Rifat SERDAROĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rifat SERDAROĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2017 Çarşamba

BOP 2. EŞBAŞKANI BAHÇELİ

BOP 2. EŞBAŞKANI BAHÇELİ



Rifat Serdaroğlu
25 Mart 2017


Bölgemizdeki 22 Ülkenin sınırlarını zorla değiştirecek, milyonlarca Müslümanın ölümüne, on binlerce Müslüman Kadının tecavüze uğramasına, yüz binlerce çocuğun ölümüne, milyonlarca insanın yerinden-yurdundan olmasına sebep olacak ve bu ülkelerin zenginliklerine emperyalist devletlerin el koymasına yol açacak Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) açıktaki, bilinen Eşbaşkanı Erdoğan idi!
Erdoğan bunu defalarca ve övünerek söylemişti!

BOP’ un destek kanadının da bir Eşbaşkanı vardı! Görünmeyen fakat Eşbaşkan Erdoğan her sıkıştığında ona destek olan, ona baston olan biri! Bu kişi Devlet Bahçeli idi!
Erdoğan’ın iktidara getirilmesinin yolunu “Erken Seçim” kararıyla açan, AKP her tökezlediğinde ona örtülü destek veren, en sonunda da Türkiye’yi dikta yönetimine götürebilecek bir referanduma yol açarak, kendisinin bugüne kadar ki beyanlarını görüşlerini inkâr eden sözüm ona Türk Milliyetçisi Bahçeli!

Kardiyologların dediğine göre By-Pass ameliyatı olanlardan bazılarının karakterleri, davranışları ameliyat sonrası değişirmiş! Ama Bahçeli bir anda öyle bir döndü ki değil bir, kırk By-Pass geçirse bile böyle bir dönüşü açıklayamaz! Erdoğan için neler söylediğini hatırlıyor musunuz?
“Yolsuzluğa boğazlarına kadar battılar-Devleti soydular-PKK İşbirlikçisi-İmralı dostu-Şehitlerimizin sorumlusu!”

Türk Milletinin önünde en ağır ifadelerle yüklendiği bir kişiyi, sanki bunları hiç söylememiş gibi Türkiye’ye “Başkan” yapmak ancak Bahçeli gibilerin hazmedebileceği bir iştir!

Türkiye’nin sürekli olarak gündeminde olan, zaman-zaman hükümet etme görevi üstlenen birinin, MHP gibi köklü bir partinin Genel Başkanı niçin böyle bir dönüş yapar?
Hangi maddi menfaat, hangi mevkii, hangi siyasi korku, hangi kaset veya görüntü bu dönüşü yaptırabilir?
Acaba kişi, gençliğinden beri yabancı bir kuruluşun adamı ise, aldığı emir gereği bu dönüşü zorunlu olarak yapabilir mi?

Dünya rekoru kıracak kadar çabuk dönüş yapan Bahçeli’ye madalya verilmesinin şart olduğuna hükmeden AKP Hükümeti şimdiden iki tane madalyayı Bahçeli’nin alnına yapıştırdı bile!

-Kerkük Türklerini Barzani’ye Peşkeş Çekme Madalyası.
-Her Evet, Şeyh Sait İçin Bir Fatiha’dır Madalyası.

Bahçeli sadece bu iki konuyu Ülkücü Camiaya anlatsın onları ikna etsin sonra gitsin evet oyunu gönül huzuru içinde kullansın.
Yakışır BOP 2. Başkanına…

SAAT VAR SAATÇIK VAR!

FETÖ, 15 Temmuz’un darbe girişimci paşası Akın Öztürk’ün eşine saat göndermiş!
Gönderen Pensilvanya’da kaçak, saati alan Akın Öztürk hapiste!
Reza Zarraf da Bakan Zafer Çağlayan’a 700 bin avroluk bir saat göndermişti.
Reza 1 yıldır Amerika’da hapiste, Zafer Çağlayan serbest!
Nasıl oluyor bu?
Nasıl olacak! Saat var, saatçık var. Tıpkı gemicik gibi!
Sevsinler sizin dürüstlüğünüzü…

Sağlık ve başarı dileklerimle 
Rifat Serdaroğlu

***

Ak ve Pak Alınlılar

Ak ve Pak Alınlılar 


Rifat Serdaroğlu
Pazartesi, Eylül 12, 2011



Dünyanın, gerçek demokrasi ile yönetilen hiçbir ülkesinde “Adam çalıyor ama, çalışıyor be kardeşim, çalışsın da varsın çalsın” düşüncesi yoktur. O ülkelerde ki insanlara, “Türkiye’de yaşayanların en az %50 si böyle düşünür” deseniz, size  “delirmiş” gözü ile bakarlar..
Çünkü gerçek demokrasiler de yaşayanlar bilirler ki, namuslu ve dürüst olmak, insan olmanın gereğidir. Kamu görevi üstlenen kişilerin namuslu, dürüst ve çalışkan olmaları ise bu işin olmazsa olmaz şartıdır.
Ülkede oy veren iki kişiden biri böyle düşünüyor ise, ülkeyi yönetenler de çıkar;
“Benim alnım tertemiz, ben bu temiz anlımı senin lekeli ve lanetli dudaklarına öptürtmem” deyiverir!…
Gerçi alın da, keyif de Başbakan’ın. İstediğine öptürür, istemediğine öptürmez.
Örneğin, Ana Muhalefet Liderine öptürmez ama, El-Kaide Lideri Hikmetyar’a hem öptürür, hem de dizinin dibine çöker. MHP Genel Başkanına öptürmez ama  gider tarikat reisine hem alnından öptürür, hem de onun  avucunun içini öper!..  Keyif işte…
Kel Başa, Şimşir Tarak ” diye boşuna söylememiş atalarımız. Demokrasi anlayışı oturmamış, kendini hala vatandaş olarak değil de, tebaa olarak gören bir topluma “Gerçek Demokrasi’yi” hazmetmiş bir Başbakan yakışır mı, elbette ki yakışmaz.
Ya hangisi yakışır;
*“İktidara gelir gelmez, dokunulmazlıkları kaldıracağım” deyip sonra sözünü unutan bir Başbakan,  yakışır mı?
*Ülkenin birliğinden ve bütünlüğünden sorumlu olması gerekirken, Ana Muhalefet Liderine ağır hakaret içeren  “Lekeli ve Lanetli ağız” suçlamasını yapan bir Başbakan,  yakışır mı?
*Mavi Marmara Gemisine yapılan saldırı için, “ İsrail suçlu  9 insan öldürdü tamam da, ya bile bile o insanları ölüme gönderenler suçlu değil mi” diyenleri yerden yere vuran ama aynı konuda;
“Gördüğüm şeyler hiç de hoş değildi. Çok çirkin şeylerdi. Organizatörün Gazze’ye yardım götürmeden önce İsrail’le uzlaşma yolunu seçmemeleri faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde, otoriteye başkaldırmaktır. İHH’nın politik bir amaç güdüp gütmediğini söylemek kolay değil” diyen Fethullah Hoca’ya karşı “dut yemiş bülbüle” dönen bir Başbakan, yakışır mı?..
*Herkesi  “İsrail’in Avukatı” olmakla suçlayan ama, Sami Ofer  ile otel odalarında gizlice görüşüp,ülke limanlarını pazarlayan, sonra da bu görüşmeyi inkar eden bir Başbakan, yakışır mı?
*Türkiye ve İsrail’i neredeyse bir “çatışma ortamına” getirip, üstüne üstlük, “Yahudi Cesaret Madalyası” alan bir Başbakan,  yakışır mı?
*Şimdi İsrail düşmanlığına soyunup, Suriye sınırımızı 49 yıllığına İsrail’e peşkeş çekmek için TBMM yi gece yarılarına kadar çalıştıran bir Başbakan,  yakışır mı?..
*Esas amacının ABD nin bölgede ikinci bir İsrail Devleti yaratmak istemesi ve bunun için de  Kuzey Irak’ı üs seçmesi, Barzani’yi ve PKK’yı kullanması, burada bir Kürt Devleti kurmak istemesi açıkça belli olan Büyük Ortadoğu Projesine Eşbaşkan olan bir Başbakan,  yakışır mı?…
*Suriye ile vizeleri kaldırıp, “Şamgen’i” kuran, Devletin Resmi uçağıyla özel olarak akşam ziyaretine Şam’a giden, sonra da Suriye yönetimini
“Baasçı-Düşman” ilan eden bir Başbakan,  yakışır mı?…
*Suudi Arabistan’daki insan hakları ihlallerini görmezden gelip, bu konuda tek kelime edemeyen, fakat sıra Suriye’ye gelince  “aramızda kan bağı var, Suriye’deki insan hakları ihlallerini görmezden gelemeyiz” diyen bir Başbakan,  yakışır mı?
*Benim alnım tertemiz deyip, kendisinin servet artışını, çocuklarının düğünlerinde hediye edilen “Takı’lara” bağlayan bir Başbakan, yakışır mı?…
*Avrupa’da “Yüzyılın en büyük yardım soygunu” adı verilen ve gerek suçlarını kabul edip Almanya’da hapse giren, gerekse de henüz tutuklu bulunan zanlıların tamamına yakınının ya arkadaşı, ya dostu, ya da akrabası olan bir Başbakan, yakışır mı?…
*Savcı ve Hakimlerle “Dama Taşı” gibi oynanmasına ses çıkarmayan bir Başbakan, yakışır mı?
* “Sokakları eylem alanı haline getirtmem” deyip, ülkenin orta yerinden kaçırılan Askerleri ve Devlet Memurlarını iki ayı aşkın bir zamandır bulamayan bir Başbakan, yakışır mı?…
*PKK Terör örgütünün ev sahibi ve hamisi, binlerce vatan evladının canına kasteden örgütün suç ortağı Barzani ile, karşılıklı olarak saz çalıp, türkü söyleyen bir Başbakan,  yakışır mı?…
*Ülkenin Cumhuriyet ve Demokrasiye bağlı, Atatürk sevdalısı koskoca bir camiasını, sırf inançlarından dolayı aşağılamaya kalkan bir Başbakan, yakışır mı?…
Yakışmaz diyorsanız, gereğini yapacaksınız. İnsanları uyaracaksınız. Sizin gibi, bizler gibi düşünenleri bir araya getirecek siyasi organizasyonlara destek vereceksiniz. Demokrasiyi, Lâik Cumhuriyeti, Çağdaşlığı, Atatürk İlke ve Devrimlerini bulunduğunuz her ortamda savunacaksınız. Bunun için illa ki, sağcı veya solcu olmaya gerek yoktur. İnsan olmak, vatansever olmak yeter de artar bile…
Yakışır diyorsanız, benden size koca bir aferin. Bir de gazete kâğıdından tayyare, gazoz kapağından madalya, huniden başlık, haydi kumda demokrasicilik oynamaya. Yakışır, yakışır…
Not: Değerli mücadele adamı ve dostum Bekir Öztürk ün “Millet mi? O da kim? AKP nin Yargıya Müdahale Sicili ve Deniz Feneri Karartması” adlı eseri Togan Yayıncılıktan çıktı. Tüm kitapçılarda bulunabilir. Herkese ve özellikle gençlere tavsiye ederim..
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/ak-ve-pak-alnllar-rifat-serdaroglu.html


***

Fetva Hırsızlığı Örter Mi?…


Fetva Hırsızlığı Örter Mi?… 

Rifat Serdaroğlu
Cumartesi, Eylül 10, 2011

Fetva;
Bir olay hakkındaki hükmü belirten, yargı koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap anlamındadır.
Fetva verebilecek kişiye “Müftî” denir. Bu kişide 5 özellik olması gerekir;
İyi Niyet-İlim ve Vekar- Bilgide Kuvvet-Kimsenin etkisinde olmamak ve yeterlilik-Hak ile Batılı kolayca ayırt edebilecek yetenek.
Deniz Feneri e.V davası ve benzeri soygunları yapabilmek için çok sayıda İlahiyat Hocalarına, İmamlara, İslamcı Yazarlara ve İslamcı Gazetecilere, “Yardım Toplamak” için bolca  “Fetva” hazırlatıldı. Bu fetvalar kullanılarak özellikle yurt dışındaki vatandaşlarımız milyonlarca Euro dolandırıldı.
Bu fetvaları veren karakter sahibi kişiler(!)  ne karşılığında bu fetvaları verdiler ve bunlardan kaç tanesi bugün devletimizin önemli makamlarında utanmadan oturabiliyorlar? Onları bu makamlara kim getirdi?
“Yüzyılın Yardım Soygunu” adı verilen bu olaya tekrar değinmemin nedeni hem tarihe not düşmek, hem de bu “Sadaka Dolandırıcıları Çetesinin” gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktır…
AKP ve özellikle Başbakan Erdoğan, Deniz Feneri davasının etkisizleştirilmesi için bütün güçlerini kullanıyorlar. Savcılar görevden alındı, bir tane de
“denetleyici savcı” atandı. AKP Milletvekilleri gruplar halinde Başbakan Erdoğan’ın arkadaşı ve akrabası Zekeriya Karaman’ı cezaevinde ziyaret ediyorlar ve Türk adaletine gözdağı vermeye çalışıyorlar.
Daha önce “Fosseptik Taştı” adlı bir yazımda belirttiğim gibi bu pisliği kapatmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Eninde sonunda bu sadaka dolandırıcılarının arkasındaki “Çete Reisi” günışığına çıkarılacaktır.
Bunlar bu soygunu o kadar pervasızca yaptılar ki, para aktarmada kullandıkları yan şirketler için ayrı ofisler tutma zahmetine bile girmediler.
*Almanya/Frankfurt Adam-Opel-Strasse 5, 60386 Frankfurt am Main adresindeki şirketler;
Deniz Feneri e.V Merkezi- Kanal 7 Int/TVT- Atlas Media Marketing GmbH- Atlas Pazarlama- Euro 7 Fernseh&Marketing GmbH- Europen Consultıng&Marketing GmbH- Taxi Quik GmbH- Weiss Handels und Investment GmbH-Rapidway GmbH.
*Eyüp Bulvarı No: 40 ve Otakçılar Cd No: 60 İstanbul-Türkiye adresindeki şirketler;
Beyaz Holding A.Ş(Bu defa AK diyememişler) Haliç Deniz Taşımacılığı ve Turizm Şirketi- Kanal 7- Yeni Dünya İletişim A.Ş- MEPA Medya Pazarlama ve Prodüksiyon Hizmetleri Ltd. Şti- Aktif Barter Anonim Şti.
*Tesadüfe bakın ki bu şirketlerin yönetimlerindeki çoğu isimler aynı;
Zekeriya Karaman-Zahit Akman-Mehmet Gürhan-Hakkı Sadal- Mustafa Çelik- Harun Kapıyoldaş…
*Kombassan- Jet Pa- Yimpaş modellerinde de fetva ile paralar toplanıp buhar edildi. Bu şirketleri kuranlar paraları iç edenler, tesadüfe bakın ki hepsi AKP’ nin adamlarıdır, AKP’li Bakan ve Milletvekillerinin çok yakın dostlarıdırlar.
*Yeni Dünya İletişim A.Ş Kurucuları;
Recai Kutan-Zekeriya Karaman-İsmail Karahan-Azmi Ateş- Haşim Baran-Mehmet Taşkan-Sabri Erbakan(arka planda yönetici)
Erdoğan-Gül-Arınç üçlüsünün ayrılmasıyla bu şirkette kavgalar yaşandı. Necmettin Erbakan ve Recai Kutan hisselerinin zorla ellerinden alındığını bağıra, bağıra söylediler ama nedense yargıya gidemediler!..  Bu şirkette de “Yenilikçiler” galip geldi ve Yeni Dünya İletişim A.Ş, Almanya Deniz Feneri üzerinde tam bir hakimiyet sağladı ve tek patron Başbakan Erdoğan’ın akrabası Zekeriya Karaman oldu. Bu şirketin Ankara temsilcisi de Erdoğan’ın Basın Müşaviri Akif Beki yapıldı…
Alman Hakim Müller gerekçeli kararında asıl suçluların Türkiye’de olduğunu belirtti ve bunları (a) ve (d) kod isimleriyle yazdı. Alman Mahkemesinin şifresini çözdüğünüzde “Sadaka Dolandırıcıları Çetesinin” en tepesinde, tabii ki yine tesadüfen, Başbakan Erdoğan’ın akrabası ve dostu Zekeriya Karaman ortaya çıkıyor.(Yakışır tosunuma, oldu mu en tepede olacaksın. Ama dikkat edeceksin, yükseldikçe popon daha çok görünür)
(d) kod ismi için ufak bir çalışma yaptığınızda karşınıza muhteşem gövdesiyle, Belediye Başkanlığı döneminden beri Erdoğan’ın çantacılığını yapan, RTÜK eski başkanı Zahit Akman çıkıveriyor.
Benim anlamakta zorluk çektiğim konular şunlar;
*AKP Meclis Grubunu oluşturan 327 Milletvekilinden namusu ile yaşamış, haram yememiş, kim olursa olsun dolandırıcılardan nefret eden ve bunlardan hesap soracak bir tane bile milletvekili yok mu?
*Yüce dinimiz İslam’ın adını kullanıp, kendilerine “İslamcı Basın” diyen gazetecilerden bu konu ile ilgili yazı yazacak, soru soracak bir tane adam yok mu?
*Bunlara oy verenlerden; “Hey arkadaş ben sana oy verdim, bak senin için neler söylüyorlar. Kim bu Zekeriya Karaman-Zahit Akman, diyecek bir tane Müslüman yok mu?
*Bu soygunu düzenleyenler, onlara yardım edenler, göz yumanlar, davayı çarpıtmaya çalışanlar,  Allah’ı aldatmanın mümkün olmadığını, dolandırılan sadaka paralarının  hem kendilerinden hem de çocuklarından çıkartılacağını bilmiyorlar mı, bunlar rahat uyuyabiliyorlar mı?…
Fetva yerine geçmese de, tüm dünya da doğru kabul edilen bir söz vardır;
“Kim ki hırsızlığa bilerek yardım eder, suçu gizlemeye çalışır, bunun için kamu görevlilerini kullanırsa en büyük hırsız odur ve ondan mutlaka hesap sorulacaktır…
Deniz Feneri e.V için para toplama fetvası veren İlahiyatçılardan biri Avrupa ziyaretlerinden birinde, aynı işi yapan bir papaz ve bir haham ile ahbap olmuş. Sohbet ilerledikçe bizim ki şu soruyu sormuş;
*Topladığımız paralar hep Allah rızasını kazanmak için. Sizler topladıklarınızı Allah ile nasıl paylaşıyorsunuz?
-Papaz; Kilise bahçesinde bir daire çizeriz. Topladığımız paraları atarız. Daire içine düşenler bizim, dışarıda kalanlar ise Allah’ındır, der.
Haham; Havrada yere kendi  büyük ama ağzı küçük bir vazo koyarız, paraları atarız. Dışa düşenler bizim, içine kaçanlar Allah’ındır, demiş.
İkisi dönüp bizimkine sormuşlar; siz nasıl pay edersiniz?
-Bizimki cevap vermiş; Topladığımız paraları havaya atarız, Allah ihtiyacı kadarını alır, geri bize kalır!…
Deniz Fenercilere duyurulur; Yıl 2011, hala cebi olan kefen(Cepkefen) icat edilmedi…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/fetva-hrszlg-orter-mi-rifat-serdaroglu.html

