Siyasal İşporta
Yekta Güngör Özden
09.08.2004/Sayı:62
Yıllardan beri cumhuriyetle demokrasinin amaçlandığını, cumhuriyetin demokrasinin yönetim biçimi, yöntem biçimi ve uygulamadaki adı olduğunu, bu amacı gerçekleştirmek için yapılması gerekenleri başarma görevimizin getirdiği sorumlulukları, niteliklerin ve ilkenin sözde ve kağıt üstünde kalmaması çabasının hepimizi onurlandıracağını söyleyip yazdık. Bugünkü yapısı ve yaşama geçiş biçimiyle gerçek demokrasiden uzak olduğumuzu yineleyip vurguladık. Bizi çok konuşmakla, gereksiz sözler söylemekle suçlayanlar görev gerekleri ile yurttaşlık sorumluluğunu ayıramayan ön yargılarla birleşti. Bugünlerde demokrasinin özde mi, sözde mi olduğu tartışmaları başladı. Demokratik yaşamın gerekleri konusunda görevi kapsamında elinden geleni yapmaya çalışanlardan biri olarak bırakınız yerinde saymayı, geriye gitmeyi bir türlü içime sindiremiyorum. Anlayış, eğitim ve tutumdan kaynaklanan aykırılıklarla özlediğimiz demokrasiye kavuşamıyoruz. Temelde kişilik sorunu olarak özetlenebilecek boşluklar ve bozukluklar giderilmesi güç durumlar değil. Ahlâklı, çalışkan, eğitimi yeterli, sorumluluk bilinçli yurttaşlar demokrasiyle asla bağdaşmayan nice eylem, işlem ve durumu önleyebilir. Demokrasimizin Avrupa ölçülerine gelmesi kolaylıkla sağlanabilir. Bu doğrultuda siyasal partilerimize ve yöneticilerine büyük sorumluluk düşmektedir. Çalışkan, özverili, demokrasiyi kendi içinde ve ailesinde özümsemiş yöreticinin ülkesinde gerçekleşmesine katkısı doğaldır. Pamukova’daki “hızlandırılmış tren” diye kamuoyuna sunulan, geçen yazımızda zaman ve yol düzenlemesi sağlanarak iş yapmış görülmek ve övünmek için adlandırıldığını belirttiğimiz trenin kazası nedeniyle olağanüstü toplantıya çağrılan TBMM’nde Ulaştırma Bakanı hakkında verilen gensoru önergesinin gündeme alınmasının reddi düşündürücüdür. Uygar ülkelerde, gerçekten demokrat topluluklarda, gerçekten hukuksal niteliğini kazanmış devletlerde bu tür durumlarda Bakanlar hiç bir öneri, uyarı ve istem olmadan kendiliğinden görevi bırakır. Yayınlanan belgeler açıklanan sözler ve herkesin izlediği durumlar karşısında sorumluluğu açık yöneticilerin hiçbir şey olmamış gibi yerlerini korumaları şaşılacak bir pişkinliktir. Bakanı savunan sözcünün “nazar ve kader”e yollama yapması anlayış çarpıklığının ibretlik bir göstergesidir. Yasama organın denetim görevinin engellenmesi demokrasi adına bir yitiktir. Sorumluluğun gereklerine hazır olduğunu söyleyen Bakan yargıdan kaçınırsa nasıl hesap vermiş olacaktır? Ölenlerin ağırlığını kendisi ve partisi taşımakta güçlük çekeceklerdir. Siyasal çoğunluğa güvenerek, milletvekili transferleriyle Anayasa değişikliklerinde zorunlu halk oyuna sunma sınırını aşarak amaçlarına ulaşacaklarını sananlar aldanmasalar bile bir gün mutlaka muhalefete geçecekler ve asıl aklama yerinin yasama organı değil, yargı organı olduğunu öğreneceklerdir. Önceki Başbakan ve Bakanları Yüce Divan’a gönderirken usulsüzlüğü göze alanların kendi dokunulmazlıkları konusunda verdiği sözleri unutmaları siyasal işportanın ne durumda olduğunu açıklamaktadır. İlkellik, bayağılık, aşağılık, çirkinlik demokrasinin zehiridir. Feodal yapının, aşiret, tarikat, cemaat düzeninin süre geldiği ortamda demokrasinin nice bedeller gerektirdiği tartışmaları giderek yoğunlaşır. Buyrukla istifa ettirilen Başhekimin sözleri ağır bir uyarıdır.
