Türk Ordusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Ordusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2017 Cumartesi

15 TEMMUZ 2016 KALKIŞMASININ YIL DÖNÜMÜNDE TÜRK ORDUSU

15 TEMMUZ 2016 KALKIŞMASININ YIL DÖNÜMÜNDE TÜRK ORDUSU

15 Temmuz 2017


——————-
Bugün Türk milleti, muvaffak olduğu her hayatî şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusuna kumanda eden öz evlâtlarından kurulu subaylar topluluğunu, yüksek kumanda kurulunu görmektedir. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk – 1931)
——————-
Bugün cumhuriyet tarihimize kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz darbe kalkışmasının birinci yıldönümü. Tüm çabalara rağmen yaşanılan korkunç olaylar tam olarak aydınlanabilmiş değil. Olayın sebep ve sonuçları üzerindeki ciddi mahiyetteki soru işaretleri çözüm bekliyor..

Bu kalkışmayı yapan Türk ordusu içinde yerleştirilmiş cemaat mensuplarının ordu ve diğer devlet kurumları içindeki varlığını koruduğu sorumlu yöneticilerimiz tarafından ısrarla dile getiriliyor. Görünüşte terör örgütü ile mücadele her alanda devam ediyor. Ama sonuçta bu süreçte en fazla darbe alan kurumun Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu da bir gerçek.

Bu coğrafyada ayakta kalabilmek ve Cumhuriyetin bekasını sağlayabilmek için güçlü bir orduya sahip olunması gerçeği iyi bilinmesine rağmen bu konu üzerinde yeterli tedbirler alınmamaktadır.
Bu yazı 15 Temmuz şehit ve gazilerinin anısına, Türk ordusu hakkında yöneticilerimiz ile orduyu bağrından çıkaran asil milletimizin bilgilerini tazelemek ve ordunun önemini bir kere daha vurgulamak için kaleme alınmıştır.

Son yıllarda gelişmiş iletişim kaynaklarını kullanarak Türk ordusu ve özellikle Türk subayı üzerinde sürdürülen tamamen yalan, yanlış ve özellikle iftirayla dayatılan saldırılar milletimizde büyük üzüntü yaratmıştır.

26’ncı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın İlker Başbuğ’un “Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde Asimetrik Psikolojik Harp uygulanıyor” uyarısı tedbir alması gereken yetkili makamlarca yeterince anlaşılamamış ve önleyici tedbirler alınmamıştır. Bir seri kumpas davaları ile ordunun üst komuta kademesi ve geleceğin komutanları, iyi yetiştirilmiş kurmay kadroları tutuklanmıştır. Ordumuz 12.000 yıllık milli tarihi geçmişi içinde görmediği kadar büyük bir general ve yetişmiş subay kıyımına tabi tutularak zayıflatılmıştır.

Bu şekilde ordunun her seviyedeki komuta kademesinin görev şevkleri, vazife aşkları kırılmış, savaşma azim ve iradelerine darbe vurulmuş. Boşalan kadrolar cemaat yapılanması içinde yer alan askeri yetenekleri sorgulanan rütbelilerce doldurulmuştur.

Bunun doğal sonucu olarak burnumuzun dibinde Ege Denizindeki 152 Türk adasına Yunanistan’ın açıkça el koyması seyredilmiş, Güneydoğu Anadolu’nun güvenliği ise adeta PKK teröristlerinin inisiyatifine terk edilmiştir.

Irak’ta Süleymaniye kentinde Türk askerlerinin başına geçirilen Amerikan çuvalı halâ kafalarda durmaktadır. Düşürülen uçak, şehit edilen pilotlar ve bombalanan topraklarımızın hesabı ise henüz sorulamamıştır. Ve Güney sınırlarımız yol geçen hanına çevrilmiştir. Bu sınırlarımızda terör örgütü ile komşu olunmasına dolaylı olarak yardımcı olunmuştur.

Durum ciddidir. Küresel güçlerin menfaatlerinin odaklandığı bir coğrafyada yaşamak zorunda bulunan devletimizin bek’ası güçlü ordu ile mümkündür. Devleti kuran Türk ordusunun gücü küresel mihraklarca iyi bilinmektedir. Aslında burada asıl hedef Türk Ordusu değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

Orduyu ayakta tutan subaylarımıza acımasızca saldıran güçler bu faaliyetleri ile devlet binasının kiriş ve kolonlarını söktüklerini, en küçük bir sallayışla bu kutsal binayı kolaylıkla yıkabileceklerini sanmışlardır. Ama bu iş onların sandığı kadar kolay değildir. Türk ordusu diğer ordularda olmayan çok önemli milli hasletlere sahiptir ve bunlar 12.000 yıllık köklü bir tarihi geçmişin kazanımlarıdır. Küresel güçler bu sağlam yapıdan tuğla sökebilirler, onu eğebilirler ama asla yıkamazlar.

Türk toplumu tarihin bilinen ilk devirlerinden itibaren günlük yaşamlarının her safhasında askeri vasıflara sahip millet olmayı sürdürmüşlerdir..Türklere göre askerlik; devletin ve milletin bekasını sağlayan, kendine has özelliği ve kuralları olan meşakkatli ve şahsi fedakârlık isteyen, bilgi ve beceri gerektiren meslektir.

Türk Ordusu; dünyadaki bilinen en eski askeri gücü temsil etmektedir. Türk milletinin binlerce yıl geriden günümüze kadar taşıdığı ve israrla yaşattığı Ordu-Millet olma vasfı onun milli askeri kültürünün zenginliğinin ve gücünün veciz ifadesidir.

Türk Ordusu; 35 yıldır Alçak Yoğunluklu Savaş (Asimetrik Savaş) olarak adlandırılan uluslararası terörizm ve bunun ülkemizdeki bölücü uzantısı PPK Terör Örgütüne karşı amansız bir savaş vermektedir. Ayrıca, 20.7.1974 Kıbrıs Barış Harekatını müteakip henüz bir barış antlaşması imzalanmamış olduğundan Kıbrıs bölgesinde de savaş hali devam etmektedir.

Subaylar, komuta ettikleri birliklerin barış ve savaşta hem eğiticisi, hem öğreticisi, hem gözeticisi ve hem de yöneticisidir. Her seviyedeki komutanlar; askeri bilgisi ile, kuvvetli iradesi ile, adaleti ile, tutum ve davranışları ile, cesareti ile kıt’asına sahip olabilen ve onları peşinden ölüme sürükleyebilen kimselerdir. Ve netice olarak muharebeyi tank, top, tüfek, uçak, gemi, ve araçlar değil, muharip er ve erbaşlar değil, onları yöneten kadrolar yani Türk subayları kazanır.

Şehit kanı ile sulanarak elde edilen kutsal vatan topraklarını savunmak, Asil Türk milletinin hürriyet ve istiklâli ile şeref ve haysiyetini korumak görevini üstlenen Türk Silahlı Kuvvetleri; Türk milletinin tarih sahnesinde göründüğü andan itibaren hizmet veren bir ocaktır. Bu ocağa katılanlar namus ve şerefleri üzerine vatanı koruyacaklarına ve canlarını bu uğurda seve seve vereceklerini belirterek and içerler. Bu yemin Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevi gücünü temsil eder..

Askerlik; tam anlamıyla bir inanç mesleğidir. Türk askeri için rütbesi ne olursa olsun gelenek ve göreneklerinden, milli hislerinden, Türk töresinden gelen inanç ve kültür değerleri binlerce yıldır özde değişikliğe uğramamış ve köklü bir miras olarak günümüz nesillerine intikal etmiştir. Tarih boyunca devlet ve milletin varlığını, dirlik ve düzenini, birlik ve beraberliğini, güçlü ve disiplinli bir ordunun ayakta durması ile kaim gören kutsal bir inanış her zaman toplumda geçerli olmuştur. İşte bu yüzden Türk milletini kendi evlatlarının oluşturduğu ordusundan, ordusunu milletinden ayrı düşünmek imkansızdır.

Askerlerimiz şan, şöhret, makam veya kişisel hesaplar için çalışmazlar. Türk askerinin fikri yapısı; nasıl daha iyi hizmet yapabileceği, savaşa en iyi nasıl hazırlanacağı, asker ocağındaki manevi değerler, sevgi, saygı ve disiplinini nasıl koruyup birlik ruhunu ve vazife bilincini nasıl geliştirip en üst düzeylere erişileceği üzerinde toplanır.

Türk milleti kendi has evlatları olarak gördüğü subaylarına yapılan saldırıyı utanarak ve ibretle izlemekte, gelinen durumdan üzüntü duymaktadır.
Silahlı Kuvvetlerimizin asli gücünü ve moral kaynağını oluşturan disiplinli bir ordu olma vasfı bütün dünya milletlerinin malûmlarıdır. Türk askeri denince akla hemen disiplinli bir ordu gelir. Tabiidir ki disiplin ancak iyi bir eğitimle sağlanır. Türk askeri bu disiplini asla korku ile değil, vicdanı sesine uyarak geliştirir. Bu disiplin, ondaki inanç ve ruh halinin, vatan sevgisinin ve kendisine emanet edilen kutsal vatan topraklarının korunması idealine daha iyi hizmet yapabilme aşkının bir belirtisidir.

Avrupa devletlerinin merasim orduları örnek gösterilip Türk ordusunun gelenek halini almış milli değerleri ile oynamak ordumuza bir şey katmaz aksine zayıflatır…

Türkiye Cumhuriyetinin ilgi sahasına giren Balkanlar, Kafkasya, özellikle Ortadoğu bölgesinde cereyan eden olayların meydana getirdiği büyük risk ortamında her an muharebeye hazır güçlü orduya sahip olmamız coğrafyamızın kaçınılmaz gereğidir. 80 milyon Anadolu Türkü’nün tamamını tek bir yumruk gibi, tek bir silah haline getirmemiz ve bu silahı milli çıkarlarımızı sağlayacak milli hedefler yönünde kullanmamız kaçınılmazdır.

İşte bu yüzden 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasının hemen ardından yürürlüğe sokulan Türk ordusunun temel değerlerini sarsan gelişmeler derhal durdurulmalı ve fabrika ayarlarına geri dönülmelidir. Ordunun tüm milletin bağrından çıkan ve birliğimizi sağlayan en önemli unsur olduğu asla unutulmamalıdır.

Sonuç olarak;

Türk Ordusu; Türkiye Cumhuriyetinin omurgasıdır. Bu coğrafyada onsuz yaşamamız asla mümkün değildir. Bugün ülkemize yönlendirilen tüm küresel saldırılara karşı her zamankinden güçlü ve her an harbe hazır bir orduya ihtiyacımız vardır.(1)(2)(3)

15 Temmuz’un yıl dönümünde tekrar vurguluyorum ki; Türk askerleri cumhuriyetin bek’asının gerçek teminatıdır. 12.000 yıllık şanlı bir geçmişe sahip kutsal askerlik ocağını özenle korumalı ve kollamalıyız. Aksi takdirde cumhuriyeti koruyup kollamamız mümkün olmayacaktır.

(1) Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin TÜRK ORDUSU-I Cilt (Ordu-Millet Türkler)
(2) Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin TÜRK ORDUSU-II Cilt (Orduya Küresel Saldırı)
(3) Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin TÜRK ORDUSU-III Cilt (Türk Ordusuna Kumpas)


https://kumkale.wordpress.com/2017/07/15/15-temmuz-2016-kalkismasinin-yildonumunde-turk-ordusu/

14 Haziran 2016 Salı

Türk Ordusu PKK’yı Yenmiştir ve Tekrar Yenebilir,





Türk Ordusu PKK’yı Yenmiştir ve Tekrar Yenebilir,


Yazar: Ümit Özdağ
22 EKİM 2013  SALI


Türk Ordusuna karşı düzenlenen yoğun psikolojik savaş kampanyasına son aylarda yeni bir psikolojik saldırı/iddiası unsuru eklenmiştir. Bu psikolojik savaş unsuru/iddiası, Türk Ordusu’nun 1984’ten bu yana PKK’ya karşı sürdürdüğü mücadelede başarılı olamadığı iddiasıdır. Konu ile ilgili bilgi sahibi olmayanların da düşük yoğunluklu çatışma (DYÇ) yani terörizm ve gerilla savaşında zaferin tanımını doğru bir şekilde yapmadan Türk Ordusu’nun başarısız olduğunu iddia etmeleri, bilimsel açıdan yanlış olduğu gibi ahlaki açıdan da doğru değildir.
Bu makalenin yazarı, konuyu DYÇ teorisi açısından ele aldığı “ Türk Ordusu’nun PKK Operasyonları”, “Türk Ordusu’nun Kuzey Irak Operasyonları ” ve “Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi, Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor” adlı kitaplarında incelemiş ve PKK’nın askeri anlamda nasıl yenildiğini göstermiştir. Bu kısa incelemede ise DYÇ’de bir ordu için başarının ne olduğu ve Türk Ordusu’nun PKK’yı nasıl yendiği kısaca ortaya konulmaya çalışılacaktır.














Konvansiyonel savaşta zaferi tanımlamak kolaydır. İki ordu savaşır. Bir ordu diğerini yener. Zafer yenen orduya aittir. DYÇ’de ise çarpışan iki ordu yoktur. Bir tarafta bir terörist örgüt/çete yapılanması öte yanda ise esasen konvansiyonel savaşı sürdürmek amacı ile örgütlenmiş olan ordu vardır. DYÇ’de terörist örgüt/çete’nin amacı zaman içinde bir yandan savaştığı orduyu yıpratırken gücünü artırmak, ordulaşmak ve çete savaşı ile yıprattığı düşman orduyu oluşturduğu ordu vasıtası ile konvansiyonel savaşta mağlup etmektir.


1945 ve 1990 yılları arasında dünya çapında 85 düşük yoğunluklu çatışma (DYÇ) görülmüştür. 1 Türk Ordusu ile PKK arasındaki mücadele, yakın dönem tarihindeki en şiddetli ve en uzun süren DYÇ’lerden birisi olmuştur. Türk Ordusu’nun 1999’daki zaferi ile PKK en azından askerî ve siyasi olarak büyük ölçüde kontrol altına alınmıştır. PKK’nın lideri Abdullah Öcalan yakalanmıştır. Terör örgütünün en önemli “askeri” lideri kabul edilen Şemdin Sakık ele geçirilmiş ve mahkum edilmiştir. Ancak  PKK terör örgütü bu iki stratejik hamle gerçekleştirilmeden önce1992-1997 arasında gerçekleştirilen kontr-gerilla ve isyan bastırma operasyonları ile askeri anlamda büyük ölçüde ezilmiş, hareket alanı daraltılmış bir örgüttür. Öcalan, 1999’daki sonucu gördüğü için 1997’de “Bu iş bir sene içinde bitecek” açıklaması ile PKK’nın savaşı kaybettiğini kabul etmiştir.

TSK’nın PKK’yı yendiği tespiti sadece bu satırların yazarı tarafından yapılan bir tespit değildir. Konu ile ilgili askeri-bilimsel literatürde de bu tespit konusunda uzlaşılmaktadır. Amerikan Hava Kuvvetleri’nin finansmanı ile Amerikan Hükümeti için çalışmalar yapan dünyanın en büyük düşünce kuruluşu olan RAND tarafından 2010 yılında Amerikan Savunma Bakanlığı makamı ve Deniz Piyade İstihbarat teşkilatı için iki ayrı kadro tarafından hazırlanan iki ayrı raporda da TSK’nın PKK ile yaptığını mücadeleyi kazandığı vurgulanmıştır. Christopher Paul, Colin P. Clarke ve beth Grill’in hazırladığı,Victory Has a Thousand Vaters- Sources of Success in Counterinsurgency, RAND 2010 adlı çalışmada 1970 sonrasında gerçekleşen 29 DYÇ incelenmiş ve Türkiye’deki mücadelenin TSK tarafından kazanıldığı tespiti yapılmıştır. Keza 2010 senesinde ünlü askeri konular uzmanı Martin  C. Libicki ve Ben Connable tarafından yazılan How Insurgencies End adl kitapta da TSK’nın PKK’yı yendiği vurgulanmıştır. 

Üstelik Türk Ordusu ile PKK arasındaki kanlı mücadele çoğu zaman sanıldığı gibi yalnızca Türk güvenlik güçleri ile PKK arasında politik-askerî bir karşılıklı meydan okuma değil; Türkiye, İran, Suriye ve bir ölçüde Irak’ın da müdahil olduğu, konvansiyonel olmayan savaş ya da DYÇ şeklinde bir çatışma olmuştur. PKK, Şam’ın ve Tahran’ın desteği ile Türkiye’ye karşı asimetrik bir tehdit teşkil etmiştir. Her iki başkent de Ankara’yı ödünler vermeye mecbur bırakmak için gerekli politik, ekonomik ve askerî koşulları yaratmak üzere, bir de stabilizasyon politikası izlemiştir. Türkiye’ye 1980’lerde ve 90’larda olanların bir vekâleten savaş olduğunu ileri sürmek herhalde abartı olmaz.

Bazı araştırmacılar Türkiye’deki çatışmayı etnik bir çatışma olarak adlandırmaya meyilli olsalar da böyle bir sonuç aşırı basitleştirme ve aşırı genelleştirme olacaktır. Soğuk Savaş sonrası dönemde sosyal bilimlerde ve basında, devletler arasında görülenler haricindeki her tür çatışmayı etnik çatışma olarak yaftalama eğilimi vardır. Diğer yandan, her ne kadar Türkiye’deki çatışma bu şekilde adlandırılmak için fazla karmaşık olsa da bir devletler arası etnik çatışmanın çeşitli özelliklerini sergilemiştir.

PKK asimetrik bir tehdit olarak, 1923 yılında kurulmasından bu yana Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik en büyük meydan okumayı teşkil etmiştir. PKK ideolojik ve örgütsel yapısı ve vahşeti bakımından Mao’nun “Uzun Süreli Halk Savaşı” anlayışını savunmuş olan Peru’daki Shining Path (Aydınlık Yol) ve bir dereceye kadar da Kamboçya’daki Kızıl Kmerler’le mukayese edilebilir.
PKK için askeri başarı ölçütlerini ‘Uzun Süreli Halk Savaşı’ anlayışı çerçevesinde  belirleyen hususlar şu başlıklar altında özetlenebilir. PKK, stratejik savunma aşaması olarak tanımlanan aşamada birincil askerî hedef olarak, Türk güvenlik güçlerini kırsal bölgelerden ve Türk-Irak sınırından geri çekilmeye zorlayarak Türkiye’nin güneydoğusunun bazı bölümlerinde askerî ve politik denetim kurmayı amaçlamıştır.

PKK “kızıl kurtarılmış bölge”lerin oluşturulmasının ardından oluşacak stratejik denge aşamasında kentlere saldırıda bulunulmasını ve bölge çapında kargaşa ve ayaklanmaların çıkarılmasını plânlamıştır. Türkiye’ye karşı mücadelenin son evresi olan stratejik saldırı aşamasında, “gerilla” merkezli silahlı güçlerini konvansiyonel bir orduya dönüştürmeyi hedefleyen PKK, Türk Ordusunu bozguna uğratmayı ve sözde “Kürdistan”[1] terk etmeye mecbur bırakmayı amaçlamıştır. PKK açısından zaferin tanımı budur.

Abdullah Öcalan, kısa bir süre önce ölen Fransız ve Amerikan Ordularını Vietnam’da yenilgiye uğratmış askeri stratejinin mimarı General Vo Nguyen Giap’ın, anti-emperyalist savaşının neticesine dair: “Askerî görüş açısından bakıldığında, haklı bir neden uğruna savaş vermekte olan donanımı yetersiz bir ordu, uygun strateji ve taktiklerle, saldırgan emperyalizmin modern bir ordusunu yenebilir” değerlendirmesine sıkı sıkıya inanmıştır.[2]


Ancak Öcalan ile Giap arasındaki temel fark şudur. Giap’ın ülkesi için emperyalist ordulara karşı mücadeleden bir subaydır. Öcalan ise kendi ülkesine ihanet eden bir çetenin kurucusu ve emperyalizmin işbirlikçisidir.




General Vo Nguyen Giap


PKK’nın Maocu askerî stratejisine Stalinist bir politik örgütlenme stratejisi eşlik etmiştir. Bu iki evreli devrimci stratejiye göre ilk amaç, Türkiye, İran ve Irak’ın Kürt nüfusunun yoğunlaşmış olduğu bölgelerini bir araya getiren, birleşik, demokratik ve bağımsız bir “Kürdistan”’ı tek bir liderlik altında toplamaktı. Sonraki aşamada, PKK, sosyalist bir Kürdistan’ın oluşturulması için savaş vermek zorundadır.[3]
NATO’nun ikinci büyük ordusunu bozguna uğratmak her ne kadar rasyonel bir askerî stratejiden ziyade bir hüsnü kuruntu gibi gözükse de PKK Türk Ordusu karşısında 1980’lerin sonlarında ve 1990’ların başlarında şaşırtıcı bir biçimde başarı kaydetmiştir. Başarılı terör kampanya¬sının ve gerilla taktiklerinin neticesinde PKK’lı terörist unsurlar geniş kırsal bölgeleri kontrolleri altına almaya çalışmışlar ve kentlere sızmışlardır. Hükümet binalarına saldırılar düzenlemiş ve hatta Türk-Irak ve Türk-Suriye sınırlarına yakın bir kısım kasabaları bütünüyle işgal etmeye kalkışmışlardır.

Öte yandan, konvansiyonel savaş için eğitilmiş olan Türk Ordusu, PKK terörünün yükseliş yılları olan 1986 ila 1990 arasında, sıkıyönetimin sona erdirilmesi ve olağanüstü hal rejimine geçilmesinden dolayı PKK ile savaşmada tam sorumluluk üstlenememiştir. Bunun yerine, Türkiye, PKK ile mücadeleyi barış zamanında kırsal bölgelerde kanunun ve düzenin sağlanmasından sorumlu bir güç olan jandarmayı takviye etmekle gerçekleştirebileceğini düşünerek zaman kaybetmiştir. Ancak 1992’den itibaren TSK’nın terörle mücadeleyi tekrar üstlenmesi ile birlikte, PKK gerileme süreci içine girmiş ve 1998/99 sürecinde askeri olarak yenilmiştir.

Bugün ise PKK kurulduğu günden buyana politik ve askeri olarak en güçlü olduğu noktadan geçmektedir. Bu sadece Türkiye’de müzakere sürecinde kazandığı etkinlik ile de izah edilemez. Bunun ötesinde PKK, Suriye’nin kuzeyinde de facto bağımsız bir bölge oluşturmuştur. PKK’nın güvenlikçi yaklaşım ile aşılamayacağına kendisini inandırmış ve bu anlamda PKK müzakerelerine ruhen teslim olmuş AKP Hükümeti PKK’nın en büyük stratejik kazancını oluşturmaktadır. PKK’da bu durumu sistemli bir şekilde kullanmakta, müzakere sürecini meşrulaşma ve Güneydoğu Anadolu’da belediyeler üzerinden paralel devlet oluşturmak için kullanırken, AKP Hükümetini de “seçimler öncesi yükselen terör” şantajı ile sürekli geri adım atmaya, taviz vermeye zorlamaktadır.

PKK Nasıl Yenilir

PKK ancak güvenlikçi yöntemler ile yenilebilir. Türkiye’nin PKK terörünü aşabilecek güçte bir ülkedir. Yeter ki iktidarda PKK’yi yenme ve aşma konusunda kararlı ve bilgili kadrosu olsun. Terörle mücadele bir irade savaşıdır. Terör örgütü Türkiye’yi yenemeyeceğini bilir. Ancak Türkiye’yi yöneten kadroların iradesi zayıf olur ise örgüt istediği sonucu alır. Terörle mücadelede sert güç unsurları ile yumuşak güç unsurlarını birlikte kullanılmalıdır. Bu iki güç unsurunun birlikte kullanılmasına “akıllı güç” kullanımı denilir. PKK akıllı güç ile aşılabilir. Terörün aşılması konusunda üç hedefe ulaşılmalıdır. İlk iki senede,
1)PKK terör örgütünün çatışma iradesini kırmak,
2)Halkı terör örgütünün baskısından kurtarmak ve
3) Bu iki seneyi, bölgesel ve milli rehabilitasyon dönemi izlemelidir. Çünkü terör örgütü, hem Güneydoğu Anadolu bölgesinde insanlarımıza hem de bütün yurdumuza çok ağır zararlar vermiştir. Bunların aşılması için bir zamana ihtiyaç olacaktır. Bu noktada çok boyutlu, entegre ve milli bütünlüğümüzü tekrar sağlayacak bir proje gerçekleştirilmelidir.  Burada ilk iki sene içinde yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.
“PKK’yi son bir adam kalıncaya kadar mı öldüreceksiniz?” şeklinde sorular ortaya atılmaktadır. İnsanlık tarihinde hiç son adamın öldürülmesi ile biten savaş yoktur. Yenilgi direnme iradesinin ortadan kaldırılmasıdır. Bir terör örgütünü yenmek için;
1)Terör örgütünün hareket alanı ve eylemlerini minimuma indirgenir.
2)Çatışmanın ekonomik kaynaklarının ortadan kaldırılır.
3)Çatışmayı sürdüren lider kadrolarının yok edilir.
4)Çatışmada kendisini destekleyen ülkelerin veya çevrelerin desteğinin kesilir.
5) Ve en önemlisi, devleti yenemeyeceğini, verdiği mücadelenin umutsuz olduğunu görmesi ile yenilir.



PKK’da bu şekilde yenilir. Şimdi bu beş ilkeyi aşağıda daha geniş bir şekilde açıklayalım.


1)PKK’nın bütün eylemleri Kuzey Irak’tan, Türkiye-Irak sınırının Irak tarafındaki 5-25 kilometrelik bir bölgeden kaynaklanıyor.Batıdan doğuya Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk bölgeleri Türk Ordusu tarafından işgal edilmelidir. Türk Ordusu bu bölgede bir tampon bölge yaratarak yerleşmelidir. Sınırın Türkiye tarafında ise Şırnak-Hakkari-Van illerinde sınıra 25 kilometre olan bütün yerleşim yerleri boşaltılmalı ve insansızlaştırılmalıdır. Böylece PKK ile Türkiye arasında 50 kilometrelik bir alan oluşacaktır. Türkiye içine sızmalar ortadan kalkacak. Bu süreçte, mücadelenin şiddetini yükseltip, profilini düşürelecektir. Terörle mücadelede yoğun ileri askeri teknolojileri kullanacaktır. Terörle mücadelede TSK’yı mümkün olduğunca geri plana çekip, Jandarmanın terörle mücadelede uzmanlaşmış kadrolarını daha da etkili bir şekilde takviye ederek, alan hakimiyeti tekrar kurulmalıdır. Kandil Dağı ile Türk Özel Kuvvetleri’nin ve Türk Hava Kuvvetleri’nin tatbikat alanı haline getirilmelidir.


2)Terör finanse edilebildiği sürece devam eder. Terörle mücadelede özel kuvvetler kadar önemli olan bir güçte terörle mücadelede uzmanlaşmış finans uzmanları ile gümrük uzmanlarıdır. Hakkari-Van ekseninden başlayarak, PKK’nın bütün ekonomik kaynakları kesilmelidir.


3)Türkiye PKK’nın dağdaki elemanlarını değil,  dünyanın değişik yerlerindeki lider kadrolarını hedeflemelidir. Öcalan’ı yakalayan, Sakık’ı yakalayan Türkiye, isterse Karayılan’ı, Kalkan’ı, Bayık’ı da yakalayabilir veya öldürebilir. Türkiye şimdiye değin bunu neden yapmamıştır? Çünkü, uzun yıllardan buyana Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, PKK liderlerinin öldürülmesi durumunda PKK’nın da kendilerini hedef alacağını düşünerek, korkmuş ve Türk devletinin elini ayağını bağlamışlardır.


4)PKK’ya dolaylı ve dolaysız destek veren ülkeler yıldırılmalıdır.


5)Sonuçta PKK, Türkiye’yi yenemeyeceğini anlayacaktır. Lider kadrolardan yakalanmayanlar veya canlı kalanlar, Türkiye’nin şartlarını sormak için Ankara’ya müracaat edeceklerdir.


* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi öğretim üyesi
[1]David B. Collins, “Military Intelligence in Low Intensity Conflict,”,Military Intelligence Professional Bulletin, Cilt. 17, No. 3 (Temmuz-Eylül, 1991), s. 10.
[2] General Vo Nguyen Giap, “Inside the Vietminh, in The Guerilla-And How To Fight Him” in T. N. Greene, Guerilla (New York: Praeger, 1962), ss. 150-51.
[3]Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletlerinden Halk Cumhuriyetine Doğru Özgün İnsan Savunması, Cilt II (İstanbul: Mem Yayınları, 2001), s. 146.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 14.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır