PROF.DR. Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PROF.DR. Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Yüzlerce Subay Tutuklanacak mı?




Yüzlerce Subay Tutuklanacak mı?



PROF.DR. Ümit Özdağ,
14.03.2011 00:00


Yavuz Selim Demirağ ülkücüdür. Türk milliyetçisi olduğu için Türk Ordusundan 12 Eylülcüler tarafından atılmıştır. Demirağ senelerden bu yana güldüğü zaman bile gözlerinin içinde hüznü gördüğünüz nadir adamlardan birisidir. 

Ve sivil hayatı da ancak bir boş vermişlikle yaşadığı intibaını verir. 

O üniformasından uzaklaştırılmayı hiçbir zaman kabullenmemiştir. 
Çünkü Demirağ kendisini üniformasını çıkarmaya zorlayanlardan çok daha Türk subayı olduğunu bilir. 

Yavuz Selim Demirağ daha sonra gazetecilik yapmıştır. Uzun senelerden beri Yeniçağ gazetesinde yazıyor ve hep çok önemli şeyler yazıyor. Bir süreden bu yana çok iyi bildiği Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili araştırmalar yapıyor. Davaları izliyor. Albay Cemal Temizöz davasını izliyor ve her duruşma için Diyarbakır’a gidiyor. Albay Temizöz ile ilgili bir de kitap yazdı, yakında yayınlanacak. Demirağ’ın 2 Aralık 2010’dan bu yana gündeme getirdiği bir konu var ki, Türkiye’yi altüst getirmesi gereken bir haber. Ancak Demirağ’ın haberi susularak öldürülüyor. Demirağ’ın ısrarla yazdığı bu iddiasını onun kaleminden bugün bir de ben gündeme taşımak istiyorum. 2 Aralık 2010 “ JİTEM Dalgasıyla terhis ” başlıklı yazısında Demirağ şöyle diyor:  “ Obama’ya yapılan şikayette, ’ 17 bin faili meçhul ’ rakamını ortaya atanlar İmralı’dan gelen ’ Hakikatleri Araştırma Komisyonu ’ Emri ile Güney Doğu’da terörle mücadele eden askeri personelden intikam alma planını uygulamaya koymak için düğmeye bastı. Yandaş medya görevi erkenden yüklenip ’JİTEM Dosyası’ haberleri ile ortalığı ısıtıyor. Haziran seçimlerinde Doğu ve Güney Doğu’dan daha fazla oy almayı planlayan AKP hükümeti askere vurdukça prim kazanma mantığı ile yüzlerce subay-astsubayın tutuklanmasını sağlayacak yeni bir davanın açılması hazırlığında. Üstelik bu defa dokunulmaz zannedilen eski Genelkurmay Başkanları’na kadar götürecekler işi. Emekli olurken bile direnen İlker Başbuğ için şu günlerde üflenen ’ İfade verecek... Yargılanacak’ yoklamaları sözde JİTEM davası ile taçlandırılmış olacak. Zira İlker Başbuğ Diyarbakır Kolordu Komutanlığı gibi terörle mücadelede etkin birliklerin başında bulunmuştu... 

Neredeyse 30 yıldır devam etmekte olan mücadelede kim görev aldıysa peşinen ’ Zanlı ’ sayılacak. 

Teğmenliğinde, yüzbaşı, binbaşı, albay, generalliğinde sorumluluk sahibi kim varsa teker teker çağrılacak... 
Mevcut komuta kademesindekilerin bir an önce tasfiyesi, emekli edilmesi, görevden alınıp üniformalarının çıkarılmasıyla yetinilmeyip tutuklanmaları bile sağlanacak.” 

17 Şubat 2011 tarihli “ Bin Subay”  başlıklı yazısında Demirağ şöyle diyor:  “Seçimlere birkaç aya kala faili meçhul masalı ve JİTEM soruşturmasıyla terörle mücadeleye katılan askeri personelin birer birer avlanıp intikam alınacağını yazmıştım. (...) Efsaneler efsanesi Engin Alan’ın peşinin niçin bırakılmadığını avazımız çıktığı kadar bağırıyorduk. (...) Bu konuda akıl sağlığını yitirmiş Arif Doğan’ın anlatımları da zeminin hazırlanması olarak görülebilir. Şu anda yüzde 10’u hapiste olan general sayısı yüzde 50’nin üzerine çıkarılacak. Uzman Çavuş’u Astsubay’ı, Yüzbaşısı, Albayı’na kadar binlerce subay, astsubay gözaltına alınıp terhis işlemi kısmen başarılacak. Bu arada Güney Doğu’da PKK’nın kontrolündeki oylar hedeflenip, İmralı’daki caninin ’Hakikatleri Araştırma Komisyonu’talebi yerine getirilmiş olacak. Ve seçim için AKP’ye avantaj sağlanacak.” 
12 Mart 2011 tarihinde yazdığı “14 Mart düğün davetiyesi” başlıklı yazısında Demirağ şunları söyledi:  “ Guantamano adasına dönüştürülen Silivri Kampüsü’nde inşaatlar durmuyor. (...) İmralı’da bölücü başına milyon dolarlık konfor az gelmiş, yeni ev projesi hazırlanırken, ömürleri terörle mücadeleyle geçmiş askerler Hasdal’da neredeyse üst üste yatıyor. 


100 metreyi bile bulmayan koğuşlarda 36 kişi ranzalar arasında yürüyecek yer bulamıyor. Yıllar boyu dağlarda, çadırlarda yattıkları için onlar şikâyetçi değil. Ama sarı öküzü kurban olarak verdikten sonra arkasının hızla geldiğini görenler toplamda 130 kişilik kapasitesi olan Hasdal Askeri cezaevinin yetmediğini önümüzdeki günlerde başlayacak yeni dalgalar için hazırlık yapmak zorunda kalıyorlar. Yeni inşaat yerine mevcut barakaları tadil ederek cezaevi sınırlarına dâhil edip tel örgüleri genişletiyorlar. Yani Hasdal’da hummalı bir çalışma var.  (...) Olup bitenleri  ’Hukukî süreç’ yahut  ’Hukukun sonuçlarını sabırla bekleyenler’ askerin başına daha başka çorapların örüleceğini öngörüp cezaevini genişletiyorlar, duydunuz mu? Ben gördüm bile. (...) Kış koşulları ile inlerine çekilen terör örgütü daha şimdiden yakında eylemlere başlayacağı tehdidini savuruyor. JİTEM dalgası adı altında önümüzdeki günlerde terörle mücadele eden askeri birliklerin komutanlarına Hasdal’da yer açılıyor.”
Şimdi dönüp Mümtaz’er Türköne’nin yazılarını okuyun, Demirağ’ın ne demek istediğini daha iyi anlarsınız.



Kaynak:
  Yüzlerce subay tutuklanacak mı? - Ümit ÖZDAĞ

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yuzlerce-subay-tutuklanacak-mi-17378yy.htm


..

5 Temmuz 2016 Salı

Yanlış Bir Terör ile Mücadele Tartışması, Asker mi ? Polis mi ?




Yanlış Bir Terör ile  Mücadele Tartışması 
Asker mi Polis mi? 

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ* 
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı 
Eylül ’2011 • Sayı: 33 



Son günlerde gündeme taşınan teröre karşı valilerin sevk ve komuta yetkisinde olacak polis özel harekât timlerinin kullanılması tartışması bize Türkiye’de bedeli kan ve can ile ödenmiş olan derslerin bile kolaylıkla unutulduğunu 
göstermektedir. 

