Yekta Güngör Özden:
“ Yargının; Yürütme ve Yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde Adalet yoktur”, BÖLÜM 2
09 Şubat 2014,
YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLARI VE ADLİ YIL TÖRENLERİ
Osmanlı Yargıtay'ın da ilk Başkan, ünlü Hukukçu ve Devlet adamı Ahmet Cevdet Paşadır. Türkiye Büyük Millet Meclisince çıkarılan Yasa ile Sivas'ta kurulan muvakkat Temyiz Heyetinde ayrıca birinci başkanlık yoktu, daire başkanlarından biri bu görevi yürütmekteydi. Eskişehir'deki ilk kuruluşunda da Sivas'taki gibiydi. Yargıtay'ın Eskişehir'deki ikinci kuruluşunda başlı başına bir birinci Başkanlık görevi öngörülmüştür.
Birinci Başkanlarca Adalet Yılını Açış konuşması yapma görevinin önceleri hukuki bir dayanağı yoktu, geleneğe dayalı idi. İlk kez Adalet Bakanı Ali Rıza Türel döneminde 6 Eylül 1943 yılında 1943-1944 Adalet yılının başlaması nedeniyle düzenlenen Açılış töreninde Birinci Başkan Halil Özyürük'ün verdiği söylev, geleneğin başlangıcı olmuştur. Bakan Ali Rıza Türel, törenin amacını belirten konuşmasının ardından sözü Halil Özyürük'e bırakmıştır. Açılış törenleri, Adalet Bakanlığınca düzenlenmekte, çağrılar Bakan tarafından gönderilmekteydi. Açılış törenleri genellikle Ankara Hukuk Fakültesi konferans salonunda yapılmaktaydı. Yalnız, 1955 Eylül'ündeki tören Yargıtay'da (Kubbealtı) denilen ve sonradan yıkılan bölümde yapılmıştır.
1943 Eylül'ünden 1955 Eylül'üne kadar her adli yıl açılışında yapılan törenler 1956 yılında Adalet Bakanlığının ara vermesi nedeni ile dört yıl yapılamamıştır. 1960 yılında Adalet Bakanı Abdullah Pulat Gözübüyük'ün çabaları sonucu yeniden canlandırılmış ve günümüze kadar süregelmiştir. 1961-1965-1973-1975 ve 1979 yıllarında seçim dönemlerine rastlaması nedeni ile tören yapılamamıştır.
1955 yılına kadar yapılan açış konuşmalarında; İstiklal Marşı'nın ardından Yargıtay Birinci Başkanlarınca, meslekten ayrılan Başkan, Üye ve Hakimlerin adlarının açıklanmasının ve iyi dileklerinin iletilmesinin ardından Yargıtay'ın yıllık çalışması hakkında bilgi verildikten sonra, yargının sorunları ve çözüm yolları geniş olarak anlatılırdı. 1943 yılından itibaren köklü güzel bir gelenek olarak başlayan 1973 yılında yasa emri haline gelen söylevler bugüne kadar önemini korumuş, adli yargı mensupları ve toplum tarafından her adli yıl'da merakla yargının hep aynı ve değişmeyen sorunlarının Yargıtay Birinci Başkanı tarafından seslendirilmesi beklenir olmuştur.
1960 yılından sonra yapılan Adli Yıl Açılış söylevlerinde; Yargıtay 1. Başkanları gelişen ve değişen Türkiye ve dünya olaylarına kayıtsız kalmamışlardır. Yargıçlarında aydın ve yurtsever olduğu, her konuda sorumluluk taşıdığı, sadece pozitif hukuk uygulayıcısı olmasının yeterli olmadığı, aksine ideal hukukun ve toplumun gerçekleri bulması konusunda düşünce üretmekle yükümlü olduğu kabul edilmiştir. Öz eleştiri yapmanın bireye ve topluma çok şey kazandıracağının bilinci içerisinde Adlı Yıl Söylevlerinde siyasal, ekonomik, toplumsal rahatsızlıkları dile getirmenin tarihsel bir görev olduğu sürekli yinelenmiştir. Yargıtay 1. Başkalarından Halil Özyürük'ün "yeterki, Türk Hakimi Türk yurdunda adaleti daima muzaffer kılmak fikrini, dimağında daima meşale olarak yanık bulundursun" sözünde belirttiği gibi bu görevlerini bugüne kadar topluma ve Türk yargısına yakışan şekilde yerine getirmişlerdir. Adli Yıl Açılış Söylevleri ve içerikleri tarihimiz için önemli yazılı belge niteliği taşımaktadırlar.
Yargıtay Birinci Başkanları, her adli yıl açılısında aynı sorunları yinelenmekten bıkmayarak çözüm yolları aramaya çalışmışlar, sorunlara asla karamsarlık, umutsuzluk içinde değil; iyimserlikle yaklaşarak, tarihsel sürecimizden sonuçlar çıkararak, yüce önder Atatürk'ü örnek alarak, hukuk devletine hep inanmışlardır. Demokrasinin temel öğelerinden olan toplumda hoşgörü ve saygı ortamı içinde siyasal inançlar ve faaliyetleri yadırgamadan, düşman olmadan, Anayasa ve yasaların kendilerine tanıdığı hak ve özgürlükler kapsamında hukuk düzenini oluşturan kuralları tekrar tekrar söylemekten bıkmamışlardır.
1943 yılından beri süregelen anlamlı toplantılarda yargının nasırlaşmış sorunları yinelenerek Türk Adalet Teşkilatının yıllarca çok ağır yük ve sorumluluk altında özveri ile çalıştığı tüm açış konuşmalarında değişik ifadelerle tekrarlanmıştır.
Bu arada millet ve hak yolunda, Adalet hizmetinde 140 yılını geride bırakan Yargıtay, köklü mazisi ve anıtlaşmış kararlarıyla saygınlık yaratmıştır. Yargının sorunlarının gelmiş geçmiş bütün yasama ve yürütme organlarınca bilinmesine ve ısrarla çözümleri ile birlikte tekrar tekrar anlatılmasına rağmen, sorunlarımızın çoğuna arzulanan düzeyde adil, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm getirilememiş olması, son derece üzücü ve geleceğimiz açısından düşündürücüdür.
İlk defa 1977-1978 Adli Yıl Açılışı ,Yargıtay Birinci Başkanı Cevdet Menteş zamanında, Yargıtay'ın o günlerde hizmete açılan şimdiki konferans salonunda yapılmıştır. Sonrasında ananevi gelenek olarak törenler bir istisna (2001 yılı ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonunda) dışında hep Yargıtay'da yapılmıştır.
Her yıl Adli yıl açılış töreni programında Anıtkabir ziyareti yer almaktadır. Bu anlamlı ziyarette, Yargıtay Birinci Başkanı, Anıtkabir özel defterine tüm Yargıtay mensuplarının duygu ve düşüncelerini yansıtır.
Gerçek Hukuk devleti, çağdaş gelişmeleri yasalarına, hukuk düzenine aktaran devlettir. Toplumu oluşturan fertlerin özellikle devlet içinde hakim olan idare edenlerin yasalara ve yargı kararlarına yürekten inanarak bağlı kalmaları sonucunda çağdaş hukuk sistemine geçebilir. Demokratik hukuk kurallarına uygun yeni düzenlemeler getirilebilir. Akla, bilgiye ve yaşamın içinde olarak toplumun ihtiyaçlarına göre düşünülüp yeni düzenlemeler getirilmesi için yargı kuruluşlarının en üst düzeyde yapılandırılması ve yargı gücü ile denetiminin önemi söylevlerde sürekli vurgulanmıştır. Bunun yanında olumsuzluklar da açıkça anlatılmış, ülkemizde vatandaşların Adli sorunlarına, yakınmalarına, yargı teşkilatının sıkıntılarına geniş kapsamlı kalıcı çözümler yerine, gündelik çözümlerle yetinildiği, ciddi Adalet politikası olmayışı, kadro personel ve bütçe yetersizliği sonucunda yargının durumunun Anayasal gücü ve yeri ile orantılı duruma bir türlü getirilemediği, yıllardır süregelen sorunların gün geçtikçe artmasının Yargıtay'ı ciddi endişelere sevkettiği, davaların irade dışı uzaması sonucunda adalete karşı inanç ve güvenin zedelenmesinin manevi sorumluluğunu Yargıtay'a yüklemenin haksızlık olacağı Yargıtay Birinci Başkanlarınca her adli yıl açılışında dile getirilmiştir.
Yargının kendisini yaratan Devlet sisteminden soyutlanmadan, ancak işlevini yerine getirirken yasama ve yürütmenin etkisi altına da girmeden karar vermesi gerektiği, bu bağımsızlığın öncelikle kavram olarak benimsenmiş bir yargı sisteminin insan öğesi sayılan hakimin de güvencesi olduğu ve devlete hukuk devleti niteliği kazandıran bu temel kural zedelendiği an, bundan doğrudan adaletin, Devletin ve Türk Milletinin zarar göreceğinin unutulmaması icap ettiği Yargıtay Birinci Başkanları tarafından açıklanmıştır. Yargı gücünün, başlı başına mevcut ve bağımsız bir güç olduğu, "Yargının bağımsızlığı ilkesi" insan aklına gelebilecek en üst düzey ve boyutta düşünülmüş Anayasa ve yasalarda mükemmel şekilde yer almış olsa bile, yargıç güvencesi olmadıkça yargının tam bağımsızlığından söz edilemeyeceği belirtilmiştir.
Hakimin güvenceden yoksun olduğu kaygısına kapıldığı anda bu kavramın sadece şeklî olacağı, Anayasanın 9, 138, 139. maddelerinde kaynağını bulan yargı bağımsızlığı ve hakim güvencesi kavramlarının, sadece yargıya ve hakime tanınan bir imtiyaz değil; aksine toplumun tüm kesimlerinin, demokratik düzenin ve giderek devletin güvencesidir denilmiştir..
Uyuşmazlıkların süratle çözülebilmesi, yargı kararlarının uygulanabilmesi için, hükmün doğru olması, kamu vicdanını rahatlatması, hakimin bağımsız olması ve kararların gerekçeli olarak açıklanması, yargıçların günlük kaygılardan uzak tutularak kendilerini geliştirmeye olanak sağlayacak bir gelir düzeyine sahip olmaları gerekmektedir. Yargı binalarının yetersizliği ve genel bütçeden adalete ayrılan payın yüzde birler civarında olduğu ve bu miktarında yargının, kamusal işlevi ile orantılı ve yeterli olmadığı açıktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kuruluş döneminin zorluklarına ve olanaksızlıklarına rağmen bütçeden yargıya ayrılan payın bu günün 4-5 katı olduğu, yargıya o yıllarda verilen önemin sonucudur.Bütçeden alınan bu payla hiçbir yeniliğin ve reformun gerçekleştirilmesine ve yargı bağımsızlığının alt yapısını oluşturacak düzenlemelerin yapılmasına olanak yoktur.
