22 Şubat 2015 Pazar

Düşkünlük ve Düşüklük




Düşkünlük ve Düşüklük




Yekta Güngör Özden

08.03.2004/Sayı:51

Siyasal iktidarın doyumsuzluğu ve sorumsuzluğu giderek artmaktadır. Kendi köktendinci anlayışına uygun kimilerini devlet görevlerine getirip yetkilerle donatarak istediği sonuca bir an önce ulaşma çabalarını kural tanımaksızın sürdürüyor.
Atatürk’ü ve Sabiha Gökçen’i küçültmek istiyorlar
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma, etkisiz duruma getirme girişimlerini Sabiha Gökçen’in ermeni asıllı olduğunu (olabileceğini değil) savlayan amaçlı yayınlar izledi. Yakınlarının, aralarında benim de bulunduğum yakından tanıyanların, kendisiyle yüzyüze görüşüp yaşamına ilişkin yayınlar hazırlayanların, soyağacı belgelerinin yansıttığı ortak ve tartışmasız gerçeğe karşın saçmalığı belirgin bir savı gündeme getirmenin yanlışlığı açıktır. Kimileri de “Ermeni olsa ne olurmuş?” türü, saçmalığı doğrular içerikte sözler etti. Böyle olsa onu ve Atatürk’ü daha haklı kılan bir görünüm, ulusallaşmayı destekleyen bir durum ortaya çıkar ama kimi amaçlı yayın ve tartışmanın birbirine eklendiği karmakarışık ortamda ırkçı-turancılarla köktendincileri, ulusallığı değişik alanlarda kaldırmaya çalışanları karşılıklı tepkilere çağıran sav yine bir siyasal oyunun parçasıdır. Atatürk’ü ve Sabiha Gökçen’i küçültmek, temsil ettikleri değerleri yıpratmak, ermenilere verilecek ödünlerin altyapısını hazırlamaktır. Kim bilir daha neler hazırlanmıştır? Her gün birçok çelişki ve ayrılıkla düş kırıklığı yaratan yetkili-sorumluları bırakıp Atatürk’e kadar uzanan saldırıları sayfalara taşımak bağışlanır bir tutum değildir. Azınlıkları kışkırtanlar bizim yapıcı ve olumlu yaklaşımımızı örnek almalıdır.

28 Şubat tarihteki yerini almıştır

28 Şubat’ın yıldönümü yalan-yanlış değerlendirmelerle geçti. İnançlı geçinenlerin kendilerine özgü gerçekdışı yayınları yinelendi. Benim 28 Şubat’la hiçbir ilgim ilişkim olmadı. Olsaydı övüneceğimi söylemiştim. Görevimin başında, kurumumun bağımsızlığı-görevimin yansızlığına gölge düşmemesi özeni içinde, duyarlı bir yurttaş ve yargıç olarak sonucunu beğeniyle karşıladım. Tümüyle gerçekçi, hukuksal, yararlı bir anayasal çalışma yapılmıştır. Gericiliği, bağnazlığı, kötülükleri, ayrılıkları kışkırtan yaklaşımlarla usdışı değerlendirmelerin, çirkin yakıştırmaların, bilinen yalanların kimseye getireceği bir kazanım olamaz. 28 Şubat, kim ne derse desin tarihimizdeki yerini almıştır. 28 Mart’la karşılaştırmaya çalışanlar da kendi çıkarlarının karanlığında unutulacaklardır.
Siyasal partilerin ulusa hiçbir yarar getirmeyen, yaşama hiçbir olumlu katkı sağlamayan ufuksuzlukları bıkkınlık vermiştir. Demokrasinin olmazsa olmazlarından biri sayılan partilerin çoğu kendi kısır döngüleri içinde çırpınmaktadır. İlkesizlik, tutarsızlık, toplumsal özelliklere uzaklık, durağanlıkla özürlü duruma düşmüşken, kimileri de Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına yönelik aykırılıkları geçerli saymaktadır. Oy toplayıp bir yerlere gelmek için yapılan, ilkeye dayanmayan anlaşmalar, birlikteliklerin önceleri olduğu gibi şimdi de sakıncaları açıktır. Kimi tanıtımlarda terör örgütlerinin bir liderinin övüldüğü sloganları izlemekle yetinen partilerin yöneticileri seçim sonrasında ulusumuza bu aymazlığın hesabını vermelidir.

Atatürk ilkelerini “ayrıntı” sayan iktidar

Kamu Yönetimi Temel Yasası ile Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı’nı olumlu karşıladıkları izlenen siyasal parti yöneticilerinin laik cumhuriyet düzenine ne ölçüde yaraşır oldukları giderek daha belirginleşmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışında görevlendirilecek personelinin seçiminde “Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri”ne bağlılık ölçütünü kaldırması, bu temeli “ayrıntı” sayması, iktidarın amacının göstergelerinden birisidir. Varlığımızın nedeni, yaşam felsefemiz ilkeleri gözardı eden yönetimin bilimi ve gerçeği dışlayan anlayışın, laikliği ve ulusallığı kaldırmaya yönelik çabanın yıkım getireceği unutulamaz. Yurtdışında laikliği savunup, her fırsatta “değiştiğini” söyleyip bildiğini okumanın hiçbir anlamı yoktur. Söylemiyle eylemi çelişenlerin gerçekçi olmadığı vurgulanmakta, bunların ciddiye alınmaması gereği daha çok paylaşılmaktadır. Yandaşı basın Tayyip’in değişmediğinde direnmektedir.

Denktaş’ı oyuna getirmeye çalışıyorlar

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ı oyuna getirircesine davranışlar, baskı ve gözdağı içeren sözler sıcaklığını korurken bu kez YÖK Yasa Tasarısı nedeniyle “Bu iş Meclis’e gelecek. Sözü olan adımını ona göre atsın” tehdidi günümüz Başbakanının inatçılığını pekiştirmektedir. Yabancılara boyun eğenlerin içerde dikleşmesi, üstelik efelenme nitelikli çıkışları, gelecekte nelerle karşılaşacağımızı eylemli biçimde anlatmaktadır. Ne tuhaf durum, Cumhuriyet Hükümeti’nin başını cumhuriyet karşıtları övmekte, savunmakta, sözcülüğünü yapmaktadır. Türklüğünü yadsımıyorsa amaçladığı anlamda CHP’nin “kökü” Tayyip’in de köküdür.

ABD’nin “Büyük Ortadoğu atağı”, adamlarının Türkiye’ye gelişiyle boyut kazanacaktır. Antalya’da önceki günlerde yapılan ve Devlet Bakanı Ali Babacan’ın da bulunduğu söylenen bir toplantıda Amerikalı’nın Türkiye’yi küçümseyen, kürt devletinin kurulacağını, onlarla birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu vurgulayan, Kıbrıs’ın AB ve ABD isteği uyarınca Annan Planı’na göre verileceğinin önceden ABD’ye bildirildiğini anlatan sözleri duyarlılıkla karşılanıp bir yanıt verilmiş değildir. Türkiye ABD çıkarlarına göre düzenlenen yeni bir Ortadoğu yapılanmasında kendisine ayrılan yerde verilen görevi yerine getirmek üzere hazırlanmaktadır. Yeni proje, değişik yönden tehlikeler ağı olabilir.
10. Yıl Marşı’nın bağımsızlığa, özgürlüğe, ulusal egemenliğe, aydınlanmaya, tüm çağdaş olanaklarıyla uygarlığa ve güzel yarınlara çağrı olduğunu, Türklüğü yücelttiğini bilmeyen köktendinciler, ümmetçi bağnazlar, Başbakanlık Müsteşarı’nın bir kuruluşun uygulama okulunda “Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinizde olsun” sözleriyle konuşmaya başlamasının mutluluğuyla kendilerinden geçmişlerdir. Atatürkçüler, laik devlette Başbakanlık Müsteşarı’nın anlayışını ve tutumunun hangi doğrultuda olacağını gösteren bu dinsel söylemini tepkisizlikle izlemişlerdir. Düşündürücü olan, bu aldırışsızlıktır.

Anlaşılan, bugünün iktidarı kendini desteklemeleri için AB’ye ve ABD’ye istediklerini alma sözünü vermiştir. Kıbrıs’ta bu durum bunun içindedir, Ege’de, Güneydoğu’da. Başka bir şey iktidarın umrunda değildir. İçerde kendi istediklerini yapma olanağı bulunsun, karşısına çıkacakları AB ve ABD desteğiyle sustursun ve durdursun, bu yeterlidir. AB’yi ve ABD’yi de Türkiye’nin laik, demokrat bir hukuk devleti olup olmaması hiç ilgilendirmemektedir. Onlar için istediklerini verecek, yapacak bir iktidar gereklidir. İçerde ne isterse yapsın, sorun değildir. Bakalım gelecek ne gösterecek? ABD ve AB, bugünkü iktidara “Bizim istediklerimizi yapın, siz de istediklerinizi yapın” demektedir.
Dernekleri kendine yer edinmek için kullananlar var
Demokratik kitle örgütlerinin Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri konusundaki yetersizlikleri açıktır. Bağımsız yapılarına, siyasal kuruluşlara karşı yansız tutumlarına gölge düşürecek ilişkilerden, davranışlardan kaçınarak yansız olmamaları gereken konularda, ilkelerde daha tutarlı ve etkin olmaları beklenir. Karanlık ve karışık ilişkiler, güdümlü duruma getirecek birliktelikler, yanlış anlamaya neden olacak katkı ve yardımlar çok önem taşımaktadır. Kuruluşun demokratik yapısını bözan disiplinsizlikler, güç kırıcı durumlardır. Çalışma disiplinini sağlayamayan, yöneticilerine yönelik haksız, çirkin amaçlı saldırıların yaptırımını belirleyemeyen kuruluşlar kimseye güven vermez. Seçilmek için, yeniden göreve gelmek için kuruluşun karakterinden ödün vererek disiplinsizliğe özendirenler, bir gün gelir en ağır saldırılarla karşılaşırlar. Kendilerini temsil eden insanlara ters bakan, suçlamayı ve yalan söylemeyi beceri sayan, kişilerin arkasından konuşup yanında suspus olan, kavgayı yöntem edinen, dayanışma, yardım, değer bilirlik duygularından yoksun kendini beğenmiş gösterişçiler ne yapabilir, bunlarla ne yapılabilir? Dernekleri dedikodu kapısı, sigara ve oyun salonu ya da gösteri sahnesi sananlar var. Rozet ve etiket düşkünleri asla yaraşır olmadıkları yönetici sıfatlarıyla kendilerini tanıtmak, toplum içinde yer edinmek, aday ya da danışman olmaya çalışırlar. Kimileri görevlerini bunun için kullanırlar. İzlenen, görünen budur. İktidarın yerel seçimlerde daha çok oy alıp düşündüklerini daha geniş kapsamlı, daha hızlı yapma çabası bilinirken kimi dernekler Tüzüklerini, amaçlarını, ilkelerini unutup seçim ve yer kapma yarışına girmekte, birçok kliği ve hizbi uzlaştırarak denge sağlayacağını sanan zavallı yöneticilerin elinde oraya buraya bağlanmaya bakmaktadır. İlerici kuruluşların kendilerine sık sık sorması gereken sorular, özeleştiri, sorgulama, yargılama türü kendini yoklama gerekleri vardır. Kaç kızımızı sıkmabaştan kurtarmışlardır? Kaç kadınımızı çarşaftan uzaklaştırmışlardır? Kaç çocuğumuzu tarikatın elinden almışlardır? Kuruluşlarına kaç üye kazandırmış, üyelerini amaçları doğrultusunda eğitmiş, güçlendirmiş, etkin duruma getirmiş, kuruluşlarına neleri kazandırmış, düzeyini ne ölçüde yükseltmişlerdir? Bildiri ile, konuşmayla aynı salonlarda aynı konuşmacıları dinleyen aynı insanlarla ne sağlanmıştır? Yenilenen nedir, elde edilen nelerdir? Hangi kötülük ve aykırılık önlenmiş, hangi ilke ve iyilik benimsetilmiştir? Karışık işler çevirenlerin yanında yetişenler karmakarışık işlere girişirler. Hiçbir niteliği olmayan kişiliksiz kimileri onun bunun adamı görünerek ayrılık yaratırlar. Düşünsel, eylemsel, akçalı hiçbir katkıları olmayan rozetçiler sıraları doldurur. Yöneticiler kendilerini alkışladıkları, oylarını verdikleri için bu yararsızları korurlar, hiçbir disiplin işlemini uygulamazlar. Görevlisi olduğu kuruluşun onurlu yapısını koruyacak yerde aymazlığın, tembelliğin, çelişkilerinin eleştirisine katlanamayıp ona buna çamur atan, etiket böbürlenmesi ile kurulan kimselerden hiçbir yarar gelmez. Sunacak, tanıtacak, adından sözedilecek değeri, özelliği bulunmadığından kuruluşunu kullanıp kullandırıp, partili, militan aynı düzeydeki kimselerin ve aldatılmışların oyuyla yeniden seçilmeyi içlerine sindirirler. Utanacak yerde sırıtırlar. İlkelilik, tutarlılık onlar için anlam taşımaz, hatta gericilik sayılır. Bir ya da birkaç oy için çoğunluğun kınadığı adamla orda burda boy gösterir dolaşırlar.

