30 Haziran 2016 Perşembe

Neden Terör İle Etkin Mücadele Edilemiyor?



Neden Terör İle Etkin Mücadele Edilemiyor?




Yazar: Ümit Özdağ
19 EKİM 2011 ÇARŞMBA

1992-1997 arasında verdiği sert ve tavizsiz mücadele ile sayıları 10 bini aşan PKK'lı teröristleri, Sivas-Ağrı-Hakkari-Osmaniye arasındaki iki Yunanistan büyüklüğünde geniş bir alanda yenerek temizleyen Türk Ordusu 2004 sonrasında neden terör ile mücadelede 1990'lı yıllarda kazandığı başarıyı kazanamıyor? Neden terör itkin mücadele edilmiyor?
Subaylar daha az mı cesur? Askerler daha mı yeteneksiz? Yoksa ordu yeni ve yanlış bir strateji mi benimsedi de ortaya böyle bir sonuç çıkıyor? Hiç birisi değil. Subaylar 1990'larda çarpışan komutanları kadar cesur. Askerler bırakın "az eğitimli falan" laflarını, 1990'lı yıllarda PKK'yı perişan eden ağabeyleri gibi aldıkları eğitim ile PKK'nın canını okuyacak kadar bu işi biliyorlar. Ordu'nun da stratejisi, eğitimi değişmedi. Üstelik kullandıkları silahlar 1990'lı yıllardan daha iyi.
Senelerce terörizm ve kontrterörizm konularında çalışan birisi olarak bende yukarıdaki soruları arkadaşlarıma, çevreme, güneydoğu Anadolu'dan gelen subaylara, polislere sorduğum zaman hep aynı cevabı alıyordum: "Hocam savaşmamıza izin verilmiyor." Bu cevap beni huzursuz etti ancak tatmin etmedi. "Kışlalara, karakollara kapandık. 1990'lı yıllarda alan hakimiyeti stratejisi ile sürekli terör örgütünün peşinde koşardık. Oysa şimdi biz bekliyoruz PKK geliyor" diyorlardı. Ben her halde abartı var diyordum.

Ancak PKK ile Başbakanlık ve MİT yetkilileri arasında 2010 yılında Oslo'da gerçekleşen görüşmelerde MİT müsteşar yardımcısı PKK'lı muhatabına "Türk Ordusu Güneydoğu Anadolu'da herhangi bir planlı operasyon yapmıyor" diyerek, söylenilenlerin doğru olduğunu, Türk Ordusu'nun PKK ile mücadele etmesine müzakere sürecinde siyasal karar ile izin verilmediğini ortaya koymuştur. Türk Ordusu, PKK'ya karşı planlı operasyon yapmamaktadır ancak PKK Türk Ordusu'na karşı planlı terör eylemlerine devam etmektedir. Afet Güneş şöyle diyor: "Ordunun şu anda yaptığı planlı bir operasyon yoktur." Demek ki terör ile mücadele edilmiyor.

Türk Ordusu'nun terörle mücadelede başarılı olduğu kanıtlanmış, alan hakimiyeti stratejisini uygulamasına izin verilmemektedir. Böylece Türk Ordusu "bitkisel savunma"ya geçmeye zorlanmıştır. Duran bir orduya sürekli vurulur. PKK'da durdurulan bir orduya vuruyor.

Yeter artık. Türk Ordusu'nun eli kolu serbest bırakılmalıdır. Türk Ordusu'nun PKK ile mücadele etmesine izin verilmelidir. " Siyaset ile müzakere, terör ile mücadele " diye eş zamanlı bir siyaset olamaz. Çünkü Oslo'da karşınıza oturanlarda PKK'lıdır, Ankara'da insanları bombalayanda PKK'lıdır. Bu politika, PKK'nın terör sürecini devam ettirirken muhatap alınmasıdır. 

Bu 2009'dan buyana yapıldığı için Türkiye'nin geldiği nokta budur.

Türk Ordusu'nun alan hakimiyet sağlaması için kışlarından, karakollarından çıkması ve Kuzey Irak'a sürekli operasyonlar düzenlemesi gerekmektedir. AKP Hükümetinin artık Ordunun terör ile mücadelesinin önünde engel olmaması gerekiyor. Müzakereler durdurulmalı, müzakerenin lafı bile edilmemeli, mücadele en keskin şekilde sürdürülerek PKK müzakere için yalvarır hale getirilmelidir.
Kuzey Irak'a operasyon yapmak için ABD'nin iznine ve desteğine ihtiyaç yoktur. İran Kandil'e ABD'nin desteği ve izni ile mi operasyon yapmıştır? Tabii ki, hayır. Türkiye'nin de ihtiyacı yoktur. 

Demek ki, terörle başarı mücadele mümkündür. 

Bu ordu bu Mücadeleyi vermiştir. 

Ancak bunun için önce bazılarının kafasının ve ruhlarının derinliklerine sinmiş olan orduya düşmanlığın sona ermesi gerekmektedir.

Sayılarla Suriye Savaşı Katliam mı İç Çatışma mı






Sayılarla Suriye Savaşı Katliam mı İç Çatışma mı,




Yazar: Ferhat Beşiroğlu
15 KASIM 2013  CUMA

Suriye’de Mart 2011’den bu yana devam eden Suriye Ordusu ve muhalif gruplar arasındaki çatışma, Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere bir çok kesim tarafından Baas rejiminin Suriye’de sivil halka yönelik uyguladığı tek taraflı katliam olarak nitelendirilmektedir. Bu tez en çok Başbakan Erdoğan tarafından kamuoyu önünde savunulsa dahi Erdoğan’ın bu konuda yalnız olduğu düşünülmemelidir. ABD, AB ve Suudi Arabistan başta olmak üzere bir çok ülkenin siyasi lideri de Suriye’deki iç çatışmalara bu kapsamda yaklaşmaktadır.  

























Öte yandan Baas rejimi ve rejimi destekleyen İran, Rusya, Çin başta olmak üzere bir çok ülke ise Suriye’deki çatışmaları, BM maddelerinde de geçen devletin kendi egemenliğini koruma hakkı altında değerlendirmektedir. Çatışan tarafların kayıpları ile ilgili belirttiği rakamlar analiz edildiğinde Suriye’de devam eden sürecin rejimin tek taraflı katliamı olmaktan çok  bir iç çatışma olduğu görülmektedir. Bu çerçevede, muhalif kanadı destekleyen sivil toplum kuruluşları, medya veya ülkeler, çatışan muhalif grup mensuplarını “sivil vatandaşlar” olarak nitelendirirken, Esad rejimine yakın kaynaklar ise aynı kesimi teröristler olarak nitelendirmiştir. İki kesiminde nitelendirmesi tam anlamıyla doğruyu yansıtmamakla birlikte, haklılık payları da vardır. Muhalifleri destekleyen kesimlerin belirttiği gibi, rejime karşı bu başkaldırı, ekseri olarak halk kesimlerince desteklenmiş, sokağa dökülen insanlar özellikle ilk dönemlerde meşru taleplerini dillendirmişlerdir. Bu meşru taleplere karşılık verilmemesi sonucunda, ve çok kısa bir zaman içerisinde, silahlı örgütler kurularak çatışmalar başlamıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, muhaliflerin bütün halkı yansıtmadığı gerçeğidir. Nitekim, Esad’a karşı sokağa dökülen insanlardan çok da az olmayacak şekilde, rejimin devamını isteyen halk kitleleri de mevcuttur. Dolayısı ile bu çatışmaları top yekun halkın başkaldırısı olarak nitelendirmek yanlış olacaktır. Öte yandan, Esad’ın ve yanlılarının, muhalif grupları teröristler olarak genellemesi de yanlıştır. Nitekim, isyanın ilk safhalarında, meşru demokratik hak talepleri ile sokağa dökülen, silah kullanmayan, insanlar mevcuttur. Buna rağmen, çatışma periyodundaki verilere bakıldığında, halkın kontrolünde olduğu düşünülen özgür Suriye ordusunun savaşı kontrolünün kısa sürdüğü, bölgede el kaide ve PYD’nin daha ağırlık kazandığı söylenebilir. Buna ek olarak, baştaki halk kitleleri, tamamen şeriatçı ayaklanmalar olmayıp, özgürlükçü talepleri içerirken, Özgür Suriye Ordusu’nun yönetiminin şeriatçı isimlere geçerek, halkın genelini temsil meşruiyetini kaybettiği söylenebilir. Dolayısıyla, Esad’ın teröristler nitelendirmesinin, halktan bağımsız ithal militanların oluşturduğu El kaide ve PYD’nin ağırlık kazanma süreci ile doğruluk kazandığı görülüyor. Nitekim, Esad son aylarda Suriye’nin kuzeyinde hiçbir kontrolünün kalmadığını, bölgedeki çıkarları için El kaide ve PYD’nin birbiri ile savaşa tutuştuğunu söylemiştir. Özgür Suriye Ordusu’da kuzeyde faaliyet alanı bulamamaktadır.

Bu çatışmaların Ordunun sivillere sistematik saldırı ve katliamı olmadığını en net açıklayacak veriler ise savaş bilançosudur. Bir çatışmalar silsilesinin sonunda, bu çatışmaları baskın gücün diğerine karşı katliamı ve ya soykırımı olarak nitelendirmek için, kayıp sayısında bir dengesizlik görmek gerekmektedir, aksi takdir de bu tür çatışmalar ancak karşılıklı iç savaş olarak yorumlanabilir. Sivil halka karşı yapılmış olan katliama örnek olarak, 8300 kişinin öldürüldüğü Srebrenica ve ya 600 üzerinde sivilin katledildiği Hocalı soykırımları verilebilir. Nitekim bu olaylarda da halkın karşı direnişi olmuş, ama silahlı dahi olmayan bu direniş, karşı cepheden ölenlerin sayısını kaynaklarda belirtilmeyecek kadar düşük bırakmıştır.
Suriye’de yaşanan olaylarda ise birçok farklı kurumun verdiği rakamların ortalamasına bakıldığında 100 bin insan hayatını kaybetmiştir. Bu rakam, Esad karşıtı kesimlerce, çatışmaları baskın tarafın diğerine uyguladığı sistematik kıyım olarak gösterebilmek için, ‘100 bin sivilin katli’ şeklinde belirtilmekteyken, bu ifade gerçeği yansıtmamaktadır. ‘Suriyeli Şehitler’ (Syrian Martyrs) isimli, muhalefet yanlısı internet sitesi muhaliflerde ölü sayısını 86.429 verip, bunun 17.500’ünün savaşçılara ait olduğunu belirtirken, ne kadar Suriyeli askerin öldüğüne ise değinmemiştir.[1] 
Buna ek olarak, yine muhalefet yanlısı Suriye insan hakları gözlemevi ise, çoğunluğunu muhalefete ait olarak, 120 bin verdiği ölü sayısını[2] hesaplarken, eline silah alıp savaşa katılan vatandaşları da, siviller kategorisinde saydığını itiraf etmiştir. Aynı kuruluş, ölenler arasında 41 bin Nusayri olduğunu da belirtmiştir.[3]
Çatışmalarda Nüsayrilerin açık şekilde Esad’dan yana tavır aldığı düşünüldüğünde, muhalif kesimin verdiği bu rakamlar dahi, çatışmalarda karşılıklı kayıpların yaşandığını göstermektedir. Özellikle el kaide’nin bölgede etkin olmasından sonra artan intihar saldırıları da ölümleri artırmış ve bunlar sivil ölümler kategorisine yerleştirilerek, sanki Esad ordusu tarafından katledilmiş gibi algılanmıştır.[4] 
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SİHG) ve BM[5], ‘Next Century Foundation’(NCF)[6], Syrian Network for Human Rights[7] gibi diğer kuruluşların da verdiği rakamların ortalamasına bakıldığında, Suriye ordusu, polisi, Hizbullah, Şebbiha ve Suriye Ulusal Savunma Gücü dahil, kısaca Esad’ı destekleyen güçlerin toplam kaybı 35 bin ile 50 bin arasında tahmin edilmektedir. 

Özgür Suriye Ordusu, PYD ve El kaide militanlarının oluşturduğu muhalif kesimin kayıp sayısı ise 25 bin ile 45 bin arasında tahmin edilmektedir. Buna ek olarak 5 bin civarında da, dışarıdan muhalefete desteğe gelen cihatçı yabancı savaşçı ölmüştür. Yine bin tane de rejim yanlısı hükümet görevlisinin muhaliflerce öldürüldüğü veriler arasındadır. Sivil ölümler sayısı ise en belirsiz olanıdır çünkü iki tarafa bağımlı muhalif veya ordudaki savaşçıların sayısı bilinirken, evinde savaşın getirdiği çeşitli sebeplerden hayatını kaybeden insanların sayısını belirlemek çok güçtür. Burada yapılan işlem genel olarak toplam tahmini ölü sayısından militan sayısını çıkartarak, sivil ölüm rakamını tespit etmektir. Bu yöntemle ortalama 100 bin olan ölü sayısından, iki taraftan da ölen militanlar çıkartıldığında, 5 bin ile 40 bin arasında sivilin hayatını kaybettiği hesaplanabilir. Bu rakamdaki geniş aralık, rakamın doğruluğunun düşük olduğunu gösterdiği gibi, silah alarak muhaliflere katılan birçok kişinin de bu rakama sivil olarak geçtiği gerçeği de unutulmamalıdır, yani siviller arasında adı geçenlerin bir kesimi de muhalefet safında çarpışmış savaşçıdır. 

Sivil ölüme dair verilen rakamların muammalığını gösteren delillerden biriside, muhalefet taraftarı SİHG’in araştırmasında 40 bin olarak verdiği sivil ölüm sayısını, yine muhalefet taraftarı ‘The Syrian Network for Human Rights’[8] 88 bin olarak vermiştir. 

Sadece sivil ölümlerin 88 bin olması durumunda bunların üzerine iki tarafta savaşan militanlar eklendiğinde toplam ölü sayısının 200 bine yakın olması gerekir ki bu rakam hiçbir kaynakta telaffuz edilmemektedir. Basit kıyaslama olarak, Esad’a bağlı ordunun sunduğu- ki savaşı kazanıyormuş gibi göstermek adına genelde düşük olarak kayda geçirilmiştir- rakamlar[9] ve bu gözlemci kuruluşların rakamları genel rakama orantılandığında, toplam kaybın %35-%50 arasında Ordu ve Esadı destekleyen diğer gruplara ait olduğu görülecektir. Kalan % 50-65 lik kısım ise top yekun sivillere değil, ağırlıklı olarak (%25-45) muhalefet safında çarpışan militanlara aittir. 

Bu belgelere göre, ölen her 10 suriyeli’nin 3’ünün sivil, 4’ünün ise Ordu taraftarı olduğu ortaya çıkmaktadır, yani ölen ordu mensubu sivil halktan fazlayken, salt ordu katliamından bahsetmek imkansızken, ‘100 bin sivil katledildi’ sözü ise tamamen bilinçli bir yalan ve veri çarpıtmadır. Ordu ölümlerini gösteren bu oranlar, daha önce örneği verilen, Srebrenitsa ve ya Hocalı gibi katliamlarla kıyaslanamayacak kadar yüksektir. 

Hem muhalefeti destekleyen, hem de rejimi destekleyen kuruluşların rakamlarının ortalaması alınarak yapılan bu kıyaslama da gösteriyor ki, Suriye’deki çatışmaları, ‘rejimin sivillere uyguladığı katliam’ olarak nitelendirmek tamamen yersizdir. 

Bu rakamlar ve oranlar doğrultusunda görülüyor ki bu süregelen savaş, katliam değil, sivil ölümlerinde yaşandığı, iki tarafında silaha erişebildiği bir iç çatışmadır.



[1] http://syrianshuhada.com/?lang=en
[2]http://syriahr.com/en/index.php?option=com_news&nid=1064&Itemid=2&task=displaynews#.UoYrVCdjwgE
[3]http://www.huffingtonpost.com/2013/05/14/syria-death-toll-120000_n_3272610.html
[4]http://syriahr.com/en/index.php?option=com_news&nid=966&Itemid=2&task=displaynews#.UoYr5SdjwgE
[5] http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23455760
[6] http://ncfsyria.blogspot.com/2013/11/syria-war-dead-report-77.html
[7]http://www.iamsyria.org/uploads/1/3/0/2/13025755/documenting_the_kill_of_101513_victims_including_89664 _civilians_88_.pdf
[8]http://www.iamsyria.org/uploads/1/3/0/2/13025755/documenting_the_kill_of_101513_victims_including_89664_civilians_88_.pdf
[9] http://www.sbs.com.au/news/article/2013/09/19/syria-attacked-al-qaeda-assada


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye-krizi-izleme-merkezi/2013/11/15/7299/sayilarla-suriye-savasi-katliam-mi-ic-catisma-mi

..


..

PKK Terörü Çözülür



PKK Terörü Çözülür



Yazar: Ümit Özdağ
05 EYLÜL 2012 ÇARŞAMBA


Doğru politik karar alındığı zaman, TSK'nın doğru stratejik ve operasyonel yaklaşımı ile PKK terörü bir sene içinde minimize edilebilir. Hükümet bilmelidir ki, PKK çözülmeden "Kürt" meselesi çözülemez. Çünkü Kürt meselesinin ne olduğunu tanımlayan PKK'dır. Hükümetin önünde iki yol vardır. Birinci yol: PKK'yı yenmek ve yıldırmak, kendi şartlarını PKK'ya dayatmak. İkinci Yol:PKK'ya teslim olmak ve PKK'nın şartlarını kabul etmek diğer bir ifade ile PKK'nın Hükümeti yıldırması.
Bugün gidilen yol ikinci yoldur. PKK, terörü tırmandırarak, Botan-Bahdinan diye tanımladığı Van-Çatak, Siirt-Eruh ve Hakkari-Şemdinli arasındaki Botan kentleri işgal ve ayaklanma çıkarmayı hedeflemektedir. Ordu meskun mahal çatışmasına zorlanacaktır. Dünya televizyonlarına aktarılan ayaklanma devam ederken, Kuzey Irak'ta Metina bölgesinden Hakurk'a kadar uzanan Bahdinan bölgesi ile birleşme ilan edilecektir.

Şartlar her geçen gün PKK'nın bu stratejisinin başarısı için biraz daha uygun hale gelmektedir. Hükümet, Güneydoğu Anadolu'da kışın bir an için gelmesi ve PKK terörünün durmasını beklemektedir. Ancak PKK bu yıl kış aylarında da terörü tırmandırmak için arayışlar içinde olacaktır.
PKK'nın hedeflerine ulaşmasını engellemek ve terörizmi minimize etmenin tek yolu PKK terörünün kaynaklandığı bölgeyi PKK'dan arındırmaktır. Bu bölge Kuzey Irak'ta sınırımızın güneye doğru 25 kilometrelik kuşağı demektir. PKK bu sınır bölgesinde yer alan Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk kamp bölgelerinden Türkiye'ye saldırmaktadır. PKK, Türkiye'ye "cephe" K. Irak'a anılan kamplara "cephe gerisi" demektedir. Türkiye'ye gelip saldırmakta sonra kendisine bir şey olmayacağı inancı ile K. Irak'a dönmekte ve yeni saldırılara hazırlanmaktadır.

TSK'da anahtarını samanlıkta kaybedip, "orası karanlık" deyip, kapının önünde arayan Nasreddin Hoca gibi, K. Irak'a girmeyip, terörle Türkiye'de mücadele etmektedir. Ancak bu mücadelenin sonuç alması mümkün değildir. Terör ile Türkiye'de mücadele, devleti, milleti ve orduyu her geçen gün biraz daha yıpratacak ve bir bilinmezliğe sürükleyecektir.

TSK'nın Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk kamp bölgelerini işgal etmesi, PKK'yı K. Irak'ın dağlık bölgelerinden geriye ovaya itecek, Türkiye'ye sızma imkanını ortadan kaldıracaktır. Uluslar arası Hukuk Türkiye'nin yanındadır. Birleşmiş Milletler'in 1974'de kabul ettiği karar bir ülkeye komşu bir ülkeden silahlar gruplar tarafından saldırı düzenlenmesi halinde ev sahibi ülkeye bu grupları etkisiz hale getirmek görevini yüklemektedir. Eğer, ev sahibi ülke bunu yapamıyor ise saldırıya uğrayan ülke gereken önlemleri alarak kendisini koruma hakkına sahiptir.

Özetle, Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk kamp bölgelerindeki PKK kamplarını etkisiz hale getirmek Bağdat Hükümetinin görevidir. Erbil federe yönetimi de Bağdat Hükümetine yardım etmekle yükümlüdür. Ancak her ikisi de bu görevi yerine getirmemektedir. Bu durumda AKP Hükümetinin TSK'ya anılan kamp bölgelerini işgal etme ve ancak Irak merkezi güçlerine devretme konusunda görev vermesi gerekmektedir. Irak Ordusu sınır bölgelerini devir alana kadar Türk Ordusu bölgede kalmalıdır.

Alınması gereken ikinci önlem Van, Hakkari, Şırnak illerimizde dağınık yerleşim yerlerinin kamulaştırılarak tasfiye edilmesidir. Bu illerdeki mevcut mezra ve köy dağınıklığı vatandaşlarının yaşamını korumayı mümkün olmaktan çıkarmaktadır. Sınırın Türkiye içine doğru 20 kilometrelik bir bölümünde bulunan ilçe (Çukurca) köy ve mezralar tasfiye edilmelidir.Bu yerleşim yerlerin yaşayanlar iş ve aş verilerek, başka bölgelere nakledilmelidir. Anılan illerdeki karakolların sayısı azaltılmalı, köylerin yanındaki karakollar tasfiye edilmeli, büyük ikmal kalekollarıoluşturulmalı ancak savunma hareketli birlikler ile gerçekleştirilmelidir.

K. Irak'tan Türkiye'ye sızamayan PKK Suriye ve İran'ı deneyebilir. İran'da egemen bir devlet olduğu için böyle bir çabayı engellemek daha kolaydır. Suriye sınırının coğrafi yapısı sızmaları zorlaştırmaktadır. Türkiye içinde kırsal alanda eylem gücü kırılan PKK, kentlerde terörü tırmandırmayı deneyecektir. Bu ise mücadele etmesi daha kolay bir terörizmdir. Özetle Türkiye çaresiz değildir.



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2012/09/05/6727/pkk-teroru-cozulur


..

PKK Suriye’de Kobani Kentini Ele Geçirdi



PKK Suriye’de Kobani Kentini Ele Geçirdi,


Yazar: Ümit Özdağ
20 TEMMUZ 2012 CUMA


Esad rejiminin iç çekirdeğini oluşturan Savunma Bakanı Davud Rajha,Savunma Bakan Yardımcısı ve Esad ailesinin damadı Asaf Şevket, E. Genelkurmay Başkanı ve isyan sonrasında kriz yönetiminden sorumlu Hasan Türkmen, İstihbarat Başkanı Hişam Bahtiyar'ın 18 Temmuz'da bombalı bir saldırı ile öldürülmüşlerdir.Bu saldırı ve öncesindeki günlerde çatışmaların tırmanarak Şam'a sıçramış olması ve bazı bölgelerde güvenlik güçlerinin denetimi yitirmesi iç savaşın temel ölçütleri olarak kabul edilebilir.

Önümüzdeki günlerde Esad rejimine bağlı güçler bir karşı hamle ile dengeyi tekrar rejim lehine değiştirseler de Suriye her geçen gün biraz daha iç savaşa sürükleniyor. Çünkü muhalefet Esad rejimini devirebilecek güçte değil ise de Esad rejimi de kapsamlı bir dış desteğe sahip olan muhalefeti yok edecek/denetim altına alabilecek güce sahip değil.

Suriye iç savaşından en kazançlı çıkacak etnik grubun Suriye Kürtleri ve en kazançlı çıkacak oluşumun ise PKK olduğu görülüyor. Terör örgütünün bu sonuca 2011 ilkbaharında vardığı anlaşılıyor. PKK, Arap Baharının Suriye'ye ulaşması sonrasında Oslo müzakerelerinde elde ettiklerinden daha fazlasını elde edeceği inancı ile müzakere sürecini terk ederek terörü tekrar tırmandırdı.Tahran'ın da teşviki ile Esad rejimine destek vermek amacı ile Suriye'de yeniden örgütlenen PKK, Esad sonrasında Kuzey Suriye'de kendi alanını oluşturarak hem bir yandan Kuzey Irak'ın Kuzey Suriye'yi ekleyerek bu durumun yaratacağı sinerjiyi, Türkiye içine yansıtarak Ankara'yı daha derinden sarsmayı plandı.

Suriye'de Kürtler, 22 milyon 500 olan Suriye nüfusunun % 9'unu oluşturmaktadır. Kürt etnik nüfusu büyük ölçüde Suriye'nin kuzeyinde Türkiye sınırında ancak dağınık bir şekilde yerleşmiştir.

Kürtler, Türkmenler ile birlikte Suriye'de en dışlanmış etnik grup niteliğine sahip olmuşlardır. İki yüz bin Kürt 6 Nisan 2011'e kadar Suriye'de vatansız konumunda denilebilecek bir hukuki statüde yaşamaya mahkûm edilmiştir.[1] Ancak BAAS sistemi özellikle 1980'lerden itibaren Suriye Kürtlerinin temsil ettiği memnuniyetsizlik potansiyelini Türkiye'ye karşı kullanmayı başarmıştır.
PKK'nın Suriye Kürtleri arasında politik-ideolojik çalışma yapmasının önünü açan ve kolaylaştıran Şam rejimi, PKK'nın dağ kadrolarına katılımı da teşvik etmiştir. Böylece Suriye bir yandan denetim altında tuttuğu Lübnan'daki Bekaa Vadisi'nde PKK'nın ana karargâhı kurmasını izin verir, A. Öcalan'ın Şam'da yaşamasını sağlar iken Suriye Kürtlerini de Türkiye'ye karşı sürdürdüğü dolaylı savaşta Türk Ordusuna imha ettirmiştir. Öte yandan PKK ise Suriye Kürtleri arasında yaptığı siyasi faaliyetler neticesinde Suriye Kürtleri arasında güçlü bir sosyal taban oluşturmuştur. Abdullah Öcalan'ın Suriye'den ayrılmasından çok sonra 2003'de PKK Suriye'de Demokratik Birlik Partisi (DBP) adlı bir parti kurmuştur.

Suriye'deki gerek PKK-DBP gerek Barzani yanlısı siyasal partiler/oluşumlar Türkiye karşıtı bir karaktere sahiptirler. Anılan bu partiler Türkiye karşıtı tavırlarını Suriye Milli Muhalefeti'nin Türkiye'deki toplantılarına katılmayarak ya da katıldıkları toplantıları protesto edip ayrılarak göstermişlerdir. Mart 2011'de başlayan isyanın ilk gününden bugüne değin Suriye'deki Kürt partileri bir yandan Şam rejimi ile temas içinde bulunmuş öte yandan muhalefet ile görüşmelerini sürdürmüşlerdir.

Suriye'deki Kürt partileri arasında da isyan sürecinde bir bölünme gerçekleşmiştir.PKK-DBP bir temel çizgiyi oluştururken, Barzani Suriye Kürt Milli Konseyi'ne üye olan partileri desteklemiştir. Türkiye ve batı ise Suriye Milli Konseyine katılan Kürt grupları desteklemişlerdir.[2] 

Bu bölünme 9-10 Temmuz 2012'de Mesud Barzani'nin Erbil'de liderliğinde gerçekleştirilen toplantı ile ortadan kaldırılmıştır. Toplantının en önemli sonucu PKK-DBP'nin de bu toplantıya katılması ve diğer partiler ile uzlaşmasıdır. Böylece, aslında KDP ile PKK arasında Suriye konusunda temel bir uzlaşma gerçekleşmiştir. Toplantından Suriye Kürt partilerinin Esad rejimine karşı ortak hareket etme kararı çıkmıştır.

10 Temmuz 2012 sonrasında Suriye'de isyancıların şiddetinin yaygınlaşması ve 18 Temmuz suikastinden bir gün sonra 19 Temmuz'da Kürt partileri Türkiye-Irak sınırında bulunan ve isyanı bastırmakla görevlendirilen ve bölgeden çekilen Suriye askeri birliklerinin güçlü bir şekilde temsil edilmediği şehirlerde yönetimi ele geçirmeyi denemişlerdir. Kobani kentinde PKK-DBP şehrin yönetimini ele geçirmiştir. Kobani 50 bin nüfuslu bir kenttir. Ayrıca Kuzeybatı Suriye'de Kilis-Halep arasındaki Efrin ve Kuzeydoğu Suriye'de Amude kentlerinin de Kürt partilerinin kontrolüne girdiğini iddia edilmektedir.

PKK ve DBP'ye yakın kaynakları kentlerin Halk Savunma Konseyleri adı verilen silahlandırılmış halkın olduğunu iddia etmektedirler. 20 Temmuz 2012'de Birgün gazetesinden Hamza Aktan'a demeç veren DBP Genel Başkanı Salih Müslim Halk Savunma Birliklerinin Kobani'nin savunmasını üstlendiğini amaçlarının halkı Suriye Ordusu ve muhalif güçlerden korumak olduğunu, iki tarafın da şehre girmesine izin vermeyeceklerini açıklamıştır. Bu ifadenin Türkçesi, " Araplar Kobani'ye giremez "dir. Bazı kaynaklar ise Kobani'de bir Kürt ordusunun kurulduğunu ileri sürmektedir.

Halen Kobani ve muhtemelen Dirbese ile Amude'de yaşananlar 1991'de Kuzey Irak'ta yaşananlara büyük ölçüde benzemektedir. Kuzey Irak'ta yaşanan süreci yerinde izleyen Alman gazeteci Lissy Schmidt 25 Nisan 1991'de Dohuk'da not defterine şunları kaydetmiştir: "Hala kenti terketmemiş olan yaklaşık 100 kadar Iraklı polisin ise hiçbir olay yaratmamak için azami çaba sarfettikleri görünüyor. Bunlar silahlarıyla beraber neredeyse utangaç bir şekilde cadde ve sokak başlarında bekliyorlar ve peşmergelerle gazetecileri nazik bir şekilde selamlıyorlardı. Bunlar tehlikeli değil derken bütün peşmergeler aynı kanıdaydı."[3]

Oysa Schmidt 6 Mayıs 1991'de yine Dohuk'da şunları yazıyordu: "Bugünlerde Dohuk kentinin Kürt sakinleri bütün ana cadde köşelerini tutmuş olan Irak polisinin varlığını bir tür provokasyon olarak görüyor. Geçtiğimiz iki hafta içerisinde yeniden gösteriler yapıldı ve bu gösteriler sırasında birçok polisin silahları ellerinden alındı." [4]

Suriye'nin bir iç savaşa sürüklenmesi durumunda ilk parçalanacak bölgenin Kuzey Suriye olduğu görülmektedir. Batı basınında da Suriye'nin parçalanması tartışmalarının başladığı görülmektedir. Time dergisi 19 temmzu 2012'de "Suriye'yi Yugoslavya benzeri bir parçalanmamı bekliyor?" başlıklı makalede Suriye'nin etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca parçalanma ihtimali gündeme taşınmıştır. 19 Temmuz 2012'de Washington Enstitüsü Ortadoğu uzmanı Andrew J. Tabler, "Esad'ın Nihai Uyarısı" başlıklı makalesinde Nasurilerin rejimin çökmesi durumuna hazırlık olarak Hama ve Humus civarındaki köylerde yaptıkları etnik temizlik Akdeniz kıyısındaki tarihi yurtlarında bir sığınak oluşturduklarını" ileri sürmektedir. Foreign Affairs dergisinin internet yayında ise Leon Goldschmith Suriye'de Nasurilerin Lazkiye civarına göç ettiklerini belirtmektedir.
Suriye'nin bölünmesi meselesi sadece entelektüel stratejik tartışmaların konusu değildir. Moskova'da yapılan Erdoğan-Putin görüşmesinde de Suriye'nin toprak bütünlüğü konusu dile getirilmiştir. Erdoğan, Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünü desteklediğini açıklamıştır. Ancak Ankara'nın izlediği politika isyancıları cesaretlendirmekte, isyanı güçlendirmekte ve PKK'nın önünü açmaktadır. Kobani bunun ilk somut örneğidir.

Bu makalenin yazımındaki yardımlarından dolayı Sibel Kalemdaroğlu ve Turgay Düğen'e teşekkür ederim.



[1] Omer Hassanu ve İlhan Tanir, The Decisive Minority:The Role of Syria's Kurds İn the Anti-Assad Revolution, The Henry Jakson Society, March 2012, s.2
[2] Omer Hassanu ve İlhan Tanir, a.g.e. s.2.
[3] Lisa Schmith, Özgürlüğün Bedeli: Irak Kürt Bölgesindeki Röportajları, 1991-1993, Belge Yayınları, 1993.
[4] Schmith, a.g.e.



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye/2012/07/20/6680/pkk-suriyede-kobani-kentini-ele-gecirdi



PENTAGON Demokrasisi ve TSK



PENTAGON Demokrasisi ve TSK

Yazar: Ümit Özdağ
02 MAYIS 2012 ÇARŞAMBA


TSK, bu süreçte ağır bir baskı altında. Onlarca general ve yüzlerce subay tutuklu veya tutuksuz yargılanıyor. " Balyoz davası " çerçevesinde yapılan yargılama çok ilginç. Birinci Ordu'da yapılan plan seminerine katılan subayların ancak küçük bir bölümü yargılanıyor. Ancak orada hiç olmadıkları hatta o sırada yurtdışında oldukları halde bir çok general ve subay adları imzasız digital belgelerde geçtiği için Balyoz'dan yargılanıyorlar. Bütün bunlar yaşanırken ne NATO ne ABD ne de AB orduları merak edip, " TSK'ya ne oluyor? " diye sormuyorlar. Çünkü herkes ne olduğunu biliyor.

Yaşanan süreç Türkiye'nin demokratikleşmesinden çok TSK'nın NATO dışında baskın ve etkin bir güç haline gelmemesi ile ilgili. Amerikan Hava Kuvvetleri istihbarat servisinde ve sonra CIA'da görev yapmış, doktora tezi Osmanlı ordusu üzerine olan M. Robert Hickok Amerikan Kara Kuvvetleri'nin dergisi olan Parameters'da 2000 yılı yaz sayısında "Yükselen Hegemon:Türk Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Boşluk" başlıklı makalesinde "Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk Ordusu, ülke içinde kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça, ne kısa vadede komşularına ne de uzun vade de Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir" derken, ABD'nin güçlenen bir TSK ile daha zor müttefik olduğunu da altını çizmektedir.
Esasen ABD ile TSK arasındaki ortaklık 1990'da TSK'nın K. Irak'a girmeyi reddetmesi ile parçalanmaya başlamıştır. 1990'lı yıllarda ABD-TSK gerilimi K. Irak merkezli olarak devam ederken, TSK'da hızla modernleşen, ateş gücü ve hareket kabiliyeti artan, öz güveni yükselen savaşan bir orduya dönüşmeye devam etmiştir. Bu durum Türk-Amerikan ilişkilerini daha da germiştir. 28Şubat döneminde TSK ile Pentagon arasında kurulan yakın ilişki de ilişkilerin genel olumsuz eksenini değiştirmemiştir. Org. Kıvrıkoğlu, dört senelik görev süresi boyunca; Çin'i ziyaret ederken, ABD'yi ziyaret etmeyerek gerilimi sergilemiştir. Böylece Org. Özkök ABD kaynaklarında TSK'nın tekrar NATO'laşması için umut olarak gösterilmeye başlanmıştır.

Türk Ordusu ile ilgili şikayetlerin ve Org. Özkök'e beslenen umutların sadece Amerikan askerleri ile sınırlı kalmadığı Wikileaks belgelerinin yayınlanmasından sonra ortaya çıkmıştır. 18 Nisan 2003 tarihinde ABD'nin Ankara Büyükelçisi Pearson'un Washington'a geçmiş olduğu telgrafta TSK'da üç grup olduğu savunulmuştur: "Birincisi, Türkiye'nin stratejik çıkarlarının, ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu, istekli olsa da olmasa da kabul eden Atlantikçiler. İkincisi, ABD ile bağları sürdürme ihtiyacına öfkelenen, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan, kimseye güvenmemeyi (Irak topraklarında kurulacak bağımsız bir Kürt Devleti'ni destekleme niyetinden emin oldukları ABD de buna dahil) yeğleyen ve Kemalist devletin tavizsiz biçimde korunmasında ısrar eden katı Milliyetçiler. Üçüncüsü de Avrasya konseptinin, Rusya'nın hakimiyetindeki tabiatını kavramaksızn, uzun zamandır ABD'ye bir alternatif arayan ve Rusya'yla ya da Rusya ile İran'ı veya Rusya ile Çin'i içine alan iyi tanımlanmamış bir gruplaşma ile daha yakın ilişkiler kurmayı düşünen Avrasyacılar."[1] 

Belgenin devamında, "Türk Genelkurmayı'nın ABD'nin Irak stratejisine karşı uzatmalı muhalefeti, operasyonel konularda ayak sürümesi ve ABD'nin Irak'ta Türk karşıtı bir gündemi olduğuna dair devam eden suçlamaları, Genelkurmay'ın ABD ile ilişkilere ne kadar bağlı olduğu konusunda daha çok soru sorulmasına yol açtı…Özkök'ün ABDile yeniden sağlam bir işbirliği inşa etmek için Türk Genelkurmayı'ndaki muhaliflerinin emekli olmasını bekleyerek fırsat kolladığı yönünde bazı ipuçlarına sahibiz. İrtibatta olduğumuz kişiler, Türk devlet sistemi üzerindeki mevcut askeri hakimiyette köklü değişiklikler olması kadar, ABD-Türkiye ilişkisinin yeniden dinamizm kazanmasının da, hem katı muhafazakarların istifasını hem de özellikle modern, ileri görüşlü, yeni bir subay kadrosunun yetişmesini gerektireceğini tahmin ediyorlar." Ayrıca belgede katı milliyetçi ve Avrasyacı olarak Yaşar Büyükanıt, Aytaç Yalman, Çetin Doğan, Şener Eruygur, Fevzi Türkeri, Köksal Karabay ile emekli generaller Hüseyin Kıvrıkoğlu, Teoman Koman, Doğu Aktulga gibi isimler verilmiştir.

Özetle içinden geçtiğimiz süreçte yaşananlar Türkiye'de askeri vesayetin tasfiyesi ile ilgili olmaktan çok TSK'nın NATO'laştırılması olduğunu bilmeliyiz. Öte yandan yine hatırlamalıyız ki TSK, 2002'de AB tam üyelik sürecini destekleyerek zaten askeri vesayetten vazgeçmeye hazır olduğunu ortaya koymuştur. Ancak beklemediği şey olup AKP iktidara gelince bir şaşkınlık dönemine girilmiş, yanlış bir tavır ile AKP'nin ABD/AB/NATO ile ittifakı güçlendirilmiştir.

Peki bu yaşananlardan bağımsız olarak demokrasi-TSK denklemi incelenemez mi? Tabii ki incelenir ve incelenmelidir. Yarın o konuyu ele alacağız. Bu vesile ile aslında İnönü'ye karşı ilk demokrasi mücadelesi olan 3 Mayıs Türkçüler Bayramınızı kutluyorum.


[1] Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, Sızıntı-Wikileaks'te Ünlü Türkler, Kırmızıkedi Yayınları, İstanbul 2012, s.165-166


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2012/05/02/6589/pentagon-demokrasisi-ve-tsk

..