Bekir Yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bekir Yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Kasım 2020 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 10

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 10

Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

3. 28 ŞUBAT 1997 ÖNCESİNDEKİ SİYASİ ve SOSYAL GELİŞMELER. 

3.1. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Sonrasında Yapılan Seçim Sonuçlarının Değerlendirilmesi. 




3.1.1. 1983-1987-1991 Seçimleri Sonrasında ki Türkiye’nin Siyasi Durumu ve Seçim Sonuçlarının Değerlendirilmesi.,
 
12 Eylül 1980 Askeri darbesinden sonra darbeciler, Anayasa Mahkemesi, MGK 
gibi kurumları tahkim ederken, CHP başta olmak üzere, 1980 öncesindeki tüm siyasi partileri kapatıp, kendi anlayış ve düşüncelerine uygun olmayan parti ve şahısları veto etmişlerdir (TBMM, 2012, s.939). Bütün bu gerçekleşen olaylara rağmen Turgut Özal başkanlığındaki ANAP (Anavatan Partisi) 6 Kasım 1983 yılında girmiş olduğu seçimlerde 211 milletvekili çıkartmıştır. Türk toplumunun siyasi yapısında, 1983 genel seçim sonuçları ile başlayan sürece ANAP ve Turgut Özal damgasını vurmuştur. (Ahmad, 1995, s. 208). 1983 seçimlerinde Türkiye, Ferroz Ahmad’ın da söylemi ile “Bir devlet adamını değil bir ticaret adamını iş başına getirmiştir” (Ahmad, 1993, s. 209). 
20 Mayıs 1983 tarihinde, ANAP Turgut Özal tarafından kurulmuştur. Özellikle bu siyasi partiyi, dört siyasi eğilimi (mukaddesatçı sağ, milliyetçi sağ, liberal sağ ve sosyal demokrasi) birleştirme iddiası, ANAP’ın bir geçiş dönemi partisi olma özelliğini fazlasıyla açıklayıcı niteliktedir. Onu ekonomik açıdan liberal, siyasal açıdan muhafazakâr sağ bir parti olarak tanımlamak daha yerindedir (Özgan, 2008, s.53). 

20 Mayıs 1983 tarihinde Turgut Özal tarafından kurulan ANAP ilk seçim 
başarısı 6 Kasım 1983 tarihinde olmuş ve yapılan genel seçimlerde 211 milletvekili çıkarmıştır. Özelikle 1987 yılında yapılan genel seçimlerde ise başarısını daha da artırarak 292 milletvekili çıkarmıştır. 1987 genel seçimleri Türkiye’de çok partili dönemde halkın seçimlere katılımının en yüksek olduğu genel seçimler olarak Türk siyasi tarihine geçmiştir. Genel olarak bakıldığında, 1987 genel seçimleri, 12 Eylül Askeri darbesinin, Türk toplumunun siyasi hayatındaki izlerinin, kısmen de olsa, silinmeye başladığını göstermiştir (Özgan, 2008, s.53). 1987 genel seçimleri çok partili siyasi yaşamda, genel olarak Türk siyasi hayatında katılım ve ilginin en yüksek olduğu seçimler olarak bilinmektedir. ANAP’ in siyasi iktidara gelmesi ile beraber, Türkiye’de hem siyasi alanda hem ekonomik alanda büyük gelişmeler olmuştur. Tek parti iktidarının sağladığı siyasi istikrar sayesinde iktisadi alanda önemli reformlar gerçekleştirilmiş, ekonomide dışa açılma hızlanmış ve önemli ölçüde büyüme kaydedilmiştir (TBMM, 2012, s.939). Yine bununla beraber Turgut Özal döneminde, Türk Parasını Koruma Kanunu ve Kambiyo Rejimi değişmiş, ithalat ve ihracat daha serbest hale gelmiş ve döviz de “Serbest Kur” sistemini getirmiştir. 

Sağ-sol çatışmasını önlemek amacıyla gerçekleştirildiği öne sürülen 12 Eylül 
1980 Askeri darbesini yaşayan Türkiye’de, askeri idarenin sona erip sivil yönetime geçilmesiyle birlikte, “sağ-sol çatışması” yerini, “Laik-Anti Laik”, “Türk-Kürt”, “Sünni-Alevi” gibi çatışma alanlarına bırakmıştır. 12 Eylül Askeri darbesiyle dondurulan bu sorunlar, 1990’lı yıllarda “terörle mücadele”, “Kürt sorunu”, “faili meçhul cinayetler”, “siyasal İslam”, “kökten dincilik”, “Alevi sorunu” gibi tartışmalara yol açmıştır (TBMM, 2012, s.939). Bununla beraber, Turgut Özal’ın siyasetteki etkin tavrı, Genelkurmay’daki bir kesim tarafından “Nakşibendi tarikatının iktidara gelmesi ve İslamcıların devleti işgale başlaması” olarak değerlendirilerek (Bölügiray,1999, s.59) “irticanın ivme kazandığı” hususunun MGK toplantılarında gündeme getirildiği (Birand, Yıldız, 2012, s.215) bununla beraber ANAP’ın, irticaya inanmadığını ve yapılan eleştirileri dikkate almadığını göstermiştir. Başbakan Turgut Özal’ın 12 Eylül öncesi siyaset yaşamında etkin olan ve siyaset yapmış liderlerin, siyasi yasakları 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan halkoylaması ile % 49.84 hayır oyuna karşın % 50.16 evet oyu ile siyasi liderler üzerindeki yasak kaldırılmıştır. Yapılan bu halkoylaması sonucunda yasaklı siyasi liderler tekrardan aktif siyasete geri dönmüş ve yasal olarak da hakları geri verilmiştir. Özellikle yine Turgut Özal döneminde, MGK’nın tavsiye kararı doğrultusunda 23 Ekim 1987 tarihinde çıkarılan Olağanüstü Hal Kanunu’yla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ihdas edilerek, bu bölgede 2002 yılına kadar sürecek olan sıkıntılı bir döneme girilmiştir (TBMM, 2012, s.939). 1987 yılında Süleyman Demirel, Eylül ayında yapılan olağanüstü kongrede DYP Genel Başkanlığını Hüsamettin Cindoruk’tan almıştır. 
Yine aynı ay içerisinde Bülent Ecevit’te DSP’nin  (Demokratik Sol Parti) genel başkanlığına seçilmiştir. Ekim ayı içerisinde ise önce Alparslan Türkeş MÇP’nin (Milliyetçi Çalışma Partisi) sonra da Necmettin Erbakan RP’nin Genel Başkanları olmuşlardır (Arslan, 2003, s.12). 26 Mart 1989 tarihinde yapılan mahalli seçimlerde ise birçok Büyükşehir Belediye Başkanlığını SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Partisi) kazanmış olmakla beraber, 1989 tarihinden sonra ise RP Türk 
siyasi hayatında artık var olmaya başlamıştır. 

18 Haziran 1988 tarihinde Kartal Demirağ isimli kişi tarafından Başbakan 
Turgut Özal’a suikast girişiminde bulunulmuştur. Turgut Özal’ın 31 Ekim 1989 
tarihinde muhalefet partilerinden olan DYP ve SHP milletvekillerinin katılmadığı 
seçimlerin üçüncü tur oylamasında 263 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. 
Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine, Yıldırım Akbulut ANAP’ın Genel Başkanlığına 
seçilmiş ve 47.Hükümetin Başbakan’ı olmuştur. Cumhurbaşkanlığı makamına Turgut Özal’ın seçilmesi ile beraber Türkiye’de ki siyasi tartışmalar tekrardan başlamış olmakla beraber bu süreçte, Prof. Dr. Muammer Aksoy/31 Ocak 1990, Hürriyet Gazetesi Gen. Yay. Yön. Çetin Emeç/7 Mart 1990, Turan Dursun/4 Eylül 1990, A.Ü.(Ankara Üniversitesi) İlahiyat Fakültesi eski Dekanı Bahriye Üçok/6 Ekim 1990 tarihlerinde öldürülmüştür (TBMM, 2012, s.940). Bu cinayetler ile beraber başta basın-yayın ve medya kuruluşları başta olmak üzere toplumda gerilim yaratacak bu olaylar siyasi istikranın bozulmasına sebebiyet vermiştir. Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal, 1991 yılında 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin getirmiş olduğu, Türk Ceza Kanunu’nun “düşünce, inanç ve ifade özgürlüklerinin” kısıtlayan 141, 142 ve 163. Maddelerin kaldırılmasını sağlamıştır. 1990 yılında ise televizyon yayıncılığında devlet tekelinin kırılması, 1991 yılında Kürtçe televizyon yayın yapma önerisi gündeme gelmiş ve bununla beraber devlet çizgisi paralelinde “Kürt Sorunu” ele alınmış ve bu tutum bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Özellikle yine bu dönemde terör örgütü PKK’nın “ateşkes” kararı alması Turgut Özal’ın aleyhinde kullanılmıştır (TBMM, 2012, s.940). 

Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı dönemi içerisinde en önemli olayı belki de 
Birinci Körfez Savaşı olmuştur. Bu dönem içerisinde siyasi anlamda hükümetle uyum sağlayamayan Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın görev süresi sona ermeden, 3 Aralık 1990’da emekliye sevk edilmiştir. Başbakanlık konumunda bulunan Yıldırım Akbulut, 15 Haziran 1991’de ANAP Genel Başkanlığından ve Başbakanlıktan ayrılması sonucu 47. Hükümet 23 Haziran 1991 tarihinde sona ermiş ve ANAP Genel Başkanlığına Mesut Yılmaz getirilmiş, 23 Haziran 1991 tarihinde 48. Hükümet kurulmuştur. 

1991 seçimlerine baktığımızda ise; 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel 
seçimlerde Süleyman Demirel liderliğinde ki DYP 178 milletvekili çıkararak birinci 
parti olmuştur. ANAP, SHP, RP ve DSP parlamentoya girmiş, RP’si 40 milletvekili 
çıkartmıştır. Bu seçim sonucunda ANAP’ın geçmiş seçimlere nazaran güç kaybına 
uğradığı, Türkiye’nin darbe sonrası geçiş hükümetinin sona erdiği, siyasi yasakların kaldırıldığı bir dönem olması açısından oldukça önemli olayların yaşandığı ANAP dönemi yapılan bu seçimler sonrasında sekiz yıllık ANAP iktidarı sona ermiş, merkez sağın oyları ANAP ve DYP arasında bölünmeleri beraberinde getirmiş olmakla beraber Türkiye’de ilk defa sağ ve sol partiler arasında, Başbakan Süleyman Demirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile yapılan koalisyon ile 49. Hükümet kurulmuştur. 

Seçimler sonrasında dikkat çeken önemli bir olay ise RP’nin başarısı ile 40 
milletvekili çıkartması, merkez medya tarafından, “Siyasal İslam’ın Yükselişi” şeklinde değerlendirilmiştir (TBMM, 2012, s.941). 1991 seçimleri sonrasında büyük bir başarı elde eden RP’si “Radikal İslamcı söylemleriyle” de oldukça dikkat çekmiştir. 
1997 öncesi dönemde Türkiye Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasındaki süreç 
içerisin de ve küreselleşme etkinliklerine paralel olarak siyasal İslam’ı ve bunun 
temellerini, modernite sorunlarını ve modernist siyaset dışı yaklaşımları, çok 
kültürlülüğü, fark, etnik köken, kimlik, aidiyet politikalarını, liberal demokrasiyi, 
cemaatçiliği sorgulamaktadır. Çeşitli siyasal düşünceleri bu bağlamın içinde 
harmanlayarak ve kendince yorumlayarak, onlara ve kendisine yeni çözümler, yeni çıkış yolları aramaktadır (Özgan, 2008, s.54-55). 
Özellikle 1991 seçimleriyle, Türkiye’de yaklaşık 8 yıl süren tek parti yönetimi 
sona ermiş, Kasım 2002 ayına kadar yaklaşık on bir yıl sürecek olan zayıf koalisyon veya azınlık hükümetleri dönemine girilmiştir. Siyasi istikrarın olmadığı bu süreçte, Türkiye ekonomisinin büyüme hızı düşmüş, hatta kimi zaman negatif olmuştur (TBMM, 2012, s.941). 

3.1.2 Turgut Özal’ın Ölümü ve Süleyman Demirel’in 9’uncu Cumhurbaşkanı Olarak Seçilmesi 

1990’lı yılların dönüm noktasını, 8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın beş ülkeyi 
kapsayan 12 günlük Orta Asya gezisinden sonra 17 Nisan 1993 tarihinde ani şekilde ölümü teşkil etmiştir. Özal’ın ölümündeki şüpheler bugün de hala devam etmektedir. 

Özal’ın ölümüyle, Türkiye’yi yeniden eski Türkiye’ye dönüştürmek isteyen güçler 
sahneye çıkmışlardır. Bu nedenle, bazı uzmanlara göre, 28 Şubat sürecinin 
başlangıcının, Özal’ın ölümü olduğu öne sürülmüştür (TBMM, 2012, s.941-942). 
Özellikle Türkiye’nin ve siyaset yaşamının akışını değiştiren 17 Nisan 1993 
günü Başbakan Süleyman Demirel Aydın’da halka hitaben konuşma yapıyordu. 
Süleyman Demirel (Başbakan): “Aydın Meydanı’nda konuşurken konuşmamın 
yarısında kulağıma geldi birisi fısıldadı. Dedi ki: “Sayın Özal ölmüş.” Tabi o an bütün gök kubbe başıma çöktü. Konuşmayı derledim, toparladım, kestim. Doğru vilayet konağına gittim. Valiyle oturduk. Ankara’yı aradım” (Birand, Yıldız, 2012, s.17). Hüsamettin Cindoruk (TBMM Başkanı): “Ömer Şarlak vardı, Gülhane 
Hastanesi komutanı tanıdığım bir profesör. Ona dedim ki: “Nedir durum?” “Eks 
olmuş” dedi. Yani ölmüş. Doktorlar kalbini çalıştırmakla uğraşıyorlar. “Ümit var 
mıdır?” dedim. “Yoktur” dedi… Hanımefendiye (Semra Özal) dedim ki: “Siz inançlı insansınız, doktorlar vefatın gerçekleştiğini söylüyor, beyin ölümü gerçekleşmiş, suni teneffüsle belki de bir iki saat daha nefes alıp vermesini temin edecekler. Bırakalım hekimlere durumu tespit eden bir rapor hazırlasınlar. Turgut Bey’e bu eziyete son verelim.” Çok metin bir hanım, “Haklısınız” dedi (Birand, Yıldız, 2012, s.18). 
Kaya Toperi (Turgut Özal’ın Başdanışmanı): “Genelkurmay Başkanı Kuvvet 
Komutanlarıyla Semra Hanım’a geldi. “Bundan sonra Sayın Cumhurbaşkanı bize 
aittir” dendi. Cenaze ile ilgili hazırlıklara başlandı” (Birand, Yıldız, 2012, s.18). 
Cumhurbaşkanı Turgut Özal yaşamının son günlerinde siyaset yaşamında 
dengeleri değiştirecek birçok değişiklik yapmıştı, yeni bir siyasi yapılanmadan 
bahsetmekle beraber, o siyasi yapılanmanın başında olacaktı. Turgut Özal, tekrardan aktif siyasete dönecek ve rol alacaktı. Yine bu dönemde Kürt Meselesi tekrar gündeme gelmiş olmakla beraber, Özal’ın bu konuda ki duruşu tamamen farklı ve cesur bir duruş sergilemekteydi. Özellikle, Mustafa Kalemli (Eski İçişleri Bakanı), Doğu Ergil (Sosyolog- Siyaset Bilimci), Engin Güner (Turgut Özal’ın Danışmanı) başta olmak üzere Özal’ın yeni bir siyasi yapılanma içinde olduğu görüşünü paylaşıyorlardı. 