***

Gücün Geleceği…


Gücün Geleceği… 

Rifat Serdaroğlu
Cuma, Eylül 09, 2011


Dışişleri Bürokrasisi ve Diplomatlar ülkenin yaşayan hafızalarıdır. Yıllar içinde diğer devletlerle yaşadıklarımız olaylar karşısındaki tutumumuzun sorgulanması, olayla ilgili diğer devletlerin davranışları ve nedenlerinin incelenmesi, geçmişte yaşanan benzeri olaylarla kıyaslanması ve gelecek için olabilecek hadiselerde takınmamız gereken tavrımızın ne olması gerektiğini, hep devletimizin pırlanta bürokratları tarafından hazırlanır ve kendilerine sorulduğunda siyasi iradeye verilir…
Aklı başında ve ülkesini gerçekten seven siyasetçilerin bu kadrodan yararlanıp beraber çalışması beklenir. Bu yolu izleyen siyasetçiler, yanlış yapıp hem ülkelerine zarar vermezler, hem de kendilerini “Alay Konusu” yaptırmazlar.
Türkiye Başbakan’ının bir hafta ara ile NATO’nun Libya’ya müdahalesi ve
füze kalkanı konusunda birbiriyle yüz seksen  derece farklı  beyanatlar  vermesi ve hem Dışişleri Bürokrasisinin devre dışı bırakıldığını, hem de Başbakanın, dış politika konusunda rüzgarın önünde savrulan dümensiz bir gemiye döndüğünü bizlere net olarak gösteriyor.

Türkiye-İsrail arasında yaşanan krizi iyi okuyabilmek için ABD’yi anlamak, ABD’yi bu konuda anlamak için de,  daha önce bahsettiğim ve www.ozetkitap.com da yayınlanan, Gücün Geleceği adlı eseri iyi okumak gerekir.

Eserin önsözünde ABD Savunma Bakanı Robert Gates 2009 yılında; Amerikan Hükümetine diplomasi, ekonomik yardımlar ve iletişim gibi “Yumuşak Güç” unsurlarının kullanımı için daha fazla ödenek ayrılması gerektiğini, Dışişleri Bakanlığı bütçesinin 36 Milyar Dolar iken, Askeri harcamaların yıllık tutarının
500 Milyar Dolar olduğunu söylüyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ise aynı yılda yaptığı konuşmasında şöyle bir tespit yapıyor;  “ABD, acil sorunları tek başına çözemez ama geri kalan ülkeler de bunları ABD olmadan çözemez. Bu yüzden ‘Akıllı Güç’ denilen (Dayatmaya ve ödetmeye odaklı ‘sert güç’ ile ikna etme ve cezbetmeye dayalı ‘yumuşak gücün’ bir alaşımıdır) gücü kullanmalı, elimizde bulunan güç türlerinin tümünü devreye sokmalıyız..”
ABD, İsrail’in Batı Şeria’dan çekilmesini ve bağımsız Filistin devletinin tanınmasını istemektedir.
Fakat Amerika’daki Yahudi Lobilerinden çekindiği için bu isteğini dolaylı olarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bunun için de kullanılacak kişi bellidir.
Kim Yahudi Lobisinden “Cesaret” madalyası aldı ise, kim komşusu İran’ın ve Rusya’nın olumsuz enerjisini üzerine çekmek pahasına “ Füze Kalkanı ” için ülkesinin kucağını açıyorsa, kim önce vizeleri kaldırıp “Kardeş” ilan ettiği Suriye’yi bir ay sonra “ Düşman ” ilan edecek seviyeye geldi ise o kişi emre amadedir zaten…
ABD’ye göre; Aşırılık yanlısı İslami unsurlarla bugünlerde verilen mücadele, bir medeniyetler çatışması değildir, İslam’ın kendi içindeki savaştır. Radikal bir azınlık, İslam dininin basite indirgenmiş ve ideolojikleşmiş bir türevini, çok daha geniş bir bakış açısına sahip Ilımlı Müslümanlara(!) baskı ve şiddet yoluyla dayatmaktadır. Bu problem Ortadoğu’dan kaynaklanmaktadır ve ABD bu problemi, İsrail Lobisini kırmadan çözmek istemektedir.

8 Eylül 2011 Perşembe günlü Hürriyet Gazetesinin 24. Sayfasında, Temmuz ayında görevi bırakan ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in
“Netanyahu-Nankör Müttefik” başlığıyla bir yazısı yayınlandı.
Görevi devretmeden önce Başkan Barack Obama yönetimine rapor verirken, ABD’nin savunma işbirliği konusunda İsrail için yaptıklarını (füze kalkanı) sıraladıktan sonra; “Bunun karşılığında ABD ne alıyor, bir hiç” dedi. Gates; “Netenyahu nankör bir müttefik. Üstelik Batı Şeria’dan vazgeçmeyerek , Amerika’yı Ortadoğu’da yalnız kalma tehlikesi ile baş başa bırakıyor” diye ekledi…

Yine  8 Eylül 2011 günü ABD’nin Türkiye Büyükelçisi yazılı bir açıklama yapıp; “Türkiye ve İsrail’in aralarındaki problemi çözüp, ilişkilerini tekrar eski düzeye getirmelerini beklediğini” söyledi!…
Bundan sonra ne olacağını görmemek için ya kör olmak, ya da AKP’li olmak gerekir.
Nasıl ki AKP Hükümetinin İsrail’e karşı yeni tutumu,  dışarıdan dayatmanın bir politikası ise, çözüm de dayatılacak ve AKP Hükümeti tarafından anında yerine getirilecektir.
Bizce çözüm; “Özür” konusunda ABD’yi dinlemeyen Netenyahu Hükümeti düşürülecektir. Yeni hükümet ya Netenyahu’ya ya da daha yumuşak birine kurdurulur, yarım yamalak bir özür dilenir ve bu iş kapanır gider…
Halk dilinde anlatmaya çalışalım;
Borç aldığın yere efelenemezsin, efelenmeye kalkarsan fiyakanı bozarlar.
Büyük patron emreder;
Bünyamin (Benjamin) ile El-Tayyip öpüşürler ve barışırlar… Ama önce El-Tayyip Arap ülkelerinde ve gidebilirse Gazze’de muhteşem bir şekilde karşılattırılır ve alkışlattırılır!…
Sonra mı? Sonrası başka yazıya…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/gucun-gelecegi-rifat-serdaroglu.html

***

Affet Ya Seydi!…


Affet Ya Seydi!… 

Rifat Serdaroğlu
Perşembe, Eylül 08, 2011


Başbakan Erdoğan’ın Kürt politikalarının mucidi,  İstanbul Belediyesindeki yol göstericisi,  Kürtçü-Bölücü Hadep adlı partinin Genel Başkan Yardımcısı ve Öcalan’ın sözcüsü, AKP’nin televizyon yıldızı ve AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, gene televizyonda idi.

Hangi televizyonda biliyor musunuz?

Deniz Feneri yolsuzluğu Almanya’da patlak verip, etrafı pis kokular sarınca, bizim tarikatçı demokratlar tedbir almakta gecikmediler. Kanal 7 nin başına gelecekleri bildiklerinden, bu kanalın tüm varlığını ve ekipmanlarını “Ülke TV” diye bir kanala aktardılar. Moda tabirle yeni bir sayfa açtılar!…
Mehmet Metiner işte bu dışı yeni içi eski televizyonda idi.
AKP Milletvekili Metiner daha önce Başbakan Erdoğan için söylediği;

*Ben Tayyip Bey’in beyin kıvrımlarında neler dolaştığını iyi bilirim,
*Tayyip Erdoğan ile “Demokratik Türkiye” kurulamaz,
*Tayyip Bey geri ve antidemokratiktir, cesaretsizdir,

*Tayyip Bey’in entelektüel birikiminin, siyasal birikiminin yeterli olduğuna inanmıyorum, sözleri ile ilgili olarak; “Bin pişmanım, bin kere özür dilerim” dedi.
Metiner, herkesin bir cahiliye dönemi olduğunu belirterek, “Benim de böyle dönemim olmuştur. İnsan kırgınlık içinde hiç hazzetmediği, hoşlanmadığı ve sonradan pişman olacağı sözler de söyleyebilir.  O sözleri yayınlandıktan sonra okudum. Muhtemelen söylediğim sözlerdir. Çok rahatsız oldum. Sayın Başbakanın böyle eleştirileri hiç hak etmediğini gördüm. Orada Başbakanın şahsına karşı söylediğim  sözlerden dolayı bin pişmanım. Bin kere özür dilerim…” 

Konuşmasının devamında Hazreti Ömer’den örnek veren Metiner, cahiliye döneminde söylenen sözlerden hesap sorulmaması gerektiğini söyledi!…
Sizleri,  Erdoğan- Öcalan ve Kürtçülük-Bölücülük-İslam Cumhuriyeti arasında gidip gelen zavallı bir adamın zırvalarıyla meşgul etmek istemem. Fakat sizlere bir anlayışı, demokrasi ile asla bağdaşmayan bir görüşü, adamlarının Tayyip Erdoğan’ı nasıl gördüklerini bir kez daha, üstelik kendi ağızlarından anlatmak istedim.

