12 EYLÜL'E DOĞRU ORDU VE DEMOKRASİ, BÖLÜM 1
Yrd. Doç. Dr. Tanel Demirel.
Çankaya Üniversitesi
Iktisadi ve Idari Bilimler Faküıtesi
• Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. 56-4
•••
Özet
Bu çalışma, 12 Eylül 1980 harekatı öncesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahaleyi meşrulaştırmak aramayla terörle mücadelede yeterli çabayı göstermediği iddiasını değerlendirmektedir. Demokratik rejimlerde terörle mücadele, siyasal iktidar, asker-sivil güvenlik gücleri, bürokrasi ve yargının etkin çalışmasını gerektirir. 12 Eylül öncesinde bunun gerçekleştirilememesinin en önemli nedeni askerler değildir. Terörün 12 Eylül"den sonra etkisini yitirmesi ise, devletin zor kullanma gücünü bireyi koruma arnaayla sınırlayan kuralların fiilen geçersiz hale gelmesi ile bağlantılıdır.
Bu yüzden ordunun terörün üzerine gitmediğini ileri sürmek, eldeki veriler ışığında, kolay değildir.
Ancak bu tezi savunmak, 12 Eylül'e giden süreçte askerlerin üzerlerine düşen görevleri eksiksiz bir biçimde yerine getirdikleri anlamına da gelmemclidir. 1979 yılı ortalarından itibaren askeri müdahale fikrini ciddi bir biçimde tasavvur
etmeye başlayan askerlerin, tam da bu sebeple, hem terörle mücadelede daha girişimci, yaratıcı olma, hem de demokratik rejim içinde kalarak teröre çözüm olabilecek diğer alternatifleri gündeme getirme iradelerinin çeşitli şekillerde
zaafa uğradığı söylenebilir.
" Mecbur olmadıkça bıçak kemiğe dayanmadıkça müdahale yapılmamasııu düşünüyor ve belki politikacılar akıllamu başlanna alular diye ümidimi kaybetmiyordum,"
Kenan Evren (1990)
• Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. 56-4
"Elinizdeki yetkileri kullanıp, Devleti koruma ve kollarna görevi yerine, Devletin dibine dinarnit koyanlann akıttıklan kanlan ikbalinizin merdivenlerine basamak yaptınız .... Akan kanlar, yanan canlar, gölolan yaşlar karşısında darbenize meşru zemin yarattınız. " Süleyman Demirel (1990)
Türkiye'yi 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine! götüren sosyal ve siyasal dinamikler henüz açıklığa kavuşturulamamışhr. Terör ve şiddet dalgasım
yaratan faktörlerin neler olduğu, sivil bürokrasinin niçin işlemez hale geldiği, siyasal partilerin neden muhtemel çözümler üzerinde uzlaşamadıkları akla
gelen sorulardan bazılarıdır. Döneme ilişkin yamtlanmayı bekleyen sorulardan birisi de, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yüksek komuta kademesinin askeri
müdahaleye zemin hazırlamak için ülkenin büyük bir kesiminde ilan edilen sıkıyönetime rağmen terörle mücadelede etkin bir roloynamadığı iddiasıdır.
198O'lerinortalarından itibaren gündeme gelen bu meselenin tarhşılması, genellikle müdahale sürecinde ordunun mu yoksa sivillerin mi vebalinin daha
çok olduğu ekseninde şekillenmiş; sürecin nasıl cereyan ettiğini anlamaktan çok, eldeki yetersiz verilerden yola çıkarak aktörleri yargılamak hakim amaç haline
gelmiştir. Açıklamaların bir kısmı, TSK'nın siyasete müdahale eğilimini öne çıkanrken, diğerleri sivillerin yetersizlikleri ve uzlaşamamalan nedeniyle
demokrasiyi yozlaştırdıklanm öne sürerek, 12 Eylül sürecinde asıl sorumluluğun bu gruba ait olduğunu ifade etmişlerdir. İki kutup arasında kalan tartışma meselenin karmaşıklığım örtbas etmiş; özellikle de aktörlerin başlangıçta öngörmediği, kendi eylemlerinin neticesi olmakla birlikte onlar tarafından niyet edilmemiş, ancak müdahale sürecinde esaslı roller oynayan çeşitli faktörlerin anlaşılmasım ikind planda bırakmıştır. Oysa, ancak daha derinlerde yatan bu dinamiklerin anlaşılmasıyla doyurucu bir açıklama düzeyine ulaşabilmek mümkün olacaktır.