AKP Hükümeti, Diyarbakır/Silvan’da 13 askerimizin Şehit edilmesinden hemen sonra PKK’nın yaptığı bu alçakça saldırının Abdullah Öcalan ile müzakere sürecinde ortaya çıkaracağı politik sonuçları değerlendireceği yerde önce kamuoyu önünde 13 askeri kayıp veren askeri birliğin sevk ve idaresinde TSK’nin hangi hataları yaptığına dair bitmek tükenmek bilmeyen bir tartışma başlatmıştır. Bu anlamsız tartışma 17 Ağustos’ta Hakkari’de 9 Şehit vermemizi engellememiştir. 

TSK’nın terör ile mücadelede baflarısız olduğu inancını toplum nezdinde artıran bu yaklaşımı, Sanki AKP 2002’den bu yana iktidarda değilmiş ve 2003’den bu yana terör coğrafyası ve teröre verilen kayıplar istikrarlı bir şekilde artmamış gibi, Temmuz 2011’de PKK ile mücadelede sanki yeni bir yöntem bulunmuş çasına polis özel harekât timlerinin yaygın kullanılmasına karar verildiği açıklanmıştır. Bu adım öyle bir şekilde sunulmuştur ki, sanki TSK’nın terör ile yeterli mücadele edemediği ortaya çıkmıştır ve artık polisi denemenin zamanı gelmiştir. 





Böylece hiç gerek yok iken bir yandan TSK’nın tekrar onuru ile oynanırken, teröre karşı omuz omuza mücadele etmesi gereken TSK ile polis özel harekât arasında daha şimdiden psikolojik bir gerilim yaratılmıştır. 

Gerçekten PKK ile mücadelede 1984’den bu yana TSK başarısız mıdır? 

Polis özel harekât timlerinin yaygın bir şekilde kullanımı terör ile mücadelede başarıyı sağlayacak mıdır? Hükümetin bu adımının detayları henüz belli olmamak ile birlikte terörle mücadelede kullanılacak birliklerin sevk ve idaresini valilere 
verecek kararlar takip etmiştir. 

Bu kısa çalışmada bu soruların/adımların cevabı aranacak, tahlili yapılacaktır.,

Bir askeri birliğin sevk ve idaresi özel bir ihtisas meselesidir. 

Askeri sevk ve idare sadece Harp Okulu’nda öğrenilen bir husus değil, subayın esasen okulda  teorik olarak öğrendiklerini birlik komutanı olarak rütbesi yükseldikçe daha  büyük birliklere komuta ederek öğrenmesi ile sürekli gelişen bir bilgi/yetenektir. 

Bir bilim olan sevk ve idare satranç gibi sadece kuralların bilinmesi ile değil ancak sürekli oynanması ile ustalaşılabilecek bir yetenektir. 

Bir subayın kolordu ve ordu düzeyinde birlikleri sevk ve idare etmesi ise ancak ikinci bir üst-eğitim olan kurmay eğitimi alması ile mümkündür. 
Bundan dolayı örneğin bir subay ne kadar başarılı olursa olsun kurmay değil ise ancak tümgenerallik seviyesine kadar yükselir. 
Belirli bir birlik sayısına kadar çok başarılı olabilen bir komutanının komuta ettiği asker sayısı arttığında aynı başarıyı gösteremediğini tarih birçok kez göstermiştir. 

Bu örneklerden birisi, Kafkasya’yı Çarlık istila ordularına karşı 40 yıl savaşarak savunan Şeyh Şamil ve onun komutanı Hacı Murat örneğinde çok somut görülür. 
Hacı Murat 500 kişilik küçük birliklerle Rus Ordusuna karşı mükemmel baskınlar yapabilmekte ancak daha büyük sayıda birliği ise yönetememektedir. 
Şeyh Şamil ise hem üst düzey komutan hem de devlet adamıdır. 


Hal böyle iken çok zor bir mücadele olan ve konvansiyonel savaş için yetişmiş askerlerin bile gerilla savaşı kursu alarak eğitimlerini tamamladıkları gerilla savaşında birliklerin sevk ve idaresini askerliğini yedek subay olarak yapmış olan valilere vermek gibi bir adımı, “ Çok büyük Hata ” kavramı karşılamamakta dır. 

İller İdaresi Yasası’nın 11. maddesinde valilere tanınan yetkiler esasen çok geniş ve kapsamlıdır. Valilerin yetkilerinin artırılması gereken alanlar meselenin daha çok siyasi-bürokratik boyutu ile ilgilidir. Daha önce bölgede kaymakamlık veya 
valilik yapmayan bir bürokrat, bu bölgede vali olarak görevlendirilmemelidir. 

Bu bölgede görev yapacak valiler, genç, dinamik ve deneyimli kişiler arasından seçilmelidir. 





 < Polis Özel Harekat birliklerinin terörle mücadelede kullanılması kararı, sanki terör AKP’nin iktidara geçtiği 2002’den bu yana tırmanmamış ve TSK da mücadelede gerçekten başarısız olmuş gibi bir hava yaratılarak duyurulmuştur.   >

Vali, göreve başlamadan önce Cumhurbaşkanı, Başbakan ve içişleri bakanı tarafından imzalanan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve hükümetin ilde ulaşmayı hedeflediği noktaları ve izlenmesi gereken politikaları tanımlayan bir görev belgesi ile işe başlamalıdır.
Görev devri sırasında ise bir zamanlar uygulanan fakat son yıllarda uygulanama dan kaldırılan “İl Genel Durum Raporu” ile görev teslimi yapılmalıdır. Böylece, bir vali Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisine verdiği hedeflerin hangilerini ne ölçüde gerçekleştirdiğini hükümete ve kendisinden sonra gelen valiye bildirmiş olmalıdır. 
Valilerin illerdeki devlet/hükümet hedeflerine ulaşıp ulaşmadığını İçişleri Bakanlığı denetlemelidir.


Valilerin yetkileri ve imkânları artırılmalıdır. Valilik ve kaymakamlıklara karargâh olarak yardımcı olabilecek, bölge ve teknik konuların uzmanlarını bir araya getiren yapılar oluşturulmalıdır. Valiler ve kaymakamlar başta olmak üzere bölgeye atanan bütün memurlar bölgeye gitmeden önce kapsamlı bir özel eğitimden geçmelidir. Bu çerçevede bölge tarihi, il tarihi, ilçe tarihi, PKK ve öncesindeki bölücü eylemler ve potansiyel, bölücülük ve PKK ile mücadelenin tarihi, terör eylemleri ve psikolojik harekât konusunda uzmanlaşmalıdır. 
Derslerin verilmesinde Düşük Yoğunluklu Çatışma Enstitüsü’nün görevlendirilmesi çok faydalı olacaktır. 

Bölgede yeni bir dönemin başladığı eylemsel olarak ortaya konulmalı, valiler, kaymakamlar özetle devlet, sürekli hareket halinde olmalı, halkla sürekli ilişki geliştirilmelidir. Valilerin hiç uğramadığı ilçeler, kaymakamların hiç uğramadığı köyler vardır. 
Bu durumun sonlandırılması, halkla etkili bir iletişimin kurulması gerekmektedir. 

Bir bürokratın halkla ilişkilerdeki başarısının alabildiği sonuçları göstermesi açısından Hizbullah tarafından Şehit edilen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın ortaya koyduğu sonuç ciddi bir örnektir. 
Bu örneğin incelenmesi ve ortaya çıkan sonuçların bürokratik davranışlara yol göstermesi öğretici ve faydalı olacaktır.

