ÇIKMAZ SOKAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇIKMAZ SOKAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2015 Pazar

ÇIKMAZ SOKAK,




ÇIKMAZ SOKAK,

Yekta Güngör Özden


24.11.2003/Sayı:44

Dışardan kuşatılmak, içerden çökertilmek istenen Türkiyemiz kendini ve başkalarını aldattığını sanan kimilerinin ikilemleri ve gündem değiştirme çabalarıyla yeni sarsıntılar geçiriyor. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının sağlam temeller üzerinde yükselttikleri çağdaş yapı her tür nankörlüğe, sapkınlığa ve düşmanlığa karşı varlığını koruyor. Atatürk’e, Atatürkçülüğe ve ilkeleriyle kazandırdıklarına karşı olanlar, aymazlık ve çıkarcılıkla tembelliğe, ilgisizliğe düşüp kötülüklere ortam hazırlayanlar, ikiyüzlü davranıp Atatürkçü görünerek Atatürkçülüğe zarar verenler 10 Kasım’larda, ulusal bayram ve önemli günlerde nutuk atarak, imza koyarak Atatürkçülük taslamıyorlar mı, insanın kanına dokunuyor. Hele demokrasinin (d)sini kavramadan demokratlığa soyunan medya silahşörleri... Yayın ilkeleri yayımlayıp terbiyedışı, insanlıkdışı saldırıları önleyemeyen medya patronları, 12 Eylül devşirmesi yayın yönetmenleri...

Geleceği karartan gereksiz işlemlerle gençleri suçlayanlar

Bunlar iyice biliniyor ama Atatürkçülük gibi soylu bir anlayışın yandaşı görünüp de Atatürkçülere karşı her tür kötülüğü, her tür yalanı, yıldırma ve yıkmayı beceri sayanlar. Gençleri uyarıp yönlendirerek toplumsal yararı arttırıcı çalışmalara hız vermesi gerekenlerin, üstelik bilim çevrelerinde etkin yerlerde bulunanların aşırı sertlikle, ayrımcı davranışlarla, geleceği karartan gereksiz işlemlerle gençleri suçlayıp üstlerine yürümeleri anlaşılması güç, sakıncalı yaklaşımlardır. Bu durum ve tutumlar Atatürk karşıtlarını sevindirmekte, güçlendirmektedir. Atatürkçü sanılan ve tanınan kimilerinin birbirlerine yaptıklarını ve yapmaya çalıştıklarını Atatürk düşmanları bile yapmamaktadır. Tıpkı Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu sorunlarında medyanın büyük kesiminin yaptığını Yunan-Rum medyasının bile yapmadığı gibi. Her gün yeni bir yalan, yeni bir kurgu, kuruntu, sayrılık ürünü olmaktan ötede bozukluk belirtisi yeni bir yalan duyuyoruz. Hiç tanımadığımız kişi ve kuruluşlarla ilişkiler, tek kuruş almadığımız insanlardan akçalı destekler vd... Bunları yayanlar içinde bilim sanı taşıyanlar da var. Utanıp sıkılmazlar mı? Kendi yaptıklarını bilmezler mi? Haklarında söylenenleri duymazlar mı? Aynaya bakınca yüzleri kızarmaz mı? Emekli aylığından başka geliri olmayan, derslerinden, konferanslarından, konuşmalarından, yazılarından tek kuruş almayan, tersine kendi güç koşullarına aldırmaksızın burs veren, gereksinim içinde olanlara yardıma koşup özveriyle çalışan, hiç kimseden, hiçbir kişi ve kuruluştan beklentisi olmayan, Atatürk Türkiyesi için canını adayan insanlara karşı sergilenen çirkinlikler aydınların sorgulanmasını gerektiren olumsuz görünümlerden kimileridir. Türkiye ve Atatürk düşmanlarının dayanışması, sözde aydınları, sözde Atatürkçüleri, sözde milliyetçileri, sözde demokratları, sözde dindarları uyarmalı, utandırmalıdır.
Kıbrıs’ta Denktaş karşıtları gerçekte Türkiye karşıtlarıdır Kıbrıs seçimleri ABD ile AB’nin ve medyadaki çığırtkanların “verkurtulcu” söylemleriyle, değişik baskı ve KKTC ile Türkiye karşıtı destekleriyle gündemdedir. Denktaş’ı uzaklaştırmak, dışlamak çabaları sonuç vermezse sıkıştırmak yolu denenecektir. Yunanistan’ın çabaları Türkiye’nin ikilemli sözleri, suçluymuş gibi cılız çıkışlarıyla karşılanamamaktadır. Türkiye her yönden Yunanistan’dan daha haklıdır. Uluslararası hukuku çiğneyerek Güney Kıbrıs’ı AB üyeliğine almakta diretenlerin Türkiye için oyalama yöntemlerinin arkası kesilmemektedir. Kıbrıs’ta Denktaş karşıtlarının gerçekte Türkiye karşıtları olduğu gözardı edilmemelidir. Terör olayları gibi Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu sorunlarında da siyasal iktidarın tutumları sözde dostlara güç vermekte, onları şımartmaktadır. Güney Kıbrıslı kadın için hukuksal olmayan AİHM kararı ve ödemeye yeşil ışık yakan Dışişleri Bakanlığı’nın tutumu gelecekte daha büyük ağırlıkla üzerimize gelineceğinin belirtisidir.