Son zamanlarda bu tür kişilere sık rastlandığından konuya değinmeyi sürdüreceğim. Hiçbir katkıları olmayanlar eleştiride süre ve kimseye sıra tanımazlar. Nasıl verildiğine şaşılacak kimi bilimsel ve yasal ünvanlara sığınırlar. Seçmenler de onları bir şey sanarak, taşıdıkları sıfatın saygınlığına aldanarak oylarıyla desteklemek durumuna düşerler. Böylece zarar iki yanlı oluşur. Yanınızda olmak, listenizde yer almak için çabalayanlar sizden sonra karşı yana yamanmak için olmadık davranışlara girer. Karakter ve kişilik sorunu gündeme gelir. Bu görünüm birçok kuruluşta sık sık üzüntüyle izlenir. Üstelik kendilerini haklı göstermek için yalan, karalamaya başlarlar. Dün kötüleyip yakındıklarıyla, bugün öylesine kucaklaşır, senli-benli olurlar ki tiksinti duyarsınız. Dün kimlerle idiler, bugün kimlerle ve yarın kimlerle olacaklardır, şaşar kalırsınız. Böyle mi olmalı? Bir yer, bir sıfat için bunlar değer mi? “Ne yaptılar ne yapabilirler?” diye sorup oy vermesi gerekenler de umursamıyor, ipin ucunu bırakıyor. Tadı-tuzu kalmıyor. Siyasal ortam da böyle değil mi?

Nedense kimileri doyumsuz ve görgüsüz, kendisinin çok başarılı, üstelik yetenekli olduğu kuruntusuna kapılarak, yaptıklarını başkalarının yapamayacağını, yerinden ayrılmaması gerektiğini savunup bir iki şakşakçısının abartılı sözleriyle yenileşmeye ve gençleşmeye karşı çıkarlar. “Benden başkası yok!” demek, başkalarına saygısızlıktır. Etik tanımazlar, hukuk tanımazlar, yetkilerini kötüye kullanıp güçleriyle istedikleri sonucu alacak her tür oyuna girişirler. ilkesizlik ve tutarsızlığın ilginç örneklerini birbirine ekleyerek, kendilerini ve çevrelerini aldatarak yerlerinde otururlar. Ama eskirler, değer yitirirler, tutkularına yenilirler. Bıkkınlık verirler. Nasıl olsa bir gün gideceğini, o koltuk için kişiliğini küçültmenin gereksiz olduğunu düşünmez. Kendisine dostça öneride bulunanları da düşman sayar. Oraya nasıl, kimlere dayanarak geldiğini, verdiği sözleri de unutur. Daha önce uygun bulduğunu sonra aykırı bulur. Kurallarda değişikliği savunarak kendine süre sağlar. O koltukta yaşam boyu oturulsa ne olur? Kendini övmek, geçmişi yermek, gerçeği yadsımak ne getirir? Hangi olumlu katkıyı yaygınlaştırdı, hangi olumsuzluğu önledi, engelledi bilinmez. Dayanışmayı ayrıştırmaya dönüştürürler, o kadar. Siyasal partilerde yakınma nedeni olan, lider sultası, dikta nitelikli düzen de böyle değil mi? Bunlar toplumsal acı gerçeklerdir.

Gençleri Bölenler Gençleri Birleştiremez

Eğitim, deneyim, uzmanlık gözetmeden, herşeyi herkesten iyi bildiklerini, iyi yapacaklarını sananlar, kimseye yol vermez, hak tanımaz, olanak sağlamaz. Hırsı, usunu bastırır. Başkalarının sırtından geçinen asalak tipler çoğunlukla böyledir. Dürüst, onurlu, kişilikli insanlara katlanamazlar. Atatürkçü geçinen kimilerine baktıkça ürperiyorsunuz. Birbirlerini nasıl karalayıp kötülüyorlar. Yalanın, çirkinliğin, terbiyesizliğin önü alınamıyor. Utanmaları da yok. Sakıncalı tutumu belgelenmiş, yetkili kurul kararlarıyla saptanmış, disiplin yaptırımına bağlanmış olsa da yinelemekten kaçınmayanı var. Kendi sorup kendi yanıt vererek düzmece söyleşiler yayınlatanlar da çıkabiliyor. Bunlar, yitirdiklerimizden, karşı devrimcilerin güçlenmesinden dersler çıkaramıyor. Demokrat geçinirler, seçim sonuçlarına katlanamazlar. Yerine gelene destek vermez, onu başarısız kılmaya, yalnız bırakmaya çalışır. Güçlendirme büyüklüğü yerine yıpratma küçüklüğüne düşer. Yürüyemez, konuşmaları anlaşılmaz, okuyup yazamaz duruma gelir, yine de “Ben!. Ben!...” der. Yanındaki bir iki yadırganan kişinin kışkırtmasıyla gülünç olur. Önceki yıllar yaptıkları yazıp söyledikleriyle çelişir, ayıplanır. Bunlara ne gerek var? Kötü örnek olarak anılmakla kendilerine yazık etmiş olmuyorlar mı? Herşeyi tadında bırakarak gençlere yol gösterici, yardımcı olmak yeğlenmelidir. Görev katları, yerleri kimsenin sonsuz ve sınırsız malı değildir. İnsan konumuyla değil, onuruyla övünmelidir.

“Yapışıp kalma, kazık çakma, koltuk ve minder çürütme” sözleriyle özetlenen bencillik ve direnme, başkasını ahlak dışı yollarla uzaklaştırıp kendine yer açma açıkgözlülüğü, pis kurnazlık, toplumsal zayıflıklarımızdan biridir. Toplu çalışma terbiyesinden uzak kişisel davranışlar da böyle. Spor yarışmalarında zaman zaman izlediğimiz yanlışlıklar da. Gençleri bölenler gençleri birleştiremezler.
“Nabza göre şerbet veren”ler, kuruluşlarına, yöneticilerine saldırıları işleme koymaz, disiplin sağlayamaz, tersine saldırganlara hoş görünüp onların desteğini almak için onlarla işbirliğine girişir. Bunun güncel örnekleri vardır. Sorunu kişiselleştirmek istemiyorum. Bunlar yanlış işler. Bir yerde biraz daha kalmak, oturmak, yeniden seçilmek önemli değil. Güvenilir, aranılır, tutarlı olmak, adam olmak önemlidir. Yalvarıp yakararak isteklerde bulunduğu, yanlarına alınmasını, aralarında bulunmasını istediği, yüzlerine güldüğü, önlerinde “el-pençe divan” durduğu, övgülerle yere göğe sığdıramadığı insanların arkasından söylemediklerini bırakmazlar. Yüzlerine vuramayacak kadar incelikle davrananların anlamadıklarını, bilmediklerini, duymadıklarını, görmediklerini sanır, sırıtırlar. Yerlerini korumak için herşeyi yapabilirler. Giderek kötüleşen, bozulup yozlaşan siyasetin onurlu, soylu bir kurum olduğunu göstermek için özveriyle çalışıp birlikteliğe örnek ve öncelik yapmak isteyenleri suçlarlar ama kendileri parti parti dolaşıp yer arar, listelere aday vermeye çalışırlar.
Yalnız üye yazılıp hiçbir çalışmaya katılmayan, genel kurullarda bulunmayan, ödenti vermeyen üyelerin kimileri yapacak başka işleri olmayan, kendini göstermek, tanıtmak, kurulup dolaşmak için orayı kullananlardır. İçtenlik, dayanışma, katkıda bulunma, görev ve sorumluluk alma düşünceleri yoktur. Önce ne varsa o ya da öncekini yıkarak, kötüleyerek kendinden söz ettirme yeterlidir. Kimi medya ilgilileri ile ilişki kurup adını yazdırmak, arada sırada yalan-yanlış bir şeyler yazıp kendini göstermek. Kimi karışık ilişkilerle kendi amaçları doğrultusunda kadrolaşmak, yarınlara hazırlık yapmak. Güdümlü ve edilgen kılınmaya katlanmak. Kullanılmaya elverişli olanlar kullanılır. Çoğunlukla tembel, pısırık, hatta korkak olan bu tür kişiler gülümseyişle, “efendim!” sözcükleriyle olumlu izlenim uyandırmaya çalışır, hayalleriyle kendilerini avuturlar. Kişiliğe, niteliğe değil mevki ve makama, tetiğe meteliğe bakarlar. Yetkiliyseniz etkili sayar. Yetkiniz kalkınca sizden uzaklaşırlar. Böyle kimilerinin birbirlerinden yakınmalarını anlatmak için nasıl geldiklerini, nasıl ezilip büzülerek oturduklarını, sonra nasıl saygısızlık ettiklerini bilenler çoktur. Birkaç sözcükleri vardır, sürekli onları yinelerler. Hukukları hukuksuzluktur, terbiyeleri terbiyesizliktir. Okumadıkları, okuyup anlamadıkları belirgin kitaplardan söz ederek yalan-dolanla sırıtıp kırıtmayla, göz boyamayla varlıklarını sürdürürler. Toplumsal, uygar tepkiyle bu çirkinlikler önlenmelidir. Küçük hesaplarla, dar kadrolarla “cemiyetçilik” bitikliğin belirtisidir.

TÜRKSOLU’nu karalayanlara karşılıkları verilecektir

Kimi kuruluş yetkililerinin TÜRKSOLU’nu ve yazarlarını suçlayıp karalama çabasında olduklarına ilişkin bilgiler gelmektedir. Yarası olan gocunur. Kendi adımıza vereceğimiz hiçbir yanıt ve hesap yoktur. Kendini bilmezlerin söz ve yazılarının da hiçbir önemi yoktur. Zamanı, sırası, yeri geldiğinde karşılıklarının verileceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Karşı olunan kuruluş ve kişilerle ilişkili göstermek, kimi rapor uydurmalarına dayanmak suçluyu kurtaramaz. Nerede olursa olsun yakasına yapışılır, sorulur. Atatürk düşmanlarına, hainlere, verkurtulculara bir şey diyecekleri zaman dilleri tutulur, yazacakları zaman elleri titrer ama Atatürkçülere söylemediklerini, yapmadıklarını bırakmazlar. Medyanın kötü kesimiyle işbirliğinde, sakıncalı ilişkilerde kusur işlemezler. Kalıplaşmış düşünceler, paslanmış yöntemlerle sarsak yürüyüşlerini sürdürürler. Atatürkçülüğe yaraşan yaratıcılık, devingenlik, yeni yöntemler, yeni söylemler, durağanlığı, geriye gidişi tersine çevirecek atılımlar yoksa neye yarar. Siyasal cilveler düşkünlüğün sonucudur, kötü düşkünlükler düşüklük nedenidir.
Tüm bu nedenlerle ve yazılabilecek başka nedenlerle toplumsal işlev yüklenmiş kuruluşların çok duyarlı, çok özenli davranmaları beklenir. Derneklerin siyasetle uğraşmaları yasağı 1995 Anayasa değişikliği ile kaldırıldı. Siyasetle uğraşıp iktidar olma yarışına katılmadan, ama iktidarı ve muhalefeti etkileyerek daha düzeyli ve daha beğenilir yaşam için çabalarda bulunabilir.

Parti Militanlarını Salonlara Dolduranlar yarın pişman olur

Üyeleri arasında siyasetçiler, siyasal parti üyeleri bulunabilir ama çalışmalarını onlara ve onların kuruluşlarına göre değil kendi kuruluşunun gereklerine göre yürütür. Ben, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı iken, günlük siyasetin dışında kalma ilkemizi vurgulamak için “Derneğimize siyasetçi girer ama siyaset giremez” demiştim. Kuruluşların ilgililerine bunu anımsatıyorum. Kendine yer yapmak, kimi olanaklar sağlamak, durumu düzeltmek için siyasetçilere sığınılamaz. Onların desteği istenemez. Onlardan Türkiyemizi yükseltecek davranışlar için çalışma istenir. Sakıncalı durumlardan, ayrılıklardan kaçınmaları, Atatürk İlkeleri’ne bağlılık istenir. Anlam ve amaç ağırlığı olmadan sayı kalabalığı ile etkinlik düzenlemenin, siyasal parti militanlarını salonlara doldurarak aldatıcı görünümlerle güç gösterisine kalkmanın hiçbir yararı yoktur. Bu tür yapaylıklar yarınlarda üzüntü verir, pişmanlık duyurur. Kendine konumunu sağlayanları dışlayıp nerden gelip nereye gittiği bilinen kimselerle işbirliği kuranları zaman daha iyi değerlendirir. Ne oldukları çok iyi anlaşılır. Yıllarca aynı görevde kalıp yerine gençleri yetiştiremeyenler, görevlerini genç üyelere devredemeyenler, hangi başarının sahibi olabilirler? Anılacak hiçbir çabası, kazandırdığı hiçbir şey olmadan, görevde ve emekli asker ve sivil kimilerinin, kimi medya ilgililerinin arkalarında ya da yanlarında olduklarını söylemekle, onlarla görüşmeler yapıp buyruklarını yerine getirmeye hazır olduğunu bildirmekle, kuruluş dışındaki güçlere dayanmakla, onların yönlendirmesine kapı açmakla bir yere gidilemez, bir şey elde edilemez. Kurulan ilişkilerle belki bir şeyler sağlanabilir, bir yerlerde görev alınabilir, medya söz edebilir. Aylık bağlatılabilir ama kuruluş yara alır. Kuruluş kullanılmış ve kullandırılmış olur. Kuruluşun bağımsızlığı ve onuru zedelenir. Oysa demokrasinin çağdaş öğeleri içinde toplumsal örgütlerin özgün bir yeri vardır. Bunu koruyamayan ve sürdüremeyenler çekilmeyi bilmelidirler. Kuruluşlar da kendilerini yenilemeyi, birkaç belli kişinin, bir kliğin güdümünden ve tekelinden kurtulmayı, kronikleşmişleri durdurmayı bilmelidir.
Esenlik dilerim.




..


