Son Haçlı Seferi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Son Haçlı Seferi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2016 Perşembe

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 8




Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 8


   İlk hedefleri Türkiye Cumhuriyeti’ne ortak olmak PKK yandaşları ve ele başlarının “ Ya ortak devlete razı olursunuz, ya da Türkiye bölünecektir " şeklinde savurdukları tehditler, 




Haçlı projesinin geldiği aşamayı gösteriyor 

ABD’nin kendi çıkarları çerçevesinde bölgeyi dizayn edip sınırları yeniden çizen Büyük Ortadoğu Projesi her geçen gün nihai hedefine adım adım ilerliyor. 
Bir başka tespit de şöyledir. Önemli olduğu için tekrarlayalım;"PKK açılımı"nın kısa döneme ait maddeleri ile orta ve uzun vadedeki, (Anayasa değişiklikleri 
dahil) düzenlemeleri bu kitapta ayrıntılarıyla yer almaktadır. AB’ye uyum (!) düzenlemeleri gibi, PKK açılımının kaynağı da, yine PKK’ya ait olan bu proje 
kitaptır. 

BOP’un Türkiye bölümü olarak gördüğümüz bu Proje kitap ile, kendisine BOP’un eşbaşkanı diyen sayın Erdoğan arasında bir bağ olabilir mi? Bu soruya 
cevap arayanlara yardımcı olmak düşüncesiyle, büyük bir parantez açalım ve sayın Erdoğan’ın, BOP eşbaşkanlığı görevinin ne olduğunu doğru olarak 
anlayabilmek için, kendi ifadesine, sadece iki örnekle müracaat edelim. 
BOP’un amacı belli...

Birincisi; "Büyük Ortadoğu Projesi’nin amaçları bellidir ve o amaçların içerisinde Türkiye’nin üstlendiği görev de bellidir. BOP Ortadoğu barışına yönelik 
olarak kurulmuş ve bunun yanında ekonomik kalkınmasına yönelik, oradaki özgürlüğe yönelik, kadın haklarına yönelik, eğitim özgürlüğünü daha ileri 
safhalara taşımak için kurulmuş ve atılmış bir adımdır ve burada Türkiye’ye de bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik." (13.01.2009 TBMM Grup 
konuşması) 

İkincisi; "Amerika’nın ’Büyük Ortadoğu Projesi’var ya, "Genişletilmiş Ortadoğu yani, bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir. Bunu 
başarmamız lazım." (18.2.2004 Hürriyet) 

Bütün bu bilgilerin ışığında, sayın Başbakan Erdoğan’a verilen BOP eşbaşkanlığı göreviyle, bu yaşananların; Irak’ın mahvedilmesi ve PKK bölücü terör örgütünün nasıl bir bağlantısının olabileceğini düşünmeli ve açıklığa kavuşturmalıyız. Çünkü bu husus çok önemlidir. 

" PKK Açılımı " ve kafa karıştıran tartışmalar; 

İktidar sahipleri ve yandaşlarının iddia ettiği; "PKK açılıma karşıdır. Tasfiye olacağını anladığı için terör yoluyla provokasyon yapıyor" şeklindeki 
değerlendirmelerin yanlış ve tehlikeli olduğunu söylemeliyiz. 
PKK şartlarını kabul ettirdikçe, meşruiyet ve güç kazanmaktadır. Açılım paketinin gereği yapıldığında devletin hukuna dahil olacak ve etnik kimliğiyle temsil 
noktasına çıkacaktır. Bu kazanımlarla düşman saydığı Türkiye’yi gerilettiğine, vura vura mevzileri düşürdüğüne inanarak daha büyük boyutlu saldırıları 
düşünecektir. Kandil’den inen teröristlerin Habur’da zafer işareti yapmaları bunun bir delilidir. Terör örgütünün kazandığını düşündüğü bir sırada saldırıları 
durdurmasını beklemek, safça bir davranış olur. 
Onun için iddia edildiği gibi örgüt "provokasyon" yapmıyor, aksine saldırılarını artırıyor. Hatırlayalım, PKK’lılar TRT-6 yayına başladığında, özetle; "Vura 
vura dilimizi aldık. Yarın da toprağımızı alacağız" dememiş miydi? Örgütün mantığı böyledir. Siz bunu anlayamazsanız, çook, çok kan akar. 
Hiç şüphe yok ki, PKK hedeflerine ulaşıncaya kadar teröre devam edecektir. Bu gerçek iyi bilinmelidir. İlk hedefi Türkiye Cumhuriyeti’ne ortak olmaktır. Sonra 
1978 kuruluş bildirisi 1’inci maddesinde açıkladığı gibi; "Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti"nin kuruluşuna geçmektir. 
PKK örgütlenmesini de buna göre yapmaktadır. Teröristbaşının talimatıyla Türkiye, Irak, İran ve Suriye topraklarını esas alan konfederal bir sistemi 
gerçekleştirmek amacıyla kurulan KCK, (PKK’nın Türkiye Meclisi) şehirlerde kaos çıkarmaya ve bölgelerde özerk yasama, yürütme ve yargı sistemi 
oluşturmaya çalışmaktadır. Son zamanlarda sokakları ateşe veren KCK, "şehir terörü"nü tırmandırarak, kalkışma günü için ortam hazırlamaktadır. 
Alt yapı hazırlanıyor 

Bu konuda, ABD’nin desteğiyle Suriye vizesinin kaldırılması, Bağdat’ta iki ülke bakanlarının "ortak hükümet" toplantısı yapma maskaralığı gibi gelişmeler, 
sanki Barzani yönetimiyle ilişkilerin ve Güneydoğumuzla bütünleşmenin psikolojik alt yapısını hazırlıyor. 
Bu konuda daha da ileri giden AKP milletvekili Mir Dengir Fırat bakınız neler söylüyor; "Irak halkı federal bir yapıyı tercih etti, oranın adı Kuzey Irak değil 
Kürdistan’dır, saygılı olmalıyız. Kürdistan’a vize kaldırılmalı. Erbil’den sonra Süleymaniye’de de konsolosluk açmalıyız. Banka şubeleri açılmalı, ticareti 
artırmalıyız.. vs. 

Meğer Irak Anayasası’nı işgalci ABD değil de, Irak halkı yapmış ve federal bir yapıyı kabul etmiş. Biz de buna saygılı olmalıymışız. Demek ki kardeş Irak’ta, 
1.5 milyon Müslüman boşuna öldürülmüş, iğrenç işkence ve tecavüzler boşuna yapılmış, Irak boşuna mahvedilmiş, yüzbinlerce namuslu kadın boşuna 
pazarlara düşmüş, ülke boşuna kanlı bir arenaya döndürülmüş, Türkmenler boşuna toplu katliama maruz kalmış, liderleri boşuna suikastlara kurban gitmiş 
ve boşuna Barzani’nin azınlığı yapılmış. 

Demokrasiden Anladıkları!.. 

Şu hale bakınız, yaşanan bu facialar adamın umurunda değil. Bunların insan haklarından, demokrasiden, özgürlükten, kardeşlikten, barıştan anladıkları belki 
de bu.. 
Zannedersiniz ki adam, kurulacak "Birleşik devletin" başına oturacak. Ne de olsa Kommagene Krallığından geliyor. Diyarbakır Belediye Başkanı’nın devletimize ve hükumetimize alenen küfretmesi, herkese laf yetiştiren Başbakanın bunu sineye çeker gibi susması, ele başlarının televizyonlara çıkıp, "ya ortak devlete razı olursunuz, ya da Türkiye bölünecektir" şeklinde savurdukları tehditler, Haçlı projesinin geldiği aşamayı gösteriyor olmalıdır. Hatırlanacak olursa, teröristbaşı da Türkiye’ye 2009 sonuna kadar süre tanımıştı. Ülkemizi korumakla görevli yöneticilerimiz ne yapıyor? 
Vatanımızda böylesine vahim durumlar yaşanırken, siyasi iktidar ne yapıyor diye soralım ve manzarayı görmeye çalışalım. 

İki Dilli Devlet!.. 

1- Bölücü teröre karşı "demokratikleşme" ve "özgürleşme" çerçevesinde başlatılan "PKK açılımı" ile "iki kimlikli", "iki dilli" devlet düzenine doğru adımlar 
atılıyor. 

2- Terör örgütü şehirleri ateşe verirken, güvenlik güçleri ya ortalarda görünmüyor, vatandaşın mal-can güvenliği teröristlerin insafına terkediyor, yada yetersiz güçle müdahale edildiğinden polisimiz çok zor durumda kalıp panzerleri yakılıyor ve canını kaçarak kurtarmaya çalışıyor. 

3- Ankara’da; yerli ve yabancı güçler tarafından, devletin beyni diyebileceğimiz en tepedeki organ ve kurumların kuşatılması sürüyor ve güven bunalımı 
derinleşiyor, karar alma mekanizması zayıflıyor; Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, bazı mahkemeler, hakim ve savcılar, Türk Silahlı Kuvvetleri ve 
bazı etkili kişilere karşı, müthiş bir baskı ve medya kampanyası desteğinde yıpratma programı uygulanıyor. 

4- Borç batağındaki, üretim gücü gerileyen ülke ekonomisi çöküntüye sürükleniyor. 

Bütün dünya; devletimizin içinde bulunduğu bu durumu, kendini devlet zanneden bazı iktidar sahiplerinin rolünü, bölgede kanun hakimiyetinin 
kurulamadığını, buna karşılık örgüt otoritesinin güçlendirildiğini seyrediyor. 