Bölücülüğün yeni girişimi: Yeni abc düzenlemesi

Bunlar yetmiyormuş gibi başka ülkelerde örneğine rastlanmayan bir uygulama ile kürtçe isimlere uygun harflerin kullanılması baskıları örgütlü biçimde yürütülmektedir. Kimi kuruluşların desteğini alan bu yeni çıkışla Türkiye’nin önüne yeni bir AB bahanesi konulmaktadır. Özel adların olduğu gibi yazılması başka, kullanılması başka, bir ülkenin, bir devletin abc’sinin bunlara göre düzenlenmesi başkadır. Anayasa’ya, yasalara, uygulama geleneklerine aykırı biçimde kendi uyruğunun adını yabancı harflerle yazmak, kayıtlara işlemek isteği bölücülüğün yeni bir girişimidir. İstanbul Adalet binasının terör örgütü liderini övücü sloganlarla basılması, bunun sinagoglara saldırının hemen ardından gerçekleştirilmesi rastlantı değildir. Bu oyunun bölümleri, perdeleridir. Kimi bakanları, kimi milletvekillerini, kimi yöneticileri, kimi yargıç ve savcıları kendilerinden, yörelerinden bilen kötü amaçlılar, sakıncalı eylemlerini daha korkusuz gerçekleştirir. Kurtulacağını bilenler, önceki serbest bırakılmaları duyanlar çekinmeden suç işlerler.
İktidarın köktendinci yapısı şeriatçı terör örgütlerini yüreklendiriyor
Tüm dinlerin tapınma yerleri “Tanrı’nın evi” sayılır. İnanmış birisinin bir başka dinin tapınma yerine saldırısı, barbarlığı, ilkelliği, inançsızlığı, din karşıtlığını anlatan, insanlıkdışı bir eylemdir. Ayrıca siyasal     nedenlere dayandırılması çirkinliği arttıran, savunulması olanaksız bir boyuttur. Bu konuda medyamızda tek sözcüğü bile yer bulmayan bir açıklamamı yazımın sonuna alacağım. Ama durumun özelliği bilinirken, önceden uyarı yapılmışken, gelişigüzel nedenlerle sokaklar, caddeler kapatılırken, Musevi yurttaşlarımızın tapınma saatlerinde o sokaklar geçici bir süre önlem olarak kapatılamaz mıydı? Siyasal iktidarın gerici terör örgütlerine karşı anlamsız hoşörüsü olmasaydı bu olay yaşanır mıydı? Anlamsız ve gereksiz bağışlamalar, kovuşturma ve yakalama olaylarındaki gevşemeler, kolluk güçlerindeki kadrolaşmalar olmasaydı bu tür eylemlere kalkışılabilir miydi? Siyasal iktidarın köktendinci yapısı, karakteri, kökü, amacı takiyyeyle bildiğini okumakta direnmesi şeriatçı terör örgütlerini yüreklendirmektedir.Cumhurbaşkanlığına, yargıya, üniversitelere, Tübitak’a karşıtlık, orman konusunda direnme, kadrolaşma ve dokunulmazlık konularında aldırışsızlık, kamu yönetimi temel yasası tasarısıyla açıklanan başıboşluk, terörün kimi siyasal kaynaklarıdır. Ekonomik durumun, yaşamın güçlüklerinin dayanılmaz boyutlara gelmesi, yerel seçimler nedeniyle partizanlık örneklerinin birbirini izlemesi, kolluk güçlerinin yanlı davranışı, Filistin ve Irak olaylarında dini, ulusallığı bile kavrayamamış militanların neden olacakları kötülükleri düşündürmelidir. Milliyetçilik, yurtseverlik, dindarlık ve müslümanlık konularındaki bilinçsizlik, bilgisizlik de önemli bir etkendir. Saldırıda kullanılan taşıt araçları, bunların kayıtları, sahipleri belli iken “üç gün içinde büyük bir başarı” olarak yapılan açıklama abartılıdır. Üçok’un, Aksoy’un, Mumcu’nun, Kışlalı’nın, Hablemitoğlunun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın kışkırtıcıları, gerçek tetikçileri kaç günde yakalanmış, saptanmıştır? Bu olaylar gerçek yüzleri ve yönleriyle açıklanmış mıdır? Daha ötesi, terör örgütü üyelerine “topluma kazandırma” adlı yasa ile kolaylıklar sağlanırken devleti koruyanlar, bugünlerde emekliliklerini yaşayanlar nasıl korunmaktadır? Bunlardan kimilerinin ilgili kuruluşlarla danışıklı dövüş biçiminde koruma önlemlerinden yoksun bırakıldığı, koruma görevlilerine bile yönetmeliğin öngördüğü taşıtın verilmediği, korumaların etkisiz kaldığı bilinmekte midir? Bunlardan siyasal iktidarın bilgisi yok mudur? Kendisi sorumlu değil midir? Köktendinciliği belirgin bir iktidarın din yoluyla terör yaratanları şımartması olası değil midir?

