2 Mart 2017 Perşembe

Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası BÖLÜM 1


Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası. BÖLÜM 1


Yunanistan’a Yönelik “ Zeytin Dalı ” Diplomasisi Örneği*

Turgut Özal’s Economy Focused Foreign Policy:

Case of the “Olive Branch” Diplomacy towards Greece
Erkan ERTOSUN**
** Dr. Misafir Öğretim Üyesi, Tarih Bölümü, Niagara Üniversitesi.





Özet

Turgut Özal’ın ekonomi ve dış politika arasında kurduğu ilişki, dönemin Türk dış politikasını açıklamak için önemli ipuçları sunmaktadır. Özal’ın ekonomi-dış politika ilişkisi birbirini tamamlayıcı nitelikte dört farklı boyut içerir. 

Öncelikle, Özal, ekonomik ilişkilerin gelişmesi ile sağlanacak karşılıklı bağımlılığın siyasi sorunların çözümüne ciddi katkılar sağlayacağına inanmaktadır. 

İkincisi, dış politika, Türk ekonomisinin dışa açılması için bir araç olarak kullanılmalıdır. 

Üçüncüsü, Türkiye’nin etkin bir dış politika izleyebilmesi ancak ekonomik bakımdan güçlenmesi ile mümkün olacaktır. 

Dördüncüsü, ülkenin ekonomik bakımdan gelişmesi, demokratikleşme ve iç barışın sağlanmasının önünü açacak, böylece Türkiye’nin özellikle Avrupa’yla ilişkilerindeki önemli bazı engeller ortadan kalkacaktır. Bu çalışmada, söz konusu dört boyutun Özal’ın söylem ve uygulamalarına atıfla açıklanmasının ardından, bunlardan ilki olan “Ekonomik karşılıklı bağımlılık barışçıl ilişkilere yol açar” önermesinin nasıl ve ne ölçüde gerçekleştiği sorusuna Yunanistan’a yönelik “zeytin dalı” diplomasisi örneği üzerinden cevap aranmaktadır. Makale, Özal’ın ekonomi odaklı barışçıl politikasının iki ülke ilişkilerinde 1980’ler için sınırlı ölçüde sonuç verdiğini, ancak taraflar arasında diyalog ortamını sağlayarak ve ekonomik işbirliğinin zeminini oluşturarak, iki ülke arasında 1999 sonrası yaşanacak yakınlaşmanın öncüsü olduğunu iddia etmektedir.

Anahtar kelimeler: Özal, ekonomik karşılıklı bağımlılık, Dış Politika, Türkiye, Yunanistan,

Teslim: 15 Eylül 2015
Onay: 1 Şubat 2016
* Bu çalışma, Turgut Özal Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Fonu tarafından 2013-04-015 proje numarası ile desteklenmiştir. 

Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “ Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneği

GİRİŞ

Türkiye, Turgut Özal’ın başbakan yardımcısı, başbakan ve cumhurbaşkanı görevlerini ifa ettiği yıllarda (1980-1993) siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan 
önemli bir değişim süreci yaşamıştır. Bu dönemde, Özal’ın Türkiye’ye “çağ atlatma” hedefi çerçevesinde, ülkenin dünyaya açılımı öncelikli bir hedef olarak 
ele alınmıştır. 

Özal’ın Türk ekonomisini geliştirme hedefi ile komşu ülkeler ve bölgelerle barışçıl münasebetler kurma politikası arasında karşılıklı bir etkileşim söz 
konusudur. Türkiye’nin ekonomik kalkınma hamlesi yapabilmesi için iç ve dış politikasında istikrar ve huzur şarttır, yani ülke, kriz ve çatışma ortamından 
uzak tutulmalıdır. Bunun için de mevcut sorunların dondurulması ve küçük bazı kıvılcımlarla alevlenmesine fırsat verilmemesi gerekmektedir. 
Bu barışçıl ortamda ekonomi gündemi öncelikli bir konuma oturtulacak, hem toplumun enerjisi ekonomik kalkınma hedefine yönlendirilecek hem de 
siyasi gerilimlerden uzaklaştırılan dış politikanın temel hedefi olabildiğince çok sayıda devletle ticaretin artırılmasına odaklanacaktır. Ekonomik ilişkiler 
geliştikçe de, bir kenarda dondurulmuş vaziyette bekletilen siyasi sorunların çözümü artık daha kolay ve mümkün hale gelecektir. Çünkü ekonomik münasebetleri güçlenen ülkeler, siyasi sorunların, işbirliğinden doğan ortak çıkarları ortadan kaldırmasına fırsat vermeyecekler; sorunların kalıcı anlamda 
çözümü için de daha yapıcı bir yaklaşım sergileyeceklerdir.

Esasen Özal, bu fikirleri ile ekonomik karşılıklı bağımlılık ya da diğer adıyla ticari barış yaklaşımının savunucusu ve önde gelen bir uygulayıcısıdır. Bilindiği 
gibi, realistlerin uluslararası politikayı “sıfır toplamlı oyun” olarak gören anlayışına karşı liberaller 1970’lerden itibaren “kazan-kazan” yaklaşımını 
daha gür biçimde seslendirilmeye başlamışlardır.1 Bu yaklaşıma göre, uluslararası ilişkilerde mutlak kazançlar değil göreli kazançlar önemlidir ve 
devletler, işbirliğine dayalı ilişkilerden daha karlı çıkacaklardır. Zamanla, uluslararası ilişkilerde çok-uluslu şirketler, ulus-aşan sosyal hareketler ve 
uluslararası örgütlerin rolünün arttığı, devletlerarası ilişkilerde iletişim/etkileşim kanallarının çeşitlendiği ve bu yeni koşullarda askeri güvenlik 
konularının belirleyiciliğinin azaldığı vurgulanmaya başlanmıştır.2 Bu öngörüler doğrultusunda gelişen ekonomik karşılıklı bağımlılık ya da ticari barış 
yaklaşımı, ekonomik bakımdan karşılıklı bağımlılık ilişkisi tesis edilen ülkeler arasında savaş ihtimalinin azaldığını iddia etmiştir.3 Bu iddia, çatışmanın 

Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneğiyol açacağı ekonomik zararların taraflar için katlanılamayacak kayıplar doğuracağı, ticari ilişkilerin geliştiği iki ülke arasında siyasi çözüm kanallarının ve toplumlar arası ilişkilerin gelişmiş olacağı, bu nedenle sorunlara siyasi çözüm yolları bulunacağı ve halkların savaşa karşı çıkacağı varsayımlarına dayandırılmıştır.4 

Özal’ın başbakanlık görevini devralmasına kadar Türk dış politikasında temelde realist bir yaklaşımın geçerli olduğu, komşularla ilişkilerin kronik bazı sorunlar etrafında döndüğü ve uzlaşı/işbirliğinden ziyade rekabet/çatışma anlayışının egemen olduğu görülmektedir.5 Kronik sorunlara yönelik uzlaşı/müzakere yaklaşımı, “taviz vermek” olarak algılanmıştır ve bu durumun karşı tarafın kazanacağı, Türkiye’nin kaybedeceği bir sonuca götüreceği görüşü yaygındır. Özal ise, Türkiye’nin yakın komşularından başlayarak bölgesindeki ülkelerle ilişkilerini “kazan-kazan” anlayışının geçerli olduğu bir zemine çekmeye çalışacaktır. 

Özal politikalarının temelindeki bu yaklaşım, ancak aktif ve çok yönlü bir dış politika ile hayata geçirilebilecektir. Bu doğrultuda Özal, gerek başbakanlık 
gerek cumhurbaşkanlığı görevlerini üstlendiği dönemlerde dış politika ile yakından ilgilenecektir. Özal’ın Türk siyasetinde etkin olduğu yıllardaki 
dış politik kararların arkasında ekonomi odaklı dış politika anlayışının belirleyici olduğu görülmektedir. Özal’ın dış politika temasları öncelikle ikili 
ticari ilişkileri geliştirme çabaları ile başlamış, sonrasında bölgesel ekonomik işbirliği girişimleri ile ileri boyuta taşınmıştır. Cumhurbaşkanlığı döneminde 
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (KEİÖ) kurulması ve Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (EİÖ) genişletilmesi bu doğrultuda atılan dikkat çekici 
adımlardır. Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde öncülük ettiği bu girişimlerin altyapısı önceden beri süregelen liberal ekonomik fikirlerine ve bu çerçevede 
kurduğu ekonomi-dış politika ilişkisine dayanmaktadır. Bu çalışmada, öncelikle, Özal’ın ekonomi öncelikli dış politikasının nedenleri incelenecek, 
ardından ekonomi ile dış politika arasında kurduğu ilişki farklı boyutları ile açıklanacaktır. Özal’ın ekonomi ve dış politika arasında kurduğu ilişki dört 
farklı boyutta tezahür etmektedir. Çalışmanın son kısmında bunlardan biri olan ekonomik karşılıklı bağımlılık yaklaşımına odaklanılacak ve bunun, 
Özal’ın başbakanlığı döneminde uygulamaya konulmasının dikkat çekici bir örneğini teşkil eden Yunanistan’a yönelik “zeytin dalı” diplomasisi detaylı 
biçimde incelenecektir.

Son yıllarda Türkiye-Yunanistan ilişkilerine dair çalışmalar, ilişkilerin ekonomi-politiğine, özellikle de iki ülke arasındaki ekonomik karşılıklı bağımlılık ile siyasi 
sorunların çözümü arasındaki münasebete odaklanmaktadır.6 
Bu durum, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde 1999 sonrasında gelişen ekonomik işbirliği ve göreli siyasi yakınlaşmanın bir yansımasıdır. Nitekim ilişkilerde 
siyasi sorunlar ve güvenlik krizlerinin belirleyici olduğu 1999 öncesi döneme ilişkin çalışmalarda ise iki ülke ilişkileri rekabet ve çatışma ekseninde 
ele alınmaktadır.7 

Ancak söz konusu literatürde Turgut Özal’ın başbakanlığı (1983-1989) dönemindeki gelişmelere yeterince yer verilmemektedir. 
Halbuki yukarıda da ifade edildiği gibi, Özal, Türk dış politikasının geleneksel çizgisinde önemli bir değişim gerçekleştirerek ekonomik ilişkileri dış politikanın 
merkezine oturtmuş, siyasi ve güvenlik konularının girdabındaki Türkiye-Yunanistan ilişkilerini ekonomik karşılıklı bağımlılığın tesisi yoluyla 
işbirliği zeminine çekmeye çalışmıştır. Buradan yola çıkarak, çalışmada, Özal dönemine ilişkin kapsamlı veriler sunularak literatüre katkı sağlanmak 
amaçlanmaktadır. 

Makale, Özal döneminin Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki yakınlaşmanın öncüsü olduğunu iddia etmekte ve bu dönemde iki ülke ilişkilerinde yaşanan gelişmeleri Özal’ın dış politika anlayışını merkeze alarak incelemektedir. Başka bir ifadeyle çalışmanın odak noktası Özal’ın ekonomi merkezli dış politikasıdır ve konu, 1980’lerdeki Türkiye-Yunanistan ilişkileri örnek olayı üzerinden incelenmektedir. 

Bilindiği gibi siyaset bilimciler genellikle çok sayıda örnek olayı karşılaştırmalı olarak incelemeyi tercih etmektedirler. Bunun temel nedeni, genellemelere 
ulaşmanın ya da kuramsal bir iddiayı test etmenin tek örnek olay incelemesi ile mümkün olmayacağına inanmalarıdır.8 Ne var ki bu durum, tek örnek olay incelemesinin literatüre bilimsel bir katkı sağlamayacağı anlamına gelmez. Aslında mesele incelenen örnek olayın niteliği ile ilgilidir.9 Seçilen örnek olay test edilen iddianın gerçekleşme ihtimali çok düşük olan 

Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneği bir örneğini (least likely case) oluşturuyorsa ve iddia bu örnek olay üzerinde gerçekleşirse, tek örnek olay incelemesinin sonuçları da literatüre önemli bir katkı sağlar. Ayrıca, söz konusu örnek olay, literatürde yeterince detaylı biçimde ele alınmamış ise, tek örnek olay incelemesi ile elde edilecek sonuçlar, sonra yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar için değerli bir veri niteliği taşır. Bu doğrultuda, eldeki çalışmada karşılaştırmalı bir analiz amaçlanmamakta, tek örnek olay incelemesi ile 1980’lerin kapsamlı bir analizi ve başka mukayeseli çalışmalar için nitelikli veri sağlanması hedeflenmektedir. 
Nitekim Türkiye-Yunanistan ilişkileri, ekonomik karşılıklı bağımlılık yaklaşımının test edilmesi için ilgi çekici bir örnek olaydır. İki ülkenin de birbirini tehdit olarak görmeleri, Ege ve Kıbrıs sorunu gibi çözülmesi zor siyasi sorunların ilişkileri sıklıkla kriz ve çatışma ortamına sürüklemesi ve toplumların birbirine yönelik beslediği tarihsel önyargı ve düşmanlık hisleri gibi nedenler Türkiye-Yunanistan ilişkilerini, ekonomik karşılıklı bağımlılık yoluyla barışçıl ilişkilerin kurulması iddiasının gerçekleşmesi için zor bir örnek olay kılmaktadır. 1980’ler iki ülke ilişkilerinde 1970’lerde yalanan gerilimin mirasını taşımaktadır ve bu on yılda da yeni krizler yaşanmıştır. 

Bu açıdan Özal’ın dış politikada yapmaya çalıştığı ekonomi odaklı paradigma değişikliğinin dönemin Türkiye-Yunanistan ilişkileri örneğinde ne ölçüde 
gerçekleştiği ilgi çekici bir araştırma konusudur. 

Buradan hareketle makalede şu araştırma sorularına cevap aranmaktadır:

(1) Özal’ın başbakanlığı döneminde ekonomi odaklı bir dış politika izlenmesi hangi nedenlere dayanmaktadır? Bu çerçevede özellikle 
Özal’ın siyaset anlayışı ve liderliğinin ekonomi odaklı dış politika anlayışının benimsenmesindeki etkisi nedir?
(2) Özal’ın ekonomi odaklı dış politika anlayışı bu dönemde ne ölçüde uygulamaya konabilmiştir? Bu dönemde atılan adımların sonraki dönemler 
üzerinde ne ölçüde etkisi olmuştur?

Makalede Turgut Özal’ın dış politika görüşünün ekonomik karşılıklı bağımlılık yaklaşımı ile örtüştüğü ve bu yaklaşımın dönemin Türk dış politikasında 
yaşanan değişimde belirleyici etkisi olduğu vurgulanmaktadır. Özal’ın ekonomik işbirliği ve uzlaşı vurgusunun, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin çatışmacı ve suçlayıcı bir anlayıştan yapıcı ve uzlaşmacı bir dile dönüşmesine katkıda bulunduğu ve bu yönüyle 1999 sonrası dönemde yaşanan Türkiye-
Yunanistan yakınlaşmasının öncüsü olduğu iddia edilmektedir. 

1. NİÇİN EKONOMİ ODAKLI DIŞ POLİTİKA? 

      Turgut Özal’ın ekonomi öncelikli dış politikası şu nedenlerle açıklanabilir:

(1) Bu dönemde ülkenin çözüm bekleyen en önemli sorununun ekonomi olarak görülmesi, 

(2) Özal’ın ekonomik politikalarla yakından ilgilenmeye uygun bir geçmişe/birikime sahip olması, 

(3) Ekonomik sorunların çözümünde rehberliğine başvurulan 24 Ocak Kararları’nın dışa açılma ve ihracatın artırılmasını öngörmesi ve

(4) Bu yaklaşımın dönemin ruhu ile uyuşması. 

Öncelikle, Özal’ın Türkiye’de önemli bürokratik görevler yürüttüğü ve sonrasında üst noktada siyasi görevler üstlenmeye başladığı dönem, ülkenin siyasi/
toplumsal istikrarsızlık içinde bulunduğu ve büyük ekonomik sıkıntılar yaşadığı yıllara denk gelmektedir. Türkiye’de enflasyon 1970’lerin ikinci yarısında 
şiddetli bir yükselişe geçmiş, 1980’e gelindiğinde üç haneli rakamları görmüştü. Tüketici fiyatları endeksi 1978’de %53,3 ve 1979’da %62 iken 1980’de %116,6’ya ulaşmıştı.10 Bu dönemde ülke çok büyük bir dış borç çıkmazı ile de yüzleşmişti. Dövizle ödenmesi gereken dış borçlar 1978’de 6,2 milyar dolar, 1979’da 9,2 milyar dolar ve nihayet 1980’de 11,3 milyar dolardı. Türk lirası ile ödenecek dış borçlar ise 1978 ve 1979’da sırasıyla 4 milyar lira ve 4,9 milyar lira iken 1980’de 9,6 milyar lirayı buldu.11 Kötü ekonomik tablonun halka yansıyan en önemli boyutlarından biri işsizlik oranlarındaki yükselişti. 1978’de işsizlik oranı %12,7 iken, 1979’da %14’e ve 1980’de %15,4’e ulaşmıştı.12 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte iç kavgalara bir şekilde son verilmiş olsa da, çok ciddi ölçekte bozulmuş bulunan ülke ekonomisinin düzeltilmesi ve halkın refah seviyesinin yükseltilmesi çok daha zor ve uzun vadeli bir çalışma gerektiriyordu. 

Özal, Anavatan Partisi’ni (ANAP) kurup bir siyasetçi olarak halkın karşısına çıktığında en önemli vaadi ekonominin düzeltilmesi idi. ANAP’ın seçim kampanyası boyunca otobüsten “Ekonominin lideri, enflasyonun freni Özal geliyor!” sloganları yükseliyordu.13 Nitekim Özal’ın seçimden kısa bir süre önce 
TRT’de yapılan açık oturumda üzerinde en çok durduğu konu ekonominin nasıl düzeltileceği idi.14 Ekonomi öncelikli vaatleriyle Kasım 1983’deki genel 
seçimi kazanan Özal, seçim sonrasında Tercüman gazetesine verdiği beyanatta da hükümetin önceliğini enflasyonu düşürmek ve orta direği güçlendirmek 
olarak açıkladı.15 Artık Özal için en öncelikli mesele, halka verdiği bu sözü yerine getirmek olacaktır. Dolayısıyla, dış politika dâhil eldeki tüm imkân ve 
araçlar ekonominin rayına oturtulması istikametinde kullanılacaktır. 

İkincisi, Özal’ın bürokrasi ve özel sektör geçmişinde ekonomi eksenli bir deneyim kazanmasının etkisidir. 

Turgut Özal Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların yanında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) müsteşarlığı ve Başbakanlık müsteşarlığı gibi üst düzeyde bürokratik görevler üstlenmiş, Türkiye ekonomisinin en büyük şirketlerinden biri olan Sabancı Holding’de yöneticilik yapmıştı. Askeri yönetim, dünya görüşü ve siyasi geçmişine dair ciddi bazı endişeler taşısa da16 ekonomik alanda böylesi önemli bir tecrübeyi haiz Özal’ı başbakan yardımcılığı görevine getirerek ekonomiyi ona emanet etmişti. Ekonomi konusunda ciddi bir deneyime sahip bulunan Özal’ın siyaset anlayışında da ekonominin öncelikli bir yerde olması kaçınılmazdı. Ülkenin içinde bulunduğu kötü ekonomik koşullara acil bir çözüm bulunması zarureti ile Özal’ın ekonomi alanındaki birikimi bir araya gelince, Özal başbakan olarak ekonomi politikalarının planlama ve uygulama süreçlerinde bizzat dümene oturacaktır.

Özal’ın ekonomi öncelikli dış politikasının üçüncü nedeni, ekonominin düzeltilmesiyle ilgili rehber olarak benimsediği 24 Ocak Kararları’nın Türk 
ekonomisinin dünyaya açılmasını öngörmesidir. 24 Ocak 1980 tarihli ekonomi paketi, Özal’ın Başbakanlık ve DPT müsteşarlıkları görevlerini birlikte 
yürüttüğü Demirel hükümeti döneminde uygulamaya konmuştu. Özal söz konusu kararların alınmasında etkin bir rol üstlenmişti. 24 Ocak kararları 
ekonomide devlet müdahalesinin azaltılması, serbest piyasa ekonomisine geçilmesi ve dış ticaret açığının kapatılmasını öngörüyordu.17 Özal, bu hedeflere ulaşmak için yeni bir girişimci sınıf inşa etme, dış ticaretin önündeki bürokratik engelleri kaldırma ve yabancı sermayenin ülkeye gelişini özendirme 
doğrultusunda adımlar attı. Özal’ın, hükümeti kurduktan hemen sonra Aralık 1983’de açıkladığı ekonomi paketi de 24 Ocak Kararları’nı pekiştirici nitelikteydi. 
Döviz rejiminin liberalleştirilmesi, ihracatı teşvik edici yeni hususlar, ithalatta kısmi liberalleşme, kamu iktisadi teşebbüslerinin idari bakımdan yapılandırıl ması ve yeni bir beş yıllık planın hazırlanması bu adımların başlıcalarıydı.

24 Ocak Kararları’nın rehberliğinde belirlenen bu hedeflerin gerçekleşmesinin merkezinde Türkiye ekonomisinin dünyaya açılması bulunuyordu. Özal, 
bunu yapabilmek için ekonomi öncelikli dış politika izledi, diğer bir tabirle dış politika gündeminin ilk sırasına ekonominin gelişmesi hedefini koydu. 
Aslında Özal’ın bu konudaki fikirleri daha eskiye dayanmaktaydı. Nitekim Özal, 1973 yılında Süleyman Demirel’e yazdığı ve Türkiye’nin sorunlarının 
çözümüyle ilgili düşüncelerini paylaştığı mektubunda “Türkiye’nin dış politikasının, iktisadi kalkınmanın istikametine getirilme zaruriyeti vardır”19 diyordu. 

Türkiye’nin Soğuk Savaş boyunca izlediği dış politika güvenlik merkezliydi ve Batı ile ortak savunma stratejisine dayanıyordu. Özal, hem Batı ile ilişkileri hem 
de genel anlamda Türk dış politikasını, süregelen güvenlik merkezli anlayışın sınırlarının ötesine çıkarmak ve ekonomik işbirliği düşüncesini dış politikanın merkezine oturtmak istiyordu. Böylesi bir yaklaşım, 

Soğuk Savaş’ın sona erdiği koşullar için olağan/sıradan görülebilir. Ancak, Çandar’ın belirttiği gibi, Özal, 1980’lerin başında dünyanın değişmekte 
olduğunu, özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılacağını ve iki kutuplu düzenin sona ereceğini öngörüyor ve bu gidişata göre Türkiye için bir gelecek vizyonu çiziyordu.20 

Özal’ın ekonomi odaklı dış politikasını pekiştiren bir husus da, Özal’ın benimsediği ve uygulamaya çalıştığı liberal görüşlerin, bu dönemde iktidarda 
bulunan İngiltere’deki Thatcher ve ABD’deki Reagan yönetimleri ile özdeşleşen yeni sağ düşünce ile örtüşmesidir. Değerler anlamında muhafazakâr, ekonomik bakımdan liberal görüşe dayanan yeni sağ siyaset, devletin müdahaleciliğine karşıydı ve kamu harcamalarını azaltmayı amaçlıyordu; devletin geri çekilmesine paralel olarak da bireyi ve serbest girişimi öne çıkarmaya çalışıyordu.21 Bu koşullarda Özal’ın politikaları iki büyük uluslararası güç tarafından da desteklendi. Thatcher’ın “Ben Özal politikalarının sonuna kadar savunucusuyum”22 demesi bu desteğin göstergesiydi.

2. ÖZAL’IN SİYASET ANLAYIŞINDA EKONOMİ-DIŞ POLİTİKA İLİŞKİSİ 

Özal’ın ekonomi ve dış politika arasında kurduğu ilişkinin birbirini tamamlayıcı nitelikte farklı boyutları vardır. Öncelikle, Özal, ekonomik ilişkilerin gelişimi ile sağlanacak karşılıklı bağımlılık ile devletlerin birbirine yönelik çatışmacı tutum içine girmeyeceklerine ve mevcut sorunların da oluşan yeni ilişki ortamında ve zaman içinde çok daha kolay biçimde çözülebileceğine inanmaktadır. Bu yönüyle Özal, Montesquieu’nün “ticaretin yumuşatıcı ve insani ilişkileri medenileştirici” etkisi olduğu görüşünü benimsemektedir.23 Ortak ekonomik menfaatleri paylaşan devletler, siyasi/ideolojik nitelikli sorunların ekonomik çıkarlarını zedelemesine müsaade etmeyeceklerdir. 

Bahsedilen yaklaşım, Özal’ın şu ifadelerinde somutlaşmaktadır: 

“Aralarında sorun bulunan ülkeler, ekonomik ilişkiler kurmak suretiyle bir çeşit ‘karşılıklı bağımlılık’ yaratırlar ve sorunlarını çözmeye bu alandan başlarlar, ardından da siyasi çözüm gelir. İnsanlar serbest biçimde ticaret yapabilirlerse, savaş ihtimali düşer. Almanya ve Fransa bile yaşadıkları tüm sorunlara rağmen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) içinde bir araya gelebilmişlerdir.”24 

İkincisi, Özal’a göre, dış politik temaslar ülkenin dış ticaretini özellikle de 
ihracatını artırmak için bir araç olarak kullanılmalıydı. Özal’ın benimsediği 
ekonomik kalkınma planı, ihracatın artırılmasını ülke ekonomisinin gelişimi 
için olmazsa olmaz bir gereklilik olarak görüyordu. Nitekim Özal’ın 2 Ocak 1984’te Milliyet’e verdiği bir demeçteki sözleri bu görüşü açık biçimde 
yansıtıyordu: “Japonya, Almanya ve Kore gibi ekonomik alanda bugün örnek 
atılımları gerçekleştirmiş ülkelere yakından baktığımızda; bu ülkelerin refah 
devleti haline gelirken, işe önce döviz gelirlerini artırmakla başladıklarını 
görüyoruz. Yani ihracat yoluyla.”25 Özal’ın ihracatı artırması için yapması 
gereken şeylerin bir yönünü bununla ilgili engelleri kaldırıcı ve teşvik edici 
nitelikte yasal düzenlemeler yapmak, diğer boyutunu ise ülkedeki girişimci 
sınıfı dışarıya açmak oluşturuyordu. 

Uzun yıllar yarı kapalı ve devletin müdahaleci olduğu bir ekonomik sistemde 
çalışmış bulunan Türk işadamları, ne yurt dışı ile iş yapmaya alışıktı 
ne de uluslararası rekabet şartlarına açıktılar. Bu koşullar altında Özal, dış 
politikayı bir “ticaret misyonu” olarak gördü26 ve yaptığı dış gezileri Türk 
işadamlarını dünyaya açmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. Türkiye, 
Özal’la birlikte, resmi yurt dışı seyahatlere kalabalık bir işadamı topluluğunun 
da dâhil edilmesi uygulaması ile tanıştı. Özal’ın başbakanlık görevine geldikten sonra Orta Doğu ve İslam devletleri başta olmak üzere çok sayıda ülkeye düzenlediği yoğun ziyaret programının ana hedefi bu ülkelerle ticareti 
geliştirmek ve yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmekti. Bu gezilerde uçağın 
önemli bir bölümünü işadamları dolduruyordu. Bir gazeteci Özal’a o vakte 
kadar çok alışık olunmayan bu uygulamanın gerekçesini sorduğunda şöyle 
cevap verecektir:

“Eğer Avrupalılaşmak istiyorsak, Avrupalılar gibi hareket etmek zorundayız. 
Bugün İngiltere Başbakanı başını örtüp Suudi Arabistan Kralının önüne giderek, İngiliz işadamlarının dertlerini çözmek için tavassutta bulunmaktadır. Çünkü İngiliz işadamlarının dertlerini çözdüğü zaman İngiltere’ye döviz gelecektir. İngiltere daha zengin olacaktır.”27

Üçüncüsü, Özal, uluslararası alanda siyasi etkinliğe erişmenin ekonomik 
bakımdan güçlü olmaya bağlı olduğu gerçeğinin farkındadır. Bir gazetecinin 
“Sizi eleştirenler, dış politikayı ekonomi ağırlıklı olarak yönlendirdiğinizi 
iddia ediyorlar. Sizce, uluslararası ilişkilerde ekonomik kararlarla, siyasi 
tercihler arasındaki etkileşim nasıl olmaktadır? ” sorusuna karşılık

“Ekonomisi dışarıya el açmayı icabettiren bir ülkenin siyasi ağırlığı da 
olmayacağına inanıyoruz. Ekonomisi kuvvetlenen ülke siyasi ağırlığa 
sahip olur. Bir ülkenin dış siyasetinde benim kanaatim, ekonomi yüzde 
80 ağırlıktadır. Bütün ülkelerin, sefirleri, bakanları, başbakanları bugün 
artık mal satmak için uğraşıyorlar. Ve siyasi ağırlığı da buna göre 
ayarlıyorlar”28 

diyerek ekonomik güç ile siyasi etkinlik arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. 
Özal’ın ekonomik gücü diplomatik alana yansıtmasına dair önemli bir hadise, 12 Eylül ihtilali nedeniyle sırası atlanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığı’nın yeniden Türkiye’ye verilmesine dair oylamada İsveç üzerinde uygulanan baskıdır. Özal’ın talimatı ile önce Stockholm Büyükelçisi Haluk Özgül, sonrasında Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem İsveçli yetkililerle görüşmüş ve Türkiye aleyhine oy kullanması durumunda bu ülke firmasına verilen İstanbul hızlı tramvay ihalesinin iptal edileceği bildirilmiştir.29 Yani, Türkiye’nin elindeki ekonomik bir koz, başka bir ülkenin uluslararası alanda Türkiye lehine tutum takınması için bir baskı aracı olarak kullanılmıştır. Bu baskı sonucunda aleyhte olan İsveç oyu çekimsere dönmüş ve Türkiye, gereken üçte iki çoğunluğa ulaşarak dönem başkanlığını almıştır.

Son olarak, Özal, ekonomik gelişmenin, ulusal birliğin sağlanmasına ve ülkedeki 
demokratikleşme seviyesinin yükseltilmesine katkıda bulunacağı 
düşüncesine sahiptir. Özal’ın başbakanlık görevini üstlenmesinin ardından 
Avrupa ile ilişkilerde yaşadığı en önemli sorun, ülkede askeri darbe sırasında 
ve sonrasında mağduriyet yaşayan sosyal kesimlerin bulunması, iç barışın 
sağlanamamış olması ve demokratik ölçütler ile çatışan kanun ve uygulamaların 
sürdürülmesi gibi konuların karşısına çıkarılmasıydı. Bu yönüyle demokratikleşme ve ulusal barışın temini yönündeki gelişmeler Türkiye’nin dış 
politikada da önünü açacaktı. Özal, hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra 
yayımladığı yeni yıl mesajında 

“Başlangıçtan bugüne Cumhuriyet tarihimizi incelediğimizde, […] 
ekonomik ve sosyal gelişmenin gerçekleştiği dönemlerde vatandaşın 
birlik ve beraberlik içinde devletine güvendiğine, milli gelirimizin 
azaldığı dönemlerde ise, vatandaşların değişik kamplara bölündüğüne 
şahit olmaktayız. Demek oluyor ki ülkemizin ekonomik sorunlarının 
çözümü milli beraberliğimiz için önemli şartlardan birisi olmaktadır”30 
diyerek ekonomik refah ile ulusal birlik arasındaki ilişkiye temas etmekteydi. 

Özal, Temmuz 1984’te bir grup gazeteci ile söyleşisinde de beş yıllık iktidar 
görevleri sonunda istenen demokratik ilerlemenin sağlanabilmesinin ilk şartının 
ekonomide yakalanacak başarıya bağlı olduğunu vurguluyordu.31 Sonuç 
olarak, Özal’a göre, ekonomik kalkınma ulusal birliğin temini ve demokratik 
gelişmenin de önünü açacaktı. Bu da Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerindeki 
önemli bir sorunun aşılmasını sağlayacaktı. 

Tüm bunlarla birlikte, Özal’ın ekonomi öncelikli dış politika yaklaşımının 
geleneksel dış politika anlayışına sahip Dışişleri çevreleri tarafından 
kabul görmesi hiç de kolay olmamıştır. Özal’ın dış politikayı bir “ticaret 
misyonu” olarak kullanması ve bu doğrultuda işadamlarını dış gezilere 
yanında götürerek iş bağlantısı kurmalarını sağlamaya çalışması, Dışişleri 
mensuplarınca yadırganan bir husus olmuştur. AET’den sorumlu devlet bakanlığı (1986-1989), başbakan yardımcılığı (Mart 1989-Şubat 1990) ve dışişleri bakanlığı (Şubat 1990-Ekim 1990) görevlerini yapmış olan Ali Bozer, 
pek çok diplomatın işadamları ile ilişkide olmaya olumsuz baktığını ve bu 
tür bir ilişkinin etik açıdan yanlış anlaşılabileceği kaygısı taşıdığını dile getirmektedir.32 Özal’ın karşılıklı ekonomik bağımlılık ile siyasi sorunların 
çözüleceğine dair inancı da geleneksel dış politika yaklaşımına sahip 
zümrelerde benimsenememiştir. Dönemin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ercüment Yavuzalp’in hatıratında yer alan ve Özal’ın Yunanistan’la ilişkilerin 
düzeltilmesi girişimine dair şu satırlar geleneksel Dışişleri bürokrasisinin bu 
konuda Özal’la ayrıştığını göstermektedir: 

“Özal’a göre ilişkileri düzeltmek için önceliği iki ülke arasındaki ticari 
ve ekonomik ilişkileri düzeltmeye vermek lazımdı. […] Ben tersini 
düşünüyordum. Kanaatime göre iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik 
ilişkilerin, karşılıklı yararların gerektirdiği düzeye erişememiş olmasındaki 
temel nedeni siyasi sorunların çözülememiş olması ve bunun iki ülke ilişkilerinde yarattığı gerginlikti.”33 

Bu yıllarda Samim Lütfü müstear adıyla yazan Ali Sirmen de dış politikanın 
ekonomik ilişkiler eksenine oturtulmasını ve Dışişleri Bakanlığı’nın “Dış 
Ekonomik İlişkiler Bakanlığı” haline dönüştürülmesini eleştirmekteydi.34 
Cumhuriyet yazarı Sirmen, “Bir devletin dış politikasında kısa dönemli ekonomik 
çıkarların ötesinde ağır basan etkenler vardır” diyerek devletin özel 
bir şirket gibi yönetilemeyeceğini savunuyordu. Sirmen, devletlerarası ilişkilerin 
değerinin ekonomik çıkarlara göre belirlenemeyeceğini vurgulamakta 
ve şirketler için geçerli olan “karlı olmayan bir ilişkinin başkası ile ikamesi” 
politikasının uluslararası politikada işlemeyeceği görüşünü dile getirmekteydi. 
Dışişleri bürokrasisi başta olmak üzere geleneksel dış politika yaklaşımını 
benimsemiş çevrelerin muhalefetine rağmen, Özal, ekonomi öncelikli dış 
politika düşüncesinde ısrarcı olacak ve nihayetinde, başbakanlık koltuğunda 
oturmanın verdiği güç ve kararlı duruşu ile dış politikanın bu eksende şekillenmesi fikrini Dışişleri Bakanlığı’na kabul ettirecektir.35 


3. ÖRNEK OLAY: YUNANİSTAN’A YÖNELİK ‘ZEYTİN DALI’ 
DİPLOMASİSİ 

Özal’ın Yunanistan’a yönelik “zeytin dalı” diplomasisi, ekonomik karşılıklı 
bağımlılığın geliştirilmesi yoluyla siyasi olarak barışçıl ilişkilerin tesis 
edileceği fikrini uygulamaya koyduğu dikkat çekici bir örnektir. Bilindiği 
gibi, 1960’lar ve 1970’ler boyunca Kıbrıs ve Ege sorunları etrafında yaşanan 
gelişmeler iki komşu ülke arasındaki ilişkileri ileri seviyede germişti. Ekonomik 
gelişmeyi öncelikli politika hedefi olarak gören Özal, bunun önemli 
bir şartının iç ve dış politikada istikrardan geçtiğini biliyor, bu nedenle ne 
Yunanistan’la ne de başka bir ülke ile ilişkilerde gerginlik ve çatışma istemiyordu. 
Ekonominin içeride güçlenmesi, dışarıdan ise yabancı sermaye girişinin 
sağlanması için bu şarttı. Nitekim Özal, başbakanlık görevine başladıktan 
sonra Dışişleri bürokratları ile yaptığı bir görüşmede “Bana 10 yıllık barış 
sağlayın, ekonomiyi düzelteyim”36 diyerek bu düşüncesini paylaşıyordu. Bu 
sözün başka bir anlamı da şuydu: Yunanistan’la sorunların çözümü kalıcı 
olarak sağlanamasa da Türkiye’nin ekonomik kalkınması için gereken 10 yıllık 
süreçte yeni bir gerginlik yaşanmamalı, mevcut sorunlar yatıştırılmalıydı. 
1. Özal hükümeti programında “Hükümetimiz Yunanistan’a dostluk elini 
uzatmaktadır”37 denilerek Yunanistan’a yönelik barışçıl yaklaşımın ilk işareti 
verildi. 

Yunanistan’la ilişkilerin geliştirilmesi amacı hayata geçirilirken, geçmişin 
mirasını bir kenara koymak elbette bir hayli zor olmuştur. Çünkü iki tarafta 
da zihinler belirli sorunlara kilitlenmiş durumdadır. Bilhassa Kıbrıs sorunu, 
ikili ilişkilerde kritik bir düğüm noktasıdır. Birand’ın deyimiyle “yumurta 
mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?” ikilemi gibi, “Kıbrıs meselesi mi Türk-
Yunan uyuşmazlığına yol açıyor, yoksa Türk-Yunan uyuşmazlığı mı Kıbrıs 
meselesine?” sorusunun cevabı belli değildir.38 Nitekim Cumhurbaşkanı Kenan 
Evren, 6 Kasım 1983’deki genel seçim sonrasında oluşan parlamentonun 
açılış konuşmasında dış politika ile ilgili sadece Kıbrıs soruna değinmiş ve 
Yunanistan’ı suçlayıcı bir dil kullanmıştır: “Bu arada Yunanistan Başbakanı, 
açıkça Ada’nın bir Elen toprağı olduğunu ifade etmekten ve ülkeleri haçlı seferine çağırmaktan çekinmemiştir.”39 Evren, 17 Ocak 1984’te İKÖ toplantısı 


Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneği için bulunduğu Kazablanka’da BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar ile yaptığı görüşmede “Rum/Yunan tarafının anlaşmaya niyeti yoktur. […] Uzlaşma havası yaratırlarsa, ellerinde ABD Kongresinde kullanacakları propaganda malzemesi kalmayacağından endişe ederler”40 diyerek iki ülke arasındaki sorunların çözümüne dair ümitsizliğini ve bunun sorumluluğunun da Yunan tarafında olduğunu iddia ediyordu. Gerçekten de, Türkiye’de Evren’in ifadelerinde görülen bu anlayış ile Yunanistan’da 1. Papandreou hükümetinin 
Türkiye’yle uzlaşmaya yanaşmayan tutumu41 egemen olduğu müddetçe iki 
ülke arasındaki sorunların uzun yıllar daha sürmesi kaçınılmazdı. Taraflar 
birbirine karşı derin bir güvensizlik duyuyor, birbirlerini yayılmacı emeller 
taşımakla itham ediyor ve sorunlara “sıfır toplamlı oyun” perspektifinden 
bakarak taviz vermeye yanaşmıyorlardı.42

Özal, Türkiye-Yunanistan ilişkilerini Kıbrıs ve Ege sorunlarının daraltıcı/
çıkmaza sokucu çemberinden çıkarmayı amaçlıyor, bunun için de ilişkileri 
farklı bir zemine çekmek istiyordu. İşte bu noktada Özal’ın Türkiye-
Yunanistan ilişkilerine dair sergilediği yaklaşım, geleneksel bakışla ayrışıyor 
ve dikkat çekici bir yenilik getiriyordu. Turgut Özal başbakanlık koltuğuna 
oturduktan sonra düzenlediği ilk basın toplantısında dış politikayla ilgili kendisine yöneltilen tek soru Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarma hazırlığında olduğu ile ilgiliydi. Özal’ın bu soruya verdiği cevap, Yunanistan’la ilişkilere o vakte kadar hâkim olan anlayıştan çok farklı biçimde yaklaşacağının 
işaretiydi. Özal, çözülmesi bu aşamada zor gözüken bu tür konuları şimdilik 
bir kenara bırakılmasını isteyerek, ilişkilerin bundan sonraki seyri için 
düşündüğü yolu şöyle ifade ediyordu: 

“Ege meselesi, Kıbrıs meselesi, diğer konular çözülemiyor, bunları bir 
tarafa bırakalım, olduğu yerde donduralım, başka anlaşabileceğimiz 
konuları konuşalım diye düşünüyoruz. Yani nedir o konular, görüşebileceğimiz 
konular? İktisadi konular, ticari konular, turistik ilişkilerdir. 
Bunları konuşalım, belki bu yollarla diğer meseleleri, zor meseleleri 
çözebilecek psikolojik şartlara da yaklaşmış olabiliriz.”43 

Özal’ın bu sözleri, Öniş ve Yılmaz’ın çatışma yaşayan taraflar arasındaki ilişkilerin düzeltilmesine yönelik “tedrici yaklaşım” olarak kavramsallaştırdıkları 
anlayış ile örtüşmektedir. Öniş ve Yılmaz’a göre, tedrici yaklaşım, sorunların 
çözümüne dair beklentileri düşük tutar; ticaret ve turizm alanlarında 
işbirliği ile kültürel ve sivil etkileşim gibi mikro/alçak politika konularını 
öne çıkarırken Kıbrıs ve Ege sorunu gibi makro/yüksek politika meselelerini 
sonraya bırakır.44 Tedrici yaklaşım, sorunların çözümü için iyi bir başlangıç 
noktasıdır ve ilişkilerin güvenlik eksenli negatif tutumdan kalıcı işbirliğine 
dönüşmesi için bir geçiş dönemi sağlar. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,,

***

IRAKTAN IRAGA, Uydu Kentler ve Bazı Sorunlar



IRAKTAN IRAGA, Uydu Kentler ve Bazı Sorunlar 



2007 sonrası politika değişikliğinin bir etkisi de Iraklıların Türkiye’deki kalış sürelerinin kısalması ve bekleyiş halindeki mültecilere yönelik yönlendirmelerin daha sistemli bir şekilde gerçekleşmesi oldu. Türkiye’de geçici olarak kalabilmek için BMMYK’ya “geçici sığınma” başvurusu yapan kişilerin yasal ikamet izni alabilmek ve sosyal yardımlardan faydalanabilmek için Türk makamlarına da “geçici sığınma” başvurusunda bulunmaları gerekmektedir. Daha sonra, sığınmacılar başvuru dosyalarının incelenmesi döneminde İçişleri Bakanlığı’nın belirlediği bir “uydu kent”e yönlendirilmektedir. Türkiye’de uydu kent olarak belirlenmiş çoğu İç Anadolu’da bulunan 28 kent (Afyon, Ağrı, Aksaray, Amasya, 
Bilecik, Burdur, Çankırı, Çorum, Eskişehir, Hakkari, Isparta, Karaman, Kastamonu, Kayseri, Kırıkkale, Kırşehir, Konya, Kütahya, Nevşehir, Niğde, Silopi, Sivas, Tokat, Van ve Yozgat) bulunmaktadır.25 1994 yönetmeliğine göre düzenlenmiş yasal bir yükümlülük olarak uydu kentlere yerleştirilen sığınmacı ve mülteciler haftanın belli günlerinde polis merkezlerinde imza vermekte, böylece 
denetim altında tutulmaktadırlar. 

Geçmişte bekleyiş sürelerinin belirsizliği ve uydu kentlerdeki sosyal-ekonomik koşulların büyük kentlerde yaşamaya göre daha sıkıntılı olması dolayısıyla sığınmacılar bu illerde kalmak yerine kaçak olarak İstanbul gibi büyük şehirlerde kalmayı tercih ediyordu. Ancak yeni düzenlemeyle birlikte uydu kentlerde kalmamaları durumunda üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyeceklerinin farkında olan Iraklı mülteciler, iş imkânları çok kısıtlı olsa da, Anadolu illerine gitmeyi “zorunlu olarak tercih ediyorlar”. Sivil toplum kuruluşları ve diğer kurumlar da 
bu kuralın uygulanması konusunda kamu kuruluşlarına destek veriyorlar. 

Yukarıdan bahsedilen kuruluşlar arasındaki işbirliği, 2007’den beri Iraklı mültecilerin daha hızlı ve sorunsuz yerleştirilmesini mümkün kılmış olsa da, bazı sorunlar sürmektedir. Bunlardan başlıcası, Türk makamlarının çıkış harcı uygulamasıdır. Çıkış harcı, sığınmacı ve mültecilerin Türkiye’deki ikametleri süresince ödemek zorunda oldukları bir ücrettir. İltica başvuruları incelenirken veya üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyi beklerken geçici ikamet izni alan sığınmacı ve mülteciler, bazen 5 hatta 10 yıla kadar uzayabilen bu süreler için ikamet 
ücreti ödemek zorunda bırakılmaktadır. Çıkış harcı meselesi Türkiye’de bekleyişleri sırasında uzun süre kalmak zorunda olan ve yasal olarak 
çalışma imkânları olmayan Iraklı sığınmacılar açısından ekonomik anlamda oldukça sıkıntı yaratmaktadır. 

Bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları, bu sorunun çok acil bir konu olduğunu ve çözebilecek tek merciinin Türk makamları olduğunu belirtmektedirler. Ancak şimdiye kadar, BMMYK Türkiye Temsilciliğinin sığınmacı ve mültecilerin ikamet harcının kaldırılması için İçişleri, Dışişleri ve Maliye Bakanlıklarına yaptığı başvurular bir sonuç vermemiştir. 

Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD), 
İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD), 
İnsan Hakları Derneği (İHD), 
İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD), 
Mazlum-Der, Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-Der), 
Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi de, 26 Ekim 2009’da yaptıkları ortak bir basın açıklamasıyla 
Türkiye’de geçici ikamet izni alan sığınmacı ve mültecilerden alınan ikamet harcının kaldırılmasını talep etmişlerdir. 



POLİTİKA ÖNERİLERİ 


BÖLÜM 3: 


Irak göçüne yönelik politika önerileri birkaç başlık altında ele alınabilir. Göçü yavaşlatmak ve hatta geri döndürebilmek için Irak’ta yapılması gerekenler; ülkesinden ayrılmış olanlar için Türkiye gibi komşu ülkelerde yapılacaklar ve artık geri dönme koşulları ve isteği olmayanlar için kalıcı bir çözüm için yapılması gerekenler. 

İstanbul’da görüşme yaptığımız Iraklılar beklentilerini çok net ve basit bir şekilde ifade etmişlerdir: İstedikleri “herkes gibi güvenli ve düzenli bir hayat” yaşayabilmektir. Görüştüğümüz kişilerden pek çoğu ülkelerinden ayrılmış olmaktan memnun olmamasına rağmen Irak’taki koşullar yüzünden başka çareleri kalmadığını söylemişlerdir. Göçe neden olan en temel faktör, kişinin ülkesinde yaşadığı sorunlardır. Bu alandaki araştırmaların da gösterdiği üzere, göç hem ekonomik hem de psikolojik açıdan çok külfetli bir iştir. Memleketinde huzurlu bir ortama sahip olan hiç kimse durup dururken göçe kalkışmaz. Bu yüzden, hem Irak’a hem de komşu ülkelere ağır bir maliyeti olan bu göçü durdurmanın yolu Irak’taki koşulların iyileşmesini sağlamaktadır. 2003’te Saddam Hüseyin’in iktidardan düşmesiyle, bir iyimserlik ortamı oluşur oluşmaz göçün hız kesmesi gibi, bugün de Irak’taki ortam düzelse Irak’tan çıkışlar azalacak ve hatta belki geri dönüşler başlayacaktır. 

Hâlihazırda ülkesini terk etmiş ve Türkiye gibi komşu ülkelere sığınmış olanlar açısından ise, belli alanlarda yapılacak düzenlemelerle bu sıkıntılı sürecin daha az yara alınarak atlatılması sağlanabilir. Bu konulardan ilki sığınmacı ve mültecilerin ödemek zorunda olduğu çıkış harcı uygulamasıyla ilgilidir. Çıkış harcı, sığınmacı ve mültecilerin Türkiye’deki ikametleri süresince ödemek zorunda oldukları bir ücrettir. Türkiye’de geçici ikamet izni alan bir mültecinin, Türkiye’de çalışan yabancı bir şirket müdürü ile aynı ikamet ücretini ödemek zorunda kalmasını eleştiren sivil toplum örgütleri bu harcın kaldırılmasını talep etmektedir. Çıkış harcı uygulamasının kaldırılması, Türkiye’de çalışma izni edinemeyen ve kısıtlı maddi olanaklarla hayatlarını idame ettirmeye çalışan sığınmacıların yükünü hafifletmek açısından da önemlidir. 

Avrupa’da Türkiye’den başka yalnızca bir ülkede bulunan bu uygulamadan vazgeçilmesi, Türkiye’nin insan hakları alanındaki itibarını yükseltmesini 
ve yabancılara karşı misafirperverliğini kanıtlamasını da sağlayacaktır. 

Daha genel planda düşünülmesi gereken bir diğer konu da, göçmen ve sığınmacılarla çalışan kolluk kuvvetleri, sınır ve ikamet memurlarına bu alanlarla ilgili eğitim verilmesidir. Yetkili kişilere göç ve iltica konusunda bilgilendirme yapılması, sınır bölgelerinden büyük kentlere, sürecin farklı aşamalarıyla ilgili bilgi sahibi olmalarını, böylece daha sağlıklı kararlar almalarını sağlayabilir. 

Türkiye’de mültecilerle ilgili bir diğer konu uydu kent uygulamasıdır. İçişleri Bakanlığı’nın büyük kentlerdeki yığılmayı engellemek ve kurumların iş yükünün yerel yönetimlerle paylaşılmasını sağlamak açısından tercih ettiği bu yeni uygulama, sığınmacılar açısından bazı sıkıntılara neden olmaktadır. Sığınmacılar iltica başvurularının değerlendirilme süresince uydu kentler yerine, kozmopolit yapısı sayesinde daha kolay adapte oldukları ve iş olanaklarının daha gelişmiş olduğu İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde beklemeyi tercih etmektedirler. 
Sığınmacıların uydu kentlerde halkla kaynaşması ve geçimlerini sağlayabilmek için yasal çalışma izni alabilmeleri, bunun için de yerel yönetimler, sosyal güvenlik mekanizmaları ve sivil toplum örgütlerinin bilgilendirilmesi ve göçmenlere duyarlı yerel politikalar geliştirilmesi gerekmektedir. 

Son 10 yıldır göç ve iltica alanında giderek sayıları artan ve önemli bir aracı rolü üstlenen sivil toplum kuruluşları, önceki bölümlerde anlatıldığı gibi devlet ve BMMYK süreçlerine eklemlenir hale gelmiştir. Göçmen ve mülteciler alanında çalışan dernek ve benzeri kurumların desteklenmesi sayesinde olası gerilimlerin hafifletilmesi ve sorunların çözülmesi mümkün olacaktır. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarıyla belediyeler arasındaki iletişimin güçlendirilmesi ve paydaşlıklar kurulması göçmen ve mülteci meselesinin yönetiminde kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır. 

Sonuç olarak, Irak’tan Türkiye’ye göç çeşitli alanlarda sıkıntılar yaratmakla birlikte, bunların çözümü için sınırları güvensizlik ortamından kaçan kişilere kapatmak yerine, sivil aktörleri süreçlere dâhil eden daha kapsayıcı politikalar geliştirmek gerekmektedir. Göç sayesinde iki ülke arasındaki ticari, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkiler geliştiği unutulmamalıdır. İlişkilerin geliştirilmesinde şüphesiz diaspora grupları önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye-Irak ilişkilerinde 20. yüzyılın başından beri önemli bir rol üstlenen Türkmen derneklerinin başlıca 
faaliyetleri arasında diaspora siyaseti olması da bunun bir kanıtı olarak gösterilebilir. Ancak sadece Türkmenlerle değil, Iraklı diğer grup ve derneklerle de diyalog kurulması Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinin güçlendirilmesini sağlayacaktır. 

İki ülke arasındaki bağı geliştirecek en önemli unsurlardan biri göçmenlerdir. Irak’tan ayrılmak zorunda kalmış kişilerin ülkeleriyle bağlarını koruyabilmesi için Irak’a gidip gelebilmeleri önemlidir. Iraklı göçmenlerin Türkiye’ye yasal olarak giriş çıkışları ve kalışlarının kolaylaştırılması iki ülke arasında malların ve fikirlerin dolaşımını da hızlandıracaktır. İki ülke arasında sık ve rahatça seyahat edebilecek kişiler karşılıklı ilişkilerin gelişmesini mümkün kılacaktır. Bu özellikle, son yıllarda Türkiye’de ikamet izni almakta zorluk çeken Türkmenler için geçerlidir. 


SONUÇ 


Irak’ta bitmek bilmeyen çatışma ve şiddet ortamı, istikrarlı bir siyasi ve ekonomik yaşam kurulamaması, ülke dışına göçün devam etmesine 
neden olmaktadır. Uzun yıllardır devam eden bu süreç sonunda, pek çok aile ve topluluk geride hiçbir üyesi kalmamacasına Irak’ı terk etmiş veya baskılar sonucu ülke içinde yer değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Bu göçün hâlihazırda en bariz etkilerinden biri Irak’ın etnik ve dini çeşitliliğinin yok olması; ülkede mekânsal açıdan ayrışmış, toplumsal olarak parçalanmış bir yapının ortaya çıkması olmuştur. 

Bir başka önemli etki ise, eğitimli ve orta sınıf meslek sahibi kişilerin gerek genel çatışma ortamı gerek doğrudan kendilerine yapılan saldırılar yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kalmasıyla Irak’ın yetişmiş insan birikimini kaybetmesi olmuştur. Oysa bir ülkenin hem siyaseten, hem ekonomik ve toplumsal açıdan istikrar kazanmasında en önemli etkenlerden biri orta sınıfların ve eğitimli nüfusun oranıdır. Irak’ın geleceği tartışılırken sıklıkla göz ardı edilen ve telafisi on yıllar sürecek bu “insan kapasitesi kaybı” Irak’ın yeniden inşası sürecinde 
en çok sıkıntı yaratacak unsurlardan bir olacaktır. Bu göç Irak’ın toplumsal dengeleri açısından önemli bir kayma yaratmaktadır. Irak’ın kentli, eğitimli, meslek sahibi nüfusu komşu ülkelere kaçarken, ortaya çıkan tablo Irak’ın geleceği açısından çok da umut verici olmayan bir demografik, siyasi ve sosyo-ekonomik değişime işaret etmektedir. 


DİPNOTLAR 

1 Sığınmacılarla ilgili sayısal verilerin her kaynakta farklı verildiğini, dolayısıyla da çok güvenilir olmadıklarını belirtmek gerekir. Dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz Eylül 1988’de Türkiye’ye sığınan Iraklıların sayısının 62 bin 920 olduğunu açıklamıştı. (“Irak’a Sıcak Takip İzni Yok” Cumhuriyet, 6.9.1988.) Mesut Yılmaz’ın açıklamasından 3 gün önce gazetelerde sığınmacı sayısının yaklaşık 120 bin olduğu yazılmıştı. (“Kürtlere Çadırkent” Cumhuriyet, 4.9.1988). Daha sonra Türk yetkililer de, bu sayının 117 bin olduğunu ve bunların 51 bin 542’sinin sınır bölgesindeki kamplara yerleştirildiğini duyurdu (Kaynak 1992, 45-47). Farklı kaynaklardaki verileri incelediğimizde 1988’de Türkiye’deki Iraklı sığınmacıların sayısının yaklaşık 100 bin olduğunu söyleyebiliriz. 

2 Bu ambargonun yol açtığı ağır yoksullaşmanın gündelik hayattaki etkileri ve Iraklı kadınların deneyimlerine dair Nadje Al-Ali’nin çalışması 
çarpıcı örnekler sunmaktadır (Al-Ali, 2009). 

3 Bir karşılaştırma imkânı sunması açısından, aynı yıl Türkiye’de BMMYK tarafından üçüncü bir ülkeye yerleştirilen İranlı sayısının bin 
83 olduğunu hatırlatalım. UNHCR, “2005 Global Refugee Trends”, UNHCR yayınları, Cenevre, 2006. 

4 Londra merkezli Opinion Research Business (ORB) ve Independent Institute for Administration and Civil Society Studies’ın (IIACSS) 
ortak araştırmasının sonuçlarıyla ilgili haber için bkz. 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=246146 

5 Iraq Body Count adlı bağımsız kuruluşa göre, sivil ölümleri açısından en kötü yıl Mart 2006- Mart 2007 arasındaki işgalin dördüncü yılı 
olmuştur. 
http://www.iraqbodycount.org/analysis/numbers/year-four/.  Ayrıca bkz. (Al-Ali, 2009; 259-293). 

6 UNHCR, Resettlement of Iraqi Refugees, 12.3.2007 

7 Türkçede « grup halinde mülteci statüsü belirleme » olarak tanınan prima facie uygulaması, büyük ölçekli bir iltica akınında, dosyaları 
tek tek incelemeden herkesin mülteci sayılması demektir. Mülteci statüsünün bu şekilde verilmesi, kişisel statü belirleme işlemi yapılmadan 
grup halinde koruma ve yardım ihtiyaçlarının karşılanmasını mümkün kılar. 

8 New York Times’da yayınlanan bir habere göre, 2003’den beri ABD’ye yerleşen 30 bin Iraklı arasında, yaklaşık bin 500 kişi mülteci 
larak kabul edildi. Irak’taki krizin başlıca sorumlularından biri olmasına rağmen bu kadar az mülteci kabul eden ABD’nin aksine, İsveç 
2003’ten beri 40 ila 80 bin arası Iraklıya kapılarını açtı. Sadece 2007’de İsveç’e iltica eden Iraklıların sayısı 18 bin idi. Ancak, hızla artan 
mülteci nüfusu karşısında tedirgin olan İsveç de 2008’de daha sıkı bir kabul politikası uygulamaya başladı. “Iraqi Refugees Find Sweden’s 
Doors Closing” The Washington Post, 10.4.2008; “Iraqi Immigrants Face Lonely Struggle in U.S.”, New York Times, 12.8.2009; “U.S. to 
Allow 7,000 Iraqi Refugees”, Elise Labott, CNN, 15 Şubat 2007, 
http://edition.cnn.com/2007/POLITICS/02/14/us.iraq.refugees/index.html 

9 U.S Citizenship and Immigration Services, “Iraqi Refugee Processing Fact Sheet”, 11.2.2009. 

10 “Iraqi Refugees: Resettle the Most Vulnerable”, Refugees International, 16.1.2007 

11 Mülteci kabul eden ülkeler, son yıllarda başvuruda bulunanlara tam mülteci statüsü vermek yerine “insani koruma statüsü” adı altında 
sosyal ve ekonomik yükümlülükleri daha az olan bir statü vermeyi tercih etmektedir. 

12 UNHCR, Statistiques sur les Iraquiens déplacés dans le monde, 2007 
http://www.unhcr.fr/cgibin/texis/vtx/home/opendoc.pdf?tbl=SUBSITES&id=470387fc2 

13 “La Syrie appelle à une solution à la question des réfugiés irakiens”, Le Quotidien du Peuple, 2.8.2007. 

14 “Bam Ki Moon’dan Irak’a komşu ülkelere çağrı”, 17.04.2007, Voice of America-News, 
http://www.voanews.com/turkish/archive/200704/2007-04-17-voa19.cfm?moddate=2007-04-17 

15 Güvenlik güçlerine yakalanmadan Türkiye’den geçmeyi başaran pek çok göçmen olduğu da açıktır. BM kaynaklarına göre Avrupa ülkelerinde 
1996’da iltica talebinde bulunan 22 bin Iraklı Kürt bulunuyordu ve çoğu Avrupa’ya giderken Türkiye’den geçmişti. 


16 “Kürt Göçü Durmuyor” Özgür Bakış, 14.3.2000; “ Kürt mülteciler İtalya Sahilinde” Yeni Gündem, 21.7.2000; “ İtalya’da 250 Mülteci 
Daha ” Yeni Gündem, 13.8.2000; “ Sessiz Ama Büyük Göç ”, Yeni Gündem, 19.9.2000. 

17 28 Temmuz 1951 yılında Birleşmiş Milletler Mültecilerin Statüsü ve Vatansız Kişilere dair Konferans sonucu Mültecilerin Statüsüne dair 
Sözleşme’nin tam metni için bkz. 
http://www.unhchr.ch/html/menu3/b/o_c_ref.htm 

18 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin kabulüne kadar Türkiye’de iltica yasası yoktu. 2510 sayılı 1934 İskân Kanunu sadece “Türk kökeninden ve 
kültüründen gelen kişilerin” göçmen olabileceğini belirtiyordu. Bu kanunun 4. Maddesi Türk kültürüne bağlı olmayanların, anarşistlerin, 
casusların, göçebelerin ve çingenelerin Türkiye’de yerleşmesinin kabul edilmeyeceğini belirtiyordu (Kirişçi, 2000). 

19 Bu yönetmeliğin tam ismi “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit 
Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve 
Esaslar Hakkında Yönetmelik”tir. 

20 BMMYK, 
http://www.unhcr.org/cgi-bin/texis/vtx/home/opendoc.pdf?tbl=PUBL&id=4371d1a90&page=home 

21 Eğitim amacıyla gelenler arasında, Türkiye’ye yerleşenler dışında iki gruptan daha bahsetmek gerekir. Bunlar Irak’a dönenler ve transitlerdir. 
Gelen öğrencilerin bir kısmı eğitimleri bitince Irak’a dönmüştür. Bu kişilerin bir kısmı daha sonra çoğunlukla ticari faaliyetler için 
Türkiye’ye gidip gelmeye devam etmiştir. Transitlerse, Türkiye’deki eğitimlerinden sonra üçüncü ülkelere gidenlerdir. Arapça ve Türkçe 
bilmeleri ve diploma sahibi olmaları sayesinde Birleşik Arap Emirlikleri ve Libya gibi ülkelerdeki Türk şirketlerinde çalışmışlardır. Ayrıca 
daha az sayıda da olsa, Avrupa’ya yerleşen Türkmenler de bulunmaktadır. 

22 “Iraqis worldwide celebrate landmark vote” (Dünya çapında Iraklılar sınırtaşı seçimi kutluyor) 
http://www.cnn.com/2005/WORLD/
meast/01/28/iraq.expat.voting/index.html. 
Avustralya (11.806); Kanada (10.957), Danimarka (12.983); Fransa (1.041); Almanya (26.416); İran (60.908); Ürdün (20.166); Hollanda (14.725); 
İsveç (31.045); Suriye (16.581); Türkiye (4.187); BAE (12.581); İngiltere (30.961); Amerika (25.946). Bkz. BBC, 28.01.2005 
http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/4215393.stm) 

23 “Türkiye’deki Iraklılar Seçime İlgi Göstermiyor” Zaman, 19.01.2005; “Türkiye’deki Türkmenler, Kerkük’ün Geleceğini Etkileyecek Sürece İlgisiz” Zaman, 23.01.2005. 

24 2007 sonrası, Bağdat’tan gelenler arasında havayolunu tercih edenlerin sayısı dikkat çekici derecede yüksektir. Uçak biletlerinin 700-800 
dolar olması, özellikle ailece seyahat edenler için ciddi bir birikim gerektirmektedir. 

25 “Türkiye’de Mültecilik ve Sığınma Başvurusu, Helsinki Yurttaşlar Derneği, 
http://www.hyd.org.tr/multecielkitabi/kitap3.asp?idm=mands 


KAYNAKÇA 

AL-ALİ Nadje (2009), 1948’den bugüne Iraklı kadınların anlatılmayan öyküsü, İletişim Yayınları, İstanbul. 
AL-TİKRİTİ Nabil (2008), “US policy and creation of a secterian Iraq”, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications, Middle East Institute, Washington DC, sf.16-18. 
APAP Joanna, CARRERA Sergio ve KİRİŞÇİ Kemal (2005), EU-Turkey Relations in the Pre-Accession Period: Implementing the Schengen Regime and Enhancing Border Control, CERP report. 
ASLAN Mustafa ve PEROUSE Jean-François (2003), “İstanbul: le comptoir, le hub, le sas et 
l’impasse”, Revue Européenne de Migrations Internationales, cilt.19, no.3, sf.173–204. 
BAYRAKTAR Damla (2008), La Politique de Diaspora parmi les Turcs d’Irak, Yayınlanmamış Lisans 
Tezi, Galatasaray Üniversitesi. 
CHATELARD Géraldine (2002), “Jordan as a Transit Country: semi-protectionist immigration policies 
and their effects on Iraqi forced migrants”, working paper no.61, Robert Schuman Centre for Advanced 
Studies European University Institute. 
CHATELARD Géraldine (2005), “L’émigration des Irakiens de la guerre du Golfe à la guerre d’Irak (1990-2003)”, H. Jaber ve F. Metral (ed.), Mondes en mouvements: 
Migrants et migrations au Moyen-Orient au tournant du XIXe siècle, içinde IFPO, Beyrouth. 
DANIŞ Didem (2008), “Re-communitarization en route: Iraqi Christian Transit Migrants in Istanbul”, 
Viewpoints Special Edition, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications, The Middle East Institute, Washington DC, sf.23-25. 
DANIŞ Didem (2009a), “Irak’tan Uzağa: 1991 sonrası Irak’tan dışarı göç” Ortadoğu Analiz, cilt.1, no.6, Haziran 2009. 
DANIŞ Didem (2009b), “Arap Dayanışması Çözülürken: Suriye, Ürdün ve Lübnan’da Iraklı Mülteciler”, Ortadoğu Analiz, cilt.1, no.9. 
DANIŞ Didem ve PARLA Ayşe (2009), “Nafile Soydaşlık: Irak ve Bulgaristan Türkleri Örneğinde Göçmen, Dernek, Devlet”, Toplum ve Bilim, no.114, sf.131-158. 
DANIŞ Didem, PEROUSE Jean François ve TARAIGHI Cherie (2009), “Integration in Limbo: Iraqi, 
Afghan and Maghrebi Migrants in Istanbul”, A. İçduygu ve K. Kirişçi (ed.), Land of Diverse Migrations, içinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. 
DUMAN Bilgay (2010), Türkiye’ye Yönelik Türkmen Göçü ve Türkiye’deki Türkmen Varlığı, ORSAM, Rapor No.19. 
EGM (2001), Dünyada ve Türkiye’de Yasadışı Göç, Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü, Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanlığı. 
ERDER Sema (2000), “Uluslararası Göçte Yeni Eğilimler: Türkiye ‘göç alan’ ülke mi?”, F. Atacan, F. Ercan, M. Türkay ve H. Kurtuluş (ed.), Mübeccel Kıray İçin Yazılar, içinde Bağlam, İstanbul, sf.235-259. 
FAİST Thomas (2003), Uluslararası Göç ve Ulusaşırı Toplumsal Alanlar, Bağlam yayınevi, İstanbul. 
HIRO Dilip (2003), Iraq: A report from the Inside, London : Grante Books. 
HÜRMÜZLÜ Erşat (2006), Irak’ta Türkmen gerçeği, Kerkük Vakfı İktisadi İşletmesi, İstanbul. 
İÇDUYGU Ahmet (2003). Irregular Migration in Turkey, IOM Migration Research Series, Genova. 
KAYNAK Muhteşem (1992), The Iraqi Asylum Seekers and Türkiye (1988-1991), Tanmak, Ankara. 
KİRİŞÇİ Kemal (1993), “Provide Comfort and Turkey: Decision Making for Refugee Assistance”, Low Intensity Conflict and Law Enforcement, cilt.2, no.2, sf.227-253. 
KİRİŞÇİ Kemal (1994), “Refugee Movements and Turkey in the Post Second World War Era”, ISS/ 
POLS, İstanbul : Boğaziçi University Research Papers, sf.95-101. 
KİRİŞÇİ Kemal (1996). “Is Turkey Lifting the Geographical Limitation? The November 1994 Regulation on Asylum in Turkey”, International Journal of Refugee Law, cilt.8, no.3, sf.252-279. 
KİRİŞÇİ Kemal (2000). “Disaggregating Turkish Citizenship and Immigration Practices”, Middle Eastern Studies, cilt.36, no.3, sf.1-22. 
KİRİŞÇİ Kemal (2001), “UNHCR and Turkey: Cooperating towards an improved implementation of the 1951 Convention on the Status of Refugees”, 
International Journal of Refugee Law, cilt.13, no.1/2. 
LAFOURCADE Fanny (2001), Stratégies de Survie en Irak : l’exemple de l’institution universitaire, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Institut d’Etudes Politiques de Paris. 
LOGAN Joseph (2008) , “From exile to peril at home: returned refugees and Iraq’s displacement crisis”, Iraq’s Refugee and IDP Crisis: Human Toll and Implications, Middle East Institute, Washington 
DC, sf.33-35. 
SAATÇİ Suphi (2004), Hasretin Adı Kerkük, Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul. 
ŞİMŞİR Bilal N. (2004), Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler, Bilgi Yayınevi, İstanbul. 
UNHCR (2000), The State of the World Refugees: Fifty Years of Humanitarian Action, Oxford University Press. 
UNHCR (2006), “2005 Global Refugee Trends”. 
UNHCR (2007), Resettlement of Iraqi Refugees. 




****

IRAKTAN IRAGA, Türkiye’de Iraklıların Göçünü Düzenleyen Kurumlar



IRAKTAN IRAGA,  Türkiye’de Iraklıların Göçünü Düzenleyen Kurumlar 

2007’de uygulamaya geçirilen BMMYK’nın tavsiye kararı, Türkiye’deki Iraklı sığınmacı ve göçmen dinamikleri açısından yeni bir dönem başlatmıştır. Bu bölümde BMMYK’nın mülteci kabulüne yönelik politika değişikliğinin iki 
önemli alandaki etkisinden bahsedilecektir. İlk olarak, artan Iraklı iltica başvuruları karşısında, uluslararası kurumlar, sivil toplum kuruluşları 
ve Türk yetkililer arasındaki işbirliği ve görev paylaşımını inceleyeceğiz. İkinci olarak, Iraklıların başvurularına kabul almalarının kolaylaşması ve bürokratik süreçlerin hızlanmasıyla birlikte Iraklı mültecilerin Türkiye’deki kalış sürelerinin azalması ve sığınmacıların İstanbul dışındaki uydu kentlere kaydırılmasından bahsedeceğiz. 


Ankara’daki BMMYK merkezine bağlı olarak işleyen Iraklı mültecilerle ilgili iş paylaşımının İstanbul’daki başlıca aktörleri arasında BMMYK İstanbul, 

İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı (IKGV), 
Uluslararası Katolik Muhaceret Komisyonu (ICMC) ve 
Uluslararası Göç Örgütü (IOM) bulunmaktadır. 

İdari ve bürokratik merkez Ankara olsa da, İstanbul Iraklı göçmenlerin 
yoğun olarak yaşaması veya en azından bağı olması dolayısıyla farklı aktörleri bir araya getiren merkez haline gelmiş durumdadır. Bu aktörler dışında 

Helsinki Yurttaşlar Birliği, 
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), 
Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD), 
Keldani Asuri Derneği (KADER), 
Irak Türklerinin kurduğu dernekler (Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği-ITKYD ve 
Kerkük Vakfı başta olmak üzere) ve 
Caritas hukuki ve sosyal açılardan Iraklı mülteci ve sığınmacılara destek veren kuruluşlar arasındadır. 


 Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 


1951 yılında kurulmuş olan BMMYK, mülteciler için uluslararası koruma sağlamak ve mülteci sorunlarına karşı çözümler bulmak için hükümetlerle çalışan bir Birleşmiş Milletler kuruluşudur. Türkiye’nin Avrupa dışından gelen 
kişileri mülteci statüsüne kabul etmemesi dolayısıyla BMMYK Iraklıların üçüncü ülkelere yerleştirilmelerinde başlıca kurum olarak çalışmaktadır. Türkiye’ye Avrupa dışından gelen kişilerin yasal sığınma başvuruları ikili bir prosedürle yürümektedir: Türk Hükümeti’nin geçici iltica prosedürü ile BMMYK’nın mülteci 
statüsü belirleme prosedürü bir arada ilerlemektedir. Mülteci statüsü belirleme prosedürü sonucunda başvuru yapan kişiler kabul alırlarsa üçüncü bir ülkeye yerleştirilmekte veya ret almaları durumunda köken ülkelerine geri gönderilmektedirler. 

Başvuruda bulunan sığınmacıların dosyalarının incelendiği ve karar alındığı kurum olan BMMYK’nın Ankara dışında, Van’da ve İstanbul’da ofisleri bulunmaktadır. BMMYK sığınma başvurularını değerlendirmek dışında, 
sığınmacı ve mültecilere sınırlı da olsa, çeşitli sosyal yardımlar da sunmaktadır. Yeni başvuranlara bir seferlik yardım sağlanmakta, kabul edilenler arasından çok zor durumda olanlara aylık maddi yardım yapılmaktadır. 

2003 yılından sonra üç yıl boyunca Iraklıların dosyaları BMMYK tarafından askıya alınmıştı. BMMYK ana merkezi tarafından 18 Aralık 2006 tarihinde alınan tavsiye kararı sonrasında bu dosyalar hızla işlenmeye başlandı. Prima facie, yani mülteci statüsünün varışta belirlenmesi uygulamasına göre kuzeydeki üç eyaletten 
gelenler dışındaki Iraklılar mülteci olmalarını engelleyen herhangi bir durum olmadığı sürece doğrudan mülteci olarak kabul edilmeye başlandı. Bu karar 2007 yılından itibaren Türkiye’de sığınma başvurusu yapan Iraklıların sayısının artmasına neden oldu. 

Bu artış karşısında, BMMYK 2007 yılından beri diğer sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yürüterek sığınmacıların üçüncü ülkelere yerleştirilmesini yürütmeye devam etti. 

2.4.2. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı (İKGV) 


İstanbul’daki BMMYK bürosunun 2007’den beri yürütücü ortağı olan İKGV, 1988 yılında kurulmuş bir sivil toplum örgütüdür. Vakıf, özellikle kadın ve çocukların yetkinleştirilmesi ve desteğe ihtiyacı olan gruplara yardım edilmesine dönük çalışmalar yapmakta ve 2002 yılından beri İstanbul’da ve 2003 sonundan beri de Ankara’da sığınmacı ve mültecilere yönelik psiko sosyal destek çalışmasını yürütmektedir. 


Tablo-7: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği - Türkiye’ye Yeni Başvurular (1997-2007) 
Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, http://www.unhcr.org.tr/MEP/FTPRoot/HTMLEditor/File/avrupal%20olmayan%20yeni%20sgnma%20basvurular-97-2007.doc 


2007 sonrası dönemde, İKGV Iraklı sığınmacılar için en önemli aracı kurumlardan biri olmuştur. Ön kayıttan itibaren İKGV ile iletişim halinde olması beklenen sığınmacılar, kayıt sırasında kişisel veriler alınarak ofis aracılığıyla  Ankara’daki BMMYK’ya yönlendirilmektedir. 

Hassas durumda olanların (yaşlılar, hamileler, 18 yaşın altındakiler ve yalnız çocuklar) görüşmeleri İstanbul’da gerçekleşmektedir. Diğerleri Ankara’ya başvuru yapmaları için yönlendirilmekte, BMMYK’nın hazırladığı randevu mektubu İKGV aracılığıyla sığınmacılara verilmektedir. Kayıttan sonraki bekleme süresinde de İKGV uydu kentlere gideceklerin yönlendirmesini yapmaktadır. 


2.4.3. Uluslararası Katolik Muhaceret Komisyonu (ICMC) 

ICMC Türkiye bürosu bölgesel bir ofis olarak hizmet vermekte ve Lübnan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Pakistan dosyaları buradan 
yönetilmektedir. Amerikan fonlarıyla çalışmakta olan kuruluş Türkiye’den Amerika’ya gidecek Iraklı mülteci yerleştirmelerinin en önemli ayağını oluşturmaktadır. BMMYK’dan mülteci statüsü kazanmış kişiler İçişleri 
Bakanlığı’nın izniyle yaşadıkları uydu kentten İstanbul’a gelerek ICMC merkezinde gerçekleşen ön izlemeye (pre-screening) katılmakta ve 
Amerika’ya gönderilmek için gereken evraklar burada tamamlanmaktadır. Sonraki aşamada Amerikan İç Güvenlik Bakanlığı (U.S. Department of Homeland Security- DHS) yetkilileri yaptıkları yüz yüze görüşmelerle başvuranların uygun olup olmadığına kadar vermektedir. ABD’ye yerleştirilmesi kabul edilen mülteciler daha sonra kültürel oryantasyon programına alınmakta ve bu dönemde kabul alan kişilerin sağlık taraması, Amerika’da gidecekleri yere dair hazırlıklar ve son olarak da konsolosluk tarafından güvenlik kontrolü yapılmaktadır. Herhangi bir engelleyici durum olmaması halinde yol düzenlemelerini sağlayacak olan Uluslararası Göç Örgütü ile iletişime geçmesi sağlanmaktadır. Özetlemek gerekirse, ICMC Türkiye’de ABD’nin denizaşırı dosya işleme birimi (Overseas Processing Entity- OPE) olarak çalışmakta ve dosyaları karara hazırlayarak, güvenlik incelemeleri, kültürel oryantasyon, sağlık incelemeleri ve takibi de dahil olmak üzere bütün inceleme işlemlerini üstlenmektedir. ICMC 2008 yılında, 2007’deki işlem hacminin neredeyse üç katına çıkarak, Türkiye, Hindistan, Kuveyt, Lübnan, Nepal, Pakistan, Yemen ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde 8 bin 400 mülteciye destek sağlamıştır. Buna ek olarak ICMC yetkilileri Amerika’ya gidecek 4 binden fazla mülteci çocuk ve yetişkine üç günlük kültürel oryantasyon eğitimi vermiştir. Ancak ne yazık ki kurum, 2006’dan beri dosya yükündeki artışla birlikte sosyal hizmetler bölümünü kapatmak zorunda kalmıştır. 



2.4.4. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) 

Sürecin son adımı olan Uluslararası Göç Örgütü, Iraklı mültecilerin yerleştiril dikleri ülkeye gidişlerindeki lojistik destek konusunu üstlenmektedir. 
1951 yılında göç alanında hükümetler, hükümetler arası örgütler ve sivil toplum 
kuruluşlarını bir araya getirme amacıyla kurulan örgütün Türkiye ofisi, Kasım 2004’te çift taraflı bir sözleşmenin imzalanması sonucu açılmıştır. Dünya çapında 250’nin üzerinde ofisi bulunan IOM, mültecilere acil yardım, yeni ülkeye yerleştirmeler, göçmen sağlığı ve yasal göç alternatiflerinin desteklenmesi konularında çalışmaktadır. 

Ankara ve İstanbul’da iki ofisi bulunan IOMTürkiye’nin başlıca çalışma alanları arasında 2005 yılında hayata geçirilen insan ticaretiyle mücadele programı bulunmaktadır. Iraklılar açısından en önemli faaliyetiyse, Türkiye’den üçüncü ülkelere yerleştirilecek kişilerin gidişlerini düzenleme görevini üstlenmiş olmasıdır. Bilet rezervasyonu ve seyahate dair diğer masraf ve ihtiyaçlar IOM tarafından karşılanmaktadır. Görüştüğümüz IOM yetkililerine göre 
kendilerine başvuran Iraklıların yerleştirildiği ülkeler arasında başta ABD, Avustralya ve Kanada gelmekte; az sayıda Iraklı da aile birleşmesi yoluyla Avrupa Birliği ülkelerine gitmektedir. BMMYK ve ICMC ile ortaklaşa çalışan IOM 
yetkilileri 2007 yılından beri Irak’tan göç eden kişilerin Batılı ülkeler tarafından mülteci statüsü alabilmesi dolayısıyla örgütten yardım alan Iraklıların sayısında ciddi bir artış yaşandığını belirtmişlerdir. 2008 mali yılında 5 bin 500 kişiyle ilgilenen IOM’in hizmet verdiği dosyaların en az yüzde 80’i (4.640 kişi) Iraklılarınkiydi. 


2.4.5. Irak Büyükelçiliği/ Konsolosluğu 


Türkiye’de yasal olarak ikamet eden Iraklıların ilişkili olduğu kurumlardan biri de Irak Büyükelçiliği ve Konsolosluğudur. 1991 Körfez Savaşı sırasında çıkan isyanları şiddetle bastıran Bağdat yönetimini konsolosluk binası önünde protesto eden Türkmenlere karşı açılan ateş sonucu diplomatik bir skandal yaşanmış ve 
konsolosluk 2006’ya kadar kapanmıştır. Başlıca faaliyetleri arasında pasaport hazırlama olduğunu belirten konsolosluk yetkilisi, ancak Irak’taki hükümetin durumundan dolayı Avrupa ülkelerinin konsolosluk tarafından verilen pasaportlara güvenmediğini ve bu yüzden vize vermediğini eklemiştir. Konsolosluğun sınırlı sosyal faaliyetleri arasında, İstanbul’da yaşayan Iraklıları kaynaştırmak ve farklı grupları bir araya getirmek amacıyla iftar yemekleri düzenlemek de bulunmaktadır. Ancak İstanbul’daki Irak Konsolosluğu’nun henüz ekonomik ilişkiler dışında, Iraklı göçmenler için çok etkin bir rol olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. 

2.4.6. Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD) 

2006’dan beri Mülteci Destek ve Savunuculuk Programı (MDP) ile mültecilere yönelik hukuki yardım çalışmasına başlayan Helsinki Yurttaşlar Derneği, göçmenlere iltica ve mültecililik konularında çeşitli alanlarda ücretsiz hizmet vererek savunuculuk faaliyetleri yürütmektedir. 
MDP ile Helsinki Yurttaşlar Derneği “sivil toplum kuruluşlarını eğitmek, Türkiye’deki mültecilerin durumu hakkında yerel ve uluslararası kamuoyunda farkındalık yaratmak ve Türkiye Cumhuriyet yetkililerinin mültecilerin haklarını koruyan yasa ve uygulamalar ortaya koymaları için lobi yapmak” konularına 
odaklanmaktadır. Ücretsiz hukuki destek ve BMMYK’ya başvuru yapanların dosyalarının takip edilmesi bu programın ana bileşenleri arasında sayılmaktadır. 

Helsinki Yurttaşlar Derneği’nden görüştüğümüz bir yetkili 2003-2006 arasında Iraklıların başvurularının askıya alınması dolayısıyla bu gruba yönelik pek fazla çalışma yapmadıklarını belirtti. 2006 sonrasında az sayıda da olsa destek almak için başvuru yapan Iraklılar, ya kuzeydeki üç eyaletten geldiği için bireysel statü 
belirlemeye tabi olup başvuruları reddedilenler veya ikamet harcı sorunu konusunda başvuranlar olmuştur. 

2.4.7. Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği (ITKYD) 

Irak Türklerine ait Türkiye’deki en eski dernek olan Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği, Kerkük Katliamı ile aynı yıl olan 1959 yılında kurulmuştur. Derneğin başlıca kuruluş amacı Türkiye ve Irak arasında bir köprü oluşturmaktır. Bu amaçla dernek paneller, konferanslar, yayınlar ve televizyon programları düzenlemektedir. 

ITKYD hem Türkiye hem de Irak’taki Türkler açısından önemli bir merkez olarak bir köprü görevi üstlenmiş durumdadır. Dernek yetkililerine göre, Türkiye’de yaşayan Irak Türklerinin pek çoğu ITKYD ile iletişim kurmakta, İstanbul’daki Irak Türkleri nüfusunun da yaklaşık yüzde 90’ı bu derneğe kayıtlı bulunmaktadır. ITKYD bir yandan da Irak’taki Türklerin Türkiye ile bağlarını güçlendirmesi açısından etkili bir merkez rolü üstlenmektedir (Bayraktar 2008). 

ITKYD’nin Türk devletiyle Irak Türkleri arasındaki aracı pozisyonunun en önemli göstergesi bürokratik meselelerde söz sahibi olmasıdır. ITKYD ikametsiz göçmenler için hukuki destek vermekte ve izin belgelerinin hazırlanması 
hizmetleriyle ilgilenmektedir. ITKYD ayrıca Iraklı Türk göçmenlerin ihtiyacı olan ve çoğu kez devlet tarafından karşılanmasında vatandaşlık veya oturma izni olmamasından dolayı sorunlar yaşanan sağlık, eğitim ve iş bulma gibi konularda da yardımcı olmaktadır. Derneğin, Türkmen nüfusun Ankara, İzmir ve Konya gibi şehirlerde de şubeleri bulunmaktadır. 

2.4.8. Caritas 

Roma merkezli uluslararası bir Katolik hayır kuruluşu olan Caritas 1991 Körfez Savaşı’ndan beri Türkiye’deki Iraklı göçmenlere destek vermektedir. 
Kurum son iki yıldır Irak dışından kişilerle de ilgilenmektedir. Caritas’a başvuran 
Iraklıların çoğunluğunu Keldani Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Verilen destekler arasında başlıcası iltica sürecine veya aile birleşimine başvuracak kişilere dosyaları ve yasal süreçle ilgili danışmanlık hizmeti gelmektedir. Yabancı bir kuruluş olan Caritas’ın mültecilere yönelik çalışmaları Türkiye’de resmi olarak tanınmadığı için faaliyetleri sınırlı kalmaktadır. Buna rağmen, sınırlı da olsa ihtiyaç sahiplerine zaman zaman sosyal, sağlık ve eğitim desteği verilmektedir. 

2.4.9. Keldani-Asuri Yardımlaşma Derneği (KADER) 

2006 yılında, Keldani Asuri Süryani Yardımlaşma Derneği (KASDER) olarak kurulan dernek, bünyesindeki Süryani grubun başka bir dernek kurma isteği üzerine ismini KADER’e çevirmiştir. Dernek, başvuran kişilere ilaç, giysi, hemşire, tercüman gibi hizmetler dışında iltica başvurularıyla ilgili konularda da destek vermektedir. Derneğe başvuran herkesin BMMYK’ya kayıt olmasını özellikle isteyen KADER, statü inceleme döneminde BMMYK’ya başvuruda 
bulunan kişiye dair bilgileri Irak’taki kilise bağlantıları sayesinde derleyerek, BMMYK sürecini kolaylaştırmakta, kurumlarla Iraklı Hıristiyan sığınmacılar arasında aracılık rolü üstlenmektedir. Kurulduğu tarihten beri devlet tarafından resmi olarak tanınan derneğin aynı zamanda Brüksel’de ruhani lider olan başkanı vardır ve Birleşmiş Milletler nezdinde savunuculuk faaliyetleri de gerçekleştirme 

2.4.10. Uluslararası Af Örgütü 

İnsan haklarına saygı gösterilmesi ve bu hakların korunması için çalışan Uluslararası Af Örgütü 150’den fazla ülkede çalışmalarına devam etmektedir. Kampanyaları arasında mülteci hakları da bulunan örgüt, bu kampanya ile “sığınmacı ve mültecilerin mevcut prosedürlere erişimlerini ve Türkiye’deki yetkililerin ‘gerigöndermeme’ zorunluluğuna saygı göstermelerini” hedeflemektedir. Bu amaçla örgüt imza etkinlikleri, üniversitelerde mülteci hakları seminerleri, tır kampanyaları, mülteci hukuku eğitimleri ve bilgilendirme toplantıları düzenlemektedir. Ankara’da bir mülteci bürosu bulunan ve mülteci hakları konusunda savunuculuk faaliyetleri yürüten örgüt, 2003 sonrasında 
Irak’tan kaçan kişilerle ilgili de pek çok kampanya başlatmış, özellikle sınır dışı edilme durumlarına karşı çalışmalar yapmıştır. 

2.4.11. Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) 

1995’te kurulan dernek “mültecilerin, göçmenlerin ve geçici sığınma hakkı arayan insanların sorunlarıyla ilgilenmek ve bu sorunlara çözümler 
getirmeye çalışarak, insanlara yardım etmek” amacıyla hareket etmektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde konferans, kurs, seminer gibi bilinçlendirme çalışmaları yapan dernek sığınmacı ve mültecilerin sorunlarına çözüm getirecek kaynaklarla buluşmalarını sağlamak için arabulucu görevini üstlenmeyi hedeflemektedir. SGDD özellikle uydu kentlerdeki çalışmalarıyla dikkat çekmektedir. Derneğin Iraklı sığınmacı ve mültecilerin korunmasını güçlendirme projesi 2007 yılından beri İçişleri Bakanlığı’nın uydu kent olarak belirlediği Niğde, Aksaray ve Kırşehir’de ikamet eden Iraklı mülteci ve sığınmacıların korunma durumlarını ve sosyal koşullarını geliştirmeyi amaçlamaktadır. Ankara dışında Kayseri, Nevşehir, Kırşehir, Niğde ve Aksaray’da da temsilcilikleri 
bulunan dernek özellikle uydu kentlerde yerel yönetimlerle mülteciler ve yerel sivil toplum kuruluşları arasında aracılık rolü üstlenmektedir. 

***