Başkanlar konuşmalarında Mahkemelerdeki eksikliklerden, aksaklıklardan, davaların gerektiği gibi çabuk sonuçlandırılamadığından, vatandaşların yakınmalarından söz etmişlerdir. Alınması gereken acil tedbirler de belirtilmesine rağmen bu sözler bugüne kadar yankı bulamadığı gibi, her geçen gün iş yükünün artışının da eklenmesiyle gerilemiştir. Buna bağlı olarak vatandaşların şikayetleri de artmıştır.
Yargının maddi gereksinimlerini karşılamaktan uzak olan genel bütçeden alınan payın artırılması gerektiği ve ekonomisi güçlendirilmiş bağımsız yargının toplum düzeninin sağlanmasında en önemli rolü üstleneceğini, yargının ağır işlemesinin adaletin gecikmesi sonucunu doğuracağı adli kolluğun bir an önce kurulması, tam bağımsız ve yargıçları tam güvenceli,tüm işlevlerini etkin ve eksiksiz yerine getirebilen bir yargının demokrasilerin mutlak gereği olduğu açılış söylevlerinde dile getirilmiştir. Bağımsızlık ve güvencenin; yargı veya yargıç için ayrıcalık olmadığı; Hakkın eksiksiz, etkisiz ve ödünsüz gerçekleşmesi için zorunlu olduğu açıklanmıştır. Siyasilerin iktidarda iken hukuka siyaseti sokmak yerine; hukuku siyasete egemen kılmak erdemini göstermelidirler. Siyasilerin böylece tarihin ebedi saygısına layık olacakları gerçeği sık sık anlatılmış ve bağımsız yargının, yeri ve zamanı geldiğinde yasamanın ve yürütmenin kendi mensupları için de sığınılacak en sakin liman olabileceğinin unutulmaması gerektiği, çünkü siyaset ve hukuk tarihimizin bu unutkanlık örnekleri içeren hazin ve ibret verici öykülerle dolu olduğu, siyasi kuvveti kaba kuvvetten ayıran özelliklerin başında adaletin geldiği, yargılama erkinin yasama ve yürütmeden ayrılmamışsa bağımsızlıktan söz edilemeyeceği, eğer yargı erki yasama ile birleşmişse vatandaşın hayat ve hürriyetinin keyfiliğe tabi olacağı, eğer yargı erki yürütme erki ile birleşirse hükümlerin tahakküme dönüşeceği vurgulanmıştır. Yargı bağımsızlığının gerçekleşmesinde kıskançlık gösteren siyasiler, çeşitli kriz dönemlerinde bu bağımsızlığın yokluğunun ve eksikliğinin acısını en çok kendileri çekmiş, ülkeleri ve ulusları da bundan olumsuz biçimde etkilenmişlerdir.
Yargıtay 1. Başkanlarınca adli yıl açış konuşmalarında her yıl yinelenmesine rağmen, beklenen ve özlenen yargı reformu bir türlü hayata geçirilememiştir.
1971 yılına kadar Yargıtay Başkan ve Daire Başkanları emekli olana kadar veya kendi istekleriyle ayrılana kadar görevde kalırlardı. Şimdiki gibi Yargıtay'da sık sık Başkan seçimi yapılmazdı. 1961 Anayasasının 139. maddesi 20/09/1971 gün ve 1488 sayılı yasa ile değiştirilerek bu uygulamaya son verildi. 139. maddesinin 4. maddesi gereğince "Yargıtay Birinci Başkanıyla İkinci Başkanlarının (Daire Başkanları) ve Cumhuriyet Başsavcısının görev süresi dört yıl" olarak belirlendi. 1730 sayılı Yargıtay Kanunuyla seçimlerin esasları saptandı ve 1973 Haziranında dört yılını dolduran başkanların seçimleri yenilendi. Böylece ilk defa 1971'de Anayasa ile kurulan sistem bugün de yürürlüktedir. 1730 sayılı Yargıtay Kanununa 25/06/1981 gün ve 2483 sayılı kanun ile eklenen geçici madde ile Cumhuriyet Başsavcıvekilliği ihdas edilmiştir. Daha sonra 2797 sayılı Kanunda da yerini almıştır.
1944-1945 yılı Adli Açış Konuşmasını Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün huzuruyla yapan Yargıtay 1.Başkanı Halil Özyörük, Adli yıl açılış konuşmasının bir gelenek haline getirilmesi konusundaki arzularını şöyle açıklamıştır;
Geçen adli yılı ilk açtığımız tarihten bugüne kadar tam bir yıl geçti. Şu anda Türkiye'nin tüm mahkemeleri tatil devresinden yeni çalışma devresine girmiş bulunuyor. Her eylül ayının altıncı günü tekerrür eden bu olay, yıllık kaza faaliyeti için bir başlangıç teşkil etmektedir. Kanunun buna işaret etmekte oluşu da kaza işlerinde modern bir Devlet için zaruri görülen ıttırâd ve mükemmeliyetin teyidi demek olur.
Adli yılın başladığı günde kaza organlarının başında gelen Temyiz Mahkemenizin bir tören yapmasından daha tabii ne olabilir?
Yurdumuz için, memleketimiz adliyesi için adli yılın başlangıç gününü takvim yaprakları arasında işaretlemek adeti pek yenidir. Hatta bu konuda bir adetten bahsetmek mümkün görülmeyebilir. Zira, biz hukuk mensupları adetten söz açtığımızda uzun zaman değişmeksizin tekrarlana gelen ve yazılı olmayan hukuk kuralını düşünürüz. Burada kasdetmek istediğim adet, tabir caiz ise (tören-adet) adı verilebilecek olan bir alışkanlıktan başka bir şey olmayacaktır.