Orucu yalnız midesiyle tutanlar

En üzücü görünümlerden biri de Ramazan ayında başkent sokaklarını da giderek kimi illerimizin sokaklarına çeviren oruç tutmasa da tutuyormuş gibi gösterenlerin neden olduğu sessizliktir. Orucu yalnız midesiyle tutanların yanında hiç oruç tutmamasına karşın tutuyormuş gibi görünerek görevini zamanından önce bırakanların, “iftar sofrası” düzenleyerek bunu bir moda durumuna sokanların ne yapmak istedikleri düşündürücüdür. Laiklik ilkesinin önemi her gün daha çok ortaya çıkmakta ama değerini bilmediğimiz gerçeği de o ölçüde doğrulanmaktadır. Son terör olayları da bunun göstergesidir. Musevilere karşı düzenlenen saldırıda üç katı müslüman yitirilmiştir ve saldırganların da müslüman olduğu yetkililerce açıklanmıştır. Bunlara karşın gereksiz cami yapımı, mescit açılımı, bakanlıklarda ezan okunması, toplu namaz giderek artmaktadır. Üstelik kimi yetkililer de terörün dinle önleneceğini yineleyip durmaktadır. Akıl ve inancın, bilimle dinin, gerçekle varsayımın yeri bilinmedikçe, eğitimde dinsellik ağırlığından vazgeçilmedikçe, Atatürkçülük, özellikle laiklik karşıtlığı durdurulmadıkça nice istenmeyen olaylar yaşanabilir.