Başbakan Erdoğan’ın “İşte benim beynim” dediği danışmanı, söylediklerini “Cahiliye Dönemi” ile özdeşleştiriyor.

Cahiliye dönemi, İslam dininin Hz. Peygamber tarafından açıklandığı ve bundan önceki zamanlara adını veren bir dönemdir. Cahiliye döneminde insanlar Allahın birliğini unutmuş, her türlü kötülüklerle uğraşır olmuşlardı.  İslam dininin gelişi ve insanların İslamiyet’i kabul edip, dinî kurallara göre yaşamalarıyla “Saadet” devrinin başlandığı söylenir.

Başbakan Erdoğan’ın beyni olan danışman milletvekili, AKP öncesini
Cahiliye Dönemi ” olarak vurguluyor ve AKP- Erdoğan iktidara geldikten sonra,  daha önceki söylediklerinin dikkate alınmamasını söylüyor. Danışman, ifadesinde neredeyse Erdoğan’ı peygamber yerine koyuyor!…

Daha önce; “Erdoğan’a dokunmak ibadettir” , “Herkes Erdoğan için günde iki rekat namaz kılmalıdır” diyen milletvekilleri görmüştük. Bu ve onlarca benzeri sözler hiçbir zaman yalanlamayan, söyleyenleri cezalandırmayan Başbakan Erdoğan bu sözlerden hoşlanmaktadır ve bu yüzden sesini çıkarmamaktadır.
Şimdi beraberce bir kez daha bir gerçeğin altını çizelim;

“Demokrasi benim için araçtır, amaç değil. Ona binerim ve istediğim istasyona gelince inerim”

“Davam için gerekirse papaz elbisesi bile giyerim” diyen bu kafa sizce “Demokrat” olabilir mi?…

Partisinde  “Tek Adam” yönetimi uygulayan, normal bir tartışmaya dahi izin vermeyen, Tük Milletinin kaderini etkileyecek konularda dahi Bakanlarına, Milletvekillerine danışmaya tenezzül etmeyen ve onları adam yerine koymayan bu kafa “Demokrat” olabilir mi?…

Olmaz, olmaz, olmaz… Belki şaptan şeker olur ama, bu kafadan demokrat olmaz.
Özellikle AKP Milletvekillerine seslenmek istiyorum;
Sizlerin haberi olmadan alınan kararların sorumluluğunun sizde olmadığını düşünürseniz, yanılırsınız. Sizler de,  alınan kararlardan müteselsil olarak sorumlusunuz.  Çok merak ediyorum, TBMM toplandığında içinizden bir kişi çıkıp ta “Şu KHK ile alınan kararları bize de anlatır mısınız” diyen olacak mı?..
Bunları sormalısınız, Mehmet Metiner’e bir şey yapamayan Başbakan, size ne yapabilir ki? Çok kızarsa sizde Metiner gibi televizyonlara çıkıp ağlarsınız…
Affet Ya Seydi… Biz ettik sen etme, diye…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/affet-ya-seydi-rifat-serdaroglu.html

***

Sizler Tatildeyken


Sizler Tatildeyken 


Rifat Serdaroğlu
Çarşamba, Eylül 07, 2011


Sevgili Emin Çölaşan Bekir Coşkun Yılmaz Özdil aramıza tekrar hoş geldiniz. Umarım tatiliniz iyi geçmiştir. Tatillerin insanlara verdiği huzur ve sağlığın yanında en güzel yanı sade vatandaşlarla yüz yüze beraber olmak, onlardan doğruları duymak ve vatandaşların gerçek duygularını hissetmektir.
Sizler zaten sürekli olarak halkın içinde yaşayan köşe yazarlarısınız, bunları her gün duyuyorsunuz. Bunun için en çok okunan yazarlardansınız. Sizlerden ricamız, bir daha ki tatile çıkarken yanınıza birer meslektaşınızı alıp, onları da biz vatandaşların sinelerimize getirmenizdir.

Örneğin önümüzdeki Kurban Bayramı tatiline giderken, Emin Bey   Ertuğrul Özkök’ü, Bekir Bey   Fehmi Koru’yu veya Taha Kıvanç’ı, Yılmaz Bey siz de Cengiz Çandar’ı takın kolunuza ve biz vatandaşlara güzel bir bayram armağanı verin. Biz onlara hem kendileri hem de AKP’ye verdikleri olağanüstü destek konusunda gerçek düşüncelerimizi aracısız olarak iletmek isteriz. Masraflarını da bizler karşılamaya hazırız, Alaçatı-Çeşme’de onları konuk etmek bize çok zevk verecektir…

Bunları neden yazdığımı açıklamaya çalışayım;
*Avrupa’da “Yüzyılın En Büyük Yardım Soygunu” adını alıp, Türkiye’ye yolsuzlukta “Altın Madalya” aldıran davanın Savcıları, bir gecede görevlerinden alındılar. Bir Sayın Savcı aynen şöyle dedi; “Ben kimseye yaranmak için bu mesleği yapmıyorum. Baskı devam ederse limon satarım  daha iyi…”
Bağımsız Yargıya, siyasetin doğrudan müdahalesi ve hukuk devleti ilkesinin ırzına geçilmesi demek olan bu olayı yukarıda isimlerini yazdığım arkadaşlarınız göremedi, duyamadı. Getirin onları bize, bu konuda ne düşündüğümüzü, yüzlerine karşı söyleyelim.

*Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan’ın karşılıklı saz çalıp türkü söylediği Barzani’nin çocukları, Tunceli’de halı sahada maç yapan polislerimize aldırdı. Şehitler, yaralılar verdik. Yüreğimiz yandı. AKP Hükümeti, bu baskında, ihmal var mı diye İçişleri Bakanlığından “Sivil” bir müfettiş heyeti göndermedi..

Sizlerin “Köşe” arkadaşlarınız bunu da görmedi, duyamadı. Getirin onları bize, bu konuda ne düşündüğümüzü, yüzlerine söyleyelim.

*AKP İktidarı, Mavi Marmara gemisini İstanbul Belediyesinden alıp İHH örgütüne vermişti. İçini beraberce doldurdular, gariban insanlarımızı bindirdiler. Onlarla beraber gidecekleri söylenen AKP’li milletvekillerini son anda çaktırmadan gemiden indirdiler. Tüm uluslararası ricalara rağmen gemiyi gönderdiler ve 9 vatandaşımızın ölümüne sebep oldular. Şimdi bu olaydan dolayı, dünyayı ayağa kaldırdılar.

Buraya kadar tamam da, bundan iki ay evvel Türkiye’nin orta yerinde PKK Terör örgütü, 3 Asker, 1 Kaymakam, 1 Sağlık Memurumuzu kaçırdı. Bu vatan evlatlarından hiçbir haber yok. Her canı sıkıldığında, gerilla olarak yaşadığı günleri özlediğinde, Kandil dağına koşan arkadaşınız Cengiz Bey bu konuda parmağını kıpırdatmadı. Mesleğinin “Fenafillah” katına erişmiş Ertuğrul Bey ve bir gün Fehmi, bir gün Taha olup boğazdaki yalısında “İkilem” yaşayan arkadaşınız da bu konuda hiçbir şey söylemediler. AKP Hükümeti de çok değerli dostları Barzani’ye; “Benim adamlarımı hemen gönder, yoksa seni donsuz olarak buraya aldırırım” diyemedi…
Getirin onları bize, bu konuda ne düşündüğümüzü yüzlerine söyleyelim.
*Emrindeki Generallerin büyük çoğunluğu, haksız yere ve insafsızca hapislerde tutulan Tombalak Paşa, Atatürk-İnönü-Bayar gibi kurtuluş savaşı kahramanlarımız zamanında bile uygulanan bir geleneği, “Demokrasi” adına cemaat-tarikat demokratlarının ayaklarının altına serdi.
Bakın bunu sizin “Köşe” arkadaşlarınız gördüler ve oh,oh ne güzel, şimdi demokrat olduk, dediler.
Lütfen getirin onları bize, bu konuda ne düşündüğümüzü onlara söyleyelim…
Değerli Çölaşan-Coşkun-Özdil;
Sizlere zor bir görev yüklediğimizin bilincindeyiz. Sadece “Köşe” sahibi olduklarında kendilerini adam zanneden bu kişileri yerlerinden kopartmak çok zordur, bunu biliyoruz. Onların Türk Milletini yanında rahat nefes alamadıklarını, ancak Kandil ve Pensilvanya’da huzur bulduklarını da biliyoruz. Ama siz zorlarsanız başarırsınız.
Not 1; Bu “Köşe” arkadaşlarınızla konuşmayı Bekir Bey yapmasın, o kadar bekleyemeyiz. Emin Bey’de konuşmasın, beş dakika sonra kavga çıkarıp bizim projemizi engellemesin. Sözcülüğü Yılmaz Bey’e verin. O bazen Tepecik’li, bazen Kahramanlarlı, bazen Eşrefpaşa’lı, bazen de Alsancak’lı gibi konuşup İzmirli zekasıyla bize bayram konuklarımızı getirecektir…
Not 2 ; Bu talebimizin gerçekleşmesi halinde, duyuru yapılacak ve
“Köşelerle Yüz yüze Sohbet” toplantısına katılabilecekler kura çekilerek belirlenecektir!…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu



https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/sizler-tatildeyken-rifat-serdaroglu.html