Olaylardan
1. Onbeş günde bir yazının değineceği o kadar çok olay var ki, sıralaması bile güçlük taşıyor. Neresinden başlanacağı şaşırtıyor. Uyuşturucu kaçakçılığından tutuklanan oğlunun Polis Karakolu basılarak kaçırılmasından sorumlu önceki milletvekillerinden biri için yine bir önceki milletvekilinin araştırma yapan siyasetçilerle partisinin suçlaması gerçekte devlete yönelik bir gözdağı iken yetkililer susmayı yeğlemişlerdir. Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesinde, Barzani ve Talabani’nin Kerkük’ü kürtlerle doldurmalarında, susulduğu, tepkisiz kalındığı gibi.
2. Güney Kıbrıs Rum kesimin, istediği ödünleri aldıktan sonra, Annan Planı’nı yeniden masaya koydurma çabalarının gereken ilgiyle izlendiğinden kuşku duyulmaktadır.
3. ABD’nin Çin, Kuzey Kore ve İran için tasarladıklarının neler getirip götüreceğinin gözetildiği de kuşkuların içindedir.
4. Artan PKK/Kongra-Gel saldırıları Türkiye’yi istenilen çizgiye getirmek için kullanılan baskılardan biridir. Türkiye’yi sıkıştırmak için nelerin kullanıbileceğinin işaretleri verilmektedir. Karakola saldırılar Ağrı’da bir polisi şehit etmiştir.
5. Irak’ta rehin Türkler sorunu sürerken işçi Murat Yüce’nin daha sonra kamyon şoförlerinden Osman Alişan’ın hunharca öldürülmesi, işgal ve işkence olaylarına eklenen büyük bir insanlık suçudur. Egemenliği NATO eliyle GOP açılımı için göstermelik devreden ABD’nin aczi giderek belirginleşmektedir. Kongra-Gel’in terörüne engel olması çok kolay olan ABD’nin hâlâ şehitler vermemize ilgisiz kalması, sınırlarımızda silah kaçakçılığı, mayınlı saldırılar birbirinden kopuk değil, birlikte değerlendirilmelidir. 15. Munzur Festivali’nden sonra kolluk güçlerine saldıranlar, Diyarbakır Mardin Kapısı Polis Karakolu’nda bekçinin şehit edilip polisin yaralanması, Hakkâri’de TNT ile desteklenmiş mutfak tüplerinin yola döşenmesi aynı kaynaktan gelen uluslararası destekli kötülüklerin yenileridir. Irak’ta 40 bine yakın sivilin öldüğü unutulmamalıdır. Irak’ın işgalini destekleyenler niçin susuyor?
6. Trafik kazalarının boyutu herkesi yürekten yaralamaktayken hâlâ demiryollarına olumsuz yaklaşılmaktadır. Demiryollarını “Komünist işi” gören kafanın yakınları akıl hocalığına soyununca bu iktidardan başka şey beklenemez. Gerçekte demiryollarını ihmal, ülkeye ihanettir. Ama kadrolaşmaya öncelik ve ağırlık veren siyasal iktidar her şeyi kullandığı gibi demiryolu olayını da aldatmacaları kapsamına almıştır. Trafik kazaları ülkemizin acı kaynağı olmuştur.
7. Avrupa Birliği Anayasası’nı hazarlayan konvansiyonun Başkanı, önceki Fransa Cumhurbaşkanlarından Valéy Giscard D’Estaing’nin Türkiye’nin AB üyeliğine karşıtlığını açıklarken Yunan gazetesine söyledikleri ilginçtir. Avrupalıların ikiyüzlülüğüne değinerek onları yalan söylemekten vazgeçmeye çağırması bizim yalancıları da uyarmalıdır. Avrupalıların tutumu giderek açığa çıkmaktadır.
