SOSYAL MEDYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SOSYAL MEDYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2020 Perşembe

Batı Kendine Demokrat,

Batı Kendine Demokrat, 





















Bora  Bayraktar,
DIŞ POLİTİKA 
Kriter Mayıs 2019 / Yıl 4, Sayı 35


Bugün için Batı’nın Meselesi geçmişte de olmadığı gibi prensipler, demokrasi ya da insan hakları değildir.

G 7 Zirvesi, 8 Haziran 2018, Kanada.,


Amerikan eski başkanı George W. Bush Irak Savaşı öncesi ülkesinin hedeflerini sayarken Saddam Hüseyin rejimini devirmek ve “Irak’ı Ortadoğu ülkeleri için bir model” haline getirmekten söz ediyordu. 20 Mart 2003’te sabaha karşı başlayan operasyona “Özgürlük operasyonu” adı verildi.
Amerikan savaş uçakları bombalarını başta Bağdat olmak üzere Irak’ın kadim kent, köprü, otoyol, baraj ve daha da önemlisi insanlarının üzerine bıraktı.

Irak kısa bir süre içinde yerle bir oldu. Baas yönetimi üç haftadan az dayanabildi. Çeyrek asırlık Saddam Hüseyin dönemi sona erdi ama Irak’taki kaos, yıkım ve savaş on beş yıl boyunca farklı formlarda devam etti, ediyor.

ABD’nin “Özgürlük operasyonu” Irak’a demokrasi değil yıkım götürdü. Sünniler ile Şiiler arasında körüklenen mezhep çatışması ve radikal terör örgütlerinin eylemleri tüm bölgeye yayıldı. El-Kaide, DEAŞ ve benzeri yapılar dünyayı kana buladı. 2005’te kabul edilen ve mimarı ABD’nin Irak’tan sorumlu sivil yöneticisi Paul Bremer olan Irak Anayasası ülke nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Sünni Arapların endişelerini karşılamaktan uzak, toplumun bir kesimini tamamen dışlayan bir metin olarak şekillendi.
Washington’ın demokrasi sözleri Irak için koca bir yalan olarak ortada duruyor. Asıl hedefin ise ABD’nin bölgedeki jeopolitik mücadelede yerini sağlamlaştırmak olduğunu bilmeyen yok.

Mısır’da Darbe.,

2011’de başlayıp Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da uzun yıllardır iş başındaki liderleri birbiri ardına deviren isyan dalgası Hüsnü Mübarek’in otuz yıllık başkanlığını sona erdirdiğinde demokrasi ve özgürlük sloganları Batı’da geniş yankı buluyordu.

ABD eski başkan yardımcısı Joe Biden Hüsnü Mübarek’in istifası için “Bu tarihin çok önemli bir dönüm noktası. Şu an yaşanan değişim geri döndürülemez bir değişim olmalı” derken dönemin İngiltere Başbakanı David Cameron “Bu sivil ve demokratik yönetime geçiş adımıdır. Mübarek’in gidişi büyük bir fırsattır. Yeni hükümet gerçek, açık, özgür ve demokratik bir toplum inşası için temel taş olacaktır” diyordu. Almanya Başbakanı Angela Merkel de “Bugün çok mutlu bir gün. Hepimiz tarihi bir değişime tanık oluyoruz. Mısır sokaklarındaki insanların coşkusunu paylaşıyorum” ifadelerini kullanıyordu.

Mübarek devrildikten sonra Haziran 2012’de Mısır’da yapılan demokratik seçimleri sürpriz bir şekilde Müslüman Kardeşler’in siyasi örgütlenmesi olan Özgürlük ve Adalet Partisi’nden Muhammed Mursi yüzde 51,73 oy oranıyla kazandı.

Mursi iş başına geldikten sonra Mısır elbette ki bir anda demokratik bir ülke haline gelmemişti. Sorunlar vardı ama sivil, seçilmiş bir hükümet arayışı içindeydi. Ülkede yıllar süren baskıcı yönetim sonrası atılan demokratik adımların acemiliği, kurumların tam olarak yerleşmemesi ve daha pek çok sebepten yaşanan gerilimin çözümü demokrasi içinde aranmadı. Daha yolun başında asker sahaya indi.

3 Temmuz 2013’te Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Sisi, Muhammed Mursi’yi askeri darbeyle koltuğundan indirdi ve Anayasa’yı askıya aldı. Darbeye direnen, meydanları dolduran sivillerin üzerine defalarca ateş açıldı. Darbeye karşı eylemlere izin verilmedi. Rabiatü’l Adeviye Meydanı’nda 27 Temmuz’da yaklaşık 200, 14 Ağustos’ta da aynı meydanda ve ülke çapında 578 kişi katledildi.

Mısır’daki askeri darbeden sonra pek çok siyasi parti, televizyon ve gazete kapatıldı. Başta Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi olmak üzere siyasi liderler, gazeteciler tutuklandı ve ağır hapis cezalarına çarptırıldı hatta idam edildi. Ancak bütün bunlara rağmen ilk başta Mısır’daki demokratik değişime alkış tutan Batılı ülkelerin darbe yönetimine selam durduğunu daha sonra hem ekonomik hem de siyasi destek verdiklerine tanık olundu. Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci çerçevesinde Türkiye’ye sık sık demokrasi nutukları atan Avrupalı liderlerin Sisi ile bir araya gelmek için sıraya girerek askeri dikta rejimine kucak açtıklarını tarihçiler kayıt altına aldı. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama Mısır’daki darbede kullanılan silahların daha namluları soğumamış iken 2014’te Abdülfettah Sisi ile baş başa görüşme yapmaktan kaçınmadı. Mısır’ın ABD’nin güvenlik politikaları için önemine değindi.

Bu ve benzer örnekler daha da uzatılabilir: 11 Eylül saldırılarının faillerinin büyük bir bölümünün Suudi Arabistan vatandaşı olmasına rağmen Amerikan başkanlarının bu ülkeyle kurduğu yakın ilişkiler, Libya’da iç savaşın taraflarından biri olan General Haftar ile kurulan ittifak ve daha niceleri… ABD Başkanı Donald Trump’ın Mısır lideri Sisi ve Suudi rejimiyle olan yakınlığı zaten bir sır değil. Hatta Libya’da Muammer Kaddafi’nin bir komplo sonucu devrilmeden önce İtalyan eski başbakanı Berlusconi’ye elini öptürdüğü, Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin seçim kampanyasını fonladığı biliniyor.

Aynı ülkelerin liderleri herkesin gözü önünde cereyan eden Türkiye Büyük Millet Meclisinin bombalandığı, Türkiye’nin seçilmiş cumhurbaşkanının canına kastetmek için ölüm timinin oteline gönderildiği, sokak ortasında sivillerin üzerine helikopterlerden ateş açıldığı, saatlerce televizyonların canlı olarak yayımladığı darbe girişiminde demokratik hassasiyeti göstermedi, gösteremedi. Mesele prensipler ve demokrasiye bağlılık olsaydı bütün dünyanın 15 Temmuz gecesi ayağa kalkması ve o kanlı darbe girişimine karşı çıkması gerekirdi. Darbecilerin yer yüzünde sığınacak yer bulamaması lazımdı. Oysaki bugün bakıldığında darbenin planlayıcılarının Avrupa’nın başkentlerinde ve ABD’de el üstünde tutuldukları, korundukları, yayın ve propaganda imkanlarıyla desteklendikleri görülmektedir.

Seçici Demokratlar

Son iki yüz yıldır yaşananlar şunu gösteriyor ki Batı’nın Ortadoğu’daki hedefi hiçbir zaman bu ülkelere demokrasi ve refah getirmek olmadı. Sömürge savaşları, Birinci ve İkinci Dünya savaşları, Soğuk Savaş döneminde yaşananlar Batı’nın çifte standart temelli yaklaşımı açısından uzun bir liste oluşturmaktadır.
ABD ve İngiltere İran’da seçimle gelen Musaddık yönetimini 1953’te devirerek Şah Pehlevi’yi iş başına getirdiğinde demokrasi aramıyordu. İstenen Batı’nın Basra Körfezi’ndeki politikalarını koruyacak bir müttefik bulmaktı. Bu güçler Türkiye’de de askeri darbelerin destekleyicisi olmuş, sonrasında Türkiye’deki demokrasi sorunlarını kullanarak baskıyı bu kez demokrasi adına yaparak yola devam etmiştir. Çıkarları korunduğu sürece ülkede demokratik özgürlüklerin yolunu kesen vesayet düzenine göz yummuşlardır.

Batı’nın Soğuk Savaş yıllarında insan hakları ve demokrasi çağrıları aslında komünizme karşı araçsallaştırılmış bir politikadır. 1975 Helsinki Nihai Senedi’nin kabulüyle insan hakları konusu ülkelerin içişleri olmaktan çıkarılarak uluslararası bir mesele haline getirilmiştir. Burada amaç Sovyet komünizmine karşı bir koz elde etmek, bunun üzerinden Doğu Avrupa’da ve diğer komünist ülkelerdeki iktidar karşıtı güçleri desteklemek ve Sovyetleri yıpratmaktır. Amerikan yönetimi bu nedenle 1976’yı kapsayan ilk insan hakları raporunu 1977’de yayımlamıştır. Bunu da bir baskı unsuru olarak kullanmıştır. İnsan hakları ve demokrasi mücadelesinin bu anlamda küresel çekişmenin aracı haline getirilmesi kuşkusuz en çok gerçek anlamdaki insan hakları savunucularını ve demokrasi mücadelesi verenleri sıkıntı içine sokmuştur.

Batılı ülkeler demokrasi ve insan hakları konularını temel çıkarlarını tehdit etmediği sürece görmezden gelmeyi tercih etti. Raporlansa da aksiyon alma konusunda seçici davrandı. Seçici bir demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yolunu belirledi. Hem Avrupa hem de ABD Mısır, Libya, Cezayir, Suriye, Irak ve Körfez’de antidemokratik rejimlerle yoluna devam etti.
Bugün başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin bölgede beş temel hedefi olduğu söylenebilir: Birincisi Ortadoğu’daki petrol ve doğal gazın arzı, fiyatı, aktarım yollarının kontrolü ve akışın devamının sağlanması. İkincisi Rusya’nın bölgeye inerek bu durumu tehdit etmesinin önlenmesi. Üçüncüsü Çin’in bölgeye girmesi ve etkili olmasının engellenmesi. Dördüncüsü İran, Türkiye gibi bölgesel güçlerin ağırlığını artırmasının engellenmesi ve bu tür bir rekabetin önüne geçilmesi. Beşincisi İsrail’in –daha doğrusu İsrail’in yayılmacı politikalarının– güvenliğinin sağlanması.

ABD ve müttefikleri bu noktada başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin iş birliğine ihtiyaç duyuyor. İran’ın artan rolü ve etkinliği, Türkiye’nin kendi bağımsız politikalarını uygulamaktaki direnci bu açıdan Batı’yı rahatsız ediyor.

Bugün İran Hürmüz Boğazı’nda ve Yemen’deki savaştaki etkinliğiyle Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini sıkıştırıyor, petrol ve diğer ticaretin Hürmüz ve Babü’l Mendeb üzerinden akışını tehdit ediyor. Bu nedenle son on yıldır başta Suudi Arabistan olmak üzere tüm bölge ülkeleri ilgili aktörlerle ittifak içinde farklı arayışlara girmiş bulunuyor. Mısır, Libya gibi Akdeniz’e çıkışı olan ülkeler ile Sudan, Somali gibi Kızıldeniz’e kıyıdaşlar ülkeler de önem kazanmış durumda.
Bir yandan İran üzerindeki baskı artarken diğer yandan Tahran’ı saf dışı bırakacak, Hürmüz ve Babü’l Mendeb’i by pass edecek alternatifler üzerinde çalışılıyor. Suudi Arabistan üzerinden batıya, Kızıldeniz’e ve Süveyş’e doğrudan uzanan ticaret yolları, boru hatları plan ve projeleri öne çıkıyor.

Mısır, Sina Yarımadası, Süveyş’in güvenliği bu nedenle farklı anlamlar kazanmış durumda. Suudi Arabistan Neom projesiyle ülkenin batısında bir cazibe merkezi oluşturmak için adımlar attı. Sina’daki radikal gruplara yönelik baskılar arttı. Bu nedenle Sisi yönetimine Suudi Arabistan ekonomik, Batılı ülkeler de siyasi destek veriyorlar. Doğu Akdeniz’de yeni ortaya çıkan doğal gaz zenginliği, Avrupa’nın Rusya’yı by pass edecek enerji akışını sürdürme çabaları ve Batı’nın politikalarına direnç gösteren Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de dengelenme çabası bu birliktelikleri mümkün kılmış durumda.

Kravat bile takmaktan hoşlanmayan sosyal demokrat Yunanistan Başbakanı Alexis Çipras bu nedenle Mısır’daki askeri darbenin lideri Sisi ile Filistin’de işgal ve ilhak politikalarının mimarı ve baş savunucusu Başbakan Benyamin Netanyahu ile zirveler, ittifaklar yapmaktan çekinmiyor.
Fırsat buldukça Türkiye’ye demokrasi nutukları atmaktan üşenmeyen Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve İngiltere Başbakanı Theresa May gibi isimler Şubat’ta olduğu gibi Mısır’da yapılan Avrupa Birliği Arap Birliği Zirvesi’ne katılmaktan geri kalmıyor. Ne Mısır’da dokuz gencin idam edilmesi ne de İstanbul’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliğinde yaşanan gazeteci Cemal Kaşıkçı suikastı mesele ediliyor.

