PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi, BÖLÜM 3
KİRLİ BARIŞA DOĞRU İLERLERKEN PKK,
Kandil kadrolarının da Öcalan’ın önerdiği sürecin içeriğinden çok
zamanlaması ile sorunları var. Çünkü, PKK 1980’lerden bu yana Ortadoğu
savaşlarından hep kazançlı çıkmıştır. 1980-88 İran-Irak savaşı olmasa PKK Kuzey Irak’a yerleşemezdi. 1991’de ABD, Kuveyt savaşı sonrasında Kuzey Irak’ta Bağdat’ın egemenliğini kısıtlamasa, PKK 1990’lı yılların başındaki güçlenmesini yaşayamazdı. Ve 2003’de ABD Irak’ı işgal etmese idi PKK bugünlere gelemezdi. Halen Suriye’de bir iç savaş yaşanmaktadır. Ve Suriye’nin Kuzeyinde Kamışlı ve çevresinde bir devletçik oluşturan PKK bu savaştan şimdiye değin en karlı çıkan taraftır.
Suriye’de iç savaş uzadıkça uzuyor. Esad rejimi hala düşme noktasından
uzak. Esad güçlerinin kontrol ettiği alanda küçülme var ancak bu küçülmenin
henüz sonuç doğurucu olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak bir tek parti rejimi isyan uzadıkça tekrar rejimi ayaklar üzerinde durdurma imkanını yitirmektedir.
Bundan dolayı iç savaş uzadıkça rejimin şansı azalmakta ve isyancıların güçleri
artmaktadır. Suriye’de de beklenmedik bir gelişme olmaz ise Esad sonunda Şam’dan ayrılacak ve Lazkiye’ye yerleşecektir.
Lazkiye etrafında kurmayı hedeflediği Nusayristan’ın alt yapısı büyük
ölçüde oluşmuş durumda. Suriye’nin değişik yerlerindeki Nusayriler Esad’ı
desteklemeyenler de dahil, bu bölgede toplandılar. Çünkü Esad’ın Şam’dan
ayrılmasından sonra kendilerine yönelik intikam eylemlerinden korkuyorlar.
Esad’ın bu bölgeyi askeri anlamda da güçlendirdiği anlaşılıyor. Esad’ın bu
bölgede Nusayriler ve Hıristiyanları toplayan bir devlet oluşturması durumunda
Rusya’nın Akdeniz’den desteği de sıkıntısız devam edecek
Esad’ın Şam’dan ayrılmasında sonra Suriye’de mezhep ve etnik grup
çatışmalarının önü açılacaktır. Mezhep ve etnik grup çatışmalarının yanında El
Kaide ve selefi gruplarda iç savaşın diğer unsurları olacak. Müslüman Kardeşler
Suriye’nin tamamında iktidarı ele geçiremeyecekler. PKK denetimindeki Suriye’nin Kuzeyinde “Kuzey Suriye” doğacak hatta doğdu bile.
16 Mart 2013’de BDP genel merkezinde gazetecilere S. Demirtaş şu
açıklamayı yapmış:”Bunun ötesinde stratejik bir değişiklik dönemine girmemiz
gerekiyor. Ateşkesten çok daha öte bir çağrı olabilir o nedenle. Devlete artık
Kürt-Türk ilişkilerinde stratejik bir değişiklik olması gerektiği düşünüyor.
Suriye’de de facto bir devlet var. Türkiye’nin burayla, Güney Kürdistan’la
ilişkisi çok önemlidir” demiştir.
PKK önümüzdeki dönemde gelişmelerin PKK lehine olacağını öngörmektedir. Kuzey Suriye’de ele geçirdiği bölgelerde konumunu sağlamlaştırarak müzakerelere oturan bir PKK’nın daha güçlü bir konumdan pazarlık edeceğini ve daha fazla şey elde edeceğine inanıyor.BDP’ninbir çok kadrosunun da Kandil’in bu yaklaşımına katıldığı anlaşılıyor.
İktidarında PKK’nın terörü durdurmak gibi bir niyetinin olmadığını
bildiği görülmektedir. Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan “Daha önce söylediğim gibi; Kandil böyle bir zamanda çözüme ulaşılmasını peşinde koştuğu hayallere aykırı görüyor. 2014’den itibaren yaşanacak üç seçimin silahların gölgesinde geçmesini isteyen ve Suriye’de bir oldu-bitti yapmaya çalışan PKK, makul bir zeminde sorunun aşılmasından rahatsızlık duyuyor”
demektedir.[12]Aradan bir aydan fazla bir süre geçtikten sonra Başbakan
yardımcısı Bülent Arınç’ta televizyonda PKK’nın ne zaman silah bırakacağına dair hükümet takvimi nedir sorusuna “ Bunu bende bilmiyorum ama bildiğim bir şey var.