Temyiz Mahkemesi'nin çalışma devresine girdiği günde merasimli bir toplantı yapmasından daha tabii bir şey olmayacağı ve bu toplantılarda faydalı hasbihaller yapılacağı içindir ki, bunların her yılın aynı gününde tekrarlanacağını ve böylece güzel bir meslek adetinin teessüs edeceğini söylemek benim için bir bahtiyarlık vesilesidir.
Adli yıl başlangıcı toplantılarının meslek hayatı ve meslek terbiyesi bakımlarından haiz olduğu faydalardan başka, müsbet bir takım neticeler de doğuracağından şüphe edilmemelidir.
Gerçekten, bu toplantılar bir taraftan halk kitleleri ile yüksek kaza uzvu arasında bir münasebet yaşatmak; diğer taraftan da geçmiş adli yıl içerisindeki çalışmalara dair topluca malûmatın bir arada gözden geçirilmesi bakımlarından önemli neticeler ortaya çıkarabilir.
Devamla;
Adlı yıl açılış töreni 1730 sayılı Yargıtay Kanunu ile Yasa hükmü haline gelmiştir. 52 maddede "Her adli yıl, Ankara'da Yargıtay 1. Başkanının söylevi ile açılır. Açılış söylevinin metni üzerinde daha önceden başkanlar kurulunun düşüncesi alınır" denilmiştir. 2797 sayılı Yasanın 59 maddesinde de aynı düzenleme yer almıştır.
Törenin amacı; yargının işleyişi hakkında gereken açıklamaları yaparak sorunları dile getirmek, çözüm yollarını önermektir.
Adlı yıl Açılış töreninde Yargıtay Başkanının konuşması sonrasında konuşma yapılıp yapılmayacağı hakkında yasa hükmü yoktur. 1973 yılındaki törende Yargıtay 1. Başkanının açılış konuşmasının ardından törenin bittiği düşünüldüğü sırada Barolar Birliği Başkanı kürsüye çıkarak bir konuşma yapmıştır.
Sonraki yıllarda Barolar Birliği Başkanları, Yargıtay 1.Başkanından sonra konuşma yaparak geleneği sürdürmüşlerdir.
Yargıtay 1.Başkanları, törenden önce Barolar Birliğinin konuşma metninin Yargıtay Başkanlığına gönderilmesi konusunda titizlik göstermişlerdir.
Adliye Mahkemeleri yasa gereği 20 Temmuz-6 Eylül tarihleri arasında Adli tatile girmektedir. Adli tatil ve Adlı yıl açılış töreni Fransa'dan alınmıştır. Fransa'da Yargıtay Büyük Genel Kurulunun toplanarak tören yapılması yeni adli yılın başlangıcı kabul edilmektedir.
1730 Sayılı Yargıtay Kanunu
Yargıtay'ın çalışmaları, yönetimi ve denetimi 14 Nisan 1928 gün ve 1221 sayılı Temyiz Mahkemesi Teşkilat Kanunu ile yürütülmekte idi. Yasada birçok kez değişiklik yapılmasına rağmen ihtiyaca yetmemesi, aksayan yönlerinin çokluğu sonucunda, yeni bir yasanın varlığına gereksinim duyulmuştur. 1961 Anayasasının geçici 7. maddesiyle Yargıtay Kuruluş Yasasının en geç 6 ay iç inde çıkarılması öngörülmüştür. 1730 sayılı Yargıtay Yasası 12 yıl aradan sonra 16 Mayıs 1973 tarihinde çıkarılabilmiş ve 01.06.1973 günü de yürürlüğe girmiştir.
Bu yasa ile Yargıtay'ın kuruluş, işleyiş ve görevleri yeniden düzenlenmiştir.
Hukuk ve Ceza Genel Kurulları ile dairelerin çalışmaları, Cumhuriyet Başsavcılığının kuruluş ve görevleri yeni baştan saptanmıştır. Birinci Başkanlık Divanı, yönetim kurulu, Haysiyet Divanı, Yayın İşleri Müdürlüğü gibi yeni kuruluşlara yer verilmiş ve seçimleri düzenleyen esaslar getirilmiştir. Yargıtay'ın ilk kez Genel bütçe içinde kendine ait ayrı bir bütçesi olmuştur. Bütçenin 1. derecede ita amiri Birinci Başkan olarak belirlenmiştir.
Yargıtay'ın 11 Hukuk ve 7 Ceza Dairesi olan sayısı 16 Hukuk ile 9 Ceza dairesi olarak arttırılmıştır. Birinci Başkana tanınan yetki ve tasarrufların bir bölümü (çok acele işler hariç olmak üzere) Birinci Başkanlık divanı ile yönetim kuruluna aktarılmıştır. Biri Hukuk diğeri Ceza Daireleri Başkan ve Üyeleri arasından seçilecek iki Birinci Başkan vekilliği ilk kez 1730 sayılı yasada yer almıştır.
Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının çalışmasını kolaylaştıracak toplanan ve karar yeter sayılarının yeniden düzenlenmesi sonucu çalışmalarına ivme kazandırılmıştır.