Çaremiz vardır ;

Bu ağır tablo karşısında seyirci kalınamaz, her halde yapılacak çok şeyler vardır. Kimse dur bakalım, bekleyip görelim diyemez. Çünkü yok olmanın 
denemesi de olmaz. Aynen ölümün denemesinin olmadığı gibi. O halde ayağa kalkarak kurtuluşun da, çarenin de kendimizde olduğunu görmeliyiz. Her şeyden önce, bu milletin de, bu devletin de çok güçlü olduğuna inanmalıyız. Çare bu gücün harekete geçirilmesindedir. Bunun ilk şartı da, milletimizin gerçekleri bilmesine bağlıdır. 

Bu görev de gerçeği bilenlere, felaketin farkında olanlara düşmektedir. 
Tabii felaketin farkında olduğu halde; iktidardan nemalananlar, dünyalığını tutanlar ve beklentileri olanlardan, tuzu kurulardan, sırça köşkten etrafa "aman 
iktidarı sıkıntıya sokacak işler yapmayın" fetvası yayanlardan, mevkii, dünya görüşü ne olursa olsun medet umulamaz. 

Namus Erbabına düşen görev 

Onun için bu mukaddes görev, felaketi farkındaki namus erbabının omuzlarındadır. Namus erbabı; durmadan, dinlenmeden vatandaşa, "PKK Açılımı"nın gerçek yüzünü, bu aziz vatanı bölmek isteyen Son Haçlı Seferi olduğunu anlatmak zorundadır. Demokrasilerde partilerin, en çok korktukları gücün vatandaşın oyu ve sandık olduğu bilinciyle, her vesileyle sorumlu AKP yöneticilerine, sesini yükselterek uyarmanın yolunu bulmalıdır. Bu yolda vebalin en büyüğü ise, AKP’li bakan, milletvekili ve parti yöneticilerindedir. Bu sorumlular ilk önce; Parti ve hükümet yetkililerine, kökeni ne olursa olsun hepimizin Türk Milleti’nin eşit ve şerefli evladı olduğumuzu, etnisite/ırk kümelerine göre ayrıştırmanın, yok olmak anlamına geldiğini izah etmelidirler. 
Açılım sona erdirilmelidir 

Tabii her şeyden evvel de, " PKK açılımı"nın acilen durdurulması için çalışılmalıdır. Bu yanlıştan dönülmezse, Ülkemizin kanlı bir kargaşanın içine 
sürükleneceği açık bir dille anlatılmalıdır. 

Özetlenen bu demokratik çalışmalar yapılabilirse, ülkemizin büyük bir felaketin eşiğinden dönmüş olacağına şüphe yoktur.. Hem de en kestirme yoldan. Eğer 
bu demokratik çalışmalardan beklenen sonuç alınamazsa, kesin çözümün tarihi önümüzdeki milletvekili seçimleri olacaktır.. Seçmen vatandaşlar tereddüdü 
bırakarak, ülkemizi ağır bir çıkmaza sürükleyenleri, yüzümüze karşı ve çekinmeden, hala " Bize BOP’un eş başkanlığı görevi verildi" diye övünenleri, sandıkta azletmeli dir. Verilen mukaddes emanet geri alınmalıdır. Vebalden kurtulmanın da, milletimizin selamete çıkmasının da yolu bu kadar açık ve kolaydır. 

halde buyurun bu milli göreve. 


***** 

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 7






Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI  BÖLÜM 7 



Ayrışmayı körükleyecek çok tehlikeli adımlar... 

Eğer Anayasa’nın esas hükümlerini çiğneyerek devlet tarafından ana dilin öğretimi başlatılırsa, arkasından ana dilde eğitim gündeme gelecektir. 

21 KÜRTÇE YAYINA YENİ DÜZEN: 

RTÜK Yasası’nda yapılacak değişiklikle Kürtçe yayınlarla ilgili yeni düzenlemeler yapılacak. Özel televizyon ve radyoların Kürtçe yayın yapmasına izin 
verilecek.

Devlet televizyonunun 24 saat kurmanç lehçesinden yayınının yanında, bütün özel televizyon ve radyolar da 24 saat yayın yapacak. Bunun adına, asırlardır 
müstakil bir dil olamayıp, bölge ve etnik lehçe durumunda kalan Kurmançcayı, zorlayarak, tepeden inme mühendislik metodlarıyla dil haline getirme gayreti 
denir. 

Bu boşuna bir gayrettir, çünkü Farsça, Arapça ve Türkçe gibi büyük dil ve medeniyetlerin arasında kalmış olan bir lehçenin gelişmesi düşünülemez, 
muhafaza edilebilirse, ancak bugünkü kadar mümkün olabilir. Dillerin gelişmesi, her şeyden önce ihtiyacın şiddetine, sonra da sosyal ve kültürel gelişmişlik 
kapasitesine bağlıdır.

Öyleyse, AB ve PKK bunu niçin ısrarla istiyor? Gayet açık, örgütün, nazari planda da olsa farklı bir kimliğe ihtiyacı vardır. Bir de bu kimliği muhatabına kabul 
ettirebilirse, ayrı bir millet olduğu iddiasına, kendisi ve yandaşları inanacaklardır. Buna çok ihtiyaç vardır. Çünkü şu durumda, Türk kültür ve medeniyet 
dairesinin içindedirler, temelde farklı oldukları, dil dahil hiçbir unsura dayanmamakta dırlar. 

Etnik lehçe ile TV yayını;

Buna rağmen bu mesele çok önemlidir. Çünkü terör örgütüne bu kadarı yeter. Konunun bir de, silahtan daha yıkıcı olan psikolojik mücadele tarafı vardır ki, 
Türkiye bu alanda yok denecek durumdadır. Bu dengesizliğe bir de özel Tv. ve radyoların etnik lehçeyle 24 saat yayın yapmasını, PKK’yı kullanan 
emperyalistlerin gelişmiş tekniklerle bu imkanı değerlendireceğini düşünelim. Zihinler nasıl karıştırılacak, mikrop ilaç gibi nasıl sunulacak, varın siz hesap edin. 

Bu konuda bir de batı ülkelerine bakalım. Değerli bilim adamı İskender Öksüz beyin "En İyi Entegrasyon Asimilasyondur" başlıklı yazısının ilgili bölümü 
aynen şöyle; 

"Geçtiğimiz hafta, 14 Bulgar parlamenter, Bulgaristan’da Bulgar Millî Televizyonunda, günde on dakikayla sınırlı Türkçe haber yayınının kaldırılması için kanun teklifi verdi. Berlin’den yayın yapan Radio Berlin-Brandenburg (RBB), 34 yıldır Multi-Kulti Radyosu adı altında sürdürdüğü Tükçe yayınları 2008 yılında 
kaldırdı. 

Nordrhein-Westfalia eyaletine yayın yapan WDR’in Köln stüdyolarında hazırlandığı için Türklerin Köln Radyosu diye tanıdıkları Funkhaus Europa, şu anda Pazartesi-Cuma arası saat 6.05-7.00 ve 19.20-20.00, Pazar 19.30-20.00 arasında olmak üzere haftada toplam 10,5 saat Türkçe yayın yapar. 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren, sabah yayınları tamamen kaldırılarak Türkçe yayınlar haftada 5 saate indiriliyor. 

Yine Almanya’da, Hessen eyaletine yayın yapan HR, WDR’de hazırlanan Türkçe yayınları sabahları orta dalga üzerinden aktarıyordu. HR, 1 Ocak 2010’dan 
itibaren Türkçe yayınları tamamen kaldırma kararı aldı. 

Alman Haber Ajansı (DPA) 1 Ocak 2009’da başladığı Türkçe yayın servisini, 1 Nisan 2009’da kaldırdı. 
Fransa devlet radyo televizyonu Radio France Internationale (RFI) haftada toplam 1 saat Türkçe yayın yapıyordu. 2007 yılında kaldırdı. RFI’nin internet 
sitesindeki Türkçe bilgi bölümü de 1 Ocak 2010’dan itibaren kalkacak. 
Belçika’da Flamanca yayın yapan BRT televizyonu, Cumartesi günleri 30 dakika süreyle Babel (Babil) başlığıyla yaptığı Türkçe TV yayınını 1997’de kaldırdı. 

Çifte Standartlı Batı;

Fransızca yayın yapan RTBF, aynı şekilde haftada yarım saat olan haber ağırlıklı Türkçe yayınlarını 1992’de kaldırdı. 

Sözde çok kültürlü! 

Hollanda resmi devlet yayın kurumu NOS/NPS, oradaki Türk toplumu için Radio 5 frekansından Cumartesi günleri saat 15.02-15.45 arası yayınlanan Türkçe 
haber programına 4 Eylül 2008 tarihinde son verdi. 
Danimarka’da 1 Ocak 1980 tarihinde Radio Denemark (DR) ’ta başlayan ve günde 15 dakikayla sınırlı Türkçe radyo yayını 2005 yılında sonlandırıldı. 
İsveç devlet radyosu haftalık 15 dakikalık Türkçe radyo yayınlarına 15 Ocak 2006 tarihinde son verdi." (Prof. Dr. İskender Öksüz, Star Gzt. Açık Görüş 
17.12.2009) 

"Özgürlükçü" ve "demokrat" batı, bizim ensemizde boza pişirirken, kendisi "çok kültürlülüğe" nasıl bakıyor, dakikalarla sınırlı yayına bile izin vermiyor, işte 
örnekleri. Üstelik, dilleri ve kültürleri unutturularak asimile edilecek olan bu insanlar bizim vatandaşılarımızdır ve bulundukları ülkenin kimliğiyle herhangibir 
kimlik ihtilafları da yoktur. .