“Turgut Özal’ın ölüm haberini Şam’da bir taksi içerisinde, radyodan öğrenen beş 
kişi ise adeta şok olmuştu. Zira onları Şam’a yollayan Özal’ın ta kendisi idi” Bu ziyaret gayri resmî olmakla beraber tek şahit ise Cumhurbaşkanı’nın kendisi idi. Zira PKK 15 Nisan’a kadar sürecek tek taraflı bir ateşkes antlaşması yapmıştı. Özal’ın düşüncesi ise bu ortamın daha uzun süreli olmasıydı. DEP (Demokrasi Partisi) milletvekillerinden oluşan bir grup bu konuyu görüşmek üzere gizlice Şam’a Abdullah Öcalan’ın yanına gitmişlerdi. DEP milletvekillerinden Sırrı Sakık ve Hatip Dicle Türkiye’nin o gün ki siyasi atmosferini Şam’a taşımakla beraber, Abdullah Öcalan’ın, Özal’ın ölümü ile olan düşüncelerini de Türkiye’ye taşımışlardır (Birand, Yıldız, 2012, s.19). 

Turgut Özal’ın ölümünün ardından herkesin kafasında; Terör Türkiye’yi bölecek 
mi, laiklik elden gidiyor mu? Soruları kalmıştı. İşte bu soruların yanıtı 1993-2002 
Türkiye’sine damgasını vuracak ve tarih yeniden yazılacaktı. Asker-sivil gerilimi 
yeniden tırmanacak, siyasi İslam ve Kürt sorununda tarihi olaylar yaşanacak ve ülke 28 Şubat sürecine doğru doludizgin sürüklenecekti (Birand, Yıldız, 2012, s.20). 
Turgut Özal’ın ölümünün ardından artık devletin en önemli konumu boş 
kalmıştı. Devletin bir numaralı ismi artık yoktu. Siyaset ise boşluk kaldırmazdı (Birand, Yıldız, 2012, s.20). Siyaset yaşamında ki dengeler tamamen değişmişti. Turgut Özal’dan sonra Cumhurbaşkanı kimin olacağı tartışma konusu olmuş ve akla ilk gelen isim ise Süleyman Demirel olmuştur. 
TBMM’de 16 Mayıs 1993 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı seçiminin üçüncü 
turunda 244 oy alan Süleyman Demirel, 9. Cumhurbaşkanı olmuştur. Akabinde, Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı olarak seçilmiştir. Müteakiben, Başbakan Çiller liderliğinde 
1. Çiller Hükümeti olarak bilinen 50. Hükümet, 25 Haziran 1993 tarihinde kurulmuştur (TBMM, 2012, s.942). O güne dek altı kere şapkasını alıp gitmiş olan Süleyman Demirel, bu defa devlet katının zirvesine Çankaya’ya çıkıyordu (Birand, Yıldız, 2012, s.22). 

***

1 Kasım 2016 Salı

Sincan Yıldız Kudüs Çadırı=28 Şubat Bölüm: 7


        


 Sincan Yıldız Kudüs Çadırı=28 Şubat   Bölüm: 7 





 Kudüs Çadırı Dosyası'nı ele alan Bekir Yalçınkaya, Kurban Seçilen(!) Bekir Yıldız ile..  


     Bekir Yıldız, 1994 yerel seçimi öncesi RPli Sincan Belediye Başkan Aday  Adayları Osman Erkmen ve Mustafa Kelebek ile  



RP Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a SİSİAD Başkanı Yavuz Öner plaket takdim ediyor

 ON YILDIR KAPANMAYAN SAYFALARIN OKUNUŞU

 Tank Hasan Hâlâ Cuntacıların Yargılanmasını Bekliyor     Üzerinden 10 yıl geçen bir 28 Şubat Postmodern Darbesi, özellikle 10. yıldönümünde sağ cenahtaki basın yayın, bürokrat ve yazar çizer takımı tarafından öylesine ele alındı ki her ne yazdılar ve çizdiler ise, o gün ve sonrası 28 Şubat'a alkış tutanlardan hiç ses çıkmadı. Sadece numune niteliğinde Ertuğrul'un arkasında imzası altında durduğu ve Çölaşan ve Alev Coşkun gibi isimlerin de desteklediği darbe ile ilgili yeni analizlere imza koyanlara baktığımızda hemen birinci sıraya Tank Hasan'ı oturtmamız gerekiyor. 



       Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Hasan Celal Güzel Uğur Böcekleri ile (Foto: Bekir Yalçınkaya Hedef Ankara Gazetesi)

     Evet.. Hasan Celal Güzel, Nam-ı Diğer Tank Hasan, TC'nin eski bakanlarından ve 28 Şubat Postmodern Darbesi'ne karşı en etkili mücadeleyi veren isim ile 10 yıldır kapanmayan sayfaların okunuşunun açılışını yapmayı uygun buldum. Güzel; Postmodern Darbe 28 Şubat'ın 10. yıldönümünde bakınız ne diyor; 

   " 28 Şubat'ın asıl hamisi, bânisi Süleyman Demirel'dir. Eğer o böyle bir role soyunmasaydı darbe bu kadar tesirli olmazdı. Demirel, 28 Şubat'ta daha önceki darbelerdeki gibi melon şapkasını alıp gitmemiş, yerineasker şapkası giyerek çavuşluğa soyunmuştur. 28 Şubat'ın Demirel'i artık bir çavuş Süleyman Demirel'dir. Benim Demirel ile her zaman iyi münasebetlerim oldu, ancak 28 Şubat'ta külâhları değiştik. Çünkü O' külâhını değiştirmiş, yerine asker şapkası giymişti.



      Demirel, yıllarca Anadolu insanının temiz duygularına hitab etmiş, demokrasi konusunda nutuklar vermiş, halk da O'na bu nedenle oy vermişti. Ancak 28 Şubat'ta bunların hepsine ihanet ederek darbecileri destekledi. Kamuoyu önünde kendisine acıyorum. Keşke direnebilseydi. Keşke antidemokratik müdahalelere bütün gövdesiyle karşı durabilseydi. Öyle olduğu takdirde bir sıcak darbe bile olsa 28 Şubat kadar tesirli olmazdı. 28 Şubat'ta demokrasi büyük ara almış, yara kangren olmuştur. Süleyman Bey'i millet affetmeyecektir. Tarihi bir hatası vardır. Türkiye'ye yaptığı bu kötülük hiçbir zaman unutulmayacaktır."    Cuntacıları açıkladığı için yargılanan Tank Hasan'ın cuntacıların yargılanmasını istediği  28 Şubat Postmodern Darbesi'nin 10. Yıldönümünde, Radikaldeki makalesi ne kadar manidar olsa da, mânâsı yerine oturtulmayı bekliyor; "28 Şubat döneminde, eski TCK'nın 136. Maddesi'ne göre 'Devlet Sırrını İfşa' suçlamasıyla 28 Şubatçılar'ı ve Batı Çalışma Grubu'nun illegal faaliyetlerini açıkladığım için, Ankara 2 Nolu DGM'de 1 yıl boyunca yargılandım. Aslında 'Devlet Sırrı'nı değil, 'Cunta Sırrı'nı ifşa etmiştim. Üstelik eski TCK'nın 151. Maddesi'ne göre suç işlendiğini ilgili makamlara bildirerek vatandaşlık görevimi yapıyordum. Sonunda beraat ettim. Lâkin, hâlâ '28 Şubat Cuntacıları'nın yargılanmasını bekliyorum."  



BÇG'Yİ PKK İLE YAKALADIK   



 (Vakit/Arşiv: 28 Şubat 2007)   Bülent ORAKOĞLU: 
    Eski Bakan Hasan Celal Güzel, Demirel'i millete şikâyetinin ardından cuntacıları ifşa ile darbenin özünde vahim gelişmeler olduğu sinyalleri verirken, dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanvekili Bülent Orakoğlu, '28 Şubat Darbesi'ni tezgâhlayan Batı Çalışma Grubu Amerikan yanlısı bin cuntadır' diyor. 'Darbecilerin gerçekte ABD'nin Ortadoğu politikaları çerçevesinde bir Kürt Devleti'ne onay verdiklerini ve bu çerçevede PKK ile görüşerek Türkiye'de federatif bir yapıya geçilmesini kabul ettikleri'ni dillendiren Orakoğlu'ndan işte o çarpıcı açıklamalar;



 "1. Ordu Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Paşa'nın Suriye sınırına giderek o açıklamayı yapmasıyla Öcalan Suriye'yi terk etmek zorunda kaldı ve plân bozuldu. Öcalan, yakalanmasının ardından mahkemede bu ilişkileri anlattı ve bir grup albayın Brüksel'de PKK temsilcileriyle görüştüğünü doğruladı. Olağanüstü Hal ve koruculuğun kaldırılması, federasyonun kabul edilmesi konusunda görüşmelerin yapıldığını açıkladı. Öcalan'ın bu iddiaları üzerine mahkemede bizim 1977'deki telefon görüşmesi tesbitlerimiz de gündeme geldi. Milli Savunma Bakanlığı söz konusu görüşmelerle ilgili olarak, Öcalan'ın yakalanması için bir tuzak kurulduğunu, Brüksel'deki görüşmelerin de bu tuzağın bir parçası olduğunu iddia etti. Fakat bu bizi tatmin etmedi. Çünkü böyle bir plânın MGK'da görüşülmüş olması gerekirdi. Ancak olaydan Genelkurmay Başkanı'nın bile haberi yoktu. Görüşmelerden biz ifşa edince herkesin haberi oldu. Bilindiği gibi daha önce Ermeni Terör Örgütü ASALA'ya karşı yapılan operasyonlar MGK'da görüşülmüş, o şekilde MİT operasyonlar gerçekleştirmiştir. Burada bir grup asker kendi başına PKK temsilcileriyle görüşme yapıyor. Oysa bu tarz bir görev askerin değil, MİT'in işidir."    Vural Savaş'ın zaafının Laiklik olduğuna dikkat çeken ve Savaş dahil, herkesin 28 Şubat sürecinde kullanıldığını ifade eden Orakoğlu; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın; 'Amerika Türkiye'de sıcak darbe yaptırmak istiyordu. Çevik Bir Amerikan çıkarlarına hizmet etmiştir. Ben ve Demirel sıcak darbeyi önledik' şeklindeki itirafının kendini aklama gayesi taşıdığını söylüyordu.,




 HANGİ YAZARLAR 28 ŞUBAT İÇİN NE DEDİLER?  



 Mihri Belli: 28 ŞUBAT İKİ UCU …..LU DEĞNEK 


 (Vakit/ 1 Mart 2007)    Evet.. BÇG'yi PKK ile yakalamanın hikâyesi de böyleydi.  
   "Egemen güçler daima iki ucu kirli değneği uzatır. Yani 28 Şubat için aman (Mehmet) Ağar bakanlıktan düştü, demokrasi elden gitti, diye yas tutmam. Onun yerine, ordu müdahalesiyle ne oldu, ona bakarım. Meselâ Susurluk olayı olmuştu. O olayda bütün pislik ortaya çıkmıştı. Temiz toplum için milyonlarca insanın katıldığı bir eylem başlamıştı. 28 Şubat hedef şaşırttı. TV ekranına Fadime (Şahin) kızı çıkardılar ve temiz toplum hedefi unutturuldu. Temel slogan: 'Türkiye Laiktir, Laik kalacak' sloganı oldu. Kısacası iki ucu kirli değnekti bize sunulan. Elbette ki biz laiklikten yanayız. Laiklik demokratik devrimin ayrılmaz parçasıdır. Bizim karşı olduğumuz şey, demokratik devrimin öteki görevlerini savsaklayarak bu ilkenin, temiz toplum için girişilen bir eylemin hedefinden saptırılması için kullanılmasıdır.    28 Şubat'la temiz toplum hareketi de yozlaştı. Anlatabildim mi? Mesele, çete ve mafyaya karşı mücadele idi. 28 Şubat müdahalesiyle 'temiz toplum'  mücadele talepleri bertaraf edildi. 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganları atıldı. Kısacası iki ucu b..lu değnekti.    Çetelere karşı başlayan temiz toplum halk hareketi 28 Şubat'la birlikte bertaraf edildi. Türkiye'de temiz toplum gibi birçok hareketler bu şekilde dışarıdan müdahaleli hareketlerle ekarte edilmiştir. Kısacası çeteleri örtbas etmek için laiklik bir araç olarak kullanıldı ve 28 Şubat'ta da bu yapıldı. Yani, iki ucu b..lu bir değnek, beğen beğendiğini al."  



 YARGITAY'DA BRİFİNGLERE   KATILMAK İÇİN BASKI YAPILMIŞ



(Vakit/ ) 28 Şubat 2005   Bilal Çetin:
     Keşke Bilal Çetin gibi diğer yazarlar da brifinglere katılmasa idi mi demeliyiz, şu alt satırlardaki Çetin'ce ifadeler nazariyesiyle.. İbret ve telkinin zamanı şayet böyle bir husus yine dillendirilirse doğar diyor ve sözü Çetin'e bırakıyoruz: "Genelkurmay'da düzenlenen brifinglere katılmak için yargı mensuplarına baskı yapıldı mı? Brifinge katılmanız için size çağrı geldi mi? Brifinglere katılmak için çeşitli yargı birimlerinde imza karşılığı 'katılıyorum-katılmıyorum' şeklinde listeler dolaştırıldı. Herkesin katılması gerektiğine dair hava yaratıldı. Bu şekilde savcı ve yargıçlar üzerinde baskı oluşturuldu. Bir kısım yargı mensubu bu iş için gönüllü oldu, bir kısmı da 'ileride bir sorunla karşılaşmamak' için kendilerini gitmek zorunda hissettiler.    Benim görev yaptığım Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda imza karşılığı benzer dosyalar dolaştırıldı. Listeyi 'katılmıyorum' diyerek imzaladım, brifinglere de katılmadım." 



POST-MODERN DARBE    


(Yeni Şafak/) 27 Şubat 2007 Mehmet Barlas: 
  28 Şubat ile siyasiden gelen ve demokratik hoşgörünün bozulduğuna dikkat çeken Barlas; 'keşke' diyor; '97'nin Şubat'ı 29 çekseydi..' 28 Şubat'ın dört yılda bir hatırlanmasına vesile olacağına işaret ediyordu. Ama işte; "POST-MODERN DARBE.. Bunun son örneklerinden biri "28 Şubat Post-modern Darbesi"ydi. 28 Şubat ile hem siyasi dengeler, hem demokratik hoşgörü ortamı bozuldu, hem de Türkiye tarihinin en dramatik ekonomik krizine sürüklendi. Medya kartelleşti ve kendi kendini yıprattı. Bankacılık sözlüğüne 'Hortumculuk' kelimesi girdi. 28 Şubat'ın en çarpıcı sonucu ise, post-modern darbenin hapse attığı Tayip Erdoğan'ın 2002 seçimleri sonunda partisi ile tek başına iktidar olması ve 28 Şubat partilerinin TBMM'ye girememeleriydi.    Dileğimiz bundan sonra Türkiye'de her çeşit bağnazlığın, marjinal eğilimler olarak kalmasıdır. 'Demokrasiye bağlıyız' diyerek her iki taraftan takiyye yapanların, ülkenin kaderini etkilememelerini diliyoruz.    Keşke 1997'nin Şubat'ı 29 çekseydi ve post-modern darbe 29 Şubat'ta yapılmış olsaydı.. O zaman böyle durumları, yılın rakamı sadece 4'e bölünebildiği zamanlarda hatırlardık." 




SAHİ İRTİCACI KEBABÇILAR  NE OLDU?    



(Sabah/28 Şubat 2007) Yaşar Süngü: 
   Refahyol'un darbeyle devrilmesiyle RPli'lerin siyasi yasaklı duruma düşmesini başörtü yasağından, ülkede kamplaşmaya kadar birçok badirenin takip ettiğini belirten Süngü'ye süreci değerlendiren MÜSİAD Genel Başkanı Dr. Ömer Bolat diyor ki: 'Bu süreç ne laiklik, ne de irticaya karşı mücadele süreciydi. Tamamen ekonomideki pasta kavgasıydı.' Peki o pastanın dilimleri nelerdi? İşte onun dilim dilim izahatı: Türkiye'nin siyasal ve ekonomik tarihine en trajikomik hadiselerden biri olarak geçen 28 Şubat sürecinin üzerinden 10 yıl geçti. O dönemi kısaca hatırlayalım; 1997 yılı Susurluk kazası ile kapanmıştı. Susurluk'ta açığa çıkan mafya, siyasetçi ve bürokrat üçgeni sivil toplum örgütlerinin ortak muhalefetini başlattı. Sistemin çürümüşlüğüne olan toplumsal muhalefet, derin bir manevra ile başka bir noktaya kanalize edildi. "1 Dakika Karanlık" eylemlerinde Refahyol hükümeti hedef gösterildi. Devletin arşivlerinde bekletilen dosyalar birer birer basına sızdırıldı. Bir taşla birçok kuş vuruldu. Hem toplumsal hareketin öfkesi başka bir mecrada boşaltıldı, hem de Refahyol hükümeti iktidardan indirildi. 28 Şubatta yayınlanan muhtıra Türkiye'deki siyasal rejimin önündeki öncelikli tehdit olarak "irticai hareketi" gösterdi.  Bir kısım medya da "İslamcı basın" ezilsin düşüncesi ile masa başı haberlerle destek verdi. Sessiz yığınlar olarak gözüken halk, bütün bu olan bitenleri izledi ve balans ayarını yaptı. O dönemde Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan irticacı şirketler listesine giren şirketler, hastaneler, kebapçılar en karlı dönemini yaşadı. Halkın sahiplenmesi, birçok şirket sahibine "Keşke biz de irticacı şirketler listesine girseydik" dedirtti. 



 KISA VE EN ŞÜMULLÜ  ŞEKİLDE 28 ŞUBAT 1997


(Yeni Şafak/28 Şubat 2007) Hasan Aksay: 
    28 Şubat'ı ilmi açıdan değerlendirenlerden biri olan Aksay, farklı bir bakış açısıyla: "28 Şubat, Willy Claes'in 'düşman' anlayışını Türkiye'de uygulamaya koymuştur. Adına 'Batı Çalışma' demiş, sermayeyi dahi 'yeşil'e boyamıştır. İktidar, İslâmi çizgisinden dolayı yıkılmış, İslâmi eğitim ve öğretim kanunla ve fiilen sınırlandırılmıştır. Baskıla ilâveten, İslâm'ı içten tahrib girişimlerinin iklimi doğrulmuştur. Amerika'da Amina Vadut adında bir kadın, Katedral'de kadın erkek karışık bir reklâm gurubunun önünde yatıp kalkmış; arkadan ikinci bir provokatör Esra Nuami, bir Yahudi üniversitesinde aynı eylemle sahne almıştır. Bu islâm'ı bozma eylemleri ruhen kopyalanarak ilki İstanbul'da, ikincisi Ankara'da Hacı Bayram Camii'nde tekrarlanmak istenmiştir" diyor ve çok yönlü içten yıkmanın öne çıkan üç cephesine dikkat çekiyor:    " BOP savaşlarıyla soykırım yapan, İslâm ülkelerini harabeden Batı; geniş bir plânlamayla da İslâm'ı içten çökertmeye çalışmaktadır. Çok yönlü olan içten yıkmada üç cephe öne çıkmıştır. 

1-Cahil bırakma 
2-İslâm'ı tahrif 
3-Müslümanları fişleyerek 'feri ambargo' oluşturmak. 

İslâm ülkelerini çökertmekte ambargo büyük rol oynadı. Hareket kabiliyetini sınırlıyor. Fertler için fişleme, aynen ülke ambargosu gibi bir çökertme kuşatmasıdır.    
28 Şubat'ı daha iyi anlayabilmek için, bir kere de Vatikan yetkilisinin bakış açısıyla bakmakta yarar vardır. Vatikan Papalık Barış ve Adalet Konseyi Başkanı Kardinal Rento Martino: ' 4. Dünya Savaşı içinde bulunuyoruz. Şimdiye kadar 1. ve 2. Dünya Savaşları'ndan bahsettik. Ancak 3. Dünya Savaşı'ndan geçtiğimizi unutuyoruz. O 'soğuk Savaş'tı. Şimdi gerçekten 4. Dünya Savaşı içerisindeyiz. "   4. Dünya Savaşı'nın iki özelliğinden biri, yalnız İslâm ülkelerini hedefleyen bombalama, işgâl ve halkı ırk, din, makam-imkân ile bölerek kendi kendiyle savaştırmak. İkincisi; İslâm'ı içten yıkmaya yönelik çok daha yaygın ve şümullü, münafıklar desteğinde yürütülen 'İslâmi değerleri yozlaştırma' savaşıdır."




28 ŞUBAT  OLDU DA NE OLDU?    


 (Vakit/ 2 Mart 2007) Abdurrahman Dilipak: 
    28 Şubat'ın onuncu yılında bile hâlâ halkın çok öfkeli olduğuna ve darbe girişimlerine yenilerinin eklenmesiyle halkın sokaklara çıkacağına vurgu yapan Dilipak: 'Darbecileri halkın elinden kurtarmak kolay olmayacak' diyor ve sonra da sorularını sıralayarak Post modern darbenin sinsi kimliğini ortaya döküyor:    "28 Şubat oldu da ne oldu?      Devletin saygınlığı mı arttı?      Ya da ordunun? Ekonomi mi rayına girdi?.. ? Uluslararası saygınlığımız mı arttı?.. Bu işi yapanların onuru mu yükseldi?.. Millet gitti, hem de anayasal çoğunlukla, 28 Şubatçıların mahkum ettiği bir zihniyeti iktidar yaptı.. Peki 28 Şubat neye maloldu? Kan, gözyaşı ve yoksulluk. Hitler Almanya’sını hatırlatan bir fişleme.. Faşizm hortlatıldı.. On binlerce kişi okulundan, işinden edildi.. Sonra 28 Şubat'ın "kahramanları" , "bizim çocuklar/our boys" gidip, batık bankalara danışman oldular.. Geriye kalan, kocaman bir utanç.. Alnımızda kara bir leke.. Ayıplı bir siyaset.. Derin devlet tartışmaları.. Darbe söylentileri.. 28 Şubat'ın iktidar yaptığı kadrolar, gırtlaklarına kadar yolsuzluğa battılar.. 28 Şubat'ın 10. Yılında halk hâlâ öfkeli. Yeni bir darbe girişimi, bu kez darbecilere pahalıya malolacak. Halk bu kez sokağa çıkacak ve onları halkın elinden kurtarmak çok da kolay olmayacak. Sayılarına değil, haklılıklarına değil, silahlarına güveniyorlar.. Halka doğrultulan silahların bir anda emir verenlere doğrultulabileceğini hesaba katmıyorlar.. 28. Şubat'ın 10. Yılında, bugün bile darbeleri konuşuyor olmak ne kötü bir şey.. Hadi 28 Şubat'ın öncüleri, çıkıp konuşun, kurtardığınız halkla kucaklasın, kucaklaşabiliyorsanız. Tıpkı 12 Eylül çetesi gibi, halktan korkuyorsunuz.. Hep bu korkuyla yaşayacaksınız.. Yasalarla korunacaksınız. Hiç düşündünüz mü, nereye kadar? Öldüğünüzde mezarınızın yerini hatırlayan olmayacak.. 27 Mayısçılar bugün neredeler.? Gürsel'i, Egesel'in mezarının yerini, hatırlayan var mı? Menderes işte orada yatıyor.. Mezar hırsızlarının / soyguncularının mezarlarının yerini kimse hatırlamayacak, ama çaldıkları mezarda yatan kişinin dostları, hep onu rahmetle anmaya devam edecekler.. Darbeciler, onlara alkış dağıtanlar, kendileri gidecek, ailelerine bir utancı miras bırakacaklar.. Halkın inancı, tarihi, kimliği, kültürü, geleneği ile alay edenler, onu aşağılayan, dışlayan, yasaklayanlar, bu değerleri irtica olarak görenler, başkalarını kendi sapkınlıklarına ikna etmek için uğraşacaklarına, başkalarının gözünde çöp aramadan önce kendi gözlerindeki mertekleri çıkartsalar.dâha çok huzur bulurlar sanırım. * 28 Şubat olduğunda 10 yaşında olan çocuklar, bugün askerlik çağına geldi. Çoğu üniversite talebesi.. 28 Şubat'ın sebeb olduğu büyük sosyal çözülmeyi en çok burada görüyorsunuz.. İşsizlik, cahillik, ahlaksızlık.. Uyuşturucu ve alkol kullanımı; fuhuş ve kimliksizlik.. 28 Şubat en çok bunu başardı.. Eğer bu başarıları ile övüneceklerse buyursun övünsünler..” 



 " BEŞLİ ÇETE "NİN SALTANATI!   



 (Vakit/1 Mart 2007)   Hasan Karakaya:
   Postmodern darbeyi gerçekleştirenlerin bugün kamuoyuna çıkıp isnadlara karşı kendilerini savunamadıklarını ifade eden Karakaya, 'foyaları ortaya çıktı! Savunamazlar!' diyor,    Sonra, hortumlanan bankaların enkazının altından, ya da trilyonluk villalardan çıkan güruhlara veryansın eden Karakaya'ya göre 28 Şubat şöyledir; " BEŞLİ ÇETE"NIN SALTANATI! Bakın, birkaç gündür "28 Şubat darbesi"ni tartışıyoruz... "Hâlâ savunanlar" olduğu gibi, "ağır eleştiriler ve suçlamalar" yöneltenler de var!.. Bazı suçlamalar o kadar ağır ki; Hani, "itin önüne atsan, yemeyeceği" cinsten!.. Peki, bu "postmodern darbe"yi gerçekleştirenler veya onlara "destek" verenler, kamuoyu önüne çıkıp da, niye savunamıyorlar kendilerini?.. Savunamazlar!.. Çünkü, "haklı bir zemin"leri yok!.. Savunamazlar!.. Çünkü, "foya"ları tek tek çıktı ortaya!.. Hem, neyi savunacaklar ki?.. "Laiklik tehlikedeydi" mi diyecekler?.. "Türkiye elden gidiyordu" mu diyecekler?.. " Rejime tehdit vardı " mı diyecekler?.. Tamam, böyle deyip de "darbe" yaptırdılar ama, "söylem"leri ve "eylem"lerinin birbirini tutmadığı çok çabuk çıktı ortaya!.. " Vatan, Millet, Sakarya " diyerek çıktıkları yolun sonunda, ya "hortumlanan bankalarım enkazları altından çıktılar, ya da " Trilyonluk villalar"da!.. İşte en basit örnek:. O günkü gazetelerin "tarihî uyan" başlığıyla verdiği " Beşli Çete " toplantısı, Türk-lş Başkanı Bayram Meral'i, DİSK Başkanı Rıdvan Budak'ı, TİSK Başkanı Refik Baydur'u, TOBB Başkanı Fuat Miras'ı ve TESK Başkanı Derviş Günday'ı bir araya getirmiş ve bu toplantı " Refah-yol'a karşı ortak bildiri" ile sonuçlanmıştı... Ortak deklarasyonu, dönemin Türk-lş Başkanı, şimdinin CHP Milletvekili Bayram Meral okumuştu!.. Deklarasyonda, "Türkiye'nin, Cumhuriyet tarihinin en büyük sorunlarıyla karşı karşıya bulunduğu,'ülkenin iç kargaşaya doğru sürüklendiği" ileri sürülmüştü... TOBB eski Başkanı Fuat Miras da, söz konusu toplantıya katılmış ve "Ülkenin geleceğinin zaafa uğradığını, ülkenin kamplara bölündüğünü" ileri sürerek, bunu hangi parti yaparsa, kendilerinin bunun karşısında olacaklarını söylemişti... Miras'ın, o toplantıdan bugüne miras kalan sözleri şöyleydi:"Bu hükümete ortak olan zihniyetle, radikal kanadına hayır diyoruz. Bu hükümet gitmelidir." Peki, bu adamlar, bu sözlerinde samimi miydi?.. Yani, gerçekten "ülke"yi ve "rejim" mi düşünüyorlardı?.. o Eğer "öyle" olsaydı, "görüşlerine katılmasam" da saygı duyardım... En azından tartışırdım!.. Ama, bizim Kenan Kıran'ın hazırladığı "Acarkent Dosyası"nı görünce, bu adamlara ne saygısı kalıyor insanın, ne de güveni!.. Şu hâle bakın;"Cumhuriyet, rejim, laiklik, ülkenin geleceği" gibi lâflarla "darbeye çanak tutan" bu adamların çocukları, şimdi ‘trilyonluk villalar’da oturuyor!..” Evet, Bayram Meral'in de, Fuat Miras'ın da çocukları, "2 trilyon 100 milyar liraya satılan Acarkent villaları ve 'Beykoz Konukları'nda oturuyorlar.  