Yargıtay’ın köktendinciliğe yerinde müdahalesi

Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan’ın siyasal simge durumuna getirilen sıkmabaşlı sanığı duruşmadan çıkarması çok yerindedir. Başörtüsünün bu türünü türban yalanıyla yaygınlaştırıp Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliği laikliğe karşı olduklarını, şeriat istediklerini bu yolla açıklayan ve böylece başı açık müslüman kadınlarla, başını alışkanlıkla, geleneksel biçimde kimsenin karşı çıkmadığı biçimde örten kadınlarımızı inançsızlıkla suçlayan, devlete, hukuka, yargıya, laikliğe, cumhuriyete kafa tutan köktendincilerin tutumunu Başkan sayın İnan, Yargıtay içinde belgelemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa kurallarına dayanarak 1971, 1989 ve 1990 yıllarında verdiği kararların, yasama organını, yargı organlarını, yönetim organlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığını gözardı edip eylemli biçimde direnmenin hiçbir anlamı yoktur. Kurul Başkanı disiplini sağlamak, gerekli uygulamayı yönetmekle yükümlüdür. Yargı organında saygıyla bağdaşmayacak giysi, duruş ve tutumu Başkan önler ve giderir. Kadınlarımızın bilinen başörtüsü ayrı, şeriat ve tarikat forması biçimindeki sıkmabaş ayrıdır. Bunun demokrasi ve özgür ülkeyle hiçbir ilgisi yoktur. Tersini savunan hukukçularla siyasetçilerin kavramları birbirine karıştırdığı, kimi bilgilerden yoksun olduğu ve yandaşlık yaptığı açıktır.

Sünni-Alevi, Müslüman-laik gibi sakıncalı ayrımlara girip Atatürkçülüğü savunanlara düşman gözüyle bakanların bu konuda dinlenecek sözü olamaz.
İktidarın “Atatürkçü” sözleri siyasal güldürü düzeyindedir

“Tavşana kaç tazıya tut” yöntemiyle, böbürlenerek, efelenerek bir yere varılamayacağı gibi AB’ye girmek için Yunanlılara hoşgörünmekle de bir şey elde edilemez. AB İlerleme Raporu’ndaki gereksiz ayrıntıları az bulup sıkmabaş uygulaması için Türkiye’nin eleştirilmemesini eksiklik sayan Dışişleri Bakanı’nın eşi, bu yüzden açtığı dava sürerken giyim biçimini de sürdürmektedir. Bu tutumların ülkemize nelere malolduğunu bilmeleri gerekir. Yükseköğretimi kesintilerle, engellemelerle karartan davranışların, ele geçirme çabalarının inatla geliştirildiği bir olumsuz dönem yaşanmaktadır. Parçalar birbirine eklenince siyasal iktidarın Atatürkçü sözleri de siyasal güldürü düzeyine inmektedir. Hem öyle hem böyle olunamaz. İkilemler, çelişkiler, büyük ayrılıkların belirtisidir, kanıtıdır. Müslümanlığı, müslümanları, dindarları kuşku altına sokan terör eylemlerinin kaynağı, nedeni, sonuçları medyadaki şakşakçıları dışlayarak araştırılmalıdır. Laikliği, cumhuriyeti, evrensel ilkeleri ulusallaştırarak çağdaş yaşamı kazandıran Atatürkçülüğü, “çokseslilik, demokratik görüntü” savıyla karşıtlarına tartıştırıp onların kötülüklerini yayarak değil. Onları tanıtarak, kimi kuruntulara kaptırarak hiç değil. Kendini dindar, başka dinden olanları düşman sayan köktendinci anlayışın Filistin bahanesiyle giriştiği olaylar, şeriatın yeni denemeleridir. Bunları da iktidara güvenerek yaptıkları sezilmektedir.

29 Ekim’de Cumhuriyet’in 80. yıldönümünü kutladık. 10 Kasım’da Atatürk’ün 65. ölüm yıldönümünde en iyi duygularla O’nu andık. Ama siyasal iktidar ilgililerinin tutumlarını içtenlikli bulmak olanaksızdır. Atatürkçülere bakış açıları bellidir. Kimlere yakın, kimlere niçin karşı oldukları bilinmektedir. Uygulamaları açıktır. Kişisel tartışmalara girmeyi uygun bulmadığımdan kendimle ilgili olanları açıklamıyorum. Ama bu bir belirti, en azından bir başlangıç, geneli için de bir örnektir.