Bu örnekleri görünce güzel ülkemizin, uğradığı ihanete, sahipsizliğe, nankörce, sorumsuzca ve hovardaca yönetilmesine nasıl yanmazsınız? 

22 ANADİLDE EĞİTİM YOK: 

Ancak anadilin öğrenilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılacak. 
Önce bu eğitim ve öğretim işi devlet kurumlarında yapılacağına göre, Anayasa’nın "Başlangıç ilkelerine," 3’üncü maddesindeki "Devletin dili Türkçe", 42’nci maddedeki, "Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez." hükümlerine 
aykırı olduğunu söyleyelim. 

Sonra bunu kimler istiyor diye soralım? Tabii ki, AB-APO-PKK-DTP, hatta ABD. 

Öte yandan ana dilin, adı üstünde anadan öğrenilen dil olduğunu, bunun önünde hiçbir engelin bulunmadığını ve bulunamayacağını belirtelim. Sıkca 
söylendiği gibi ana dillerin konuşulması yasak değildir. İsteyen istediği gibi konuşabilir, ihtiyaç duyduğu sürece de konuşacaktır. Eğer ileri sürüldüğü gibi 
yasak olsaydı, bin yıllık tarihimizde, Türkçe’den başka dil mi kalırdı? Buna rağmen neden "anadilin öğrenilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılacak" 
deniliyor? Herhalde, burada kastedilen devletin öğretmesinin önündeki engellerdir. Evet engeller vardır. İlk engel Anayasamızın amir hükümleridir. İkinci engel evrensel çağdaş hukuktur. Burada da devletin ana dillerden, hem öğretim, hem de eğitim yapması kabul edilmiyor. Bunun için gelişmiş ülkelerde 
bunun örneği yoktur. 

Erdoğan da savundu 

Eğer anayasayı çiğneyerek devlet tarafından ana dilin öğretimi başlatılırsa, arkasından ana dilde eğitim gündeme gelecektir. Başbakan Erdoğan da böyle 
düşündüğünü 1991 yılında RP Genel Başkanı Erbakan’a verdiği "Kürt meselesi" adlı raporda şöyle açıklıyor: "Ana dilde eğitim haklarını verelim. Türkiye’de 
dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini 
savunmalıyız." 

AB’de 2000 yılından itibaren, "Katılım Ortaklığı Belgesiyle" bunu istiyor. Yani iki dilli devlet gündeme getirilecektir. Zaten esas hedef de budur. 

23 KÜRTÇE KURSA DÜZEN:

Yasa değiştirilecek. Kürtçe kurs merkezleri birçok dilde eğitim verebilecek. 
Bu düzenleme Anayasamızın ilgili maddelerine aykırıdır. 
Geçmişte bu kursların özel olarak açılması serbest bırakılmıştı. Ancak katılım olmadığı için açılanlar zarar etmiş ve kapanmıştı. Bu deneme çok önemliydi. 
Çünkü halkın böyle bir ihtiyacının olmadığı açıkça ortaya çıkmıştı. Bunu, Türkiye’yi bölme projesinin gereği olarak PKK ve AB istiyordu. 
Kurslar böylece kendiliğinden kapanınca, bu defa AB parasını Türkiye’nin vermesini ve devlet tarafından açılmasını istedi. Şimdi yapılmak istenen de budur. 
Ayrıca başka "birçok dilde eğitim" vermek suretiyle, kurslar cazip hale getirilmek isteniyor. Görüldüğü gibi etnik dil ve kimliğin oluşturulması amacıyla, akıl 
almaz zorlamalar yapılıyor. Bunlar yapıldıkça da terör örgütü güçlenecek ve iki dilli devlet hedefine yaklaşacaktır. 

Yarın: ENSTİTÜ KURULACAK 
17/01/2010 - 02:23:36 

8 Cİ  BÖLÜM İLE  DEVAM EDECEKTİR

******

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 6





Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI  BÖLÜM 6 


Ayrışmayı körükleyecek çok tehlikeli adımlar... 
Eğer Anayasa’nın esas hükümlerini çiğneyerek devlet tarafından ana dilin öğretimi başlatılırsa, arkasından ana dilde eğitim gündeme gelecektir. 

21 KÜRTÇE YAYINA YENİ DÜZEN: 

RTÜK Yasası’nda yapılacak değişiklikle Kürtçe yayınlarla ilgili yeni düzenlemeler yapılacak. Özel televizyon ve radyoların Kürtçe yayın yapmasına izin 
verilecek. 

Devlet televizyonunun 24 saat kurmanç lehçesinden yayınının yanında, bütün özel televizyon ve radyolar da 24 saat yayın yapacak. Bunun adına, asırlardır 
müstakil bir dil olamayıp, bölge ve etnik lehçe durumunda kalan Kurmançcayı, zorlayarak, tepeden inme mühendislik metodlarıyla dil haline getirme gayreti 
denir. 
Bu boşuna bir gayrettir, çünkü Farsça, Arapça ve Türkçe gibi büyük dil ve medeniyetlerin arasında kalmış olan bir lehçenin gelişmesi düşünülemez, 
muhafaza edilebilirse, ancak bugünkü kadar mümkün olabilir. Dillerin gelişmesi, her şeyden önce ihtiyacın şiddetine, sonra da sosyal ve kültürel gelişmişlik 
kapasitesine bağlıdır.

Öyleyse, AB ve PKK bunu niçin ısrarla istiyor? Gayet açık, örgütün, nazari planda da olsa farklı bir kimliğe ihtiyacı vardır. Bir de bu kimliği muhatabına kabul 
ettirebilirse, ayrı bir millet olduğu iddiasına, kendisi ve yandaşları inanacaklardır. Buna çok ihtiyaç vardır. Çünkü şu durumda, Türk kültür ve medeniyet 
dairesinin içindedirler, temelde farklı oldukları, dil dahil hiçbir unsura dayanmamaktadırlar. 

Etnik lehçe ile TV yayını 

Buna rağmen bu mesele çok önemlidir. Çünkü terör örgütüne bu kadarı yeter. Konunun bir de, silahtan daha yıkıcı olan psikolojik mücadele tarafı vardır ki, 
Türkiye bu alanda yok denecek durumdadır. Bu dengesizliğe bir de özel Tv. ve radyoların etnik lehçeyle 24 saat yayın yapmasını, PKK’yı kullanan 
emperyalistlerin gelişmiş tekniklerle bu imkanı değerlendireceğini düşünelim. Zihinler nasıl karıştırılacak, mikrop ilaç gibi nasıl sunulacak, varın siz hesap 
edin. 

Bu konuda bir de batı ülkelerine bakalım. Değerli bilim adamı İskender Öksüz beyin "En İyi Entegrasyon Asimilasyondur" başlıklı yazısının ilgili bölümü 
aynen şöyle; 

"Geçtiğimiz hafta, 14 Bulgar parlamenter, Bulgaristan’da Bulgar Millî Televizyonunda, günde on dakikayla sınırlı Türkçe haber yayınının kaldırılması için kanun teklifi verdi. Berlin’den yayın yapan Radio Berlin-Brandenburg (RBB), 34 yıldır Multi-Kulti Radyosu adı altında sürdürdüğü Tükçe yayınları 2008 yılında 
kaldırdı. 

Nordrhein-Westfalia eyaletine yayın yapan WDR’in Köln stüdyolarında hazırlandığı için Türklerin Köln Radyosu diye tanıdıkları Funkhaus Europa, şu anda Pazartesi-Cuma arası saat 6.05-7.00 ve 19.20-20.00, Pazar 19.30-20.00 arasında olmak üzere haftada toplam 10,5 saat Türkçe yayın yapar. 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren, sabah yayınları tamamen kaldırılarak Türkçe yayınlar haftada 5 saate indiriliyor. 
Yine Almanya’da, Hessen eyaletine yayın yapan HR, WDR’de hazırlanan Türkçe yayınları sabahları orta dalga üzerinden aktarıyordu. HR, 1 Ocak 2010’dan 
itibaren Türkçe yayınları tamamen kaldırma kararı aldı. 

Alman Haber Ajansı (DPA) 1 Ocak 2009’da başladığı Türkçe yayın servisini, 1 Nisan 2009’da kaldırdı. 
Fransa devlet radyo televizyonu Radio France Internationale (RFI) haftada toplam 1 saat Türkçe yayın yapıyordu. 2007 yılında kaldırdı. RFI’nin internet 
sitesindeki Türkçe bilgi bölümü de 1 Ocak 2010’dan itibaren kalkacak. 
Belçika’da Flamanca yayın yapan BRT televizyonu, Cumartesi günleri 30 dakika süreyle Babel (Babil) başlığıyla yaptığı Türkçe TV yayınını 1997’de kaldırdı. 
Çifte standartlı Batı Fransızca yayın yapan RTBF, aynı şekilde haftada yarım saat olan haber ağırlıklı Türkçe yayınlarını 1992’de kaldırdı. 

Sözde çok kültürlü! 

Hollanda resmi devlet yayın kurumu NOS/NPS, oradaki Türk toplumu için Radio 5 frekansından Cumartesi günleri saat 15.02-15.45 arası yayınlanan Türkçe 
haber programına 4 Eylül 2008 tarihinde son verdi. 
Danimarka’da 1 Ocak 1980 tarihinde Radio Denemark (DR) ’ta başlayan ve günde 15 dakikayla sınırlı Türkçe radyo yayını 2005 yılında sonlandırıldı. 
İsveç devlet radyosu haftalık 15 dakikalık Türkçe radyo yayınlarına 15 Ocak 2006 tarihinde son verdi." (Prof. Dr. İskender Öksüz, Star Gzt. Açık Görüş 
17.12.2009) 

" Özgürlükçü " ve " Demokrat " batı, bizim ensemizde boza pişirirken, kendisi "çok kültürlülüğe" nasıl bakıyor, dakikalarla sınırlı yayına bile izin vermiyor, işte 
örnekleri. Üstelik, dilleri ve kültürleri unutturularak asimile edilecek olan bu insanlar bizim vatandaşılarımızdır ve bulundukları ülkenin kimliğiyle herhangibir 
kimlik ihtilafları da yoktur. . 
Bu örnekleri görünce güzel ülkemizin, uğradığı ihanete, sahipsizliğe, nankörce, sorumsuzca ve hovardaca yönetilmesine nasıl yanmazsınız? 

22 ANADİLDE EĞİTİM YOK:

Ancak anadilin öğrenilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılacak. 
Önce bu eğitim ve öğretim işi devlet kurumlarında yapılacağına göre, Anayasa’nın "Başlangıç ilkelerine," 3’üncü maddesindeki "Devletin dili Türkçe", 42’nci maddedeki, "Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez." hükümlerine 
aykırı olduğunu söyleyelim. 

Sonra bunu kimler istiyor diye soralım? Tabii ki, AB-APO-PKK-DTP, hatta ABD. 
Öte yandan ana dilin, adı üstünde anadan öğrenilen dil olduğunu, bunun önünde hiçbir engelin bulunmadığını ve bulunamayacağını belirtelim. Sıkca 
söylendiği gibi ana dillerin konuşulması yasak değildir. İsteyen istediği gibi konuşabilir, ihtiyaç duyduğu sürece de konuşacaktır. Eğer ileri sürüldüğü gibi 
yasak olsaydı, bin yıllık tarihimizde, Türkçe’den başka dil mi kalırdı? Buna rağmen neden "anadilin öğrenilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılacak" 
deniliyor? Herhalde, burada kastedilen devletin öğretmesinin önündeki engellerdir. Evet engeller vardır. İlk engel Anayasamızın amir hükümleridir. İkinci engel evrensel çağdaş hukuktur. Burada da devletin ana dillerden, hem öğretim, hem de eğitim yapması kabul edilmiyor. Bunun için gelişmiş ülkelerde 
bunun örneği yoktur. 

Erdoğan da savundu 

Eğer anayasayı çiğneyerek devlet tarafından ana dilin öğretimi başlatılırsa, arkasından ana dilde eğitim gündeme gelecektir. Başbakan Erdoğan da böyle 
düşündüğünü 1991 yılında RP Genel Başkanı Erbakan’a verdiği "Kürt meselesi" adlı raporda şöyle açıklıyor: "Ana dilde eğitim haklarını verelim. Türkiye’de 
dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini 
savunmalıyız." 

AB’de 2000 yılından itibaren, "Katılım Ortaklığı Belgesiyle" bunu istiyor. Yani iki dilli devlet gündeme getirilecektir. Zaten esas hedef de budur. 

23 KÜRTÇE KURSA DÜZEN: 

Yasa değiştirilecek. Kürtçe kurs merkezleri birçok dilde eğitim verebilecek. 
Bu düzenleme Anayasamızın ilgili maddelerine aykırıdır. 
Geçmişte bu kursların özel olarak açılması serbest bırakılmıştı. Ancak katılım olmadığı için açılanlar zarar etmiş ve kapanmıştı. Bu deneme çok önemliydi. 
Çünkü halkın böyle bir ihtiyacının olmadığı açıkça ortaya çıkmıştı. Bunu, Türkiye’yi bölme projesinin gereği olarak PKK ve AB istiyordu. 
Kurslar böylece kendiliğinden kapanınca, bu defa AB parasını Türkiye’nin vermesini ve devlet tarafından açılmasını istedi. Şimdi yapılmak istenen de budur. 
Ayrıca başka "birçok dilde eğitim" vermek suretiyle, kurslar cazip hale getirilmek isteniyor. Görüldüğü gibi etnik dil ve kimliğin oluşturulması amacıyla, akıl 
almaz zorlamalar yapılıyor. Bunlar yapıldıkça da terör örgütü güçlenecek ve iki dilli devlet hedefine yaklaşacaktır. 

AÇILIMIN ŞİFRELERİ 

Mezopotamya Projesi: 4’lü Kürt federasyonu! 

* Turgut Özal, Alman Frankfurter Allgemeine gazetesine verdiği demeçte, bölgede kurulacak bir Kürt federasyonunun Türkiye için zararlı olacağına 
inanmadığını söylüyordu. 

* Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki “4 parça Kürdistan” ı birleştirip, bölgede Asurlular gibi bir devlet kurmadıktan sonra, ne Ahmet Türk’ün ciğeri soğuyacak, 
ne Abdullah Öcalan’ın ne de Barzani ve Talabani’nin 

* Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 2009 Ağustos ayında, Irak, Suriye gezisine çıkmadan önce “İki ülke arasında güçlü bir stratejik işbirliğinin ortaya 
çıkması, ortak bölge olan Mezopotamya Havzası ve Orta Doğu’yu refah ve istikrar alanı haline dönüştürecektir. Bu bizim vizyonumuzdur” diyordu 
Yörünge dergisinin 17-24 Mart 1991 sayısında “Gizli Belgelerde Kürt Örgütler” başlıklı incelemede, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Alman Frankfurter 
Allgemeine gazetesine verdiği demeçte, bölgede kurulacak bir Kurt federasyonunun Türkiye için zararlı olacağına inanmadığını söylüyordu Özal, 
önümüzdeki günlerde ABD’de Kürt Federasyonu planını Başkan George Bush ile tartışacak” deniliyordu. 

Ahmet Türk’ün “4 parça Kürdistan” söylemi ve açılım! 

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ise partisi kapanmadan önce gittiği Erbil’deki konuşmasında “Kürtler arasında ortak bir fikir olması önemlidir. Dönem diyalog 
dönemidir. Silahlı mücadele dönemi değildir. Türkiye’de yaşanan Kürt sorununu biz diyalogla çözmek istiyoruz. Bizim amacımız halkların kardeşliği 
temelinde bir çözümdür. Kürtlerin üzerindeki baskılar ancak demokrasi ile çözülür. Avrupa Birliği bir birliktir. Neden Ortadoğu halkları arasında da bir birlik 
oluşmasın ve birbirlerini tanımasınlar. 4 parça Kürdistan’da Kürtler zorluk içinde ve baskı görüyor. Bu baskılar kalkmalıdır ve bu baskılar da demokrasi ile 
kalkar. Herkes kendini demokrasi ile ifade eder” dedi. 

Demek ki, mesele demokratik açılımla, TRT Şeş ile Kürtçe kurs açmakla hatta Kürtçe eğitimle bitmiyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, taviz verdikçe, PKK 
ve DTP daha fazlasını isteyecek. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki “4 parça Kürdistan” ı birleştirip, bölgede Asurlular gibi bir devlet kurmadıktan sonra, ne 

Ahmet Türk’ün ciğeri soğuyacak, ne Abdullah Öcalan’ın ne de Barzani ve Talabani’nin. 
Barzani ve Talabani, doğrudan İsrail istihbaratı tarafından para ve silahla desteklenerek bugünlere getirilmiştir. Yani onların emelleri İsrail’in emelleriyle 
karışıktır. Son açıklamalardan anladığımız odur ki, Ahmet Türk ve Öcalan’ın emelleri de sınırlarını MOSSAD’ın çizdiği “Büyük Kürdistan” hedefi ile aynıdır! 
Bu haritayı eski Amerikan Büyükelçisi Pearson, “Erzurum’dan Bağdat’a uzanan bölge tek bir ekonomik bölge olacaktır” diye açıklıyordu. Barzani’nin İnternet 
sitesinde de haritaların altına, “Bu bölge sadece ekonomik bir bölge olarak kalmayacak, tek bir siyasi bölge haline gelecektir. İşgalci Türk Ordusu, Kuzey 
Kürdistan’dan çekilecektir” yorumu yapılıyordu. 

Bu durumda demokratik açılım neye yarar? Türkiye’nin kendi eliyle kendi coğrafyasını, kurulmakta olan İsrail güdümlü bir devlete şimdiden peşkeş 
çekmesine yarar! 

PKK açılımının ardında, İsrail’in “Mezopotamya Projesi” var! 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ağustos ayında, Irak, Suriye gezisine çıkmadan önce “İki ülke arasında güçlü bir stratejik işbirliğinin ortaya çıkması, ortak 
bölge olan Mezopotamya Havzası ve Orta Doğu’yu refah ve istikrar alanı haline dönüştürecektir. Bu bizim vizyonumuzdur” demişti. 
Cengiz Çandar da “Bağdat’ta ’Mezopotamya Birliği’nden Silopi’de ’Barış Grupları’na” başlıklı yazısında “Türkiye ile İsrail ilişkilerinde ara açılırken, Suriye ile 
vizeyi kaldırarak 40, Irak’la ’iki devlet-tek hükümet’sloganı ile adeta entegrasyona giderek 48 anlaşma imzalanmasının kendiliğinden bölge dengelerine 
getireceği ’devrimci değişikliği’görmek gerekiyor” ifadelerini kullanmıştı. 
Bu arada, avukatları aracılığı ile konuşan terör örgütünün başı Abdullah Öcalan, şu iddiada bulundu: 
“AKP benim yol haritamdan yararlanıyor. Davutoğlu dışarıda, Erdoğan içeride bundan yararlanıyor. Ben yol haritamda Ortadoğu’daki demokratik çözümleri 
belirtirken Dicle-Fırat Havzası Demokratik Konfederalizmini önermiştim. Davutoğlu şimdi bunun görüşmelerini yapıyor Irak ve Suriye’yle.” 
Öcalan’ın daha eski tarihli açıklamalarını araştırınca, gerçekten de “Dicle-Fırat havzasında tarım, su ve enerji konfederasyonu” ifadelerini kullandığını 
görüyoruz. 