***

Akıllı Güç


Akıllı Güç 


Rifat Serdaroğlu
Salı, Eylül 06, 2011


Bazı insanlar vardır, ot gibi yaşarlar. İçinde yaşadıkları topluma ve toplumsal olaylara duyarsızlardır.
“Dünya yansın ama benim eski hasırım yanmasın” mantığı ile hareket ederler ve sadece kendileri için yaşarlar. Allahın verdiği ömrü yaşadıktan sonra da unutulur giderler.
Bazı insanlar vardır, işleri güçleri gösteriştir. Her hareketlerinin basında yer alması için ne gerekiyorsa yaparlar. Yaptıkları işler ise, topluma hiçbir yararı olmayan tamamen şov ve reklama dayalı kişisel işleridir. Bunların ciddi servetleri vardır, ama servetlerinin oluşumunu asla izah edemezler. Bunların çoğunluğu, parayı bulduktan (!) sonra eşlerini boşarlar ve ikinci, üçüncü evliliklerini yaparlar ve komik duruma düşerler. Bu tiplerin bazılarında tam bir “aptal cesareti” vardır. Kendilerine bakmadan önemli yerlere aday olurlar. Kimi Büyükşehir Belediyesine Başkan adayı olur, ama partisi belli değildir.
Hangi parti olursa olsun, yeter ki bizimkini aday göstersin, oylar nasılsa ceptedir ve akacaktır (!…)
Kimi ise oturduğu yerden Bakanlara akıl verir, kendi kendine görevler icat edip fahri Turizm Bakanı gibi gösteri yapar. Başkalarının paralarıyla kurdukları işletmelere öncelikle kendi çocuklarını ve yakınlarını yüksek maaşla yerleştirirler. Bunların çevresindeki az sayıda insan da, yemlendikleri için ses çıkarmazlar. Bunların da geleceği yoktur. Ne kadar ekmek, o kadar köfte sözünde olduğu gibi, avanta para bitti mi, bunlar da biter…
Bazı insanlar vardır, tüm bilgilerini tüm birikimlerini ülkesinin yararı için kullanırlar. Ülkesini yurt içinde ve yurt dışında gereği gibi temsil etmek için çırpınır dururlar. Maalesef bu insanların sayıları oldukça azdır. İzmir olarak biz şanslı illerden biriyiz. Her biri birer Büyükelçi gibi Türkiye’yi onurlandıran insanlarımız var.
Bunlardan biri Sayın Uğur Yüce’dir. Uğur Yüce, yaptığı güzel işlerin yanında yıllardır bir karınca gibi, Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi kişilere çok önemli kitapların özetlerini gönderir. Dünyanın en ünlü düşünürlerinin, stratejistlerin eserlerini alır, tercümesini yapar, kitapçık haline getirir ve bu kişilere gönderir. Bununla da yetinmez, www.ozetkitap.com adlı sitede bunları herkesin hizmetine açar. Tek istediği ise, özet olarak gönderilen bu kitapçıkların okunmasıdır. Sadece bu çalışması bile Yüce’yi unutulmazlar arasına sokacaktır…
Son olarak, yazıma başlık yaptığım, Joseph S. Nye, Jr’in  yazdığı “Akıllı Güç” adlı eserin özet kitabını gönderdi. Muhteşem bir eser, her devlet adamının, her yöneticinin mutlaka okuması gereken bir kitap.  Sayın Yüce’ye bu çalışmalarından dolayı, gönderdiği eserlerinden çok yararlanmış bir kişi olarak teşekkür ediyorum ve özellikle genç arkadaşlarımın bu siteden mutlaka yararlanmalarını öneriyorum.
Benim inancıma göre eğitim ve bilinçlenme her şeyin başıdır. Eğitimli ve bilinci gelişmiş insanlardan oluşan toplumlarda zenginlik olur, refah olur, mutluluk olur, sağlık olur, iş olur, huzur olur, kardeşlik olur. Dünyanın en hassas bölgesinde bulunan ülkemizin birinci ihtiyacı; Eğitimli, tarihi bilen, dünyayı takip edebilen, uzlaşmaya açık, takım çalışmasına uyumlu, dürüst ve çalışkan liderlerdir.
Umarım ve temenni ederim ki, Türkiye en kısa zamanda hem yerel anlamda hem de ulusal anlamda dünyanın da saygı duyacağı eğitimli liderlere sahip olur.
Aksi halde “Komşularla Sıfır Problem” diye çıkılan yolda, elimizde “Sıfır Komşu” ile kalıveririz. Başımız da dertten kurtulmaz.
Kökleşmiş Üniversiteleriyle, 16 binden fazla Profesörüyle, 9 bine yaklaşan Doçentiyle, on binlerce öğretim görevlisiyle, 3 Milyondan fazla üniversite öğrencisiyle eğer, Çağdaş Türkiye’ye yakışan Liderler çıkaramıyorsak kabahati niçin başkalarında arıyoruz ki… Aynaya bakalım yeter !…

Sağlık ve başarı dileklerimle  
Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/akll-guc-rifat-serdaroglu.html


***

Siyasete Buluşmak


Siyasete Buluşmak 


Rifat Serdaroğlu
Pazartesi, Eylül 05, 2011


Yaşar Holding Onursal Başkanı Selçuk Yaşar, çok sayıda gazete ve dergide yayınlanan röportajında işadamlarına seslenerek;  “Sanayici asla siyasete bulaşmasın. Bu, benden tüm sanayicilere baba nasihati olsun. Çünkü ben siyaset mağduruyum. Benim en kötü tecrübem bu oldu” dedi.
12 Eylül 1980 den sonra, 1983 te Milliyetçi Demokrasi Partisini, İzmir’in önde gelen iş insanlarıyla açıkça desteklediklerini belirten Yaşar, şöyle konuştu;
“MDP’ nin iktidar olacağına kesin gözüyle bakıyor ve her platformda görüşlerimizi açıkça dile getiriyorduk. Seçimde Turgut Özal iktidara gelince benden ve tüm İzmir’den intikam aldı. Bira yasağı getirdi, et ithalatını, süttozu ithalatını serbest bıraktı. Pınar Et ve Pınar Süt o dönemde ciddi sıkıntılar yaşadı. En son intikam da Mesut Yılmaz döneminde alındı. Benim bankama el koydular. Kısacası ben siyasete bulaştım, büyük ceza aldım…” 
Selçuk Bey’in mantığına elbette ki katılmamız mümkün değil, ama öncelikle “bulaşmak” ne demek ona bir bakalım;

Bulaşmak:

*İstenmeyen bir maddeye sürtünüp kirlenmek,
*İstenmeyen bir kişi ile muhatap olup, o kişinin seviyesindeymiş gibi görünmek,
*Pis bir işle uğraşmak, istemeden veya rastlantı sonucu pis bir işe karışmak,
*Geçmek, sirayet etmek, çatmak, sataşmak.
Görüldüğü gibi,  bu kelimeyi siyasetle beraber kullanmak, siyasetin pis bir iş olduğunu kabul etmek ve bulaşırsan kirlenirsin  anlamına gelmektedir.
Selçuk Bey’de sanayicilere “Baba nasihati” olarak “Siyasete bulaşmamalarını” tavsiye etmektedir. Takip edebildiğim kadarıyla kendi  oğlu Selim Yaşar siyasetle uğraşmış ve AKP Karşıyaka Belediye Meclis Üyesi olarak çalışmıştır.
Siyaset, bir ülkenin tüm değerlerini, yer altı ve yerüstü kaynaklarını,  gerektiğinde silahlı güçlerini kullanarak, ülkenin bu günü ve geleceğini doğrudan etkileyecek bir kurumdur. Böylesine önemli bir kurumu, “bulaşılacak bir pislik” olarak görmek ve insanlara siyasetten uzak durun demek, demokrasi ile asla bağdaşmaz. Eğer bir ülke, Demokrasi ve Siyaset yoluyla “Örgütlü Toplum” olamıyorsa ve bir adım sonrası da siyaseti toplumun tüm kesimlerine yayıp, geniş bir katılım sağlayamıyorsa, Selçuk Bey’in dediği insafsızca müdahalelerin önü kesilemez.

Ülkenin iyi yetişmiş insanları,  sanayiciler, bilim insanları, çalışanlar, gençler dürüst ve namuslu insanlar siyasetten uzak durmaya kalkarlarsa o zaman ülke yönetimi kalitesiz, cahil, çağı okuyamayan, ne oldum delisi olan çapsız kişilerin eline geçer. Esas felaket o zaman meydana gelir.

Selçuk Bey’in kendisini “Siyaset Mağduru” olarak gördüğü olaylar,  1983 Genel Seçimleriyle iktidara gelen rahmetli Turgut Özal zamanında olmuştur. Aradan 28 tane koca yıl geçti. Selçuk Bey gibi düşünenler, siyasetten kaçtı. Üstüne  bir de darbelerle yetişmiş acımasızca siyasetin dışına itildi.

Sadece siyasette değil, sivil toplum kuruluşlarında, iş hayatı ile ilgili kuruluşlarda, sendikalarda, medyada kalite yerlerde sürünür hale geldi.
Sonuç; 28 sene evvel Selçuk Bey’in başına gelenlerin daha beteri bugün insanların başına geliyor. İktidar, devletin denetim elemanlarını şirketleri diz çöktürmek ve muhalif sesleri kesmek için kullanıyor. Devletin polislerinin bir kısmı, iktidarın yol vermesi sayesinde, insanlara dijital tuzaklar kurup onurlarıyla  ve hayatlarıyla oynayabiliyorlar. Selçuk Bey sadece malını kaybetti, ya hayatını  özgürlüklerini kaybedenlere ne diyeceğiz, nasıl izah edeceğiz, vicdanımıza nasıl hesap vereceğiz?…

Siyaset, para kazanılacak veya kaybedilecek bir ticaret şekli değildir. Siyaset, ülkesine hizmet etmeyi ve bu yolla eser bırakmayı ilke edinmiş namuslu, dürüst, bilgili ve cesur insanların işi olmalıdır.
Siyaset, insanın kendisini yetiştiren, varlık sahibi yapan  ülkelerine  borçlarını ödeme şekillerinden biridir.