CUMHURİYETİ KURTARMA HİKÂYELERİ




( Vakit/28 Şubat 2007) Abdurrahim KARAKOÇ: 
    Evet.. Karakoç'un sorusunu yinelersek; "Cumhuriyet düşmanı 'Morrison Süleyman'a karşı CHP'si, öğrenciler, bürokratlar az mı meydan savaşı verdiler. Ve komedinin enteresan faslı neydi?' 28 Şubat Postmodern Darbe ile Cumhuriyeti kollayanlar içinde, hem de en başta Demirel vardı. Peki diğer var olanlar kimlerdi? İşte Karakoç'un diliyle o diğerleri; "Hani az bir zaman olmadı.. Tâ çocukluğumdan beri herkes Cumhuriyet'i korur, kollar, kurtarır.. Maşallah, silahlı güçlerimiz korur.. Silahlı güçlerden emekli olanlarımız bir daha şiddetle korur.. Siyasîler zaten hep korumakla mükellef sayarlar kendilerini.. Bürokratlarımız cansiperane Cumhuriyet koruyucusudurlar.. Sermaye patronları müteyakkız vaziyette Cumhuriyet koruma nöbeti tutarlar.. Bazen de herkes birbirinden korkar ve koruma içgüdüsüyle etrafa naralar yağdırır.. Aslında korunmak istenen laikçiliktir.. Cumhuriyet herkesin ortak sevgisini taşır ya, o sevgiden dolayı ön planda anılır ve laikçilik kamufle edilir.. Kimden korunacağı da bir hayli komik.. Seçimle iktidara gelmiş hükümetlerden Cumhuriyet'i korumak akla aykırı gelse de, koruma timleri alesta beklerler.. Böyle işler cart-curt ile olmaz, işte önümüzde seçimler var.. Güç birliği yapalım ve Cumhuriyet düşmanı ülke hükümetini devirelim.. Kabul etmezler.. İlle de 27 Mayıs darbesi bir darbeyle korumayı severler.. Benim aklıma gelen, en çok sayın Demirel'den korudular Cumhuriyet'i..  Silahlı ve silahsız darbeler onun zamanında gerçekleşti en çok.. Cumhuriyet düşmanı " Morrison Süleyman "a karşı CHP'si, öğrenciler, bürokratlar az mı meydan savaşı verdiler? Ve sonra: 28 Şubat postmodern darbe ile Cumhuriyet'i kollayanlar içinde, hem de en başta Süleyman Demirel vardı.. Komedinin bu faslı enteresandır.. Medya dolmuşuna binmeyen, biraz daha demokrat, Genelkurmay eski Başkanı sayın Özkök için "suskun paşa" lâkabı icat edildi.. Özkök Paşa vurunca masayı kırmamış ya, zemini titretmemiş ya, bütün suçu bu imiş.. Kışkırtmalarına prim vermeyen bir eski Genelkurmay Başkanı'na da terbiyesizce etek giydirmişlerdi, hatırlarsınız!.. Sayın Yaşar Büyükanıt'a şimdilik yalakalık yaptıklarına bakmayın.. Yarın öbürsü gün dolmuşlarına binmek istemeyecektir, işte o zaman çok çirkin sataşmalarda bulunmazlarsa hatamı kabul eder, hepinizden özür dilerim.”




28 ŞUBAT; Emekli general ile Başsavcıya kaldı!



(Vakit: 1 Mart 2007) A. İhsan Karahasanoğlu:
    Dışındaki doluluğu, içindeki boşluk ile telafiye çalışanları 'tabiat boşluktan nefret eder' diyen Aristo'nun ifadesiyle tarif eden A. İhsan Karahasanoğlu'na göre 28 Şubat, 150 milyarla vicdani muhakemeye verilen emekli bir general ve başsavcıya kalmamalı.. Ki, 'makatına süngü takar gezdiririm' ekolünde sesi sedası çıkmayan o savcıya, Karahasanoğlu'nun diliyle soracak olursak; 'Ya savcı makat süngücüsüne sen ne yaptın?    "Adam; görev yaptığı resmi kurumdan ihale almış olan müteahhitten borç para istiyor.. Verilen 150 milyar borcun ne manâya geldiğini, savcılığa, henüz tam olarak izah edememiş! Kalkmış hâlâ konuşuyor!.. Yok "28 Şubat darbe değirmiş..." Yok " yapılan sadece iktidarın değişmesi için zemin hazırlama" imiş! Yok  " Kimseye silah dayama, zorla bir iş yaptırma" yaşanmamış! Oysa 28 Şubat'ı savunacak adam bulamadıkları için, kala kala; " Müteahhitten aldığı borç paranın hesabını veremeyen emekli generali" ile, artık " ne dediğini, neyi savunduğunu kendisi de pek algılayamayan savcıya kalanlar, onlara önce şu soruları sormalıydılar..  " Generalim; sen bu 28 Şubat sürecinde, görev yaptığın TSK'dan ihale alan bir müteahhide, 'surdan bir 150 milyar versene' diyorsun.. 0 da trink çıkartıp sana 150 milyarı veriyor. Gidip; 150 milyar ile kendine daire satın alıyorsun. Anlattığın bu hikâye ile kimi kandırıyorsun sen? Bu müteahhit mi enayi, yoksa sen mi çok akıllısın?. Yoksa.. Yoksa biz mi çok aptalız ki, bu kadar ucuz hikâyelerle bizleri kandırmaya çalışıyorsun?" Evet 150 milyar; en masum ifadesi ile "borç olarak" alınmış ama, memurun aldığı borcu da devlete beyan etmesi gerekir. Ne beyan var paşada, ne de açıklama.. Büyük vurgunlar yaptığı sonradan ortaya çıkan müteahhitten alınan paranın hesabını veremeyen Tuncer Kılınç Paşa, çıkmış şimdi 28 Şubat'ı savunuyor, takır takır! İnsaf edin... 28 Şubat gerçekten bu ülke için yapıldı ise, kala kala bu adamın savunmasına mı kaldınız siz? 28 Şubat'ı savunan piyasadaki ikinci adam ise, emekli başsavcımız! Ezberlemiş bir hikâye: "Ben davayı 22 Mayısla açtım. Genelkurmay'daki brifing 10 Haziran'da verildi. Brifing dava açılmasından sonra olduğuna göre, demek ki ben askerden emir almamışım.    Sanki emir, sadece brifing ile alınıyormuş! 0; artık izah götürmez son noktası idi işin.. Öncesinde neler olduğunu, kendin anlatıyorsun,'kanuna göre kapatma davası açmam gereken DSP hakkında dava açmadım. Şık olmazdı" diyorsun.. Ama RP için şippadanak açıyorsun davayı.. Sen bunu izah etsene bir defa.. Kaldı ki; sanki dava açmakla, dava bitmiş oluyor.. Koskoca 28 Şubat, işte böyle fasarya hikâyelerle dolu.. Şu şunu yapmış da, bu bunu yapmış.. En kabadayı söz, "rektörler selâm duracak".. Peki o malûm kişilerin sözleri neydi: "Kazığa oturturum".. "Makadına süngü takar gezdiririm."   Buyur söyle bakalım sayın Savaş, "RP'liler şunu dedi, bunu dedi" diye kapatma davası açtın. Peki "kazığa oturturum" diyen için, "makadına süngü takar gezdiririm" diyen için ne yaptın? Söyle ne yaptın?” 




28 Şubat bin yıl da sürse biz buradayız



(Vakit: 1 Mart 2007)  Demet Tezcan; 
    28 Şubat postmodern darbesinin 10. yılını mağdur ve mazlum çevreler adına tahlil ederek en isabetli ve doğru cevapları tarih önüne yerleştiren Demet Tezcan: 'millet karşı topyekûn savaş' ilân edenlerin onlara çığırtkanlık yapıp teşne olanların gerçekleştirdikleri telâfi edilemez tahribattan dolayı, millet hesap vermesi gereken bir dönemdir' dediği darbeyi elim bir dille şöyle anlatıyor: "28 Şubat 1997, tarihin utanç hanesine kaydedilecek hadiselerden biridir, Milletin inanç ve değerlerine, düşünce ve iradesine, siyasi tercihine "topyekün savaş" ilan edilen bir süreçtir. Sözüm ona sivil toplum örgütleri de bu militarist sistemin, siyasi iradeyi yönlendirmesi için elinden gelen çığırtkanlığı yapmıştır. Millete karşı "topyekün" savaş ilan edenlerin, onlara çığırtkanlık yapıp, teşne olanların gerçekleştirdikleri telafi edilemez tahribattan dolayı, millete hesap vermesi gereken bir dönemdir. İtibarı zedelenen özel ve tüzel kişiliklerin itibarının iade edilerek bir nebze olsun telafi yoluna gidilmesi gereken bir hadisedir. Bu milletin tarihinin utanç ha-nesine yazılmış unutmayacağımız, unutturmayacağımız bir kalkışmadır. On yıl dile kolay, geride on binlerce mağdur bıraktı. Binlerce asker sırf eşlerinin başı örtülü olduğu için disiplinsizlik suçlaması ile ordudan atıldı. Binlerce öğretmen mesleğinden, öğrencilerinden koparıldı. On binlerce öğrencinin eğitim hakkı gasp edildi. Evlere yapılan gece baskınları, dernek - vakıf ve siyasi partilerin kapatılması darbelerin rutin prosedürü gibi işledi. Sokakta sarıklı, cübbeli insanlar kovalandı, kılık kıyafetlerine müdahale edildi. Kur'an kurslarına jandarmalar tarafından baskınlar yapılıp çoluk çocuk karakollara çekmekten imtina edilmedi. Mütedeyyin insanların hanelerinde toplanıp Kur'an okuması suçmuş gibi lanse edilip, üzerlerine gidildi. Sözde sivil toplum örgütleri asker gibi çalıştılar. Bir samimiyet sınavıdır 28 Şubat aynı zamanda. Güce tapanları, sivil olanları, söylemlerinin arkasında duranları, çözüleni, direneni ile samimiyet sınavından geçirmiştir. Kişileri ya inandığı gibi yaşamak ya mesleğini sürdürmek, ya inandığı gibi yaşamak ya eğitimini tercih etmek ya ekmeği aşı, ya değerlerinden vazgeçmek arasında tercihe zorlayan despotik bir süreçten söz ediyoruz. Hiç şüphesiz darbecilerin kendilerini baskın ve etkin kıldıkları ve azami zarar verdikleri kesim; tercihini, dünya görüşünü, değer yargılarını her haliyle üstünde taşıyan başörtülüler oldu. Onların nazarında bu milletin değer yargıları hesaba çekildi, aşağılandı, yargılandı. Gasp edilen haklar, kişinin doğuştan Yaratan'ı tarafından donatıldığı haklardı. Öyle üzerinde tartışılacak, pazarlık yapılacak sendikal haklar değildi bunlar. Bu süreç tercihlerimizi, duruşumuzu, saflarımızı netleştirdi. Beklentilerimiz, ilkelerimiz; kendimizle yüzleştik. Yola çıktıklarımızı, bundan sonra çıkmayacaklarımızı tanıdık. Bizler böyle bir süreç bin yıl dahi sürse buradayız. Kaza ve kadere, imtihan ve sebepler halkasına inananlar olarak müsterihiz. . Darbeciler ve darbe çığırtkanları vicdanlarını, ruhlarını; şahsi hırs, heva ve hevesleri uğruna kirletenler,- başlattıkları bu sürecin, yaşattıkları bu kara dönemim ağırlığını ebedi taşıyacaklar."



On yıl geçti karanlık  Şubat'ın üzerinden



 (Vakit: 1 Mart 2007) Hüseyin Öztürk: 
    Bir çok yazarın 28 Şubat'ın zararından dem vurduğu bir 10. yıl faslında Hüseyin Öztürk, kendi kendine 'peki 28 Şubat'ın hiç mi faydası olmadı?' diye sorduktan sonra cevabını yapıştırıyor: 'Rızkın ve ömrün insanların tekelinde olduğuna iman eden, yarınından korkan, değer yargılarını bir sinyale bile satan yüzlerce insanın foyasını ortaya çıkarmak gibi önemli bir vazife yapmıştır.' Ya vazifenin diğerleri? İşte Öztürk'e göre onlar da:    "On yıl geçti "Karanlık Şubat'ın" üzerinden. Halkın tekmelediği "Karanlık Şubatçılar" on yıldır milletin huzuruna çıkıp tek kelimeyle kendilerini savunamıyorlar. Bir iki gazetenin ve birkaç yazarın "yaltaklığı" dışında kimse onlara aldırış etmiyor artık. Aileleri tarafından bile dışlandı o günün "güçlü" kişileri. Güç dediysek, yürek gücü, bilek gücü değil. Halkın bellerine taktığı silah ve otorite gücünden söz ederiz. Halktan aldıkları gücü, halka karşı kullanmışlar ve bunu başarı saymışlardı. Hani nerede o halk? Halkın gücünü arkalarına alarak yel değirmenlerine karşı savaş açan zavallılar, milletin ne demek olduğunu anlayamadılar. Kendilerinden önce toplumun milli ve manevi değerlerine savaş açanların Cumhuriyet tarihi boyunca ıskaladıklarını fark edemediler. Bugün yüz kızarıklığı ile yaşayan malum kişilerin toplumuzun hangi kesiminde yerleri yurtları var. O gün 28 Şubatçılara sponsorluk yapan, emekli olunca kendilerini, emekli olmadan bütün aile fertlerini işe alanlar bile yüz vermez oldular.   Şimdi ters yöne bir gireyim ve şu soruyu sorayım. "Peki, 28 Şubat'ın hiç mi faydası olmadı?" Elbet hiç faydası olmadı denilemez. "Yüreksiz, kalpsiz, ciğersiz, andaval, savsakçı, ikiyüzlü, riyakar, sahtekar, menfaatperest, makam ve mevki hastası, rızkın ve ömrün insanların tekelinde olduğuna iman eden, yarınından korkan, değer yargılarını küçük bir sinyale bile satan yüzlerce insanın foyasını ortaya çıkarmak gibi önemli bir vazife yapmıştır." Eğer 28 Şubat olmasaydı, belki bu sahtekarlar, nice inanmış insanın düşünce dünyasında, fikir dünyasında hırsızlık yapıp, duygularını sömürecek, emekleri üzerine kendi adına binalar kuracaktı. Nice sakallar gitti, nice başörtüler gitti, nice bıyıklar gitti, nice kravat takmayı Frenklik sayıp da kravat takanlara ateş püskürenler kravatlar takıp, karılarının başlarını açtılar. Hayatında ağzına alkol koymamış nice kişiler, rakı sofralarında fotoğraf çektirip, amirlerine ve belli merkezlere gönderip; "Bakın değiştim" mesajları verdi. Meselâ bir de herkesin kilosunun ve gramının ne kadar geldiğini öğrendik. Lafa gelince mangalda kül bırakmayanların fişlenme korkusuyla neredeyse nüfus cüzdanı bile değiştirmeye, adına ve soyadına anlamsız ilaveler yapmaya kadar işi götürdüklerini gördük. 28 Şubat korkuttu, diğer darbelere göre en korkuncu buydu."