Bu ne zaman olacak gibi madde madde sorulara cevap verecek kimse yok bu ülkede” diyerek, AKP Hükümeti’nin sürece hakim olmadığını göstermiştir.[13]
Bu noktada Yalçın Akdoğan’a şu soruların sorulması gerekiyor: Madem
Kandil’in Suriye’deki gelişmeleri beklediğini ve seçimler sürecinde AKP’ye baskı
yapmak istediğini öngördünüz o zaman neden bu müzakere-mütareke sürecini
başlatarak PKK’nın moralini yükselttiniz, Güneydoğu Anadolu’da manevi
ağırlığının artmasına neden oldunuz? Neden Türkiye’yi sonuç almayacak bir
sürecin içine soktunuz? Neden hala propagandistler televizyonlarda her şey
yolunda mesajları vermeye devam ediyorlar?
Kandil’in müzakereleri geciktirmenin kendisine yarayacağı görüşünü
güçlendiren bir başka husus ise önümüzdeki üç yılda Türkiye’de gerçekleşecek
yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bu üç seçim AKP iktidarını PKK’nın
baskılarına daha açık hale getirecektir. PKK, AKP Hükümetini askeri ifade ile
“mahkum konumda” yakaladığının farkındadır ve AKP’nin müzakere talebini, PKK’nın zaferi olarak sunmaktadır.
Bundan dolayı, Öcalan bir an özgür kalma endişesi ile Kandil’i hızla
hareket etmeye zorlamaktadır. Kandil’de Murat Karayılan, Öcalan ile aynı
çizgide, Öcalan’a tam bir itaat içindedir.Cemil Bayık’ın başını çektiği diğer
lider kadronun ise sürecin zamanlaması konusunda itirazları vardır. Ancak,
Öcalan’a açık bir itiraz geliştiremedikleri için süreci daha çok provake edecek
bir gelişmeyi düşünmektedirler. Böyle bir provokasyonun yapılıp yapılamayacağı
sadece PKK içindeki Bayık muhalefetine değil, Irak-Suriye-İran ittifakının da
bu muhalefete vereceği desteğe bağlıdır.
Ancak PKK “ateşkesi” bozmadan önce kendisini uluslar arası hukuk süjesi yapacak bir stratejiyi izleyecektir. Kandil, AKP Hükümetinin Öcalan ile anlaşarak
önerdiği mütareke sürecini teoride kabul eder gibi görünse de pratikte sabote
edecek adımlar atacaktır. Ancak bu süreci kendisini Cenevre Sözleşmesi’nin
tarafı haline getirmek için kullandıktan sonra 2013 yazında çatışmaların
başlaması üzerine Suriye’nin kuzeyinde Hakkari’yi de kapsayacak şekilde
devletleşme sürecini başlatacaktır.
Daha birinci aşamanın ilk adımları atılırken, Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP bir
zafer sarhoşluğu döneminden geçiyorlar. Türkiye Cumhuriyetine şartlarını kabul
ettirdiklerini düşünüyorlar. 15 Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli’de gerçekleşen
terörist saldırılar ile başlayan “mücadelelerinin” büyük ölçüde zafere
ulaştığını düşünüyorlar. Yaptıkları açıklamalarda zafer kazanmışların ruh halini
yansıtıyor. Bütün bunlar PKK için zafer, Türkiye Cumhuriyeti için ise bir
mağlubiyettir.
Nitekim, PKK yandaşları basında zafer çığlıkları atmaktadırlar. İki
yazar Taraf gazetesinde 24 Ocak 2013’de şöyle yazmaktadırlar: “Evet, bu bir
yenilgi. Kutlu bir yenilgi. Kof bir devletin ve içi çürümüş hamasetin burnunun
sürtüldüğü yenilgi, vatandaşların, bireylerin (Siz PKK diye okuyun
Ü.Ö.)zaferidir çünkü, hayırlı olsun.”
Bu zaferi tarafların psikolojilerinden okumakta mümkündür. Abdullah
Öcalan, İmralı’ya kendisini aylık olarak gelen doktorun muayenesinden çok memnun olarak, doktora “Seni sağlık bakanı yapacağım” diye takılırken, geleceğe güvenle bakan bir psikolojiye sahip olduğunu göstermektedir.[14] Öcalan daha İmralı’dan bakan atamaya başlayacak bir ruh hali içine girmiş görünüyor.
BDP siyasetinin eş başkanı Gülten Kışanak İmralı tutanaklarının ortaya
çıkmasından sonra zafer duygularını şöyle açıklıyor: “Bugün sayın Öcalan resmi
olarak muhatap alınmış, görüşme ve diyalog başlamıştır. Kürdistan’da eşit ve
özgür olmak istiyoruz. Özerk bir yönetim istiyoruz. Biz yaparsak doğru yaparız.