En uzak köy dahi yetkililer tarafından sürekli ziyaret edilmeli, girişim üstünlüğü devlette olmalıdır. PKK’nın 24 saat çalıştığı göz önünde tutulursa örgütle mücadeleyi sadece 09:00-17:00 Mesaisini ülkeye “ Hizmete ” ayıran bir anlayış gerçekleştiremez. Bu noktada terörle mücadelenin stratejisine geçebiliriz. 


Terörle Mücadelede Kırsal Alanda Mücadele Stratejisi..,


PKK’nın kırsal alanda uyguladığı mücadele yöntemi gerilla savaşıdır. 
Gerilla savaşı zayıf silahlı gücün güçlüye, çeviğin hantala, azın çoğa, ateş gücü az olanın ateş gücü fazla olana karşı uyguladığı çok etkili bir yöntemdir. 
Gerilla savaşı uygulayan için “ Çok Ucuz ” onun ile mücadele eden için ise “ Çok Pahalı ” dır. Gerilla savaşının çoğu kez amacı yenmek değil, yenilmeden yaşamak ve mücadeleyi zamana yayarak güçlü olan tarafın savaşma iradesini ortadan kaldırmaktır. 

Bu etkili yöntem ile konvansiyonel orduların yenildiği veya yenilmeye uygun hale getirildiğini de tarih birçok kez kaydetmiştir.İspanyollar, Napoleon’un ordusunu; Tito 2. Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu’nu yenmiştir. Mao’nun halk savaşı yöntemi Japon Ordusu’nu hırpalamış, Çan-kay Şek güçlerini ise yenilmeye uygun hale getirmiştir. Vietkong ise Güney Vietnam’da Amerikan Ordusu’nun  sonuç almasını engellemiştir. 

Böyle bir mücadele konseptine karşı yapılan mücadelenin anahtarı ne bu mücadeleyi ordunun ne de polis güçlerinin vermesidir. Ne asker ne polis kırsal alanda terör ile mücadele için yetiştirilmezler, asli görevleri gerilla savaşı değildir. Asker ve polisin içinden seçilmiş birliklerin gerilla savaşı için yetiştirilmeleri de tek başına başarı sağlayamaz. 

Terörle kırsal alanda başarılı mücadele ancak doğru stratejinin uygulanması ile mümkün olur. Bütün dünya ve Türkiye’de gerilla savaşının ortaya koyduğu gerçek şudur ki, devlet güçleri ancak “ 

<  “ Alan hâkimiyeti Anlayışını ” > uyguladıkları ve örgütlerin “Cephe Gerisini”   ortadan kaldırdıkları zaman terör örgütlerine karşı kırsal alanda sonuç almaktadırlar.

Gerilla savaşında teröristlerin güvenlik güçlerine karşı en önemli iki avantajı, küçük grupların sürpriz saldırılar ile güvenlik güçlerine vur-kaç yöntemiyle saldırmaları ve konvansiyonel güçlerin erişim imkânı dışında olan bir coğrafyada, bir kurtarılmış bölgede veya başka bir ülkede bulunan “ Cephe Gerisi ” denilen bölgeye sıgınma imkânlarıdır. 


1 Enis Berberoğlu, bürokratın önemini, bölgenin önde gelen işadamları ile yapılan bir toplantıda iş adamlarının Gaffar Okan’ın, Hakkari’nin yeni Valisi Ayhan Nasuhbeyoğlu’nun ve Şanlıurfa Emniyet Müdürü Kutlay Çelik’in adını verdiklerini belirterek çiziyor. Berberoğlu, Enis, “ “Cana da Cama da Değdi Sayın Vali” Hürriyet, 16 Nisan 2006



Güvenlik güçlerinin vur-kaç yöntemini ortadan kaldırmak için kullanabilecekleri en etkili yöntem alan hâkimiyeti anlayışının yaşama geçirilmesidir. Alan hâkimiyeti güvenlik güçlerinin teröristlerin coğrafyada hareket etme imkânlarını ortadan kaldıracak, “ Vur-Kaç ” saldırı yapamayacak hale getirecek şekilde konuşlanmasıdır. 

Konuşlanma sadece bir pasif yerleşme değil, yerleşilen alan üzerinde icra edilen sürekli arama-tarama faaliyetleri ile teröristlerin yerini tespit etme ve çatışmaya zorlamadır. 

Bu Şekilde konuşlanan birlikler, teröristlerin hareket alanını iyice daraltırlar. 

  < Bölgede yeni bir dönemin başladığı eylemsel olarak ortaya konulmalı, Valiler, Kaymakamlar özetle Devlet,halkla etkili ve aktif bir iletişim kurmalıdır. >

Terörist grupları, gittikçe daha fazla birlikler arasında sıkışır. Tespit edildikleri anda askeri birlikler üstün bir ateş gücü ile yan (komşu ) birlikleri de uyararak imhaya yönelirler. Veya alınan istihbarat veya tespit sonucunda yerleri belirlenen terörist gruplara karşı özel yetiştirilmiş anti-terör timleri tarafından “ Nokta Operasyonu ” denilen operasyonlar gerçekleştirilerek, teröristler imha edilir. 
Alan hâkimiyeti anlayışı ancak ordular tarafından uygulanabilir. Çünkü alan hâkimiyetini uygulayabilmek için alana yayabilecek çoğunlukta askere ihtiyaç vardır.


TSK, 1993’den itibaren alan hâkimiyeti ile PKK’nın hareket imkânını ortadan kaldırmaya başlamıştır. 
Terör örgütü ise TSK’nın bu yöntemine terör coğrafyasını genişleterek ve TSK’nın alan hâkimiyeti uygulayamayacağı boyuta çıkararak cevap vermiştir. Ancak PKK’nın terörü yayma girişiminde bulunduğu Karadeniz, Akdeniz -Toroslar ve Sivas - İç Anadolu bölgelerinde yerel destek ve istihbarattan mahrum olması, güvenlik güçlerinin ise istihbarat akışı ile teröristlerin yerini kolay tespit etmesi neticesinde bu bölgelerdeki PKK unsurlarını “ Nokta Operasyonları ” ile yok etmek mümkün olmuştur. 

Alan hâkimiyetinin tam sonuçlar› 2007 elde edilmifltir. Ancak alan hâkimiyetinin 
tek başına istenen sonucu vermesi mümkün de¤ildir. Yapılması gereken 
örgütlerin cephe gerilerinin de ortadan kaldırılmasıdır. PKK açısından cephe 
gerisi Kuzey Irak’t›r. TSK, 1995’den itibaren Kuzey Irak’ı düzenlediği büyüklü 
küçüklü yüzlerce sınır ötesi harekât ile cephe gerisi olmaktan çıkarmıştır. Bu da 
PKK’nın 1998’deki askeri yenilgisi ile sonuçlanmıştır. 

Ancak bir terör örgütünü yenmek ile bir konvansiyonel orduyu yenmek farklı şeylerdir. Konvansiyonel ordunun sahibi olan bir devlet vardır. 
Ordu yenilince yenen ordunun devleti ile yenilen ordunun devleti bir barış anlaşması imzalarlar. 
Terör örgütünü yenmek ise daha zordur. Çünkü terör örgütü için askeri yenilgi her zaman çok önem ifade etmez. 
Bir küçük grup dahi siyasi olarak yenilmediği inancı ile eyleme devam etse terör devam ediyor demektir. 

Bundan dolayı terörü yenmek iki anlama gelir. 