Şimdi Yine Palazlandılar   


  (Vakit: 28 Şubat 2007)  Emin Çölaşan: 
   Çölaşan'ın kısaca notuna kısaca not buyurmak gerekirse, 'her karanlık gecenin bir sabahı olduğunu' kim daha çok anlamalı acaba?    "İslâmcı basın ve onların işbirlikçisi olan entel-aydın (!) kesim, tekerlerine çomak sokan 28 Şubat'a yazılarında ve yayınlarında sövüyorlar. itirafçılar türedi! İçlerinde emekli TSK ve yargı mensupları var. 0 dönemde nasıl baskı yaşadıklarını anlatıyorlar! İslâmcı basında isimleri bir gün olsun yer bulsun diye, bülbül gibi şakıyorlar! 0 gün suspus olmuş, hatta askerlere yağ çeken gazeteciler şimdi her biri aslan kesildi! (...) Evet, askerler devreye girdi. Hiç silah kullanılmadan bu gidişe son verildi.Çok da iyi oldu. (...) O süreç onlara "dur" demişti ve durmak zorunda kalmışlardı. Şimdi yine palazlandılar! O yüzden intikam tamtamları çalıyorlar. 28 Şubat bahanesiyle Türk ordusunu aşağılamaya kalkışıyorlar, kin ve nefretlerini kusuyorlar. Her karanlık gecenin bir sabahı olduğunu unutuyorlar." 




 '28' nedir? 



(Hürriyet: 1 Mart 2007)   Nurettin Durman: 
28  Nurettin Durman'ın vakıanın tam ortasına oturttuğu tek kelime '28' nedir? Birlikte okuduğumuzda şudur:    "Bu yirmi sekiz rakamı çok çetrefilli bir rakam olsa gerektir. Gerçi rakamın çetrefil ile ne alakası var sorusu da çıkabilir bundan ama ülkemizde, bu güzelim Türkiye'mizde bu 28 rakamı artık bir karşıtlıklar simgesi gibi bir ritüeli de yüklenmiş oldu. Yoksa durup dururken insanlar neden on yıldır habire yirmi sekiz, ha bire yirmi sekiz deyip dursunlar, acısınlar, acı çeksinler, kimisi de keyfine bu vesileyle keyifler katsın, koltuğuna kurulsun viskisini yudumlasın ve ardından da kahkahasını patlatıversin. Belki de böyle bir şeye vesile olduğu için bu adını andığımız 28 rakamı her seneyi devriyesinde üzüntülere gark olsun, kederlensin, ahu zar ile inleyip yataklara düşsün. Hani olur ya böyle şeyler dünya hayatında. Dünya hayatı derken iki ayaklı ve düşünen ve konuşan ve yazan yaratıklar olan biz insanlar yalnız kendimize yakıştırırız dünyayı. Yani biz sanki dünyanın gülleriyiz de diğer yaratıklar, diğer canlılar, hayvanat ve nebatat ve dahi seyyareler, felekler ve cümle kâinat bizim dışımızda duruyormuş gibi geliyor bize. Yalnızca dünya bize tasarruf edilmiş gibi. Evet, tabii ki şımaralım, şirazemizi kaybedelim, yolumuzu şaşıralım diye elbette şeytanında ortaya süreceği şeyleri var bu dünya hayatında.Evet sahi, gerçekten 28 Şubat cuntasının dayattığı ve ortaya koyduğu karışıklıklardan kim kârlı çıkmıştır?” 




 İmzam Hâlâ Aynı Yerde   



(Vakit: 2 Mart 2007) Ertuğrul Özkök:
     Acaba; ' Gerçekleri konuşmak ' nasıl bir resmin inhisarıdır? 28 Şubat'ın yanlışlarını dile getirmek '10. yıl intikam kutlaması' ise, 28 Şubat'ın arkasında duranların sayısı niçin yok denecek kadar azdır. O günlerde Genelkurmay piyonu olduğu ve darbe şakşakçılığına soyunduğu için sözünde durduğunu isbata çalışanları anlamak mümkün ise; 'fotoğrafı görünce o günü çok iyi hatırladı'ğı 'Köşe'sini okumak elzemdir:    " FOTOĞRAFI görünce, o günü çok iyi hatırladım.Yıl 1997. Genelkurmay'ın büyük salonundayız. Yanılmıyorsam Necmettin Erbakan'ın başbakanlıktan ayrılmasından önce Genelkurmayca verilen son brifingde çekilmiş. Üçüncü sırada biz Hürriyetçiler oturuyoruz. Soldan Sedat Ergin, Tufan Türenç, Emin Çölaşan, Oktay Ekşi ve ben. Benim solumda o gün Milliyet'te yazan Yalçın Doğan oturuyor. Başka gazetelerden başka gazetecilerde var salonda. Yine çok iyi hatırlıyorum. 0 brifingden sonra Orgeneral Çevik Birin odasına gidip bir süre sohbet etmiştik. Brifingi veren komutan o gün şu hatırlatmayı yapmıştı: "Kanunlar bize anayasal düzeni korumak için gerektiğinde silah kullanma yetkisi veriyor." Bu sözler ertesi gün Hürriyetin manşetindeydi. Bugün 28 Şubat'ın 10'uncu yıldönümü. Kendini o günlerin mağduru gören medya kuruluşlarında ağır bir "10'uncu yıl intikam kutlaması" rüzgârı esiyor. Bu arada, 28 Şubat'ta devletin çeşitli kademelerinde görev yapmış kişilerde müthiş bir "pişmanlık" havası var. Yer gök "itirafçı" dolmuş. 0 günlerde kraldan fazla kralcılık yapanlar, şimdi eski kralların üzerinde trampet çalıyor. Eğlenceli bir karakter resmi geçidi seyrediyoruz. Bu yaygaraya bakınca şöyle bir hisse kapılıyorum. Galiba 28 Şubat'ı destekleyen tek ben kaldım. Evet destekledim ve desteklemeye devam ediyorum. Hafızası zayıf kişilere de biraz o günleri hatırlatmak istiyorum. Bedevi çadırlarında, Üçüncü Dünya diktatörlerinin önünde iki büklüm eğilmiş bir Türk başbakanı. İran'da Türkiye'nin milli kurumlarını İran rejiminin mollalarına şikâyet eden siyasiler. Başbakanlık Konutu'nda sakallı, cüppeli tarikat yemekleri. "Hepimiz Hizbullahız" diye bağıran iktidar mensupları. "İmam hatipler arka bahçemizdir", "Bu ülkenin rektörleri türbanlılar önünde eğilecek, selam duracak" diyen başbakan. Yüzde 25 oyla ülkenin rejimini değiştirmeye yönelik adımlar. Ve statlarda, evlerde bu iktidara karşı yükselen sesler. Hafızası kıt bazı insanlar bunu unutabilir. Ben unutmadım... Belki onuncu kez yazıyorum. 28 Şubat sürecinde yazdığım her yazının altındaki imzam aynen duruyor. 28 Şubat, Türkiye demokrasisinin gerçek bir balans ayarıdır. Bugünün iktidar mensupları, o günlerden gereken dersi alacak kadar akıllı insanlardır. 0 nedenle rövanşist ilkelliklere cevap vermiyorlar, bildikleri makul yolda yürüyorlar. Bu ülkede bir daha yeni 28 Şubatların olmamasının garantisi de, günlerdir tamtam çalan intikam tugayları değil, gerekli dersleri çıkarmış insanlardır. Başka ülkelerde demokrasi kanlı iç savaşlarla kuruluyor. Biz de ise böyle balans ayarlarıyla. Bazen bize, bazen başkalarına. Türkiye'nin şansı da budur. Bir küçük hatırlatma daha yapayım. Hani şu cümleyi: "İktidara geleceğiz de kanlı mı olacak, kansız mı" diyen zatı. Ben o cümleyi hatırlattım. Siz kim olduğunu çıkarabildiniz mi? 0 bir 28 Şubat paşası mıydı? Yoksa bedevi çadırlarında süklüm püklüm olup da, Türkiye'de kanlı iktidar yürüyüşünden söz eden o günün başbakanı mı? Hani bugün baş mağdur sayılan zat. " Onuncu yıl intikam kutlamalarınız" geçtiğinde bunu da konuşabiliriz.” 



BU AYIP BİZE YETER 



(Hürriyet: 28 Şubat 2007) Fehmi KORU: 

“On yıl önce yaşanan yüzkarası durumun sorumlularıyla yasal açıdan hesaplaşılmadığı’nı ve “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir kara sayfası hâlâ kapkara” duruyor olduğunu hatırlatan Koru’ya göre 28 Şubat şu demekti:    "Tarihimizin o sayfasını 'kara' yapan yalnızca halkın iradesi üzerine başka bir trajedinin geçirilmesi değildi; bunu yaparken kullanılan" yöntemler yüzünden de kapkara o sayfa... Medyanın ekranları ve manşetleri Ali Kalkancı - Fadime Şahin ikilisine teslim edilmişti ve bu ikilinin arkasında da onları 'zinde güçler adına' yönlendirme iddialı (Yıllar sonra kendisinden "28 Şubat'ın gizli kahramanıyım" diye söz edecek) bir isim bulunuyordu: Sisi...  Ülkenin bir ilinde sırtlan cüppeli elleri sopalı insanlar belirmiş, 'Türkiye' görüntüsü denilince onlar akla gelir olmuştu... Bugünden düne bakılınca insanın kanını donduruyor yaşanan süreç: Üç-beş kişinin aklına koyduğunda yönetimini ele geçirebildiği demokrasisi henüz emekleme çağında bir ülkeymiş Türkiye... 'Modernleşme' ülküsünü Benimsediği sanılan tiplerin ele-güne güldürdüğü bir ülke durumuna düşmüştük 28 Şubat sürecinde, "Süreç bitti, Türkiye artık bir daha o gülünç duruma düşmez" diyebiliyor muyuz göğsümüzü kabartarak? Hayır, diyemiyoruz. Diyemiyoruz, çünkü o süreci ülkemize yaşatanlar hesaba çekilmediler. Anayasal sistemi işlemez hale getirmenin, yargıya, bürokrasiye, medyaya, iş dünyasına yasal olmayan emirler yağdırmanın hesabını vermediler.  Anayasa suçu işlediler, fakat o suçun yasalardaki karşılığı olan cezaya çarptırılmadılar. Bulunduktarı yerlerde bugün kendilerini unutturmaya çalışıyorlar belki, ama cezaî takibata uğramayacaklarından da o kadar eminler ki..”  




 KARARGAH SUBAYLARININ ÇETESİ; 


 (Yeni Şafak/28 Şubat 2007) Mümtaz Türköne:
BÇG Türköne'ye göre BÇG bir örgüttür ve 'kelimenin en dar ve en geniş anlamları içinde bir çetedir. Fakat, daha da;   " 28 Şubat Süreci'ni plânlayıp yürüten BÇG'dir. BÇG'ye dair, TSK bünyesinde alınmış resmi bir onay veya emir yoktur. Bu örgütün kanuni bir dayanağı bulunmamaktadır. Bu birim devlet içinde oluşmuş bir çetedir. Devlet imkânlarını kullanan, devlet memuru sıfatını haiz, üstelik silâh taşıyanlardan meydana gelen bir çete toplumun önüne çıkmaktadır. 28 Şubat süreci işte bu çetenin eseridir. 28 Şubat süreci denildiği zaman aklımıza hangi isimler geliyor? İsimleri alt alta koyduğunuz zaman bu askeri müdahalenin emir-komuta zinciri içinde yapıldığı, bir cuntanın eseri olduğu ortaya çıkmaktadır.    Batı Çalışma Gurubu'nun adı ilk defa irtica brifinglerinde duyulur. Bu illegal toplumun başlangıçta Deniz Kuvvetleri'nde kurulduğu, daha sonra isim babalığını Çevik Bir'in yaptığı biliniyor. 28 Şubat'ın post-modern olaylarından biri olan 'Köstebek Olayı' gerçekte bu çetenin belgeleri ile deşifre edilmesi; mukabilinde deşifre edilenlerin yargılanması olaydır. BÇG, bir çete olarak onbaşı marifetiyle çökertilmiştir. Ancak süreç fazlasıyla dallanıp budaklandığı için bu yırtık elbirliği ile yamanacaktır. Ele geçen çete belgeleri, İçişleri Bakanlığı tarafından Başbakan Yardımcısı'na, oradan Başbakan'a, Başbakan eliyle Cumhurbaşkanı'na, oradan Genelkurmay'a, Genelkurmay'dan da ilgili birimlere ulaştırılmış ve BÇG'yi deşifre edenler hakim önüne çıkartılmıştır.    Refah-Yol Hükümeti sona erdikten sonra bir basın toplantısı ile BÇG belgelerini açıklayan ve bu örgütün illegal olduğunu söyleyen Meral Akşener'e Genelkurmay'dan tek kelimelik bir cevap bile gelmemesi durumu özetlemektedir. Aynı şekilde BÇG belgelerini açıklama suçundan yargılanan Hasan Celal Güzel, mahkemede defaatle BÇG ile Genelkurmay arasındaki ilişkinin sorulmasını istediğini kaydetmektedir.    Bu örgüt, kelimenin en dar ve en geniş anlamları içinde bir çetedir. Karargâh subaylarından oluşan bu çete, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kendisini değil, kurumsal itibarını cepheye sürmüştür."  


28 ŞUBAT'IN ONUNCU YILI 



(Zaman: 27 Şubat 2007) Alev Coşkun: 
   Sol yazarların hep tıngırdattığı tencere ve tava içinde Postmodern Darbe'nin yoğrulmasını çok iyi irdelemek(!) mi gerekiyor acaba? Hayır.. tencere ve tavaların içinden çıkan tavşanların hangi besihanelerde kelem kemirdiğine bakılmadıkça ve nice insana % 60'dan % 90 aptal dekontu veren bankaların içine akıl erdirilemedikçe Alev'li 28 Şubat'ı işte böyle yorumlarsınız; "Daha önceki 1950-60 ve 1965-70 dönemlerindeki uygulamaları izleyen ve 12 Eylül’ün açtığı yoldan ilerleyen, kutsal din duygularını politikaya alet ederek ve feodal kalıtıların destekleriyle siyasal iktidarı ele geçiren oluşumlar birbirini izledi. Sonunda 1997 yılına kadar gelindi. 28 Şubat öncesi,Tansu Çiller ile Erbakan'm kurdukları REFAHYOL koalisyon hükümeti siyasal iktidardır. Başbakan Erbakan'dır. Erbakan her vesile ile her hareketinde din motiflerini kullanıyordu. Çiller, "Siyaset dinin emrindedir" diyecek kadar aklını yitirmiş, ihtirasının emrine girmişti. Başbakanlık konutunda Erbakan'ın tarikat şeyhlerine verdiği iftar yemeği bardağı taşıran son damla olmuştur. Artık, bıçak kemiğe dayanmıştı. Siyasal iktidarın Atatürk devrimlerini hiçe sayan tutumuna karşı sivil toplum örgütleri, "Sürekli aydınlık için, bir dakika karanlık" eylemini başlattılar. Akşam belli bir saatte bütün büyük kentlerde elektrikler bir dakika kapatılıyor, özellikle kadınlar balkonlara çıkıp ellerindeki tavalara kaşıklarla vurarak iktidarın Atatürk devrimlerine karşıt politika ve davranışlarına tavır koyuyorlardı. Bu hareket çok büyük bir halk desteği toplamıştı. Harekete sivil toplum örgütleri (TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, TOBB, Esnaf ve Sanatkârlar Odası, ADD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, kadın kuruluşları) büyük destek verdi, bir toplumsal mutabakat doğdu. Bekir Coşkun'un belirttiği gibi "28 Şubat süreci toplumun tepkisinden doğmuştur. Toplum tepkisini gösterdiği için, Erbakan'ın gidişi bir küçük formaliteye kalmıştır. Toplumun tavası tanktan daha güçlüdür.” 




 28 ŞUBAT NEYDİ?  



 (Cumhuriyet: 28 Şubat 2007)   İlhan Selçuk:
  Demek ki insanın haklı gerekçeleri yok ise dereden tepeden su getirirmiş. İlhan Selçuk bunu çok fazlasıyla yapıyor. 28 Şubat neydi? sorusuna gelince onu aşağıdaki cümleleri içinde bulmak mümkün değil. Zaten kendisi de aranıyor ve taaa.. ABDli Bush'ta var zannıyla ilim satıyor da, 28 Şubat'ı makul çerçevede bulamıyor;     "28 Şubat bugün... Herkes mezhebine meşrebine göre 28 Şubat'a ilişkin bir şeyler söyleyecektir; sivildir, askerdir, darbedir, değildir, iyidir, kötüdür gibi vesaire ki tümü fasa-fisodur... Bir soru: -İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra çok partili rejime geçtik. Dünyada 5 yıllık zorunlu öğretim -birkaç ilkel ülke dışında- tarihe gömülmüşken Türkiye'de neden 28 Şubat'a (1997) dek sürdü?.. Uygar dünyada geçerli akıl-bilim üzerine en az 8-12 yıllık öğretimi Türkiye'de çok partili rejim niçin en aşağı yarım yüzyıl dışladı?.. Yanıt açık: Kemalist Devrimin ardından gelen çok partili rejim, Türkiye'nin özel tarihsel koşullarında, sola ve ileriye açık demokrasiyi değil, daha çok sağa ve geriye açık karşıdevrimi öngören bir siyasal içerik taşıyordu... Kur’an ve hafız kurslarıyla, imam hatip okullarıyla, Öğretim Birliği'ni temelde yıkan karşıdevrim başarı kazanmıştır. Türkiye'de yaşananları anlayabilmek için uygar dünyanın tarihindeki "Aydınlanma Devrimi" ölçeğine başvurmak gerekir... Yoksa tüm olan bitenler karmakarışık, anlamsız, içeriksiz, yüzeysel bir siyasal çatışma edebiyatının gargarasında Doğulup gidecektir... Ülkemiz bugün açıkça dışarıdan destekli bir karşıdevrim sürecinde ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ne oturtulmak isteniyor... Karşıdevrimin arkasında Amerika'nın Bush yönetimi var... Sürüklenişimizi görmemek için kör olmak gerekir...” 




10 YILIN ARDINDAN 




 (Cumhuriyet: 28 Şubat 2007) Merve Kavakçı: 

Kendisi de bir kadın iken; "üç-beş kendini bilmez çirkin kadın sokaklara çıkartıldı. 'Türkiye laiktir, laik kalacak' diye çığrıdılar" diyerek 28 Şubat sürecinden nefretle bahseden Merve Kavakçı, başörtüsünden dolayı Meclis'ten dışarı çıkmaya ve daha sonra vekillikten ayrılmaya mecbur edilen bir kadındı. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Hanımı Lâtife'de hafıza-i nisyana uğrayan bir Türkiye'yi bakınız O' kadın nasıl tarif ediyor: “Zaman su gibi akıp gitmiş, 28 Şubat'ın onuncu senesine ulaşıvermişiz. Ümit edelim; Türkiye bu karanlık sayfaları kapatmış olsun.   Eleştirmek adına dahi olsa hatırlamak insanın vücudunun buz gibi kesilmesine yetiyor... 28 Şubat; Refah Partisi iktidarının, Türkiye'yi ekonomik bağımsızlığına kavuşturması girişimine ve bu yolda kısa zamanda sağladığı başarıya karşı yapılmış bir darbedir. 

Bunu ben söylemiyorum... 

  28 Şubat'ın mutfağında çalışmış Washingtonlu söylüyor. Soruma "Hiçbiri" diyor ve ekliyor:  "Ne Başbakan'ın İran'a gitmiş olması ne de ABD gözünde terörist devletler listesinde baş sırayı çeken Libya'ya gitmesi" diyor, "bunların hiçbiri değil, ne zaman ki bizim ekonomik çıkarlarımıza ters düşen gelişmeler oldu; işte o zaman" film Washington için kopuyor. Hayretle dinliyorum sorumun cevabını.. inanıyorum... Çünkü her ne kesimden olursa olsun, her konuda birbirini boğazlamaya hazır topluluklarda olsun, hepsi o dönemin ekonomik gelişmelerine dair aynı safta toplanıveriyor, bir ağızdan "Türkiye böyle bir dönemi görmedi, hepimizin yüzü güldü, cebimiz ısındı" diyorlar. Neden?.. 0 zamana dek kendilerine gelmesi gerekirken başka mecralara akıtılan imkânlar nihayet halktan yana bir yönetimle asıl sahibine, halka aktarıldı da ondan. Aktarıldı aktarılmasına da; olan da Refah Partisi'ne oldu... Halktan yana duruşunu hayatıyla ödedi. Tabii bütün bunlar, benim anlattığım gibi açık ve siyasete yakışır bir mertlikte gelişmedi. Üç-beş kendini bilmez çirkin kadın sokaklara çıkartıldı... Arkaları boş; ama çok gibi gösterildiler... "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye çığrıdılar, kulakları tırmaladılar... Yürüyüşlerini Türkiye'ye mal ettirmeye çalıştılar. Batı Çalışma Grubu, devlete-millete rağmen kuruldu. Militarist çete, herkesi önce bir eğitimden geçirdi, salıverdi sokağa. Olan Refah Partisi'ne ve onu seçen halka oldu... Olan millete, vatana oldu, Türkiye kimi yerde on, kimi yerde yirmi yıl geriye götürüldü...” 



****

SİNCAN/YILDIZ/KUDÜS ÇADIRI=28 ŞUBAT BÖLÜM: 5




SİNCAN/YILDIZ/KUDÜS ÇADIRI=28 ŞUBAT  BÖLÜM: 5






..VE BİZİM MUHAKEMEMİZE TAKILANLAR.! YILDIZ'I MUHAKEME VE YILDIZ'IN MUHAKEMESİ    


Kudüs Gecesi Dâvâsı'nın basitliğine inanan ve vicdanen müsterih bir Bekir Yıldız.. Tıpkı başkanlık makamının çevresindeymiş gibi, mahkeme salonunda da kendi adına değil, Yıldız namına rahat davrananların zarar vermesi muhtemel bir Bekir Yıldız.. Her ne kadar kendi adına konuştuğu zaman, tahliye umudu verecek sözlerden 'ben espritüel bir insanım. 



O gecede de espri yaptım' söz yumağını seçse de, bunlar ilk duruşmalarında işe yaramayacak, Nisan Ayı'ndaki dâvâda Alim Çiçekli, Selçuk Öz, Mustafa Akbeyaz ve Burhan Polat gibi amatör tiyatro oyuncuları tahliye edilirken, Yıldız ve diğer 5 arkadaşı, Necip Fazıl'ın Mehmed'ine yazdığı ve;   'Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta   Baba katiliyle baban bir safta   Bir de geri adam, boynunda yafta       Hâlimi düşünüp yanma Mehmed'im       Kavuşmak mı?  Belki.. daha ölmedim'  diyerek tarif ettiği Zindan'a geri döneceklerdi.    Umutların yeşermesi için beklenilen aylara eklenen Şubat, Mart ve Nisan'lar geçecek, 1997'nin Haziran'ının ilk haftasına gelinecekti. Bekir Yıldız, o 5 arkadaşı ile yine Hâkim karşısına çıkacaklar ve yine tahliye talepleri ertelenecek, böylece de sabır küpü çatlayan kimileri,'kâfirlerden Yezidlerden' dem vuracaklardı.    Evet.. 6 Haziran 1997'de başlayan o günün dâvâsında mahkemenin sanıkları tahliye etmemesi, Yıldız ve diğer tutuklu taraftarlarının (!), (sanki stadyumdayız), tutuklu yakınlarının Tekbir getirerek protestoda bulunmalarına sebeb oluyordu. Bazı gazetelere göre Şeriat gösterisine dönen duruşmada sanıkların yakınlarıyla Sincan Basın Bürosu'nda görevli kişiler gazetecilere saldırıyor ve tartaklıyorlardı. 





   Ankara 2 Nolu DGM'de görülen dâvâ öncesi, tahliye umuduyla sakin davranan tutuklu yakınları ve tutuklular, tahliye talebinin reddiyle birlikte galeyana geliyor, Bekir Yıldız'ın Avukatı Faik Işık da mahkemeyi suçlayarak; 'bu kadar uzun süre tutukluluk hâline devama karar verilmesi İhsas-ı Rey'dir. (Görüş ve kanaatını, reyini belirtme.) Savunma yapmayı gerekli görmüyorum. Bundan sonra dâvâya girmeyeceğim' diyor ve tepki gösteriyordu.      




        Hem dâvâyı izleyenler, hem de sanıkların yakınlarıyla bazı sanıkların alkış tuttuğu ve yuhh! çektikleri görülüyor, İBDA-C işaretleri yapılıyordu. Aralarında Bekir Yıldız'ın eşinin ve kardeşlerinin de bulunduğu bir gurup insan hakimlere, 'Yazıklar olsun. Kâfirler.! Yeter be. Allah'tan korkun.!' ve 'Yezid'in torunları!' diye bağırıyorlardı.      Mahkeme Başkanı M. Turgut Okyay'ın da; 'böyle yaparsanız bir daha sizi duruşmaya alamam, sakin olun' demesi dahi, sıra kapaklarına vurularak yürütülen protestoyu önlemeye yetmiyordu. Polisin güç kullanmadığı olaylı dâvâyı izleyip, kararın hoşnutsuzluğuyla tepki gösteren izleyiciler, Tekbir'ler getirerek salonu terkederlerken, geride, 'şeriat Propagandası Suçlusu' Selam Gazetesi Haber Müdürü Sanık Nurettin Şirin önce zafer, sonra da İBDA-C işareti yapıyor, bu davranışı da Mahkeme Başkanı Okyay tarafından tutanaklara geçirtiliyordu.     Mahkeme Başkanı Okyay bir ara, kürsünün yanındaki Avukat Faik Işık'a:"bunu demeseydin, böyle olmazdı" diyerek hem tepkisini verdiği hem de olayların vebalini biraz da Işık'a yüklediği görülüyordu. Bu arada Avukat Işık'la Başkan Okyay arasındaki suçlama ve tartışmalar dolayısıyla Hakim Üye İbrahim Kozan, Avukat Işık'a kızıyor ve 'sen bize yasa mı öğreteceksin?' diyerek azarlıyordu. Ve Okyay gazetecilere dönüyor; 'görüyorsunuz, burada görev yapmak ne kadar zor' diyordu.    Etimesgut'un RPli Belediye Başkanı ve 1997-1999 yılları arasında Basın Müşavirliğini yaptığım Yalçın Beyaz ile zamanın Çubuk Belediye Başkanı Süleyman Haksever'in de izlediği bu 'tahliye'siz dâvânın seyri de böylece hitam buluyordu.        