Avutma, Oyalama, İkilem






Avutma, Oyalama, İkilem




Yekta Güngör Özden


Siyaset ve medya gerçekleri halktan gizliyor

Avutup oyalayarak, aldatıp yanıltarak yol almaya çalışanlar gerçekten korkuyorlar, çekiniyorlar ve kaçınıyorlar. Doğruları tartışmak, dayanakları ortaya koymak işlerine gelmiyor. Hemen bağırıp çağırmaya, haksızlığa uğramış görünümü içinde siteme, ilgisiz konulara geçip savuşturmaya, dahası terbiyesini bozup yalanlar üreterek karalamaya çabalıyorlar. Orada bulunmayanlar iletilenlerle, kendilerine anlatılanlarla ya da okuduklarıyla yetinmek zorunda kaldıklarından gerçek, çoğu zaman, gürültüye gidiyor. Oysa en doyurucu düşün gıdası gerçektir. Bilim, gerçeği arayan, bulmayı görev edinen uğraş değil midir? Günümüz siyaseti iç ve dış olaylarda giderek bozulan medya kesiminin desteğiyle gerçekleri halkın gözünden ve bilgisinden kaçırmakta, işine geldiği gibi sunmakta ve tanıtmakta, demokrasinin en doğal yansıması ve gereği sayılan çoğulculuk ve katılım bu nedenle anlamından uzaklaşmaktadır. Eğitimden kaynaklanan sakıncalar da giderek büyümekte ve artmakta, insana bağlı olan kurumlaşmalarla oluşumlar özlendiği biçimde gerçekleşmediğinden düşkırıklığı yayılmaktadır. Güven duygusundaki çözülme, toplumsal yapının en yıkıcı olumsuzluğudur.

Türkiye’siz Kıbrıs, Kıbrıs’sız Türkiye Çözüm değil, Çökümdür

Yurtsever, gerçek demokratların Kıbrıs konusundaki haklı kaygılarını giderecek olumlu bir gelişme yoktur. Türk ve Rum halkını barış içinde yaşatacak gerçekçi, onurlu, eşitlikte ödünsüz bir çözümü kim istemez? Barış, en iyi zaferdir. Olmayan ve olması kuşkulu, kimi koşullara bağlı zamansız “Zafer” çığlıkları, siyasal iktidarla yandaşı beslemelerin AB ve ABD dayatmalarına boyun eğip Denktaş’ı karalayarak verecekleri Kıbrıs için şimdiden kamuoyunu hazırlama çabalarıdır. İçimizdeki çürüklerin çıkarları nedeniyle katlandıkları ve koştukları sözde çözüm önerileri Yunanistan’a peşkeş çekmekten başka bir şey değildir.
Kıbrıs’ın elden çıkarılışının olağan gösterilmesi oyunlarına başlanmıştır. Kıbrıs’ta yıllardır yaşanan barışı ortadan kaldıran, yeni kavgalara, savaşa, yalnızlık ve tükenmişliğe yol açan anlaşma(!)ya hiçbir aklıbaşında insan, hiçbir yurtsever katılamaz. Sonucu Annan’ın İngiltere kaynaklı plânına ve oluruna bırakan gelişmeler sevinilerek izlenemez. Türkiye’siz Kıbrıs, Kıbrıs’sız Türkiye çözüm değil, çökümdür. İleri değil, geri gidilmiştir. Uzlaşma, denge, adaletle değil, ödünlerle görüşmeler sürüyor. Seçim kazanımı gözetilerek halka başarılı gösterme yöntemleri, şamatayla, sataşmayla, yakışıksız sözler ve yanıtlarla geliştirilmektedir. Geleceğini AB’ye girmeye bağlayan, AB dışında kalmayı, görüşme tarihi alamamayı kendisi için yıkım bilen iktidar, gerekirse, Kıbrıs’ı vermeye dünden râzıdır. Denktaş’ın rol yaptığını ileri sürecek kadar yabancılaşan, Yunan çıkarlarını Yunanlılardan çok savunan ver-kurtulcu ve satıcılar, iktidar şakşakçılığıyla kendilerinden geçmişlerdir. Yunanistan’ın sevinci, son günlerde Ege koşulunu gündeme getirmesi bile bu aymaz, sapkın ortaklığını uyarmıyor, utandırmıyor. İktidara tutumuyla genelde büyük ölçüde destek olan, bugünkü Başbakana konumunu sağlayan anamuhalefet partisinin Kıbrıs konusundaki tutumuna da katlanamıyorlar. Kıbrıs konusunda Milli Güvenlik Kurulu açıklamasıyla öğrenilen görüşmelere, Denktaş’ın katılmasıyla yapılan Çankaya Zirvesi’ndeki kararlara aykırılığı belirgin Tayyip Erdoğan konuşmaları, “Yol haritasını verdik, aykırı davranırsa zararı KKTC’nindir” içerikli tehdidi ilginçtir. AB’ye ve ABD’ye hoş görünmek için herşeyi verebileceğini bildirenleri Hıristiyan Demokratların karşı çıkışları, özel konum önerileri de etkilemiyor. Dışarda lâiklik nutku atanların içerdeki tersine direnişleri AB yolunun dikenli olduğunu, bunları da kendilerinin yarattığını yine kendilerinden başka bilmeyen kalmadı. Irak fiyaskosu gibi Kıbrıs fiyaskosu yaşanacak, bunu AB fiyaskosu izleyecek görünüyor. Yanılmayı isterim. “Kıbrıs gitti, medya bitti.” olmamasını dilerim.

Ne günlere, kimlerin eline kaldık?

Atandığı yerde ilk işi kurumunda mescit açmak, peşinden hemen Hac’ca gitmek olan emniyet müdürü, yaygınlaşarak hızlanan kadrolaşma, dışardan atamalar, işsizliği giderecek yatırımlara olanak tanımayan bütçe, kamu yönetimi yasası ile yerel yönetimler tasarısında direnme, Anayasa değişikliğini yama biçiminde ve özel amaçla gündeme taşıma çabaları, “Yargıçlara rüşvet vermeyin” önerili hutbe, sıkmabaş için mesleğinden vazgeçen kadınlar, öğrenimini perukla yapan genç kızlar, varlığını din sömürüsüne bağlayan siyaset neyin göstergesidir? Kıbrıs görüşmelerini büyüterek Lozan’ı küçümseme aşağılıkları, orgenerallere güvenlik konusunda akıl verme gülünçlükleri birbirine eklenmektedir. Ne günlere, kimlerin eline kaldık? Aydın geçinen kimilerinin soyut demokrasi anlayışı, gerçekleri gözardı edip demokrasi karşıtlarına güç veren tutumları gerçekçileri düşündürmelidir. Dinsel dayanak, devletle din birlikteliği, din yandaşlığı ve ayrıcalığı çağdaş bir devlet yapısı, gerçek bir demokrasi için asla söz konusu değilken “Modern islâm devleti, çağdaş müslümanlık, müslüman demokratlık” nitelemeleri oldubittiye alıştırmalar türünde yinelenmektedir. Lâikliğin, hukukun, devletin, demokrasinin, dinin anlamını kavrayamayanların kışkırtması da sürmektedir. Kolluk güçlerinin şeriatçılarla şeriatçı olmayanlara karşı yanlı davranışı açıktır. Son günlerin Konya depremi, İstanbul kışıyla açığa çıkan boşlukları, yerlerinde inatla tutulan bir iki köktendinci müsteşara verilen destek ve yerel yönetim seçimlerinde aday gösterilenlerle iyice açığa çıkmıştır. İktidar partisinin kadın aday yaklaşımı amacından ve takiyyeden dönmediğinin, değişmediğinin göstergesidir. Tarikat üyeliğini benimsemediğini açıklayan iktidar üyelerini toplum duymak, görmek, bilmek istemektedir. Rüşvetle ilgili basın derlemeleri korkunçtur. AB ve ABD’ye yaranma amaçlı konuşmalar, tutumlar içte ve dışta birçok yıkıntıya neden olmuştur.
Uzanları çökertme harekâtı zorbaca ve yerel seçimlerde güç kazanma amaçlı
Son günlerin en sakıncalı olayı Uzan’lar için yürütülen yanlı, hukukdışı, Anayasa’ya aykırı uygulamadır. Siyasal öçalma, susturup sindirme, dışlayıp etkisiz ve geçersiz kılma amaçlı “çökertme harekâtı” yerel seçimleri ne pahasına olursa olsun kazanıp daha çok güç kazanma girişiminden başka bir şey değildir. Kamunun çıkarı gözetilseydi aynı durumda olanlara da aynı işlem uygulanırdı. Hukuku dışlayarak sonuç almak, zorbalıktır.

Tayyip’in ABD gezisi fiyasko

ABD kürtçülere desteğini sürdürmekte, Türkmenler için karanlık artmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisi de fiyaskodur. Alınan, kazanılan hiçbir şey yoktur. Fransa’daki sıkmabaş yasağı kararını Almanya ve öbür AB üyesi ülkeler izlediğinde durum daha iyi anlaşılacak, aldatılan kızlarımızın yitirdikleri zamanın giderilmesi birçok özveriyi gerektirecektir. Lâikliğin demokrasinin kaynaklarından biri, hattâ başlıcası olduğunu benimsemedikçe ilerlemenin, inanç sömürüsünü önlemenin olanağı yoktur. Yürürlükten kaldırılan Medeni Yasa’nın önsözünü anımsamak yeter. Bu anıtı bile yıktılar. Gerçek din ve vicdan özgürlüğüyle, bu özgürlüklerin güvencesi olan lâikliği benzersiz güzellikte ve doyurucu düzeyde anlatan önsözü gerici çığırtkanların desteğiyle kestiler. Nasıl üzülmezsiniz? İçerdeki uygulamayla bağdaşmayan dışardaki sözlere kim inanır?

Alnım açık, yüzüm ak

Gerçek yurtseverlerin, gerçek Atatürkçülerin, gerçek aydınların dağınıklığı sürmekte, kendilerini göstermek için gündemde tutmak, öne geçmek isteyenlerin kurumlarını gözardı eden kişisel amaçlı oyunları yeni örnekleriyle izlenmektedir. Bu arada kimi aydınlarımızın kötüye giden durumları önlemek amacıyla yeni yapılanmalar düşündükleri, kimi hazırlıklara giriştikleri duyulmaktadır. Yıllardır uğraş verdiğimiz birliktelik sevindirici olmakla birlikte katılacak kimi kuruluş ve kişilerin umutkırıcı olduğunu belirtmeyi yararlı buluyorum. Yöntem yanlışlıkları, akçalı desteklerin getireceği sorunlar da ayrı. Siyasal gücü kazanmak, etkilemek amaçlanmalıdır.

“Önce insan” sözümü ve “Ne altın gemi, ne gümüş gemi, dost gemisi!” sözünü yineliyorum. İlkeli, tutarlı, gerçekçi ve içtenlikli insanlar toplumun en sağlıklı, en güvenilir dayanağıdır. Bencil, tutkusu usunun üstünde, usu sakıncalı ilişki ve işlemlerde, doyumsuz, ölçüsüz, sınır tanımaz kimselerle birlikte olunamaz. Yalanlar, yakıştırmalar sürüyor. İktidara yaranmak için gerçekdışı yazılarını çirkinliklerle dolduranlar aynada yüzlerine nasıl bakıyorlar, şaşılır. Lâik olmamakla övünmeye çalışan zavallılar Tayyip Erdoğan’ın lâikliği araplara bile önermesinden sonra sanırım önlerde koşturacaklardır. Her söze yanıt vermenin gereksizliği açıktır. Görevimde, önce de belirttiğim gibi, meslek gereklerine yargıçlık niteliklerine aykırı hiçbir tutumum olmadı. Anayasal ilkeleri ve nitelikleri savundum. Buna karşın siyasal çabam olduğu, amacım olduğu, hattâ yerel seçimlerde Ankara Büyükkent Belediye Başkanlığı’na CHP’den aday olacağım yazıldı. Sormak, araştırmak, öğrenmek, gerçeği duyurmak düşünülmeden. Gülüp geçtim. Yalanların, yakıştırmaların, çirkinliklerin, pisliklerin, terbiyesizliklerin, oyunların, dalaveraların, düzenbazlıkların, sakıncalı ilişki ve işlemlerin, ikiyüzlülüklerin, dönekliklerin, güvensizliklerin ve aşağılıkların hiçbir zaman yakınında durmadım. Elime çok istememe karşın boya kalemi alamadım ama kaşlarımı boyadığımı yazdılar. Oysa, boyasam saçlarımı boyarım. Hiçbir akçalı işlem yetkilisi/olmamama karşın, depo memurluğu yapmamama karşın çirkinliklerle ilişkilendirmek istediler. Beni sevmeyen, benim de olumlu düşünmediğim kimileriyle birlikte gösterdiler. Özetle, kötülemek, karalamak, ulus katında aşağılamak için her şeyi yaptılar. Bir şiirimde yazdığım gibi:

“Dumansız dağ gibiyim
Nereden bakarsan bak
Alnım açık, yüzüm ak”

diyerek halkımın içinde onların sevgi ve saygı dolu yaklaşımlarıyla yaşamımı sürdürüyorum. Kötülüklerin uzağında kalmakla mutluyum. Kimseyi aldatmadan, yanıltmadan, oyalamadan, kendisi için bir istekte bulunmadan, kimseye haksızlık ve kötülük yapmadan, doğru bildiğini söyleyip yapmaktan kaçınmadan koşturdum. Herkesin ne olduğu biliniyor.

Hepimiz insanız. Yanlış yapabiliriz, yanılabiliriz. Yanlışları doğru bilerek, doğru sanarak yapıyoruz. Yanlış olduğunu bilsek yapmayız. Kimilerini, kendini tanıtması ya da başkalarının tanıtmalarıyla benimsiyoruz, yanlış değerlendirebiliyoruz. Zamanla daha iyi anlayınca ilişkilerimizi düzenliyoruz. Kişilik, nitelikle anlam ve değer kazanır. Kişiliği dokuyan özellikler ahlâk çerçevesi ve us gücüyle özetlenen yetenekle ölçülür. Kimileri “adamsendeci” olabildiği gibi kimileri de aşırı “bencil” olabiliyor. Kuruluşlarını kendileriyle özdeşleştirenler, kendileri olmazsa hiçbir şeyin olamayacağını, yapılamayacağını savunanlar, tek egemen olmak için her yol ve yöntemi geçerli sayarak deneyenler çıkabiliyor. Anlama, kavrama, yorumlama ve değerlendirme özürlüler, kendi sakıncalı eylemlerini, tehlikeli ilişkilerini saklamak için başkalarını suçlayanlar, özel amaçla davranıp sözleri tersine çevirenler ya da başkalarına araç olanlar çıkabiliyor. Bir tür dikta kurarak yönetmek hevesine kapılan açıkgözler, sahte tebessümleriyle iyiyi kötü gösterip kimilerini aldatabiliyor. Klik, hizip denilen ayrılıkçı, bölücü, yıkıcı oluşumlar hiçbir vefa ve değerbilirlik duygusu taşınmadan sergilenebiliyor. Kendisinin birşey olduğu, kendisinde birşeyler bulunduğu kuruntusuna kapılıp böbürlenerek kuruluşunda tekseçiciliğe soyunan kralcılar, çevre bulabiliyor. Kimi zaman kendisinin dışlandığını, istenmediğini ileri sürerek acındıran, böylelikle amacını gerçekleştirip kimilerini kendi söyleyip yazdıklarından çeviren militanlar türeyebiliyor. Üstelik tüm bu olumsuzluklar siyaset adına yaşanıyor. Herkes böyle bir ortamda bulunamaz. Aslında koflukları yansıtan güç gösterilerine bağlı ucuz kahramanlıklar sahiplerinin ne “mal” olduğunun belirtileridir. Ülkemizde sanat ve spor türü, örnek, soylu, dürüst bir siyasetin gerçekleşmemesi, özetlemeye çalıştığım düşkünlükler yüzündendir. Yerel seçimlerde hiçbir ilke gözetmeden bir partiden öbür partiye geçiş, önceki kişiliği ve tutumuyla bağdaşması düşünülemeyecek bir partiye giriş, aday olmak, kazanmasa da tanınmak, kazanırsa birşeyler sağlamak ve sağlatmak amacı seçimleri de, demokrasiyi de karalamaktadır.

Atatürkçülerin dağınıklığı karşıtlarının başlıca gücüdür

Nabza göre şerbet vererek, kişisel ilişkilere girişerek, “vücut dili”ni yeğleyerek, yapay davranışlarla, kimi slogan ve tekerlemeler, kimi alıntı ve kopyalarla insanları kandıran, yüzünüze gülüp yokluğunuzda çekiştiren, ayıplanan tutumuyla dillere düşen karanlık, karışık, güvenilmez kişilerden kimseye yarar gelmez. Basitlik zikzakları çizenler bir gün mutlaka dışlanırlar. Böyle bozukluklarda olumlu hiçbir şey yapılmaz ki siyaset yapılsın. İşte Başbakan, kimi Bakanların, kimi Müsteşarların, kimi yöneticilerin konuşmaları. 

Argo sözcükleri... Kimi olaylar, kimi oluşumlar...

Sorunları, konuları kişiselleştirdiğim sanılmasın. Genel yapı için örnek olarak vermeye çalıştım. Kişisel bilgilerim yeterli olmaz. İnsanda bir kanı oluşur ama kanıtı olmayabilir. Bu nedenle herşeyi açıklamak, söylemek, yazmak doğru olmaz. Göz gördüğüne, kulak duyduğuna inanır. Yalnız kendi gördüğünüzü söyleyebilirsiniz belki ama savunup kanıtlayamazsınız. Ama kanınız, kendi kararınız için yeterlidir. Kimseye yaraşıp yanaşmayı, yaranmayı ya da yaltaklanmayı düşünmeden, kimseden bir şey isteyip dilenmeden, kimseden bir şey beklemeden, dürüstlük, temizlik, içtenlik özeniyle bugünlere geldim. Sonradan duyup öğrendiğim kimi durum ve tutumların kalmamı olanaksız kıldığı ortamlardan hemen ayrılır, bir daha asla dönmem. İnsanlığı, ilkeliliği üstün tutan anlayışımla bağdaşmayan, uyuşmayan kuruluş ve kişilerle hiçbir bağım olamaz. Kişisel ilişkilerle dayanışmaya kalkışan, karşıtlıklarıyla önceki yandaşlıklarının yapay, dostluklarının yalan olduğunu açıklayan kişilerin yüzüne bakılmaz, adı anılmaz. Karşısındakine güven vermeyenin ülkesine, ulusuna vereceği hiçbir şey olamaz. Böyleleriyle zaman öldürülemez. Onur pazarlığı yapılamaz. Aç kalınır, onursuz kalınamaz. Yaklaşan yerel seçimlerde, her seçimde, düşüncelerimizi aydınlatarak, duygularımızı yıkayıp renklendirerek, bağımsız, özgür, saygın kişiliğimizi koruyarak kendimizden, yuvamızdan, çevremizden, ilgili ve etkili olduğu kuruluşlardan başlayarak gerçek çağdaş demokrasiyi kazanma çabamızı sürdürmeliyiz. Her koşula karşın Atatürk’ümüzün karşılaştıklarını unutmadan. Yoksunlukları, yoklukları, sapkınlıkları, bağnazlıkları göğüsleyip yıkarak. Yeter ki gerçek yurtseverler, gerçek Atatürkçüler, gerçek demokratlar birleşsinler. Tartışmaktan, görüşüp konuşmaktan korkup kaçanlarla bir yere varılamaz. Uygar kişiliğe yaraşmayan çekemezliğe, kıskançlığa, arkadan vurmaya, karıştırıcılık ve yıkıcılığa girişmeden, kötü alışkanlıklarla küçülmeden. Özveriyle, anlayışla, hoşgörüyle, mertçe davranarak. Alınacak sonuç insanın yaptıklarına değmelidir. Kimi yerler, kimi konumlar, kimi olanaklar asla kişilikten ödün vermeye değmez. Kişi, iyi düşünmeli, sonra pişman olacağı şeyi yapmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Atatürkçülerin dağınıklığı karşıtlarının başlıca gücüdür. Bu kötü gücü kırmak için bütünleşmek zorunludur. Kimileri güven sarsmayı sürdürse bile üzülmeden, umutsuzluğa kapılmadan. Herkes yanılabilir, aldanabilir. Yaşam hem derstir, hem dershane. Aldana aldana aldanmama öğrenilir. Aldanandan çok aldatan suçludur. Koskoca insanların neler yaptığını, kimleri aldattığını, neler için eğitildiğini, ödün verdiğini görüp duydukça tiksinebilirsiniz. Kime güveneceğinizi bilemeyecek ölçüde şaşırabilirsiniz. İmzalarıyla alınan kararların uygulanmasını engelleyen, yalpalayan kimselerle birlikte olunamaz, yürünemez. Yol arkadaşlarını iyi seçmek gerekir. Ne olursa olsun, yönünü ve yolunu kişisel beklentiler için değiştirenlerle ilişkiler kesilir.
Seçimler de bir sınavdır. Her olay, yanları için bir sınavdır. Kimin ne olduğu saptanır ve daha iyi anlaşılır. Özveriyle katıldığım olaylarla eğitildim. Şimdi hiçbir siyasal oluşumla ve kuruluşla ilişkim bulunmadığını vurgulayarak gençlere saydam ve soylu siyaset için uğraş öneriyorum. Bu ortamda, bu koşullarla, bu olanaklarla, bu ilgililerle çok güç. Ama güçlükleri yenme çabasına girişenler daha onurludur. 

Hoşçakalınız!

Not: Gerici bir gazete benim ADD Genel Başkanlığım sırasında, yurdu yaptırıp Çankaya Belediyesi kanalıyla işletmesini derneğe bırakan kişiyi aldattığımı yazmış. Yurt benim dernekten ayrılmamdan üç yıl sonra kapandı. Adı geçen yapımcı beni arayıp böyle bir şey söylemediğini bildirdi. Basın ahlâkı da genel ahlâakın bir parçasıdır. Allah’ı aldatmaya çalışanlar, herkesi kendileriz gibi sanıyorlar. Değişik adla saldırı yazısı yazmak da böyle...




..

Nereye? Neden? Nasıl?



Nereye? Neden? Nasıl?


Yekta Güngör Özden


09.02.2004/Sayı:49

Onbeş günlük rapor niteliğinde yazmaya çalıştığım için oldukça uzun görülen yazılarım umarım bıkkınlık vermemiştir. Ülkemizin o ölçüde ağır iç ve dış sorunları var ki nereden, hangisinden başlayacağını saptayamıyor, ne kadar tutacağını kestiremiyorsunuz. Değinmeden geçmeye de katlanamıyorsunuz. İlgisizliğin, duyarsızlığın, tepkisizliğin giderek yaygınlaştığı bir ortamda yazmamayı, yazıların ne yarar sağladığını da düşünüyorsunuz. Ama kişinin kendine soruları ve yanıtları özgüdü (vicdan) duyumu yönünden öncelik ve önem taşıyor. Bu nedenle doğru bildiklerinizi, toplumsal yaşamın aydınlanmasına katkısı olacağını sandıklarınızı ele alıyor, eleştiri, öneri ve dileklerinizi sıralamaya özen gösteriyorsunuz. Kimi zaman da uyarılarda bulunmayı, bir parçası olduğunuz topluma karşı görev sayıyorsunuz. Yurttaşlık bilincinin ideolojiye dönüştürülen, siyasal çıkar aracı durumuna getirilen ve tarikata indirgenen din konusundaki yetersizliği, karanlıkları çağrıştırmaktadır. AB’nin kendisinin asla uygun bulmadığı durumları Türkiye için hoşgörüyle karşılaması, ABD’nin Türkiye’yi daha iyi kullanmak için demokrasiyle bağdaşması olanaksız inanç düşkünlüğünü ve bu bağımlılığın devlet işlerinde gözetilmesini geçerli sayması, kendi varlığını korumak, Şeriat düzenini gerçekleştirmek isteyen iktidarı kötülüklere özendirmektedir. AB ve ABD’ye ne kadar ödün verirse içerde amacını o kadar kolay gerçekleştireceğini sanarak dinsel yönden değişikliklere çağırmakta, ancak sıkmabaştan vazgeçmekte, lâikliği benimseme sözleri etmesine karşın lâikliği savunanlara karşı düşmanca tutumunu sürdürmektedir. Asla güven vermeyen, inanılması olanaksız tutum, takiyye olarak yaşama geçirilmeye çalışılan artniyetlerle çekinilmeden sergilenmektedir. Kabadayılıklarla süslenen yalanlar, siyasal beklentileri olanlarla besleme ve çıkarcı medya kesimi için ballı gerçekler biçiminde yansıtılmakta, böyle anlaşılmakta, kendileri ve başkaları inandırılmaya çabalanmaktadır.

Hanedan-Halife Aşkı Kabardı

Medyanın yaldızladığı ABD gezisinin dincilerle başlaması, Hanedan-Halife aşkının kabarması anlamlıdır. Tayyip Erdoğan, Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman’la görüşürken, TBMM Başkanı da Abdülmecit’in torunu Neslişah’la görüntü veriyordu. Atatürk’ün manevî kızı, İsmet İnönü’nün çocukları çağrılmıyor.
Sıkmabaşlı bayanların ağladıkları yazılan fakir sofraları, aylar önce yazdığımız değişim pompacılarının yeni mârifetlerini (!) açıklıyor. Neyde değişmişler? Dokunulmazlık dosyaları dönem sonuna erteleniyor. Yeni zamlar sırada tutuluyor. Yurtseverleri, gerçek aydınları statükoculukla suçlayan Türkiye düşmanlarının kışkırttığı siyaset adamları kendilerini benimsetmek, kafalarındaki düzeni yerleştirmek için gülücük dağıtıp ilişki kurarak yol alacaklarını sanıyor. Kendilerini yükseltmek için Türkiye’yi batırıyorlar. AB ülkelerinin dinsel açılımları yasaklama, din simgelerine olur vermeme kararı bizim din yoluyla siyaset yapanlarımızı uyarmıyor. Yurtseverlere saldıranlar suspus. Kuzey Irak’taki kürt yöneticilerden Neçivan Barzani’nin tehditleri, Türkiye Cumhuriyeti siyasal partilerinden kimilerinin yıkıcı ve bölücü tutumları da eleştirilmiyor. Beylere göre herşeyin tek engeli Atatürkçüler.
Yıllardır anlatmaya çalıştığımız lâikliğe yurtdışında övgüler yağdırılması da medya tetikçilerinin görme alanı dışında kalıyor. “Lâikçilik, lâikperestlik” yakıştırmalarıyla kendi karanlıklarını dışa vuruyorlar. Şeyhleri değişse de kendileri değişmiyor. Başimamın peşinde yeni kuyruklar oluşuyor, o kadar. 2003 sonuyla dış borç 63.4, iç borç 139.3 milyar dolarmış, emekliler kıvranıyormuş, İstanbul kış depremiyle boğuşuyormuş, öğretmenler, hekimler, teknik adamlar geçim güçlüğü çekiyormuş, Anayasa değşiklikleri gündemdeymiş, beylerin umurunda değil. Dinsel bayramlarda mezarlıklara parasız otobüs çalıştırılır, ulusal bayramlarda şehitliklere ve tören yerlerine böyle bir kolaylık düşünülmez. Her şey din-iman için, demokrasi de, hukuk da. Yineliyorum; din siyasallaştırılarak demokrasi dinselleştirilmektedir.


 Medyanın büyük bölümü uyku ilâcı görevi yapmaktadır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlıca amaçlarından biri de bir bilim ve teknoloji devleti olarak kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’ni tüm çağdaş nitelikleriyle hukuk devleti yapmaktı. İsmet İnönü, bu konuda tam bağımsızlık ve kapitülâsyonların kaldırılması kadar Lozan’da uğraş verildiğini kaç kez anlatmış, hattâ yazmıştı. Atatürk daha 1920’de yargı hakkının bir ulusun bağımsızlığının göstergesi olduğunu, yargısı bağımsız olmayan bir ulusun varlığının kabul edilemeyeceğini söylemişti. Adalet toplumsal namustur. Bunu gerçekleştirecek yargıya saldırıların, yargıyı yıpratıp kuşkulu duruma getirmenin kimseye yararı yoktur. Yargıya güveni ve saygıyı arttırmak, siyasallaştırmaktan kaçınmak herkesin görevi bilinmelidir.