Gerçek demokrasilerde niçin bu çirkinlikler olmaz? Çünkü orada insanlar demokrasi için yıllarca savaştılar, kan döktüler.  Fakat sonunda uzlaşmayı, demokrasiyi hazmetmeyi, demokrasinin bir kurallar ve kurumlar bütünü olduğunu öğrendiler ve üzerine titremeye başladılar.

Kendisini “Sultan” olarak gören ve “büyük dağları ben yarattım” havasıyla siyaset yapan, hoşgörü ve tartışma kültüründen yoksun, eleştiriyi hakaret sayan “Siyaset Cücelerinden” ülkemizin çektikleri yetmedi mi?

Benim önerim şudur;

Özellikle genç ve eğitimli kişilerin, mutlaka birkaç tane Sivil Toplum Kuruluşunda, veya Meslek Kuruluşunda çalışmalarıdır. Fikir ve program bakımından kendilerine yakın buldukları Siyasi Partilere girmek, orada çalışmak, yükselmek ve ülkemizin kaderine el koymak, yapılabilecek, uğraşılabilecek en onurlu işlerdendir. Düze çıkmanın, demokrasimizi geliştirmenin başka bir yolu maalesef ki yoktur.

Korkan, yüreği ve aklı yetmeyen, vatanını sevmeyen bu işlere karışmasın.
Kenarda otursun, işine baksın, yesin, içsin ama başına bir dert gelirse de asla şikayet etmesin…
Her toplum müstahak olduğu şekilde yönetilir…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu



https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/siyasete-bulusmak-rifat-serdaroglu.html

***

Rapor Yok Hükmündedir!…



Rapor Yok Hükmündedir!… 


Rifat Serdaroğlu
Cumartesi, Eylül 03, 2011


Birleşmiş Milletler Mavi Marmara Raporunun basına sızması üzerine açıklama yapan, Cumhurbaşkanı ve Başkomutan Gül, Birleşmiş Milletler Raporu hakkında; “Bizim için yok hükmündedir” dedi…
Birleşmiş Milletler Raporu ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklamaları hakkında görüşlerimizi ifade etmeden önce şu kesin kanaatimizi belirtelim;
“İsrail, Uluslararası sularda seyir halinde olan ‘Mavi Marmara’ yardım gemisine yasalara aykırı olarak saldırmış,  9 insanımızın ölümüne sebep olmuş ve gemiye el koyarak suç işlemiştir”. 
Gelelim BM Raporuna;
Rapor, Türkiye’nin “Özür”, “Tazminat”, “Gazze Ablukasının kaldırılması” beklentilerini karşılamamaktadır. Raporda Türkiye’den özür dilenmesine ilişkin bir not dahi bulunmamaktadır. Tazminat konusu bir tavsiye olarak yer almıştır. Bunlardan daha önemlisi; BM Raporu, Gazze ablukasının “Meşru” olduğunu ileri sürmektedir.
Bu rapor, Türk Dış Politikasını yöneten kadronun “başarısız” olduğunun kanıtıdır. Sizin bu raporu yok hükmünde saymanız, gerçeği değiştirmez.
AKP Hükümetinin başına bunlar niçin geliyor? Niçin “Komşularla Sıfır Problem” diye çıktıkları yolda, Barzani’nin dışında ilişkilerin iyi olduğu bir tane komşu kalmadı?
Bu ekibi dikkatle incelerseniz, çeşitli alanlarda görev bölümü yapmış bir “Takım” olduğunu anlayacaksınız. Milli Görüş ekibi olarak siyasete giren bu ekibin, yıllar içinde, bazen MSP, bazen RP, bazen SP, bazen AKP, bazen İHH, bazen Yimpaş, bazen Kombassan, bazen Deniz Feneri, bazen Beyaz Holding, bazen Kanal 7, bazen Süleyman Mercimek, bazen Belediyeler, bazen Devlet Parası ile kurulan Medya Grubu, bazen cemaat, bazen tarikat mensupları olarak karşımıza çıktıklarını görürsünüz.
Tüm bunların üst yöneticilerini isim isim yazarsanız, karşınıza en fazla 100 kişilik bir liste çıkar.
İşte “Takım” budur. Geçmişte takımın lideri Erbakan idi, şimdi takımın tartışmasız Reisi, Erdoğan’dır.
Kendilerini “Siyasal İslam” , “Muhafazakar Demokrat” olarak tanıtırlar.
Gerçek ise, kutsal dinimiz İslam’ı, kendi amaçları için ustaca kullanmalarıdır.
Devleti de, Devlet Adamı gibi değil, Cami Yaptırma Derneği Yöneticisi gibi yönetmek isterler. Yargı-denetim gibi kelimelerden nefret ederler. Yukarıda saydığım parti ve kuruluşlar Türk Milletinin aklında bir tek konu ile hatırlanırlar: “Yolsuzluk, Hazine’den alınan paraların kaybolması ve mahkûmiyet, Yardım Paralarının kaybolması, Yurt dışında yaşayan insanlarımızın alın terlerinin ve sadaka paralarının dolandırılması…” 
Bu yaptığım, bir tespittir,  gerçeklerin üzerine ışık tutmaktır. İktidar gücünden korkan sermaye sahiplerinin ve medyanın   nasıl küçüldüklerini,  görmek istemeyen gözlere göstermektir..
Siz devleti ve devletler arası ilişkileri, cami yaptırma derneğini yönetir gibi yönetmeye kalkarsanız, olacağı budur. Başka ne bekliyorsunuz ki?
Mavi Marmara olayına ve nasıl bu duruma geldiğimize bir kez daha bakalım;
*Gazze’ye Mavi Marmara gemisiyle yapılan yardım, geminin İstanbul Belediyesinden verilmesinden başlamak üzere AKP tarafından organize edilmiştir.  AKP Milletvekillerinin son anda gemiden indikleri hatırlardadır. Sivil Toplum Örgütü görüntüsü aldatmacadır.
Bu derneğin yöneticilerinin tamamı “Takım’dandır..” Reisin izni olmadan bunlar yerlerinden kıpırdayamazlar.
İsrail, geminin hareketinin engellenmesi için defalarca Türk Hükümetinden talepçi olmuştur. Buna rağmen Mavi Marmara, Reis tarafından başına gelecekler biline biline Gazze’ye gönderilmiştir.
9 insanımızın hayatını kaybetmesi ve onlarca vatandaşımızın yaralanmasına “Takım”  vesile  olmuş, İsrail’de ciddi bir devlete yakışmayacak derecede şiddet uygulayarak bu suçu işlemiştir.
Bu dediklerimizi kanıtlayacak en önemli olay ise; 12 Haziran seçimlerinden hemen önce, tüm reklam araçları kullanılarak “Mavi Marmara’nın”  tekrar Gazze’ye gönderileceğinin duyurulmasıydı. Seçimler bitti, AKP kazandı, Mavi Marmara unutuldu gitti !… Gazze de zulüm devam ediyor, o halde yapılan iş Gazze olayını tamamen  seçim malzemesi yapmaktan ibarettir.
Tarih, Gazze’yi siyasi malzeme yapanları, Irak’ta-Libya’da Müslümanların katledilmesine sessiz kalıp el altından yardım edenleri ve Irak’taki son Türk varlığı Türkmen kardeşlerimizi Barzani’nin insafına terk edenleri unutmayacaktır.
ABD’li diplomatlar arasında ismi “Pilli Tavşan” anlamına gelen “Energizer Bunny”  olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, dün 5 maddelik yaptırım kararı açıkladı;
İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 2. Katip seviyesine indirilmesi daha önce de yapılmıştı, önemi sadece semboliktir. Askeri anlaşmaların askıya alınması ise, zaten anlaşmalar yürümediğinden fazla bir anlamı yoktur. Türkiye’nin Gazze ablukasını tanımaması ise BM Raporunda tam tersi yazıldığından sadece bizi bağlamaktadır!…
Esas önemli olan; “Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisinin sağlanması için gerekli önlemlerin” alınacağı sözüdür. Türk ve İsrail Deniz Kuvvetlerini karşı karşıya getirebilecek bu madde Türkiye ile İsrail arasında, uzun yıllar onarılmayacak tahribata sebep olabilir…
Devletimizin, “Devlet Adamı” mantığıyla yönetilmediğinin en açık kanıtı bu kararlardır;
*Alınan bu karardan Bakanlar Kurulu Üyelerinin haberi yoktur.
*Alınan bu kararlardan TBMM Başkanının haberi yoktur.
*Alınan bu kararlardan Ana Muhalefet ve Muhalefet Partilerinin haberleri yoktur.
*Alınan bu kararlardan AKP Milletvekillerinin haberi yoktur.
*Alınan bu kararlardan TBMM nin haberi yoktur.
*Alınan bu kararlardan sadece Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanının haberi vardır…
Türkiye, Demokratik Parlamenter sistemle yönetilen bir Cumhuriyettir. Kimsenin “Yardım Derneği” veya “Kooperatifi” gibi bir şekilde yönetilemez ve binlerce yıllık devlet tecrübesiyle böyle acemiliklere hiç layık değildir…

Sağlık ve başarı dileklerimle 

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/rapor-yok-hukmundedir-rifat-serdaroglu.html

***

Danışmanını Söyle Bana…


Danışmanını Söyle Bana…  


Rifat Serdaroğlu
Cuma, Eylül 02, 2011

Çoğu Genel Başkan, her Devlet Adamı,  konularında gerçekten uzmanlaşmış danışmanlarla çalışır.
Bu danışmanlar, tıpkı birer “Karınca” gibi çalışarak hem Genel başkanlara, hem de ülkeye çok ciddi hizmetler yaparlar. Bu kişiler basında görünmeyen, reklamlarının yapılmasını sevmeyen Türk Bürokrasisinin ve Türk Siyasetinin “Pırlantalarıdır.”
Fikri yapısı olgunlaşmamış, entelektüel düzeyi gelişmemiş bazı Genel Başkanlar ise, bilgisizlikleri açığa çıkmasın diye, siyaset ve bürokrasi dışından danışmanlarla çalışırlar. Fakat bu danışmanlar tarafından bazen öyle bir yanlışın içine düşürürler ki, hem ülke çok sıkıntı çeker, hem de kendilerinin siyasi hayatları biter. Danışmanlara ne mi olur?  Onlar, derhal başka bir siyasetçinin yanına kapağı atarlar, parmaklarında oynatacakları o kadar çok siyasetçi olduktan sonra, bunlar asla işsiz kalmazlar !…
Örnek vermek gerekirse; Tansu Çiller,  siyasete ilk başladığı yıllarda, Türk Siyasetinde kalıcı olabilecek her türlü özelliğe sahip görünüyordu. Fakat, eşinin hem parti hem de devlet işlerine yetkisiz olduğu halde karışması ve Mümtazer Türköne-Şükrü Karaca-Hüseyin Kocabıyık gibi danışmanları sayesinde hem Türkiye’ye çok zarar verdi, hem de bugün fikrini söyleyemez ve insan içine çıkamaz hale gelerek siyaset defterini kapadı. Şimdi o danışmanlık yapıyor. Kime mi? Elbette ki Recep Tayyip Erdoğan’a…
Peki bu üç danışman ne oldu? Onlar önce Anavatan Partisi’ne, orayı bitirdikten sonra da şimdi AKP’ye hizmet ediyorlar. Ne de olsa moda AKP, eh para da orada, daha ne olsun ki?…
Yalnız,  bu seyyar danışmanlar bazen ağızlarını tutamazlar ve kavgada bile söylenmeyecek laflar ederler.
Mehmet  Metiner bunlardan biridir;
Mehmet Metiner, siyasete MTTB (Milli Türk Talebe Birliği ) de başlamış ve “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasına katılmıştır. Daha sonra Erbakan’ın Milli Selamet Partisi- Akıncılar kolunda çalıştı.
Erdoğan, MSP İstanbul İl Başkanı ve R.P Belediye Başkanı iken ona sürekli danışmanlık yaptı. Erdoğan sonra Mehmet Metiner’i kovdu. PKK’nın siyasi kanadı HADEP’te Genel Başkan Yardımcısı oldu. Yine Başbakan Erdoğan’a danışman oldu. AKP’nin “Kürt Açılımı” mimarlarındandır. Seçim öncesi tüm televizyonlarda AKP propagandasını yaptı. 12 Haziran 2011 de AKP Adıyaman Milletvekili olarak meclise girdi. Erbakan’dan-Recai Kutan’a, Tayyip Erdoğan’dan- Abdullah Öcalan’a, oradan da tekrar Başbakan Erdoğan’a giden yolda danışmanlık yaparak, kapağı parlamentoya attı…
İşte bu kişi bayramda Başbakan Erdoğan için öyle şeyler söyledi ki, ne yenir ne de yutulur !…
*Tayyip Bey benim eski dostum, yani herkesten çok ve herkesten önce  yakından tanıyorum. Yani onun beyin kıvrımlarında nelerin dolaştığını bilebilecek kadar kendisine yakın bir insanım.
*Tayyip Bey’in bir boşluktan yararlanmaya çalıştığı besbelli. Siyasal bir boşluk var. Bu boşluğu doldurabilecek etkili isimlerden biri olarak gözüküyor.

Bir yerlerden icazet(!) almaya çalıştı, aldı mı almadı mı bilemiyorum.
*Ben Tayyip Erdoğan ile “Demokratik bir Türkiye”  inşa edilebileceği kanaatinde değilim. Çünkü icazet aldığı, içerideki çevreler statükonun sahici sahipleri.
*Kürt meselesinde de Tayyip Erdoğan’ın çok geri ve antidemokratik bir konumda olduğunu biliyorum ama çok pragmatik bir yaklaşımla Kürt sorununa el atabilir. Ama buna ne kadar cesaret edebilir bilemiyorum.

Bir, cesareti yetmez. İki, zaten böyle düşünmez.

*Bir Mehmet Ağar’ın, bir de başka gerçekten sicili bozuk insanlarla birlikte yol arkadaşları yapıyor olması bile Tayyip Erdoğan’ın aslında Kürt sorununun ne çözümünde ne de demokratikleşme sürecinde çok aktif bir rol oynamayacağı sonucuna götürür ama oradaki boşluk, dinsel muhafazakar kesimdeki boşluk Tayyip Erdoğan’la liberal demokratik bir kanala akıtılmak isteniyor. Ama Tayyip Bey bunu götürebilecek bir şey değil, yanında danışmanlarıyla belki bir şeyler kurtarmaya çalışıyor ama kendisi siyaseten entelektüel düzeyde bunu kaldırabilecek çapta bir insan değil. Henüz entelektüel birikiminin,siyasal birikiminin bu çapta olduğuna inanmıyorum.
Bunları Erdoğan’ın siyasi rakipleri söylese, ölçüsü kaçmış ve acımasız eleştiriler der geçerdik. Fakat bu sözleri, Başbakan Erdoğan’ın beyin kıvrımlarını bilen
(bu arada tüm sırlarını da) danışmanı ve milletvekili söyleyince üzerinde ciddi olarak durulması gerekir. İfadeler o kadar ağır ki, Başbakan bunları derhal kamuoyuna açıklamak zorundadır;
*Başbakan kimden icazet(izin)alarak siyaset yapmaktadır?
*Başbakan,  niçin demokratik bir Türkiye inşa edemez? Başbakan kimlerden korkmaktadır?
*Mehmet Ağar’ın sicili neden bozuktur? Diğer sicili bozuklar kimlerdir?
*Başbakan gerçekten sığ bilgili ve cahil midir?..
Esasında bu soruları tüm AKP’lilerin, kendi Adıyaman Milletvekillerine sormaları gerekir, bakalım sorabilecekler mi?
Bu olay, siyasette bir sonun başlangıcıdır. Bir taraftan Deniz Feneri davasından tutuklu olanların “Ya beni kurtarırsın, ya da bildiklerimi anlatırım” tehdidi, diğer taraftan “bak ben Öcalan ile yaptığın anlaşmayı bile biliyorum, ya Kürtlere “Demokratik Özerkliği”  ver, ya da ben de konuşurum”, baskısı dayanılır gibi değildir. Bu terazi bu sıkleti çekmez, dağılır gider. Üstüne üstlük yakında, birilerinin dünyanın dört ülkesine dağılmış paralarının yerleri, İstanbul Belediyesi-Deniz Feneri ilişkileri- imar değişiklikleri ile ilgili yapılanlar, dış istihbarat örgütleri (!)  tarafından moda tabirle, internete düşürülürse, yandı gülüm, keten helva…
Ne demiş büyüklerimiz;
Her zaman doğru ol, yanlış iş yapma.  “ B.kla yapılan iş, s.dikle  bozulur”,
bunu da hiç unutma….

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu



https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/dansmann-soyle-bana-rifat-serdaroglu.html

***

24 Mart 2017 Cuma

Müslüman Başbakan,


Müslüman Başbakan,


Rifat Serdaroğlu

Salı günlerinde partilerin grup toplantıları sebebiyle “Gürültü Kirliliği” yine başladı. Kürsüde, boğazını patlatırcasına bağıran Erdoğan ve salonda
“Türkiye seninle gurur duyuyor” diye slogan atan bir avuç ziyaretçi!
Konuşmada ne bir fikir var, ne bir yenilik var, ne de ülke hayrına bir haber var. Bir sürü zırvalık. Üfür, üfür ipe diz.

Erdoğan’ın konuşmasındaki iki konunun doğru anlaşılması gerek.

1)Her sabah “Türk’üm” demekle Türk olunmaz.
2)Sıkmabaşlı olarak okumak isteyenler, Arabistan’a gitsinler.

Sayın Erdoğan;

Türk olmak öyle kolay bir şey değildir. Türk olmak için önce kendini Türk olarak hissetmek gerekir. Vatanına-Bayrağına-Dinine-Diline-Tarihine bağlı olmak, fakat aynı zamanda eğitime-bilime- çağdaşlığa-aydınlığa-kadın erkek eşitliğine-doğruluğa sahip çıkmak gerekir. İşte bu yüzden “Türk” olmak kolay bir şey değildir. Siz Başbakan’ı olduğunuz Türk Milletinin adı olan “Türk” kelimesinden utanıyorsunuz, Türk kelimesinden, korkuyorsunuz. Nefretiniz bundandır.

Peki, “Müslüman’ım” diyorsunuz, Her gün Müslüman’ım demekle, Müslüman olunur mu?