1971 yılında Anayasa'da yapılan bir değişiklikle Divan-ı Ahkam-ı Adliye'den itibaren uygulanan bir sisteme son verilmişti. 1971 yılına kadar Yargıtay Başkan, Başsavcı ve Daire Başkanları emekli olana veya kendi istekleriyle ayrılana kadar görevlerinde kalırlardı. 1961 Anayasasının 139. maddesi 20.09.1971 gün ve 1488 sayılı yasa ile değiştirilerek bu uygulamaya son verilmiştir. 139. maddesinin 4. fıkrası ile Yargıtay Birinci Başkanıyla ikinci Başkalarının ve Cumhuriyet savcısının görev süreleri dört yılla sınırlandırılmıştır. 1730 sayılı Yargıtay Kanunuyla seçimlerin esasları saptanarak 1973 Haziranında dört yılını dolduran Başkanların seçimleri yenilenmiştir. Böylece ilk defa 1971'de Anayasa ile konulan görev süresi 4 yılla sınırlama sistemi bugünde yürürlüktedir. Yeni daireler çalışmaya başlayarak Anayasanın 13 ve Yargıtay Yasasının 50. maddeleri gözetilerek ve anılan maddelere ters düşmeyen, Yargıtay çalışmalarını düzenleyen İç Yönetmelik yapılmıştır. 1973 yılı ekim ayında yeni kurulan dairelere 42 Yargıtay Üyesi seçilerek görevlerine başlamışlardır. 1974 yılında Yargıtay üye mevcudu Birinci Başkan, Cumhuriyet Başsavcısı, Başkanlar dahil 202 kişiydi. Bunun 14'ü Yüksek Hakimler Kurulunda görevliydi. Tetkik Hakimi sayısı ise 147 kişiydi. Dosya sayısının geçmiş yıllarla kıyaslandığında ise; 1945 yılında (101.413) Daire sayısı 12, 1959'da (180.796) Daire sayısı 16, 1968'de (200.986) Daire sayısı 18, 1973 yılında gelen dosya sayısı (270.842) daire sayısı ise 24'e çıkarılmıştır. 1730 sayılı Yargıtay kararına 25.06.1981 gün ve 2483 sayılı kanunla eklenen geçici madde ile Cumhuriyet Başsavcıvekilliği ihdas edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcıvekilliği 1982 Anayasasına girmiş ve daha sonra çıkarılan 2797 sayılı Yargıtay Kanununda da yerini almıştır.
İlk defa Yargıtay Daireleri Hukuk ve Ceza olarak numaralanmış ve her dairenin görevleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Ayrıca görev alanları da yeni dairelerin kurulması ile yeniden belirlenmiştir.
1730 sayılı yasa ile döner sermayeye bağlı yayın işleri müdürlüğü Tasnif ve Yayın Kurulları oluşturulmuştur.
Daha sonra 1983 yılında yürürlüğe giren ve bugün yürürlükte olan 2797 sayılı Yargıtay Yasasının kabul ettiği pekçok hüküm 1730 sayılı yasadan alınmıştır.
Yargıtay'da 1221 sayılı yasada olduğu gibi her dairede Büyük Genel Kurulunca seçilen İkinci Başkan (Daire Başkanı) ile Birinci Başkanlık divanınca görevlendirilen yeteri kadar üye bulunur. 1221 sayılı yasada bir yedek üye sınırlaması 1730 sayılı yasa ile Başkanlık Divanın taktirine bırakılmıştır.
Hukuk ve Ceza Genel Kurullarında 834 sayılı yasa zamanında karar vermek için üçte iki çoğunluğun sağlanması gerekli iken 1221 sayılı yasa zamanında "salt çoğunluk" yeterli sayılmış ve bu Kurulların toplanması ve karar vermesi kolaylaştırılmıştır. Oysa önceden toplantı yeter sayısı bulunduktan sonra bile katılanların üçte ikisinin oyu ile karar alınabiliyordu. Bu yüzden Genel Kurullar gerektiği gibi çalışamıyordu. 1971 ve 1972 yıllarında Hukuk Genel Kurulunda ikibini aşkın dosya tetkik edilmek üzere sıra beklemekteydi. 1730 sayılı yasa ile toplanma yeter sayısı indirilmiştir.
YARGITAY BİNALARI.,
İstanbul'un işgali üzerine birçok kurum gibi Temyiz Mahkemesi de görevini yapamayacak hale gelince, yeni bir Temyiz Mahkemesinin kurulması kaçınılmaz olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 02.06.1336 tarihinde Sivas'ta Geçici Temyiz Heyetinin oluşturulması hakkında Meclise dokuz maddelik kanun tasarısı vermiştir. Kanun tasarısında geçici temyiz heyetinin biran evvel teşkili için hilafet makamının ve Osmanlı Saltanatının işgali nedeniyle mahkeme-i temyize dosya sevkinin zor olduğu sebep olarak gösterilmişse de, kanun tasarısının mecliste görüşülmesi sırasında Sivas'ta veya Ankara'da görev yapması konusunda uzun tartışmaların olduğu, Temyiz Mahkemesinin Sivas'ta kurulmasını isteyenlerin gerekçesi, Sivas'ın daha doğuda olması nedeniyle ulaşımın kolaylığı ve daha merkezi durumda bulunmasıydı. Sivas'a dosya veya evrakın daha kısa zamanda ulaşacağı bu nedenle yargılamanın daha hızlı ve çabuk olacağı ayrıca Temyiz Mahkemesinin Ankara'da olması halinde hükümetin, Temyiz Mahkemesi yargıçlarının mütalâ ve oylarını etkileme olasılığı bulunduğunu ileri sürüyorlardı.
Temyiz Mahkemesinin Ankara'da görev yapmasını isteyenlerin en büyük kozu divanı âli'nin toplanmasına lüzum görüldüğü taktirde Sivas-Ankara geliş gidişlerinin zorluğuydu.
Uzun tartışmalardan sonra Temyiz Mahkemesinin Sivas'ta kurulması çoğunluk kararı ile kabul edilerek 7 Haziran 1920 tarihinde 14 nolu kanun ile yürürlüğe girdi. Böylece Sivas'ta geçici temyiz heyeti kurulmuş oldu. Şeri'ye hukuk, ceza ve istida olmak üzere dört daire oluşturuldu. Her dairede bir reis dört üye ve ayrıca bir Başsavcı ile iki Başsavcı vekili bulunmaktaydı. Böylece tarihimizde ilk ve son olarak İstanbul ve Sivas'ta iki ayrı yerde görev yapan Temyiz Mahkemesi örneği yaşandı.