Bugün için Batı’nın meselesi – geçmişte de olmadığı gibi– prensipler, demokrasi ya da insan hakları değildir. Türkiye pek çok ülke gibi temel insan hakları ve çoğulcu bir demokrasi için mücadelesini sürdürüyor. Bu yoldaki pek çok engel kaldırılsa da yenileri Türkiye’nin önüne dikilmiş bulunuyor. Başta PKK olmak üzere pek çok terör örgütünün faaliyetleri, darbe girişimi, casusluk faaliyetleri Türkiye’yi –terörün hedefi olan başta Fransa olmak üzere pek çok ülke gibi– olağanüstü önlemler almaya sevk etmektedir.

Günümüzde ortaya çıkan uyuyan hücre yapıları, Siber saldırılar, Sosyal medya Mecraları ve dış kaynaklı internet siteleri üzerinden yürütülen dezenformasyon ve bilgi manipülasyonları gibi yeni güvenlik tehditleri demokratikleşme ve özgürlükler konusunda sadece Türkiye için değil tüm dünya ve hatta demokrasi standardı en yüksek ülkeler için bile baskı unsurları.

Bu sorunlar sadece belli ülkelerin değil tüm dünyanın güvenliği ve küresel demokrasi çabalarını tehdit eden sorunlardır. Bunların çözümü ancak bütüncül yaklaşımla mümkün olabilir. Demokrasi arayış ve çabaları, teşvik ve eleştirilerin çıkar odaklı ve seçici değil prensipler temelinde gerçekleşmesi gerekir.


https://kriterdergi.com/yazar/bora-bayraktar/bati-kendine-demokrat


***

31 Ocak 2020 Cuma

Siyasette Beşinci Bir Güç Mümkün Mü

Siyasette Beşinci Bir Güç Mümkün Mü?   


Sosyal Medya, Devrimler, Ve Siyasette Devlet Dışı Aktörler 
Yazar: Evren Altınkaş, 

Modern siyaset bilimi, yönetimi etkileyen dört güçten bahseder: Yürütme, Yasama, Yargı ve Medya. Her ne kadar 1960 sonrasında eklenmiş olsa da, günümüzde pek çok ders kitabında medya dördüncü güç olarak anılmaktadır. İletişim teknolojilerindeki yeni gelişmeler, bu modele farklı açılardan bakmamızı 
gerektirmektedir. Günümüzde medya, farklı toplumlar arasında doğrudan iletişimi sağlamaktadır. 
Bu yeni model vatandaşlara küresel etki alanında “ilk müdahale”yi yapabilme gücü tanıyan ve “beşinci bir güç” olarak bahsedebileceğimiz bir durumun ortaya çıkmasına neden olan bir şablon çizmektedir. 

Geleneksel medyanın gücü haber şirketlerinden gelirken; yeni medyanın gücü vatandaşların her gün erişebildikleri Internet ve benzeri araçlar aracılığıyla ulus-devletlerin kontrolü dışında alanlarda hareket ediyor olmalarından gelmektedir. Mısır’daki Tahrir Olaylarını ve Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı olaylarını 
incelerken; siyasetçilerin ve karar alıcıların fiziksel sınırların hiçbir anlam ifade etmediği ve hızla küreselleşen bambaşka bir toplulukla başa çıkmakta ne kadar zorlandığı görülmektedir. 

Bu yazının temel amaçlarından birisi, “sosyal medyanın siyaset biliminde beşinci bir güç” olarak nasıl geliştiğini incelemek ve bunu yaparken sosyal medyayı “halkın buluşup organize olduğu bir alan” olarak ele almaktır. Geleneksel ve tarihsel olarak bakıldığında “medya”nın bir dördüncü güç olarak hükümetle 
vatandaşlar arasında bir “aracı/arabulucu” (İngilizcesi mediator) işlevini yerine getirdiğini görürüz. Televizyon, radyo veya gazeteler halkla hükümet arasında mesajları birbirine aktarmaktadır. İnsanlar medya aracılığıyla hükümete kendi taleplerini, isteklerini ve hükümet politikaları hakkındaki görüşlerini aktarmak  tadırlar. Benzer bir şekilde hükümet de medyayı halka yeni politikaları, düzenlemeleri ve politikaları anlatmak için kullanır. Ancak sosyal medyanın ve Internet’in yoğun kullanımı ile beraber, ülkenin faklı yerlerinden bağlanan insanlar arasında birebir etkileşimin kurulduğunu ve ortak bir tavır geliştirildiğini görüyoruz. Bu durum “kamusal alan” ya da “kamuoyu” kavramlarından doğası gereği çok farklı olan bir durumdur. Sosyal medya kapsamındaki Twitter ve Facebook gibi siteler milyonlarca insanın sosyal değişim ve benzeri konularda, kimi zaman kendi ülke sınırları dışına taşacak şekilde bile bir araya gelip tartışabildikleri bir alan yaratmaktadırlar. Gutenberg’in İncil’inin kitlelere okuma yazma alışkanlığı kazandırmış olması gibi, sosyal medya bireylere ulus ötesi hedefleri olan bir kendi kendine örgütlenme yeteneği kazandırmıştır. Occupy hareketi bunun en güncel örneğidir. New York şehrinde başlayan hareket, önce tüm Amerika’ya daha sonra dünyaya yayılmıştır. Tüm bu tepki hareketlerinin 
“Occupy” sloganı ve çatısı altında faaliyet göstermek istemeleri sosyal medya ve Internet’in gücünü de net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu hareketin içindeki pek çok figür, Mısır’daki olaylardan ilham aldıklarını dile getirmişlerdir. Bu da oldukça önemli bir veridir. Kahire ve New York’taki protestocuların gelir düzeyleri ve refahları arasında ciddi farklılıklar olsa da, her iki grup da kendi ülkelerindeki elitlere ve ayrıcalıklı sınıflara karşı protesto gösterilerinde yer almışlardır. Birbirinden çok uzak olan ülkelerde bu protesto hareketlerinin benzer şekillerde ve aynı sloganlarla yapılıyor olması da ikinci bir gösterge olarak karşımızdadır. Dünya tarihinde, bir ülkedeki protesto ve gösterileri duyup başka bir ülkede sokaklara dökülen örnekler çoktur ancak iletişim bu kadar hızlı ve anında olduğu başka bir örnek görülmemiştir. 

Günümüzde, dünyadaki büyük elçilikler Twitter’ı düzenli olarak takip etmekte ve herhangi bir yerde herhangi bir protesto olduğunda hemen birbirlerini haberdar etmektedirler. Bu durum, bilgiye ilk elden erişim gücünün vatandaşlara geçtiğini açık bir şekilde göstermektedir. Sosyal medyanın en önemli farklılığı toplumun tüm kesimlerinin, hükümet üyeleri dahil, bu oluşumun parçası olmalarıdır. 

Türkiye’deki Gezi Parkı eylemlerinde sosyal medyanın hükümetler için ne kadar fazla sorun çıkartabileceği görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sosyal medyayı “bela” olarak tanımlarken; İstanbul Valisi başta olmak üzere pek çok hükümet yetkilisi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı hatta Başbakan kendisi bile, Gezi Parkı protestolarının etkilerini azaltmak için sosyal medyayı bir araç olarak kullanmışlardır. 

Habermas’ın İletişimsel Eylem Teorisi’ne göre bireyler hükümetin ya da kamunun kontrolünden bağımsız olan kendi özel alanlarında iletişime geçmek isterler. Bu iletişim türünün temelleri geleneksel ve modern toplumların her ikisinde de görülen aile toplantılarında ya da buluşmalarında atılır. 17. Yüzyılda “kamu”, tüm sosyal kesimlerden insanların bir araya geldikleri ve siyaset, ekonomi, felsefe, sosyal problemler ve edebiyat gibi konuları tartıştıkları bir alandı. Bu “kamusal alan”, farklı görüşlerin birleştiği bir mekândı. 

Özellikle İngiltere’de özgür basının güçlü olması ve çok sayıda gazete ve derginin basılması; eleştirel bir kamusal alanın hükümetin müdahalesi olmaksızın gelişmesine neden olmuştu. Tatler ve Spectator gibi dergiler ya da Briton gibi gazeteler, sahiplerinin ekonomik güçlerine bağlı olarak etkiliydiler. İngiliz 
Hükümeti ve Parlamentosu bu yayınları “dördüncü güç” olarak tanımlamakta ve 
Medyanın halkın kararları üzerindeki etkisi nedeniyle bu vurguyu yaptıklarını söylemekteydiler. 

18. yüzyıldan itibaren medya, gazeteler, dergiler, broşürler v.b. aracılığıyla bir çığ gibi büyümüş; 

insanları doğru ve yanlış konusunda ikna edebilmek, hükümeti kararlarını yeniden gözden geçirmeye teşvik etmek, toplumda siyasal/ ekonomik/ sosyal/ kültürel bir güç alanı yaratmak gibi işlevleri sayesinde yönetişim güçlerinin “hükümet dışı” olan dördüncü gücü olmuştur. 

Ana haber spikerleri ya da tartışma programı sunucuları toplumun kararlarını, hatta oy verme alışkanlıklarını etkileyebilmektedir. İnsanlarda, medyanın “seçimlerde en çok oyu alacak lider” diyerek haber yaptığı lider ve siyasi partilere oy verme eğilimleri nin, sırf kazanan tarafta yer alabilmek adına, çok baskın olduğu yapılan pek çok çalışmayla da ortaya konmuştur. İnsanlar değerlerini ve davranışlarını televizyondaki kişilere atıf yaparak belirler hale 
bile gelmişlerdir. Yapılan araştırmalar, genel seçimlerde parti liderlerinin ülke çapında birbirleriyle tartıştıkları Televizyon programlarının vatandaşların oy verme oranlarında yüzde 30’luk bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. 

Internet ve iletişim teknolojilerindeki gelişim arttıkça, dünyanın farklı bölgelerinden ve farklı sosyal çevrelerinden gelen bireyler arasındaki etkileşim de hızla artmaya başlamıştır. Bu da beraberinde, bireyler tarafından düzenlenen bireyler arası iletişimi getirmiştir. Dünya, hayat, siyaset, ekonomi ve diğer 
her şey hakkındaki görüşlerini sosyal medya aracılığıyla birbirlerine aktaran bireyler; kendi bilgi veri tabanlarını oluşturdular. Olayları forumlarda ya da sosyal medya tartışma gruplarında tartışmaya başladılar. 

Günümüzde hükümetlerin karşılaştığı en büyük sorun, Internet’in iki taraflı iletişim kanallarıaracılığıyla aktarılan bilgilerin ve görüşlerin ne şekilde kontrol altına alınabileceği, ya da diğer bir deyişle, alınamaması sorunudur. 

Sosyal medyanın demokrasinin gelişmesine katkıları da tartışılmazdır. Aristo’nun bundan binlerce yıl önce söylediği gibi “demokrasi”, kötü bir yönetim biçimidir. Aristo’ya göre, kendi kendini yönetemeyen insanlar “demokrasi”yi tek geçerli yönetim şekli olarak görmekte; bu da yozlaşmış bir liderlik ve hükümet 
anlayışını beraberinde getirebilmektedir. Modern dünyada doğrudan demokrasi neredeyse imkânsız olmakla beraber; sosyal medya sayesinde bireylerin kendi görüşlerini doğrudan ifade etmeleri bu zamana dek ortada olmayan bambaşka bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bireyler, görüşlerini doğrudan ifade ettikleri sosyal medyada, çoğu zaman farkında olmadan, resmi görevlilerin de bu görüşleri öğrenmesine neden olmaktadırlar. Bu imkân, ileride insanların sosyal medya aracılığıyla kendilerini doğrudan yönetmelerini de beraberinde getirme ihtimali yüksek olan bir durumdur. 

Dünya, hiç alışık olmadığı bir “ Doğrudan Demokrasi” dönemine doğru hızla ilerlemektedir. Geleneksel güç paradigmalarının hızla yer değiştirdiği böyle bir dönemde sosyal medyanın bireyler arasındaki etkisi ve gücü, ulus-devletleri hiç alışık olmadıkları bir problemle karşı karşıya bırakmaktadır. Bireyler, kendilerine 
sosyal medyada bir kimlik yaratarak ya da sınır ötesi sosyal kimliklerin bir parçası haline gelerek hem klasik devlet-vatandaş ilişkisinin dışına çıkmaktalar hem de yeni bir ilişki türü aramaya başlamaktadırlar. 

Bu dönem içinde uluslararası siyaset de büyük dönüşümlere sahne olmaktadır. 2010 yılında ortaya çıkan Wikileaks belgeleri, yine geçtiğimiz dönemlerde Edward Snowden gibi kişilerin ABD istihbaratına ve dış politikaya etki eden bilgileri sızdırmaları; dünya genelinde büyük dönüşümlere sahne olmuştur. 
2005 yılında Sarkozy’nin Göçmenlik Yasası ile beraber; özellikle Kuzey Afrika ülkelerinden Fransa’ya ve göreceli olarak AB içine göç eden kalifiye ve yetişmiş eleman sayısında ciddi bir azalma olmuştur. Kendi ülkelerinde iş bulmakta güçlük çeken ve düşük yaşam standartlarında yaşamak zorunda kalan bu gruplar; sosyal eşitsizlik, liderlerin ve yönetici sınıfların lüks yaşamları ile ilgili tepkilerini sosyal medya üzerinde örgütlenerek 2007 yılından itibaren göstermeye başlamışlardır. Bu tepkilerinin neticesinde çeşitli sivil toplum kuruluşları oluşturmuşlar, çeşitli mitingler düzenlemişlerdir. 2010 yılında özellikle sosyal medya tarafından herkesin erişimine açık bir hale getirilen Wikileaks belgeleri sayesinde iddia ettikleri yolsuzluklar açığa çıkmış ve Mısır başta olmak üzere meydanlarda toplanarak hükümetlerin devrilmesi için protesto gösterileri başlamıştır. Arap Baharı’na sosyal medyanın gücü ve etkisi açısından 
bakıldığında, geleneksel paradigmaların ne kadar temelden sarsılabileceğini görebilmekteyiz. Dünya üzerinde değişime en kapalı ve geleneksel toplumlardan birisi olarak algılanan Mısır toplumunun sosyal medya sayesinde “sosyal bir devrim”i organize edip başarmış olmaları, beşinci bir güç olarak sosyal 
medyanın literatüre ve bilime girmesi gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. 

http://www.21yyte.org/ 
adresinden 
06.12.2013 18:03 
tarihinde indirilmiştir

***

5 Kasım 2019 Salı

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE SOSYAL MEDYA

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE SOSYAL MEDYA.,



YENİ DÜNYA DÜZENİ VE SOSYAL MEDYA 

1971 yılında yan yana duran bilgisayarın iki birbirine e-posta iletmesiyle başlayan sosyal medya kavramı e-posta grupları ile yükselişe geçmiş, “chat” denilen sohbet odaları ile de tüm dünyaya yayılmıştı.
Gerek e-posta grupları gerek ise sohbet kanalları internet kullanıcılarının ilgi alanlarına göre birbirleri ile aynı konuları tartışmalarını sağlamış, küresel çapta ortak paydada buluşan internet kullanıcıları kitleler halinde olayları ve durumları tartışır hale gelmişti.
Blog tarzı ücretsiz internet siteleri içerik üreten blogger internet kullanıcılarının kendi fikirlerini özgürce yazma ve yayma fırsatı vermişti.
Sohbet odalarında rumuz, ICQ gibi mesajlaşma ortamlarında numara kullanarak kendisini gizleyen kullanıcılar Facebook ve Twitter gibi sosyal medya platformları ile gerçek kişilikleri yani profilleri üzerinden iletişim kurmaya ve ilgi alanlarına göre kişileri takip etmeye ve gruplara dâhil olmaya başlamıştı.

***
Tüm bu gelişim sürecinde internet kullanımının küresel çapta artması, internet ve buna bağlı sosyal medya kullanıcılarının kendi fikir, siyasi görüş, ideolojik bakış açılarına göre bloglarda, sohbet odalarında, sosyal medya gruplarında ve birbirlerini takip ederek mikro bloglarda karşılıklı olarak etkileşmelerine neden oldu.
Birleşmis Milletler (BM) tarafından hazırlanan "Dünya Nüfus Beklentisi" başlıklı rapora göre şu an dünya nüfusu yaklaşık 7,7 milyar.
Halen dünya üzerinde 4,38 milyar internet kullanıcısı var. Yani dünyanın %56’sı internet kullanıyor.
Dünyadaki sosyal medya kullanıcısı ise 3,48 milyar. Yani dünya nüfusunun %45’i sosyal medya kullanıyor.
Bu çok büyük bir güç!..
Sosyal medya gücü çarpan etkisi ile kat kat artmaktadır.
Örneğin 100 takipçisi bir kişi veya grubun gücü 200 takipçisi olan bir kişi veya gruba göre 2 kat değil tam 4 kat daha güçlüdür ve etkilidir.
Sosyal medyanın gücü hesaplanırken 100 kişinin etkisi 100x100= 10.000 olarak hesaplanırken 200 kişinin etkisi 200x200=40.000 olarak hesaplanmaktadır.
İşte bu çarpan etkisi her türlü fikrin, ideolojisinin, görüşün veya yaklaşımın çok hızlı şekilde yayılmasına hatta viral hale gelmektedir.

***
“Toplumsal iletişimin en etkili kitle iletişim aracı medyadır.” sözünü güncellersek günümüz yeni dünyasında en etkili ve hızlı iletişim internet ve buna bağlı sosyal medyadır.
Bir propaganda alanı olarak sosyal medyayı incelersek; Toplumsal iletişim bağlamında bağımsız ve etkin bir görünümle müdahil olan medya, gerçekte ise yönetimsel manada egemen grubun ideolojisinin toplumsal alanda yayılmasının en etkili aracıdır.
Sosyal medya ise egemen grubun tam tersi olarak, birey bazında etkisiz olmasına rağmen kitleleri yönlendirmek ve toplumsal hassasiyetler yaratmak ve etkiye tepki oluşturmak bağlamında kolay etkili ve güdümlenebilir bir yapıdadır.
Sosyal medya, yeni dünya düzeninde birçok ideolojiyi kutuplaştırarak ve bir araya getirerek etkileşime soksa da bu ideolojilerden ve fikirlerden çok etkilenen radikalizme yakın eylemsel yapıları da etkisel gücü itibariyle büyütmektedir.
Bu anlamda toplumda sosyal medya kullanım gerçeğini kabullenerek eğitim müfredatlarından başlamak suretiyle toplumu oluşturan bireylere olabildiğince hızlı ve etkili bir şekilde “sosyal medya okuryazarlığı” eğitimleri verilmeli ve bilinç seviyesi yükseltilmelidir.

Hüseyin KURT

DİĞER YAZILARI;

¤ Beğeni Peşinde Koşanlar
¤ Bu yerel seçimler farklı olacak!
¤ Ekonomik İstikrarsızlık Ve Sivri Diller
¤ Sokma akıllı tarım!
¤ Samsun’da Yeni Rejimin İlk Seçimleri
¤ Yeni Rejimin Seçimi 24 Haziran
¤ Ak kurtlar yuvaya dönüyor!
¤ Üniversite-Sanayi İşbirliğinde Türkiye’ye Model Olabiliriz…
¤ Fiiliyattan Resmiyete Yeni Rejim
¤ Ekonomik endişelerimiz artıyor!..
¤ Milliyetçilikten Rol Çalanlar
¤ Seçime 27 Gün Kala Samsun Seçimleri
¤ Vekil Listeleri Ve Hesaplamalar
¤ Milletin vekili mi, partinin temsilcisi mi?
¤ Genel af çıkacak mı?
¤ Devletin Yapısını Değiştirmek
¤ At Gözlüğünü Çıkartın, Düzenleme Yapın
¤ Tarım Şehri Samsun Masalı
¤ Utanmak 30 dakika, pişmanlık bir ömür!
¤ Üst Akıl Oyunları
¤ Gündeme Dair Kısa Kısa
¤ Kralcı Aymazlar
¤ Seçim Havasına Girememek
¤ 19 Mayıs’ın 100. Yılı Ve Pontuscular
¤ Erken değil, baskın oldu!
¤ Samsunluluk Ruhu Ve 19 Mayıs 2019
¤ Samsun’un Acı Karnesi Ve Yönetişim Zihniyeti
¤ Konumuz Deizm!
¤ Fındık Üreticisinin Acınacak Hali!..
¤ Darbe Tatbikatları Ve Yakın Gelecek
¤ Dost-düşman kavramı değişiyor mu?
¤ Faşist Hollanda!
¤ Bu Ne Kepazelik; Alayımızı Dinlemişler
¤ sosyal tembellik ve –mış gibi yapanlar…
¤ Davranış Batağında Toplumsal Çöküş Ve Şehri Planlayanlar
¤ Samsun’un Şiddet Halleri
¤ Dünya’nın Oylamaları
¤ Memleketin Oylamaları
¤ Sağlıklı Düşün, Sağlıklı Karar Ver
¤ Sihirli Rakam 330
¤ ateşten gömlek ve at gözlüğü
¤ Umut etmek haram mı?
¤ Ülke savaşta desek abartmış olur muyuz?
¤ Elçiye zeval oldu! Ya menfaati olanlar?
¤ Milli seferberliğe hazır mıyız?
¤ Abd yaklaşanı yakmış!
¤ Kim Demiş Olmaz Diye
¤ Fındıkta Oynanan Oyunlar
¤ Samsun’un Havaalanı İle İmtihanı
¤ Kovuldun Trump Efendi…
¤ Davetsiz Darbe
¤ Unesco Ve Kızılırmak Deltası
¤ Bylock Yok Eagle Verelim
¤ Yeni Kapı Ruhunu Ruhsuzlaştıranlar
¤ Abd Ve Yunan’ın Samsun’u Bombalaması
¤ Bugün Samsun’da Samimiyet Sınavı Var
¤ Zirvesi Siyaset Yapıda Dayak Yiyen Papaz
¤ Vicdan Terazisi
¤ Toplumsal Şizofreninin Eşiğindeyiz
¤ Suriye Bataklığında Öso
¤ Teknolojik Umacı Bylock
¤ Mütedeyyin vatansever!
¤ Koridorcular Sahnede, Ordu Suriye’de

http://www.akasyam.com/kose-yazisi/5088/yeni-dunya-duzeni-ve-sosyal-medya.html

***