The Economist dergisi ise PKK militanlarının Türkiye’ye gelişi ile ilgili haberinde “Bu adım, Türkiye, Amerika, savaşçıların üstlendiği dağlık bölgeyi kontrol 
eden Iraklı Kürtler ve belki de PKK arasında bir yıllık gizli görüşmelerden sonra gerçekleşiyor” dedi. 
Bilindiği gibi Avrupa Birliği Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 günü açıklanan Türkiye İlerleme Raporu’nda, Dicle ve Fırat havzalarındaki barajların ve sulama 
tesislerinin İsrail’in de dahil olduğu uluslararası bir konsorsiyum tarafından yönetilmesinden söz ediliyordu. 
AKP hükümeti, o dönemde bir taraftan, AB’nin Türkiye’de yeni azınlıklar yaratma politikasına uyum sağlarken, diğer taraftan GAP ve Orta Anadolu 
bölgelerinde İsrail yatırımlarının önünü açıyordu. İsrail ile imzalanan mutabakat metni 5 Ekim 2004 günü Resmi Gazete’de yayınlanıyor, 6 Ekim günü de 
İlerleme Raporu açıklanıyordu.

Birincisinde, İsrail, GAP bölgesi ve Orta Anadolu’ya sulama tesisleri yatırımı için davet ediliyor, ikincisinde ise bu tesislerin uluslararası yönetime 
kavuşturulacağı belirtiliyordu! 

3 Şubat 2009 tarihli ve “Olmert, Tayyip Erdoğan’ı Palandöken için mi kolluyor?” başlıklı yazımızda eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’ın “Fırat ve 
Dicle’nin toplandığı suların havzası sadece Şanlıurfa veya Mardin’le sınırlı değildir. Kuzeyde Erzurum Palandöken Dağı’na kadar uzanır bu sınır. ’Suların 
idaresi’ne demek? Bu, Palandöken’den itibaren, idareyi onların eline vermektir. Ayrıca bu konsorsiyumda İsrail’in işi ne? Bu ülke Avrupa Birliği’nde midir? 
Belli ki ABD’nin AB’ye baskısıyla bu şart Türkiye’ye dayatılmaktadır. Bu şart asla kabul edilemez” açıklamalarına yer vermiştik. Vizyonda olan proje 
“Mezopotamya Projesi”dir. 


Büyük Tuzak 

Değerli okurlar, Açılımın Şifreleri kitabım henüz yayınlanmıştı ki Yeniçağ gazetesi Genel Yayın Müdürü Hayri Köklü, konu ile ilgili bir dizi yazı hazırlamamı 
istedi. 

Böyle durumlarda gelenek, kitabın bir özetini vermektir. Fakat ben öyle yapmadım. Kitapla aynı paralelde fakat bir kısmı yeni bilgi ve belgelerle bir dizi yazı 
hazırladım. Yazıyı bitirip teslim ettikten sonraki günlerde edindiğim bilgileri de köşe yazılarıma taşıdım. 
Kitapta 2002-2009 yılları arasında, Türkiye’nin terör gündemi ile birlikte, Irak’ın parçalanma süreci, Irak’taki Türkmen varlığının eritilmesi, Büyük Orta Doğu 
Projesi’nin, ABD, İngiltere, İsrail ve Kuzey Irak bağlantıları ve bu süreçte AKP’nin Türkiye’yi dönüştürmek için giriştiği ekonomik, hukuki, siyasi ve hatta askeri 
faaliyetler gibi konuları iç içe geçmiş olarak işledim. 

Açılım politikaları Türk okurunun takdir edeceği gibi birkaç aydır gündemde olan bir proje değil, Turgut Özal ile başlayan, AKP iktidarı ile hızlanan bir süreçtir. 
Türkiye’de etnik ırkçılık faaliyetleri ve “Gerçek ideali İslâm imiş gibi davranan menfaatçi gruplar”ın sürdürdüğü örtülü Hıristiyan misyonerliği, 21’inci yüzyıl 
başında da Türkleri tarihten silmek için kullanılıyorsa meselenin bütün yönlerini tespit ederek Türk okuruna duyurmak gerekir. Biz bütün bu açılımların 
Türkiye’ye kurulmuş tuzak olduğunu ispat ettik. Bunu yaparken de açılımın bütün şifrelerini okurun bilgisine sunduk. 

A. B. 

ABD, Türkiye’den ne istiyor? 

ABD, “Kürtçe eğitim, ikinci resmi dil, yer adları, alfabe” gibi dayatmalarda bulunuyor. Hem de 1960 yılından beri! 
TBMM’de ’Devlet Adamları Yayın Serisi’ kapsamında basılan “Alparslan Türkeş’in TBMM’deki Konuşmaları” adlı kitap, ABD’nin 1960’ta Kürtçe alfabe 
hazırladığını ve Güneydoğu’da denemek istediğini gün yüzüne çıkardı. 

MHP’nin Meclis Grubu Müdürü Hüseyin Hüsnü Uğur’un derlediği kitaba göre Türkeş’in, 28 Ağustos 1992’de Şırnak ve Güneydoğu’da devam eden olaylarla 
ilgili olarak TBMM’de yapılan genel görüşmede, “ABD, hazırladığı Kürtçe alfabeyi Güneydoğu’da tecrübe etmek için 1960’ta Genelkurmay Başkanlığı’ndan 
izin istedi” dediği anlaşıldı. Türkeş’in sözleri şöyle: 

       “1960 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nın Eğitim Dairesi’nde, o sıralarda bir okuma - yazma şubesi vardı. Bu okuma - yazma şubesine Amerikan yardım 
kuruluşundan 3 kişilik bir heyet geliyor. Diyorlar ki, ’Biz, ilmi araştırma yapıyoruz. Doğu Anadolu’da da ilmi araştırma yapmak istiyoruz. Bunun için bir Kürtçe 
alfabe düzenlendi Amerika’da. Bu alfabeyi doğuya gidip orada tecrübe etmek istiyoruz. Bunun için Genelkurmay’ın bize yardımcı olmasını, müsaade 
etmesini rica ediyoruz’ O sırada Genelkurmay ikinci başkanı, sonradan Cumhurbaşkanımız olan rahmetli Orgeneral Cevdet Sunay Paşa idi. Mesele ona 
intikal ediyor, tabii bu, Genelkurmayda duyuluyor, hepimizde bir infiale, öfkeye de sebep oluyor, ’Bu ne demekmiş, nasıl ilmi araştırmaymış bu, buna ne 
gerek varmış?’ gibilerden ve Genelkurmay Başkanı’nın da tasvibiyle reddediliyor.. 
Şimdi bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. 1960 yılında demek ki, ’Kürtçe alfabe’ söz konusu değilmiş, yokmuş..” 
Yani Amerikalı çocuklar her sabah “Allah’ın gözetiminde bölünmez tek millet” andı içecek ama büyüyünce, kendi hazırladıkları Kürtçe alfabelerle Türk 
Milleti’nin içinden ikinci bir millet çıkarmak için çalışacaklar! 

Yarın: ENSTİTÜ KURULACAK 

7 Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR

******

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 5





Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI  BÖLÜM 5 



Açılımcıları ele veren şifre: Okullarda and yasaklanması Bu topraklarda, kendi çocuklarımıza milletimizin adını öğretemeyeceğiz; onlara doğruluk, çalışkanlık, dürüstlük gibi temel değerlerimizi benimsetmeyeceğiz mi? 

17 DİYANET’TEN AÇILIM: 

Diyanet İşleri Başkanlığı Kürtçe Kur’an-ı Kerim çalışmalarını kısa sürede tamamlayacak. Bölgedeki vekil imam uygulamalarına son verilecek. Bölgeye 
gönüllü ve kadrolu imamlar gönderilecek. 

Okuma yazma bilmeyen, ağırlıkla da köylerde ve mezralarda oturan kişilerin, Kur’an-ı Kerim hangi dilden olursa olsun yararlanmaları mümkün değildir. 
Ayrıca, Kürtçe denilen Kurmanç lehçesine, kelime hazinesi ve ifade gücü bakımından, Kur’an’ı Kerim tercüme edilemez. 
Eğer maksat vatandaşlarımızın kutsal kitabımızı öğrenmeleri ise, bunun en doğru yolunun, nüfusumuzun yüzde 98’inin Türkçe bildiği ülkemizde, Türkçe 
Kur’an-ı Kerim’i okumalarıdır. Zaten fiili durum da böyledir. 
Bu gerçek dikkate alınmadığına göre, maksadın bu olmadığı görülüyor. Bu düzenleme de, herhalde diğer maddelerde olduğu gibi, bir lehçeden bir dil 
yaratma, sonra etnik kimlik oluşturma projesinin gereği olarak ele alınıyor. 
Öte yandan "Bölgeye gönüllü ve kadrolu imam verilmesi" PKK’nın da istediği bir şey. Böylece vekiller kadroya alınacağı gibi, güvenliğin sağlanamadığı 
bölgede sadece PKK yanlısı imamlar gönüllü olabilecektir. Böylece, devleti temsil eden, devletin camilerinde, devletin maaşlı imamlarıyla bölücülüğe resmi 
hizmet imkanı verilecek. 