Kurtuluş savaşının kazanılması ile birlikte işgal altında bulunan batıdaki şehirlerin geri alınması Sivas'ın merkeziyetini kaybettirmeye başladı. İstanbul, İzmir ve Edirne bölgesindeki davaların çok fazla olması, Temyiz Mahkemesinin Sivas'tan taşınmasının gündeme gelmesine yol açtı. Gecikmelere öncelikle hukuk davalarının çokluğu sebep olmaktaydı. Ceza davaları istida ve ceza dairelerinde görülebilirken, hukuk ve ticaret mahkemelerinden verilen kararlara yalnız Temyiz Mahkemesinin hukuk dairesince bakılmaktaydı. Sonuç olarak; Temyiz Mahkemesinin kuruluşunda belirlenilen amaç iş çokluğu ve ciddi inceleme yapılmasına vakit bulunamaması nedeniyle gerçekleştirilemiyordu.
İstanbul ve Sivas'ta iki ayrı yerde iki temyiz mahkemesinin var oluşu İstanbul'un Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin eline geçmesi ile sonlandı. Sivas'taki Temyiz heyeti de ulaşım olanaklarının kısıtlı oluşu adaletin gecikmesine sebep olduğu gerekçe gösterilerek Eskişehir'in coğrafi durumu özellikle demiryollarının kavşak noktasında bulunması, kuruluş aşamasında Yargı'nın siyasi çevre dışında kalmasına özen gösterilmesi, hızlı ulaşım sağlayacağı düşünülerek 14.11.1923 tarih 371 sayılı yasa ile Eskişehir'e taşındı ve Eskişehir'deki görevini 1935 tarihine kadar sürdürdü. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin başkentinin Ankara oluşu ve tüm devlet kuruluşlarının burada bulunması nedeniyle, 10.06.1935 tarih ve 2769 sayılı yasa kapsamında Ankara'ya devlet binalarının yeraldığı Bakanlıklardaki Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister yaptığı o günlere göre çok modern binasına taşındı.
Ankara, Eskişehir ve Sivas'da yaşamını sürdürdüğü dönemdeki binalarına gelince; Osmanlı Yargıtayı 1933 yılında yanan binanın üçüncü katında çalışırdı. Aynı katta ayrıca Adliye Nazırlığı orta katta İstanbul mahkemeleri alt katta ise İstanbul Valiliği yer alırdı. Cumhuriyet döneminde adliye sarayı olarak kullanılan binanın arsası Ayasofya camiinin denize bakan bölümündedir.
Sivas'taki muvakkat Temyiz Heyetinin görev yaptığı bina bugün mevcut değildir. Eskişehir Temyiz mahkemesinin çalıştığı bina ise bugün Eskişehir Hacı Süleyman Çakır Kız Lisesinin yanında, Töre Sokağında yer aldığı ve o yıllardaki binanın yıkılıp yeniden yapılarak Adalet İlkokulu olarak hizmet verdiği, ancak binanın müracaat veya nizamiye olarak adlandırılan eklentisinin muhafaza edilerek bugünlere geldiği, bugünkü adresinin Eskişehir ili Arifiye mahallesi okullar Sok. No: 2 olduğu, binanın 5x5 ebadında iki, 4x6 ebadında 1 odası olan bina, Eskişehir kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulu müdürlüğüne tahsis edilmiş ve revizyon görmüş olan bina bugün müze olarak kullanılmaktadır.
Ankara'daki binamızın tarihsel sürecini incelediğimizde; Daha önce açıklandığı gibi Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister tarafından yapılmıştır. Yeni başkentin yönetim yapılarını projelendirmek üzere 1927 yılında Türkiye'ye davet edilen Holzmeister, 1936 yılına kadar ard arda Türkiye Cumhuriyetinin yeni binalarını (13 bina) yaptığı, 1938 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi projesini gerçekleştirmesi için Atatürk tarafından görevlendirildiğinde, Hitler'in birliklerinin Avusturya'yı işgale hazırlandığı bilgisi gelmesi üzerine Avusturya'nın bağımsızlığı için mücadele eden hükümeti destekleyişi nedeniyle Viyana'daki görevinden uzaklaştırıldı. İkinci Dünya savaşı yıllarında Türkiye'ye sığınan yüzlerce aydın arasına katıldı. 1938-1954 yılları arasında İstanbul ve Ankara'da mimari proje çalışmalarını sürdürdü. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin öğretim kadrosunda yer alarak, yeni mimar kuşaklarının yetişmesinde katkıda bulundu. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin uluslararası proje yarışmasını da kazanmasıyla devletin "Resmi Mimarı" konumuna geldi. Ankara için ilk projelerini, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi ile Düseldorf Güzel Sanatlar Akademisi'nde profesör olduğu ve uluslararası mimarlık pratiğini yürüttüğü dönemde gerçekleştirdi.
Türkiye ile bağlarını hiç koparmayan Holzmeister, en son ziyaretini TBMM kompleksi içinde yapılacak ek binalar için görüşüne başvurulduğu 1978 yılında yaptı. Ülkesinde, alanında çok popüler olan Clemens Holzmeisteri ünlendiren eserleri arasında Avusturya ve Almanya'da inşa ettiği modern kiliseler ve Salzburg festival sarayının yenileme ve genişletme projeleri yer alır.