Başbakan’ın kendine göre laiklik tanımı ürkütücüdür

Başbakan’ın kendine göre laiklik tanımı yaparak aykırılıkları olağan karşılatıp benimsetmeye ve kendi anlayışlarını egemen kılmaya çalışması, kullandığı dil, izlediği yöntem, seçtiği ortam ürpertici ve ürkütücüdür. Laiklik karşıtlığını, köktendinciliği, inanç sömürüsünü açıkça kınamadıkça, kolluk güçlerinden diyanet işlerine, kimi vakıflara, İmam Hatip okullarına kadar yansızlığı, bilimselliği, hukuksallığı ve gerçekliği yeğlemedikçe, yargıya saygıyı, hukuka bağlılığı önerip özendirmedikçe güven duyulamaz, güven beklenemez.

Yargıda yenilenme yapısal değişiklikler zorunlu. Ancak, daha önce anlayış ve kafa yapısı değişikliği gerekli. Tarikat bağlantısının, etnik ayrımcılığın gözetildiği yakınma ve söylentileri yargıyı yaralamaya yeter. Atatürkçülükten başka suçu(!) olmayanlara bakış, Atatürk karşıtlarına sakıncalı hoşgörü kimin ne ve nasıl olduğunu anlatmaktadır. Hoşgörü adaletin bir parçasıdır ama tümü değildir. Kimlere ve ne için hoşgörü, kimlere ve ne için katılık tartışılacak bir sorundur. Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yasası değişikliği yıllardan beri sözkonusudur. Yeni bir çalışma öncekileri haklı kılmaktadır. Bellekleri tozlananlar yinelemeyi ve yenilemeyi “yeni” sanmaktadır. İnsan hakları konusunda yurttaşların doğrudan başvurmalarını yapacakları biçimde kurumlaşma, yedek üyeliğin kaldırılması, onursal düzenlemeler yararlı olacaktır ama yaş sınırını 67’e çekmek kimileri özlese ve istese de sakıncalı bir çabadır. Kişisel ilişkilere, yandaşlığa güvenerek, gerçekleştirilmesi beklenen anlamsız istemler, kurumları gölgeler. Yargı, devletin temeliyle ilgilidir. Hukukun üstünlüğüne gerçek saygı yargıya saygıyla geçerlidir. Bu da öncelikle yargıç, cumhuriyet savcısı ve yargı organlarına nereden olursa olsun gelmiş üyelerin örnek özenleriyle yaşama geçer.
Hekimlerimize, öğretmenlerimize, öğretim üyesi ve görevlilerine, mühendislerimize, genelde çalışanlara devletin yaklaşımı yanlışlıklarla doludur. Milletvekillerinin ödenek ve yolluklarıyla öbür olanakları, memur, işçi, emekli, öbür çalışanlarınkiyle karşılaştırılırsa üzücü durum belirginleşir, somutlaşır. Hortumlar, soygunlar, yolsuzluklar ayrı. Kendine bakamayan başkasına hiç bakamaz. Kendi çalışmalarına bakamayan devlet sosyal yükümlülüklerini yerine getiremez.
YÖK’ü kınamak bahanesiyle devlete karşıtlıklarını kimi istenmeyen davranışlarla açıklayan ayrılıkçı, bölücü, yıkıcı, köktendinciler arasında Atatürkçü tanınan gençliğin olmaması bizi doğrulayan bir olgudur. İktidarın anlayışından, yapısından ve tutumundan yüz bulanlar şımarmıştır, azmıştır. Bunların gelecekte neler yapacaklarını kestirmek güçtür. Bu durumun sorumlusu da elbet siyasal iktidardır. Dini kullananlar dindar olduklarını savunamazlar. Siyasete dini, dine siyaseti karıştıranlar, demokrasiyi kana bulayanlar çağdışı düşünenlerdir.