Kısaca camilerimiz de PKK mevzileri haline dönüştürülebilecektir.

18 GAP TAMAMLANACAK: 

GAP Projesi 2012 yılına kadar tamamlanacak. 2 milyon kişiye istihdam yaratılacak. Bölgedeki işsizliğin giderilmesi için özel teşvikler getirilecek. 
GAP’ın tamamlanması, 26 maddenin tek doğrusu diyebiliriz. Ancak, bu iktidar ülkeyi 8 yıldır tek başına yönetmektedir. Sürekli GAP’ın tamamlanmasından 
söz ettiği halde bir çivi bile çakılmadığı, önümüzdeki dönemde ekonominin daha da çöküntüye gireceği dikkate alınırsa, değişen bir şeyin 
olmayacağını söyleyebiliriz. 
Durum böyle ise, bu madde niçin yazılmıştır? Bu da aynen "Alfabe değişmeyecek" cinsinden, diğer yapılanların üstünü örtmeye yarıyor. 

19 AND OKUNMAYACAK: 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 250 yeni okul inşa edilecek. İlk Öğretim Okulları’nda ‘Türküm Doğruyum, Çalışkanım’ dizeleri ile başlayan And’ın okutulmasından vazgeçilecek. 
Bu yasaklamayı kim istiyor? Tabii ki, PKK, AB, AKP. Böylece bebek katilinin bir şartı daha yerine getirilecek demektir. 
Bin yıldır kan ve can bedeliyle vatan yaparak, yüksek bir medeniyet kurduğumuz bu topraklarda, kendi çocuklarımıza milletimizin adını öğretemeyeceğiz; 
onlara doğruluk, çalışkanlık, dürüstlük gibi temel değerlerimizi öğretemeyeceğiz öyle mi? Haddini bilmezlik ve inkarcılık doğrusu bu kadar olur. 
Aslında "And"ın yasaklanması açılımcıları ele veren bir şifre gibidir. Suçüstü halidir. 
Şöyle ki; bunlar, Atatürk sözünde durmadı, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir diyerek, devleti Türk Milleti esasına göre kurdu. 
Böylece diğer etnik kesimleri inkar, asimilasyon ve ayrımcılık yaptı. Biz "ayrımcılıkla mücadele" ederek, bu yanlışı düzelteceğiz." diyorlar. 

Demek ki, Atatürk ve arkadaşları, devleti ırklar koalisyonuna göre değil de, bir millet gerçeğine göre kurmakla büyük suç işlemiş. Atatürk düşmanlığının da gerçek kaynağı bu olsa gerek. 

Sanki; milletle etnisite aynı şeymiş, dünyada etnik/ırk ortaklığı esasına göre kurulmuş bir devlet varmış, etnik kesimler milletin birer parçası ve çoğunluğa 
mensup değilmiş gibi. Bu durumda asıl, "ayrımcılık", "bölücülük", "asimilasyonculuk" ve "inkarcılık" Türk Milleti gerçeğinin reddi ve onun bir parçasını koparmaya kalkışmaktır. 

Evrensel hukuka bakıldığında milletler, çoğunluğa ve azınlığa mensup olmak üzere iki gruptan oluşmaktadır. Bu çerçevede düzen eşit vatandaş, bir millet ve 
milli devlet temelinde üçlü bir yapıya göre kurulmaktadır. Azınlığa mensup olanlar ise, kültürlerini ve inançlarını bireysel planda hür olarak yaşayan, ülkenin eşit vatandaşlarıdırlar. Ayrımcılık yapamazlar, grup kimliği talep edemezler. Komik talepler 

Etnik kesimlere gelince, bunlarla ilgili olarak evrensel hukukta herhengi bir düzenleme yoktur, çoğunluğa mensup ve eşit haklara sahip vatandaşdırlar. Bizde olduğu gibi "kimliğimizin tanınmasını istiyoruz" şeklinde komik taleplerde bulunamazlar. Çünkü, buradaki kimlik, siyasi olmayıp toplumsaldır. Başka bir ifade ile, bir aileye veya aşirete mensubiyet yahut bir şehirden olmak, birilerinin kabul veya reddine bağlı olmayan objektif bir realitedir. Sade bir ifade ile aşiretler topluluğu diyebileceğimiz etnisite de aynı durumdadır. Bunların üzerine siyaset ve egemenlik iddiası inşa edilemez. 
İyi niyetliler için bir daha anlatalım. Büyük bir kültürün ve medeniyetin inşasını gerçekleştiren Selçuklu ve Osmanlı Cihan Devleti gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni 
de Türk Milleti kurmuştur. Sahibi Türk Milletidir. Bu topraklarda binlerce yıldır kökeni ne olursa olsun birlikte yaşayan herkes, Türk Milleti’nin asli unsurudur. 
Hoşunuza gitse de, gitmese de bu yaşanmış bir gerçektir. 

İşte bunun inkar edilemez bir delili: 

Sultan Abdülhamit döneminde yapılan 1876 Anayasasında, devletin ve kurucusu olan Türk Milletin’in kimliği şöyle tarif edilmiştir: "Devletin resmi dili 
Türkçedir, Türkçe okuma yazma bilmeyen mebus ve memur olamaz, devletin neresinden seçilmiş olursa olsun, herkese Osmanlı mebusu denir." Dikkat 
edilirse, Türkçe bilenlerin sayıca az ve devletimizin en zayıf olduğu dönemde bile, devlet kimliği böyle tarif edilmiştir. 
Cumhuriyet döneminde bu kimlik tarifi aynen korunmuştur. 1924 Anayasası ile 1876 Anayasası arasında hiçbir fark yoktur. Hatta bu güne kadar ki bütün 
anayasalarımız da aynıdır. İşinize gelince Osmanlı ile övünüyorsunuz, iyi de buyurun, Osmanlı’ya da, devleti Türk kimliğine göre kurduğu için, utanmadan 
inkarcı, ayırımcı, asimilasyoncu ve baskıcı iftirasını yapın. İki yüzlülüğün bu kadarına da pes doğrusu.

20 ALFABE DEĞİŞMEYECEK: 

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin Türkçe olduğu ve alfabesinin 29 harften oluştuğuna ilişkin Anayasal ve yasal düzenlemeler korunacak. 
Müsterih olabiliriz. Alfabemiz değişmeyecekmiş. Acaba bu başarıyı neye borçluyuz? Peki alfabe değişsin veya değişmesin diyen var mı? PKK taleplerinde 
buna rastlamadık. Belki AB’nin sözcüleri böyle şeyler söylemiş olabilirler. Ehh bu da dikkate alınmasa ne yazar, değil mi? Bir rest de biz çekelim olmaz mı? 
İyi de, "PKK açılımı" için yapılacaklar listesine, yapılmayacaklar ne maksatla yazılıyor, doğrusu anlayamadık. Herhalde propaganda amacıyla konmuştur. 
Yarın: KÜRTÇE YAYINA YENİ DÜZEN 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

*****

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 4



Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI  BÖLÜM 4 



Müfredat ve ders kitapları bile ayrıştırıcı projenin hedefi Kökeni ne olursa olsun herkesin Türk milletinin eşit haklara sahip evladı olduğu gerçeğini inkar eden, ülkeyi 36 Etnik Parça ya ayıran bir tarih öğretimi için harekete geçiliyor 
Kandil’den inen teröristler beraberlerinde hükumete sunulmak üzere " Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanat ve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek ve korumak istiyoruz." talebiyle geldi. 

12 TERÖR SUÇLUSU ÇOCUKLAR: 

Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik yapılarak, sokak gösterilerine katılan çocukların terör suçlusu olarak yargılanmaması sağlanacak. 
Konuyla ilgili yasa tasarısı TBMM’de. Bu tasarı; içine teröristbaşına yeniden yargılanma hakkı tanıyan bir maddenin eklendiğinin görülmesi üzerine, 
beklemeye alınmıştır. 

Daha önce çocuk yaşı, "Çocuk Hakları Sözleşmesi" (ÇHS) gereğince 18’e çıkarılmıştı. Şimdi; PKK’nın sokak gücü olarak 2005’den beri terör estiren, kan 
döken, şehirlerin altını üstüne getiren bu militanların, adi suçlu gibi yargılanmasını temin için yasa değiştirilecek. Böylece cezalar otomatik olarak 
düşeceğinden, hükümlülerin ve yargılananların büyük kısmı serbest kalacaktır. Yani, 11. sırada sözü geçen, örtülü af çıkarılmış olacaktır. Teröristlerin 
affedilmesiyle, eylemcilerin sayısı artacağından, kamu düzenine, vatandaşlarımıza ve güvenlik güçlerimize vaki, molotoflu, taşlı, baltalı saldırılar daha da yoğunlaşacak demektir. Bu değişikliğin zamanlaması da dikkat çekicidir. ÇHS çocuk yaşı 18 diyor. Ama gelişimleri iklim ve ülkelere göre değişeceğinden, 
yaş belirlemesini devletlere bırakıyor. Sözleşme, çocuk istismarının önlenmesi, iyi insanlar olarak topluma kazandırılmaları amacıyla düzenlenmiştir. Bu 
insani ve milli amaç gereğince, çocuklarımızın terör bataklığından kurtarılması için tedbir alınması gerekirken, tam tersi yapılarak çocukları adeta, kanlı 
terörün içine atacak bir ortam hazırlanıyor. 