8. İran’ı “kendi evi” gibi ziyarete giden Recep Tayyip Erdoğan’ın doğalgaz bedelinden indirim sağlayamadığı bellidir. Gaz anlaşması değiştirilememiştir. Başka olumlu değişmelerde sağlanamamıştır. Erdoğan’la geziye katılan bayan gazetecilerin sıkmabaş kullanmaları ülkemize gelen İran’lı gazetecilere açıkbaş koşulu konulmamasıyla ağır bir çelişkiyi vurgulamaktadır. Ödün veren Türkiye, öğüt alan Türkiye, ölen Türk, övülen iktidar. Bu tersliği çözmedikçe aydınlığa çıkılamaz.
9. Enflâsyon rakamlarıyla kamuoyu yanıltılmaktadır. Alım güçlüğü çekilirken, işçi, memur, emekli büyük sıkırtılar içindeyken ekonomik komikliklerden çekinilmemektedir. Kimileri ya da kimi kesimler için kolaylık, bolluk, eğlence, vur patlasın-çal oynasın düzeni söz konusu ise de işsizlik, iflâslar intiharlar, gelir dağılımında ve ücretlerdeki adaletsizlik ve dengesizlik ayyuka çıkmıştır. Bunları görmezdenlikten gelerek tersini savumak masal anlatmaktır. Kanımızca iktidar iç ve dış hiç bir konuda başarılı olamamıştır. Neyi iyi yaptı? Kayseri’deki toplu temel atma olayı da bir siyasal şovdur. Aynı anda atılmış sayılan 139 temel iktidara destek kampanyasıdır.
Besleme ve yalaka medya kesiminin çabalarıyla hiçbir kara ak olamaz. Kendileri ve yandaşları için çıkardıkları açık, vergi bağışı yasası mı? Eve dönme yasası mı? Hizbullahçıların salıverilmesi mi? Kadrolaşma mı? Köprü ücretlerine zam mı? Asgari ücretin iki yılda bir belirlenmesiyle zaten düşük olan ücretlerin eflasyon karşısında büsbütün erimesi mi? Sık mabaş dayatmasıyla eğitim-öğretim düzenin bozulması mı? Silâhlı Kuvvetler’e, üniversiteye, Yargıya kafa tutularak, Cumhurbaşkanı’na saygısızlık yapılarak kabadayılık taslama mı? Saltanat düğünleriyle sırıtan gövde gösterisi mi? Yabancı etkisinin artması, işbirlikçilerin şımarması, gerici sermayenin güçlenmesi mi? Fethullan Gülen’in ABD’nde konuk olması, İstanbul saldırılarının sorumluları gericilerden kaçanların yakalanmaması, Kıbrıs, Ege, Ermeni sorunlarının aleyhimize gelişmeleri mi? Daha niceleri. Esnafın kepenk kapatması, gazilerin, emeklilerin aylıkları, canakıyma olayları, fuhuş patlaması, aftan çıkanların cezaevine dönmesi, kapkaç, gasp, sıfır alan öğrenci sayısı, ırza geçmekten rüşvete kadar işlenen suçlar mı?
10. Urla’da yüzme bilmeyen kızlarını erkeklerin kurtarmasına sözde inanç nedenleriyle karşı çıkan tutumunun nerelerde olduğumuzu, ilkelliğin ve bağnazlığın nelere malolduğunu gösterirken Başbakan İran’lılara özgürleşme ve liberalleşme öğüdünde bulunuyor. Güler misiniz, ağlar mısınız? AİHM’nin kararına karşı sıkmabaşı savunan, devlet protokolüne taşıyamayınca evsahiplerinin nezaketini kötüye kullanıp kendi düzeyindeki uluslararası protokola sokan Başbakanın bu konuda sözlerine kim inanır? Urla olayının en acı yanlarından biri de ölüme neden olan aileler hakkında kovuşturma açılmamış olmasıdır. Kaçak Kur’an kursları, gizli kurslarda yakalanan küçük yaştaki çocuklar ülkemizin nereye çekilmek istendiğinin kantılarından kimileridir.
11. Terörün dini, imanı, milliyeti olmadığını yıllardan beri söyleyip yazdığımızda bizi suçlayanlar, savunup koruduğumuz lâiklik ilkesi nedeniyle bize saldıranlar şimdi bizim gibi konuşmaya başladılar. Köktendinci terörü söz ve davranışlarıyla, tutum ve dolaylı destekleriyle kışkırtanlar bunlar değil miydi? Şimdi yakınmaya hakları var mı? Demokrasiyi amaçlayan cumhuriyeti karalayıp kötüleyenler, numaralayarak aşağılayanlar, gerçekleşmesini engelleyenler demokrat olabilir mi? Sözle, defterlere yazmakla, ileti yayımlamakla demokrat olunsaydı şimdiye kadar çektiklerimizin hiçbirini yaşamazdık.
