6-7 EYLÜL OLAYLARI, 1955 BÖLÜM 4
Bir Trajediye İktidar ve Muhalefet Cephesinden Bakışlar:
Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmaya başlayanların, dışarıdan
gelen haberler ve gazetelerde yazılan yazılar nedeniyle giderek moralleri bozulmuş ve umutsuzluğa kapılmışlardır37. O dönem bu kişilerin olaylarla ilgisi soruşturma raporlarına şu şekilde yansımıştır:
İstanbul Emniyet Baş Müfettişliğinin 21 Kasım 1955 gün ve 51437 sayılı
yazılarına ekli rapor suretinde; bugüne kadar muhtelif ajanlarımızdan
alınan bilgileri ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile yapılan müşterek tahkikata nazaran vak’a gecesi nümayiş ve tahribata katılan komünistler mevcuttur. Bunların sayısı 19’dur ve hepsi de tevkif edilmişlerdir. Ancak bu şahısların hadiselerin tertipleyicisi oldukları veya muayyen bir kitleyi harekete geçirdikleri, ısrarlı sorgulara rağmen tespit ve tevsik edilememiştir (6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler Arşivi, 2005: 302).
Mahkemeler yaklaşık on ay sürmüştür ve iktidarın “suçlu” ilan ettiği isimler görülen mahkeme soncunda “suçsuz” bulunmuşlardır.
Burada merak edilen iktidarın ilk başlardaki ısrarlı tutumunu devam
ettirmeyişinin nedeni olmuştur. Konunun iki muhatabı durumu şöyle
açıklamışlardır. Dosdoğru, “idamı beklerken, beraat gelmesini”, iktidardakilerin
üzerine bir takım baskıların oluşması ile açıklayarak bu yöndeki görüşünü şu sözlerle ortaya koymuştur:
Yöneticilerin 6/7 Eylül’de Rum kiliselerine, mezarlıklarına ayazmalarına,
din adamlarına yapılan çirkin saldırıların Hıristiyan Batı Blokunu derinden
etkilediğini, Haçlı seferlerinden kalma düşmanlıkları körüklediğini geç kavradılar. Kolluk güçlerinin ellerini kollarını bağlayıp olaylara seyirci kalmalarını kimsenin aklı almıyordu. Bütün bu olayları daha önceleri köklerini kazıdık diye uluslararası anti-komünist örgütlerinden paralar aldıkları bir avuç fişli komünistin tertipleyip yaptırdığına, Batılıların inanmaları beklememeliydi. Olaylar hemen hemen dünyanın gözleri önünde olmuştu ve Batı tertipçiler hakkındaki hükmünü vermişti” (37).
Dinamo ise, İnönü’ye bir mektup gönderildiği ve bunun üzerine İnönü’nün Mecliste bu kişilerin salıverilmesi talebini ileri sürmesi ile Milli Emniyetin delile dayanmadan ilk adımda attığı hareketi artık devam ettiremeyeceğini anlamış olması ihtimali birleşince, kendisini ve arkadaşlarını savuran 6-7 Eylül kasırgasının böylece dindiğini ifade etmiştir (65).
On ay süren hapislikleri döneminde, tutukluların dışarı ile bağlantılarından
biri olan gazetelerin çoğu olayları “komünistlerin” tertibi olarak sunmuşlardır. Fakat bu durumu izah ederken gözden kaçırılmaması gereken, Sıkıyönetimin, “6 Eylül olaylarını komünistlerden başkalarının yaptığı yolunda yazı ve yorumlar yasaktır” yönündeki tebliğidir (akt. Dosdoğru, 1993: 54; Topuz, 1996: 110)38. Türk basınında Sıkıyönetim tebliğinin ve diğer baskıların etkisiyle39, bu yönde haberler çıkması şaşırtıcı değildir. Ancak Kıbrıs’ta yayınlanmakta olan Hür
Söz adlı bir Türk gazetesi de, 27 Aralık 1955 tarihli sayısında, Atina’da
yayınlanmakta olan Vradini adlı gazeteye atfen hem son senelerde
Kıbrıs’a yönelik hareketlerin ardında hem de İstanbul’daki 6/7 Eylül
olaylarının ardında, Yunanistan’da meydana çıkarılan K.K.E adlı gizli
bir komünist şebekesinin bulunduğunu yazmıştır (Armaoğlu, 1963:
155-156)40. Bu, durum yalnızca tebliğin belirleyiciliği ya da baskılarla
açıklanmasının yetersizliğini gözler önüne sermektedir. Bu haber, dönemin “popüler faili” olarak komünistlerin benimsenmesinin ya da bu görüşün egemen kılınmaya çalışılmasının ve bunun siyasi tarafgirliklerden bile aşkın bir hal aldığı merkezinde ele alınmalıdır. Benzer bir biçimde CMP’nin de, 7 Eylül’de yayınladığı bir bildiride, hareketleri kanunsuz olarak nitelendirdiğini ve kınadığını, olayları “bir komünist tertibi” olarak gören 7 Eylül günlü hükümet bildirisindeki görüşü
aynen paylaştığını belirtmiş olması da (akt. Armaoğlu, 1963: 164) bu
düşüncemizi destekler niteliktedir41.
Sıkıyönetim süresinin belirlenmesi için toplanılan 12 ve 13 Eylül 1955 tarihli Meclis oturumlarında, 6-7 Eylül olaylarının “karanlık yönleri” aydınlatılmaya çalışılsa da, hükümetin yaptığı çelişkili açıklamalar ve Meclis oturumunun bir an önce bitirilmesi yönündeki çabalar kafalardaki soru işaretlerinin daha da artmasına yol açmıştır. Dışişleri eski Bakanı Fuat Köprülü, Mecliste yaptığı konuşmada, gençlerin Kıbrıs nedeniyle hassas olduklarını ve bunda basının kışkırtıcı yayınlarının ve muhaliflerin tahrik etmesinin rolü olduğunu belirtmiş; ardından gençlerin haklı bir hareketi gibi görünen protesto hadisesinin, aylardan
beri tertiplenen hadise olarak her tarafta birden bire ortaya çıktığını ifade
etmiştir (Bağcı, 1990: 111- 112, Ulus 13 Eylül 1955). Menderes de cevaben
olayların bir gençlik hareketi şeklinde başladığını, daha sonra bir tertibin oyununa gelindiğini ifade etmiş, emniyet güçlerinin olay çıkacağından
haberdar olduğunu fakat olayların bir anda patlak vermesi ve polisin bir tereddüt yaşaması nedeniyle olaylara müdahale etmediği açıklamasını getirmiştir. Menderes’in konuşması Şevket Süreyya Aydemir tarafından çaresizlik içinde olaylara mesul arayan bir “mesul” olarak yorumlanmıştır (2000: 189).
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ise, olayları “tertipli ve teçhizatlı”
olarak nitelemiş fakat tertipleyene dair bir yorumda bulunmamıştır.
İnönü, bu kadar planlı bir olayın uzun sürede serbestçe hazırlanma
imkânı nasıl bulunduğunun, hükümetin olaylardan haberli olmasının
ne anlama geldiğinin ortaya konması gerektiğini, tahkikattan haberdar
olunabilmesi için Meclisin çalışmasına devam etmesi gerektiğini ve
Ankara’da örfi idare gerektirecek bir durum olmadığı için bu hükmün
kaldırılmasını talep ettiğini bildirmiştir. CMP adına konuşan Kırşehir
milletvekili Ahmet Bilgin de olayları bir facia olarak vasıflandırmıştır.
Yapılan tahriplere rağmen sistemli bir yağmacılık hareketinin meydana
gelmemesi üzerinde durarak, bunun, “evvelden hazırlandıkları his
ve kanaatini verecek” bir tarzda tertip eseri olduğunu söylemiş ve
hükümetin sorumluluğu üzerinde durmuştur (Ulus, 13 Eylül 1955)
Kırşehir bağımsız milletvekili Osman Alişiroğlu ise, oturumun en sert
konuşmasını yapmış, yetkilileri istifaya çağırmıştır:
Basireti bağlanmış bir hükümetle ne yapacağız. İş işten geçtikten sonra
tahrik ve fesat tohumları meyvelerini verdikten sonra hükümetin safra
kabilinden İçişleri Bakanını istifa ettirmesi, 3 generale işten el çektirmesi
bir kıymet ifade etmez. Hükümetin çekilmesi iktiza eder. Size ademi - itimat
beyan ediyoruz ve başbakanı da istifaya davet ediyorum (Armaoğlu,
1963: 169; Aydemir, 2000: 190; Dosdoğru, 1993: 90).
Meclis görüşmelerinde de, basında da fazlaca adı geçmeyen fakat
6-7 Eylül olayları nedeniyle hükümet tarafından haklarında soruşturma
başlatılan diğer grup ise Kıbrıs Türktür Derneği mensuplarıdır. Aslında, Adnan Menderes hükümetinin Türklere yönelik EOKA terörü baş gösterince, derneğin kurulmasına destek olduğu ve teşvik ettiği söylenmiştir (Ceylan, 1996: 19, Dinamo, 1971: 35). Buna karşın olayların hemen sonrasında, “vatandaşların taşkınca hareketlerine sebebiyet vermekten” Kıbrıs Türktür Cemiyeti sorumlu gösterilmiş, dernek faaliyetten men edilmiş ve 9 Eylül 1955 tarihli yazı ile dernek kurucularından dört kişi hakkında soruşturma açılmıştır (6-7 Eylül Olayları. Fotoğraflar-Belgeler Arşivi, 2005: 257, 259). Dernek üyelerinden Birgit, olayların ardından derneğin kapatılması ve kurucularının da tutuklanmasının,
hükümetin ortaya atmış olduğu olayları Beyrut’ta bir örgütün düzenlediği, Kıbrıs Türktür Derneği’nin de buna alet olduğu haberine bağlamıştır (201). 6-7 Eylül olayları sonrasında ise hükümetin solcularla birlikte dernek üyelerini de tutuklattırması her ne kadar Hasan İzzettin Dinamo’nun deyişiyle, “kendi kafalarını kurtarmak için kendi kurdukları derneği ateşe atıyorlar” şeklinde yorumlansa da (35), olayın göstermelik olduğu dernek üyelerinin hapis koşullarının “solcularınki gibi olmayıp giriş çıkış dahi yapabildikleri” yönündeki
Dosdoğru’nun sözleri (57) göz önüne alındığında, derneğin o an için
suçlanmasının sadece politik bir manevra olduğu düşüncesini oluşturmaktadır
42.
6-7 Eylül olaylarının sunumunda, basının aslında “mağdur” konumunda olan azınlıklara yönelik olarak saldırgan bir dil kullandığı ve gerçekliği tamamen azınlıkların aleyhine inşa ettiği belirtilmiştir. Buna göre, basın azınlıkları “sadakatsiz ve hain vatandaşlar” olarak göstermiş ve sıkıyönetimin sansür uygulaması gelene kadar geçen süreçte, yaşanan olayların sorumlusu olarak azınlıklar işaret edilmiştir. Ayrıca, belirtildiği oranda şiddet olayının yaşanmadığı, var olan sınırlı olayın da azınlıkların saldırılarına karşı yapılmış intikam eylemleri
olduğu hatta şiddet olaylarının bazılarının failinin bizzat azınlıklar olduğu görüşünü yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Sansürden sonra da basının genelinin hükümetin resmi söylemini içselleştirdiği ve çok sınırlı biçimde farklı söylemin dolaşıma girdiğine dikkat çekilmiştir (aktaran Güven, 2005: 137-138)43.
6-7 Eylül olaylarından sorumlu tutulan İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etmiş, yerine Ethem Menderes getirilmiştir. Ayrıca İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay hakkında da soruşturma açılmış, Ankara, İzmir Valileri ile Emniyet Müdürleri değiştirilmiş ve bu yetkililerin haklarında da soruşturma başlatılmıştır. Bütün bunların yanı sıra, Şişli Kaymakamı ve 18 komiser mahkemeye verilmiştir (aktaran Albayrak, 2004: 434)44. Bunun dışında, hükümet olaylarda zarar
görenler için bir yardım kampanyası başlatmış ve bu yardıma ilk olarak
Başbakanlık 50.000, Başbakan Adnan Menderes 5000, Kızılay 100.000, TBMM Başkanı Refik Koraltan 1000, İstanbul Belediyesi 500.000, Etibank ve Emlak Kredi Bankaları da 200.000’er lira para yardımında bulunmuşlardır (aktaran Albayrak, 2004: 434). Fakat bu girişimler, gayrimüslimlerin ülkeden göç etmelerini engelleyememiştir (aktaran Güven, 2005: 142-143). Bununla birlikte, ülkede kalan gayrimüslimlerin 1957 seçimlerinde DP’ye destek verdikleri bilgisi (Demirel, 2011: 259) önemlidir. DP’nin yaşanan bu trajedi ile birebir sorumluluğunun olmadığı düşüncesi mi yoksa DP’nin alternatiflerine göre gayrimüslimlerin çıkarlarını temsilde halen güçlü bir seçenek olmamasının
mı buna neden olduğu bir başka çalışmanın sorunsalını oluşturmalıdır.
Gazetelerde, 6-7 Eylül olaylarının nasıl temsil edildiğini incelemeden evvel, gazetelere ilişkin bilgi vermek faydalı olacaktır. Zafer, 1949-1960 yılları arasında günlük bir gazete olarak çıkmıştır. 30 Nisan 1949 tarihinde Ankara’da DP sempatizanı iş adamlarının desteği ile DP yayın organı olarak kurulan gazete, “Zafer demokrasinindir” sloganı ile yurtta büyük bir ilgi görmüş ve okuyucuları etrafında toplamıştır. Zafer, 27 Mayıs ihtilalinin hemen ertesinde ise kapatılmıştır (Oral, 1967: 155; Topuz, 1996: 102). Ulus ise 10 Ocak 1920’de Atatürk tarafından kurulmuştur. Dil Devrimine kadar, Hâkimiyeti Milliye adıyla yayımlanmıştır. 1934’te Ulus adını alan gazete, çok partili döneme kadar hükümet organı niteliğindeyken, 1945’ten sonra CHP’nin resmi organı
olmuştur (Oral, 1967: 184)
7 Eylül 1955 tarihli Zafer’in ilk sayfasının tamamı olaylara ayrılmıştır.
Manşette, İstanbul ve İzmir’de sıkıyönetimin ilanı duyurulmuştur.
Altta yer alan haber metninde ise, olayın çerçevesi şu sözlerle çizilmiştir:
“Selanik’teki tecavüz hadisesi yüzünden, İstanbul ve İzmir’de dün
çok müessif kargaşalıklar oldu. Akşam saat 19’da Taksim Meydanı’nda
başlayan bir nümayiş aniden büyüyerek şehrin her tarafına sirayet etti.
Yer yer yangınlar çıkarıldı. Mağaza vitrinleri tahrip edildi. Yaralananlar
var”. Gazetenin olay tanımlamaları, siyasal iktidar ile aynı olup, Selanik’te patlayan bomba, olayların çıkış nedeni olarak gösterilmiştir.
“Selanikte Menfur Bir Tedhiş Hadisesi” başlıklı diğer haberde ise; İstanbul
Ekspres’ten farklı olarak, bombanın Atatürk’ün doğduğu evde değil,
evin yanındaki bahçede patladığı ve sadece binaların camlarının hasar
gördüğü belirtilmiştir. Haberde, Yunan hükümetinin tedbir alacağı ve
zararları ödeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca, yetkililerin olayın hiçbir
Yunanlının işi olamayacağı yönündeki açıklamaları verilerek, olayın
Yunanistan ile ya da Yunanlılarla bir bağı olmadığı görüşü yerleştirilmeye
ve böylelikle Yunanlılara yönelik bir tepki oluşumu engellenmeye
çalışılmıştır. Başbakan Menderes’in 6-7 Eylül olayları ardından
Yunanistan’a dostluk mesajları verdiği dikkate alındığında, Zafer’in
söyleminin hükümet sözcülerininki ile benzerliği daha netleşmektedir.