13 TARİH DERSİNDE MÜFREDAT DEĞİŞİKLİĞİ: 

Hem ilk ve ortaöğretimde, hem de üniversitelerde tarih derslerinin müfredatı değiştirilecek. Kürtleri yok sayan ifadelerin değiştirilmesi sağlanacak. Türk Dil 
Kurumu da sözlük ve gramer kitaplarında ayrımcılığa yol açan ifadelerin tamamını çıkaracak. 

Öncelikle, bu düzenleme, "1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, Türk Milli Eğitiminin Amaçları maddesine" aykırıdır. Ayrıca tarih derslerinde "Kürtleri yok 
sayan ifadeleri" olduğu doğru değildir, iftiradır. 

Sonra bir milletin tarihi bütün olarak araştırılıp öğretilir. Yine tarihin derinliklerinden gelen farklı kesimleri de içine alacak şekilde ve kaynaşmanın, bir millet olmanın hukuki, siyasi, kültürel ve sosyolojik temelleri objektif bir şekilde ele alınarak eğitim ve öğretim yapılır.. 

Doğru olan budur. Ancak kökeni ne olursa olsun herkesin Türk milletinin eşit haklara sahip evladı olduğu gerçeğini inkar eden, ülkeyi 36 etnik parçaya 
ayıran bir tarih öğretimi olamaz. Bir olan milleti, dil, din, ırk temelinde parçalara ayıracak eğitimi ve öğretimi hiçbir devlet yapamaz. Hiçbir devlet, ayrıştırıcı, 
farklılaştırıcı, yabancılaştırıcı ve çatışmacı bir tarih bilinci vererek, vatandaşlarını birbirine düşman yapamaz. Böylesine planları, ancak devletin ve millettin 
düşmanlar yapabilir. Bu kimin talebi denirse, belli değil mi? Tabii ki PKK’nın, yani iş-aş bekleyen vatandaşımızın değil. Bunun son örneği: Kandil’den inen teröristlerin hükumete sunulmak üzere getirdiği, 9 maddelik "barış" mektubunun ilgili maddesi; "Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanat ve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek ve korumak istiyoruz." (20.10.2009) 
Esasen, 26 maddelik açılımın tamamına yakını, PKK şartlarıyla ayniyet içinde ve bütün olan milleti ayrıştırmaya, etnik kimlik inşaasına yarayan bir projedir. 

14 ANADİLDE PROPAGANDA: 

Siyasi partilerin anadilde propaganda yapmasına imkân verilecek. Siyasi Partiler Kanunu’nun, ‘Azınlık Yaratılmasının Önlenmesi’ başlıklı maddesi değiştirilecek. Bu maddedeki, ‘propaganda ve mitinglerde, pankart ve levhalarda, broşür ve beyannamelerde plaklar ve ses görüntü bantlarında Türkçe den başka dil kullanılamayacağı’ hükmü değiştirilecek. Çifte dil kullanmanın yolu açılacak. 
Bu düzenleme Anayasa’nın "Başlangıç ilkelerine", değiştirilemez dediği 3’üncü madde "devletin dili Türkçe," 10’uncu madde "Kanun önünde eşitlik," 68’inci 
madde "Siyasi Partilerle İlgili Hükümler," 69’uncu madde "Siyasi Partilerin Uyacakları Esaslar" hakkındaki hükümlere aykırıdır. 
Siyasi partiler, rejimin temel kurumlarıdır. Özellikle, bir millete ait demek olan "milli devlet"i ve bunun ilk şartı olan "milli kimlik" ve "devlet dilini" benimsemek 
ve savunmak zorundadırlar. Ana dilde faaliyet gösteremezler. Farklı etnik ve benzeri kesimleri ayrıştırmaya, azınlık yaratmaya çalışamazlar. Aynı şekilde 
"üniter" devlet yapısına sadık kalmak zorundadırlar. Partilerin etnik dillerde propaganda yapması, devletin iki dilli olmasının en kestirme yoludur. Bu ise 
paralel dil yaratılarak ayrışmanın önünü açacaktır. 

Bu talep kimden geliyor? PKK’dan. Kimin ihtiyacı var. PKK’nın. İşte iki örnek: Terörist başı’ nın " 4’üncü AB, Türkiye ve Kürtler " Konulu konferansa 
gönderdiği 9 maddelik teklifin 5’inci maddesi (6.12.2007 özgürgündem) ve DTP’nin düzenlediği " Demokratik Toplum Kongresi " sonuç bildirgesinin 9. 
maddesi "etnik kimlikle (parti) siyaset " talebi. 

15 ÖZEL EĞİTİM MERKEZLERİ: 

Silah bırakan terör örgütü militanlarının topluma kazandırılmasına yönelik projeler hazırlanıp, özel eğitim merkezleri kurulacak. 
Teröristlerin topluma kazandırılması iyi de, bunu kim yapacak? Yoksa bu işi teröre "çözüm" bulacağım diyerek, PKK taleplerini bir bir yerine getirenler mi 
başaracak? Ortada böyle bir niyet ve yetenek varsa, bunu niçin sokakları yangın yerine çeviren ve adına "taş atan çocuklar" dediğiniz militanlara 
uygulamıyor sunuz? Bölücülük yolunda canını verecek kadar şartlandırılmış teröristi, bu yoldan nasıl çevireceksiniz söyler misiniz? 
Bu maddenin uygulanması, diğerleriyle birlikte düşünüldüğünde, şu sonuç çıkıyor. Eli silaha ve kana bulaşmış, ülkeye ihanet etmiş teröristlere iş, aş verilip; etnik temelde siyaset ve bölücülük yapmalarına ortam hazırlanacak demektir. Niçin ısrarla köye dönüş isteniyor? 

16 KÖYE DÖNÜŞ HIZLANACAK: 

Köye dönmek isteyenler teşvik edilecek. Terörden doğan zararların karşılanmasına yönelik sorunlar kısa sürede giderilecek. 
Köye dönüşün, PKK ve AB’nin talebi olduğunu hemen belirtelim. Hatırlayacak olursak köyleri yakan yıkan PKK, ahaliyi sindirip teslim almak için beşikteki 
bebeğe kadar katlediyordu. Coğrafi yapısı sarp, yerleşim sayıları çok ve dağınık olan köylerin korunmasının zor olduğunu, teröristlerin barınma ve 
gizlenmesine yaradığını gören güvenlik güçleri, buraları boşaltmıştı. Özellikle, İran, Irak ve Suriye sınırındaki, Eruh ve Şemdinli’ye bağlı köylerin durumu 
hassasiyet gösteriyordu. Bu bölgede güvenlik güçlerinden önce hareket eden PKK, buradaki insanların Türkiye’nin iç kesimlerine gitmesini önlemek ve elinin 
altında potansiyel güç bulundurmak amacıyla, hepsini Irak’a taşımış, Mahmur kampı böylece oluşmuştur. 

Bu hatırlatmadan sonra " Köye Dönüşün " masumiyetinin yanında terör stratejisi açısından önemini belirtmeliyiz.Teröristlerin beslenme, gizlenme ve 
barınmaları açısından sınır bölgeleri başta, hassas konumdaki köyler dikkate alınmadan dönüş sağlanırsa, çok yanlış ve tehlikeli sonuçlar doğurabilir. 
Özellikle terörün azdığı bu dönemde.

Ayrıca bu köylerin coğrafi konumları ve arazi yapısı sebebiyle, buralara yeterli şekilde kamu hizmetlerinin götürülmeyeceğinden, örgütün istismarına açık 
olacaktır. Bu düzenleme de, aynen cezaevlerinin boşaltılması, yurt dışındaki terörist ve bölücülerin getirilmesi, 11 bin kişilik Mahmur’un taşınması gibi 
ülkemizde bölücü militan yığınağının yapılması anlamına geliyor. Bu gerçekleşirse, PKK tahminlerin üzerinde güçlendirilmiş ve tasarlanan iç çatışma ve 
kalkışma için, affedilmez bir hata yapılmış olacaktır. Şimdi, PKK ve AB’nin ısrarla "Köye dönüşü hızlandırın" baskısının, ne için yapıldığı daha iyi anlaşılıyor. 

Yarın: Diyanet’ten Açılım 
13/01/2010 - 21:10:49 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


*********

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 3



Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 3- 


Yerel yönetimi güçlendirme oyunu ardındaki şer güçler Bölge insanını tam anlamı ile terör örgütünün egemenlik ve insafına terk edecek ‘yerel yönetimleri güçlendirme’ tezgahının arkasında yine AB ve PKK talepleri var 

Güvenlik güçleriyle girdiği çatışmalarda ölen terörist cenazeleri belediyelerin resmi araçlarıyla kaldırılabiliyor. 

7 DİYARBAKIR CEZAEVİ: 

1980 darbesinden beri işkence ve insan hakları ihlalleri ile anılan Diyarbakır Cezaevi boşaltılacak. Bölgedeki tüm cezaevlerinin AB standartlarında olmasına 
özen gösterilecek. 

Önce soralım, bunu kim istiyor? Tabii ki, PKK. (Taraf gzt. 12.05.2009) 

Burada yapılacak iki ayrı iş var. Birincisi Diyarbakır Cezaevi’nin boşaltılmas, ikincisi bölgedeki cezaevlerinin AB standartlarına ulaştırılması. Diyarbakır 
Cezaevi’nin örgütün istediği gibi, "İşkence ve İnsan Hakları İhlalleri Müzesi" yapılması sözkonusu. Aynen Ermenistan’ın sözde "soykırım" anıtı gibi. Bu 
gerçekleşirse, bütün dünyaya devletimizi teşhir edecek, bölücü teröristlere tarih yazmış olacağız öyle mi? Bölgedeki cezaevlerinin AB standartlarında olması iyi de, böyle bir ayırımın mantığı ne olabilir? Her fırsatta bölücü teröre taviz ve prim vermenin anlamı nedir? 