Birinci anlamı terörün toplumsal etkisinin azaltılması ve yaşanabilir bir hale indirgenmesidir. 
İkinci anlamı terör örgütünün çatışmaları devam ettirme iradesini ortadan kaldıracak Şekilde mücadeleyi sürdürmektir. 


TSK’nın Terörle Mücadele Deneyimi..,

Terörün başladığı 1984 yılından itibaren “ Güneş Harekatı ” kapsamında kısa süreli takviye amaçlı jandarma birliklerine destek mahiyetinde terörle mücadeleye başlayan TSK subayları teğmen oldukları günden itibaren günümüze kadar (27 yıl) çeşitli Rütbelerde ( Teğmen, Binbaşı ve Albay ) en az üç defa (toplam 10 yıl) bölgede görev yapmışlardır. 
Komando ve Özel Harekat birliklerinde görev yapanlar için bu süre 15-20 yıldır. 

Birliklerinde ilk görev aldıklarında icracı (Tk. K. Tim. K), ikinci ve üçüncü görev aldıklarında planlayıcı (Tb. Ve A. K) ve uygulayıcı komutan olarak terörle mücadelede yer almışlardır. Şüphesiz ki bu mücadele esnasında sayısız tecrübe 
edinmişlerdir. Bu tecrübelerin hayat bulacağı anı yok saymanın TSK’yı pasivize etmenin ve mücadeleyi kırsalda hiç tecrübesi olmayan Polis Özel Harekata tamamen devretmenin doğru olmayacağı açıktır. 

Üstelik bu mücadele sürecinin ana eksenini oluşturan 1984-1999 aşamasında TSK’nın terörle mücadelede başarılı olduğu genel kabul gören bir husustur. 

En son Amerikan Hava Kuvvetleri’nin sponsorluğundaki dünyanın en büyük düşünce kuruluşu olan RAND’ın yapmış olduğu araştırma bu hususu teyit etmiştir. RAND uzmanları 30 ülkede 1975-2010 arasındaki düşük yoğunluklu çatışmaları incelemişlerdir. Başarı ölçütü olarak kabul edilen 15 ölçütün 11’inin TSK tarafından gerçekleştirildiği ortaya konulmuştur. 1999-2003 arasında terörün durma noktasına gelmesi, TSK’nın sağlamış olduğu bir husustur.


Anti-terör Timleri PKK’ya Karşı Çözüm Olur mu?

<  Kişi başına 5 milyon TL Maliyetli ve toplam 23.5 ay süren bir '' Eğitimin '' ne Polis ne Jandarma özel harekâta verilmesi
mümkün değildir.  >

Yukarıda ortaya konulan çerçevede özel kuvvet birliklerinin, jandarma özel harekât ve polis özel harekât timlerinin kısaca anti-terör timlerinin terörle mücadelede nasıl bir katkısı olabilir? 

Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı A, B, ve C timleri, Jandarma Özel Harekât ve Polis özel harekât timleri özel yetiştirilmiş anti-terör birlikleridir. Dünyanın her yerinde bu birliklerin eğitimi pahalı, sayısı azdır. Bu anti-terör birlikleri arazi arama-taramasında kullanılmaz. Bu seçkin birliklerin görevi esas görevi yeri tespit edilen terörist unsurları çevrelemek ve imha etmektir. Ayrıca bu birlikler teröristlerin sayısının az olduğu bir bölgede belirli bir terörist grubunun peşine düşerek bu grubu imha edinceye kadar takip edebilirler.


Hemen hemen bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de polis özel harekât eğitiminin kökeninde ordu içinde verilen özel kuvvet e¤itimi h›zland›r›lm›fl, maliyeti ucuzlatılmış ve hızlandırılmış şekli hakimdir. 
Bu hüküm cümlesinin ne anlama geldiği ancak Türk özel kuvvetlerinin niteliği doğru bir şekilde ortaya konulabilir ise doğru anlaşılacaktır. 

Türk Özel Kuvvetleri bütün Avrasya bölgesinde kapsamlı operasyonlara imza atan bir birlik olmasının yanında PKK ile mücadelede çok önemli görevler üstlenmiş seçkin bir birliktir. Özel kuvvetlere katılmak ancak gönüllülük esasında olur. 

Bu birliğe en gözünü budaktan sakınmayan, en cesur, en milliyetçi, manevi duyguları en gelişmiş subay ve astsubaylar başvurur. 

Şahadet duygusu güçlü olmayan özel kuvvetlere giremez. 

Ancak çok ağır bir sınavla seçilmeden ve sonrasında çok ağır bir eğitimden geçirilmeden birliğe katılamazlar. 
Bir özel kuvvet mensubu olmak için 6 ay komando kursu, 6 ay gayri nizami savaş kursu, 3.5 ay paraşüt kursu, 2 ay hayatı idame kursu, 6 ay sualtı, su üstü eğitim ve kayak kursu görürler. 

Bir özel kuvvet mensubunun devlete maliyeti 5 milyon TL’dir. Bu kurstan en yüksek derece ile mezun olanlar ABD’de veya dünyanın başka ileri gelen ülkelerinde Ranger veya diğer özel kuvvet eğitimlerine katılırlar. Silahları dünyanın en iyi silahlarıdır. 

Özel kuvvet mensupları timler halinde örgütlenir. Her timde 13 subay ve astsubay vardır. 
Tim komutanı yüzbaşı veya üsteğmendir. Yardımcısı da subaydır. 
Timde 11 astsubay görev yapar. Hepsi mükemmel savaşçı olan bu astsubaylar dan birisi muhabereci, birisi istihkamcı, birisi sıhhiyeci, birisi de haritacıdır. 
Böylece bir özel kuvvet timi birbirini tamamlayan ve bir vücut gibi hareket eden insanlardan oluşur. 

PKK’da bir uyarı vardır.  
Dağa yollanan PKK’lılara Şöyle denir: 
“ Karşında sürekli  Şarjör boşaltan birisi varsa o Piyade Askeridir. 
Karşında tek tek mermi atan birisi varsa o komandodur. Çok dikkat et. Karşı tarafta birisi var ve sana hiç ateş etmiyor ise bil ki, karşında bir özel kuvvet elemanı vardır. Ve bu öldüğün anlamına gelir.” 

Türk Ordusu 1984’den bu yana PKK terörizmi ile verdiği mücadelede Ocak 2009’a kadar 4.241 subay, astsubay, erbaş ve erini ŞEHİT  Vermiştir. 
Bunların sadece 16 tanesi Özel Kuvvet mensubu subay ve astsubaylardır. 
Onlar en önde ve en uçta savaşırken öldürülen 29.639 teröristin önemli bir bölümünü etkisiz hale getirmişlerdir. 

Görüldüğü gibi kişi başına 5 milyon TL maliyetli ve Türkiye’de polis özel harekât timleri ve özel kuvvetler komutanlığında görevli ve toplam eğitimi 23.5 ay süren bir eğitimin ne polis ne jandarma özel harekâta verilmesi mümkün değildir. 

Polis özel harekâtın eğitimi de beş aydır. Bu eğitimin temellerini dünyadaki polis harekât dairelerinde olduğu gibi Türkiye’de de özel kuvvet mensubu subaylar atmışlardr. 