Yerel seçimler bir sınavdır

Yaklaşan yerel seçimler kişiler ve kurumlar için bir sınav olarak algılanmalıdır. İlkesiz ve ufuksuz siyasal partilere bir de ilkesiz ve kişiliksiz kimi aday adayları eklendi. Önseçim ya da tüm üyelerin seçimiyle aday belirlemeyi düşünmedikleri izlenen siyasal partiler, getirilecek yeri değil, nasıl oy alacaklarını gözeterek aday aramakta ya da yeterliğine hiç bakmadan aday göstermeye çalışmaktadır. Kimi aday adayları bir uçtan bir uca geçmekte, önce ayrıldığı partiye seçilmek amacıyla dönmekte ya da önceleri tümüyle karşısında olduğu partiye katılmakta hiç bir sakınca görmemektedir. Yeniden seçilmek için şimdi hangi parti güçlüyse onun adayı olmayı yeğlemekte, tüzük, program hiç tasası olmadığı gibi hiç bir ilkeye bakmadan her kapıyı çalabilmektedir. Hele iktidar partisinin değişik olanakları kullanarak oy toplama oyunlarıyla yarışmanın olanağı yokken. İktidarın başındaki kişinin eğitimi, geçmişi, konuşmaları, tutumu tüm ayrılıkları, çelişkileri, tutarsızlıkları, gülünüp ağlanacak yönleriyle ortadayken, bu durumdakilerle siyasal yarışa her zaman çıkmak olanaklı iken, oy almak için başvurdukları yollar gözetilince yarışa çıkmanın gereksizliği açıktır. Yerel seçimler sonuçlanınca Türkiyemizde kimi değişikliklerin olacağı, siyasal alanda dağınıklığın giderileceği, iktidardan uzaklaşanların artacağı umutları giderek daha çok konuşulmaktadır. Toplumun siyasal ve ekonomik durumu bu tür beklentileri doğrulayacak düzeyde değildir. Özellikle kimi aydınların, büyük bölümüyle medyanın yandaşlığı ve çıkarcılığı, ayrıca yoğun kadrolaşmanın katacağı güçle siyasal iktidar bildiğini okumayı sürdürecek, direndiği yasaları çıkartacak, kökten dinci bir düzeni gerçekleştirmek için adımlarını hızlandıracak, değişmediğini kezlerce gösterecektir. Ama iş işten geçmiş olacaktır. Yaşam koşulları giderek ağırlaşan insanlarımız kimi oyunlar, yalanlar, avutma ve oyalamalarla, daha çok inanç bağımlılığının verdiği durgunluk ve katlanışla ezilerek bekleyeceklerdir.

Türk Devrimi’ne ve Atatürk ilkelerine içtenlikle bağlı kişilerin kurup yönettikleri siyasal partilerin niçin kurulduğunu gözardı edenlerle bilmek istemeyenler, dağınıklık işlerine gelenler söylentilerle ilgilileri yıprattıkça, gerçekler kavranmadıkça, ilkeler korunmadıkça, bencillikten ve kadroculuktan vazgeçilmedikçe, bilimsellik, hukuksallık ve ahlâk benimsenmedikçe, AB ve ABD’ye körü körüne bağlılıktan uzaklaşılmadıkça, yurttaşların sorunları benimsenmedikçe bir yarar beklemek boşunadır. Dağınıklığı gidermek, birlikteliği sağlamak, muhalefeti güçlü kılmak için kurumsal bir anahtar olarak kurulan partiler seçim dalgalanmaları nedeniyle yaraşır oldukları ilgiyi görmemişlerdir. Siyasetten tiksinmeye kadar uzanan nedenler üzücüdür. Demokrasiyi benimsemiş toplumlarda özverilerle siyaset yapmaya soyunanları kınamak, tembelliği ve kötülükleri hoşgörmek aymazlığı “tuzu kuru” olanların bozukluklarını yansıtmaktadır. Sanat ve spor türü, namuslu, onurlu, saydam ve soylu siyaset örnekleri verilerek toplumsal gelişmelere katkının değeri bilinmelidir. Dağınıklığı gidermeye öncülük ederek geleceği aydınlatma çabaları önemli bir hizmettir. İlkesiz, niteliksiz, yeteneksiz, yetersiz, kişiliksiz, tutarsız, inançsız, çıkarcı ve bencil olanları toplayarak bir yere varılamaz. Gençleri siyasete ısındırarak, halkı siyasete doğrudan katılıma çağırarak demokrasi gerçek kimliğine kavuşturulabilir. Tersi anlayış ve tutumlarla giderek daha çok karanlığa gömülürüz.

Demokrasilerde türban sorununa yer yok

Siyasal iktidarın ikiyüzlü tutumu sürmektedir. AİHM’den geri çekilen savunma Başbakan’ın ABD’de “Türkiye’de türban sorunu var” karasözüyle desteklenmiştir. Değiştiği söylenen dışarıda lâiklikten söz eden, başta Araplar müslüman topluluklara değişim çağrıları sıralayan Başbakan sıkmabaşı “türban” diyerek dayatmakta, devletin ilkesi ve hukuksal konumu karşısında asla geçerli olmayan, asla özgürlük ve uygarlık belirtisi sayılmayan kişisel seçeneği devlet yaşamına sokmaya çalışmaktadır. Kimilerini vekâleten kimilerini doğrudan göreve alıp-aldırarak yoğun kadrolaşma yetmemiş gibi kendi ülkesini dışarda suçlamakta, çıkarları için gülümseyişle karşılayan yabancıların desteğini alarak ya da onlar için asla önemli olmayan ve tehlike belirtisi sayılmayan sıkmabaşa aldırışsızlıklarını olumlu yaklaşım gibi gösterip geçerlik kazandırma çabasına girmektedir. Bu yol yol değildir. Sıkmabaşın ne için kullanıldığı, ne zamandan beri gündeme geldiği, kimlerin kullandığı bilinmektedir. Biçimsel geri dönüşün demokrasiyle, özgürlükle, insan haklarıyla hiç bir ilgisi yoktur. Hukuksallığı söz konusu değildir. Anayasa Mahkemesi’nin 1989 kararı gerçek bir hukuk devleti olan demokrasilerde bu sorunun yeri olmadığını en doyurucu gerekçelerle ortaya koymuştur. Özellikle lâikliğe bağlı kalma andı içenlerin Mahkeme kararının bağlayıcılığını, Anayasa’nın değiştirilmesi önerilemez ilkelerini gözetip toplumsal barışı daha fazla bozmamaları gerekir. Öğretim-eğitim düzenini, gençlerin geleceğini kendi din-siyaset ikilemleri ve sömürüleriyle karartmamaları gerekir. Bu sorun ve yaygaracıları ortaya çıkıncaya kadar müslümanlık yok muydu? Bugünlere kadar kadınlarımız müslüman değil de günahkâr mıydı? Kur’an yanlış mı anlaşılmıştı? Yalnız bunlar mı biliyordu ve   yalnız bunlar mı müslümandı? Devlet ve hukuk ne idi? Temel sorunları çözümlemekten kaçınanların düzenbazlığından başka bir şey değil.

İnsan Olmayan Müslüman Olamaz

Başbakan yapılan Erdoğan ABD’de musevi kuruluşlardan ödül aldı. Fahrî doktora diploması verildi. Medyanın köktendinci kesimi bunlara yeterince değinmedi. Ben, Türk Devrimi’ni ve Atatürk ilkelerini dilimin döndüğünce anlatıp bu konularda aydınlatma çabalarımı sürdürürken toplumumuza eğitim, sağlık, sanat ve spor yönünden katkılarını izlediğim, Atatürk ilkelerine bağlılıklarını içtenlikli bulduğum Lions ve Rotary kulüplerinde konferans verip teşekkür belgesi alınca terbiye dışı eleştirilerle karşılaştım. Bir üyeliğim, bağım, ilgim olsa asla yadsımayacağım açıkken gerçekdışı bağlantılarımı yazdılar, mahkeme kararlarıyla aslı olmadığı anlaşılmasına karşın tazminatları ödemedikleri gibi özür dilemek inceliğini de gösteremediler. İnsanlar, soy, inanç, dil, renk, cinsiyet ve başka ayrımlar olmadan birbirini anlamaz, dostluk duyguları, çağdaşlık gerekleriyle kucaklaşmazsa savaşlar bitmez. Kendi içinde mutlu olmayanın başkalarını mutlu etmesi nasıl olanaksız ise, kendi ülkesinde barışçı ve dinginliği sağlayamayanın başka ülkelerle iyi ilişkiler kurması da olanaksızdır. Kimse sürekli aldatılamaz. Başbakanın yansıttığı tutum, ikilemler taşıdığı gibi medyamızın şeriatçı kesimiyle iktidar borazanlığı yapan besleme kesimi de (Irak, Kıbrıs ve Güneydoğu konularında izlendiği gibi) zararlarını birbirine eklemektedir. Dine saygısı olanlar, insana, kişiliğe ve onura saygılıdır. Din, temelde doğruluk, temizlik ve terbiye demektir, insanlık, barış ve aydınlıktır. Nasıl diploma ile bir kimse aydın ve insan olamazsa, Hac’ca ve umreye gitmekle de müslüman olamaz. Özetle, insan olmayan, müslüman olamaz.

Ödün, Arkası Kesilmeyen, Sonu Gelmeyen Veriştir

Söz ABD’den açılmışken bir çelişkiye daha değinmek istiyorum. ABD; subaylarımız yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’nin başına geçirdiği çuval için özür dilememişken, PKK/KADEK konusunda Türkiye’ye doyurucu bir yanıt vermemişken ve bu sorunlar için yeterli açıklamalar yapmamışken buyruklarını önceden sıralayıp bir Başbakanı nasıl ayağına çağırabiliyor ve Başbakan buna nasıl uyabiliyor? Hiçbir anlayış ortaya koymadan nasıl yeni ödünler isteyebiliyor? Yandaşlığı, karşıtlığı çok belirgin iken nasıl inanılacak ve istekleri nasıl yerine getirilecek? Özellikle Kıbrıs konusunda Milli Güvenlik Kurulu bildirisinin içermediği hususları Tayyip Erdoğan nasıl söyleyebiliyor? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin duyarlıkları benimsenmemiş gibi, ilkelerden vazgeçilmiş, iktidar istediğini yapabilirmiş gibi yansıtma anlaşılır bir tutum değildir. AB için her ödünün verilemeyeceği bilinmelidir. Bakalım Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcisi değişecek mi? Arabulucu ya da kolaylaştırıcı Erdoğan’ın istediği nitelikte görevlendirilecek mi? Kim kimi etkiledi, kim güçlü, göreceğiz... Ödün, arkası kesilmeyen, sonu gelmeyen veriştir. Vermekle kurtulmak olanaksızdır. “Risk almak” kişisel ve kurumsal böbürlenme, kabadayılık, sessiz çoğunluğa, çoğunluk diktasına güvenmenin açıklaması olabilir ama yitiklerin boyutu tarihin bağışlamasına sığmaz ve bedeli ağır olur. Clinton’un Hazreti Muhammed Mustafa için söyledikleri belki Başbakan’ın ABD’den dönüşünde kendini etkiler de sıkmabaş fedailiğini gözden geçirir. Türk Humeyniliğiyle ayetullahlığına soyunduğu için ABD’nin güvencesine sığınan kişinin Türkiye’ye dönme hazırlıklarından söz edildiği ortamda, 150 bin kişinin karşılayacağı söylemleri içinde, yeşil kuşaktan yeşil sarığa ve yeşil cübbeye geçiş çabaları akıllıca değerlendirilir. “Daha müslüman bir yapı” özlemiyle demokratik, laik, sosyal hukuk devletinden yoksun kalmayız.
“Yeni Sevr’in Ankara’da imzalanması” anlamındaki düzenlemelere değinmiş, Tahkim   konusundaki Anayasa değişikliğiyle yasa tasarısını “Kapitülasyonlara dönüş” olarak nitelemiştik. Çıkarcılar ise övgülerle karşılamışlardı. Şimdilerde tahkimden kurtulmak için yasa hazırlıklarına girişildiği duyulmaktadır. Türkiye’yi haklı olduğu ilişkilerde haksız göstermek için yeğlenen tahkim yönteminin sakıncaları ortaya çıkmaktadır. Özelleştirme de böyle olacaktır. SEKA’nın Balıkesir kuruluşunun yok pahasına nasıl özelleştirildiği basında vurgulanmaktadır. Herşeyi parayla ölçen kimi bilim adamları da ekran başında halkı uyutmakta, otomobil fabrikalarının iş alanı açtığı savlarını yinelemektedirler. Yabancı sermaye sanki dışarıya, getirdiğinin üzerinde kârlarını ekleyerek götürmüyormuş gibi. Nasıl Kıbrıs konusunda “mutabakat” olmadan “referandum” olamayacağı ulustan saklanmak isteniyorsa özelleştirmenin nelere mal olduğu ve olacağı da saklanmaktadır.
Haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk, hortum, kadrolaşma, şeriat ve tarikat dayanışması, Kur’an kurslu yurtlar, dergâhlar, iktidarı ve yandaşlarını hiç ilgilendirmiyor. Milli Güvenlik Kurulu’nu yararsız ve önemsiz bulanlar, yıpratılıp etkisiz kılınmasına çalışanlan son toplantısı için nasıl öne çıkardılarsa değindiğimiz sakıncalı oluşumlar için de bir gün pişman olacaklardır. KİT çalışanları emekli edilirken açıktan 40 bin kişinin devlet görevine alınacağı hazırlıkları çok düşündürücüdür.

Kamu Yönetimi Temel Yasası ile Yerel Yönetimler Yasası ileride büyük sorunlar getirecektir. Hazırlayıcılarının, destekçilerinin, danışmanlarının kimler olduğu ortaya çıkınca endişeler daha artmıştır. İktidar, inadından vazgeçmeyecektir. Dinciler, liderlerinden aldıkları buyruğa göre oy verirler. Onları bağımsızlık, özgürlük, egemenlik, devlet, ulus, hukuk, ilke asla etkilemez. Bunları düşünmek onlar için fazlalıktır. İmam-cemaat düzeninde bile ilişki bu ölçüde değildir. Türkiye’mizin geleceğini temelden ilgilendiren olumsuz açılımlara elverişli kurallar, lâik cumhuriyetin, tekil devletin kıyımına yöneliktir. Büyük Atatürk’ün TBMM’nce verilmiş “gazi” ünvanı ve “mareşal” rütbesini yansıtan resmine yönelik eleştiriyle “özrü kabahatinden büyük” sözünü anımsatan savunmanın sahibine verilen göstermelik “uyarı” bu anlayışın ürünüdür. Ama kötülüklerin, olumsuzlukların, aykırılıkların, bozuklukların, boşlukların iktidara ilişkin olanlarını, Atatürk ve İsmet İnönü’yü eleştiren yazarlar eleştirmedi. Savunmasızlara yüklenmeyi beceri saydılar. Patronları da bunları genel yayın müdürleriyle yüreklendirdi.

Yurtsever komutanlara saldıran uşaklar

İşte Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon’un haklı sözünden gocunanlarla belli koronun çığlıkları, terbiyesizlikleri ve düşmanlıkları, “Yarası olan gocunur” sözü nasıl unutulur? Kuyruklarına basıldı. Eşit, gerçekçi, Kuzey Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin güvenliğini, halkın haklarını gözeten çözümlere kim karşı olabilir? Sayın Tolon’un suçladığı sapkınlar ne olursa olsun Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını sağlayacak bir verişi savunanlardır. Tıpkı AB’ne eşit ve onurlu girmeyi savunanları karşıtlıkla suçlayan sapkınlar gibi. Hortumcuyu, soyguncuyu, hırsızı, ahlaksızı, dolandırıcıyı, teröristi, sömürücüyü, yobazı, namussuzu, çıkarcıyı, döneği, kötülükleri belli kimseleri bırakıp yurtsever komutanlara saldıran uşak ruhlu, kerpiç beyinli, tezek yürekli yabancılar, sahtekarlar, pislikler nasıl da yuvalanmış. Karalayıp küçültmek, toplumun kötü duygularını çekmek için nasıl da yalan yazıp vicdansızlık yapabiliyorlar? Bunlar fesi beyinlerinde olan baylarla, sıkmabaşı kafasının içinde saklayan bayanlardır. Söyleyecekleri ciddi bir şey olmayınca sıkmabaş yaygarasıyla geçiştiriyorlar.

Ocak ortasında İzmir’de Ege-Koop’un düzenlediği etkinliği birkaç kişi dışında kim değerlendirdi, kim yazdı? Magazin medyasının ulusal sorunlara, ulusal konulara utanç verici ilgisizliği giderek tepki toplamaktadır. Yurttaşları konut sahibi yapmak başlıca görevi olan bir kooperatif birliği, yöneticilerinin duyarlığı ve yurttaşlık bilincinin üstün düzeyde olmasıyla ulusal sorunları irdeleyen bilimsel bir etkinlik düzenlemişti. Sınırlı zaman içinde söylenecek nice söz bir yana bırakılarak değinilen durumlar aydınlatıcı ve uyarıcı oldu. Çok kuruluşa örnek olması gereken bu tür etkinlikler arttıkça aymazlık azalacak, uyanış ve diriliş artacaktır. Düzenleyenleri ve katkı verenleri kutlamayı görev sayıyorum.

Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılanması

Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılanması, insan hakları ve özgürlükler konusunda, kuruluşunda esinlendiği Federal Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nde olduğu gibi yurttaşların doğrudan başvurmalarına açık bir kurumlaşma yıllardan beri özlenmektedir. Yedek üyeliğin kaldırılması her dönemde istenmiş, beklenmiştir. Benim 1991-1997 yıllarında yaptığım kuruluş yıldönümü konuşmalarım incelendiğinde şimdi gündeme getirilenlerin hiçbirinin yeni olmadığı anlaşılacaktır. Ancak, bugünlerde önerildiği yazılan yaş sınırının yükseltilmesi ile aylıkların arttırılması istekleriyle birlikte kurumlaşmanın içiçe bulunması doğru değildir. Bir anlaşma izlenimini veren, yasama organına gereğinden fazla üye seçimine olanak tanıyan girişimler yanlıştır. Cumhurbaşkanı’nın tüm üyeleri seçip ataması da doğru değildir. 1961 Anayasası’ndaki gerçekçi düzenlemeye dönmekte, 1697 sayılı Yasa’yı anımsatmakta, parasal durumdan çok onursal duruma ağırlık vermekte yarar vardır. Bu konuda ayrıntıda çok şeyler söylenip yazılabilir. Kimi beklentilere karşı ve yarara katkı için şimdilik bu kadar değinmeyi yeterli buluyorum.

Türkçesi “Adalet Devletin Temelidir” sözü Hazreti Ömer’indir. Mülk yerine devleti 1960’dan beri kullanmaktayız. Altına Atatürk’ün imzasının konulması yanlıştır. Atatürk’ün övgüye ve savunmaya gereksinimi yoktur. Başkasının sözünün altına adının konulması O’nun büyüklüğüyle bağdaşmaz. Bunu bildiğim için görevim zamanında ilgili Müsteşarı ve Adalet Komisyonu Başkanı’nı uyararak imzanın kaldırılmasını, sözün Türkçe yazılmasını önerdim. Önerimi yerine getirenler oldu, aldırmayıp yukardan buyruk bekleyenler oldu. Ben bu sözü sonra “Adalet devletin ve dünyanın temelidir” diye yazdım. Bir avukat stajyeri de tezinde benim adıma yollama yaparak “Adalet devletin, savunma da adaletin temelidir” sözünü işlemiş. Gerçekten savunma hakkı, anlatmaya çalıştığım gibi tapınma hakkından önemlidir. 

Dayanak önemlidir.

Gençlerin çalışkanlığı onları kuşkulu göstermek isteyenleri yalanlıyor
Bu yazımı kimi yanlış anlamaları düzeltmek için gerekli saydığım bir belirtmeyle bağlıyorum. İleri Yayıncılık’a, gençlere katkı ve destek olması için, yalnız “Atatürk ve Atatürkçülük” konusundaki yazılarımı içeren bir kitabı yayınlamak istediklerini bildirdiklerinde hiç duraksamadan olur verdim. Kitabımın satış yönteminin, bedelinin benimle hiçbir ilgisi yoktur. Atatürk ilkeleri konusunda özenle çalışan gençlerin akçalı güçlerinin artmasına yararı olacaksa mutluluk duyarım. Dağıtım ve satım çabaları onları kuşkulu göstermeye çalışanları yalanlamakta, haksızlıklarını ortaya koymaktadır. Yorulmadan yılmadan dağıtıp çalışmalarına kaynak sağlamaktadırlar. Giderleri de, gelirleri de kendilerinindir. Her işlemleri açıktır, ilgili makamların denetimlerine bağlıdır. Benim herhangi bir etkim ve başka ilişkim yoktur.



..

O HEP YAŞAYACAK,





O  HEP  YAŞAYACAK,


Yekta Güngör Özden

Erkin Yurdakul ayrılığı seçti. Zamansızdır her ölüm. Doğanın alıp götaürmesi ayrı, yapacak bir şey olmuyor. Ama kendisi sonsuzluğu yeğleyenler için yoğun düşüncelerde boğar gibi oluyor insanı. Bir uyarı mıdır, bir çağrı mıdır, bir tepki midir, bir kurtuluş mudur? Niçin ve neden, olur mu, olacak şey mi? diye kendi kendinizi sorguluyor, başkalarını eleştiriyor, ölüme isyan ediyorsunuz. Kabullenmek, katlanmak istemiyorsunuz. Değişik durumlarda kimleri sonsuza uğurladık, yine de alışamadık bu tür dönüşsüz ayrılıklara. Erkin Yurdakul’un bizleri bırakıp gitmesini hiçbir haklı nedene bağlamıyoruz. Ama o söyleyebilse, kimbilir neler anlatacaktı. Kırgınlıkları, düş kırıklıklarını, haksız ve ölçüsüz işlemleri, sorunları, çözümsüzlükleri, neler neler. Kimler onun düşünce ve duygu ağırlığına neden oldu? Sıralansa o kadar çok sorumlu saptanır ki. Aslında toplumdaki bir aykırılığın, bir olumsuzluğun birden çok sorumlusu vardır. Gerçekte herkes sorumludur. Erkin kendi kendine kıymadı. Ona toplum kıydı, bunu demek istiyorum. Giderek artan olumsuzluklar, birbirine eklenen kötülükler, bozukluklar onun genç ruhunda yangın yarattı. Başka bir açıklaması güç bu olayın. Psikiyatristler, yakınları, arkadaşları çeşitli olasılıklar üzerinde durabilirler. Hepsinin özeti, hepsinin sonucu hepimizin ortak sorumluluğudur. Yaptıklarımız, yapmadıklarımız. İyisiyle, kötüsüymle. Erkin’i sonsuza uğurladıktan sonra insanlıklarını, terbiyelerini yitirmiş kimileri neler söyleyip yazdılar. Çalışkan, özverili, yürekli, duyarlı, yurtsever ve Atatürkçü bir gencin yitirilmesinin acısı ve ağırlığı herkesin yüreğine oturmak gerekirken kimileri sevindi sanki. Böylesine bağımlılık, böylesine karşıtlık ve böylesine katılık uygar bir kişilik belirtisi değildir. Toplum çarkının bir dişi kırılınca öbürleri de etkisizleşir. Medyanın büyük bir kesiminin terör aygıtı gibi çalıştığı, bağımsızlığın, ulusallığın, onurun sayğınlığının, tüm değerlerin gözardı edilip yalanın, tersbiyesizliğin, uyduluğun, uşaklığın, satılmışlığın, sapkınlığın ve alçaklığın sergilendiği günümüzde Erkin Yurdakul gibi gençlerin çoğalmasını isteyecek yerde azalmasını gülümseyerek karşılayanların düzeysizliği daha ağır ve acı geliyor.
Erkin’i iki ya da üç kez gördüm. Bir kez ya konuştum ya el sıkıştım. Arkadaşlarının içinde güleryüzlü duruşuyla belleğimde kalmış. Temiz, çalışkan Atatürkçülüğü sözde bırakmayıp geleceklerini gözardı edercesine özverilerle yaşama geçiren gençleri desteklemek benim için kaçınılmaz bir görevdi. Hiçbir ayrıntı konuşması yapmadan, hiçbir koşul öne sürmeden, tümüyle özgür biçimde istediğimi yazabileceğimi söylediler. Benden yazı isteyenlerin yazılarımın arkasını dosyalarında unuttuklarını söyleyip yayınlamamalarını, yazılarımın başlığını ve kimi söylediklerimi değiştirmeleri, sonundaki bir buçuk sayfalık vurgulama bölümünü kesmeleri birlikteliğimizi engellediği için gençlerin dürüstlüğünü yeğleyip koşullarım elverdikçe yazı veriyorum. Neler yakıştırmadılar, neler söylemediler ki. Öyle çirkin olaylar uydurdular ki ülkemi sevmesem heryerden çekilir, herşeye kapımı kapar izleyici olmayı yeğlerdim. Gençlerin çalışma gücünü kıracak her yola başvuruluyor. Oysa onlar bizim geleceğimiz. Yanlışlıkları varsa uyaracak, örnek davranışlarla onlara uygun olanı gösterecek, bizi geçmelerine çalışarak yükümlülüğümüzü yerine getireceğiz. Onları susturmak, güçlerini kırmak, geleceklerini karartmak kıyıma girişircesine saldırmak gerçekte kendimize düşmanlıktan başka bir şey değildir. Kendi yanlışları ve yanılgılarında direnenler onları araç gibi kullanarak ayrılmalarını, karşıtlıklarını körükleyerek ülkeye kötülük etmektedirler. Gençleri kazanarak gücümüzü artırmak en yararlı yöntemdir. Kızlarımızı sıkmabaştan, kadınlarımızı çarşaftan, erkeklerimizi sarık ve cübbeden, kötü sakaldan kurtaramadıkça cemaat-ümmet yerine ulusal yapıyı benimsetemedikçe, tarikat üyeliği yerine yurttaşlığı getirmedikçe, aklı inancın önüne geçirmedikçe neye yarar Atatürkçü kuruluşlar? Birbirleriyle konuşup birbirlerini alkışlamak neyi kurtarır? Erkin Yurdakul ve arkadaşlarının özverili çabaları kaç kişide, kaç kuruluşta var? İl il, ilçe ilçe, ev ev dolaşarak yayınlarını dağıtan, tam bağımsızlık, ulusallık, çağdaşlık için çırpınan gençleri nasıl sevmez, nasıl desteklemezsiniz? Siyasete egemen magazin medyasının sergilediği görüntüler ortada. Erkin de eğlenmeyi seçebilirdi. Aile desteğiyle gece gündüz dolaşabilirdi. ABD kendi çıkarı için Irak’ı işgal etmiş, kürtleri kullanarak Türkiye’ye gözdağı veriyormuş, AB Yunan-Rum yandaşlarıyla anlaşmalara aykırı biçimde Güney Kıbrıs’ı üyeliğe alıyor, Fogg çocuklarıyla birlikte Türkiye’yi dışlıyor, yeni ödünlerle zayıf düşürmeye çalışıyor, sözde dostlar, sözde Ermeni soykırım tasarılarıyla amaçlarını açıklıyor, siyasal iktidar bunlara koşut gidişiyle Cumhuriyet’in temel niteliklerini yıkmaya uğraşıyor, bunlara boşverip keyfine bakabilirdi. Kıbrıs satılıyor, Türkiye kiraya veriliyor, Atatürk ve Silahlı Kuvvetler karalanıyormuş, yurtsever olmasaydı, insan olmasaydı Erkin’i ilgilendirmezdi. Ama yurttaşlık duyarlılığı, gençlik coşkusu onu sorumlu kıldığı için görev üstlendi. Gençliğin temiz ve özgür sesini tüm gücüyle duyurmak için çıkarılan gazetenin yönetimini üstlendi. Bu oldukça güç iş, herhalde ona çok şeyler öğretti. Medyada kimlerin ne için neler yaptığını, dünkü Irak şahinlerinin bugün nasıl iktidar goygoyculuğunda yarışa giriştiklerini, tam bağımsızlıkçı, barışseverlerin haklı çıkması üzerine şimdi onların olmadık nedenlerle nasıl karalamaya uğraştıklarını gördü. Bir kaç gazetede bir iki yazar dışında olumlu hiç bir belirti bulamamanın ağırlığını taşıdı. 