Öte yandan haberin devamında, İstanbul’un dağınık ve büyük bir şehir
olması ve olayların her tarafa bir anda yayılması, müdahalede geç
kalınmasının “mazereti” olarak gösterilmiş ve ardından ordunun harekete
geçirildiği ifade edilerek, hükümetin söylenenin aksine “gerekeni yaptığı” inancı yerleştirilmeye çalışılmıştır45.
“Gizli ve Kirli Ellerin Tertibi” başlıklı haberde ise, olaylar “kızıl ajanlarla kara taassubun” işbirliği olarak açıklanmaktadır. Haberde, milli heyecan ile oluşan ortamda, gizli ve kirli ellerin ve yabancı çıkarların rahatlıkla hareket imkânı elde ettiği, coşkuya kapılan halkın olayların içine sürüklendikleri vurgulanmaktadır (7 Eylül 1955). Zafer olayı ve olayın faillerini sunarken siyasal iktidar ile aynı söylemi tercih etmiştir. Gazete, yasal iktidarın aldığı kararları (örn. Sıkıyönetimin ilanı gibi) da doğru ve yerinde göstererek, olumlu bir çerçevede vermenin ötesinde, kamuoyunun siyasal iktidarı desteklediği fikrini de
yerleştirmeye, yaygınlaştırmaya çalışmıştır46.
Köşe yazılarında farklı bir yaklaşım söz konusu olmamakla birlikte, bazı yorumların içinde az da olsa farklı bilgilere rastlanmıştır. Örneğin, “Hükümetin Tedbirleri” başlıklı başyazıda, hükümetin açıklamalarından yola çıkılarak, olayların “komünist tahriki” sonucu olduğu, yaşananların “mal ve mülk düşmanlığı” şeklinde gelişmesinin komünist amaç ve tekniklere uyduğu belirtilmiştir (8 Eylül 1955). Yazı, yazarın farklı niyetle de olsa olayların sınıf temelli bir tepkiyi içinde barındırdığını ortaya koyması bakımından önemlidir. Göstericilerin toplumsal bölüşümdeki dengesizlikleri işaret etmiş olmaları onların
kendi bilinçlilikleri ile değil de insanları provoke etmeye çalışan komplocu
komünist unsurların varlığını göstermesi ile açıklanması dönem
politikaları ile uyumludur.
Bu ve diğer yazılarda görüldüğü gibi hâkim olan görüş, iktidarın
söylemiyle de uyumlu bir biçimde olan, mevcut “komünist” algısının
harekete geçirilmesi ve pekiştirilmesidir. 9 Eylül 1955 tarihli, Zafer
imzalı “Zararın Bilançosu” ve 10 Eylül 1955 tarihli Orhan Seyfi Orhon
imzalı “Bir Bakıma Tahrikçilik” başlıklı yazılarda da, “komünistlerin
ülkenin itibarını kırmak ve iktisadi hayatını mahvetmek” amacında
olduklarını, buna da ulaştıkları ifade edilmiştir. Yine, 12 Eylül günü 43
“kızılın” yakalandığı bildirilmiştir. Olayların tahrikçileri olarak gösterilen
bu kimselerden bir kısmının bir müddet önce meydana çıkarılan
gizli “komünist” partisine mensup kimseler olduğu ve olay gecesi
Beyoğlu’nda bulundukları vurgulanmıştır. Ayrıca gözaltına alınan
“komünistlerden” yedi tanesinin çeşitli sol hareketlere katılımına,
sanık olarak pek çok kez cezaevine girip çıktıkları bilgisi de eklenerek
bu kişilerin suçlu oldukları düşüncesi güçlendirilmiştir.
5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***