Özetle, seçkin asker ve polis anti-terör timlerinin terörle mücadelede etkili kullanım alanı, nokta operasyonlarıdır. 
Peki, toplumda terör ile mücadelede yeni bir aşama olarak sunulan polis özel harekât birliklerinin sayılarının 15.000’e çıkarılması terörle mücadelede önemli bir başarı sağlayacak mıdır? 
Bu soruya ne yazık ki olumlu bir cevap vermek mümkün değildir. Çünkü terörle mücadelede başarının ön şartı, “ Alan Hakimiyeti ” ve “ Cephe-gerisinin cepheleştirilmesi ” diyebilece¤imiz Kuzey Irak’taki PKK kamplar›na yönelik sürekli operasyonlardır. 

Oysa Türkiye’de uzunca bir süreden bu yana alan hâkimiyeti konsepti tamamen terk edilmiştir. Jandarma ve ordu karakol ve kışlalara çekilmiştir. 

Öyle ki 26 Temmuz’da Mardin/Ömerli’de Şehit edilen üç asker jandarma karakoluna 300 metre yaklaşan teröristler tarafından tuzağa düşürülmüştür. Artık karakolların yakın emniyetinin bile etkili bir şekilde sağlandığını söylemek mümkün değildir. Bir süreden buyana arama-tarama operasyonları durdurulmuş tur. Kuzey Irak’a operasyonlar ise 2007 kışında düzenlenen kısa süreli operasyon haricinde 2003’den buyana düzenlenmemektedir. 

Arama-tarama operasyonlarının durması ile alan PKK’nın inisiyatifine geçmiştir. 
Güvenlik güçlerinin önemli istihbarat kaynağı kesilirken, kırsal yerleşim yerleri üzerinde PKK’nın psikolojik baskısı doğal olarak artmıştır. Böyle bir ortamda nokta operasyonu yapması gereken polis özel harekât timleri sadece
Heronların vereceği istihbarata mahkûm kalacaklardır. Polisin kullanacağı insansız uçuş araçları ise sadece taktik boyutta kullanılabilen araçlardır,faydaları çatışma bölgesi ile sınırlıdır.

 <   Polis özel harekât timleri, yetersiz istihbarat nedeniyle güneydoğu Anadolu’da önemli bir sonuç elde edemeyebilir ancak
Karadeniz bölgesindeki PKK unsurlarına karşı ısrarlı takip yapmaları başarı getirecektir. >


Bu noktada kısaca cevaplanması gereken bir soru da polis özel hareket timlerinin 1990’larda PKK’ya karşı verilen mücadele de başarılı olup olmadıklarıdır. 

Polis özel harekât birlikleri genel hatları ile PKK’ya karşı kırsal alanda başarılı bir mücadele vermişlerdir. 
Özellikle ilk dönem kurslardan mezun olan polis özel harekât mensupları ortaya üstün bir performans koymuşlardır. 

Özel harekât sayısının artması ve sayı artışı sürecindeki bazı disiplinsizlikleri özel harekâtı psikolojik savaş hedefi haline getirmiş olan PKK tarafından sistemli bir şekilde istismar edilmiştir. Ne yazık ki bir kısım basın da özel harekâtın yıpratılmasının parçası olmuştur. 

Öte yandan Özel Harekâtçı polisler yerleşim merkezlerinde kullanılmaya çalışıldığında ortaya başarılı bir fotoğraf çıkmamıştır. 
Bu onların hatası olmaktan  çok eğitilmedikleri bir alan olan toplumsal olayların bastırılmasında kullanılmak istenmelerinden kaynaklanmıştır. 

Özetle, Özel Harekât polisleri terör ile mücadele de üzerine düşeni büyük ölçüde yapmıştır. 
Ancak bu başarı alan hakimiyeti ve cephe gerisini cepheleştirme stratejisinin bir parçadır. 


SONUÇ;


Türkiye terör ile mücadele stratejisini 2003’de durdurmuş, 2009’da tamamen terk etmiştir. 
AKP Hükümetinin tekrar terörle mücadele stratejisine dönmesi söz konusu değildir. 
Terörle müzakere süreci Silvan saldırısının ateşi hafifledikten ve Öcalan/PKK ikilisi ile bazı örtülü düzenlemeler yapıldıktan sonra tekrar başlayacaktır. Yeni Anayasa süreci ile terörle müzakere süreçleri ulaşılan noktada kaçınılmaz olarak iç içe geçmiştir. Bundan dolayı, Asker mi daha iyi terör ile mücadele eder, Polis özel harekât mı daha iyi terör ile savaşır.., Şeklindeki tartışma içi boş bir tartışmadır. 

Öcalan ile yapılan müzakerelerde belirli bir uzlaşma noktasına varılmışken PKK’nın terörü tırmandırmasının nedeni çok büyük bir ihtimalle Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaşması ve Türkiye’ye sarkması ihtimalini örgüt lehine değerlendirmek tir. 
PKK, Suriye’de çıkacak bir iç savaşın Suriye Kürtlerine büyük dinamizm vereceğini, Suriye’deki gelişmelerin Güneydoğu Anadolu’da kitlesel destek üreteceğini öngörmektedir. 

Böyle bir süreç Güneydoğu Anadolu’da inisiyatifi ele geçirmiş olduğunu düşünen örgütü, Öcalan’ı yeni Şartlarda Hükümet ile masaya oturtacak bir yeni süreci başlatmaya itmiştir. 

Örgüt, bu amaçla bir yandan güvenlik güçlerine karşı kitlesel imha amaçlı saldırılar gerçekleştirirken öte yandan demokratik özerk Kürdistan projesi ile siyasal bir atılım içine de girmiştir. 
Uzun bir süreden bu yana örgütün üzerinde çalıştığı, olgunlaştırdığı ve demokratik özerkliğin yaşama geçirilmesi amacı ile pilot bölge olarak seçilen Hakkari’de polisin karakoldan askerin kışladan çıkmasını engellemeyi hedefleyen bir baskı oluşturulmaya çalışılmaktadır. 

Örgüt, hükümetin PKK’nın terörü tırmandırma stratejisine bir süre sert önlemler ile cevap vereceğini ancak daha sonra tekrar Öcalan ile müzakere zemininin oluşacağı öngörüsünde bulunmaktadır. 
Bu süreçte PKK kayıp verecek ancak kitlesi üzerindeki hakimiyetini güçlendirecektir. 
Öcalan, PKK’nın hazırladığı yeni koşullarda müzakerelere tekrar başladığında eli daha güçlü olacaktır. 

Hükümetin PKK’nın bu stratejisine karşı ortaya koyması gereken karşı strateji, tekrar müzakereler başladığı zaman PKK’nın bugün olduğundan daha kötü bir noktadan başlayacağının gösterilmesi üzerine kurulu olmalıdır. 

Bu ise örgütün askeri gücünün kırılması ile yakından ilgilidir. 
PKK, 2003’den bu yana ağır bedel ödemeden Türkiye’ye darbeler vurmaktadır. 

Bu durumun değişmesi ise yukarıda tartıştığımız stratejinin uygulanıp uygulanmaması  ile yakından ilgilidir. 

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ* 
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı 
Eylül ’2011 • Sayı: 33 


..

21 Haziran 2016 Salı

Van Kırsalı ve PKK Holding



Van Kırsalı ve PKK Holding


     11.11.2011





Van depremi ile ilgili kamuoyu ilgisi devam ederken, bölgede görev yapan bir devlet görevlisinden aldığım mektup, Van-Hakkâri kırsalının terörün finansmanında sahip olduğu stratejik rolü ortaya koyuyor. Bu uzun mektubun bazı bölümlerini kamuoyu ve yetkililer ile Yeniçağ aracılığı ile paylaşmanın bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. PKK ile mücadelede psikolojik-politik boyutun yanında en önemli mücadele boyutunun ekonomik mücadele boyutu olduğu neden ise ihmal edilir. PKK’lı teröristleri dağda arayıp bulmak yerine onları dağa çıkaran ekonomik gücü imha ederek, yerlerinde kalmalarını sağlamak. Bunun gerçekleşmesi için AKP Hükümetinin bazı radikal adımlar atması gerekiyor. 

Ağrı-Doğu Beyazıt, Van-Saray-Özalp-Başkale, Hakkâri-Yüksekova-Şemdinli, Şırnak-Silopi PKK’nın darphanesinin yerleşik olduğu kaçakçılık güzergâhlarını oluşturuyor. 450 kilometre uzunluğundaki Van sınırındaki ilçelerde ortalama 60-70 köy bulunuyor. Bu köylerin % 80’i kaçakçılık ile meşgul. Verimli tarım arazileri ekilmiyor, hayvancılık yapılmıyor. 60 haneli bir köyde ortalama 1000 katır var. Her katır, İran’dan bir seferde 140 litre kaçak mazot getiriyor. Her köyde her evin bodrumunda beş-on tonluk mazot depoları bulunuyor. Köylü vatandaşın cebinde nakit 3 bin, 5 bin lira bulunması çok normal. Bundan dolayı, PKK her köyden her yıl ayrıca rahatlıkla 200 bin lira “vergi” topluyor ve vatandaş rahatlıkla ödüyor. 


Başkale’de mazot fiyatı, Van’a geldiğinde % 35 artıyor. Ancak İran sınırı, çay, yağ, sigara, şeker, cep telefonu, bıçak, halı, kilim, et, her türlü gıda maddesi ve kenevir (esrar) sokuluyor sınırdan. Katırlar ile getirilen mallar bazı noktalarda kamyonlara yüklenerek Van’a sokuluyor. Ancak, daha kamyonlara yüklenmeden önce PKK’nın atla gezen “gümrükçüleri” her katırdan “gümrük vergisi” alıyorlar. Toplanan günlük para, Boğaz Köprüsünden bir günde devletin aldığı paradan fazla. Ancak gelir bununla sınırlı değil. Kaçak sigara gibi bazı gelirlerin tamamı PKK’nın denetiminde.


Bir başka büyük gelir kaynağını uyuşturucu oluşturuyor. Afyon sakızı, Afganistan’dan İran’a oradan Türkiye’ye giriyor ve Başkale, Yüksekova, Hakkâri, Şemdinli yolu ile mezralarda kimya mühendisi kadar becerikli “uzmanları” tarafından titizlikle işlenip eroine dönüştürülüyor. 


Çoğu gece yolculuğu ile Van’a taşınan eroin Van’dan Türkiye’ye ve Avrupa’ya dağılıyor. Bu yolla giden eroinin günde 500 kilo olduğu ileri sürülüyor. 

Ayda ele geçirilen ise ancak 100 kilo.

Mektup bir çok ayrıntı veriyor. Ancak ana hatları bunlar. Özetle, PKK sadece bir terör örgütü değil aynı zamanda bir holding. PKK terörünü etkisiz hale getirmek için PKK holdingi etkisiz hale getirmek şart. Bu, bölgedeki polis veya jandarmanın yapabileceği bir şey değil. Sadece daha etkin yol denetimleri ile de istenen neticenin alınması mümkün değil. Burada özel bir hükümet programına ihtiyaç var. Barzani’den PKK’ya karşı ekonomik önlemler alması istenirken, bu noktada Türkiye’de de yapılacak çok şey olduğu unutulmamalı.

Öncelikle Van-Hakkâri kırsalında bir tek katır kalmamalı. Devlet hepsini satın alıp, nakletmeli. Evlerin altındaki yakıt depoları imha edilmeli. Sınıra çok yakın köylerin arazilerinin kamulaştırılması ve halkın başka yerleşim bölgelerine nakledilmesi gerekiyor. Ancak bu insanlara gittikleri yerlerde yeni iş alanları yaratılmalıdır. Jandarma ve polis içinde ağırlıklı olarak kaçakçılık-terörizm bağlantısı ile çalışan ekipler güçlendirilmeli ve yüksek verimli çalışmayı teşvik edici düzenlemeler yapılmalıdır. Bu ekipler büyük bir saldırganlık ile çalışmalıdırlar. Kaçakçılığa göz yuman her türlü devlet görevlisi en ağır şekilde cezalandırılarak meslekten çıkarılmalıdır. 


Kaynak:

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/van-kirsali-ve-pkk-holding-20470yy.htm




..


14 Haziran 2016 Salı

Türk Ordusu PKK’yı Yenmiştir ve Tekrar Yenebilir,





Türk Ordusu PKK’yı Yenmiştir ve Tekrar Yenebilir,


Yazar: Ümit Özdağ
22 EKİM 2013  SALI


Türk Ordusuna karşı düzenlenen yoğun psikolojik savaş kampanyasına son aylarda yeni bir psikolojik saldırı/iddiası unsuru eklenmiştir. Bu psikolojik savaş unsuru/iddiası, Türk Ordusu’nun 1984’ten bu yana PKK’ya karşı sürdürdüğü mücadelede başarılı olamadığı iddiasıdır. Konu ile ilgili bilgi sahibi olmayanların da düşük yoğunluklu çatışma (DYÇ) yani terörizm ve gerilla savaşında zaferin tanımını doğru bir şekilde yapmadan Türk Ordusu’nun başarısız olduğunu iddia etmeleri, bilimsel açıdan yanlış olduğu gibi ahlaki açıdan da doğru değildir.
Bu makalenin yazarı, konuyu DYÇ teorisi açısından ele aldığı “ Türk Ordusu’nun PKK Operasyonları”, “Türk Ordusu’nun Kuzey Irak Operasyonları ” ve “Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi, Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor” adlı kitaplarında incelemiş ve PKK’nın askeri anlamda nasıl yenildiğini göstermiştir. Bu kısa incelemede ise DYÇ’de bir ordu için başarının ne olduğu ve Türk Ordusu’nun PKK’yı nasıl yendiği kısaca ortaya konulmaya çalışılacaktır.














Konvansiyonel savaşta zaferi tanımlamak kolaydır. İki ordu savaşır. Bir ordu diğerini yener. Zafer yenen orduya aittir. DYÇ’de ise çarpışan iki ordu yoktur. Bir tarafta bir terörist örgüt/çete yapılanması öte yanda ise esasen konvansiyonel savaşı sürdürmek amacı ile örgütlenmiş olan ordu vardır. DYÇ’de terörist örgüt/çete’nin amacı zaman içinde bir yandan savaştığı orduyu yıpratırken gücünü artırmak, ordulaşmak ve çete savaşı ile yıprattığı düşman orduyu oluşturduğu ordu vasıtası ile konvansiyonel savaşta mağlup etmektir.


1945 ve 1990 yılları arasında dünya çapında 85 düşük yoğunluklu çatışma (DYÇ) görülmüştür. 1 Türk Ordusu ile PKK arasındaki mücadele, yakın dönem tarihindeki en şiddetli ve en uzun süren DYÇ’lerden birisi olmuştur. Türk Ordusu’nun 1999’daki zaferi ile PKK en azından askerî ve siyasi olarak büyük ölçüde kontrol altına alınmıştır. PKK’nın lideri Abdullah Öcalan yakalanmıştır. Terör örgütünün en önemli “askeri” lideri kabul edilen Şemdin Sakık ele geçirilmiş ve mahkum edilmiştir. Ancak  PKK terör örgütü bu iki stratejik hamle gerçekleştirilmeden önce1992-1997 arasında gerçekleştirilen kontr-gerilla ve isyan bastırma operasyonları ile askeri anlamda büyük ölçüde ezilmiş, hareket alanı daraltılmış bir örgüttür. Öcalan, 1999’daki sonucu gördüğü için 1997’de “Bu iş bir sene içinde bitecek” açıklaması ile PKK’nın savaşı kaybettiğini kabul etmiştir.