Bu çalışma, askerlerin darbeyi meşrulaştırmak için terörün üzerine bilinçli bir biçimde gitmedikleri görüşünü ileri sürmenin eldeki veriler ışığında kolay
olmadığım savunmakta; ancak bunun askerlerin 12 Eylül'e giden süreçte üzerlerine düşen görevleri tam anlamıyla yerine getirdikleri anlamına da
gelmediğini ifade etmektedir. Buna göre, 1979 yılı ortalarından itibaren müdahale fikrini ciddi bir biçimde tasavvur etmeye başlayan askerlerin hem
terörle mücadelede daha girişimci, yaratıcı olma, hem de demokratik rejim içinde teröre çözüm olabilecek diğer seçeneklere başvurma iradeleri çeşitli
şekillerde zaafa uğramıştır. Bu noktada çalışma, 12 Eylül sürecinin, demokratik rejim herhangi bir problemle karşılaştığında askeri müdahaleyi meşru bir
çözüm olarak kabul eden ve askerler kadar siviller arasında da yankı bulan anlayışın, demokratik rejime verdiği zararları ortaya koyan bir örnek
oluşturduğunu da ileri sürmektedir.
i. Askerlerin Bilinçli Bir Biçimde Terörün Uzerine Gitmedikleri Iddiası
Adalet Partisi (AP) lideri ve 12 Eylül 1980 tarihinde Başbakan olan Süleyman Demirel, gazeteci Cüneyt Arcayürek'le yaptığı bir konuşmada kendilerinin "hükümeti" işlettiklerini fakat "devleti" işletemediklerini ifade ediyordu (ARCAYÜREK, 1990: 470). "Silahlı kuvvetler devletin içindedir. Şayet
devletin yapamadığını, silahlı kuvvetler yapar diyorsak devleti silahlı kuvvetlerden ayınyor ve devletin tekniğini bozuyoruz. Bu takdirde devleti
çalışhramayız," diyen Demirel (ARCAYÜREK, 1990:517), devletin içinde olması gereken silahlı kuvvetlerin kendilerini devletin dışında sayıp, demokratik rejim
içinde terörle mücadelenin yapılamayacağı kanaatine vardığım ve müdahaleyi meşru kılmak için zemin yarathğım belirtmiştir.
Kenan Evren'in (EVREN, 1990: 262) anılarında ''bıçak kemiğe dayanmadan yapılacak bir müdahalenin faydadan çok zarar getireceğine" inandığını belirtmesi, Demirel'in daha önce üstü kapalı bir biçimde ifade ettiği iddialannı "Anı Değil Itiraf' isimli kitabında daha sert bir üslupla dile getirmesine yol açmıştır. Evren'in bu sözlerini müdahaleyi kafasına koyan askerlerin terörün üzerine gitmeme kararının ifşaab olarak algılayan Demirel, kitabın amacıun "ülke kan gölüne dönmüşken, her türlü olumsuz şartlar içinde bile olsa devralmak zorunda olduğumuz yönetimde, bize yardıma olması
gereken zamanın beş kişilik komuta heyetinin, kan gölünde kendilerine ikbal ve istikbal arayışlannı gün ışığına çıkarmak," (DEMİREL, 1990: 4) olduğunu
söylemiştiı:. Demirel'e göre, güvenlik ve huzuru sağlamak için devletin elindeki son ve tek çare olan sıkıyönetim 20 ayı aşkın bir süre yürürlükte kalmasına
rağmen Türkiye'de akan kanı durduramamış ama, "ll Eylül günü akan kan, 13 Eylül günü durmuştur." (DEMIREL, 1990: 15), Demirel suçlamalarına kanıt
olarak, 12 Eylül'den sonra komutanların sadece Sıkıyönetim Kanunu'nda önemsiz bir kaç değişiklik yapbklarmı; bunun da müdahale öncesinde meclisten
istenilenlerin gerçekten gerekli olmadığını gösterdiğini, "sonradan görülmüştür ki, devlet güçsüz değiL.Sadece devlet işletilmemiş, 12 Eylül'den sonra devlete ne gücü eklenmiş, ne olmuş? Devlet yine aynı devlet !. (ARCAYÜREK, 1990: 484) diyerek ifade etmiştir.
Süleyman Demirel'in.2 ortaya attığı, çeşitli politikacılal'ı ve gazeteci yazarlar dışında, kimi akademisyenlerce de (SHICK/TONAK, 1987: 372;
BİLGE-ERISS, 1991: 141; AHMAD, 1995: 425) sempatiyle dile getirilen bu iddialar, dönemin genelkurmay başkanı ve askeri rejimin lideri Kenan Evren
(1990:517; 1995: 31, 1998) ve o dönemde görev yapmış askerler (BÖLÜGIRAY, 1989; BÖLÜGIRAY, 1991) tarafından her vesileyle reddedilmiştir, 12 Eylül
harekabndan sonra terörün bıçakla kesilir gibi durmadığını, bir süre daha devam ettiğini belirten Evren, kendilerinin terörle mücadele sürecinde ellerinden gelen her şeyi yaphklarını, gerek kendi yetkilerinin kısıtlı olmasından gerekse polis, yargı ve sivil bürokrasinin etkin çalışamamasından ötürü başarılı olamadıklarını belirtmiştir. Evren'e göre, askerler terörle mücadelenin başarısına sekte vuran bu faktörleri gerek Milli Güvenlik Kurulu, gerekse Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulu toplanhlarında dile getirmişler ancak hükümetler bu sorunların çözümü doğrultusunda adım atamamışlardır.
ii. Bazı Metodolojik Meseleler
Burada 12 Eylül darbesi ile ilgili mikro düzeyde bir analiz söz konusudur. Bu düzeydeki bir analiz ise yapısal olarak nitelendirilebilecek faktörlerin tamamen belirleyid olmadığı, aktörlerin manevra alaruna sahip olduklan fikrine dayanır. Meseleye makro düzeyde yaklaşan bir anlayış ise, aktörlerin davraıuşlannı ikind planda ele alarak, yapısal nitelikli faktörlere daha fazla ağırlık verecektir. Bu çalışmada mikro düzeyin vurgulanması, makro düzeyde bir analizin gereksiz olduğu anlamına gelmemclidir. Bu makale, 12 Eylül'ü tüm karmaşıklığı ile ele almayı değil, bu amaca vanlmasına yardıma olabilecek bir soruyu incelemektedir. Ancak yine de her mikro analiz, makro düzeyde kabul edilen çeşitli varsayımlarla anlamlı hale gelebileceği için, çalışmaya yön veren
bu varsayımlar üzerinde durmak gereklidir.
12 Eylül darbesini makro düzeyde ele alan analizlerin, genellikle indirgemeci ve komplo teorilerine yatkın açıklama tarzlarına sempatik baktıklan söylenebilir. Bunlara göre, Türkiye'yi 12 EylüI'e götüren olaylar zinciri, özellikle de darbenin görünür sebebini oluşturan terör ve şiddet dalgası, askeri müdahaleden çıkarlan bulunan çeşitli güç veya güçlerce başlatılmış /desteklenilmiştir. Darbe bu güçlerin eylemlerinin bir sonucudur. Sınıflararası ilişkilerin siyasal hayattaki önemine dikkat çeken kimi yazarlar için, 1970'lerin ortalanndan itibaren tıkanmaya başlayan devletçi/planlamacı ekonomik düzenden piyasa ağırlıklı ekonomik düzene geçişi simgeleyen 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlann askeri rejim alhnda daha iyi uygulanabilecek olması, müdahalenin temel sebebidir.
(SAVRAN, 1987: 152-3; SHICK/TONAK, 1987: 374;AHMAD, 1994:428). 4
Diğer bazı yazarlar ise İran'da Şah rejiminin yıkılması ve Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgalinden sonra, jeopolitik önemi artan Türkiye'yi Amerikan ulusal çıkarlarına uygun davranır haıc getirmeyi garanti altına alma (örneğin Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşünü gerçekleştirmek) isteğini gözönünde bulundurmanın 12 Eylül 1980 müdahalesini anlamanın ön şarh olduğunu dile getirmişlerdir
(YETKIN, 1995; AHMAD, 1994: 423).5
Bu yaklaşımlar her zaman açıkça ifade etmeseler de, kendi çıkarlannın askeri rejim ile daha iyi korunabileceğine inanan perde arkası güçlerin 12 Eylül
müdahalesinin "görünür" sebebini oluşturan terör ve şiddetin oluşumunda önemli roller oynadıklannı varsaymaktadırlar,6 Böylece, ordunun darbeyi
meşrulaştırmak amaayla terörün üzerine gitmediği iddiasını değerlendirmek anlamlı olmaktan uzak kalmaktadır, çünkü sorunun cevabı verilmiştir; ordu
başkalan tarafından planlanan bir süreçte kendisine biçilen misyonu farkında olarak veya olmayarak yerine getiren bir araç konumundadır.
Gerek Türkiye'nin değişen jeopolitik konumunun, gerekse 70'lerin ortalarmdan itibaren ülkeyi etkisine alan ekonomik krizin, 12 Eylül'ün oluşumunda etkili olduğuna hiç şüphe yoktur. 1970'lerinortalanndan itibaren yaşanmaya başlayan ekonomik kriz, demokratik rejimin vatandaşlann beklentilerini karşılayabilme kapasitesine ve dolayısıyla meşruiyetine önemli ölçüde sekte vurduğu gibi, krizi aşmaya yönelik 24 Ocak kararlarının, askeri rejim alhnda daha rahatlıkla uygulanabileceği de açıktı.7 (ŞENSES,1991:214). 12 Eylül sonrasında işçi haklarının askıya alındığı, ücretlilerin yaşam standartlarının önemli ölçüde geriletildiği de doğrudur. Ancak bütün bunlar, 12 Eylül'ün sırf bu amaca matuf olarak, 24 Ocak kararlarını uygulamak için kotarıldığı tezini desteklemeye yeterli olmasa gerektir. tki değişken arasında bağlanh (correlation) bulunması, bunlardan birinin kaçınılmaz bir biçimde diğerinin nedeni olduğu anlamına gelmez. Diğer bir deyişle, 24 Ocak kararlannın 12 Eylül askeri yönetimi sayesinde daha kolaylıkla uygulanabilmiş olması müdahalenin bu kararları uygulamak için yapıldığı görüşünü kanıtlamaya yetmez. Şöyle ki, ekonomiyi dışa açmaya, devletin ekonomideki rolünü azaltmaya yönelik benzeri kararlar bir çok azgelişmiş ülkede askeri müdahaleler olmadan da uygulanabilmiştir.
(KAUFMAN, 1979; REMMER, 1986).
Türkiye'de de 24 Ocak kararlarını alanlar askerler değil, AP hükümeti olmuştur. Askerlerin darbe sonrasında bu kararları uygulamaya devam etmeleri ise, programın ilk olumlu sonuçlarının alınmaya başlamasıyla birlikte, uluslararası finans çevrelerinin desteğine sahip bir programdan vazgeçerek, bir de ekonomiyle ilgili sorunları daha da ağırlaşhrmama kararlılıklarının bir sonucudur (EVREN, 1995: 12), 24 Ocak kararlarının mimarlannın Temmuz 1982'de istifa etmek zorunda kalmaları askerlerin bu kararlara bağlılığının bu uğurda askeri müdahaleyi göze alacak kadar yüksek olmadığı fikrini destekleyen bir örnektir.
Müdahalenin, bah bloku için stratejik önemi artan Türkiye'de siyasi istikrarı sağlama ve Amerikan ulusal çıkarlarına daha uygun politikalar izlenmesini garanti alhna almaya yönelik olarak gerçekleştirildiği tezi de benzer güçlüklerle mal Oldur. ABD veya bah bloku için, askeri bir hükümetin, CHP ve MSP gibi batı aleyhtarı söylemleri kullanan partilerin de iktidara gelme şansına sahip
olduğu demokratik rejime nazaran tercih edilir olduğu doğrudur; çünkü askeri rejimlerde ikna edilmesi gereken bütün bir kamuoyu değil, meseleye
daha çok güvenlik açısından bakan bir avuç askerdir. Aynca, soğuk savaş koşullan içinde ABD'nin anti-komünist olduğu müddetçe ülkelerin demokratik
olup olmamasıyla ilgilenmediği ve Sovyetler Birliği'nin hegemonyası altına girme riski taşıyan istikrarsız bir Türkiye yerine, demokratik olmayan ancak batı
blokuna bağlanmış bir Türkiye'yi tercih edeceği de, darbe sonrasında da görüldüğü gibi, çok açıktır.8 Bu konuda Türk subaylanna çeşitli kanallardan
sinyaller gönderilmiş olması da muhtemeldir. Bütün bunlar ABD'nin tutum ve davraruşlannın darbenin yapılmasım kolaylaştırdığı, askerlerin kafasındaki
çeşitli tereddütleri ortadan kaldırdığına işaret eder, ancak müdahalenin ABD çıkarlarının daha iyi savunulmasını sağlamak için yapıldığı görüşünü kanıtlamaya yetmez. Bunun savunulabilmesi için, darbe geleneği olmadığı gibi o konjonktürde darbe yapmaya hiç niyetli olmayan bir ordunun ABDtazyikiyle böyle bir mecraya sokulduğunun inandıncı bir biçimde ortaya konulması gereklidir.
Mamafih, her iki açıklama da ülkeyi 12 Eylüle götüren terör ve şiddet dalgasının, askeri yönetimden çıkar sağlayanlarca başlatıldığı/desteklendiği varsayımına dayanmaktadır. Bu varsayımı destekleyebilecek kanıtlar sunulmamakta; sadece askeri rejimden faydalananıann ülkeyi darbeye götüren sürecin hem planlayıalan hem de uygulayıcıları oldukları kabul edilmektedir. Bu ise müdahaleden çıkar sağlayacak belli güçlerin rolünü abartırken, ordunun ve müdahale öncesi ortamın oluşumunda önemli sorumluluklara sahip olan siyasi partilerin rolünü küçümsemek, bunları tamamen belirtilen güçlerin istediği şekilde yön verebilecekleri pasif aktörler olarak görmek anlamına gelmektedir Toplumsalolaylar, tek bir faktörle açıklanamayacak, TCK bir nedene
indirgenemeyecek kadar karmaşık olduklan gibi, belli aktörlerin niyet edilmiş eylemlerinin, her zaman bu aktörler tarafından arzulanan sonuçlara götürmc
kapasitesine sahip olduklarını varsaymak da hatalıdır. Türkiye'yi çeşitli amaçlarla askeri idare rejimine sürüklemek isteyen ve bu amaca matuf olarak
terör ve şiddet dalgasının oluşmasına bilinçli bir biçimde katkıda bulunmak isteyen çeşitli güçler olmuştur.9 Fakat meseleyi sadece bu güçlerin eylemleriyle,
niyetleriyle açıklamak yerinde değildir. Terörü besleyen sosyo-kültürel ortamı, terörle mücadele sürecinde siyasal elitin teşhis koyma ve önlem almaktaki
başansızlık1annı, bürokrasinin bozulmasım, ordunun askeri müdahaleyi meşru bir çözüm olarak algılayan zihni donammını gözönüne almadan 12 Eylül
müdahalesini anlayamayız. Eğer sayılan faktörler olmasaydı, kışkırtmalar, büyük ihtimalle sonuçsuz kalabilecekti. Norbert Elias'ın isabetle vurguladığı
gibi, toplumsal olaylar bir çok aktörün bilinçli veya bilinçsiz, rasyonel veya duygusal nitelikli eylemlerinin karşılıklı etkileşiminin (interweaving) bir
sonucudur. Bu etkileşim neticesindedir ki, çoğu zaman aktörlerin niyetlerinden, planlarından daha farklı bir çizgide ortaya çıkmaktadır.
(EUAS, 1994:444).10
Bu çerçeve içinde düşünüldüğünde, 12 Eylül'ü en genel anlamda, Osmanlı-Türk patrimonyal siyasal geleneklerinin -ki bunlar demokratik kültür açısından sorunlu bir mirasbr- izlerini taşıyan, azgelişmişlik sürednin çeşitli sancılanyla boğuşan ve demokratik rejimIerin yaşamasına pek de elverişli olmayan uluslarası bir konjonktürde demokrasiyi sürdürmeye çalışan bir toplumun yaşadığı sıkınblan demokratik rejimi rafa kaldırarak aşma çabası algılamak daha doğru olacakbr. Analiz düzeyi daha somutlaşhnldığında ise, uluslarası konjonktürün yamnda 12 Eylül'ü anlamada kritik öneme sahip olan birbiriyle yakından bağlanblı üç esaslı noktadan söz edilebilir; yapılıŞ biçimi dolayısıyla toplumun önemli bir kesimince meşruluğu tarbşılan 1961 Anayasası ve bu Anayasamn getirdiği Türkiye koşullanna uygunluğu tartışılabilccek olan düzenlemeler; 1960'lann hızlı toplumsal değişim süreci ve ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisinin bkanması; 1960 sonrası düzende demokratik merkezi oluşturmaya en yakın olan AP ve CHP gibi siyasi partilerin, çeşitli sebeplerle bunu başaramamalan. Böyle bir yaklaşım, ordu, siyasal partiler ve basın gibi aktörleri, yapısalolarak nitelendirilen faktörlerin hiç bir özerklik sahibi olmayan taşıyıcılan olarak görme hatasına düşmediği gibi, aktörlerin içinde bulunduklan ortamı görmezden gelen, bu nedenle de manevra alanlanmn oldukça geniş olduğunu düşünen subjektivist bir yoruma düşülmesini de engelleyebilecektir.
Bu çalışmada öncelikle 12 Eylül öncesinde terörle mücadelenin neden başansız olduğuna ilişkin askerler tarafından ileri sürülen iddialann geçerliliğini tartışacağ1Z.Daha sonra da darbeden sonra terörle mücadelede sağlanan başanmn nasıl ve hangi şartlarda elde edildiğini değerlendircceğiz.
çıkarıldığı kanaatini taşıdığını söylemektedir. Istihbarat servislerinin iç yüzünü anlatma idddiasını taşıyan bir çok çalışmada da benzeri iddiaları bulabilmek
mümkündür. Bu konuda bkz.
(OZKAN, 1996; YALÇIN/KUROAKUL, 1999).
10 Toplumsalolguların insan eylemlerinin etkileşiminin bir sonucu olmakla birlikte genellikle kimse tarafından niyet edilmemiş bir nitelik taşıdığı düşüncesi Iskoc; Aydınlama geleneğine mensup Adam Ferguson ve David ilume gibi düşünürlerce dile getirilmiştir. Frederick Hayek'in piyasanın "kendiliğindenliğini" açıklamakta kullandığı bu kavramı sosyal bilimlere "geri getiren" kişi ise Norbert EHas'hr. Bu konuda bkz. (PORTES, 2(00).
Eğer askerlerin 12 Eylül'den önce terörle mücadelenin neden başarısız olduğuna ilişkin açıklamaları ikna edilse, askerlere yönelik eleştirilerin yerinde olmadığı
görüşü ağırlık kazanabilecektir. Yok eğer askerlerin açıklamaları yeterli görünmüyorsa, bu halde askerlere karşı yöneltilen, bilinçli bir biçimde terörün
üzerine gidilmediği iddiasının gerçeklik payının yüksek olduğu daha rahatlıkla savunulabilecek tir. Askerlerin darbeden sonra terörle mücadelede sağladıkları
başarının nedenlerini araştırmak ve bu başarıda rol oynayan faktörleri tespit edip bunların demokratik rejim içinde gerçekleştirilme şansı olup olmadığım
değerlendirmek de, terörle mücadelede ordunun pasif kaldığı iddiasının değerlendirilmesinde ipuçları sağlayacaktır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***