Bunlara yürek güç dayanır.

Yıllardır (elli yıla yaklaşıyor) Atatürk İlkeleri, özellikle laiklik konusunda bildiğim doğruları vurgulayarak uyarılarda bulunuyor, Allah’a, peygambere, dinlere, dinsel görevlere, tapınma yerlerine, kutsal kitaplara inançlara hiç bir olumsuz söz söylemeden öneri, dilek ve eleştirilerimi açıklıyorum. Kınamam inanç sömürüsü, bilgi karşıtlarınadır. İnsan hak ve özgürlüklerini, çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni olan demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü savunuyorum. Aşiret, cemaat, tarikat yapısına, özetle feodaliteye, diktaya her türlü sömürüye, teröre, mezhepçiliğe ve ayrımcılığa karşı olduğumu da belirtiyorum. Bu bağlamda kürtçülüğü tüm sakıncalarıyla büyük tehlikelerden biri sayıyorum. Bu tutumumun bana verdiği, vereceği zararları da biliyorum. Ama kimler ne yalanlarla, ne iftiralarla saldırıyor bilemezsiniz. Karşı olduğum davranışlar ve akımlarla birlikte gösterenler mi yok? Piskopatlığın kesin belirtilerini ortaya koyarak başkalarının sözlerini bana bağlayanlar mı yok? Benim özür dileyip bağışlanmamı, hor görülmemi isteyerek örnek olarak aktardığım başkalarının çirkin sözlerini benim söylediğimi ileri süren aymazlar, sapkınlar türedi. Atatürk’ün annesi ve kendisi için ortalıkta dolaştırılan uydurma Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi kararını yayanlar için Atatürk’ü özetle tanımlayıp değerini belirttikten sonra “böyle büyük bir insana karşı bunları yapanların ya sütü, ya kanı, ya mayası bozuktur” sözümü “halkına küfreden adam” diye sunan yazar çıktı. Üstelik patronu bana katılarak “evet bozuktur” diyen bir gazetenin laiklik karşıtı tetikçisi, neler neler. Bu örnekler Atatürkçü aydınların karşılaştığı olumsuzlukları ilgililerin düşünmesi için verdim. Kişisel ve kurumsal bağlamda söylenecek o kadar çok şey var ki yazılara sığmaz.

Erkin ne düşündü de aramızdan ayrıldı kestirmek güç. Ama bu yazımda geçen kimi olumsuzlukların onu etkilediği bir gerçek. Düşünmesi, kendini sorgulaması, utanması gerekenler olacaktır. Böyle mi olmalıydı? Tanrı onu ışıklar içinde yatırsın. Arkadaşları yollarında yılmadan aşamalar kazandıkça onun ruhu gönenecektir.


..


ÇIKMAZ SOKAK,




ÇIKMAZ SOKAK,

Yekta Güngör Özden


24.11.2003/Sayı:44

Dışardan kuşatılmak, içerden çökertilmek istenen Türkiyemiz kendini ve başkalarını aldattığını sanan kimilerinin ikilemleri ve gündem değiştirme çabalarıyla yeni sarsıntılar geçiriyor. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının sağlam temeller üzerinde yükselttikleri çağdaş yapı her tür nankörlüğe, sapkınlığa ve düşmanlığa karşı varlığını koruyor. Atatürk’e, Atatürkçülüğe ve ilkeleriyle kazandırdıklarına karşı olanlar, aymazlık ve çıkarcılıkla tembelliğe, ilgisizliğe düşüp kötülüklere ortam hazırlayanlar, ikiyüzlü davranıp Atatürkçü görünerek Atatürkçülüğe zarar verenler 10 Kasım’larda, ulusal bayram ve önemli günlerde nutuk atarak, imza koyarak Atatürkçülük taslamıyorlar mı, insanın kanına dokunuyor. Hele demokrasinin (d)sini kavramadan demokratlığa soyunan medya silahşörleri... Yayın ilkeleri yayımlayıp terbiyedışı, insanlıkdışı saldırıları önleyemeyen medya patronları, 12 Eylül devşirmesi yayın yönetmenleri...

Geleceği karartan gereksiz işlemlerle gençleri suçlayanlar

Bunlar iyice biliniyor ama Atatürkçülük gibi soylu bir anlayışın yandaşı görünüp de Atatürkçülere karşı her tür kötülüğü, her tür yalanı, yıldırma ve yıkmayı beceri sayanlar. Gençleri uyarıp yönlendirerek toplumsal yararı arttırıcı çalışmalara hız vermesi gerekenlerin, üstelik bilim çevrelerinde etkin yerlerde bulunanların aşırı sertlikle, ayrımcı davranışlarla, geleceği karartan gereksiz işlemlerle gençleri suçlayıp üstlerine yürümeleri anlaşılması güç, sakıncalı yaklaşımlardır. Bu durum ve tutumlar Atatürk karşıtlarını sevindirmekte, güçlendirmektedir. Atatürkçü sanılan ve tanınan kimilerinin birbirlerine yaptıklarını ve yapmaya çalıştıklarını Atatürk düşmanları bile yapmamaktadır. Tıpkı Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu sorunlarında medyanın büyük kesiminin yaptığını Yunan-Rum medyasının bile yapmadığı gibi. Her gün yeni bir yalan, yeni bir kurgu, kuruntu, sayrılık ürünü olmaktan ötede bozukluk belirtisi yeni bir yalan duyuyoruz. Hiç tanımadığımız kişi ve kuruluşlarla ilişkiler, tek kuruş almadığımız insanlardan akçalı destekler vd... Bunları yayanlar içinde bilim sanı taşıyanlar da var. Utanıp sıkılmazlar mı? Kendi yaptıklarını bilmezler mi? Haklarında söylenenleri duymazlar mı? Aynaya bakınca yüzleri kızarmaz mı? Emekli aylığından başka geliri olmayan, derslerinden, konferanslarından, konuşmalarından, yazılarından tek kuruş almayan, tersine kendi güç koşullarına aldırmaksızın burs veren, gereksinim içinde olanlara yardıma koşup özveriyle çalışan, hiç kimseden, hiçbir kişi ve kuruluştan beklentisi olmayan, Atatürk Türkiyesi için canını adayan insanlara karşı sergilenen çirkinlikler aydınların sorgulanmasını gerektiren olumsuz görünümlerden kimileridir. Türkiye ve Atatürk düşmanlarının dayanışması, sözde aydınları, sözde Atatürkçüleri, sözde milliyetçileri, sözde demokratları, sözde dindarları uyarmalı, utandırmalıdır.
Kıbrıs’ta Denktaş karşıtları gerçekte Türkiye karşıtlarıdır Kıbrıs seçimleri ABD ile AB’nin ve medyadaki çığırtkanların “verkurtulcu” söylemleriyle, değişik baskı ve KKTC ile Türkiye karşıtı destekleriyle gündemdedir. Denktaş’ı uzaklaştırmak, dışlamak çabaları sonuç vermezse sıkıştırmak yolu denenecektir. Yunanistan’ın çabaları Türkiye’nin ikilemli sözleri, suçluymuş gibi cılız çıkışlarıyla karşılanamamaktadır. Türkiye her yönden Yunanistan’dan daha haklıdır. Uluslararası hukuku çiğneyerek Güney Kıbrıs’ı AB üyeliğine almakta diretenlerin Türkiye için oyalama yöntemlerinin arkası kesilmemektedir. Kıbrıs’ta Denktaş karşıtlarının gerçekte Türkiye karşıtları olduğu gözardı edilmemelidir. Terör olayları gibi Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu sorunlarında da siyasal iktidarın tutumları sözde dostlara güç vermekte, onları şımartmaktadır. Güney Kıbrıslı kadın için hukuksal olmayan AİHM kararı ve ödemeye yeşil ışık yakan Dışişleri Bakanlığı’nın tutumu gelecekte daha büyük ağırlıkla üzerimize gelineceğinin belirtisidir.

Bölücülüğün yeni girişimi: Yeni abc düzenlemesi

Bunlar yetmiyormuş gibi başka ülkelerde örneğine rastlanmayan bir uygulama ile kürtçe isimlere uygun harflerin kullanılması baskıları örgütlü biçimde yürütülmektedir. Kimi kuruluşların desteğini alan bu yeni çıkışla Türkiye’nin önüne yeni bir AB bahanesi konulmaktadır. Özel adların olduğu gibi yazılması başka, kullanılması başka, bir ülkenin, bir devletin abc’sinin bunlara göre düzenlenmesi başkadır. Anayasa’ya, yasalara, uygulama geleneklerine aykırı biçimde kendi uyruğunun adını yabancı harflerle yazmak, kayıtlara işlemek isteği bölücülüğün yeni bir girişimidir. İstanbul Adalet binasının terör örgütü liderini övücü sloganlarla basılması, bunun sinagoglara saldırının hemen ardından gerçekleştirilmesi rastlantı değildir. Bu oyunun bölümleri, perdeleridir. Kimi bakanları, kimi milletvekillerini, kimi yöneticileri, kimi yargıç ve savcıları kendilerinden, yörelerinden bilen kötü amaçlılar, sakıncalı eylemlerini daha korkusuz gerçekleştirir. Kurtulacağını bilenler, önceki serbest bırakılmaları duyanlar çekinmeden suç işlerler.
İktidarın köktendinci yapısı şeriatçı terör örgütlerini yüreklendiriyor
Tüm dinlerin tapınma yerleri “Tanrı’nın evi” sayılır. İnanmış birisinin bir başka dinin tapınma yerine saldırısı, barbarlığı, ilkelliği, inançsızlığı, din karşıtlığını anlatan, insanlıkdışı bir eylemdir. Ayrıca siyasal     nedenlere dayandırılması çirkinliği arttıran, savunulması olanaksız bir boyuttur. Bu konuda medyamızda tek sözcüğü bile yer bulmayan bir açıklamamı yazımın sonuna alacağım. Ama durumun özelliği bilinirken, önceden uyarı yapılmışken, gelişigüzel nedenlerle sokaklar, caddeler kapatılırken, Musevi yurttaşlarımızın tapınma saatlerinde o sokaklar geçici bir süre önlem olarak kapatılamaz mıydı? Siyasal iktidarın gerici terör örgütlerine karşı anlamsız hoşörüsü olmasaydı bu olay yaşanır mıydı? Anlamsız ve gereksiz bağışlamalar, kovuşturma ve yakalama olaylarındaki gevşemeler, kolluk güçlerindeki kadrolaşmalar olmasaydı bu tür eylemlere kalkışılabilir miydi? Siyasal iktidarın köktendinci yapısı, karakteri, kökü, amacı takiyyeyle bildiğini okumakta direnmesi şeriatçı terör örgütlerini yüreklendirmektedir.Cumhurbaşkanlığına, yargıya, üniversitelere, Tübitak’a karşıtlık, orman konusunda direnme, kadrolaşma ve dokunulmazlık konularında aldırışsızlık, kamu yönetimi temel yasası tasarısıyla açıklanan başıboşluk, terörün kimi siyasal kaynaklarıdır. Ekonomik durumun, yaşamın güçlüklerinin dayanılmaz boyutlara gelmesi, yerel seçimler nedeniyle partizanlık örneklerinin birbirini izlemesi, kolluk güçlerinin yanlı davranışı, Filistin ve Irak olaylarında dini, ulusallığı bile kavrayamamış militanların neden olacakları kötülükleri düşündürmelidir. Milliyetçilik, yurtseverlik, dindarlık ve müslümanlık konularındaki bilinçsizlik, bilgisizlik de önemli bir etkendir. Saldırıda kullanılan taşıt araçları, bunların kayıtları, sahipleri belli iken “üç gün içinde büyük bir başarı” olarak yapılan açıklama abartılıdır. Üçok’un, Aksoy’un, Mumcu’nun, Kışlalı’nın, Hablemitoğlunun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın kışkırtıcıları, gerçek tetikçileri kaç günde yakalanmış, saptanmıştır? Bu olaylar gerçek yüzleri ve yönleriyle açıklanmış mıdır? Daha ötesi, terör örgütü üyelerine “topluma kazandırma” adlı yasa ile kolaylıklar sağlanırken devleti koruyanlar, bugünlerde emekliliklerini yaşayanlar nasıl korunmaktadır? Bunlardan kimilerinin ilgili kuruluşlarla danışıklı dövüş biçiminde koruma önlemlerinden yoksun bırakıldığı, koruma görevlilerine bile yönetmeliğin öngördüğü taşıtın verilmediği, korumaların etkisiz kaldığı bilinmekte midir? Bunlardan siyasal iktidarın bilgisi yok mudur? Kendisi sorumlu değil midir? Köktendinciliği belirgin bir iktidarın din yoluyla terör yaratanları şımartması olası değil midir?

Orucu yalnız midesiyle tutanlar

En üzücü görünümlerden biri de Ramazan ayında başkent sokaklarını da giderek kimi illerimizin sokaklarına çeviren oruç tutmasa da tutuyormuş gibi gösterenlerin neden olduğu sessizliktir. Orucu yalnız midesiyle tutanların yanında hiç oruç tutmamasına karşın tutuyormuş gibi görünerek görevini zamanından önce bırakanların, “iftar sofrası” düzenleyerek bunu bir moda durumuna sokanların ne yapmak istedikleri düşündürücüdür. Laiklik ilkesinin önemi her gün daha çok ortaya çıkmakta ama değerini bilmediğimiz gerçeği de o ölçüde doğrulanmaktadır. Son terör olayları da bunun göstergesidir. Musevilere karşı düzenlenen saldırıda üç katı müslüman yitirilmiştir ve saldırganların da müslüman olduğu yetkililerce açıklanmıştır. Bunlara karşın gereksiz cami yapımı, mescit açılımı, bakanlıklarda ezan okunması, toplu namaz giderek artmaktadır. Üstelik kimi yetkililer de terörün dinle önleneceğini yineleyip durmaktadır. Akıl ve inancın, bilimle dinin, gerçekle varsayımın yeri bilinmedikçe, eğitimde dinsellik ağırlığından vazgeçilmedikçe, Atatürkçülük, özellikle laiklik karşıtlığı durdurulmadıkça nice istenmeyen olaylar yaşanabilir.

Yargıtay’ın köktendinciliğe yerinde müdahalesi

Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan’ın siyasal simge durumuna getirilen sıkmabaşlı sanığı duruşmadan çıkarması çok yerindedir. Başörtüsünün bu türünü türban yalanıyla yaygınlaştırıp Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliği laikliğe karşı olduklarını, şeriat istediklerini bu yolla açıklayan ve böylece başı açık müslüman kadınlarla, başını alışkanlıkla, geleneksel biçimde kimsenin karşı çıkmadığı biçimde örten kadınlarımızı inançsızlıkla suçlayan, devlete, hukuka, yargıya, laikliğe, cumhuriyete kafa tutan köktendincilerin tutumunu Başkan sayın İnan, Yargıtay içinde belgelemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa kurallarına dayanarak 1971, 1989 ve 1990 yıllarında verdiği kararların, yasama organını, yargı organlarını, yönetim organlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığını gözardı edip eylemli biçimde direnmenin hiçbir anlamı yoktur. Kurul Başkanı disiplini sağlamak, gerekli uygulamayı yönetmekle yükümlüdür. Yargı organında saygıyla bağdaşmayacak giysi, duruş ve tutumu Başkan önler ve giderir. Kadınlarımızın bilinen başörtüsü ayrı, şeriat ve tarikat forması biçimindeki sıkmabaş ayrıdır. Bunun demokrasi ve özgür ülkeyle hiçbir ilgisi yoktur. Tersini savunan hukukçularla siyasetçilerin kavramları birbirine karıştırdığı, kimi bilgilerden yoksun olduğu ve yandaşlık yaptığı açıktır.

Sünni-Alevi, Müslüman-laik gibi sakıncalı ayrımlara girip Atatürkçülüğü savunanlara düşman gözüyle bakanların bu konuda dinlenecek sözü olamaz.
İktidarın “Atatürkçü” sözleri siyasal güldürü düzeyindedir

“Tavşana kaç tazıya tut” yöntemiyle, böbürlenerek, efelenerek bir yere varılamayacağı gibi AB’ye girmek için Yunanlılara hoşgörünmekle de bir şey elde edilemez. AB İlerleme Raporu’ndaki gereksiz ayrıntıları az bulup sıkmabaş uygulaması için Türkiye’nin eleştirilmemesini eksiklik sayan Dışişleri Bakanı’nın eşi, bu yüzden açtığı dava sürerken giyim biçimini de sürdürmektedir. Bu tutumların ülkemize nelere malolduğunu bilmeleri gerekir. Yükseköğretimi kesintilerle, engellemelerle karartan davranışların, ele geçirme çabalarının inatla geliştirildiği bir olumsuz dönem yaşanmaktadır. Parçalar birbirine eklenince siyasal iktidarın Atatürkçü sözleri de siyasal güldürü düzeyine inmektedir. Hem öyle hem böyle olunamaz. İkilemler, çelişkiler, büyük ayrılıkların belirtisidir, kanıtıdır. Müslümanlığı, müslümanları, dindarları kuşku altına sokan terör eylemlerinin kaynağı, nedeni, sonuçları medyadaki şakşakçıları dışlayarak araştırılmalıdır. Laikliği, cumhuriyeti, evrensel ilkeleri ulusallaştırarak çağdaş yaşamı kazandıran Atatürkçülüğü, “çokseslilik, demokratik görüntü” savıyla karşıtlarına tartıştırıp onların kötülüklerini yayarak değil. Onları tanıtarak, kimi kuruntulara kaptırarak hiç değil. Kendini dindar, başka dinden olanları düşman sayan köktendinci anlayışın Filistin bahanesiyle giriştiği olaylar, şeriatın yeni denemeleridir. Bunları da iktidara güvenerek yaptıkları sezilmektedir.

29 Ekim’de Cumhuriyet’in 80. yıldönümünü kutladık. 10 Kasım’da Atatürk’ün 65. ölüm yıldönümünde en iyi duygularla O’nu andık. Ama siyasal iktidar ilgililerinin tutumlarını içtenlikli bulmak olanaksızdır. Atatürkçülere bakış açıları bellidir. Kimlere yakın, kimlere niçin karşı oldukları bilinmektedir. Uygulamaları açıktır. Kişisel tartışmalara girmeyi uygun bulmadığımdan kendimle ilgili olanları açıklamıyorum. Ama bu bir belirti, en azından bir başlangıç, geneli için de bir örnektir.

Başbakan’ın kendine göre laiklik tanımı ürkütücüdür

Başbakan’ın kendine göre laiklik tanımı yaparak aykırılıkları olağan karşılatıp benimsetmeye ve kendi anlayışlarını egemen kılmaya çalışması, kullandığı dil, izlediği yöntem, seçtiği ortam ürpertici ve ürkütücüdür. Laiklik karşıtlığını, köktendinciliği, inanç sömürüsünü açıkça kınamadıkça, kolluk güçlerinden diyanet işlerine, kimi vakıflara, İmam Hatip okullarına kadar yansızlığı, bilimselliği, hukuksallığı ve gerçekliği yeğlemedikçe, yargıya saygıyı, hukuka bağlılığı önerip özendirmedikçe güven duyulamaz, güven beklenemez.

Yargıda yenilenme yapısal değişiklikler zorunlu. Ancak, daha önce anlayış ve kafa yapısı değişikliği gerekli. Tarikat bağlantısının, etnik ayrımcılığın gözetildiği yakınma ve söylentileri yargıyı yaralamaya yeter. Atatürkçülükten başka suçu(!) olmayanlara bakış, Atatürk karşıtlarına sakıncalı hoşgörü kimin ne ve nasıl olduğunu anlatmaktadır. Hoşgörü adaletin bir parçasıdır ama tümü değildir. Kimlere ve ne için hoşgörü, kimlere ve ne için katılık tartışılacak bir sorundur. Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yasası değişikliği yıllardan beri sözkonusudur. Yeni bir çalışma öncekileri haklı kılmaktadır. Bellekleri tozlananlar yinelemeyi ve yenilemeyi “yeni” sanmaktadır. İnsan hakları konusunda yurttaşların doğrudan başvurmalarını yapacakları biçimde kurumlaşma, yedek üyeliğin kaldırılması, onursal düzenlemeler yararlı olacaktır ama yaş sınırını 67’e çekmek kimileri özlese ve istese de sakıncalı bir çabadır. Kişisel ilişkilere, yandaşlığa güvenerek, gerçekleştirilmesi beklenen anlamsız istemler, kurumları gölgeler. Yargı, devletin temeliyle ilgilidir. Hukukun üstünlüğüne gerçek saygı yargıya saygıyla geçerlidir. Bu da öncelikle yargıç, cumhuriyet savcısı ve yargı organlarına nereden olursa olsun gelmiş üyelerin örnek özenleriyle yaşama geçer.
Hekimlerimize, öğretmenlerimize, öğretim üyesi ve görevlilerine, mühendislerimize, genelde çalışanlara devletin yaklaşımı yanlışlıklarla doludur. Milletvekillerinin ödenek ve yolluklarıyla öbür olanakları, memur, işçi, emekli, öbür çalışanlarınkiyle karşılaştırılırsa üzücü durum belirginleşir, somutlaşır. Hortumlar, soygunlar, yolsuzluklar ayrı. Kendine bakamayan başkasına hiç bakamaz. Kendi çalışmalarına bakamayan devlet sosyal yükümlülüklerini yerine getiremez.
YÖK’ü kınamak bahanesiyle devlete karşıtlıklarını kimi istenmeyen davranışlarla açıklayan ayrılıkçı, bölücü, yıkıcı, köktendinciler arasında Atatürkçü tanınan gençliğin olmaması bizi doğrulayan bir olgudur. İktidarın anlayışından, yapısından ve tutumundan yüz bulanlar şımarmıştır, azmıştır. Bunların gelecekte neler yapacaklarını kestirmek güçtür. Bu durumun sorumlusu da elbet siyasal iktidardır. Dini kullananlar dindar olduklarını savunamazlar. Siyasete dini, dine siyaseti karıştıranlar, demokrasiyi kana bulayanlar çağdışı düşünenlerdir.

Sinagoglara yönelik saldırılar

İstanbul’daki Musevi yurttaşlarımıza yönelik görünen, gerçekte Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan terörü, insanlığa karşı işlenen en kötü, en ağır suç sayarak kınıyoruz. Toplumsal barışı, ulusal dayanışmayı, uluslararası ilişkileri sarsıp yıkmayı amaçlayan terörün inancı araç kılması çirkinliğini arttırmaktadır. Nedeni ne olursa olsun her kişi ve kuruluşun karşı çıkması insanlık gereğidir. Bu bilinç oluşmadıkça terör sürecek ve ilgisiz kalanları da pençesine alacaktır. Yaşam-larını yitirenlere Tanrı’dan engin rahmet, yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı, yaralılara ivedi sağlık diliyoruz.
Siyasal ve ekonomik çıkarları için bahanelerle savaşa kalkışan sömürgeci ve yayılmacı devletlerin çiğnedikleri değerler yanında terörün açtığı onulmaz yaralarla yıkıntılar herkesi düşündürmeli ve uyar-malıdır. Gözdağları, baskılar, dayatmalar ve siyasal oyunlarla sergilenen aymazlık ve zorbalığın terörü beslediği unutulmamalıdır.
Uluslararası boyuta yeni taşınmış, ulusal boyutu yokmuş gibi gerçeğe aykırı değerlendirmeler ve geçiştirici demeçlerle teröre karşı çıkılamaz ve yerli-yabancı örgüt birlikteliği gözardı edilemez. Etnik ve köktendinci terörü yüreklendiren aymazlıklardan, yavanlık ve yüzeysellikten kaçınmak gerekir. Selâmlamadan konuşmaya, giyinmeden yaşam biçimine, toplumsal etkinliklerden eğitime, ümmetçi davranış; ulusu cemaatlere bölen tarikatçı anlayış; başta Arap milliyetçisi şeriatçı kesim, medyanın büyük bölümünde terbiye ve hukuk dışı açıklamalarla giderek hedef gösterme çılgınlığına sıcak bakış; sıkmabaş inadıyla devletin her organı ve birimiyle kavgaya kalkış, siyasal iktidarın terör konusunda ciddi ve içtenlikli bir yaklaşımı olmadığının kanıtıdır. Terör örgütü üyelerini de kapsayan gereksiz af düzenlemeleri, yanlış bağımsızlık, ulusallık, yurttaşlık, laiklik ve eğitim anlayışıyla saldırganlar şımartılırken kendi imzalarını taşıyan yönetmelikleri uygulama çelişkileri ve yandaş bildikleriyle anlaşarak koruma önlemlerini etkisiz ve geçersiz kılan iktidarın tutumu asla inandırıcı değildir.

İktidar devlete terör estirdikçe terör karşıtlığı sözde kalacaktır

Kanımızca terörün bir nedeni de iktidarın Irak fiyaskosu, Kıbrıs, Ege, AB konularında ilkesizliği ve tutarsızlığıdır, hatta kendisidir. İktidar devlete terör estirdikçe terör karşıtlığı sözde kalacaktır. “Siyasal İslam, modern müslümanlık, muhafazakar demokratlık” söylemleriyle gerçeği saklayıp köktendinciliği benimsetme ve olağan saydırma çabaları siyasal kumar niteliğinde sürdükçe ikilemlerden teröristler yararlanır. İçerdeki destekçiler bulunmalı, önceki öldürme olayları aydınlatılmalıdır.

Laikliğin ve cumhuriyetin erdemini bilmeyenler Atatürk cumhuriyetine yönelik saldırıları özendirir, önleyemez. Tüm dinlerin tapınma yerlerini “Tanrı’nın Evi” saymayan, bilgisizlikten kaynaklanan zararlar, yaşanan acılar, geleceğe ilişkin kuşkular, evrensel aydınlığı yok eder. Kan ve korkuyla hiçbir sonuç alınamaz. Dinleri siyasallaştırıp demokrasiyi dinselleştirmek bozukluklarından başlayarak her tür teröre karşı birleşmek insanlık görevidir. Bu gerçekleşmezse olumlu hiçbir şey beklenemez.

Not: Bu yazı Levent ve Beyoğlu’ndaki saldırılardan önce, 19 Kasım 2003’te yazılmıştır.


..