CLEMENS HOLZMEISTER'İN TÜRKİYE'DE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ESERLER,
1. Avusturya Sefareti
2. Çalışma Bakanlığı (şu anda Bayındırlık Bakanlığı)
3. Emlak Bankası
4. Gazi Evi / Cumhurbaşkanlığı Köşkü
5. Genelkurmay Başkanlığı
6. Güven Anıtı (Heykel: Anton Hanak and Josef Thorak)
7. Harbokulu
8. İçişleri Bakanlığı (ve Vilayetler Meydanı)
9. İktisat ve Ziraat Bk. (Ticaret Bk., şu anda Yargıtay ek binası)
10. Merkez Bankası
11. Milli Savunma Bakanlığı
12. Ordu Evi
13. TBMM
14. Yargıtay
Binalarının projelerine imza atan Holzmeister için Avusturya Güzel Sanatlar Akademisi öğretim görevlileri ve öğrencileri Türkiye'ye gelerek büyük mimarın eserlerini incelemektedirler.
En son öğrencileri Behruz Çivici ve Prof.Dr.Holzbaver ile birlikte Avusturya'lı mimarların oluşturduğu 27 kişilik heyet mimarın Ankara'daki binalarını yerinde görmek amacıyla 12 Nisan 2003 yılında gezi programı kapsamında Yargıtayımızı da ziyaret etmişlerdir.
Ayrıca; mimarın onuruna "Tarihin dönüm noktalarında bir mimar-Clemens Holzmeıster - adıyla Ekim 2001 tarihinde Türkiye-Avusturya işbirliği ile düzenlenen TBMM'sinde açılan ve Türkiye'nin muhtelif yerlerinde tekrarlanan sergi sırasında Yargıtaydaki çalışmaları sürdüren ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Aydan Balamir bize, yaşadığımız mekanın mimarını tanımamız konusunda önemli bilgiler vermiştir. Yargıtay "ek" binamızın korunup, değişiklik yapılmaması nedeni ile geçmişle bağlantısını sürdürdüğü, konuk ettiğimiz Avusturyalı mimarların gösterdiği mesleki ilgi ve incelemelerinden de anlaşılmıştır. Kayda geçen çalışmalarının sayısı 673 olan Holzmeıster'ın mimarlığa adanmış yaşamı 1983 de 97 yaşında sonlanmıştır.
Yargıtay tarafından şu an kullanılan binalara gelince;
İlk ana bina 1933-1935 yılları arasında Prof. Clemens Holzmeister tarafından on altı lira birim fiyattan hesaplanarak altı yüzbin lira maliyetle Alman Neo-Klasizm tarzına yaklaşan mimarı üslupla tamamlanmıştır. 1935 yılında ilk taşınmada Yargıtaydan başka Adalet Bakanlığı, Askeri Yargıtayın birlikte kullandıkları geçen yıllar içinde yetersiz kalınca Bakanlık ve Askeri Yargıtay kendi binalarına taşınmışlar ancak yine de çözüm olamayınca, 1956-1958 yılları arasında orjinali iki kat olan binaya bir 3.kat ilave edilmiştir. Yargıtayda artan iş hacmi nedeniyle kadro ve daire ilavesi olunca Avusturyalı mimar Holzmeıster'ın 1955 yılında Adli yıl açılışı ve yüce divan yargılamaları için özenle yaptığı mimarlık şaheseri olan "Kubbe altı" olarak adlandırılan bölüm, 1960'lı yıllarda şu anda orta bina konferans ve Genel Kurul binalarının yapımı için yıkılmıştır. O yıllarda Adli Yıl açılışlarında, Askeri Bandonun kubbe altında çaldığı İstiklal Marşı ve Askeri Marşlar eşliğinde gelen konuklar karşılanır, ana binanın giriş protokolünün ihtişamı ve kubbe altının genişliği birleştiğinde muhteşem bir görüntünün oluştuğunu büyüklerimizden sıkça dinleyerek, o ihtişamı görememenin burukluğunu yaşamaktayız. Kubbealtı bölümünün yıkılıp mimari yapı olarak diğer binalarla uyum göstermeyen Genel Kurul ve Konferans salonlarının bulunduğu binanın yapılması üzücüdür. Yüksek Hakimler Kurulu 887 sayılı kanun ile Yargıtaya 30 üye kadrosu ilave edince, 1967 de bitirilen ve hizmete açılan orta bina da yetersiz kalmıştır.
Ancak kadro artırımı nedeni ile hizmete açıldığı anda yetersiz kalan binanın sekiz kat yapılması planlanmış, inşaat ona göre yürütülmüş ancak imar heyetinin yüksekliğe sınır getirmesi nedeniyle dört katta bırakılmıştır. İmar heyetinin bu kararı Danıştay tarafından bozulmuştur. Bugün orta bina olarak nitelenen bölüm 5 katlıdır.
Adli yıl açılış konuşmalarında sıkça "bina yetersizliğimiz" yinelenmiştir. Yargıtay Başkanlarımızdan Cevdet Menteş 1973-1974 Adli yıl açılışında tetkik hakimi kadrosunun yetersizliği nedeniyle 50 tetkik hakimi kadrosu istendiği, kadronun verildiğini ancak bu kez de bina sorunu ile karşılaşıldığını. Dosyaları okuyan, takrir eden, düşüncesini de bildirme zorunluluğu olduğu kabul edilen tetkik hakimlerinin binaya yerleştirilmesinde zorluk çekildiğini, bir odada 3-4 kişi oturmak zorunda bırakıldıklarını, binanın hava boşlukları ve depolarının dahi odaya dönüştürüldüğünü yine de yerleşimi sağlayamadıklarını açıklayarak, Dairelerinde çalışmak isteyen hakimleri evlerinde dosya okumaya zorlamanın, onları sınırlandırmak olduğunu, evde çalışmalarının sakıncaları da olduğunu, dosyaların odacı ve mübaşirler tarafından evlere gönderilip, tekrar geri getirilmesinin güçlüğü, dosya kaybı riski olduğu bu durumda inşaasına başlanan ek iki katın da yetmiyeceğini. Toplantı ve duruşma salonlarının inşaatının da yarım olduğunu Yüce Yargıtay'a yakışır bir bina yapılıncaya kadar en uygun yerin Yargıtay binasının arkasında bulunan tarafına bakan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığına ait bina olduğunu açıklamıştır.