     YILDIZ'A BERAAT YOK

    Basında geçen haberlerde de belirtildiği gibi 15 Haziran günü Yıldız'ın avukatları tarafından İçişleri Bakanlığı'na bir dilekçe veriliyordu. Dilekçenin mahiyetindeki genel istek, 'suçsuz olan, laik-dinci ayrımı yapmayan, Kudüs Gecesi'ndeki konuşmasının en az 15 yerinde birlik ve kardeşlikten bahseden' Bekir Yıldız yine içinde bulunan bu tarihte beraatını istiyordu. Bu istek yine, aradan 15 gün geçtikten sonra müsbetleşiyor ve Sincan Belediye eski Başkanı Bekir Yıldız 2 Temmuz günü tahliye oluyordu. Tahliye olan sadece Yıldız olmuyor, bu tahliye kervanında Mükremin Kılınç, Hüseyin Avni Yazıcıoğlu, Osman Özüpek, Ahmet Duran Özdemir ve Nuri Niyazoğlu yer alırken, Nurettin Şirin'e DGM 2 Nolu Mahkeme'den tutukluluk hâlinin devamı kararı çıkıyordu.    Mahkeminin mütealasında görüşleri sorulan Bekir Yıldız'ı, duruşma savcısı Nuh Çetinkaya, 'Sincan'da 31 Ocak 1997'de Kudüs Gecesi adı altında bir toplantı düzenlediğini, bu toplantıda Yıldız tarafından Türk Halkı'nın Müslümanlar ve Laikler şeklinde ayrıma tâbi tutulduğunu' anlatıyordu.    Yıldız bu mütealaya; 'düzenlediğimiz Kudüs Gecesi'nde Filistin'de yaşanan insan hakları ihlâllerini dile getirdik. Konuşmamızda birlik-beraberlikten bahsettik. Suçsuzum, beraatımı istiyorum' karşılığını veriyordu.    Diğer sanıklardan tiyatro oyununda rol alan ve tutuksuz yargılanan Selçuk Öz, Ahmet Duran Özdemir, Mustafa Akbeyaz, Burhan Polat ve Alim Çiçekli de tahliye talebinde bulunuyorlardı.    Neticede de Yıldız'la birlikte diğer sanıklar da tahliye ediliyorlardı. Ama içlerinde yalnızca Bekir Yıldız için tahliye çıksa da beraat edilmeme kararı gündemini koruyor ve ileride O' kendini, firar yolunu açan gelişmeler içinde buluyordu.                  28 Şubat Post-Modern Darbe'nin masumları, rolcü sahte Şeyhler ve kullandıkları   





    KUDÜS GECESİ SANIKLARININ BİYOGRAFİLERİ 

1. Adam/Bekir YILDIZ: Malûm adam, RP'den 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde aday adayları Osman Erkmen ve Mustafa Kelebek arasından tercih edilen mütevazi, milli-manevi yönü kuvvetli, dinamik bir belediye başkanı iken 'Kurban Seçilen' ve 'Kudüs Çadırı'nı kurdurmak, içinde konuşmak'la cezalandırılan isim.. 




2.Adam/Mükremin KILINÇ: Sincan'dan tankların geçmesine sebeb gösterilen Kudüs Gecesi döneminde, proğram ana organizasyonu dolayısıyla sorumlu tutulan ve ceza alan belediye başkan yardımcısı.. 

3.Adam/Hüseyin Avni YAZICIOĞLU: Sincan'da Ayşe Tokuştepe krizi esnasında Eğitim Kültür Müdürü iken, yerel basında Önal Bayır'ın sehven adının geçmesiyle yorumlardan yakasını kurtaran, ama, Kudüs Çadırı'nın kurulması, posterlerin asılması, tiyatro oyunu (esasında bu bir skeçti) oynatılması, Bagheri ve Filistin elçilikleri gibi zevata davetiye gönderilmesi ile suçlanıp tutuklanan kişi.. 

4. Adam/Selçuk ÖZ: Sincan Belediyesi'nin Eğitim Kültür Koordinatörü, Ahmet Duran Özdemir'le tiyatroda rol alan, ceza almayan ve halen belediyede çalışan eleman.. 

5.Adam/Ahmet Duran ÖZDEMİR: Belediyenin vasıfsızlarından ve Selçuk Öz ile tiyatroda rol alıp ceza almayan isim.. 

6.Adam/Osman ÖZÜPEK:Eğitim Kültür'de görevli vasıfsız eleman. Tiyatro sahnesine fırlayıp taş atma pozisyonu alarak heyecanı yargılanan ve ceza almayan isim.. 

7.Adam/Alim ÇİÇEKLİ: Vasıfsız eleman, tıpkı Osman Özüpek gibi sahneye fırlayıp taş atma pozisyonu aldığı için yargılanıp ceza almayan, aynı zamanda, soruşturma geçiren Yıldız'ın koruması Abdülhakim Çiçekli'nin kardeşi olan isim.. 

8.Adam/Nuri NİYAZOĞLU; Osman Özüpek ve Alim Çiçekli pozisyonundaki 3. kişi.. 

9.Adam/Mustafa AKBEYAZ; Osman Özüpek, Alim Çiçekli ve Nuri Niyazoğlu pozisyonundaki 4. kişi.. 

10.Adam/Burhan POLAT; Osman Özüpek, Alim Çiçekli, Nuri Niyazoğlu ve Mustafa Akbeyaz pozisyonundaki 5. adam.. 

11.Adam/Nurettin ŞİRİN; Tutukluluğu 2006 yılına kadar süren, Selam Gazetesi Haber Müdürü ve Yazarı olan, mahkemede ısrarla İBDA-C işareti yapan inançlı, inatçı ve kararlı bir isim..

    Vakit Gazetesi 10 yıl sonrasında 28 Şubat'la ilişkili isimleri böyle yansıtıyordu                      




  11'E 11 KIYASI 





   Kudüs Gecesi sanıklarının yekûn teşkil ettiği sayı, yani 11 rakamı ile buluşan; 28 Şubat Postmodern Darbesi ve sonrasındaki gelişmeler içinde icraat ve açıklamaları ile dikkat çekenlere ilk 11'lik gurub olan Sincanlılar'ı sanık biyografileriyle tanımıştık.    Şimdi de üst düzey olup tesadüfi 11 sayısı ile ikinci, esasen 1. ama gidişat gereği 2. gurubu tanıyalım:

 I-Çevik BİR: 28 Şubat'ın baş aktörlerinden biri olan Çevik Bir, daha sonra yaptığı açıklamalarda 'medyanın dolmuşuna geldik' demişti. Kendisi de dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'yı dolmuşa getirmekle suçlanıyor. 28 Şubat döneminin şahinleri arasında yer alan Bir, o dönemde Genelkurmay 2. Başkanı sıfatıyla Sincan'da tankları yürütmüş ve 'Balans Ayarı yaptık' demişti.

 2-Güven ERKAYA: 28 Şubat sürecinin baş mimarlarından ve Batı Çalışma Gurubu'nun kurucusu idi. Refahyol döneminde Başbakanlık'ta verilen davette adeta eylem yaparak garsonların içki servisi yapmasını sağlamıştı. 

3-Vural SAVAŞ: 28 Şubat sürecinde Yargıtay Başsavcılığı görevini sürdürdü. RP'yi kapatma dâvâsı açarak 'parti kapatan hukukçu' olarak adını duyurdu.

 4-Yekta Güngör ÖZDEN: 28 Şubat'ın ateşli savunucularındandı. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'nı yürütüyordu. Mütedeyyin insanları hedef alıcı açıklamalarıyla tepki çeken bir isim olarak sivrildi.

 5-Teoman KOMAN: Jandarma Genel Komutanlığı yapıyordu. Eski bir MİT'çi. İnterbank'ı batırdı. Devlete 1 milyon 200 Dolar borç bırakan Cavit Çağlar'ın Nergis Holding'inde görev aldı. İnterbank sanıkları arasında yargılandı. Susurluk olayına adı karıştı. Meclis Susurluk Araştırma Komisyonu'nun çağrısını dinlemedi. TBMM Üyeleri'ni takmadı.

 6-Osman ÖZBEK: Erzurum Jandarma Bölge Komutanı'ydı. 18 Nisan 1997 günü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Necmettin Erbakan'a hakaret etme ve dost bir ülke başbakanına küfür etme cesareti gösterdi. ANASOL-M Hükümeti döneminde Beyaz Enerji Operasyonu sebebiyle Jandarma Hareket Başkanlığı görevinden alınarak Kayseri Jandarma Komutanlığı'na sürüldü.

 7-İsmail Hakkı KARADAYI: 28 Şubat döneminde Genelkurmay Başkanı'ydı. 28 Şubat 1997 günü gerçekleştirilen tarihi toplantıda hükümete ağır sözler sarfetti. 

8-Kemal GÜRÜZ: 28 Şubat sürecinde YÖK Başkanı olarak binlerce öğretim üyesiyle öğrenciyi fişleyen üniversitelerdeki başörtüsü yasağının uygulayıcısıydı. 

9-Mesut YILMAZ: 28 Şubat 1997'deki MGK'da alınan 18 maddelik karar onun döneminde (başbakanlığında) uygulandı. Kur'an kurslarına yaş sınırlaması getirdi. BÇG'nin çalışmalarına seyirci kaldı. Yüce Divan'da yolsuzlukla yargılanan ilk başbakan oldu. 

10-Erol ÖZKASNAK: 28 Şubat döneminin Genel Sekreteri olan Tümgeneral Erol Özkasnak kamuoyunun gündemine sadece kırılan bacağı ve '28 Şubat Postmodern bir darbedir' itirafı ile gelebildi. 

11-Bülent ECEVİT: 28 Şubat döneminin inançlı kesimi hedef alan sözleriyle gündemden düşmeyen DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yine gündemde gazetecilere verdiği demeçlerle kalmayı başaran bir isim." 
Haber kaynağı: VAKİT: 28 Şubat 2006. 






 YILDIZ’IN HAPİSHANE GÜNLERİ

   Elbette buhranlı geçti.. Bekir Yıldız, Sincan halkının büyük teveccühüyle geldiği makamda kısa süreli bir başkanlık sefasının veya geceli gündüzlü çalışmasıyla o kısa sürede çektiği cefanın mı zamanlarını aradı. Nasıl bir ruh hali içinde, neleri ne kadar, kimleri nasıl düşünerek gün geçindi. Elbette buhranlı geçen o günlerin içine sığan 24 saatlik bölümlerde aylarca hangi vaziyetiyle güne gün devirdi.    Bütün bunları bizim tamamiyle bilmemize veya anlamamıza imkân ve ihtimal yok.    Bekir Yıldız; kurban seçilmesinin cezasını, Türk vatandaşlığının mucibince çekti ve günü geldiğinde de azad vaktine adım attı.    Attı ama, malûm çevreler, hiçbir zaman O’nun peşini bırakmadılar. Her fırsatta aradılar, kendisini konuşturdular, kendileri de konuşmaya fırsat elde ettiler.     Yıldız’ın mahkûmiyetinin ardından o peş sürek avcıları, Türkiye’ye ekstra bir Başkan’ın Kudüs Çadırı’nı az konuşsalar ve çok az sorsalar da, 28 Şubat’ın canlı tutulması adına bazen maksatlı ve maksadı içinde sinsi duygular taşıyan ifadeler kullandılar. Hattâ bir gazetenin ak dediğine kara diyenler, ortaya tenakuz koyanlar ve Yıldız’ın hemen hiç kalmamış gibi görünen postundan istifadeye çalışanlar, aldı yürüdüler..    Ama, bütün bu kaosa rağmen Bekir Yıldız, muhakemesini de, vicdanını da, aklını da muhafaza etti. Sözünün arkasında durduğunu gösterdi..    Aradan geçen azap ve ahde vefada inkâr dolu günleri yaşadığı hâlde, çabuk toparlandı. Sonra da hayatını düzene sokmak adına çok güzel ve şerefli bir mücadele verdi. Peki bu Yıldız, mahpus’tan çıktığı gün ilk kime ne gibi bir demeç verdi? İşte o fasıl.. 

  ÖMER UZUN; YILDIZ'LA İLK GÖRÜŞEN GAZETECİ

    Gerçek Haber'in 5 Temmuz 1997 tarihli nüshasının manşetine ' SİNCAN YILDIZ'INA KAVUŞTU ' başlığı atarak tahliye gününü Yıldız'la paylaşan Ömer Uzun, bakınız o günün haberini nasıl veriyor;    "Olaylı Kudüs Gecesi'nden sonra İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınan Sincan Eski(!) Belediye Başkanı Bekir Yıldız tahliye edildi. Yıldız, Ulucanlar Kapalı Cezaevi'nden çıktıktan sonra sorularımızı şöyle cevaplandırdı:   'Suçsuzum. Adalet yerini bulacak. Olayı medya çarpıtmış ve büyütmüştür. Bizler Kudüs Gecesi'nde Türkiye'deki Müslümanlar'ın duyarlılığı doğrultusunda bir proğram yaptık. Konuşmamız bilindiği gibi bazı medya kuruluşları tarafından çarpıtıldı ve büyütüldü. Konuşma kaseti çözüldüğünde görüldü ki 12-13 yerde birlikten, beraberlikten, kardeşlikten söz edilmiş. Bunlar mahkeme dosyasında mevcut. Biz suçsuzuz. Adaletin tecelli edeceğine inanan insanlarız.   




 HABBE-KUBBE, PİRE-DEVE 

   Ülkeyi, ülkemin insanlarını, bölgemi seven bir insanım. Bölgede yaşayan insanlar bunu çok iyi bilirler. Sincan dışında yaşayan insanların bunu idrak etmesi zor olabilir. Habbe kubbe, pire deve olabiliyormuş. İstedikleri zaman insanı istedikleri şekilde tanıtma özelliğine sahib, geçmişte 5. kuvvet olarak bilinen, ancak şimdi birinci kuvvet durumuna gelen medyanın haberleri yaparken özellikle ülkesini ve insanlarını düşünmesi lazım..  

  STRATEJİK HATA

    Türkiye'de yayın yapan TV'lerin yayın yaparken neyin ülke menfaatına, neyin ülkemizin zararına olacağını hesap etmeleri gerekir. Ne gerek vardı Sincan'dan geçen 30 tankın ikisinin arıza yaptığını vermeye. Çünkü TV'lerimiz bütün Dünya ülkelerinde izleniyor. Başka ülkelerin bizim elimizdeki stratejik değerlerimizin durumunu bilmemeleri gerekir. Ülkesini seven insanın ülkesi adına zarara verecek her şeye dikkat etmesi gerekir. İnşallah bundan sonra ölçüyü yakalarlar.

    İRTİCA MİRTİCA KALMADI 

   Hiç bir şeyi Türkiye'de konuşmaya gerek yok. İnsanlarımız sağlıklı düşünmeyi yakaladı. Su bulanmayınca durulmaz. Bulandırdılar, durulttular. Bakınız, kaç gündür irtica mirtica diye bir şey kalmadı. Yeni kurulan hükümetin kilometre taşı belli. En fazla üçüncü durakta soluklanacaklar. Ancak sekte yaşanmamalıydı. Meclis içinde çirkin veya güzel pazarlıklar da olsa, meclis içinde çözülmesi gerekir. En azından ülke 20 sene geriye gitmemiş olur."    İşte, böyle diyen Yıldız her nedense gerek kelimesini en az altı yerde kullanıyor. Demek ki o gün gereken bir şeyler vardı. Ama gerekleri yerine geldi mi veya getirilebildi mi bilemeyiz. O halde birileri de böyle bir cümleye 'ne gerek vardı' diyebilir.    

 ÜÇ YAZI

    Bekir Yıldız'la ilgili bugüne kadar bir çok röportaja yer verildi. Bu konu hakkında yazılan makaleleri de ele alacak olursak, Yıldız statüsünde iki farklı değerlendirmeyle karşılaşırız. Birincisi, O'na çok yakın olanların realiteye daha uygun görüş belirtmeleri, ikincisi de O'na çok uzak olup da yakınlaştık zannıyla bazen ahkâm kese kese asparagas haber ve yorum üretmeleri..

    İşte bu noktada O'na çok yakın olan ve olabilmiş üç ismin, Yıldız'ın tahliye oluşundan hemen sonra, nasıl bir ruh ve fikir girdabında, dünü çılgın bir hayata dönen Bekir Yıldız adına, nasıl doğru ve isabetli görüş ortaya koyduklarına bir bakalım:  Ömer UZUN/ Yıldız Yeniden Doğdu Tarih 2 Temmuz 1997..    Günlerden Çarşamba...

    Sincan'ı CNN'de dahi baş köşesine oturtan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'a tahliye haberi geliyor.

    Bu haberi gazetemize ulaştıran şahıs ise, Sincan Spor Başkanı Sedat Uzunal..    "Müjde... Müjde.." diyor Uzunal...



   
 " Başkan Yıldız tahliye oluyormuş "    Telefondaki sesi, sevinçten adeta titriyor...    Ahizeyi yerine koyduktan hemen sonra, RP Sincan İlçe Başkanı Zafer İçyer'i arıyorum.    " Evet.. müjdeler olsun Başkan tahliye oluyor." diyor..    Yenikent Temsilcimiz Musa Uysal ile birlikte fotoğraf makina(!)larımızı kaptığımız gibi Ulucanlar Cezaevi'ne gidiyoruz.     Saat: 15.30..     Gazeteciler, televizyon muhabirleri, kameramanları, foto muhabirleri hazır vaziyette..    Bekir Yıldız kapıda görünüyor ve kendisini bekleyen Mersedes marka otomobile bindiği gibi hızla 5 aydır özlemini duyduğu Sincan'a yol alıyor.     Evinin önünde kurban kesildikten sonra ziyaretçiler içeriye giriyor. Ancak, basın mensupları alınmıyor..  

  Ama, biz içeri girmeyi başarıyoruz..    Evin içi adeta bayram yeri gibi..     Sevinçten gözleri dolan yaşlı kişileri görünce, duygulanmamak elde değil. Konuşurlarken sözcükler sanki boğazlarında düğümleniyor.    Herkes ne diyeceğini, nasıl geçmiş olsun diyeceğini bilemiyor.     Etimesgut Belediye Başkanı Yalçın Beyaz, Sincan Belediye Başkanvekili Ahmet Erbağ, RP Sincan İlçe Başkanı Zafer İçyer'in yanı sıra, diğer ziyaretçiler de Başkanı yalnız bırakmıyorlar.    Başkanın özgürlüğüne kavuştuktan sonraki ilk röportajı gazetemiz ile yapması, bize ayrı bir mutluluk vermişti. Başkanla konuşurken, Musa Uysal kardeşimizin flaşları ardı ardına patlıyordu...    'Özgürlük güzel şey' dedi Yıldız..    Ve ekledi:   Bazı medya kuruluşlarının yazdığı-çizdiği gibi, Hilton'da kalmadık.    ' Suçsuzum' diyordu Yıldız..    'Adalet mutlaka yerini bulacaktır' diyordu Yıldız...    'Bizler insanlarımızı seviyoruz.. Hizmet için aday olduk, hizmet vermek için seçildik ve hizmet veriyorduk." diyordu Yıldız..     Geçmiş olsun telefonları susmuyordu.    Röportajımız bitti.. oradan ayrıldık..    Diyorum ki;      ' Geciken adalet, idamdan sonra gelen affa benzer.'    'Yıldız mutlaka görevine dönmelidir.'     Sincan'da hizmetine devam etmelidir. Çünkü, Sincan'ın Yıldız'a ihtiyacı var..    Yarışı kazanmak için, tabii ki gaza basılır.    Ama engelleri aşmak için de frene..   Yanınızdaki yol gösterici ne kadar heyecanlı davranarak gaz veriyorsa, siz engelleri daha iyi görmek zorundasınız.    Veee..    Frene basmasını bilmelisiniz.    Erbakan Hoca'nın yaptığı gibi..    Çünkü oyun kuralına göre oynanır.    Siz ne kadar haklı olursanız olun, haksız çıkabilirsiniz.    Her zaman üzerinde düşündüğüm bir şey var..    'Her şer'de bir hayır vardır'    Gazetem ve şahsım adına Yıldız'a geçmiş olsun diyorum..."    Başkanın seyir defterine neler yazdığını ben bilemem. Ancak ben kendi bakışımdan başkanın seyir defterine özel olarak bir göz atmak istiyorum.       


   

 Sadettin BAYRAM/ Başkanın Seyir Defteri   

Benim gördüklerim, başkanın seyir defterine geçenlerin belki de yüzde biridir.    Bir İlkbahar mıydı, Sonbahar mıydı, hatırlayamıyorum.. Kız Meslek Lisesi'nde Organizetörü Mustafa Kelebek'in başını yiyen (Mehmet Akif'i Anma Gecesi'nde) (Hazret-i Ömer'in Adaleti) adlı piyesi izlerken, zayıf ve esmer bir genç gördüm. O genç Bekir Yıldız'mış. Ve MGV'nin Sincan Şube başkanıymış..    Alelacele ayakta sıradan bir tanışma geçti aramızda. O'nun bir gün Sincan'a başkan olacağını ve şöhretinin Türkiye'ye yayılacağı aklımın ucundan bile geçmedi.    Bekir Yıldız müteahhitlik yapıyordu.. Ama, ben O'nu daha ziyade yerel gazetelerde yazıları ile tanıyordum. Zaman zaman karşılaşıyor, fakat fazla yakınlığımız olmuyordu. Bir ara birlikte kısa bir gazetecilik çalışmamız oldu.. Başka çalışmalarda yaptık. Ben Bekir Yıldız'ı yavaş yavaş tanımaya başlamıştım. O günden bugüne çalışmalarımız oldu. O zaman O'nun ufkunun genişliğini, gönlünün derinliğini ölçmeye çalıştım. Belediyede devraldığı enkaz neticesinde karşılaştığı zorluklara gösterdiği tahammüle yüreğinin tam manasıyla bir sabır taşı olduğunu anladım.    Makina(!) Parkı kendi tabiriyle üzerinden Sırp Ordusu geçmiş gibi perişan durumdaydı. Borçlar gırtlağı aşmış ve hâlâ belediyede bunun etkisi hissedilmektedir. 

   Sincan'ın çamuru için şairler şiir yazıyordu. O gecesini gündüzüne katarak kendisini Sincan'a adadı. Gayesini şu cümlelerle özetleyebilirim:

    "O'nun gayesi halkı memnun etmek değil, Hakk'ı memnun etmekti. O hem Hakk'ı, hem de halkı memnun etmek, makamların en yücesidir düsturuna sarıldı.    Uzağında ve yakınında bir çok insan vardı. Taşlar tam yerine oturmuş muydu, bilemiyorum.. Ama hedef Sincan'a hizmet etmekti.    Ben burada Bekir Yıldız'ın yaptıklarını ve yapacaklarını anlatacak değilim. İktidarlar O'na el uzatmadı. Sonunda O'nun partisi iktidar oldu ama, merkezi hükümette yine umduğunu bulamadı.

    Gün geldi, hiç kimsenin burnunun kanamadığı, kimsenin incitilmediği ve sadece Siyonist İsrail'in kınandığı, Müslümanlar'ın ilk kıblesi Kudüs Gecesi vesilesiyle 5 ay sürecek mahkûmiyet hayatı başladı. O Ulucanlar'da bana ve tüm dostlarına göre suçsuz ve masum olarak çilesini doldururken, dışarıda kıyametler kopmaya başlamış..    Medya çılgıncasına ülkenin maddi ve manevi değerlerini çiğneme pahasına yıkım müteahhidinin taşeronluğunda Refahyol Hükümeti'ni yıkma operasyonlarını başlatmış.    Paşalar uluorta konuşmuş..    İhtilal çığırtkanları, sahte demokratlarla el ele vermiş.    Rantiyeciler, şantiyeciler senaryolarını figüranlarına oynatmış..    Bütün bunlar olurken, başbakanın yaptıkları, yani söyledikleri ihtilal sebebleri arasına alınmış, tankların yürüyüşü, ilericiler, çağdaşlar, laikler ve sahte demokratlarca alkışlanmış.    Çirkin ve iğrenç şekilde milletvekili ayartmaları horozlu şekerlerle değil, milyonlarca dolarlarla gerçekleştirilmiş..    Bir yıllık iktidarında ülkede demokrasinin olmadığı, hatta Kemalizm bile hüküm sürmediği, hakimiyetin sadece ve sadece militarizmde olduğu açık ve net bir şekilde ortaya çıkmasına vesile olan Necmettin Erbakan'ın istifasıyla Refahyol son bulmuş..    Gerçek demokrasi tarihinde görülmemiş, ucube bir hükümet kurulmuş, irtica yine her zamanki uykusuna dalmış, Milli Eğitim ve Diyanet Türk-Yunan şiirinin müellifi Ecevit'e teslim edilmiş.    Yollar sol olmuş, parlemanto dışı güçler, ülkenin dev sorunlarını bir tarafa bırakıp, ülkeye yine zaman kaybettirme sürecini başlattırmış.    Malûm medya hedefine ulaşınca ekranlarda 'sporun yaşı yoktur. Baykal bisiklete bindi. Veli Efendi'de at yarışları' gibi haberler yer almaya başlamış.    Böyle bir ortamda başkana ve arkadaşlarına artık evinize gidebilirsiniz demiş, onları oraya tıkan güç..    Başkanın seyir defterinde şunu net olarak gördüm ki, Sincanlı'nın Bekir Yıldız sevgisi daha da artmış, coşkuya dönüşmüş. Buradan başkana ve aile fertlerine ve hücre arkadaşlarına geçmiş olsun diyorum. Başkanın;   Hakk şerleri hayr eyler   Görelim Mevlâ neyler   Neylerse güzel eyler sözlerine sığındığını görüyorum.. Tabii gelecekte neler var bilinmez. Ama seyir defterinde öyle hatıralar vardır ki, asla silinmez.     Sayın başkan, umarım seyir defterine uzaktan göz attığımız için bize sitem etmez. Bu kalem, inanmadığı şeyi kesinlikle yazmaz. Ben başkanın geleceğini aydınlık görüyorum. Ama, ufuklara tekrar bir bakmalı, torpil ve mayınlara dikkat etmeli.. Kimler, nereye, neden, niçin, mayın döşer, bilinmez..    

Sincan, Pankartlarla Donatılmış. 

Hepsi aynı cümlelerde birleşiyor:    " Başkanım geçmiş olsun! "    " Başkanım hoşgeldiniz.. "    Bekir YALÇINKAYA/ Yıldızlar Her Gece Parlar Hayatım boyunca dostluk kurduğum insanlarda önce kişilik aradım. Bize göre kişilik ne idi..    Kişilik samimiyetti, dürüstlüktü, ahde vefaydı.    1926'lı yıllarda nasıl ki Frenk Mukallitliği eseriyle İskilipli Atıf Hoca dini istihkâmda ezaya ve hatta idama maruz kaldı ise, Sincan Belediyesi Eski Başkanı Bekir Yıldız da adeta aynı kaderi yaşadı.

    Belki bir kaç mantıktan 'hayır, yanılıyorsunuz' sesleri yükselecek ama, ben onlara derim ki, 'şu günün adamı Yıldız'ı siz benim kadar tanıyamazsınız.'    Bizim gülleri dikensiz sevmek gibi bir alışkanlığımız hiç olmadı. Bu itibarla mahkûmiyet kararına âlicenablık gösteren ve beş aylık zindan hayatına rağmen her mahkemeye çıkışında devletin âli adaletine tevekkülüyle cevab veren Bekir Yıldız samimiyetle ifade ediyorum ki, bir tesadüfi gafın duçarı olmuştur.    Bu bir tecellidir ki, işte şu Yıldız, makam odasında bir aşifteyle olan birlikteliği itibarıyla, ya da daha kötüsü rüşvet müptelalığı, hak-hukuk hırsızlığı dolayısıyla da ceza alabilirdi. Çünkü nihayet o da şu bizim envai gurubumuz insana tabidir.    İnsan hayatını siz nasıl telâkki edersiniz bilmem. Ama ben iyilerin taltif ve gurur tablosunun, varlıklarının servet iktisadının altını hep şüpheyle çizmişimdir.   Bekir Yıldız dahil ve de kendim dahil Hep bu çizişte samimiyet ve âlicenablık, rikkat ve sadakat, inanmışlık ve ilâhi gaye görebilmeme rağmen kendini mensubu olduğu cemiyetten tecrit etmeyen şaşaalı sempatiyi saygıdeğer bulmuşumdur. 




Ve bunun içindir ki başkalarını bilemem, ama ben Yıldız'ın vaki parlaklığının bu kısacık imtihan döneminde sönmediğini gördüm.    Haşin tabloların çizildiği mahpushane hayatından gene ekmel bir hafıza, gene duygulu bir yürek ve mütebessim bir azametle dönen bu muhterem kişi, bana göre, dünyaya nefret fışkırttığı zannedilen Sincan'da tıpkı 94'ün 28 Mart sabahı gibi karşılandı.    Şimdi 'sen de be adam' da diyebilirsiniz..    Ya da asla bir haşere tıyneti, emaresi zuhur etmeyen şu adam için 'öyleydi' de diyebilirsiniz..    Siz ne derseniz deyin, ben; annesi, babası, eşi, çocuğu, hâsılı taallûkatı kadar olmasa da Bekir Yıldız'ın ideali olan Sincan'a dönüşüne ve dönüşüne imkân hazırlayan müsamahanın vuslat gününe sevindim.   Hoşgeldin, ey 'üzerine güneş doğmadan kalkan adam' mânâlı Bekir, hoşgeldin aramıza..    Evet.. Yıldız için mahpus sonrası ilk temennimiz aramıza hoş geldin olsa da ne yazık ki hoş gelemedi. 
   Zira Bekir Yıldız için tahliyesinin ardından tekrar 3.5 yıl gibi bir mahkûmiyet kararı çıkması onun hayatını yeniden kar(a)maşa hâle getirecek ve aklanmayı da yurt dışına kaçışta arayacaktı.

    Neticede öyle oldu ve Yıldız ülkesini de terke mecbur kaldı.. 


http://bekiryalcinkaya.tr.gg/Sincan-s-Y%26%23305%3Bld%26%23305%3Bz-s-Kud.ue.s-%C7ad%26%23305%3Br%26%23305%3B%3D28-%26%23350%3Bubat--B.oe.l.ue.m-d--5.htm


..