TSK’nın PKK’yı yendiği tespiti sadece bu satırların yazarı tarafından yapılan bir tespit değildir. Konu ile ilgili askeri-bilimsel literatürde de bu tespit konusunda uzlaşılmaktadır. Amerikan Hava Kuvvetleri’nin finansmanı ile Amerikan Hükümeti için çalışmalar yapan dünyanın en büyük düşünce kuruluşu olan RAND tarafından 2010 yılında Amerikan Savunma Bakanlığı makamı ve Deniz Piyade İstihbarat teşkilatı için iki ayrı kadro tarafından hazırlanan iki ayrı raporda da TSK’nın PKK ile yaptığını mücadeleyi kazandığı vurgulanmıştır. Christopher Paul, Colin P. Clarke ve beth Grill’in hazırladığı,Victory Has a Thousand Vaters- Sources of Success in Counterinsurgency, RAND 2010 adlı çalışmada 1970 sonrasında gerçekleşen 29 DYÇ incelenmiş ve Türkiye’deki mücadelenin TSK tarafından kazanıldığı tespiti yapılmıştır. Keza 2010 senesinde ünlü askeri konular uzmanı Martin  C. Libicki ve Ben Connable tarafından yazılan How Insurgencies End adl kitapta da TSK’nın PKK’yı yendiği vurgulanmıştır. 

Üstelik Türk Ordusu ile PKK arasındaki kanlı mücadele çoğu zaman sanıldığı gibi yalnızca Türk güvenlik güçleri ile PKK arasında politik-askerî bir karşılıklı meydan okuma değil; Türkiye, İran, Suriye ve bir ölçüde Irak’ın da müdahil olduğu, konvansiyonel olmayan savaş ya da DYÇ şeklinde bir çatışma olmuştur. PKK, Şam’ın ve Tahran’ın desteği ile Türkiye’ye karşı asimetrik bir tehdit teşkil etmiştir. Her iki başkent de Ankara’yı ödünler vermeye mecbur bırakmak için gerekli politik, ekonomik ve askerî koşulları yaratmak üzere, bir de stabilizasyon politikası izlemiştir. Türkiye’ye 1980’lerde ve 90’larda olanların bir vekâleten savaş olduğunu ileri sürmek herhalde abartı olmaz.

Bazı araştırmacılar Türkiye’deki çatışmayı etnik bir çatışma olarak adlandırmaya meyilli olsalar da böyle bir sonuç aşırı basitleştirme ve aşırı genelleştirme olacaktır. Soğuk Savaş sonrası dönemde sosyal bilimlerde ve basında, devletler arasında görülenler haricindeki her tür çatışmayı etnik çatışma olarak yaftalama eğilimi vardır. Diğer yandan, her ne kadar Türkiye’deki çatışma bu şekilde adlandırılmak için fazla karmaşık olsa da bir devletler arası etnik çatışmanın çeşitli özelliklerini sergilemiştir.

PKK asimetrik bir tehdit olarak, 1923 yılında kurulmasından bu yana Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik en büyük meydan okumayı teşkil etmiştir. PKK ideolojik ve örgütsel yapısı ve vahşeti bakımından Mao’nun “Uzun Süreli Halk Savaşı” anlayışını savunmuş olan Peru’daki Shining Path (Aydınlık Yol) ve bir dereceye kadar da Kamboçya’daki Kızıl Kmerler’le mukayese edilebilir.
PKK için askeri başarı ölçütlerini ‘Uzun Süreli Halk Savaşı’ anlayışı çerçevesinde  belirleyen hususlar şu başlıklar altında özetlenebilir. PKK, stratejik savunma aşaması olarak tanımlanan aşamada birincil askerî hedef olarak, Türk güvenlik güçlerini kırsal bölgelerden ve Türk-Irak sınırından geri çekilmeye zorlayarak Türkiye’nin güneydoğusunun bazı bölümlerinde askerî ve politik denetim kurmayı amaçlamıştır.

PKK “kızıl kurtarılmış bölge”lerin oluşturulmasının ardından oluşacak stratejik denge aşamasında kentlere saldırıda bulunulmasını ve bölge çapında kargaşa ve ayaklanmaların çıkarılmasını plânlamıştır. Türkiye’ye karşı mücadelenin son evresi olan stratejik saldırı aşamasında, “gerilla” merkezli silahlı güçlerini konvansiyonel bir orduya dönüştürmeyi hedefleyen PKK, Türk Ordusunu bozguna uğratmayı ve sözde “Kürdistan”[1] terk etmeye mecbur bırakmayı amaçlamıştır. PKK açısından zaferin tanımı budur.

Abdullah Öcalan, kısa bir süre önce ölen Fransız ve Amerikan Ordularını Vietnam’da yenilgiye uğratmış askeri stratejinin mimarı General Vo Nguyen Giap’ın, anti-emperyalist savaşının neticesine dair: “Askerî görüş açısından bakıldığında, haklı bir neden uğruna savaş vermekte olan donanımı yetersiz bir ordu, uygun strateji ve taktiklerle, saldırgan emperyalizmin modern bir ordusunu yenebilir” değerlendirmesine sıkı sıkıya inanmıştır.[2]


Ancak Öcalan ile Giap arasındaki temel fark şudur. Giap’ın ülkesi için emperyalist ordulara karşı mücadeleden bir subaydır. Öcalan ise kendi ülkesine ihanet eden bir çetenin kurucusu ve emperyalizmin işbirlikçisidir.




General Vo Nguyen Giap


PKK’nın Maocu askerî stratejisine Stalinist bir politik örgütlenme stratejisi eşlik etmiştir. Bu iki evreli devrimci stratejiye göre ilk amaç, Türkiye, İran ve Irak’ın Kürt nüfusunun yoğunlaşmış olduğu bölgelerini bir araya getiren, birleşik, demokratik ve bağımsız bir “Kürdistan”’ı tek bir liderlik altında toplamaktı. Sonraki aşamada, PKK, sosyalist bir Kürdistan’ın oluşturulması için savaş vermek zorundadır.[3]
NATO’nun ikinci büyük ordusunu bozguna uğratmak her ne kadar rasyonel bir askerî stratejiden ziyade bir hüsnü kuruntu gibi gözükse de PKK Türk Ordusu karşısında 1980’lerin sonlarında ve 1990’ların başlarında şaşırtıcı bir biçimde başarı kaydetmiştir. Başarılı terör kampanya¬sının ve gerilla taktiklerinin neticesinde PKK’lı terörist unsurlar geniş kırsal bölgeleri kontrolleri altına almaya çalışmışlar ve kentlere sızmışlardır. Hükümet binalarına saldırılar düzenlemiş ve hatta Türk-Irak ve Türk-Suriye sınırlarına yakın bir kısım kasabaları bütünüyle işgal etmeye kalkışmışlardır.