Cevdet Menteş, 1975-1976 Adli yıl açılışında Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığına ait binanın üstten iki katının boşaltılarak Yargıtaya verildiğini ancak bina yetersizliğinin devam ettiğini bildirmiştir.
1943 yılından itibaren köklü ve güzel bir gelenek olarak başlayan 1973 yılından bu yana Yargıtay yasası gereği yürütülen Adli yıl açılışları önceleri Ankara Hukuk Fakültesi Salonunda yapılmıştır. 1955 yılındaki tören sonradan yıkılan Kubbealtı bölümünde yapılmış, Konferans Salonu Genel Kurul Salonlarının hizmete açılması nedeniyle 1977-1978 Adli yıl açılış töreni ilk defa Yargıtay binası içinde yapılmıştır.
Yargıtay 1.Başkanı Cevdet Menteş tarafından ve Yargıtay binası içinde yapılma geleneği 2001-2002 Adli yıl açılışı ODTÜ Kemal Kurdaş Salonunda yapılması dışında hep sürdürülmüştür. Sonrasında Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına ait bina (Enerji binası olarak anılır) alınarak, sonradan eklenen koridorlar ve üst geçitle ana binaya bağlanmıştır.
1990'lı yıllarda yeni dairelerin kurulması nedeniyle kadro artışı gündeme geldiğinde bu kez Prof. Clemens Holzmeister'e aynı yıllarda onaltı lira birim fiyatla yaptırılan, ancak ana binadan daha yüksek maliyet olan yediyüz ellibin liraya mal edilen, önceleri Ticaret Bakanlığının sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığı binası olarak kullanılan tarihi bina Başbakanlığın 10 Ekim 1990 günlü yazısı ve tahsisi ile birlikte kullanılmaya başlanılmıştır. Şu anda Yargıtay tetkik hakimleri tarafından kullanılmaktadır. Her kadro arttırımında yapı eklenmesi ve eklentilerin koridor ve köprülerle birbirine bağlanması sonucu Yargıtay binası labirente dönüşmüştür. Aynı mimari üslupla, Başbakanlık binası Mimar Sedat Hakkı Erdem; Adalet Bakanlığı binası ise Mimar Bedri Tümay tarafından yapılmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Savcılarına Başbakanlık tarafından 4483 sayılı yasa ile üst düzey kamu görevlilerinin görevleri sırasında işledikleri suçların soruşturulması nın Yargıtay C.Başsavcılığına verilmesi ve bina yetersizliği nedeniyle 06.03.2000 tarihinde Kavaklıdere'de Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan dört katlı, öncesinde TRT'nin bulunduğu bina tahsis edilmiştir.
YARGITAY ONUR GÜNÜ
08/02/1983 gün ve 2797 sayılı yürürlükteki Yargıtay Kanununun 65. Maddesi "Her yılın Temmuz ayının birinci günü Yargıtay onur günü olarak kabul edilmişti.
O dönem içinde emekliye ayrılan Yargıtay Birinci Başkanı, Başkan vekilleri, Daire Başkanları ve Üyeleri ile, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Baş savcı vekili onuruna Birinci Başkanlıkça belirlenen yerde düzenlenecek gecede, kendilerine törenle onur belgesi ile geçmiş hizmetlerini simgeleyen birer armağan verilirdi. Bu amaçla yapılacak tören ile armağanların giderini karşılamak üzere, her yıl Yargıtay bütçesine yeterli ödenek konulurdu".
Yargıtay Birinci Başkanlık kurulunun 27/02/1992 gün ve 12 sayılı kararıyla; 1 Temmuz gününün Yargıtay'ın kuruluş tarihi ile ilgisi olmadığı, Yargıtay Kanununun çıkarıldığı yıllarda, Yargıtay üyelerinin büyük çoğunluğunun nüfus kütüklerinde doğum günlerinin ay ve gün olarak belirtilmemesi nedeniyle kural olarak her yılın 1 Temmuz gününde emekliye ayrıldıkları belirtilerek, 1 Temmuz gününün Yargıtay Kanununun 65. maddesindeki düzenlemeyle " Onur günü " olarak saptandığı, ancak sonraki yıllarda, üyelerin büyük çoğunluğunun nüfus kütüklerinin de doğumlarının "ay ve gün" olarak belirtilmesi nedeniyle "1 Temmuz" tarihinin amacının ortadan kalmış olduğu gerekçe gösterilerek, 1 Temmuz'da yapılan "onur günü" töreninin Adli Yıl açılış tarihi olan 6 Eylül gününe alınmasının uygun olduğuna karar verilmiştir.
En son 1990 yılında düzenlenen Onur gününde önce kendi istekleri veya yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılan Başkan ve Üyeler onuruna Yargıtay konferans salonunda Yargıtay 1. Başkanının kısa bir konuşması ile töreni başlatmasının ardından emekliye ayrılanlara şükran plaketi verilerek, onur günü uygulamasından vazgeçilmiş ve onur günü ile yeni adli yıl açılışı birleştirilmek suretiyle 07.09.1992'de iki tören bir arada yapılmıştır.
https://www.yargitay.gov.tr/sayfa/tarihce/563
***