Kazanırsak büyük kazanırız. Sayın Öcalan özgür olacak.Hep beraber kazanıp
özgürleşeceğiz.”[15]
Kandil’den gelen açıklamalar bir başka zeminde zafer çığlıkları
içeriyor. Karayılan, “TSK’yı bitirdik, AKP savaşı kazanamayacağı için Önderlik
ile görüşmeleri yapmak için yanına gitti” diyor. Duran Kalkan, “Biz değil, TSK
Kürdistan’dan çekilmeli” diyor. PKK, TBMM üyelerini Kandil’de inlerinde Öcalan
resmi altında kabul ediyor, görüşmeler yapıyor.
PKK zafer çığlıkları atarken, Başbakan Erdoğan ise “baldıran zehiri”
içmekten bahsediyor. Hükümetin önde gelen üyelerinden Hayati Yazıcı “hazmetmesi zor” diyor.
Bu zafer çığlıkları ve AKP Hükümetinin belirsiz tutumu hükümeti genel
olarak destekleyen ancak milli nitelikleri tartışılmayacak olan çevreleri
kızdırıyor. Hürriyet’te Taha Akyol, “Saçmalamayın, Türkiyeli diye bir şey
yoktur, ‘Türk Milleti’ vardır” diyor. Sabah’ta Hasan Celal Güzel, “Şu kepazeliğe
bakın. Türkiye’nin Anayasa’sından “Türk” ve “Türk Milleti” kelimeleri çıkarılmak
isteniyor” çıkışını yapıyor. Star’da Yağmur Atsız, “Türk’üm demek cesaret
meselesi haline gelmeye başladı” diye yakınıyor.
Öte yandan Türk insanının zihin haritasında PKK’nın terör örgütünden
yasa dışı örgüte dönüştürüleceği bir süreç yaşanacaktır. İktidarı destekleyen
gazeteler ve merkez gazetelerde PKK’nın terörist örgüt olmadığını vaaz
etmektedirler. Öcalan’ın ise terörist başından örgüt lideri konumuna taşınma
çalışmalarının basında başladığını görüyoruz. Cengiz Çandar, PKK’lı
teröristlere “PKK askeri” çete reislerine ise “komutanlar” demektedir.[16]
Anadolu Ajansı, Öcalan’a artık “İmralı’daki mahkum” demektedir. Akil adamlar,
Erdoğan’dan PKK’dan terörist diye bahsetmemesini istemişlerdir.
PKK ise kendisini hızla Kürtlerin meşru ve tek temsilcisi olarak
Güneydoğu Anadolu’da empoze etmektedir. Güneydoğu Anadolu’da bir çok ilde fiili yönetim PKK/KCK tarafından yapılmaktadır. Devlete elektrik parası ödenemez iken, belediyelerin topladığı paralar eksiksiz ödenmektedir. İhaleler alan işadamları işe alacakları işçiler için PKK ve Hizbullah’a kontenjan vermek zorundadırlar. Askerler kaçakçıların karşısında geri adım atmakta ve kaçakçılara yol vermektedir.
Hakkari’de bir gümrük binasını basan PKK’lılar üç gün süre ile binaya PKK
paçavrası çekmişlerdir. Beytülşebap’da askeri binadan gösterici PKK’lıları
tahrik etmemek amacı ile Türk bayrağı indirilmiştir. Terör durdu derken,
Cizre’de PKK’lılar iki polisi linç etmek için saldırıyorlar. Canlarını kurtarmak
için havaya ateş eden iki polis gözaltına alınıyor. Sınırdan giren kaçakçıları
durduran askeri birliklerin kaçakçıların direnmesi üzerine geri çekildiği bir
ülkede buna şaşırmamak lazım.
Öte yandan bir kısım saf barış çığlıkları atarken, sözde barışın diğer
tarafı olarak gördükleri BDP, TBMM’de savaş tazminatı istiyor. Sözde Ermeni
soykırımı açıklaması yapıyor.
Evet, devlet intikamcı davranamaz. Cezalandırma hakkını
kullanmayabilir. Bağışlamayı daha yararlı görebilir. Fakat acz gösteremez,
çaresizliğe düşmez, düşürülemez. İçinden geçtiğimiz süreçte devlet acze düşmüş, çaresizlik sergilemektedir.
ÖCALAN’IN ÜÇÜNCÜ AŞAMASI: NORMALLEŞME SÜRECİ
Abdullah Öcalan’ın öngördüğü üçüncü aşama ise normalleşme aşamasıdır. Bu aşamada artık PKK silah bırakmadan yurt dışına çıkmış olacaktır. Anayasada
Öcalan’ın talep ettiği değişiklikler yapılmış olacaktır. Artık Türkiye
Cumhuriyeti federal bir devlet olacaktır. Başkanlık sistemine geçilecektir.
Tabii devletin adının Türkiye Cumhuriyeti kalıp kalmayacağı belirsizdir.
İstanbul federal devletin başkenti olurken, Ankara ve Diyarbakır, Türkiye ve
Kürdistan federe devletlerinin/eyaletlerinin başkentleri haline geleceklerdir.
Mahmur Kampı’nın tasfiye edilmesiyle “suça karışmayan” (Bu garip bir
ifadedir. Dünyanın bir başka ucunda iken İstanbul’da yapılan bir toplantıda 2003 yılında 2007’de üretilen bir Microsoft yazılım ile ismi bir listeye yazılan
subaylar darbeye teşebbüsten 16 sene hapse mahkum edilirken, suça karışmayan PKK’lı ne demektir.)PKK mensuplarının Türkiye’ye dönmesinin önü açılacaktır. Bu aşamada Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaklardır.
Erdoğan, 3 Mart 2013’de yaptığı açıklamada şöyle demektedir: “Biz bir
genel affın olmayacağını, olmayacağını defaatle ifade ettik. Hele hele bir
insanı öldürenin, bakın dikkat edin öldüreni af yetkisini ‘ben kendimde bulamam’ dedim…Devlet kendisine karşı işlenen suçlarda bu tür af yetkisini kullanabilir. Ama maktul başkası, affeden başkası. Hayır. O af yetkisi maktülündür, onun varislerinindir.”[17]
Öcalan TCK’nın vatana ihaneti düzenleyen 125. Maddesinde mahkum olmuştur. Yani cinayetten değil, devlete karşı işlenen suçtan. PKK üst düzey kadroları da cinayet suçlanması ile yargılanamaz. En fazla tahammüt suçlaması ile yargılanabilir ki bunu da ispat etmek içine girilen süreçte zor olacaktır. Sonuç
olarak Erdoğan’ın açıklaması üstü örtülü genel affın mekanizmasını
göstermektedir.
Bu konuda Başbakan Erdoğan gibi kamuoyunun hassasiyetlerini dikkate
almak zorunda olmayan ancak süreci alkışlayan Cengiz Çandar ise daha dürüst
davranarak şöyle demektedir: “12 Eylül yasakları kalkınca CHP’liler SHP’ye
geldi. Deniz Baykal SHP’lileri temizledi ve genel başkan oldu. PKK siyasete
girdiğinde böyle olacak. Öcalan ve Kandil kadrosu BDP hareketini yönetecek. O
yüzden adam ‘bırakın ev hapsini filan…Hepimiz özgür olacağız’ diyor.”[18]
Öcalan’ın serbest kalacağı konusunda hiç şüpheye yer yoktur. Öcalan ile
birinci ve ikinci aşamalar geçildikten sonra muhtemelen 2015’de gerçekleşecek
seçimlerden sonra serbest kalacaktır. Sadece Öcalan değil, Kandil’deki bütün
lider kadroda serbest kalacaktır.
ERDOĞAN: BANA GÜVENİN
Erdoğan, Öcalan ile müzakerelerin devam ettiğini kendisinin
açıkladığı bir süreçten geçerken, Türk Milletine veya kendi ifadesi ile “Türk,
Kürt, Laz, Çerkes, Arap’a” “bana güvenin” diye sesleniyor. Ve ekliyor: “PKK’ya
veya Öcalan’a hiçbir taviz vermeyeceğiz.” Başbakan Erdoğan, PKK ile müzakere
yapılmadığını, taviz verilmediği her hafta tekrar ediyor.
Başbakan Erdoğan’ın “bana güvenin” derken, geçmişte yaptığı açıklamalar böyle bir güven duyulmasını güçleştirmektedir. Erdoğan, önce PKK ile müzakere
yapılmadığını bunu iddia edenin şerefsiz olduğunu söylemiştir. Sonra hükümet
değil, devlet görüşüyor demiştir. Sonra eski hükümetler de görüştü demiştir. En
son olarak helalleşiyoruz noktasına gelmiştir. Bu tür bir değişim geçiren siyasi
liderin “bana güvenin” isteği kolay kabul edilebilir bir istek değildir.
Müzakere propagandistleri, Öcalan’ın şartsız barış istediğini,
ağzına savaş kelimesi almadığı yalanını halka söylüyorlar. Oysa Öcalan İmralı
Tutanaklarında PKK’nın geri çekilmesinin 21 Mart’ta başlayacağını, eğer
kendisinin istediği anayasal ve yasal değişiklikler yapılır ise devam edeceğini,
yapılmaz ise duracağını ve 50 bin kişinin katılacağı bir halk savaşının
başlayacağını söylüyor. Öcalan daha sonra etnik reformların geri çekilme
sonrasında yapılmasını kabul ediyor.
Erdoğan’a ve televizyondaki temsilcilerine güvenip rahat uyumalı mıyız?
Gerçekten PKK’ya hiç taviz verilmeden PKK terörü sona erdirecek mi? Türk Milleti gereksiz yere mi endişeleniyor? Öcalan, “Ülkeye barış gelsin gerisi önemli
değil” mi diyor? Karayılan, “TRT Şeş yayına başladı artık Kandil’de tam da
romatizmalarımızın azmaya başladığı bir dönemde daha fazla kalmayalım” mı diyor?
Erdoğan ve propagandistlerinin anlattıklarından farklı şeyler
anlatanlarda var. Cengiz Çandar, Kandil’dekiler Türkiye’ye gelip, BDP yönetimini
oluşturacaklar ve TBMM’ne girecekler diyor. Enver Sezgin, “2015 seçimlerinden
sonra Abdullah Öcalan hapishaneden çıkar” diyor. Öcalan eğer herhangi bir
pazarlık yapılmadı ise neden İmralı Tutanaklarında BDP’lilere, “hepimiz serbest
kalacağız” diyor. Bu gelişmeleri izleyen ABD’de yayınlanan dünyanın en çok
basan haftalık dergisi olan TIME dergisi de Erdoğan’ın başkanlığına destek
karşılığında, Öcalan’ın serbest kalacağını yazdı.
Erdoğan, bir şey vaat etmedik diyor ancak Öcalan, bu süreçte terör
örgütü liderinden siyasi lider konumuna yükseltilmiştir. Hükümetin onayı ile
(şimdilik) yolladığı yazı ile Diyarbakır’da halka hitap etmiştir.
Akil adamlar önerisi Öcalan ve Karayılan’ın önerisidir. TBMM çekilmeye
el atmalı talebi üzerine AKP ve BDP’lilerden oluşan bir TBMM Komisyonu
kurulmuştur.
Öcalan’ın ve PKK’nın istekleri teker teker yerine getiriliyor.
KCK’lılar küçük gruplar halinde salınmaya başlandı. Bir KCK tutuklusu
hapishaneden çıkarken tutuklu bir paşaya “Siz daha çok yatarsınız. Bizim
arkamızda siyasi güç var. Ya sizin?” diye soruyor.[19]
25 Nisan’da Kandil’de Murat Karayılan 8 Mayıs’tan itibaren PKK’lıların Türkiye
dışına çekileceğini açıklamıştır. Karayılan konuşmasına “Türkiye ve
Kürdistan’daki gelişmelere ilişkin” diyerek, hangi çerçevede geleceğe baktığını
ortaya koymuştur. Ancak şartsız bir geri çekilme olmadığını da açıklamıştır.
Karayılan yeni anayasada Kürtlerin inkarının sona ermesini ve üçüncü aşamada
Öcalan dahil bütün PKK’lıların serbest kalmasını şart koşmuştur. Yoksa, terör
başlayacaktır.
Karayılan başka şartlarda ileri sürmektedir. Özel harekat timleri,
Jandarma özel timleri tasfiye edilmeli imiş. Koruculuk sistemi kaldırılmalı
imiş. Sevr Anlaşması’nda da ordumuzun hangi şekli alacağına dair maddeleri
hatırlamak lazım. PKK çekilirken, TSK’nın da bölgede sayısının azaldığını
görüyoruz. 170 bin olan asker sayısı 130 bine düşüyor. 800 PKK’lı Türkiye dışına çıkarken 40 askerde Güneydoğu’dan Batı illerine sevk ediliyor.
Bütün bunları gören muhalefet liderlerinin “Öcalan’a ne vaat ettin?”
sorusuna Erdoğan, “Muhalefet barış gelecek diye kuduruyor. Öcalan’a hiçbir
vaadimiz yok” cevabını veriyor. Bu soruyu muhalefet sorunca, AKP Hükümeti ve
açılım destekçileri şöyle bir söyleme başlıyorlar: “Siz barış istemiyor musunuz?
Neden barışın önüne geçiyorsunuz? Siz fitne mi çıkarmak istiyorsunuz?”
Oysa, Öcalan’a verilen vaatler yerine getirilmeye başlanmıştır. Kürtçe savunma
hakkı, KCK’lıların serbest bırakılmaya başlanması, PKK’lıların çekilmesi için
yasal düzenleme, PKK’lıların çekilmesi konusunda çalışacak TBMM Komisyonunun kurulması Öcalan’ın şimdiye değin yerine getirilen talepleridir.
Nihayet, Erdoğan’ın Türkiye’nin 2023’de eyaletlere bölüneceği
açıklaması, Öcalan’a verilen bir sözdür.
ÖCALAN’A VERİLEN NİHAİ TAVİZ: TÜRKİYE’NİN (Eyaletlere) BÖLÜNMESİ
Büyükşehir yasasının Türkiye’yi idari federasyona sürükleyen bir adım
olduğu yasanın çıkması aşamasında ve sonrasında gerçekleşen sert tartışmalar
sırasında bir çok kez gündeme gelmiştir. Tasarının yasalaşmasından hemen sonra Başbakan Erdoğan, “Aslında bugün gündemimizde olmamasına rağmen, valiler de seçimle gelebilir” diyerek, gizli gündemini açıklamıştır.
Valilerin seçimle gelmesi ile büyükşehirlerin Türkiye içinde
devletçiklere dönüşeceği görünen bir gerçektir. Böylece mevcut idari
federasyondan adı konulmamış bir siyasi federasyona geçilecektir.
Erdoğan, Öcalan ile müzakereler sırasında “PKK’ya hangi tavizlerin
verildiği” sorusuna “sadece televizyon verdik” şeklinde önceden çalışılmış bir
psikolojik operasyon cevabı verse de Öcalan’a hangi tavizin verildiğini,
Türkiye’nin 2023’de yani on sene sonra eyaletlere ayrılacağını söyleyerek
açıklamıştır. Erdoğan “Güçlü ülkeler eyalet olmaktan korkmaz” demektedir.
Erdoğan’ın “On sene sonra eyalete geçeceğiz” diyerek hem şimdiden daha yakın bir tarihte eyalet sistemine geçişin hazırlığını gerçekleştirmekte hem PKK ile
pazarlığın sonucunu açıklamaktadır. Böylece Türk Milleti, psikolojik operasyon
ile zihinlerde federasyona hazırlanmaktadır.
Erdoğan’ın en son olarak Öcalan gibi 1921 anayasasına atıfta
bulunarak, “Yeni Türkiyesine 1921 anayasası üzerinden referans göstermesi çok
önemlidir. Çünkü Öcalan bir çok kez sorunun çözülmesi için 1921 Anayasasını
referans göstermiştir. Murat Karayılan, 20 Mayıs 2011’de Akşam gazetesinde
yayınlanan söyleşisinde 1921 Anayasası esas alınırsa sorun çözülür demiştir.
AKP’li akademisyenler ve PKK, 1921 anayasasını Türklerin ve Kürtlerin kurucu
halk olarak yer aldıkları anayasa olarak yorumlamaktadırlar.
Türkiye, hazırlanan mastır plan gereği 2023’e kadar
federalleştirilmek için beklenmeyecektir. “Artık güçlü ülke olduk, 2023’e kadar
beklemeye gerek” yok denilerek, 2015 sonrasında atılacak birkaç şok adım ile
“Yeni Türkiye’nin kuruluşu ilan edilecektir. Bu çerçevede Öcalan serbest
kalacaktır. Kandil’deki PKK’lılar Türkiye’ye dönecek ve siyasete gireceklerdir.
Türkiye’de başkanlık sistemi ve eyalet modeli aynı yasal düzenleme ile
oluşturulacaktır. Daha şimdiden “eyaletler etnik esasa göre değil, coğrafi esasa
göre olacak” şeklinde bir yalan söylenerek Türk Milletinin direnci kırılmaya ve
Türk Milleti bölünmeye alıştırılmaya çalışılmaktadır. Aynı yalanın Irak’ta
“etnik değil coğrafi federasyon olacak” diye Iraklılara da söylendiğini
unutmamak gerekmektedir.
Erdoğan, “güçlü ülkelerin federasyondan/eyaletlerden korkmaması
gerektiğini” söylemektedir. Oysa bir ülkenin siyasi yapısını tarihin belirli bir
döneminde o ülkenin mevcut gücü değil, tarihi, siyasi, coğrafi, etnik, kültürel
yapıları belirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu eyalet modeli için gerekçe göstermek insan aklı ile alay etmektir. 16. Yüzyılda 19 Milyon kilometrekarelik bir alana yayınlan dev bir coğrafyayı yönetmek için bulunan formül ile 780 bin
kilometrekarelik son hatta çekilmiş Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için
uygulanması gereken formül aynı olamaz. Üstelik, Osmanlı padişahları egemenliği paylaşmamışlardır. Oysa, 21. Yüzyılın eyalet modeli egemenliğin paylaşılmasını beraberinde getirecektir.
EYALETİ TÜRK MİLLETİNE SATABİLMEK İÇİN SÖYLENEN YALAN:BÜYÜYECEĞİZ
PKK ile yeni bir devlet kurmak ve milli-üniter devlet, federal çok
milletli devlet lehine tasfiye edilmek istenirken, bu projeyi Türk Milletine
satabilmek için bazı kaynaklar Anadolu’da derinden bir kampanya
sürdürülmektedir. “Türkiye, federasyon ile büyüyecek, Kuzey Irak, Suriye’nin
kuzeyi Türkiye ile birleşecek. Kosova bile Türkiye’ye katılacak” propagandası
yapılmaktadır. “Türk Milliyetçileri Türkiye’nin büyümesine, Misak-ı Milli’nin
gerçekleşmesine karşı mı?” diye soruluyor. Bu soruya Türk milliyetçileri nasıl
bir cevap vermelidirler?
Öncelikle kabul etmek gerekir ki, Türk Milletine federasyonu kabul
ettirmek için “büyüyeceğiz” söylemi iyi bir psikolojik savaş malzemesidir. Ancak
Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri ile şimdi sunulan büyüme arasında üç
önemli fark olduğu ortadadır. Aşağıda kısaca bu farklara değineceğiz.
Birinci fark, Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri Türk Milletinin
kendi projelerinin bir sonucu olmuştur. Baş aktörü Türk Milletidir. Oysa, şimdi
sunulan proje Türk Milletinin projesi değildir. Yukarıda tarihsel arka planı
anlatılan büyük bir dış dinamiğin planının sonucudur. Planı yapan rolleri
vermektedir. Türk Milleti, baş aktör değil, figüranlardan birisidir. Tarihte
bazen başkalarının yaptığı planlardan da Türk Milleti kendi lehine istifade
ederek, büyük atılımlar yapmıştır. Ancak bu sefer böyle bir atılım mümkün
görünmemektedir. Çünkü, aşağıda sayacağımız diğer iki fark böyle bir gelişmeyi
engellemektedir.
İkinci fark, Türk Milletinin tarihte gerçekleştirdiği büyümeler, var olan
devletine ortak alarak, egemenliği paylaşarak gerçekleşmemiştir. Oysa, şimdi
büyüme adı altında sunulan proje için Türkiye’nin mevcut sınırları için Öcalan,
Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani ve Kuzey Suriye’de PYD/PKK Türkiye
Cumhuriyetinin ya da yeni ad ile kurulan devletin ortağı olacaklardır. Öcalan ve
Barzani/Talabani ile egemenlik paylaşmanın adına büyümek denemez. Bu projedeki büyüme, sahte bir büyümedir. Büyümeden çok öldüren bir obezleşmedir. Çünkü amaç önce büyüme sağlayıp, Irak ve Suriye’nin bölünmesinden dolayı Arap Dünyasında, Irak ve Suriye’de ortaya çıkan düşmanlığı Türkiye’nin omuzlamasını sağlamak, Barzani, Talabani ve PYD/PKK’ya karşı Araplardan gelecek düşmanlıklara karşı Türkiye’nin kaynakları ve gücü ile bir koruma vermektir. Böylece, Batı Dünyası, İki Arap ülkesinin bölünmesinin manevi yükünü taşımayacak, bu yükü ve kurulan “şimdilik federal” “Kürdistan’ın” yükünü Türkiye’ye devredecektir. Bu arada Türk Milleti petrol gelirlerinin sağladığı kaynaklar ile “ucuz benzin” rahatlığı içinde gelişmelere çok olumlu bakabilir. Ancak acısı sonra çıkacaktır.
Üçüncü fark ise Türkiye ile federal bir devlet çatısı altında 20-30
senelik bir süreç içinde demografik, sosyolojik, kültürel, ekonomik
bütünleşmesini sağlayacak büyük Kürdistan’ın Türkiye’den ayrılması olacaktır. Bu adım, Molla Barzani’nin 1960’da açıkladığı “Asıl hedefimiz Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sudur” şeklindeki stratejik hedefine ulaşmasının alt yapısının Türkiye tarafından sağlanmasıdır. Sözde büyümeden sonra bu 30 sene içinde gerçekleşecek bir diğer gelişme, Erbil, Telafer, Kerkük, Halep, Lazkiye Türkmenlerinin federe Kürdistan’dan Türkiye’nin Türk bölgelerine göçe zorlanmaları olacaktır. Bu hat Türksüzleştirilecektir.
Son olarak sorulması gereken soru şudur: 2002’den buyana Kıbrıs
adasında kurulmuş bir Türk devleti olan KKTC ile birleşmek yerine Rumlarla
birleşmeye zorlayan, egemenliğinden vazgeçmesi için Annan Planını kabul etmesi için baskı yapan, KKTC’ye Belçika modelini öneren AKP Hükümetinin söz konusu Kuzey Irak olunca Osmanlı modelinden bahsetmesi, bu modelin ne ölçüde milli ve ne ölçüde güvenilir olduğunun sorgulanmasını beraberinde getirmektedir.
Özetle, Türk Milliyetçileri Türkiye’nin ekonomik, kültürel, politik ve
askeri olarak büyümesini, güçlenmesini, insanlarımızın refahının artmasını, Türk
Dünyası başta olmak üzere komşu ülkeler ile ekonomik, sosyal ve kültürel
ilişkilerini geliştirmesi için mücadele etmektedir ve etmelidir. Ancak, Türk
Milliyetçileri, Türk Milletini aldatacak, büyür gibi gösterip, küçülmenin
temellerini atacak emperyalist projelerin tuzağına düşmeyecektir. Misak-ı Milli
veya diğer projelerin ne zaman, nasıl, hangi şartlar altında
gerçekleştirileceğine Türk Milleti kendi senaryolarında karar vermelidir.
Tarihin en zorlu coğrafyası olan ve devletleri, halkları yutan bir
şeytan üçgeni olan Anadolu’da bu şekilde örgütlenmiş bir devlet modelinin
parçalanmadan yaşama imkanı yoktur.
Üstelik, eğer bu federasyonu Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyini
içine alacak şekilde bir genişletme ile kurmak ve böylece Türk Milletine kabul
ettirmek gibi bir zihin haritası mevcut ise ki, öyle olduğu görülmektedir, bu
proje ile Türkiye kısa bir süre içinde Kerkük’e kadar büyür. Öcalan da bundan
dolayı Nevruz açıklamasında Misak-ı Milli’den bahsetmiştir. Demirtaş, bundan
dolayı bu süreç “bütün Kürtleri ilgilendiriyor” demiştir. Sonra Türkiye
Cumhuriyeti federal devletinin parçalanması ile Iğdır-Mersin hattına kadar
küçülür.
Özetle, bir devlet en güçlü zamanı dikkate alınarak değil, en zayıf
zamanı dikkate alınarak kurulur ise tarihin en çetin sınavlarını aşarak yaşar.
NE PAHASINA OLUR İSE OLSUN BARIŞ KİRLİ BARIŞTIR
Son günlerde bir barış histerisi başlamıştır. Bu barış histerisi
kendisini “ne pahasına olur ise olsun barış olsun” sloganı ile ortaya
koymaktadır.
Tabii ki, çocuklarımızın dağlarda çatışırken, pusuya düşürülerek,
uzaktan kumandalı bombalar ile bombalanarak katledilmesini istemiyoruz. Tabii
ki, dershaneden dönen çocuklarımızın dershane kapısında bombalanarak,
kızlarımızın otobüsün içinde yakılarak öldürülmesini istemiyoruz. Evden ekmek
almak için köşedeki bakkala kadar giden oğlumuzun bir bomba ile havaya
uçurulmasını istemiyoruz. Okullarımızın yakılmasını, evimizin önünde duran
araçlarımızın bombalanmasını istemiyoruz. Askerlik çağı yaklaşan oğullarımızın
bir iç çatışmada şehit olmasını istemiyoruz.
Çocukluk hariç yaşamının üçte biri 1911’den 1922’ye kadar bir
cepheden öbür cepheye, Kuzey Afrika’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den Kafkas
cephesine, sonra Suriye cephesine ve nihayet İstiklal Harbine muharebelerde
geçmiş Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” özlemini paylaşıyoruz.
Adı Barış olan bir dine mensubuz Allah’a şükürler olsun.
Terörün durmasını istiyoruz, ülkemize barış ve huzur gelmesini
istiyoruz, ancak ne pahasına olur ise olsun değil. Ne pahasına olur ise olsun
barış istemek önce onursuzluktur, sonra ahmaklık. Ortaya çıkan ise barış değil
kirli barıştır. Onursuzluktur, çünkü ancak kendisine saygısı olmayan bir insan
ne pahasına olursa olsun barış diyebilir. Ahmaklıktır, çünkü böyle bir barış
ancak kısa bir süre sonra gerçekleşecek daha sert, daha keskin bir savaşın
habercisidir. Tarih bunu birçok kez göstermiştir.
Bugün barış histerisi içinde olan bir küçük fakat etkili grup Öcalan
ile yapılan müzakerelere “ne pahasına olur ise olsun barış” mantığı ile alkış
tutuyor ve propagandasını yapıyor. Öcalan ile müzakere sürecini bizim gibi
reddedenlere değil, çekinceleri olanlara, “Ya acaba şunları da dikkate alsak ne
olur?” diyenlere yönelik olarak çok ağır bir üslupla saldırıyorlar. Bu bir
yıldırma, bastırma, psikolojik savaş eylemidir. “Ne pahasına olur ise olsun
barış” zihniyetini temsil edenlere inansa idik, İstiklal Harbi’ni
gerçekleştiremez, Türkiye Cumhuriyetini kuramazdık.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***