8 BELEDİYELER GÜÇLENECEK:

Yerel Yönetimlerin güçlendirilmesi sağlanacak. Merkezi yönetimin birçok yetkisi yerel yönetimlere devredilecek. Halen TBMM’de bulunan Yerel Yönetimler 
Reformu bu gözle yeniden elden geçirilecek. AB ve PKK da aynen bu görüşte. İşte Bebek katili Öcalan’ın 10 şartından biri; "Yerel yönetimler güçlendirilsin, demokratik özerklik kabul edilsin." (Sabah 24.7.2009) 

İşte Kandil’deki Karayılan’nın görüşü; "Demokratik özerklik, Devletin üniter yapısını da bozmayan bir çözümdür. Mahallî İdareler Kanunu değişir, yerel 
yönetimler güçlendirilir." (Milliyet, 6.5.2009) 

İşte Ahmet Türk’ün çözümü; "Demokratik bir Anayasa, farklılıkları zenginlik gören bir mantık, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kültürel, dinsel, kimliksel, 
demokratik özerklik ve ademi merkezcilik anlayışı taşıyan bir proje" (Vatan, 7.6.2009) 
DTP tarafından Diyarbakır’da düzenlenen ’Demokratik Toplum Kongresi’nden temel çözüm perspektifi olarak; "Demokratik Özerk Kürdistan" talebi çıktı. 
(Vatan, 15.6.2009) 

PKK yanlısı belediyelerin; kamu kuruluşu oldukları halde, yasaları nasıl hiçe saydığı, terör üssü halinde nasıl pervasızca çalıştığı, güvenlik güçleriyle girdiği 
çatışmalarda ölen terörist cenazelerini örgüt bayrağı altında nasıl kaldırdığı, taziye odaları açtığı, hasılı bölücü terörü nasıl tırmandırdıkları bilindiği halde, 
yetkilerinin daha da artırılmasının hangi sonuçları doğuracağı ortada değil mi? 
Bütün bunlar yapıldığında, bölgede PKK’nın tam anlamıyla hakimiyet kuracağı, milyonlarca insanımızın örgütün insafına terkedileceği belli değil mi? Bunun 
da uluslararası hukukta ciddi sonuçlarının olacağı bilindiği halde, "PKK açılımı" adı altında yerel yönetimlerin gücü hangi ihtiyacın gereği olarak artırılıyor? 

9 ÖCALAN’IN DURUMU: 

İmralı’da tutuklu bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yaşamı, Uluslararası Af Örgütü ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu standartlarına göre yeniden 
gözden geçirilecek. 

Bunu terörist başı, PKK. DTP ve AB istiyor. 

Teröristbaşına gösterilen ihtimam, ne Uluslararası Af Örgütü, ne Avrupa İnsan Hakları Komisyonu standartlarında vardır. Bu gerçeğin adı geçen kuruluşlara 
söylenmeyip de, gereğinin yapılacağının ifadesi ilginçtir. 10 yıldır sağlığı bir doktor heyetinin kontrolünde tutulmakta, herhangi bir tertibe karşı, yemekleri 
önce hizmet edenlere yedirilerek güvenliğine titizlik gösterilmekte, birinci kalitede bakım verilmektedir. Televizyonu, kütüphanesi vardır, günlük gazeteleri takip edebilmekte, günde iki defa avluda dolaşmaktadır. Halen görülen davası olmadığı halde, yasalar çiğnenerek her hafta avukatlarla görüşmekte ve verdiği talimatlarla terör örgütünü yönetmektedir.

Terör suç, terör örgütünü övmek suç, yönetmek suç, hükümlü olarak yönetmek katmerli suç. Ama bu suç " Demokratik " bir hak olarak görülüyor ve devlet 
güvencesi altında örgütü yönetiyor Yöneticilerin ağır bir suç işlemeyi göze alarak, terör örgütünün yönetilmesine izin vermeleri nasıl izah edilebilir? Örgüt bugünkü konumuna, bu sayede ulaşmıştır. Bir yandan terör eylemleri artmış, öbür yandan teröristbaşı devamlı gündemde tutularak meşrulaştırılıp muhatap konumuna gelmiş ve PKK üzerindeki otoritesini sürdürmüştür. 

İş şehirlerde örgütlenerek (KCK), devletin yerini almaya, gerektiğinde şehirleri ateşe veren terör eylemlerinin yaygınlaştırılmasına gelmiştir. Son günlerdeki 
KCK operasyonlarında yakalananların arasında, dağdan inen ve sebest bırakılan teröristlerin bulunması çok anlamlıdır. Gelişmelere bakarak bu gidişe, kalkışma safhasına geçişin hazırlığı da diyebiliriz. 

10 CEZAEVİNDE KÜRTÇE KONUŞULACAK: 

Cezaevindeki Kürtçe konuşma yasağı kaldırılacak. Yeni tüzükte, Türkçe bilmediğini beyan etmek yeterli sayılacak. 

Tahkik ettik, cezaevlerinde böyle bir yasak yoktur. Ancak, pakette böyle bir madde olduğuna göre, bazı düzenlemeler yapılacak demektir. Bekleyip 
göreceğiz. Ama bu konu, Kurmançcanın ikinci dil yapılması için tasarlanan diğer düzenlemelerle birlikte düşünülmesi halinde önem kazanmaktadır. 
Bunu kim istiyor AB-PKK. 
(Taraf Gazt. 12.05.2009) Bölücülere ceza indirimli örtülü af 

11 GENEL AF OLMAYACAK: 

Ancak dağdaki ve cezaevindeki mahkûmların azami düzeyde yararlanacağı ceza indirimlerine gidilecek. TCK’nın Etkin Pişmanlık başta olmak üzere bazı 
maddelerinde değişiklik yapılarak dağdaki PKK militanlarının indirilmesi sağlanacak. 

Affı kim istiyor? Teröristbaşı, PKK- DTP- AB-ABD. 

Bu düzenlemeyle, "Cezaevindeki mahkumların bile azami düzeyde ceza indiriminden yararlanması" mümkün olacak denildiğine göre, dağdakilerin 
tamamının serbest kalabileceğini kabul etmek gerekiyor. Dağdaki teröristlerin suça karışma durumları bilinmediğine göre, zaten başka bir sonuç da 
beklenemez. Teröristbaşı Öcalan’a; "taş atan çocuklar" yasa tasarısına eklenen bir madde ile "yeniden yargılanma hakkı" verilecekti, ancak TBMM’de bunun 
farkına varılınca bu teşebbüs, şimdilik akim kalmış oldu. Akim kaldı, ama bu arada iktidarın gerçek niyetinin ne olduğu da açığa çıkmış oldu. 
Teröristbaşının affı için bu yol işlemezse, başka şekilde bir yol aranacak, mesela diğer mahkumlara tanınacak yeniden yargılanma hakkı emsal gösterilerek, 
eşitlik gerekçesiyle AİHM’e başvurma imkanın verilmesi gibi. PKK şartlarının başında hep teröristbaşının affı vardır. Birkaç örnek verirsek; Kandil’den gelen 
teröristlerin getirdikleri mektupda (20.10.2009), teröristbaşının avukatıyla duyurduğu "demokratik açılım sürecine dair ’üç aşamalı yol haritası’nda 
(AA.24.10.2009), DTP’nin düzenlediği ’Demokratik Toplum Kongresi Sonuç Bildirgesi’nde (Vatan, 15.6.2009) bebek katilinin serbest bırakılması istenmiştir. 
PKK’nın amacı ülkeyi bölmek olduğuna göre, hepsi affedilse bile terör devam edecektir. Daha da vahimi, "madem teröristbaşı bile affedildi, bu durumda 
mücadelenin ne anlamı kaldı" denilerek ülkenin savunulması çok zorlaşacaktır. 

Afla beraber yaşlı ve yorgunları ile ovadaki eylem ve siyaset kadroları takviye edilecek, 5 bin kişilik "savunma gücüne", yeni güçler katılacaktır. Nitekim, 
teröristbaşının talimatına göre, her şey halledilse bile "5 bin kişilik bir savunma (!) gücü daima hazır tutulmalı" denmektedir. PKK’nın hedefi "Bağımsız 
Birleşik Kürdistan"dır. Projenin Irak ayağı tamam. Sırada Türkiye ayağı var, bu yolda hızlandırılmış adımlar atılıyor. Sonra sıra Suriye ve İran’a gelecektir. 
Mesele hafife alınamaz. Yok efendim daha çok demokrasiymiş, özgürlükmüş gibi akla ziyan veren gevezelikler bırakılmalı, devlete yakışan tedbirler 
alınmalıdır. Kesin olan şudur ki; PKK yenilmedikçe terör bitmez. Bakınız PKK’nın ikinci adamı Duran Kalkan ne diyor? "Genel af çıksa da silah bırakmayız." 
(Milliyet, 24.06.2009) Bu gerçek terörün karakteridir. Onun için terörle mücadele edilecekse bilmelisiniz ki, taviz çare değil, aksine tehlikeli bir zaaftır. 

Yarın: Terör Suçlusu Çocuklar 
12/01/2010 - 20:45:08 

4 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


****