Sinagoglara yönelik saldırılar

İstanbul’daki Musevi yurttaşlarımıza yönelik görünen, gerçekte Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan terörü, insanlığa karşı işlenen en kötü, en ağır suç sayarak kınıyoruz. Toplumsal barışı, ulusal dayanışmayı, uluslararası ilişkileri sarsıp yıkmayı amaçlayan terörün inancı araç kılması çirkinliğini arttırmaktadır. Nedeni ne olursa olsun her kişi ve kuruluşun karşı çıkması insanlık gereğidir. Bu bilinç oluşmadıkça terör sürecek ve ilgisiz kalanları da pençesine alacaktır. Yaşam-larını yitirenlere Tanrı’dan engin rahmet, yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı, yaralılara ivedi sağlık diliyoruz.
Siyasal ve ekonomik çıkarları için bahanelerle savaşa kalkışan sömürgeci ve yayılmacı devletlerin çiğnedikleri değerler yanında terörün açtığı onulmaz yaralarla yıkıntılar herkesi düşündürmeli ve uyar-malıdır. Gözdağları, baskılar, dayatmalar ve siyasal oyunlarla sergilenen aymazlık ve zorbalığın terörü beslediği unutulmamalıdır.
Uluslararası boyuta yeni taşınmış, ulusal boyutu yokmuş gibi gerçeğe aykırı değerlendirmeler ve geçiştirici demeçlerle teröre karşı çıkılamaz ve yerli-yabancı örgüt birlikteliği gözardı edilemez. Etnik ve köktendinci terörü yüreklendiren aymazlıklardan, yavanlık ve yüzeysellikten kaçınmak gerekir. Selâmlamadan konuşmaya, giyinmeden yaşam biçimine, toplumsal etkinliklerden eğitime, ümmetçi davranış; ulusu cemaatlere bölen tarikatçı anlayış; başta Arap milliyetçisi şeriatçı kesim, medyanın büyük bölümünde terbiye ve hukuk dışı açıklamalarla giderek hedef gösterme çılgınlığına sıcak bakış; sıkmabaş inadıyla devletin her organı ve birimiyle kavgaya kalkış, siyasal iktidarın terör konusunda ciddi ve içtenlikli bir yaklaşımı olmadığının kanıtıdır. Terör örgütü üyelerini de kapsayan gereksiz af düzenlemeleri, yanlış bağımsızlık, ulusallık, yurttaşlık, laiklik ve eğitim anlayışıyla saldırganlar şımartılırken kendi imzalarını taşıyan yönetmelikleri uygulama çelişkileri ve yandaş bildikleriyle anlaşarak koruma önlemlerini etkisiz ve geçersiz kılan iktidarın tutumu asla inandırıcı değildir.

İktidar devlete terör estirdikçe terör karşıtlığı sözde kalacaktır

Kanımızca terörün bir nedeni de iktidarın Irak fiyaskosu, Kıbrıs, Ege, AB konularında ilkesizliği ve tutarsızlığıdır, hatta kendisidir. İktidar devlete terör estirdikçe terör karşıtlığı sözde kalacaktır. “Siyasal İslam, modern müslümanlık, muhafazakar demokratlık” söylemleriyle gerçeği saklayıp köktendinciliği benimsetme ve olağan saydırma çabaları siyasal kumar niteliğinde sürdükçe ikilemlerden teröristler yararlanır. İçerdeki destekçiler bulunmalı, önceki öldürme olayları aydınlatılmalıdır.

Laikliğin ve cumhuriyetin erdemini bilmeyenler Atatürk cumhuriyetine yönelik saldırıları özendirir, önleyemez. Tüm dinlerin tapınma yerlerini “Tanrı’nın Evi” saymayan, bilgisizlikten kaynaklanan zararlar, yaşanan acılar, geleceğe ilişkin kuşkular, evrensel aydınlığı yok eder. Kan ve korkuyla hiçbir sonuç alınamaz. Dinleri siyasallaştırıp demokrasiyi dinselleştirmek bozukluklarından başlayarak her tür teröre karşı birleşmek insanlık görevidir. Bu gerçekleşmezse olumlu hiçbir şey beklenemez.

Not: Bu yazı Levent ve Beyoğlu’ndaki saldırılardan önce, 19 Kasım 2003’te yazılmıştır.


..