Utanma, arlanma kalmamış. Yüzleri de kızarmıyor. Olanları nasıl içlerine sindirebiliyorlar. Nasıl başlarını yastığa koyabiliyorlar? Vicdan sızını ancak vicdanı olan duyar. Ulusal kimliği yadsıyan yurttaş olamaz. Yurttaş olamayan kul-köle kalır. Cemaat yapısı tebaalığa dayanır. Cumhuriyetle kazanılan düzeyin dışında kalanlar bağımlılardır.
13. İnsanlarımızın dine bağlılıklarının yanında din bilginlerinin olmamasından yararlanan inanç sömürücüleri arasında kimi politikacı gençler de katıldı. Oy almak, iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için sıkbaşı savunan, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını gözardı ederek şeriat simgesine açılım isteyenler ne olduklarını ortaya koyuyorlar. Siyasetin çocuk işi olmadığını anlayıncaya kadar azgınlıkların önlenmesi güç boyuta vardığını görecekler. Böyle ne dediğini, ne yaptığını bilmez duruma düşen heveslilerin yanında yıllarca yurtdışında çalışmış bilimadamları için de lâikliğe karşı çıkanlara rastlanmaktadır. Lâiklik karşıtlarına araç olma düzeyine inenler ne dediklerinin ve ne yaptıklarının farkında olmayanlardır. Lâiklik zaten yozlaştırılıyor, uygulanmıyor, şeriat baskısıyla saptırılıyor. Bu durumuyla bile toplumsal barışın, inanç ve düşünce özgürlüğünün güvencesi, ulusal birliğin dayanağı olma, çağdaşlaşmanın öncülüğünü yapma özelliğini taşıyor. Ülkenin dün nasıl bugün nasıl olduğunu bilmeyenler, anlamayanlar, anlamak istemeyenler, şeriat özlemcilerinin yurt içinde ve dışında yaptıklarını yadsıyanlar sağlık denetiminden geçmelidir. Hayallerle, oyunlarla, kumar ve falla, mucize öyküleriyle oyalananlar, sosyetik parıltılarla gözleri kamaşanlar kendilerini sorgulamalıdır. Yansızlık, bilimselliğin onurudur. Siyasetçilere hoş görünmek için ödün verilemez.
14. Demokratikleşme çabalarının getirdiği yükler de gözetilmelidir. AİHM’nin Türkiye’ye kestiği para cezaları 45 trilyon TL.na ulaşmıştır. Yanlı kararlardan çekinmeyen AB organları Türkiye’ye yüklenmektedir. 2003 yılına kadar 9729 başvurudan 219’u dostane çözüme bağlanarak sonuçlanmıştır.
Eğitim giderlerimiz düzeyimizin göstergesidir. GSMH’da 76. sırada olan ülkemiz eğitim harcamalarında 110. sıradadır. Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma Raporu’nun bu acı gerçeği iktidarın akıl yerine inancı geçirme çabasına koşuttur. Şimdilerde sözde ermeni soykırımı için ABD’nde yargının sigorta şirketlerini ödeme zorunda bırakan kararıyla Türkiye’ye yönelik tazminat ve toprak istemleri gündeme gelecektir. Başbakan soru soran gazetecileri azarlayacağına bu tür olumsuz gelişmeleri önleme çalışmalarını başlatmalı, başlamış sürüyorsa daha etkin kılmalıdır. Dincilik dayanışmasıyla güçlükler aşılamaz. Dincilikle bireysellik de bağdaşamaz.
Çok dikkat çekicidir. Belçika’da doğalgaz sızmasıyla ölen 15 kişi için bayraklar yarıya inerken Türkiye’de tren kazasında ölen 39 kişi için benzer bir uygulama dan kaçınılmıştır. Töre cinayetleri ile kan ve toprak dâvalarının sürdüğü ülkemizde hukukla kavgaya tutuşulduğu gözlenmektedir. Anayasa’ya, yargıya karşı bir iktidar kendi ağını örmek için herşeyi göze almaktadır.
15. Cumhurbaşkanı yeni yasaları çok haklı nedenlerle bir kez daha görüşülmesi için TBMM’ne geri göndermiştir. Aravermeyi Eylül ayının ikinci yarısında keserek Türk Ceza Yasası Tasarısı’nı görüşeceği öğrenilen TBMM’ne geri çevrilenler yanında hangi tasarıların getirileceği bugün bilinmemekteyse de iyi-kötü kestirilmektedir. YÖK Yasası değişikliği getirilecektir. Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin budanacağı, süresinin kısaltılacağı Anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi üyelerinin gereksiz yaşsınırını artırma önerisiyle birlikte başka sözde yeniliklerle gündeme gelebilecektir. Sayıştay’ın yetkilerini artıracak tasarı da gündeme alınabilecektir.YAŞ kararlarına karşıoy vermeyi kabadayılık gösterisi durumuna getiren iktidarın yeni gösterilere girmesi de olasıdır. Anayasa’da YAŞ kararlarının yargı denetimi dışında tutulması kuralı varken kararlara karşıoy koymanın hiçbir anlamı yoktur. Anayasa kuralı değişikliğine çalışmaları, onu başarırlarsa ona karşın alınacak olumsuz kararlara karşıoy koyabilirler. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin sivillerden atanmasıyla iktidarın etkisine girecek kurulun geleceği de tartışılacaktır. Başbakana bağlı sivil, asker kadar bağımsız ve özgür çalışacaktır.
Faşistler
Geçmişte ülke-ulus yararına aykırı tutum ve davranışlarıyla tanına kimileri şimdilerde çıkarları için gerici iktidarların yandaşı olmayı yeğledi. Bir insan kurumu olarak ülkeyi ve ulusu kapsayan devletten, devletin kurucusu ve koruyucusu Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden, demokrasiden, insanlıktan, hukukun üstünlüğünden yana olmak yön ve yol değiştirenler için faşistlikle suçlanma nedeni ve gerekçesi oldu. Oysa gerici iktidarların goygoyculuğuna soyunmakla, Stalin komünizminin kursaklarında kalmasıyla çılgına dönen bu dönekler ve sapkınlar, asıl faşistlerin kendileri olduğunu unutturmak, gözlerden kaçırmak istemektedirler. Irkçı-turancı damgalı faşistleri, bunların desteklediği ve bunlarla birlikte davranan şeriatçıları, numaracıları, çıkarcıları bırakıp, demokrasiyi amaçlayan bağımsızlıkçı, özgürlükçü, ulusal egemenlikçi cumhuriyeti, varlığımızın temeli olan ilkeleri savunan, küresellşme adıyla gündeme getirilen tekelci emperyalizme, işgallere, işkencelere, haksızlık ve yolsuzluklara karşı çıkanları suçlayanlar en koyu, en kötü faşistlerdir. Bizim hiçbir sakıncalı akımla ve yandaşlarıyla ilgimiz, bağlantımız yoktur. Uyduruk sol, bizim dışımızdadır. Yurtseverlikle ülke sorunlarının gerçekçi çözümleri için çalışıyor, hiçbir şey beklemeden, karşılık istemeden, para-pul almadan, patron emrinde olmadan üzerimize düşeni yapmak çabamızı içtenlikle sürdürüyoruz. Atatürkçülere faşist diyenlerin kim olduklarını tanıyanlar bilir. Kem söz sahibinin dir. Demokrasinin disiplin olduğunu bilmeyenler, bir zamanlar solcu geçinip şimdi kökten dincilere destek olanlar yeni faşistlerdir.
Yineleme
Bir kez daha, son olması dileğiyle, yineliyorum.Atatürkçü Düşünce Derneği için yalnızca örgütün sağlıklı geleceği amacıyla görüşlerimi açıklıyor, kimseyi desteklemiyor, yan tutmuyor, kişisel hiçbir şey istemiyor ve beklemiyorum. 1998-2000 döneminde Genel Başkanlığı gelir fazlasıyla bıraktım ve oybirliğiyle aklanarak görevden ayrıldım. Aynı Genel Kurul’da 2000-2002 dönemi için en çok oyu alarak seçilmeme karşın Genel Başkanlığı kabul etmeyip geride kalmayı uygun buldum. 2 Haziran 2002 Genel Kurulu’nda da Tüzüğün öngördüğü süre bitince tümüyle görevden ayrıldım. Yine yöneticilerle birlikte oybirliğiyle aklandık. Genel Başkanlığım sırasında bir kez yol giderim sağlanarak İstanbul’da temsili bir törene gidip geldim. Bunun dışında hiçbir giderim olmadı, hepsini kendim karşıladım. Hattâ başkalarınınkini bile ben ödedim. Derneğin herhangi bir borcuyla hiçbir ilgim yoktur. Bunun dışındaki sav tümüyle gerçekdışıdır. Benim ve benimle birlikte çalışanların neler yaptığı dergilerde, Genel Kurula sunulan çalışma raporlarında yazılıdır. Belleği tozlananlar, küllenenler, bozulanlar, sakatlananlar varsa buna bir şey diyemem. Geçmişi konuşmak beceri değildir. Onu aşmak, yeni kazanımlar sağlamak önemlidir. Parti kurmayı 168 Şube Başkanı istedi. Oluşunca karşı çıkanlar onları suçlamalıdır. Atatürkçü partiyi karalayıp Atatürk karşıtlarıyla işbirliğine girmek, Atatürkçülüğü sulandıranlar dan adaylık istemek, birlikteliğe çalışmak çelişkidir. “Derneğe siyasetçi girer, siyaset giremez” ilkesini gözardı etmek, gençleşmeyi, yenilenmeyi bırakıp kişiler için Tüzük değiştirmek, hukuka aykırı oluşumları övmek, bunlar için bildiri yayımlatıp dağıttırmak sorgulanmalıdır. Ben üstüme düşen sorumluluğun gereği söylemem zorunlu olanları söyledim, yazdım. Bundan sonrası benim dışımdadır. Anlayacaklar için yeterli sunuşları yaptım. Gayri meşru (geçersiz) duruma düşülmemesi için gösterdiğim çabayı değerlendiremeyip aykırılıkların etik olduğunu savunanlar İçişleri Bakanlığı’nın kararını iyi okumalıdır. Tüzük Kurultayı’nda alınan kararlar Olağan Kurultay’ın onayına sunulmaz. Kaldıki böyle bir şey olmamıştır. Olsa da geçersizdir. Bunun tersini savunup örgüte yaymak aldatmacadır. Derneğe asla yakışmayan bir tutumdur. Kimlerin kimleri listelere, nelere taşıdıklarını bilmeyenler yanlış bildikleriyle gerici medyaya malzeme sağlayanlar, Atatürkçülük karşıtlarını sevindiren gelişigüzel yazıp suçlamaya, yargı kurmaya kalkışırlarsa gülünç olurlar. Kişiliklere değinmek bir ölçüsüzlüktür. İş buraya varırsa söylenecek çok söz olur. Derneği adına ve onuruna yaraşır durumdan, düzeyden, çizgiden uzaklaştırıp kişisel egemenliğe ve siyasal parti etkilerine açmak en ağır kusurdur. Dernekte kimse kimseye Atatürkçülük öğretmeye yeltenmemeli, kalkışmamalı, Atatürkçülüğün gereklerinin yerine getirildiğini çalışmalarla kanıtlamalıdır. Her şey ortadadır. Öz ve özveri birbirini tamamlar. Özveri göstermeyenler yararlı ve yaraşır olamazlar. Derneği kullanmak ve kullandırmak bağışlanamaz. Benim ne yaptığımı merak eden ya da kötü niyetli anlatımını ölçmek isteyen 5.4.2002’de 082621 no.lu makbuzla yaptığım bağışı, düzenli ve eksiksiz yatırdığım ödentileri, başka sağladıklarımı öğrenmeli, örnek almalıdır. Şerefli ve namuslu insanlar yalan söylemezler.
Terörün dini, imanı, milliyeti olmadığını yıllardan beri söyleyip yazdığımızda bizi suçlayanlar, savunup koruduğumuz lâiklik ilkesi nedeniyle bize
saldıranlar şimdi bizim gibi konuşmaya...
http://www.turksolu.com.tr/62/
***