*Müslüman, her gün vatandaşlarının yüzüne baka-baka yalan söyler mi?
*Müslüman, “Sadaka Hırsızlarına” arka çıkar mı?
*Müslüman, hesabını veremeyeceği servete sahip olabilir mi?.
*Müslüman, kul hakkı yer mi?.
*Müslüman, Irak’ta Müslüman kadın ve kızlara tecavüz eden ABD Askerleri için “Sağ salim evinize dönmenize dua ediyorum” diyebilir mi?.
*Müslüman, “Camiler Kenti” denen Felluce ’deki tarihi camilerin ABD Askerleri tarafından yerle bir edilip, Kuran-ı Kerimlerin nişangâh yapılması karşısında sessiz kalıp, ABD Askerlerinin arkasını sıvazlar mı?.
*Müslüman, kendi vatanındaki İncirlik Camisinin ABD Askerleri tarafından yıkılmasını, Kuran-Kerim’in yırtılmasını görmezden gelebilir mi?.
*Müslüman, canını polis zulmünden kurtarmak için camiye sığınan insanlara “Camilerde içki içip, alem yapıyorlar” diye iftira edebilir mi?.
*Müslüman, ihale yolsuzluğu yapar mı?
*Müslüman, kalpazanlıkla suçlanınca adaletten kaçar mı?
*Müslüman, El-Kaide Terör Örgütü militanlarını kendi ülkesinde besleyip silahlandırır ve Müslümanları öldürtmek için başka bir ülkeye gönderebilir mi?

Eyy Erdoğan;

Ne sizin inancınız bizi ilgilendirir, ne de başkalarının inancı sizi ilgilendirir.
Erdoğan olarak sizin inancınız, sizin bileceğiniz bir iştir. Ama yürürlükteki Anayasa ve yasalara uymak zorundasınız. Sizin işiniz demokrat olup, demokrasimizin standardını yükseltmek olmalıdır.
2)Eyy Erdoğan; Sıkmabaşlı okumak isteyenler için bazıları
“Gitsinler Arabistan’da okusunlar, çölde yaşasınlar, ya seveceksin ya terk edeceksin dediler. Siz kimsiniz yahu, ne hakla insanları kovarsınız” dediniz.
Bu sözler belki eleştirilebilir ama siz asla eleştiremezsiniz.
Daha geçen gün, çevre duyarlısı ve ağaç kesimine karşı olanlar için
“Gitsinler Ormanda yaşasınlar” diyen siz değil miydiniz?
O söz, hukuki engellere rağmen, ısrarla yasaları çiğnemek isteyenler için söylemiştir.
Siz Bakanlar Kurulu Kararı ile “Kamuda Sıkmabaş Serbestliği” getirdiniz.
Bu problem sadece Bakanlar Kurulu Kararıyla çözülüyorsa, niçin 11 senedir çözmediniz?
Bakanlar Kurulu Kararı ne zamandan beri, Anayasa Mahkemesi Kararlarından ve yasalardan üstün hale geldi? Yapılan tam bir hukuksuzluktur.
Müslüman, bilerek yasaları çiğner mi?



***

16 Şubat 2016 Salı

KALDIRIN ŞU ANDI




KALDIRIN ŞU ANDI



Rifat Serdaroğlu
07 Ekim 2013

Potamyalı Erdoğan “ Milli Andımızı ” niçin kaldırdı, beraberce bakalım mı?
TÜRKÜM: Andımız bu kelime ile başlar. Erdoğan Türk kelimesinden nefret eder. Türk ve Türk Milleti demez. “Milletim” der, fakat hangi milletten olduğunu söylemez. Ne kendisi, ne eşi, ne de çocukları Türk değildir.
Kendisi “Gürcü” olduğunu söyler ama orası biraz karışıktır. Başka bir gün onun gerçek soyunu anlatırız. Eşi “Arap’tır.” Doğal olarak çocukları da Türk değildirler.
Erdoğan ve Bakanlar Kurulunda bir tane kendini Türk sayan Bakan ya vardır,
ya da yoktur. Sağlık Bakanı denen Bulgar sevdalısı “AKP gelinceye kadar hepimiz Türk’tük” demiş ve Türk olmadığını açıklamıştır.
Milletvekillerinden biri “Türk olmanın ne hayrını gördük” deme zavallılığını sergilemiştir. Türklükten bu kadar nefret eden bir Potamyalı, elbette ki soyunun gereğini yapacak!..
DOĞRUYUM: Erdoğan doğru biri değildir. Babasının onu çocukken boynundan astığını, dayısının onu son anda ipten alıp hayata döndürdüğünü, korkudan babasının ayakkabılarını öptüğünü Ergun Poyraz’ın kitaplarından okuduk.
(Poyraz, bu kitaplar yüzünden 6 yıldır zindanda yatıyor!) Gençliğini çalışmadan-tembellikle geçirmiş, orman arazisine yaptığı kaçak evde oturan, tüm hayatında doğru düzgün bir işi olmayan biri, Belediye Başkanı olunca milyar dolarlarla oynamaya başlarsa o kişi “doğru” değildir.
Ne demiş atalarımız; “Çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz…
Sadece “Deniz Feneri” davası sebebiyle Müslümanlardan çalınan milyarlarca avro konusundaki tutumu, Erdoğan’ı “Yamuk” yapmaya yeter.
Yamuk ağaçtan düz baston çıkar mı?
ÇALIŞKANIM: Hayatı boyunca çalıştığını, top oynadığını, sucukçuluk, Ülker Bayiliği yaptığını söyleyen Erdoğan’a bir tek soru soruyorum; Eğer doğru söylüyorsanız, bu güne kadar TC Devletine ne kadar vergi verdiniz?Kasımpaşa’daki Berber Recai kadar vergi verdiyseniz, o bile kabulümüzdür.
KÜÇÜKLERİMİ KORUMAK: Başbakan Erdoğan’ın yaşça kendisinden küçük olanlara, özellikle iyi eğitimli gençlere karşı olan tavrını Taksim-Gezi Parkı olayları sırasında gördük. Erdoğan “sevgi dolu yüreğiyle” çıktığı televizyonda Türk Milletinin gözlerinin içine baka-baka, “Polise o emri ben verdim” demiştir. Emri alan polis, aşırı güç kullanarak 6 gencin ölümüne, 11 gencin gözünün çıkıp kör olmasına, 7 binden fazla gencin yaralanmasına, binlercesinin de gözaltına alınarak işkence görmesini sebep olmuştur. Erdoğan Türkiye ve Türklük kokan, iyi eğitim almış veya almakta olan gençlerden, kıskançlığı sebebiyle nefret eder.
BÜYÜKLERİMİ SAYMAK: Recep Tayyip Erdoğan’a kişilik veren, ekmek veren, siyasette yolunu açan, İstanbul Belediye Başkanı yapan, rahmetli Erbakan’dır. Eğer Erbakan 1994 yılında İstanbul Belediye Başkanı Adayı olarak Erdoğan’ı değil de, başka birini söyleseydi bugün Türkiye, Erdoğan diye birini tanımayacaktı ve Erdoğan İETT’den emekli bir vatandaş olarak, tıpkı gençlik yıllarında olduğu gibi kahvehane köşelerinde “taş” oynuyor olacaktı.
Erdoğan kendisine hayat veren Hocasını yani Erbakan’ı, en zayıf olduğu anda arkasından öyle bir hançerledi ki, adam kahrından öldü.
Erdoğan için büyük-küçük yoktur. Sadece ve sadece kendi menfaati vardır.
Merak edenler Oğuzhan Asiltürk veya Şevket Kazan’a sorabilir.
EY BÜYÜK ATATÜRK: Erdoğan, Atatürk’ü “Deccal” olarak gören bir ekibin ürünüdür. Atatürk kastederek “İki Ayyaş” der, ama sorduğunuzda inkâr eder. Anıt Kabir’e, Atatürk’ün huzuruna mecbur kalırsa gider, sonra da
“Ne o öyle, oraya gidip sap gibi durmak” der fakat dünyanın en büyük terör örgütünün liderinin dizinin dibine çökmekten çekinmez.
NE MUTLU TÜRKÜK DİYENE: Sadece Erdoğan değil, badem takımının tamamı ve Kürtçü-Bölücüler Cumhuriyetin bu temel ilkesinden nefret ederler.
Suudi Kralının otel odasına koşa-koşa giden modern Abdullah Gül, bu ilkemizin yazılmasını ilkellik olarak görür. Badem Takımı için tek başına bu cümle bile “ Milli Andımızın ” kaldırılması için yeterli sebeptir.
Atatürk’ün yerine El-Kaide Lideri Gülbettin Hikmetyar’ı koyan birinden ve onun Milliliği kalmayan Eğitim Bakanından başka ne beklenebilir ki?
Eyy gölgesinden korkan iş âlemi ve yalaka medya; Sizler korkunuz sebebiyle AKP’ye destek olmaya devam edin. Yakında Kadın-Erkek ayrı seyahat edildiğini, ayrı okullarda okunduğunu, herkesin başının kapandığını, erkeklerin sakal bıraktığını, televizyonların mekruh ilan edilip yasaklandığını görürsünüz.
Hele bir de Mollaların vereceği fetva ile malınızın-paranızın üstüne oturulsun da, Cumhuriyet’in, Atatürk’ün, demokrasinin kıymetini o zaman anlarsınız.
Not; Başbakan Erdoğan; MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a sorar mısınız?
PKK’lılar her gün Özgür Kürdistan için “Devrim Andı” okurlar.
Onlar kendi andlarını kaldırdılar mı, yoksa her gün yüksek sesle okumaya
devam mı ediyorlar?
Sağlık ve başarı dileklerimle 07 Ekim 2013
Rifat Serdaroğlu