28 Şubat 2017 Salı

ORTA DOGU’DA SU SORUNU VE TÜRKİYE AÇISINDAN İNCELENMESİ BÖLÜM 1



ORTA DOGU’DA SU SORUNU VE TÜRKİYE AÇISINDAN İNCELENMESİ,  BÖLÜM 1 



Metin SALTÜRK
*Stratejik Arastırmalar Enstitüsü Uluslararası İliskiler ABD, Ögretim Elemanı. 

Özet 

Dünyanın birçok bölgesinde suların tahsisi ve kullanımı ile ilgili çesitli uyusmazlıklar bulunmaktadır. Söz konusu uyusmazlıklar, havzaların 
degisik özellikleri ve ilgili ülkelerin jeopolitik konumları itibarıyla birbirinden ayrı nitelikler arz etmekle birlikte, genel olarak ortak sorun, suyun ilgili ülkeler arasında hangi ölçü ve ilkelere göre tahsis edilecegi konusunda odaklanmak tadır. Günümüzde bazı sınır asan sular için komsu ülkeler arasında varılmış anlasmalar yapılmış olmakla beraber, her birinin özelliginin farklı olması nedeniyle, bu anlasmaları baska bir sınır asan suya aynen uygulamak mümkün görülmemektedir. Bu çalısmada, sınır asan sularla ilgili antlasmalara yön veren konular incelenmistir. Gelecekte ciddi su sıkıntılarının beklendigi Ortadogu bölgesine komsu olan ve kendi su ihtiyaçlarını karsılayabilmek için büyük yatırım ve fedakârlıklara katlanan Türkiye'nin, su kaynaklarının mevcut durumu üzerinde durulmuş ve Türkiye'nin Güneydogu komsuları Suriye ve Irak ile komsu olmayan 

İsrail'in su konusunda son zamanlardaki politikaları ile Türkiye'nin rolü arastırılmıştır. 

Anahtar kelimeler: Türkiye, Ortadogu, Su, Sınır Asan Su, politika 


ORTA DOGU’DA SU SORUNU VE TÜRKİYE AÇISINDAN İNCELENMESİ 


Canlıların en temel ihtiyaç kaynaklarından birisi ve dogal kaynakların en önemlisi olan su, aynı zamanda yasamın ana kaynagıdır. Günlük ihtiyaçların 
yanı sıra; tarım, sanayi, ulasım gibi alanlarda da sudan ve onun meydana getirdigi imkânlardan istifade edilmektedir. 20'inci yy'ın ikinci yarısından itibaren su ve suyun paylasımı; özellikle, sınır asan sulara kaynaklık eden ülkeler tarafından uluslararası platformlarda tartısma konusu haline getirilerek, lehte 
kamuoyu olusturulmaya çalısılmıstır. Dünya su kaynakları kıt, su döngüsü degismezdir. Buna karsılık, hızlı nüfus artısı, yükselen yasam standardı ve 
ülkelerin sanayilesme çabalan; su gereksinimini artırmıs, su kaynaklarının paylasımı sorununu ortaya çıkararak, suyu 21'inci yy'ın en stratejik 
maddelerinden biri haline getirmistir. 

Dünya yüzeyinin yaklasık yüzde 70'i sularla kaplıdır. Mevcut suyun %97'sini okyanuslar ve denizlerdeki tuzlu su olusturmaktadır. Geriye kalan %3'lük kısmını ise canlıların ihtiyaçlarını karsılayan tatlı sular olusturmaktadır. Bu %3'lük su miktarının dünya üzerindeki dagılımı da son derece dengesizdir. 

Su kaynaklan ile ilgili gelenek ve yasaların insanlık tarihi ile birlikte dogdugu çesitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Uygarlıgın dogup gelistigi bölgelerden biri 
olan Anadolu ve Ortadogu; M.Ö. 3000 yıllarından itibaren insanlara sagladıgı su kaynagı ve su ulasım yollan ile temel yerlesim ve uygarlık alanlarından birisi 
olmustur.1 Su özellikle bu bölgede varlıgı ile medeniyetin besigi olurken, yoklugu da bu medeniyetlerin yıkılmasına yol açmıstır. Bilinen en eski uygarlık, 
ilk kez Fırat ve Dicle kıyılarında (Mezopotamya) kurulmustur. Arkeologlar bu bölgede 4200 yıl önce, 300 yıl boyunca etkisini gösteren bir kuraklıgın, 
Ortadogu'nun ilk uygarlıklarından Akad Uygarlıgı'nı çökerttigini belirlemislerdir.2 

Su ve suyun kullanımı tartısmalarını bir bakıma erteleme görevi yapan soguk savaş kosulları ortadan kalkınca konu 1990'lı yıllardan sonra tekrar 
tartısılmaya baslanmıstır. Su günümüzde önemini artırarak yasamsal kaynak olma özelligini sürdürmektedir. 1992 yılında Dublin'de toplanan Su ve Çevre 
Konferansında; suyun ekonomik bir deger, meta oldugu ve su kaynaklarının korunması ve gelistirilmesi gerektigi kabul edilmistir. 1995 yılında ise B.M. 
Dünya Gıda Örgütü (FAO) Dünya Gıda Günü için " Hayat için Su " baslıgını seçmistir.3 2000 yılı Dünya Su Gününün teması ise "21 Yüzyılda Su" konusu 
olarak seçilmistir. Dünya Su Forumunun ikincisi 17-19 Mart 2000 tarihleri arasında Lahey'de gerçeklestirilmistir.4 Bu toplantılar ve alınan kararlar, suyun 
genel olarak dünya için artan önemini göstermektedir. Kisi basına düsen su miktarı açısından kıtaların durumuna bakıldıgında; Asya' da 3000, Batı Avrupa' 
da 5000, Afrika1 da 7000, Kuzey Amerika' da 18000, Güney Amerika' da 23000 m3 dür. Dünya ortalaması ise 7600 m3 civarındadır.5 Türkiye'de ise 1735 m3 
olup, bu miktarla toplam ve faydalanılabilir su varlıgı arasındaki fark büyüktür.6 
Tablo 1'de ülkemizin akarsu havzaları belirtilmistir. 




Tablo -1 Türkiye'nin Akarsu Havzaları 
Kaynak: Mehmet Tomanbay, Dünyanın Su Bütçesi ve Ortadogu Gerçegi, (Ankara: Gazi, 998), 139.

Ülkemizin diger ülkelerle su varlıgı mukayesesinde kisi basına faydalanılabilir su varlıgının esas alınması daha dogru bir yaklasım olacaktır. Çok düzensiz yagış 
ve akıssartları, su kaynaklarının ekonomik olarak degerlendirilmesini sınırlayan bir faktördür. 

Dolayısı ile kisi basına düsen toplam su potansiyeli ile faydalanılabilir su potansiyeli arasında önemli bir fark bulunmaktadır.7 Bu açıdan Türkiye, 
sanılanın aksine su zengini bir ülke degildir. Bütün nehirlerimizden, çaylarımızdan ve derelerimizden bir yılda ortalama olarak 186 milyar m3 su 
akarken, Tuna Nehri'nin yıllık ortalama su potansiyeli 206 milyar m3'tür.8 Su zengini olmayan ülkemizde kisi basına düsen yenilenebilir su potansiyeli, 2000 
yılı nüfusu temel alındıgında yaklasık 3500 m3'dür. Kisi basına düsen teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir yıllık su miktarı ise 1500 -1735 m3 civarındadır ve 
ülkemiz su azlıgı yasayan bir ülke konumundadır. Dünya ortalaması olan 7600 m3'e göre, ülkemiz su fakiri olmamakla birlikte, su kısıtı bulunan ülkeler 
arasında sayılmaktadır.9 

Dünya' da 261 civarında uluslararası nehir ve göl havzası bulunmaktadır. Bunların 145 adedi iki veya daha fazla ülke tarafından paylasılan nehir havzalarından olusmaktadır.10 iki ülke arasında paylasılan nehirler ile ilgili sorunların çözümü digerlerine nazaran daha kolaydır. Nehirleri paylasan ülke sayısı arttıkça, paylasan ülkeler arasındaki sorunlar daha karmasık hale gelebilmekte ve çözümleri ise güçlesmektedir.11 

Suların Tanımı ve Bu Tanımlardaki Farklılıklar 

Dünyadaki sınır asan sularla ilgili anlasmalar incelendiginde; aralarında anlasmazlık olan kıyıdaş ülkelerin genellikle "hakça paylasım" ilkesini 
uygulayarak, sorunu çözdükleri ve hatta ortak sulama ve enerji üretim projeleri gelistirdikleri görülmektedir. Fakat bu çözümlerde uygulanan yöntemler, 
uluslararası hukuk alanında genellestirilemedigi gibi, kıyıdaş devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini belirleyen nitelikte uluslararası kurallar da 
bulunmamaktadır. Bununla birlikte bu ülkeler, Birlesmiş Milletler Genel Kurulu'nun "Devletlerin Ekonomik Hak ve Yükümlülükleri" hakkındaki 12 Aralık 
1974 tarihli kararın 3'ncü maddesini dikkate almakla yükümlüdürler.12 

Uluslararası bir kural haline gelen bu madde hükmüne göre; bu kaynakları paylasan ülkeler diger kıyıdaş ülkelere nehir sularından hakkaniyet ölçüleri 
içerisinde faydalanma ve paylasılmasına dikkat etmek zorundadırlar.13 
Sınırasan akarsular konusunda, uluslararası hukuk açısından dört yaklasım söz konusu olmustur.14 Bunlar: 

1. Mutlak Egemenlik Görüsü (Harmon Doktrini): İlk kez 1895 yılında ABD ile Meksika arasındaki Rio Grande nehri uyusmazlıgına uygulanmış olup yukarı kıyıdaş devletin mutlak egemenligini kabul eden bir görüstür. Bu görüş olumsuz yönleri içerdiginden artık terkedilmistir. 
2. Dogal Bütünlük Görüsü: Bu görüs, tamamen asagı kıyıdaş ülkenin yararına bir görüş olup mutlak egemenlik görüsüne bir tepki olarak dogmustur. 
3. Kullanımda öncelik: Bu görüş mutlak egemenlik görüsünün biraz daha esnek seklidir ve yukarı kıyıdaş devlet tarafından kullanılmasında asagı kıyıdaş ülkeninde önceliginin oldugunu kabul etmektir. 
4. Hakkaniyete uygun kullanım: Bu görüş de, ülkeler tarafından en fazla ragbet gören, benimsenen bir görüstür. 

Sınırasan sulara iliskin kabul edilen en son hukuksal belge, 17 Haziran 1999'da Londra'da gerçeklestirilen III. Çevre ve Saglık Bakanları Konferansında 
imzalanan "Su ve Saglık Protokolüdür. 35 ülkenin imzaladıgı Protokol, 1992 tarihli BM Avrupa Ekonomik Komisyonu (AEK) "Sınır asan Sular ve Uluslararası 
Göllerin Korunması ve Kullanımı Sözlesmesine ek olarak hazırlanmıstır. Temelde AEK Sözlesmesi ile aynı anlayısı yansıtan ve hatta sınır asan 
suyollarının kullanımına iliskin kısıtlayıcı bazı yeni ifadeler içeren Protokol ülkemiz tarafından imzalanmamıstır. 

Avrupa sularının ortak bir standarda göre korunmasına yönelik kapsamlı bir politika; 2000/60/EEC sayılı "Su politikaları alanında Topluluk için bir çerçeve su 
kanunu olusturmaya yönelik, 23 Ekim 2000 tarihli" Su Çerçeve Direktifi (SÇD) ile belirlenmistir. Ayrıca, sınır asan sular konusunda hukuksal olarak baglayıcı olan, 
" Sınır aşan Sular ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanımı Sözlesmesi" BM (AEK) tarafından hazırlanmış ve 1997'de yürürlüge girmistir. 
Fırat-Dicle nehir havzası, AEK Sözlesmesi kapsamına girmemektedir. Ancak AEK Sözlesmesi; sınır asan su kaynaklarını, su kaynagının havzasında yer alan 
ülkelerden olusan bir ortak organ marifetiyle yönetilmesini öngörmektedir. Ayrıca memba ülkelerinin su kaynaklarının gelistirilmesine iliskin olarak gerçeklestirecekleri projeler konusunda mansap ülkelerini önceden haberdar etme ve onaylarını alma zorunluluklarımda getirmektedir. Bu nedenle, özellikle henüz tamamlanmayan GAP göz önüne alınarak AEK Sözlesmesi bu asamada çevresel açıdan degil, stratejik ve uluslararası politikamız açısından degerlendirilmelidir.15 

BM Kalkınma ve Çevre Dünya Zirvesi (1992) ve 22 Mart Dünya Su Günü nedeniyle 1994'te hazırlanan BM Su Raporu'nda Türkiye, 2005 yılından 
itibaren kuraklıgın baş gösterecegi, 2025’te ise ekonomik olarak su sıkıntısını çekecek ülkeler arasında gösterilmektedir.16 

Birlesmiş Milletlerin 21 Mayıs 1997'de kabul ettigi, "Uluslararası Suyollarının Ulasım Dısı Amaçlarla Kullanımları Kanunu Hakkındaki Sözlesmesi" baslıgını tasıyan kararı, sınır-asan veya sınır-olusturan suların yer aldıgı havzaları "uluslararası suyolları" olarak tanımlamaktadır. Kıyıdaş ülkeler ile bu ülkelerle ekonomik anlasmaları olan ülkelere de görüsmelere katılma ve suların "hakça" (equitable) ve "makul" (reasonable) biçimde kullanılması ve "önemli zarara sebebiyet verilmemesi" (not to cause significant harm) esasını benimsemistir.17 AB'de 14 Nisan 2003 tarihli Türkiye Katılım Ortaklıgı Belgesi'nde Fırat ve Dicle nehirlerinden bahisle, AB Çerçeve Su Direktifi (SÇD) ve AB'nin taraf oldugu uluslararası sözlesmelere uygun olarak Türkiye'nin su sorunlarının çözülmesini öngörmektedir. Türkiye, AB'nin atıfta bulundugu sulara iliskin üç sözlesmenin hiçbirine taraf degildir. Sözlesme "uluslararası sular" kavramı temeli üzerine oturtulmustur. Türkiye, bu kavram yerine "sınır asan sular" kavramını kullanmaktadır. Bu yönü ile Fırat ve Dicle Irmakları Suriye ve Irak için "Uluslararası Su" Türkiye için ise "Sınır Asan Su" (Transboundary rivers) dur. 

Uluslararası sular ve sınırasan sular kavramları çok zaman birbirine karıstırılmıstır. Sınırasan su; Fırat ve Dicle gibi bir ülkeden dogan, beslenen ve 
bu ülkede bir müddet aktıktan sonra bir veya birkaç ülkeye akan sulardır. Uluslararası su ise iki devletin sınırlarını çizen sular olup iki ülke tarafından esit 
sekilde paylasılanlardır. Bu durumdaki sular Talveg hattı denen bir orta çizgi ile paylasıma tabidir ve ulasımda ortak kullanılır. Meriç (Türkiye-Yunanistan), 
Arpaçay (Türkiye-Ermenistan) bu türden sulardır. 

Meriç aynı zamanda sınırasan sudur. Bunun gibi bazı sular hem sınırasan hem de uluslararası su kavramına girmektedir.18 

Uluslararası Akarsu: iki ya da daha fazla sayıda devletin ülkesinden geçerek denizlere ulasan veya bu devletlerarasında dogal sınır olusturan akarsulardır. 

Genelde 20 Nisan 1921 "Barcelona Sözlesmesi" ile belirlenen hukuki statüleri geregi geçiş serbestlikleri vardır. 

Kıyı devletleri ulasımı engelleyecek önlemler alamaz ve özel hizmetleri karsılıgı dısında hiçbir ücret talep edemezler.19 Bu kural baska bir görüse göre ise su 
sekilde ifade edilmektedir; "Bir ülkenin topraklarından dogan, iki veya daha çok ülkenin topraklarını kat ederek bir denize veya göle dökülen akarsuların kollarını da kapsayan sulardır."20 Bir nehrin "uluslararası su" olarak kabul edilmesi durumunda, nehirdeki suyun kullanılmasında nehirden yararlanan tüm ülkeler 
söz sahibidir. Bir nehrin "sınırasan su" olarak kabul edilmesi durumunda, belirleyici olan nehrin dogdugu ve beslendigi ülkedir.21 Ulusal Akarsu ise, 
Kaynagından denize aktıgı yere kadar aynı devletlerin sınırları içinde kalan akarsulardır.22 Devletlerin kendi ülkeleri içerisindeki su kaynaklarını isletmesi ve bundan faydalanması "ulusal yetki" kavramı içerisinde ele alınmaktadır. Uluslar arası hukuk bu konuda ülke devletine tam bir hareket özgürlügü tanımaktadır.23 

Sınıraşan sular ile ilgili hukuksal çerçeve ile yapılan anlasmalara yönelik yaklasımlar 

Faydalanma hakkı; dayandıgı ilke "ülke egemenligi" kavramıdır. Bu kavrama göre olusturulmuş olan; Kanada ile ABD arasında Colombia Nehri'nin kullanılması hakkında çıkan bir uyusmazlıkla ilgili olarak ABD Dısisleri Bakanlıgı'nın, 1958 tarihli muhtırasında, kıyıdaş devletlerin faydalanma hakkı su 
sekilde teyit edilmektedir: ".... kıyıdaş bir devletin, uluslararası akarsu sistemlerinin egemenligi altında bulunan kesimlerinden, egemenlige dayanan azami faydalanma hakkı vardır...."24 oysa sınır asan sular ile ilgili olarak uluslar arası iliskiler açısından genel kabul görmüş olan husus; "Adil Kullanım 
Doktrini" ve "Akılcı, Hakça ve Optimum Kullanım" görüş ve doktrinidir. 

Uluslararası Suların Ortak idaresi Doktrini (Adil Kullanım Doktrini): Bu doktrin, suyun hakkaniyete uygun sekilde kullanılması gerektigi düsüncesinden 
hareketle, sınır asan nehirlerin üzerinde ortak yönetim kurulmasını saglamayı ve gerçeklestirilecek projelere tüm havza ülkelerin maddi destekte bulunması 
yolunda isbirligine tesvik etmeyi amaçlamaktadır. Bu fikirdeki anahtar nokta, suyun kıyıdaş ülkelere hakkaniyet ölçülerinde tahsis edilmesi ve kullanılması dır.25 

Aslında " Hakkaniyet " sübjektif bir kavram olarak degerlendirilirse taraflara anlasmazlık kapılarını açık tutmaktadır. 

Karsılıklı Haklar Doktrini (Akılcı, Hakça ve Optimum Kullanım Görüsü): 

Amerika'da toprak sahipleri arasında yeraltı su kaynaklarının kullanımı ile ilgili iç hukuk davalarında sıkça yer verilmiş bir doktrindir. Bazı hukukçular, bu 
doktrinin, uluslararası havzalar içinde uygulanabilir özellikte oldugunu savunmaktadırlar.26 Bu doktriner yaklasım Lozan da da benimsenmiş olup 
karsılıklı menfaati ön planda tutmustur. Buna göre; Lozan Barış Antlasması'nın 109’uncu maddesi söyledir27,28 "Tersine hükümler olmadıkça, eger yeni bir sınırın çizilmesi yüzünden bir devletin sularının düzeni (kanallar açılması, su baskınları, sulama, drenaj, ya da benzeri isler) öteki bir devletin topragında yapılacak islere baglı bulundugu, ya da bir devletin topraklan üzerinde, savastan önceki yapılan isler geregince, öteki bir devletin topraklarından çıkan sular ya da hidrolik enerji kullanılıyorsa, ilgili devletler arasında, her birinin çıkarlarını ve kazanılmış haklarını koruyacak nitelikte, bir anlasma yapmaları gerekir." Söz konusu bu madde ile getirilen hüküm, sınırların yeniden tespiti nedeniyle, / 2.ci Dünya Savası'nın baslamasından önce Türkiye-Suriye-lrak arasında mevcut bulunan su rejimlerinin devamını temin için bu üç devlet arasında anlasmalar yapılmasını öngörmektedir. Yapılacak anlasmalarla ilgili devletlerden birindeki su rejiminin, diger bir devletteki tesislere baglı olması halinde bunların degistirilme mesi, l nci Dünya Savası'ndan önce ilgili devletlerin kullandıkları su miktarının kazanılmış hak seklinde saklı tutulması saglanacak ve antlasmalar yapılırken, ilgili devletler birbirinin menfaatlerini de gözeteceklerdir. Kısaca ülkemiz açısından sınır asan sular ile ilgili olarak kabul edilen yaklasım Lozan'da da benimsenmiş olan yaklasımdır. 

Avrupa Birligi Komisyonu'nun, 06.10.2004 tarihinde, Brüksel'de açıkladıgı, Türkiye ile ilgili 2004 lerleme Raporu çalısma belgelerinden birisi olan, " Türkiye'nin Muhtemel Üyeliginin Avrupa Birligi'ne Etkileri " baslıklı belgede; Ulus asırı Konular baslıgı altında " Bölgede önemi bulunan konulardan biri kalkınma ve sulama için gerekli suya erisimdir. Ortadogu'da su konusunun stratejik önemi önümüzdeki yıllarda artacaktır. Dolayısıyla AB Fırat ve Dicle nehirlerine uluslararası bir kaynak ve sorun olarak bakma egilimindedir.29,30 Fırat ve Dicle nehirlerini uluslararası su olarak tanımlayan bir düzenleme yoktur. Türkiye sahip oldugu su kaynakları itibariyle Ortadogu’da belirleyici bir role sahiptir. Bu rol, Ortadogu'da suların paylasımında; " Su insanlıgın ortak malıdır " veya " Paylasılan kaynak " (shared resource) "Irak ve Suriye'nin daha fazla suya ihtiyacı oldugu, bu gerçeklesmez ise su savasının kaçınılmaz olacagı" gibi söylemleri tarihsel faktörleri de göz önüne alarak degerlendirerek; strateji ile politikaların olusturulmasını gerektirmektedir. 

Türkiye'nin Fırat ve Dicle'den yararlanma çabaları, karsılıklı güvenin çok güçlü olmadıgı bu bölgede daima kuskuyla karsılanmıstır. Genellikle Fırat, 
Dicle, Nil havzalarını da kapsayan, "su savaslarına yol açabilecek "kriz" senaryoları ile barış için alınacak önlemler konusunda çalısmalar ve yayınlar; 
1980'li ve 1990'lı yıllarda yaygınlasmaga baslamıs, GAP projeleri siyasal açıdan da uluslararası alana tasınmıstır. Türkiye'nin bölgesinde istikrar unsuru 
olarak kalkınmasını devam ettirebilmesi için mevcut su kaynaklarını en verimli sekilde kullanması ve koruması sarttır. Suyun dogal bir kaynak olarak; 
degerlendirilemeyen belli bir kısmının ihtiyacı olan ülkelere geçici bir süreyle pazarlanması da düsünülmesi gereken konulardan biridir.31 Çünkü Türkiye, 
GAP çerçevesinde yaptıgı barajlarla suyu düzenlemekte ve debi farklarından etkilenmeyecek bir sekilde komsu ülkelere su saglamakta, dolayısıyla dogal 
kaynagı verimli sekilde kullanılabilir hale getirerek büyük ölçüde onlara yararlı olmaktadır. Fırat ve Dicle'nin debileri kurak dönemlerde çok azalmaktadır. Bu 
yönü ile Türkiye'nin yürüttügü GAP aynı zamanda bölgesel bir barış yatırımıdır. 

Ortadogu da kıskırtılmaya egilimli bir yapı mevcuttur. Nitekim suyolu konusunda Sattül-Arap'taki anlasmazlıktan dolayı ran ve Irak 8 yıl savasmıs, ancak bu 
ülkelerin hiç birisi kazanç saglamamıstır. Savaş bu iki ülkenin petrollerine egemen olmalarını engellemis, silah satan ülkelerin cirolarını yükseltmistir. 
Fırat-Dicle havzasında Türkiye, mutlak egemenlik görüsünü esas almakla birlikte, G.A.P.'da yapılan çalısmalarla suyun kontrolünü bölgesel bir kalkınma 
projesine dönüstürdügü dikkate alındıgında, su ihtiyacının, hakça ve makul kullanım görüsü ile örtüstügü görülecektir. Bu yaklasım, hakça ve makul 
kullanımın temel felsefesine uygun oldugu gibi, havza bütününden en iyi yararlanma görüsünün de en iyi örneklerinden biridir.32 

Bölgemizde Su Sorununu Yaratan Etkenler: 

Ortadogu bölgesindeki beş önemli sınır asan nehir sisteminden üçü Türkiye topraklarından dogmakta veya denize dökülmektedir. Bu sular Fırat, Dicle ve Asi nehirleridir. 

Sınır asan sular konusu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kuruluş yıllarında 1920 Gümrü, 1921 Moskova, 1921 Ankara ve 1924 Lozan Antlasmalarında da gündeme gelmiş ve anlasma maddelerinde yerini almıstır. Bu anlasmalardaki sular, Türkiye'nin sınırlarını çizmek için ele alınmıstır. Türkiye'nin Güneydogu komsuları Irak ve Suriye, Dicle Nehri'nin su rejimiyle ilgili ilk talepleri Türkiye'nin 1950 ” lı yıllarda Fırat ve Dicle üzerinde barajlar insa etmeye baslaması ile ortaya çıkmıstır. 1970'lerden sonra Güneydogu Anadolu Projesinin (GAP) gelistirilmesinden sonra, Irak ve Suriye, Türkiye'nin suyu kendilerine karsı silah 
olarak kullanacagı endisesiyle; gerek uluslararası ortamda, gerekse de Türkiye'ye hasım unsurları ve terör odaklarını destekleyerek karsı taarruza 
geçmislerdir. Nihayet Türkiye ve Irak arasında imzalanan bir protokol uyarınca bölgesel sular sorununu görüsmek amacıyla 1978 yılında bir ortak teknik komite 
kurulmus, Suriye'de bu komiteye 1983'te katılmıstır. Bu komite de defalarca 
toplanmasına ragmen, 1992 yılına kadar bir sonuç alamamıstır. Görüsmelerin 
besincisinde Türkiye üç asamalı bir plan ileri sürmüstür. Bu plana göre; 

1. Su kaynakları envanter çalısmaları yapılmalı, 
2. Toprak kaynaklarının envanter çalısmalarını kapsamalı, 
3. Su ve toprak kaynaklarının envanter çalısmalarının sonuçları bu asamada degerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır. 

    Ancak Irak ve Suriye bu planı da kabul etmemiş ve buna karsı da bir alternatif sunmamışlardır.33 

Toplantılardan sonuç alınamamasının temelinde, Irak ve Suriye'nin Fırat ve Dicle üzerinde söz sahibi olmak istemeleri ve bu konuda uzlasmaz tutumları 
olmustur. Türkiye ise kendi topraklarından kaynaklanan bu sularda kimsenin bir hak iddia edemeyecegini; fakat hakça kullanım çerçevesinde komsularını 
magdur etmeyecegini belirtmistir.34 

Ortadogu'da su varlıgı konusunda tam bir görüş birligi yoktur. Yazar ve kaynaklara göre su miktarı çok çesitlilik göstermekte ve bu nedenle de sürekli 
tereddütleri beraberinde getirmektedir. 1990 yılı itibarıyla yapılan bir mukayesede; kisi basına düsen su miktarının ABD'de 10.000 m3, Kanada'da 

12.000 m3, Irak'ta 5.500 m3, Türkiye'de 4.000 m3, Suriye'de 1800 m3, Mısır'da 1100 m3, İsrail'de 460 m3 ve Ürdün'de 260 m3 oldugu belirtilmektedir. Bahse 
konu olan rakamlar dikkate alındıgında, bugün Ürdün ve srail'de ciddi bir su sorunu oldugu, Suriye ve Mısır'ın su anda normal durumda oldugu, Irak ve 
Türkiye'nin ise ihtiyacından fazla suya sahip ülkeler sınıfına girdigi görülmekte dir. Diger taraftan Ortadogu'daki mevcut suyun % 83'ü tarımda kullanılmak ta ve çiftçiler gereginden %70 daha fazla su kullandıkları da diger bir gerçektir. Petrol zengini bölge ülkelerinin (S.Arabistan, Kuveyt ve BAE) tarımda 
kendi kendilerine yeterli olma amacıyla yürüttükleri tarım projeleri de eklenildiginde var olan su kaynakları hızla azalmaktadır. Kaynaklar açısından 
yeterli suya sahip olmayan Ortadogu ülkeleri; var olan sulardan faydalanma hakkı konusunda da farklı düsündükleri için paylasımda zorluk çekmektedirler. 
Dokuz ülkenin topraklarından geçen "Nil" nehri özellikle Mısır, Sudan ve Etiyopya arasında ciddi sorunlar yaratmaktadır.35 Ortadogu'da bölgesel ve genel 
anlamda su sorunu, ülkelerin kendi içlerinde bulunan su rezervlerinin kullanılmasından degil, ülkeler arasında ortak kullanıma açık olan su 
rezervlerinin paylasımında sınırsız ve mantıksız isteklerden kaynaklan maktadır.36 Söz konusu olan bu rezervler, iki ve ya daha çok ülke 
toprakları içinde akan akarsulardır. Ortadogu'da sorun yaratan beş su havzası vardır. Bunlar; 

1. Türkiye'den kaynaklanıp, önce Suriye'yi sonra Irak'ı geçen Fırat ile Türkiye'den kaynaklanan Irak'ı geçerken Fırat'la birleserek Sattülarap'ta Basra 
    Körfezine dökülen; Dicle nehirlerinin olusturdugu havza, 
2. Golan tepelerinin batısından kaynaklanıp önce Teberiya Gölü'ne, oradan İsrail isgali altındaki toprakları geçerek Ölü Deniz'e dökülen Ürdün Nehri'nin 
    oluşturdugu havza, 
3. Bir kolu Viktorya Gölü'nden, öteki kolu Habesistan'dan baslayarak Sudan'da birlesen Nil Nehri havzası, 
4. Asi Nehri havzası, 
5. Batı Seria ve Gazze seridi ile güney Ürdün'deki yeraltı su kaynaklarının olusturdugu havzalardır. 


Fırat ve Dicle Havzaları'nın toplam yıllık ortalama dogal akım miktarı 3’ü veya su potansiyeli "85.26 milyar m3"dür. Bunun da 56.80 milyar m Türkiye'de, 5 milyar m3'ü Suriye'de 23.30 milyar m3'ü de Irak’tadır.37 Türkiye'nin elde edilebilir toplam su potansiyeli 205 km3 (193 +12), ekonomik olarak tüketilebilir su potansiyeli ise 110 ( 98 + 12 ) km3'tür.38 Türkiye 26 adet hidrolojik havzaya ayrılmıstır. Tablo-1 de görüldügü gibi havzaların verimleri son derece farklıdır. Fırat-Dicle Havzaları toplam ülke potansiyelinin %28,5'ini olusturmaktadır. Fırat-Dicle Havzaları ile Asi nehrini bu anlamda ele alırsak: 

Fırat nehri: Dogu Anadolu ve Toroslar kaynaklı Karasu ve Murat suyu tarafından beslenmekte, daha sonra Peri suyu, Pülümür çayı, Eski köprü çayı, Tohma Çayı ve Munzur çayı ile desteklenmektedir. Suriye'den Fırat'a katılan Balik ve Habur Irmaklarının da Türkiye'den dogdugu göz önüne alınırsa Fırat'ın %98 oranında Türkiye Kaynaklı oldugu söylenebilir. Basra Körfezi'ne dökülmeden 110 kilometre önce, Dicle ile birleserek Satt-ül Arap suyolunu olusturmaktadır. Fırat yıl boyunca oldukça düzensiz akan bir ırmaktır. Baharda artan suları yazın ve sonbaharda cılızlasmaktadır. 

Dicle Nehri: Dicle'nin Fırat'tan farkı Dicle'ye Anadolu'dan sonra Iran ve Irak’tan önemli ırmakların katılmasıdır. Dicle'yi olusturan kollar, Berkilin çayı, Batman çayı, Bitlis çayı, Ilısu, Botan çayı, Garzan çayı olarak sayılabilir. Dicle'nin akısında da Fırat gibi mevsimsel düzensizlikler gözlenmektedir. 

Asi nehri: Lübnan'da Bekaa vadisinden dogmakta, Suriye'yi geçtikten sonra Hatay'dan denize dökülmektedir. Sularının büyük çogunlugu Suriye tarafından kullanılan Asi nehrinden Türkiye ancak %2'lik kendi topraklarından kaynaklanan oran kadar yararlanmaktadır. 

Fırat-Dicle Havzaları konusunda bölge ülkelerinin Tezleri: 

Suriye'nin Tezleri: 

Suriye, Dicle ve Fırat'ın sınır asan degil uluslararası sular kategorisinde bulundugu ve bu nedenle kıyıdaslar arasında paylasılması gerektigini öne 
sürmektedir. Burada bir matematiksel formüle dayanarak payların hesaplanmasını önermektedir. Ayrıca Türkiye'nin suyu siyasal baskı amacıyla 
kullanmak istedigini savunmakta ve sorunun uluslararası kuruluslar hakemliginde çözülmesini talep etmektedir. Suriye ayrıca GAP'ın Fırat'ın 
sularında kirlenme ve tuzlanmaya yol açarak suyun kalitesini düsürdügünü savunmaktadır. 


Irak'ın Tezleri: 

Irak'ın öne sürdügü en önemli tez kazanılmış tarihsel haklar üzerinedir. 
Irak, yüzyıllardır. Mezopotamya bölgesi insanı tarafından kullanılan Fırat ve Dicle sularının kullanımının artık kazanılmış bir hak oldugunu ve Türkiye 
tarafından kısıtlanamayacagını öne sürmektedir. Ayrıca Suriye gibi 1987 protokolünün geçerliligini yitirdigini ve Türkiye'nin Fırat'tan bıraktıgı su 
miktarının yeniden saptanması gerektigini savunmaktadır. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

HAZAR HAVZASI’NDA ENERJİ DİPLOMASİSİ BÖLÜM 2


    HAZAR HAVZASI’NDA ENERJİ DİPLOMASİSİ BÖLÜM 2



1.2.2. Küresel Aktörler 

Roosevelt’in petrol karşılığında Suudi Arabistan’a askeri koruma sağlamayı üstlenmesinden sonra enerji güvenliği ABD dış politikasında temel unsurlar dan biri haline gelmiştir. 1980’de Carter doktrininin ilanı ile Orta Doğu’da enerji güvenliğine herhangi bir tehdit söz konusu olduğunda Amerikan askeri müdahalesi öngörülmekteydi. Hazar petrol kaynaklarının, Basra Körfezi kaynakları kadar zengin olması, Hazar’ın ABD için bir diğer stratejik bölge, hatta çıkar sahası haline gelmesine sebep olmuştur. Bölge ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, ABD, öncelikle bu ülkelerin, Sovyet mirası olarak kitle imha silahlarına sahip olmalarından dolayı endişe duymuştur. Bu yüzden ilk hedefi, ekonomik ve siyasi baskı uygulayarak, bölgeyi silahlardan arındırmak şeklinde belirlenmiştir. ABD’nin eski Sovyet Cumhuriyetleri ile ilgili öncelikleri, bu ülkelerin uluslar arası sisteme entegre olmaları ve enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde uluslar arası pazarlara taşınmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek içinse, bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerin, piyasa ekonomisini benimsemelerini ve demokratik bir yapıya sahip olmalarını desteklemektedir. 

Azerbaycan ve Kazakistan doğalgaz kaynaklarından faydalanmak için antlaşmalar imzalayan Amerikalı şirketler, bu sayede ABD’nin Orta Doğu’ya olan bağımlığını azaltmak istemişlerdir. 1994’te Asrın Antlaşması ile beraber, Amerikalı şirketler, Hazar petrollerinin işlenmesi ve pazarlanmasına ilişkin projelerde önemli paylara sahip olmuşlardır. 21 Temmuz 1997’de ise ABD Dışişleri Bakanlığı, Hazar’ı “sorumluluk sahası” olarak gördüklerini ilan etmiştir. Bir diğer deyişle, ABD, Hazar’daki enerji kaynaklarının güvenliğini sağlanmasın da sorumluluk aldığını ilan etmekteydi. Enerji nakil hatlarında doğu-batı koridoru projesini destekleyen ABD, yeni bağımsız olan devletler üzerinde İran etkisine karşı Türk modelinin yerleşmesini öngörmekteydi. Kendi açısından “dost” olmayan ülkeler aracılığıyla enerjinin taşınmasına ve enerji akışının durmasına sebep olacak çatışmaların çıkmasına engel olma stratejisi gütmektedir. 

Hazar bölgesinde hâkimiyet kurmak isteyen ABD, tek taraflı veya çok taraflı antlaşmalar yoluyla bu amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Bu antlaşmalar arasında, Azerbaycan’la ve Kazakistan’la imzalanan ve Hazar Denizi’nde ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirilmesini öngören ve Hazar Koruma Programı gibi hava, deniz ve kıyıların karşılıklı kontrolünü taahhüt eden askeri antlaşmalar da vardır. Bunun gibi barışı koruma ve kriz yönetimi sağlamak amacıyla yürürlüğe girmiş olan askeri yardım programı Barış İçin Ortaklık da, ABD’nin bölgede etkin rol oynamasını sağlamaktadır. 1997’de Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova arasında imzalanan, 1999’da Özbekistan’ın katılımıyla örgüte dönüşen ve Avrupa ile Asya arasında bir ulaşım koridoru oluşturarak, Hazar petrollerinin güvenliğini sağlamayı hedefleyen GUUAM, ABD tarafından desteklenmiştir. Aynı yıl, bölgede Rusya’nın katılımı olmadan ilk kez uluslar arası nitelikli bir askeri tatbikat düzenlenmiştir. GUUAM aracılığıyla, Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında etkisini azaltmak ve yeni kurulan devletlerin bağımsızlıklarını güçlendirmeleri amaçlanmıştır.24 11 Eylül saldırılarından sonra bölgeye 
askeri açıdan yerleşme imkânı bulan ABD, politik ve ekonomik olarak hiç olmadığı kadar bölgeye etki etmeye başlamıştır. Saldırılardan sonra enerji 
kaynaklarının taşınmasının yanı sıra, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da güvenliğin sağlanması da ABD’nin bir diğer stratejik hedefi olmuştur. Bu politikalar vasıtasıyla bölge devletleri üzerinde güvenliğe dayalı bir baskı unsuru oluşturmakta ve ekonomik çıkarlarını azami seviyeye ulaştırmaktadır. Terörle mücadele kapsamında Afganistan’a düzenlenen müdahalede, Özbek, Kırgız, Tacik ve Kazak havalimanları ABD uçaklarına açılmış, Rusya ile de aynı konuda işbirliği söylemleri gündeme gelmiştir. Günümüzde Kırgızistan’da ABD’nin askeri üs sahibi olması, bölgedeki Amerikan varlığını güçlendiren önemli bir faktördür. 

Hazar bölgesinde enerji arzından faydalanmak isteyen ve enerji politikalarına dahil olmak isteyen bir diğer devlet ise Çin’dir. Hızla büyüyen ekonomisiyle, 90’lara kadar, petrolde kendine yeten bir ülkeyken, günümüzde enerji ithali yapan bir ülkeye dönüşmüştür. 1978’den 2004’e kadar enerji tüketimi %245 oranında artarken, enerji üretimi %194 oranında artmıştır. Sanayileşme ve kentleşme hızla artarken ulusal kaynakların yeterli olamayacağı gözlenmekte dir.25 Bu sebeple de Hazar petrollerinden ve doğalgazından faydalanmak için stratejiler geliştirmektedir. 
Çin, sınır sorunları çözmek amacıyla, 1996 yılında, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kurulmasına öncülük etmiş ve Uygur bölgesinin istikrarlaştırılması ile 
radikal hareketlerin engellemesini hedeflemiştir. Çin enerji ihtiyacını stratejik güvenlik sorunu olarak algılamaktadır. Rusya gibi Çin de ABD’nin bölgedeki nüfuzunu kırmak istemektedir ve Kazakistan ile Türkmenistan’da enerji kaynaklarına yönelik projelerde etkin çaba göstermektedir. Orta Asya hidrokarbon kaynaklarını enerji ihtiyacı için öncelikli olarak gören Çin, Rusya’nın petrol ve doğalgaz dağıtım yollarını elinde bulundurmasından ve 
bölge ülkeleri üzerinde baskı kurmasından ekonomik çıkarları zedeleneceği düşüncesiyle, son derece rahatsızdır. Ancak Orta Doğu’daki enerji 
kaynaklarının üretim ve dağıtımının ABD’nin kontrolünde olması nedeniyle, Orta Asya ülkeleri ve Rusya ile projeler geliştirmeyi tercih etmektedir. 
Yükselen bir diğer devlet olan Hindistan da Çin gibi giderek artan nüfusu ve enerji ihtiyacını karşılamak için, istikrarsızlaşan Basra Körfezi’ne olan 
bağımlılığını azaltmak için Hazar bölgesine yönelmiştir.26 

Avrupa Birliği’nin enerji politikalarının üç temel belirleyicisi vardır: rekabet gücü, enerji arz güvenliği ve çevrenin korunması. Bu amaçlar için enerji tüketiminde kömürün payını koruyarak, doğalgazın payını arttırmak, nükleer enerji santrallerinin güvenliğini azami ölçüde sağlamak ve yenilebilir enerji kaynaklarının payını arttırmak temel önceliklerdir. AB’nin dış enerji kaynaklarına bağımlılığının artması sonucu, Orta Doğu, Hazar bölgesi ve Rusya ile yakın ilişkiler kurulmaktadır. Enerji güvenliğini sağlamak ve sürdürülebilir kalkınmayı devam ettirmek amacıyla, tek bir Avrasya enerji pazarı oluşturmak istemektedir. Bunun için de çoklu boru hatları politikası izleyerek, enerji ithalatında kaynak çeşitliliği yaratmayı düşünmektedir.27 

Enerjinin stratejik önemini 1973 petrol krizinden sonra gündemine alan AB, imzaladığı tüm antlaşmalara enerji işbirliğini de dâhil etmektedir. 1991 
yılında Avrupa Enerji Şartı’nı kabul etmiş ve Komisyon 29 Kasım 2000 senesinde enerji tedarikinin güvenliği ile ilgili Yeşil Kitabı yayınlamıştır. Bu kitabın en önemli ayağını çevrenin korunması oluşturmaktadır. 2006 yılında ise kalıcı, rekabet içinde, güvenli enerji stratejisi, AB tarafından onaylanmıştır. Phare, Mercosur, Tacis programlarıyla enerji işbirliklerini teşvik eden AB, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin de enerji politikaları üretmelerini desteklemek için Synergy programını ortaya koymuştur.28 

AB ekonomik temelli olan yardım programlarıyla Hazar bölgesinde istikrarın ve enerji güvenliğinin sağlanması için adım atmıştır: TACIS (BDT ülkelerine yönelik teknik yardım programı), TRACECA (Avrupa-Kafkasya-Orta Asya ulaştırma koridoru) ve INOGATE (Avrupa’ya ülkeler arası gaz ve petrol taşınması programı). Diğer yandan da Rusya ile 2005 yılında AB-Rusya Enerji Diyaloğu’nu başlatmıştır. Rusya da AB üyeleriyle ikili antlaşmalar imzalayarak Avrupa’daki etkinliğini arttırmayı başarmıştır. Ayrıca Baltık Denizi Boru Hattı (Kuzey Akım) ile Rus doğalgazının Avrupa’ya doğrudan taşınması öngörülmektedir. 13 Temmuz 2009’da imzalanan Nabucco Projesi ile de Gürcistan ve İran çıkışlı Hazar 
doğalgazının, Türkiye ve Bulgaristan üzerinden Avusturya’ya taşınması planlanmaktadır. Bu proje Avrupa’nın çoklu boru hatları aracılığıyla enerji 
arz güvenliğinin sağlanması ve tek bir Avrasya enerji pazarı oluşturma stratejisinin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. 

Görüldüğü gibi, Hazar petrol ve doğalgazı, her kıtadan devletin ilgisini çekmektedir. Kimi devlet askeri olarak bölgeye yerleşip kazanç sağlama 
yoluna gitmekte, kimisi ise kaynak sahibi ülkeler üzerinde siyasal yollardan baskı kurmaya çalışmaktadır. Enerji, gerek kaynak sahipleri gerek ulaşım 
sağlayan devletler açısından ekonomik ve siyasal getirileri olan bir unsurdur. Ancak enerjinin bütün devletlere aynı şekilde kalkınma sağladığını 
söyleyebilir miyiz? 

2. ENERJİNİN SİYASAL VE EKONOMİK KALKINMAYA ETKİSİ 

Enerji kaynaklarına sahip olan ülkenin siyasal ve ekonomik kalkınmışlık durumuna göre, enerjiden sağlanan getirinin değeri değişmektedir. Enerji 
kaynakları bir ülkenin uluslar arası arenada söz sahibi olmasını, olaylara yön vermesini sağlayabilmektedir. Ancak Hazar bölgesinde, bağımsızlığını 1991 
yılında kazanmış, demokrasi ve pazar ekonomisine geçmeleri batılı güçler tarafından desteklenen, bir yandan da Rusya’nın etkisinden kurtulmaya 
çalışan devletler için durum biraz daha farklıdır. Bu ülkeler kimi zaman ekonomik açıdan sömürülmekle karşı karşıya kalırken, kimi zaman siyasal olarak istikrarsızlıklarla baş etmek zorunda kalmaktadırlar. Hazar kaynaklarının uluslar arası pazarlara taşınmasının hem Türkiye açısından hem de bölge ülkeleri açısından etkilerini inceledikten sonra, bölgenin en zengin kaynaklarına sahip Azerbaycan’ın bu zenginliğini ne şekilde kullandığını göreceğiz. 

2.1. Geçiş Bölgesi olarak Türkiye 

Türkiye, nüfusu, coğrafi konumu ve iç kaynaklarıyla, stratejik öneme sahip bir ülkedir. Gerilimin her an tırmanışa geçebildiği, Kafkasya, Orta Doğu ve 
Balkanlar bölgesinin tam ortasında bulunan, bölgesinde çeşitli işbirliği örgütlenmelerine ön ayak olmuş güçlü bir ülke durumundadır. Adı geçen 
bölgelerle, tarihi ve kültürel bağları dolayısıyla da sadece doğu batı ekseninde değil, tüm bölgeler arasında bir köprü ve aracı rolü de üstlenmektedir. 

Soğuk Savaş’ın ardından değişen konjonktür ve çeşitliliği artan tehditler, yeni bir dünya düzeni oluşmasına sebep olmuştur. Bu yeni dünya düzeninde de, dış politikayı etkileyen en önemli unsurlardan biri enerjidir. Özellikle gelişmiş ülkelerin artan enerji ihtiyacı ve sınırlı kaynaklar, gözlerini petrol ve doğalgaz açısından zengin alanlara çevirmelerine sebep olmaktadır. Orta doğu, Kafkaslar-Hazar ve Rusya’nın enerji tedariki açısından önemleri göz önünde tutulduğunda, belki de en merkezi konumdaki ülke Türkiye olmaktadır. Türkiye, Avrupa ve bu bölgeler arasında siyasi ilişkiler bağlamında da köprü görevi üstlenmiştir. 

Hazar Havzası, Türkiye-Amerika ilişkileri için bir işbirliği sahası olurken, genel niteliği “ekonomik işbirliği ve siyasi rekabet” olan Türkiye-Rusya ilişkilerinde, özellikle enerji nakil hatları konusunda, rekabetin en yoğun yaşandığı bölge olmuştur. Türkiye bölge ülkeleriyle askeri işbirliğini geliştirmeye çalışırken, Kafkasya İstikrar Paktı gibi girişimlere de öncülük etmektedir. NATO kapsamındaki Barış İçin Ortaklık projesi, Türkiye’nin NATO üyesi olması sıfatıyla, bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesinde ve etkin bir aktör olmasında önemli bir vasıtadır. Ancak, Türkiye’nin Hazar bölgesi ile ilgili geliştirdiği politikaları yürürlüğe sokması ve bölgede etkinliği arttırmasının önünde bir takım engeller bulunmaktadır: engellerden biri, Rusya’nın bölge üzerindeki hâkimiyetinin sona ermesine rağmen, etkisinin sürmesini sağlayan elemanlara sahip olmasıdır. Nüfus ve ekonomik açıdan daha gelişmiş olması, bölge devletlerinin yöneticileriyle geçmişe dayanan ilişkiler, doğalgaz ve petrol ulaşım hatlarındaki egemenlik, bölgesel etnik sorunları kontrol etme gücü (Güney Osetya, Dağlık Karabağ, Abhazya), yeni bağımsız devletlerdeki Rus azınlıklar, Rusya’nın Türkiye’ye karşı avantajlı konumunu destekleyen temel sebeplerdir.29 

Son yıllarda, Türkiye ve Rusya arasında siyasi, askeri, teknik ve kültürel konularda işbirliği geliştirilmiştir. Ancak ekonomik ilişkiler yanında, siyasi 
ilişkiler aynı ivmeyle gelişmemektedir. Bunun sebebi, Rusya’nın “yakın çevre” olarak kabul ettiği bölgenin Türkiye içinde yakın çevre olduğunu reddetmesi dir. Bunun yanında, Rusya’nın PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmemesi, Rusya açısından ise Türkiye’nin Çeçenler’e destek verdiği iddiası ilişkilerin sorunlu boyutunu oluşturmaktadır. 2008 Ağustos’unda yaşanan Gürcistan Savaşı, Rusya’nın üstünlüğüyle sonuçlanmış olsa da, Türk Boğazları’nda NATO gemilerinin Karadeniz’e girmeleri, Türkiye’nin konumunun önemini bir kez daha kanıtlamıştır. Ayrıca, Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirme yönünde attığı adımlar, Rusya tarafından olumlu değerlendirilmekte ve Karadeniz’de istikrarın sağlanması amacıyla KEİ bünyesinde başlatılan BLACKSEAFOR önemli bir girişim olarak görülmektedir. 

Türkiye’nin daha etkin olmasının önündeki bir diğer etken ise, Sovyetler Birliği döneminde Kafkaslar ve Orta Asya ile Türkiye arasındaki bağlar tamamen kopmuş olduğu için, adı geçen bölgeler üzerinde sınırlı bilgiye sahipti. Gelişme yolundaki ülkelerle ticari, sosyal, siyasi, ekonomik, teknik, kültürel işbirliğini geliştirmek ve projeler hazırlamak amacıyla 1992’de Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) kurulmuştur. 1993 yılında Türksoy adı verilen proje başlatılarak, Türk kültürünün korunması, sonraki nesillere aktarılması ve kültürel dayanışmanın sağlanmasına çalışılmaktadır. Türkiye’nin etkinliğini arttırmasının önündeki bir başka engel ise, Rusya ve İran ile rekabet etmek zorunda kalmasıdır. Rusya’nın bölgeyi tanıması ve askeri varlığı sayesinde çok daha avantajlı bir konumda olduğu bilinmektedir. Ayrıca Rusya, Türkiye sayesinde bölge devletlerinin Batı’yla yakınlaşmasını istememektedir. İran ise Türkiye’nin ABD’nin bölgeye nüfuz etmesi için bir araç olduğunu düşünmektedir.30 

Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerji arzı güvenliğine katkı sağlayacak pek çok boru hattı inşa edilmiş ve yeni projeler üretilmiştir. Türkiye, geniş Hazar Havzası hidrokarbon kaynaklarının doğrudan Batı pazarlarına ulaştırılmasını öngören ve 21. Yüzyılın İpek Yolu olarak sunulan Doğu-Batı Enerji Koridorunun gerçekleştirilmesine ön ayak olmuştur. Kafkasya ve Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayan boru hattı projeleri, bölgenin Batı ile entegrasyonu açısından yararlı olacaktır. Güvenli ve ticari açıdan kârlı boru hatları, bölgeye istikrar ve refahın getirilmesine katkı sağlayacaktır.31 Hatlardan en önemlisi Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol boru hattıdır ve 4 Haziran 2006 tarihinde petrol taşımaya başlamıştır. 16 Haziran 2006’da da Kazakistan resmen BTC projesine dahil olmuş ve 2008’den itibaren hatta petrol pompalamaya başlamıştır. Yeni enerji ulaşımında ise Türkiye boğazlardan taşımayı sınırlandırmak amacıyla by-pass projeleri geliştirmektedir. Bu amaçla Trans-Anadolu By-Pass Petrol Boru Hattı için çalışmalar 24 Nisan 2007’de başlatılmıştır. 

Doğu-batı enerji koridorunun bir diğer önemli ayağı olan Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı 3 Temmuz 2007’de faaliyete geçmiştir. Bu hat aynı zamanda Kazakistan’dan ve Türkmenistan’dan doğalgaz akışını sağlayacak olan Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin de ilk adımı olarak değerlen dirilmektedir. Avrupa’ya çoklu boru hatlarıyla petrol ve doğal gazın taşınması için Türkiye’nin stratejik önemi arttıran bir diğer proje, Türkiye-Yunanistan-İtalya arasında boru hatları şebekelerinin enterkoneksiyonunun sağlanmasını amaçlayan Türkiye-Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Ulaştırma Koridorunun Geliştirilmesine İlişkin Hükümetler arası Anlaşma’nın 26 Temmuz 2007’de imzalanmış olmasıdır. Türkiye’nin anılan projeler aracılığıyla Norveç, Rusya ve Cezayir’den sonra Avrupa’nın doğal gaz tedarikinde dördüncü ana arter olma hedefi, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir işbirliği alanı açacak ve Avrupa’nın Asya ile bağlantılarını daha da güçlendirecektir. 

Son dönemde Türkiye, enerji konusunda yeni bir projeye imza atmıştır. 13 Temmuz 2009’da hükümetler arası anlaşma şeklinde imzalanan Nabucco 
Projesi, Gürcistan veya Iran çıkışlı olarak Hazar doğalgazını Türkiye ve Bulgaristan üzerinden Avusturya’ya taşımayı hedefleyen ve meydana geliş 
nedeni Rus doğalgazına olan bağımlılığı azaltmak olarak belirlenen bir projedir. En uzun geçiş hattı Türkiye üzerinden yapılacağı için Türkiye’nin enerji kaynaklarına ulaşımdaki önemi bir kez daha görülmektedir. Ancak, Nabucco hattının bağlanmasının planlandığı Trans-Hazar Hattı henüz inşa edilmemiştir. Rusya ile imzalanan Mavi Akım projesi ise, 12 protokol ve özel şirketler arasında imzalanan anlaşmalarla ortaya çıkmıştır. Amaç, Samsun-Ceyhan hattı ile Israil, Lübnan, Suriye ve hatta KKTC’ye petrol aktarımıdır. Sonuç olarak Rusya, enerji hegemonyasını sürdürmeye devam etmektedir. Türkiye açısından asıl önemli olansa 2011 yılında yenilecek olan doğalgaz anlaşmasında, satın alınacak miktarda azaltmaya gidilmesi veya üçüncü taraflara dolaylı satışa izin verilmesi suretiyle, metreküp bazında uzlaşmaya varılmasıdır. 


Türkiye, Rusya’nın Kafkaslar’daki ve Orta Asya’daki etki sahası politikasından ve devletlerin iç işlerine müdahale etmesinden rahatsızdır. Ancak Rusya’ya doğalgaz konusundaki bağımlılık ve aradaki antlaşmalar, Türkiye’nin Rusya karşıtı bir politika izlemesini engellemektedir. Aslında Türkiye tam da Avrupa ile Rusya arasındaki enerji rekabetinin ortasında yer almaktadır. Avrupa açısından Türkiye’nin Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarına ulaşmalarında neredeyse tek yol olması, Türkiye’nin siyasal gücünü arttırmaktadır. Buna karşılık, Hazar bölgesi devletleri için de Türkiye’nin batıyla ilişkileri kendilerinin de Rus baskısından kurtulmaları ve batı pazarlarına açılmaları açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Peki, bölgenin en zengin kaynaklarına sahip olan Azerbaycan, nüfuz mücadelelerinden nasıl etkilenmektedir? 32 



Tablo 1: Nabucco Projesinin Boru Hattı Uzunlukları



Harita 1: Türkiye’de inşa altında ola veya tamamlanmış boru hatları33 


2.2. Azerbaycan: Enerji güç mü? 

Hazar bölgesi, etnik kökenli çatışmaların ve büyük güçlerin bölgeye nüfuz etme çabalarından kaynaklanan istikrarsızlıkların yaşandığı bir bölgedir. Bu 
bölgenin en önemli ülkelerinden olan Azerbaycan, dünyada petrol endüstrisini kuran ilk ülkeler arasındadır.34 Soğuk Savaş sonrası bağımsız olan Hazar bölgesi devletleri arasında doğal kaynaklar bakımından en zengin olan ve nüfusu en fazla olan ülkedir. Azerbaycan’ın iç ve dış politikasında öncelikleri, Dağlık Karabağ sorunu ve enerji kaynaklarının en verimli şekilde uluslar arası piyasalara ulaştırılmasıdır.35 Enerjinin taşınması konusunda hem devletler hem de şirketler bazında bir rekabet yaşanmaktadır. 

Türkiye’nin Azerbaycan ile etnik, kültürel ve dilsel yakınlığı mevcuttur. Azerbaycan, Türkiye açısından Orta Asya’ya açılmada bir köprü olarak 
görmektedir ve enerji kaynakları bakımından ülkenin istikrar içinde olması taraftarıdır. Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettiğinde, ilk tanıyan devletlerden biri Türkiye’dir. Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgaliyle ortaya çıkan Yukarı Karabağ sorunu, Güney Kafkasya’da siyasi istikrarın, ekonomik gelişmenin ve bölgesel işbirliğinin önündeki en önemli engeldir. Yukarı Karabağ ihtilafı Azerbaycan’da bir milyonu aşkın insanın yerlerinden edilmesine ve Azerbaycan topraklarının %20’sinin işgaline yol açmıştır. Türkiye, Yukarı Karabağ sorununda Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü savunmakta, kalıcı ve adil bir çözüm bulunması için, AGİT bünyesinde kurulan MİNSK grubu içinde de görüşmelere katılmaktadır.36 

Rusya için de Azerbaycan, benzer sebeplerden dolayı bölgedeki öncelikli ülkedir. Daha önce de değinildiği gibi Rusya, Azerbaycan petrollerinin kendi toprakların dan geçirilerek uluslar arası pazarlara ulaştırılmasını istemekteydi. BTC hattı Rusya’nın dışarıda bırakılması sonucu doğurmuştur ancak rekabet ortamından faydalanan Rusya, Azerbaycan’ın topraklarının işgal edilmesine destek vermiştir. Karabağ sorununu, hem Azerbaycan hem de Ermenistan üzerinde etki kurmak için bir araç olarak kullanan Rusya, iç işlerine karışmasına rağmen, Azerbaycan’da askeri üs kurmak için izin almayı başaramamıştır. Karabağ sorununun çözümsüz kalması Rusya’nın hem Ermenistan’a askeri güvence vererek nüfuzunu devam ettirmesine hem de Azerbaycan’a baskı yapmasına yardım etmektedir. 

Rusya, Azerbaycan’ın Hazar petrollerine ilişkin konsorsiyum anlaşmasını engellemeye çalışmış, antlaşmanın imzalanmasından sonra da petrol 
şirketlerinin çalışmalarını yavaşlatmak için Hazar’ın hukuki statüsü sorununu sürekli gündemde tutmuştur. Rusya’nın bu girişimlerinin amacı elbette ki enerji pazarındaki yerini yeni satıcılara bırakmak istememesi ve Hazar’ın Rus tekelinden çıkıp uluslar arası güçlerin bölgeye yerleşmelerinden endişe duymasıdır. Rusya’nın önem verdiği bir diğer konu da Bakü-Novorossisk hattının güvenliğinin sağlanması ve bu sayede de boru hattı projelerinde üstün konumda kalmayı başarmaktır. Bir yandan bölgedeki askeri varlığını güçlendirmekte, diğer yandan da büyük enerji şirketleri vasıtasıyla ekonomik bir güç haline gelmeyi temel amaç olarak belirlemiştir. 

İran açısından Azerbaycan hem enerji hem de kendi güvenliği açısından önem taşıyan bir ülkedir. Azerbaycan petrolünün taşınması için kurulan konsorsiyuma dâhil edilmiş olan İran, ABD’nin karşı çıkması üzerine konsorsiyumdan çıkarılmıştır. Bu da elbette İran’ın enerji konusunda işbirliği için Rusya’ya yönelmesine sebep olmuştur. Enerjinin yanında askeri alanda da ABD’nin varlığını Rusya ile işbirliği yaparak dengelemeye çalışmaktadır. Ayrıca İran Azerbaycan’ın iç işlerine karışarak ve devrim ihracı aracılığıyla etki kurmak istemektedir. 

Dağlık Karabağ sorunu ABD için de çözülmesi gereken bir sorundur, çünkü Hazar petrollerinin nakli konusunda güvensizlik teşkil etmektedir. Çatışmalar sürerken, ABD koridor önerisini desteklemiştir, ancak günümüze kadar süren barış sağlama görüşmelerinden bir sonuç alınmasını, tüm girişimlerine rağmen, sağlayamamıştır. ABD Azerbaycan petrolünün Ermenistan üzerinden taşınması projesinin iki ülke arasında barışı sağlayabileceğini düşünmüşse de, Azerbaycan topraklarının %20’sini işgal eden Ermenistan ile bir işbirliği içine girmek istememiş ve petrolünü Gürcistan ve Türkiye üzerinden uluslar arası pazarlara ulaştırmayı tercih etmiştir. Petrolün Türkiye üzerinden taşınması projesi de ABD tarafından olumlu karşılanmış ve desteklenmiştir.37 

ABD, Azerbaycan’ın batı çizgisinde tutulması için mücadele vermektedir, çünkü ancak bu şekilde enerji güvenliğinin sağlanabileceğini düşünmektedir. Batı yanlısı bir Azerbaycan’ın ABD’nin Kafkas ve Hazar bölgesinde yürüteceği politikalar için son derece önemli bir ülke olduğu gözlemlenmektedir. Bu görüş 11 Eylül saldırılarından sonra Azerbaycan, ABD’ye terörle mücadelesinde tam destek vermiş, Afganistan’a müdahalesi sırasında hava sahasını açmasında kendini kanıtlamıştır. 

Azerbaycan, adı geçen tüm ülkeler için hem bir enerji kaynağı hem de Orta Asya’ya açılma bakımından önemli bir ülkedir. Bu yüzden bölgesel ve 
küresel ülkelerin yakın takibi ve etkisi altındadır. Siyasi, ekonomik ve askeri yollardan üzerinde baskı kurulmaya çalışılan Azerbaycan, pek çok kereler, 
hür iradesini kullanarak dış politikasında bağımsız kararlar almayı başarmıştır. Ancak Karabağ sorunun çözümsüzlüğü, Rusya’nın baskı politikaları ve İran’la yaşadığı Hazar Denizi ihtilafları, Azerbaycan’ın siyasal istikrar ve ekonomik kalkınmayı tam anlamıyla gerçekleştirmesinin önündeki engellerdir. 

Ağustos 2008 savaşı Rusya’nın üstünlüğü ve Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarının tanınmasıyla sonuçlanmıştır. Bu sonuç, Gürcistan’ın batıya olan güvenini sarsarken, Türkiye’nin, sınırlı imkânlarıyla yeterli desteği sağlayamamasından dolayı da bölgedeki imajı zarar görmüştür. Şubat 2010’da Rusya’nın Abhazya’da askeri üs kurmasına ilişkin imzalanan antlaşmayla Rusya’nın Karadeniz’deki varlığı desteklenmekte ve Rusya bölgede etkin bir aktör olmak için önemli bir aşama kaydetmektedir.38 Türkiye-Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi yönündeki açılım kapsamında, 10 Ekim 2009’da Zürih’te imzalanan protokol sonucu ise, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde bir takım sorunlar yaşanmaya başlamıştır. Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan-Türkiye sınırının açılmasının öngörülmesi, Azerbaycan’da 
tedirginliğe sebep olmuştur. Azeri milletvekillerinin Türkiye’ye gelerek açılımı engelleme çabaları, ucuz doğalgaz ithalatını öngören antlaşmanın iptalini gündeme getirmesi ilişkileri gerginleştiren adımlar olmuştur. “ Bir millet iki Devlet ” söylemi yara almış ve Azerbaycan, Rusya ile geliştirdiği yeni enerji işbirliği projelerinde Türkiye’yi dışlar bir tutum sergilemiştir.39 

Diğer yandan da Türkiye ile ilişkilerde yaşanan gerginliğin son bulması gerektiği Azeri milletvekilleri tarafından savunulmaktadır. Mart 2010’da Azerbaycan’ın Suriye’ye Türkiye’deki boru hatları üzerinden doğalgaz satmayı kabul etmesi ve Nabucco projesi, iki ülke arasındaki enerji ilişkilerini devam ettirecektir. 

SONUÇ 

Enerji, devletlerarasındaki ilişkilerde en önemli belirleyicilerden biri olmuştur. Üretici ve tüketici devletler, farklı amaçlarla da olsa, gündemlerine enerji politikalarını almaktadırlar. Üretici devletler, kendi kaynakları üzerinde karar haklarının olmasını ve farklı tüketicilere petrol veya doğalgaz satarak, ihracat gelirlerini belli bir seviyede tutmak hedefindedirler. Tüketici devletler ise, kaynağın devamlılığının, ulaşımının güvenliğinin ve fiyatların istikrarının sağlanması için politikalar üretmektedirler. 

Bu politikalar aslında bir kısır döngüye sebep olmaktadır: enerji kaynakları açısından zengin olan bölgelere nüfuz etmek isteyen devletlerin rekabetleri, enerji sahibi ülkelerde istikrarsızlıklara sebep olmaktadır. İstikrarsızlıklar ve bahsi geçen nüfuz mücadeleleri yüzünden, devletler silahlanma yarışına girmektedirler. Bu yarış hem devletler arasında güvensizliği doğurmakta hem de hâkimiyet peşindeki devletlerin güvenlik sağlama maksadıyla, enerji bölgelerine müdahale etmelerine sebep olmaktadır. Bu durumda, küresel güçlerle rekabeti devam ettiremeyecek durumdaki enerji zengini ülkeler, ikili veya çok taraflı ilişkiler geliştirerek, siyasal ve ekonomik açıdan kalkınmalarını sağlamaya çabalamaktadırlar. 

Enerji kaynaklarına sahip olmak için eskiden beri süregelen çatışmalar ve istikrarsızlıklar, enerji kaynaklarının güvenliğinin önemini açığa çıkarmaktadır. Egemenlik mücadelesindeki devletlerarasında ihtilaflar ve kısa süren çatışmalar yaşansa da, gerek enerji ithalatçıları, gerekse ihracatçıları, kaynakların güvenliğine ve ulaşımına zarar verecek süreçlerin yaşanmasını istememektedirler. 

Diğer yandan da petrol ve doğalgazdan elde edilen gelirlerin silahlanmaya yatırılıyor olması, çatışma riskini de her zaman taşımaktadır. 


DİPNOTLAR;


1 Michael T. Klare, “Géostratégie de l’Energie,” The Nation, 7 Mayıs 2008. 
2 Çağrı Kürşat Yüce, “SSCB Sonrası Hazar Bölgesinde Enerji Mücadelesi ve Türkiye, Enerji Stratejileri,” Erişim tarihi 30 Mart 2005, 
   http://www.turksam.org/tr/a307.html. 
3 Örgen Uğurlu, “Çevresel Güvenlik Bağlamında Uluslararası Enerji Politikalarında Türkiye’nin Yeri ve Önemi,” içinde Bölgesel Politikalar ed. Hasret Çomak, 176. 
4 Hüner Tuncer, Diplomasinin Evrimi: Gizli Diplomasiden Küresel Diplomasiye (Istanbul: Kaynak Yayınları, 2009), 95. 
5 Tuncer, Diplomasinin Evrimi, 138. 
6 Tuncer, Diplomasinin Evrimi, 145. 
7 14 Eylül 1990 tarihli Avrupa Topluluğu Komisyonu tarafından kabul edilen SEC 90 (1248) belgesinden; 
   http://aei.pitt.edu/3687/01/000287_1.pdf. 
8  Uğurlu, “Çevresel Güvenlik,” 186. 
9  Gawdat Bahgat, “Energy Security: The Caspian Sea,” Minerals & Energy Vol 20 No 2 (2005): 5. 
10 Fırat Purtaş, “Hazar Bölgesi’nde Rekabetin Yeni Boyutu: Silahlanma Yarışı,” Erişim tarihi 1 Ekim 2004, 
    http://www.turksam.org/tr/a307.html. 
11 Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya (Istanbul: USAK Yayınları, 2009), 1. 
12 Kasım, Soğuk Savaş, 5-7. 
13 Doğan Aydal, Enerji Kan Kokuyor: Biyokimyasal Savaş ve Enerji Kartelleri (Istanbul: Timaş Yayınları, 2009), 47. 
14 H. Naci Bayraç, “Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye,” Erişim tarihi 4 Şubat 2010, 
     http://www.avsam.org/tr/a1909.html. 
15 Purtaş, “Hazar Bölgesi’nde.” 
16 Purtaş, “Hazar Bölgesi’nde.” 
17 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu (Istanbul: Küre Yayınları, 2010), 181. 
18 Purtaş, “Hazar Bölgesi’nde.” 
19 Uğurlu, “Çevresel Güvenlik,” 181. 
20 Andrew Monaghan, “Russian’s Energy Diplomacy: A Political Idea Lacking a Strategy?” Southeast European and Black Sea Studies vol 7 no 2 (June 2007): 276. 
21 Monaghan, “Russian’s Energy,” 282. 
22 Aykal, Enerji Kan, 51. 
23 Bayram Sinkaya, “İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Tacikistan ve 
    Türkmenistan Ziyaretleri,” Erişim tarihi 14 Ocak 2010, www.turksam.org/tr/a255.html. 
24 Purtaş, “Hazar Bölgesi’nde.” 
25 Bayraç, “Küresel Enerji Politikaları.” 
26 Bayraç, “Küresel Enerji Politikaları.” 
27 Bayraç, “Küresel Enerji Politikaları.” 
28 Louis Dubouis ve Claude Blaumann, Droit Immatériel de l’Union Européenne (Paris: Montchrestien, 2006), 329-331. 
29 Adam Balcer, “The Future of Turkish-Russian Relations: A Strategic Perspective,” Turkish Policy Quarterly (Spring 2009): 79-80. 
30 Kasım, Soğuk Savaş, 93-94. 
31 TC Dışişleri Bakanlığı, Erişim tarihi 6 Mart 2010, 
http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/EnerjiPolitikasi/Türkiye'nin%20Enerji% 20Stratejisi%20(Ocak%202009).pdf. 
32 http://www.botas.gov.tr/index.asp. 
33 TC Dışişleri Bakanlığı, 6 Mart 2010, 
http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/EnerjiPolitikasi/Türkiye'nin%20Enerji%20Stratejisi%20(Ocak%202009).pdf. 
34 Uğurlu, Uğurlu, “Çevresel Güvenlik,” 185. 
35 Kasım, Soğuk Savaş, 18. 
36 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-azerbaycan-siyasi-iliskileri.tr.mfa (TC Dışişleri Bakanlığı). 
37 Kasım, Soğuk Savaş, 169-170. 
38 http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=115576. 
39 Elif Kutsal, Bilge Söyleşi-1: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri Dr. Atilla Sandıklı ile Söyleşi (2009). 
39 http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=397:bilge-soylesi-1-turkiye-azerbaycan-iliskileri&catid=86:analizlerkafkaslar&
Itemid=148. 


KAYNAKÇA 

14 Eylül 1990 tarihli Avrupa Topluluğu Komisyonu tarafından kabul edilen SEC 90 (1248) belgesinden; http://aei.pitt.edu/3687/01/000287_1.pdf. 
Aydal, Doğan. Enerji Kan Kokuyor: Biyokimyasal Savaş ve Enerji Kartelleri. İstanbul: Timaş Yayınları, 2009. 

Bahgat, Gawdat. “Energy Security: The Caspian Sea.” Minerals & Energy Vol 20 No 2 (2005): 3-15. 

Balcer, Adam. “The Future of Turkish-Russian Relations: A Strategic Perpective.” Turkish Policy Quarterly (Spring 2009): 77-89. 

Bayraç, H. Naci. “Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye.” Erişim tarihi 4 

Şubat 2010. http://www.avsam.org/tr/a1909.html. 

BOTAŞ. http://www.botas.gov.tr/index.asp. 

Bölgesel Politikalar. Editör Hasret Çomak. Kocaeli: Umuttepe Yayınları, 2009. 
Cumhuriyet Gazetesi. 

Davutoğlu, Ahmet. Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu. İstanbul: Küre Yayınları, 2010. 

Dubouıs, Louis ve Claude Blaumann. Droit Immatériel de l’Union Européenne. Paris: Montchrestein, 2006. 

Kasım, Kamer. Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya. Ankara: USAK Yayınları, 2009. 

Klare, Michael T. “Géostratégie de l’Energie.” The Nation, 7 Mayıs 2008. 

Monaghan, Andrew. “Russian’s Energy Diplomacy: A Political Idea Lacking a Strategy?” Southeast European and Black Sea Studies vol 7 no 2 (June 2007): 275-288. 

Purtaş, Fırat. “Hazar Bölgesi’nde Rekabetin Yeni Boyutu: Silahlanma Yarışı.” Erişim tarihi 1 Ekim 2004. 
http://www.turksam.org/tr/a307.html. 

Sinkaya Bayram. “İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Tacikistan ve Türkmenistan Ziyaretleri.” Erişim tarihi 14 Ocak 2010. 
www.turksam.org/tr/a255.html. 

TC Dışişleri Bakanlığı resmi internet sitesi. 
http://www.mfa.gov.tr. 

Tuncer, Hüner. Diplomasinin Evrimi: Gizli Diplomasiden Küresel Diplomasiye. İstanbul: Kaynak Yayınları, 2009. 

Yüce, Çağrı Kürşat. “SSCB Sonrası Hazar Bölgesinde Enerji Mücadelesi ve Türkiye, Enerji Stratejileri.” 30 Mart 2005. 
http://www.turksam.org/tr/a307.html. 


***