, bu nedenle siyasi hayata ve fikir faaliyetlerine son verilmiş olduğunu, zaten kısıtlı olarak imkân tanınan siyasi toplantıların sıkıyönetim ilanı ile tamamen daraldığını belirtmiş, demokratik faaliyetlerin önüne set çekilmiş olduğunu 
vurgulamıştır. Anayasada bir ay olarak önerilen sıkıyönetimin altı ay 
olarak ilanını DP’nin muhalif yıllarındaki "haklı" tepkilerini unutmasına 
bağlayan Yalçın, sıkıyönetim ilanını gerektiren olayların her zaman 
olmayacağının, bu nedenle bu halin devamının gereksizliğine işaret etmiştir. 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***