Öte yandan, konvansiyonel savaş için eğitilmiş olan Türk Ordusu, PKK terörünün yükseliş yılları olan 1986 ila 1990 arasında, sıkıyönetimin sona erdirilmesi ve olağanüstü hal rejimine geçilmesinden dolayı PKK ile savaşmada tam sorumluluk üstlenememiştir. Bunun yerine, Türkiye, PKK ile mücadeleyi barış zamanında kırsal bölgelerde kanunun ve düzenin sağlanmasından sorumlu bir güç olan jandarmayı takviye etmekle gerçekleştirebileceğini düşünerek zaman kaybetmiştir. Ancak 1992’den itibaren TSK’nın terörle mücadeleyi tekrar üstlenmesi ile birlikte, PKK gerileme süreci içine girmiş ve 1998/99 sürecinde askeri olarak yenilmiştir.

Bugün ise PKK kurulduğu günden buyana politik ve askeri olarak en güçlü olduğu noktadan geçmektedir. Bu sadece Türkiye’de müzakere sürecinde kazandığı etkinlik ile de izah edilemez. Bunun ötesinde PKK, Suriye’nin kuzeyinde de facto bağımsız bir bölge oluşturmuştur. PKK’nın güvenlikçi yaklaşım ile aşılamayacağına kendisini inandırmış ve bu anlamda PKK müzakerelerine ruhen teslim olmuş AKP Hükümeti PKK’nın en büyük stratejik kazancını oluşturmaktadır. PKK’da bu durumu sistemli bir şekilde kullanmakta, müzakere sürecini meşrulaşma ve Güneydoğu Anadolu’da belediyeler üzerinden paralel devlet oluşturmak için kullanırken, AKP Hükümetini de “seçimler öncesi yükselen terör” şantajı ile sürekli geri adım atmaya, taviz vermeye zorlamaktadır.

PKK Nasıl Yenilir

PKK ancak güvenlikçi yöntemler ile yenilebilir. Türkiye’nin PKK terörünü aşabilecek güçte bir ülkedir. Yeter ki iktidarda PKK’yi yenme ve aşma konusunda kararlı ve bilgili kadrosu olsun. Terörle mücadele bir irade savaşıdır. Terör örgütü Türkiye’yi yenemeyeceğini bilir. Ancak Türkiye’yi yöneten kadroların iradesi zayıf olur ise örgüt istediği sonucu alır. Terörle mücadelede sert güç unsurları ile yumuşak güç unsurlarını birlikte kullanılmalıdır. Bu iki güç unsurunun birlikte kullanılmasına “akıllı güç” kullanımı denilir. PKK akıllı güç ile aşılabilir. Terörün aşılması konusunda üç hedefe ulaşılmalıdır. İlk iki senede,
1)PKK terör örgütünün çatışma iradesini kırmak,
2)Halkı terör örgütünün baskısından kurtarmak ve
3) Bu iki seneyi, bölgesel ve milli rehabilitasyon dönemi izlemelidir. Çünkü terör örgütü, hem Güneydoğu Anadolu bölgesinde insanlarımıza hem de bütün yurdumuza çok ağır zararlar vermiştir. Bunların aşılması için bir zamana ihtiyaç olacaktır. Bu noktada çok boyutlu, entegre ve milli bütünlüğümüzü tekrar sağlayacak bir proje gerçekleştirilmelidir.  Burada ilk iki sene içinde yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.
“PKK’yi son bir adam kalıncaya kadar mı öldüreceksiniz?” şeklinde sorular ortaya atılmaktadır. İnsanlık tarihinde hiç son adamın öldürülmesi ile biten savaş yoktur. Yenilgi direnme iradesinin ortadan kaldırılmasıdır. Bir terör örgütünü yenmek için;
1)Terör örgütünün hareket alanı ve eylemlerini minimuma indirgenir.
2)Çatışmanın ekonomik kaynaklarının ortadan kaldırılır.
3)Çatışmayı sürdüren lider kadrolarının yok edilir.
4)Çatışmada kendisini destekleyen ülkelerin veya çevrelerin desteğinin kesilir.
5) Ve en önemlisi, devleti yenemeyeceğini, verdiği mücadelenin umutsuz olduğunu görmesi ile yenilir.



PKK’da bu şekilde yenilir. Şimdi bu beş ilkeyi aşağıda daha geniş bir şekilde açıklayalım.


1)PKK’nın bütün eylemleri Kuzey Irak’tan, Türkiye-Irak sınırının Irak tarafındaki 5-25 kilometrelik bir bölgeden kaynaklanıyor.Batıdan doğuya Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk bölgeleri Türk Ordusu tarafından işgal edilmelidir. Türk Ordusu bu bölgede bir tampon bölge yaratarak yerleşmelidir. Sınırın Türkiye tarafında ise Şırnak-Hakkari-Van illerinde sınıra 25 kilometre olan bütün yerleşim yerleri boşaltılmalı ve insansızlaştırılmalıdır. Böylece PKK ile Türkiye arasında 50 kilometrelik bir alan oluşacaktır. Türkiye içine sızmalar ortadan kalkacak. Bu süreçte, mücadelenin şiddetini yükseltip, profilini düşürelecektir. Terörle mücadelede yoğun ileri askeri teknolojileri kullanacaktır. Terörle mücadelede TSK’yı mümkün olduğunca geri plana çekip, Jandarmanın terörle mücadelede uzmanlaşmış kadrolarını daha da etkili bir şekilde takviye ederek, alan hakimiyeti tekrar kurulmalıdır. Kandil Dağı ile Türk Özel Kuvvetleri’nin ve Türk Hava Kuvvetleri’nin tatbikat alanı haline getirilmelidir.


2)Terör finanse edilebildiği sürece devam eder. Terörle mücadelede özel kuvvetler kadar önemli olan bir güçte terörle mücadelede uzmanlaşmış finans uzmanları ile gümrük uzmanlarıdır. Hakkari-Van ekseninden başlayarak, PKK’nın bütün ekonomik kaynakları kesilmelidir.


3)Türkiye PKK’nın dağdaki elemanlarını değil,  dünyanın değişik yerlerindeki lider kadrolarını hedeflemelidir. Öcalan’ı yakalayan, Sakık’ı yakalayan Türkiye, isterse Karayılan’ı, Kalkan’ı, Bayık’ı da yakalayabilir veya öldürebilir. Türkiye şimdiye değin bunu neden yapmamıştır? Çünkü, uzun yıllardan buyana Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, PKK liderlerinin öldürülmesi durumunda PKK’nın da kendilerini hedef alacağını düşünerek, korkmuş ve Türk devletinin elini ayağını bağlamışlardır.


4)PKK’ya dolaylı ve dolaysız destek veren ülkeler yıldırılmalıdır.


5)Sonuçta PKK, Türkiye’yi yenemeyeceğini anlayacaktır. Lider kadrolardan yakalanmayanlar veya canlı kalanlar, Türkiye’nin şartlarını sormak için Ankara’ya müracaat edeceklerdir.


* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi öğretim üyesi
[1]David B. Collins, “Military Intelligence in Low Intensity Conflict,”,Military Intelligence Professional Bulletin, Cilt. 17, No. 3 (Temmuz-Eylül, 1991), s. 10.
[2] General Vo Nguyen Giap, “Inside the Vietminh, in The Guerilla-And How To Fight Him” in T. N. Greene, Guerilla (New York: Praeger, 1962), ss. 150-51.
[3]Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletlerinden Halk Cumhuriyetine Doğru Özgün İnsan Savunması, Cilt II (İstanbul: Mem Yayınları, 2001), s. 146.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 14.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır