Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2021 Pazartesi

Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan gelişmeleri..

Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan gelişmeleri.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 

01 Ekim 2020 

 Birkaç yıl önce Macaristan Devlet Başkanı Victor Orban, 1848 Macar Devrimi ana 
törenlerinde konuşurken şöyle demişti; “Geçmişin ve geleceğin günahlarından arınmak için, dinlenmeye geçen bir ülkeyiz.” Bugün, Avrupa Birliği içinde pek çok ülke dinlenmeye geçmiş durumda, hatta dünyanın pek çok yerinde stabil ülkeler var. Halkının refahını artırmak dışında pek fazla ihtirasları yok. 
 Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bu ülkeyi 
dinlenmeye geçirmek istemişti. Önceliği ulusal gücü artırmak ve ulus-devlet yapımızı güçlendirmekti. Lozan ve Misak-ı Milli ile ilgili sorunları çözmek dışında hep barış ve istikrardan yana oldu. Bu politika anlayışı 2000’li yıllara kadar genel olarak korundu. 
 Bugünkü Türk dış politikası için Batılıların kullandığı (İngilizce) sıfat; “reckless” yani “dikkatsiz”, “pervasız”, “sonunu düşünmeyen”. Bu makalede, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’deki son gelişmeleri ele alacak Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’ndaki gelişmelere, savaşın arka perdesine odaklanacağız. 

Suriye’de gelinen aşamada üç nokta üzerinde durmalıyız. 
Öncelikle İdlib’te Türkiye’nin (bölgedeki muhalif savaşçıları tasfiye) yükümlülüğü 
konusunda Ruslar “Artık oyun bitti, ne yapıyorsunuz yapın!” dediği aşamadayız. Esat rejimi de M4 yolunun hala kapalı olmasından dolayı çok rahatsız. Türkiye ise hala ne yapacağına karar veremedi. İdlib’te askeri hareketlilik var, yeni bir çatışma süreci zamanını bekliyor. 

İkinci önemli nokta, Rusya’nın Türkiye ve Suriye’deki Kürtleri elinde tutma konusunda ABD ile giriştiği rekabet devam ediyor. Rusya, Suriye’de her kesimden Kürt liderleri Moskova’ya getirdi ve onlara “Ben size ABD’den daha iyi hami olurum” sözü vererek, Kürt kartını güçlendiriyor. 

Üçüncü konu, ABD’nin Suriye politikaları ile ilgili. Esat rejimini devirmek için 
ekonomik yaptırımları genişleten (Sezar Yasası) ABD, bunlardan Suriye’deki Kürtlerin etkilenmemesi için tedbir alıyor. PKK’ya “Türkiye’de eylem yapmayın” diyen ABD’nin bunun karşılığında Ankara’dan Suriye’nin kuzeyine operasyon yapmama sözü aldığı iddia ediliyor. 

ABD, Suriye’nin kuzeyi ile Irak’ın kuzeyini birleştirmeye çalışıyor ama Türkiye, Irak’ın kuzeyini elinde tutmak için rekabet ediyor. Suriye’deki gelişmeler ABD başkanlık seçimlerine endekslenmiş gözükse de, kim başkan seçilirse seçilsin, ABD; Suriye’de Rusları yalnız bırakmayacak ve Türkiye’ye kendi isteklerini kabul etmeye zorlayacak kartları oynayacak. 

Türkiye’nin şansı ise Ruslar. Ruslar, Suriye’de kalmak ve Kürtler konusunda dengeleri elinde tutmak için Türkiye’ye muhtaç. Washington’daki derin devletin Kürtler konusundaki beklentileri ve İsrail politikası Türkiye’yi karşı cephede tutuyor. Üstelik ABD; Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Azerbaycan’daki gelişmelerde de Türkiye’yi dışlıyor. 

Libya ve Doğu Akdeniz’de macera bitti.. 

Libya’da barış süreci iki ana koldan ilerliyor. Bir yandan, hem de Mısır’da tarafların askeri heyetleri görüşüyor, diğer yandan Fas’ta siyasi ve ekonomik konular ele alınıyor. 
Bu görüşmelerin arkasında Rusya ve Fransa var. Serac’ın hükümeti (Ulusal Mutabakat Hükümeti) üzerindeki etkisini kaybeden Türkiye de gelişmeleri kabullenmek zorunda kaldı. 
Görüşmelerde ulaşılan sonuçlar Cenevre’ye taşınacak. Cenevre’de (üç coğrafi bölgeden birer olmak üzere) üç kişilik Ortak Yürütme Konseyi kurulacak. Ortak Yürütme Konseyi, bugünkü ikili yapıya son verecek. Bu konsey, Anayasa ve Ortak Hükümeti belirleyecek. 

Serac zaten gelecek ay istifa kararı aldı. 

Yunanistan, Batı’da Libya ile Doğu’da ise Mısır ile kendi deniz yetki alanı sınırlarını 
belirleyen anlaşmalar yapmıştı. Türkiye ve Libya’daki Serac hükümeti ile yaptığımız anlaşma ile Türkiye de kendi deniz yetki alanını belirlemişti. Ancak, Yunanistan’ın Mısır ile yaptığı anlaşma özellikle Rodos’un Batısı ve Girit üzerindeki haklarımızla örtüşmüyor. 
Peki, Libya’daki barış süreci Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri nasıl etkileyecek? 
Öncelikle Serac hükümeti ile yaptığımız anlaşma, yeni hükümetin elini bağlamayacak. Ya ABD ve Fransa’nın baskısı ile durumu kabulleneceğiz, ya Yunanistan konuyu uluslararası hukuk yoluna taşıyacak ya da konu Yunanistan-Libya sorunu olarak kalacak. 
Konuyu Doğu Akdeniz’e getirecek olursak, sondaj gemilerimizi Mısır-Yunanistan 
Anlaşması’nda öngörülen 28 derece Batısına göndermedik. Hâlbuki asıl bu bölgedeki haklarımızı korumak önemli. Yunanistan ise gemilerimiz bizim bölgemizde olmasına rağmen, kendi gemilerini gönderdi. ABD ve Almanya’nın yaptırım baskısı nedeni ile gemileri çektik. 
Gelinen aşamada “Türkiye ve Yunanistan arasında diplomasiye şans verildi, ortak 
işbirliğine karar verildi” algısı yaratıldı. 2002’den beri devam eden ve 2015’de son verilen İstikşafi Görüşmelere yeniden başlanacağı söyleniyor ama bundan bir sonuç çıkmamıştı ve çıkacağı da yok. Sonuç olarak konu yatıştırıldı, Doğu Akdeniz tantanası da Türkiye için bitti. 
Ege’den sonra Doğu Akdeniz konusu da Türk-Yunan sorunlarına yeni bir Arapsaçı 
olarak eklenirken, Kıbrıs’ta da işler iyi değil. Annan Planı’ndan beri devam eden hataları ödeme zamanı geliyor. Kıbrıs konusu da bir Avrupa Birliği sorunu haline geldi. Mustafa Akıncı’nın KKTC başkanı olması çok vahim ve hala Kıbrıs politikamız belli değil. 

Ermeni-Rus ilişkileri Nasıl bozuldu? 

 Rusların bu savaşa kadar Yukarı Karabağ’da Ermenistan’da verdiği desteğin arkasında şunlar vardır; Türkiye’nin etkisini sınırlamak, Azerbaycan’daki Rus fobisini dizginlemek ve Rusya’daki büyük Ermeni diasporası ile uzun süreli kültürel bağları korumak. Güney Kafkasya’daki etnik gruplar bölgeye Rus politikalarının girişine manivela olmaktadır. 
Ruslar, Ermenistan ile çok güçlü bir askeri işbirliği anlaşması yapmış, ortak hava 
savunma sistemi kurmuş, bu ülkede kurduğu iki askeri üs’te 5 bin kadar askeri vardı. Diğer yandan silah anlaşmaları ile takviye ediyor ve Rus NATO’su olan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) ile Ermenistan’a önemli bir askeri destek vaat ediyordu. 
Bu savaşın arkasında Türkiye’nin desteğinden çok Rusya’nın Ermenistan’ı yalnız 
bırakması var. Hatta göz yumduğu bu savaşta Azerbaycan kuvvetlerinin yavaş gittiği şikâyeti var. Öncelikle Rusların Ermenistan ile ilişkilerinin 2016 yılından sonra nereden nereye geldiğine göz atmamız gerekir. 
Nikol Paşinyan iktidara geldiğinden beri ülkedeki kötü gidişat karşısında milliyetçiliğe ve Karabağ’ a oynuyordu. Ailesi ve kendisine yönelik suçlamalar arttıkça, karısı Karabağ’a gidip resim çektiriyordu. Azerbaycan tarafında ise son yıllarda Türkiye’nin etkisi artmış, son dönemde özellikle Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye yanlıları tercih edilmişti. 
Ancak, son iki yıldır dengeler değişti. Batının desteği ile renkli devrim sonucu başbakan olan Paşinyan, Putin’e meydana okumaya başladı. Batı ile yakınlaşmaya “Yeni Gerçeklik” vurgusu yaptı. ABD ve AB ile ekonomik işbirliği anlaşmaları imzaladı. Ve ABD ve Fransa’nın provokasyonu ile Temmuz ayında Azerbaycan’ın Tovuz bölgesine askeri operasyon düzenledi. 
Operasyon devam ederken, Batıdan beklediği yardım gelmedi. Rusya ve KGAÖ ise dönüp bakmadı bile. Putin ile görüşmek istedi ama kabul edilmedi. Moskova’daki Ermeni kökenli bürokratlar (başta Lavrov) bile Ermeni yönetimine hakaret ettiler. Paşinyan hemen bir “Yeni Güvenlik Doktrini” uydurdu ve Rusya’yı 1 No.lu dost ilan etti ama Putin’e yetmedi. 

Savaşın Seyri.. 

Özetle son iki aydır Batının adamları başkan Armen Sarkisyan ve başbakan Paşinyan’ın suları ısınmıştı. Geçen hafta Lavrov, 2009 yılında yapılan Minsk Planı’nı deşifre etti. Buna göre Ermenistan, Dağlık Karabağ’da işgal ettiği yedi bölgeden (rayon) beşinden çekilmeyi son anda kabul etmemişti. İşte şimdi yaşanan savaşta Ruslar, bu plana ışık yaktı. 
Ermeni provokasyonunu başlatan kişinin Rusların bu ülkedeki bir No.lu adamı olan ve  Rusya’da askeri eğitim alan Savunma Bakanı olması ilginç. Ruslar, Ermenilere böylece sıkı bir ders vermek istiyorlar. Bu konuda Türkiye ile de bir mutabakat olduğu belli. Özetle sahada Rus-Azerbaycan danışıklı dövüşü var. 

Şu ana kadar 7 bölgeden sadece birinde önemli ilerleme sağlandı, bazı köyler alındı ama henüz merkez düşmedi. Bu arada stratejik olarak çok önemli olan Murov Dağı’nın kontrolünün ele geçirildiği açıklandı. Türkiye’nin askeri desteğini ifşa etmesi, sahadaki gelişmeleri, sahiplenmesinden sadece Ruslar değil Azerbaycan hükümeti de rahatsız olmaya başladı. 

Azerbaycan haklı bir savaş yürütüyor. Eğer Azerbaycan ordusu durursa ele geçirdikleri kalacak ama Ruslar amacına ulaşmış olacak. Azerbaycan’a bir parmak bal karşılığı Ermeniler yola getirilecek. Şimdilik Putin, Taşinyan’a destek için “Macron’a git” fırçası atıyor. BM GK ve Minsk Grubu kararları defalarca Ermenilere “işgal ettiğin topraklardan çık” dedi. Son BM GK toplantısından bir karar çıkmadı, sadece Genel Sekreter’in bir açıklaması oldu. Uluslararası hukuk boyutu nedeni ile ABD ve Fransa, Ermenilerin yanında siyasi olarak açıkça tavır alamıyorlar. 

Sonuç olarak, her ne kadar Ruslar bu savaşta Azerbaycan’a bir yeşil ışık yakmış olsa da bunun amacı Ermenilere bir ders vermek ve verilen desteğin kırmızı çizgileri var. Yani Putin, aslında dizginleri elinde tutan taraf ve Ermenileri yola getirdiğine inandığında gene tarafını onlar yana seçecektir. 

Bu anlaşmazlık en sonunda Dağlık Karabağ’ın statüsünü masaya getirecektir ve bu son minvalde Ruslar belirleyici olmaya çalışacaktır. Abhazya, Güney Osetya gibi örneklere bakarak Rusların, bu coğrafyada yeni bir özerk bölge kurarak, kendi etki bölgesini kaybetmeme amacını gütmek peşinde olacağını tahmin etmek zor değil. 
Makalenin başına dönecek olursak son yıllarda en güçlü yanımız Türk askeri bir 
cepheden diğerine koşuyor ve enerjisini harcıyor. Büyük güçlerin hevesleri kadar reckless dış politikamız mevcut olanı hızla tüketiyor. Türkiye’nin biraz değil çok dinlenmeye ihtiyacı var. 

Her ülkenin öncelikli çıkarı halkının refahı ve ekonomik gelişmesidir. 

***

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Medikal Derin Devlet ve Bill Gates..

Medikal Derin Devlet ve Bill Gates..



Prof.Dr.Sait Yılmaz
19 Nisan 2020

Giriş

Birçok kişi 21. yüzyılda olduğumuzu hala anlayabilmiş değil. İnsan hayatı tarihte öncekilere hiç benzemeyen bir şekilde değişecek. Aydınlanma felsefesi, metafizikten sıyrılarak doğayı insan hayatının hizmetine sokmak için aklı ve deneyi kullanan, modern bilimlerin önünü açmıştı. Şimdi insan aklının üstünde yapay zekânın kullanılacağı, insanın uzaktan kontrol edileceği bir evrime gidiyoruz. 2014 yılında ABD’nin küresel takip istihbaratı teşkilatı olan NSA’nın Direktörlerinden William Binney, amaçlarının küresel nüfusu kontrol etmek olduğunu açıklamıştı1. Şimdi küresel elit, total kontrolün yeni bir aşamasında. Sağlığımız için zorunlu bir aşı dönemi başlıyor. Bu aşı başka bir virüs taşıyor; dijital kimlik. Biyo-metrik ağ içinde takip edileceğimiz bir plan uzun süredir bekliyor2.

Gücün sürekli olarak arttığı ama eşit şekilde paylaşılmadığı bir dönemde yaşıyorduk. Dünyada 70 kadar ülke otoriter bir şekilde idare edilirken, üstelik bu eğilimler Batılı ülkelerde bile artarken, bütün dünyada rejimler; seçenler ve seçilenler olmaktan hükmedilenler ve hükmedenler ilişkisine dönüştü. Modern dünya ve Kapitalizm distopyasının sonuna geliyoruz. Yeni ütopyayı yazan küresel sermaye dediğimiz, ABD ve Avrupa’da 150 yıldır ağ kurmuş ortak aklın Yeni Dünya Düzeni projesindeki hedefinin “tek dünya hükümeti” kurmak olduğunu biliyorduk. Ama bunun ancak 2035’lerde beklenen, ABD ve Çin’in başını çektiği Üçüncü Dünya Savaşı ile birlikte gerçekleşeceğini düşünüyorduk. Ama başka bir senaryo devreye girdi; küresel sermayenin medikal grubu, aşı yolu ile yeni bir yöntem deniyor. Mesele ilaçtan kazanamadıkları parayı aşı ile çıkarmak değil, yeni dünya düzenine giden yolu kısaltmak. İnsanları öldüren ve sıkıyönetime iten kötü virüse karşı, kurtarıcı ve iyiliksever Gates ve ekibi iş başında gözüküyor. 100 yıldır devam eden soykırım planlarının yeni bir aşamasındayız. İnsanlar en çok yalnızken ve ümitsizken savunmasız olur. Hepimiz bir an önce aşının bulunmasını ve aşı olarak ölümden kurtulmayı hayal ediyoruz. Bu iş bittiğinde, aşı olmayan hiç kimse ehliyet alamayacak, trene, uçağa binemeyecek, iş başvurusu yapamayacak, hastanede muayene olamayacak, marketten alış veriş dahi yapamayacak. Aslında zorla yapmak istedikleri aşı için sıraya gireceğiz. Bunu nasıl yapacaklar, medikal derin devlet kimdir, işte bu makalede bunları anlatacağız. Küresel sermayenin hayırseverlik (filantropi) işleri..
Küresel sermayenin arkasındaki aileler sadece siyaseti ve ekonomiyi kontrol etmiyor, dünyanın sosyal güçlerine de hâkim olmak için düşünce merkezleri, NGO’lar, vakıflar kuruyor, hayırseverlik işlerine el atıyorlar. Uluslararası finansörler vergiden muaf olan vakıfları eğitim, bilimsel ve diğer kamusal amaçlar için kullanır. Rockefeller ismi Amerikan zenginliği ile eş anlamlı gibidir. Aile gönüllü yardımları ile tanınmaktadır. Rockefeller, her yıl 900 milyon dolar kadar bir parayı Harvard Üniversitesi gibi eğitim kuruluşları ve Museum of Modern Art gibi kültürel kuruluşlara aktarmaktadır. Vakıflar; özel servetlerin hâkim olduğu Wall Street ile Harvard, Yale, Columbia ve Princeton gibi Ivy Ligi kolejleri ile bağ kurmak için gereklidir3. ABD eğitim sistemine bunlar hâkimdir. Bugün bu okullar Amerikan kolej ve üniversitelerinin standart okuludur ve son dört ABD başkanı Ivy Ligi Okulları’nda yetişmiştir.

"Vur-kaç kapitalizmi"nin en önemli kuralı, denetimden kaçınmak için, ABD'de vakıf ağı kurmaktır. Zaten Amerika'nın ne kadar kartel ailesi varsa, onların o kadar vakıf içinde vakıfları, düşünce merkezleri vardır. Rockefeller ailesi, işin öncüsüdür. Rockefeller Vakfı, ağına düşecek yöneticiler yetiştirmek amacıyla üniversite çağındaki öğrencilere burs temin eder. Böylece toplumu ve modern insan tarihini değiştirmeyi ve yeniden şekillendirmeyi hedefliyorlar4. Hayırseverlik kurumları gibi hareket eden bu vakıfların verdiği bağış ve burslar ile aslında kurucularının çıkarlarına katkıda bulunulur. Bu vakıflar Türkiye'de yönetimde üst kademelere kadar gelmiş bazı kişilere de burs vermiştir. Rockefeller Vakfı, Carnegie Şirketi (New York) ve Carnegie Endowment for International Peace dış politika, propaganda ve hükümetlere sızma konularında büyük fonlar kullanmaktadır 5.

Rockefeller, sağlık alanındaki hayırsever faaliyetlerin tümünü başlatmıştır ve onların tümünü de kontrol etmektedir. Rockefeller kurumları, tek dünya hükümetine giden yolda sosyal kontrol ve sosyal mühendisliği (soy arıtımı) en önemli vasıtalardan biri olarak görmektedir. Rockefeller Vakfı, Nüfus Konseyi, Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı (UNDP), Ford Vakfı ve diğerleri Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte 1990’lı yıllardan beri tetanos ve diğer aşıları kullanarak üremeyi önleyici aşı üzerinde çalışıyorlar6. 2000’li yıllardan beri Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Çevre Dairesi, BM Nüfus Fonu, Bill ve Melinda Gates Vakfı bütün insanlar üzerinde kullanılacak kitlesel aşı programları ve GMO ürünleri üzerindeki çalışmalarda işbirliği yapmaktadır.

Medikal elit..

Büyük Pharma (Big Pharma7), medikal dünyadaki en büyük ilaç şirketleridir. Bu adın ortaya çıkma nedeni ise bazılarının tedavi etmekten öte daha çok kazanmak için hastalıkları artırmalarıdır. Bu işte; uluslararası örgütler, kanun adamları, NGO’lar, politikacılar ve diğer tıp alanı kurumları ile birlikte çalışmaktadırlar. Böylece her yıl trilyonlarca dolar ilave para sağlayacak bir hasta pazarı canlı tutulmaktadır. Pastanın büyük kısmında kanser hastaları bulunmaktadır. En büyük 10 ilaç şirketinin 10’unun merkezi ABD’dedir; Johnson & Johnson, Pfizer, Merck, Gilead, Amgen ve AbbVie. Diğer büyükler şunlardır; Roche (İsviçre), Sanofi (Fransa), Novartis (İsviçre) ve GlaxoSmithKline (İngiltere). İlaç sektörü dünyada tütünden sonra nefret edilen ikinci büyük sektördür. Bu sektör rüşvet, sahtekârlık ve skandallarla iç içe olagelmiştir. İlaç yanında aşılar ve medikal aletler de bu sektörün ürünleri arasındadır.

İlaç şirketlerinin kendi ilaçlarını reçetelere yazdırmak için rüşvet dağıttığı adi suçlar ötesinde bu sektör yüzyıldan fazla bir zamandır küresel sermayenin kontrolündedir. 1910 yılı itibariyle, Rockefeller tüm tıp mesleği üzerinde kontrolü ele geçirdi8. Bununla da kalmadı, milyonlarca dolar rüşvet vermek suretiyle tüm tıp okulları ve ABD’de her eyaletin lisans kurulunu satın aldı. Rockefeller, Rothschild ve diğer uluslararası bankerler, küresel medikal yapılanmasını kontrol etmektedirler. Henry Kissinger ve Bill Gates’in ön cephede olduğu ortak akıl; şirketleri, vakıfları, araştırma merkezleri, laboratuarları ile sözde hayırseverlik içindeler. Kissinger ve Bill Gates’in vakfı şimdi iki şirket ile birlikte kitlesel bir aşı geliştirme peşindeler9. Big Pharma, Bill Gates, Hillary Clinton bu işin arkasındaki derin devlet ekibinden.

Rockefeller’in kontrol ettiği gıda endüstrisi, sağlık sigortası endüstrisi, ilaç endüstrisi ve tıbbi yapılanmanın bir uzantısı haline gelmiştir; öyle ki uygun beslenme tavsiyeleri, sağlık sigortası kapsamı, tıbbi araştırmalar, teşhis, tedavi ve alternatif doğal terapilere erişim, siyasi baskıyla, sahtecilikle, rüşvetle ve çalışma lisansını kaybetme tehditleriyle belirlenmektedir (şayet Rockefeller’ın uygun gördüğü ilaçları, kanıtlanmamış cerrahi müdahaleleri ve radyasyon tedavilerini reçeteye yazmazsa). Tüm bunlar sizi hasta, bağımlı ve kuzu gibi kolaylıkla güdülebilen biri haline dönüştürmek üzere tasarlanmış şeylerdir. Sizleri köle yapmaya dönük küresel planlarına dayanamayacak kadar hasta ve bağımlı tutmak için soykırım hedefli programlarının bir parçası olan medikal sektörü kullanıyorlar. Nüfus azaltma (medikal soykırım) projesi..
Konunun genel çerçevesinin anlaşılması için daha önceki makalemizde de açıkladığımız gibi yapılan çalışmaları tarihsel olarak üç döneme ayrıldığını hatırlayalım.

(1) Soybilim çalışmaları; İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar olan ilk döneme “soybilim (eugenics)” çalışmaları damgasını vurdu.

(2) Yeşil Devrim ve GMO’lu ürünler; Yeşil Devrim’in amacı; ileri mekanize tarım üretimine sahip sanayileşmiş ülkelerin yavaş da olsa dünyadaki “fazla nüfusu” eriteceği idi. 

(3) Biyolojik savaş ve aşılar; Nüfus azaltma projesi, 1960 ve 1980’lerde Henry Kissinger tarafından dile getirilmeye başlandı.

1970’lerde Henry Kissinger, “Petrolü kontrol ederek ülkeyi kontrol edersiniz, yiyeceği kontrol ederek nüfusu (insan sayısını) kontrol edersiniz” diyordu ve onunla birlikte küresel nüfusun azaltılması ve gıda kontrolü ABD stratejisi oldu. ABD, bu ülkelerin kaynaklarına onlardan daha çok ihtiyaç duyuyordu. 1970’lerden sonra BM örgütleri ile birlikte insanlar üzerinde denenen aşılar ile çeşitli deneyler yapıldı. 1978-1981 yılları arasında ABD hükümeti tarafından homoseksüellere uygulanan Hepatit B aşısı sonrası HIV mikrobu yayıldı. 1974 yılında, Nixon döneminde Dış İşleri Bakanı olan Henry Kissinger, Ulusal Güvenlik Konseyi içinde Üçüncü Dünya Ülkelerine yönelik nüfus azaltması çalışmasını (NSSM 20010) başlatmıştı. Bu çalışma, ABD dış politikasının bir parçası olmaya devam etti ve bazı şirketler ve vakıflar bu işe entegre oldu. Bu kapsamda, Bill ve Melinda Gates Vakfı ve Rockefeller vakıfları başı çekti. Nüfus azaltması pandemik uygulamaları ve mecburi aşı programları üzerine kurgulandı. Tıbbi hatalar ve yanlış uygulamalar sonucunda her yıl milyonlarca insan ölmektedir. 

Bir yılda bu kadar çok insanı öldüren ve zarar veren bir başka endüstri yoktur.

Medikal soykırım; yapay semptomlar oluşturarak sağlık sorunlarınızı daha da kötüleştirme niyetindeki ilaçlarla sizi hasta etme stratejisi benimsemiştir. Sahte hastalıklar ile Rockefeller yapısına mensup doktorların bilmedikleri veya bilmezden geldikleri şeylerin neticesinde, milyonlarca insanın yaşantısı boşa harcanır ve hatta kaybolur. Aslında tüm hastalıkların %90’ına kadarı önlenebilir ve yaşam biçimlerinde sağlıklı değişimler yaratıp doğal terapilere yöneldikçe ortadan kaldırılabilir. Başka bir deyişle medikal tekelli hastalık ve ölüm yerine sağlığı teşvik etmiş olsaydı, çoğu hastalık önlenebilir nitelikteydi. Birçok tıbbi ilaç, Rockefeller’ların sahip olduğu petrol endüstrisinden gelen petrol yan ürünlerinden yapılmıştır. Rockefeller’in izin vermediği yöntemler kabul edilmez; rekabeti ortadan kaldırmak suretiyle tıbbi bir tekel kuran Rockefeller, tüm bütüncül tıp doktorlarına, doğal tedavi savunanlara karşı sahte raporlar üretmiştir.

Global 2000 Raporu’nun yazarı Dr. Coleman11, yeni dünya düzeni peşinde olanların 2 milyar insanı savaşlarla yok etmeye çalıştığını yazmıştı. Bankerlerin yarattığı savaşların bizleri yeterince hızlı şekilde öldürmeyişi hakkında yorum yapan Bertrand Russell şöyle demekteydi; “Savaş, bu anlamda hayal kırıklığı yaratır; ancak belki de bakteri savaşı etkili olabilir. Eğer dünyaya her bir jenerasyon boyunca bir veba yayılabilirse, bundan sağ kurtulanlar, dünyayı aşırı kalabalık yapmaksızın yeni canlılara hayat verebilirler. Bu tür bir gidişat, kulağa nahoş gelebilir, ama durum ortada12.” Küresel elitin son hedefine ABD-Çin savaşı üzerinden ulaşacağını ve Çin’e yerleşeceğini beklerken başka bir plan ortaya çıktı; salgın hastalıkla nüfuz azaltması uygularken, insanları ölüm korkusu ile kitlesel aşıya zorlayıp kontrol altına almak. Bu projenin içinde 5G ile herkese dijital bir kimlik vermek, 6G ile düşünce kontrolüne geçmek, parasal boyutta dijital para ile ulus-devletleri borçlandırarak çökertmek var.

Modern tıp, ne kadar bilimsel?

Rockefeller yapılanmasına dahil olan tıbbi doktorlar ve onların diyetisyenleri, sürekli olarak sağlıklı olmayan gıdalar (süt ürünleri, proses yağlar, mayonez, margarin, kahve, vs) öneriyorlar; oysa söz konusu gıdalardaki serbest radikaller dokularda patolojik değişimlere, kardiyovaskuler hastalıklara, kansere ve diğer sorunlara yol açıyor. Rockefeller tarafından proses edilmiş besinler ve toksik ilaçlar, planlanandan daha fazla kansere sebep olur. Rockefeller’ın tıp doktorları, her sene ABD’de onun ilaçları, cerrahisi ve radyasyonuyla 250.000 kanser hastasını öldürüyorlar. Tıpta Rockefeller etkisi medikal tekelin içinde (kanser endüstrisinin denetimi de dâhil olmak üzere) kemikleşmiş durumdadır. Tedavi edilmemiş kanser vakalarının yaşam beklentisi, (Rockefeller’in onayladığı kemoterapi, cerrahi ve radyasyonla) tedavi edilenlerden çok daha yüksektir.
Doktor Grady A. Deal 1995 yılında yazdığı makalede şöyle demişti13; “Yeni Dünya Düzeni’nin uluslararası bankerleri, hükümet-destekli tıbbi soykırım programı olan Ortodoks tıp yapılanmasını kontrol ediyor.” Ortodoks tıp doktoru sadece “onaylı” Ortodoks ilaçları, aşıları, cerrahiyi ve radyasyon tedavilerini sağlamaya zorluyor ve bunlar sizi ABD’de hasta ve bağımlı olan nüfusun %95’i içinde tutar ve her yıl 1 milyonun üzerinde Amerikalıyı boş yere ölür. Ortodoks yaklaşımlar; klorun, süt ürünlerinin, kök kanalların, hipo-tiroidin, serbest radikal patolojinin ve tedavisinde kendi yöntemlerini uygulayarak; sizi hasta, bağımlı ve sürekli yeniden hastalanan bir şekilde tutar. Milyarlarca dolar değerindeki ilaç endüstrisi, yasama organını satın almıştır. Kitlesel aşı kampanyalarının, herhangi bir çocukluk hastalığını (çocuk felci dâhil) ortadan kaldırdığı konusunda inandırıcı herhangi bir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.

Siyasi olarak güdülenmiş bir tıp soykırımıdır ve şarlatanlıklarla doludur; çünkü Rockefeller ve ilaç endüstrisi dünya çapındaki tüm tıbbi ve bilimsel araştırmaları da kontrol etmektedirler. Böylelikle kanser, kardiyovaskuler hastalıklar, eklem iltihapları, AIDS ve diğer sağlık sorunlarını tedavi etmek üzere doğal terapilerin tüm bilimsel keşiflerini yok sayarlar. Ameliyatların çoğu pek fazla yarar sağlamaz, büyük bölümü de zarara sebep olur. Rockefeller ilaçları, sizi hasta etme niyetiyle hastalığın temel sebeplerini yok sayar, küçümser, gözden düşürür ve kötü yönetir; zorunlu aşılamalar, hastalığı tedavi etmez ama yeni hastalık yaratır; sağlığınıza zarar vermek için sağlıksız gıdalar önerirler. Uluslararası kuruluşların yarattığı AIDS virüsü, virüs bulaşmış şırıngalarla (hepatit ve çocuk felci aşısı dâhil) kasten yaygınlaştırılır. Tüm bunlar ise, tıbbi bir soykırımdır.

Modern tıp, bilimsel değildir. 

Dr. Robert Schenieder, tüm ameliyatların %25’inin gereksiz olduğunu söylüyor14. Marti Kheel’e göre hastaneye kaldırılan hastaların %30 kadarı, kendilerine uygulanan terapi sonucunda daha büyük bir hasar görmektedirler15. Yani bu insanlar ilaçla öldürülmektedir. Tıp doktorunuz, ülkenizin bir kentinde ve kırsal alanında, kabul etse de etmese de, Rockefeller ilaçlarının itici bir lokomotifidir. Çünkü o bir bilim adamı değildir.
Yeni Dünya Düzeni’nin aşı stratejisi.. Yeni Dünya Düzeni ve Tek Dünya Hükümeti projelerinin merkezi, 1921 yılında kurulan ve kendisini bağımsız bir düşünce merkezi olarak tanımlayan ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR). 20. Yüzyılı “Amerikan Yüzyılı” ilan etmişti, 21. Yüzyıl ise Yeni Dünya Düzeni yüzyılı oldu. CFR, Rockefeller, Ford ve Carnegie vakıfları tarafından finanse ediliyor. CFR’ın kurucularından birinin oğlu olan James Warburg 1950 yılında Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde yaptığı konuşmada; “İsteseniz de istemeseniz de, zorla ya da rıza ile dünya hükümetini kuracağız” demişti. Kurulduğundan beri, CFR elitinin yeni dünya düzeni hep gündeminde oldu. CFR üyeliği kamu daireleri ile özel şirketler arasındaki bağlantıları sağlar. Lockheed, Raytheon, Boeing ve General Electric gibi dev şirketler CFR’nın savaş gündeminden trilyonlar kazanırlar. 1975 yılında CFR üyelerinden ABD’li amiral Chester Word yazdığı kitapta16, CFR’ın amacının ABD’nin egemenliği ve bağımsızlığı değil tek dünya hükümeti olduğunu açıklamıştı. Ordunun bütün üst rütbeli general ve amiralleri, büyük şirketlerin CEO’ları ve pek çok hükümet çalışanı CFR üyesidir. Bunlar sahnenin gerisindeki gölge hükümettir. CFR üyesi olmayan biri Savunma Bakanı ya da CIA Direktörü olamaz. FEMA, Nüfus Sayım Bürosu, NAFTA, GATT, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in tümü, yanıltıcı kurumlardır; yani Yeni Dünya Düzeni, sizin ulusal güvenliğinizi ortadan kaldıracak, sözde doğal afetler yaratacak, ekonominizi daha da bozacak ve belki de öngörüldüğü gibi topyekun bir ekonomik çöküşe sebep olacak, sonunda ulus-devleti de kaybedecek ve siz de denetlenip, tutuklanıp, Birleşmiş Milletler toplama kamplarına konacaksınız. Bu, onların öngördüğü Tek Dünya Hükümeti planıdır. Amerikan filmleri sizi bu düzene hazırlar ve uyutur. Medya silah olarak kullanılır.

Dünyanın gizli laboratuarlarında üretilen aşıların içine nano-çiplerin konması uzun zamandır Microsoft ve MTI’nin birlikte çalıştığı bir proje17. Küresel sermayenin içinde iki isim öne çıkıyor; Henry Kissinger ve Bill Gates. Yeni Dünya Düzeni elitleri 2015’te BM üzerinden bir ütopya geliştirdiler. Bu elitlerin iktidar projesiydi. Bir bağışıklık projesi yaptılar. Dünyadaki herkesi aşılayıp hastalıklara karşı bağışık hale getireceğiz dediler. İlaç sektörü şu an krizde yani ilaçtan para kazanamıyorlar. İşte bu yüzden ilaç şirketleri aşı işine yöneldi. Tıbbi soykırım, Yeni Dünya Düzeni’nin soykırımının bir parçası olarak yeni bir safhaya geçti. Johns Hopkins Üniversitesi. 18 Ekim 2019’de yani Çin’in Wuhan şehrinde coronavirüs çıkmadan iki ay önce, Johns Hopkins Üniversitesi’nde Event 201” Coronavirüs bilgisayar simülasyonu oynandı. Bu programın sponsoru Dünya Ekonomik Forumu ile Bill ve Melinda Gates Vakfı idi. Bill Gates zaten yıllardır on yılda on milyon insanı öldürecek bir virüsün duyurusunu sözde insanlığı uyarmak adına yıllardır yapıyordu. Karar, ID2020 gündemini uygulamaktı. Moderna ve CureVac gibi şirketler COVID-19 gibi salgın hastalıklara karşı ilaç ve aşı geliştirmek için yıllardır Gates Vakfı’ndan fon alıyordu Gates ve Vakfı, uzun zamandır salgın hastalıklara karşı hazırlık yapıyor. 2017’da yapılan Davos Dünya Ekonomik Forumu esnasında Gates, epidemik hastalıklara karşı hazırlık amacı ile bir inisiyatif (CEPI18) başlattı. 2019 yılında ise Bill Gates’in salgın hastalık senaryolarına odaklandığını görüyoruz. Önce Netflix için bir video hazırladı ve hayali bir senaryo anlattı. Baltimore’daki Johns Hopkins Medikal Merkezi’nde yapılan bilgisayar similasyonundan iki hafta sonra Wuhan’da ilk COVID-19 görüldü19. Dünyadaki her insan elektronik bir kimlik vererek söyledikleri ve hareketlerinin takibini amaçlıyor. Bu programın ilk testi halen Bangladeş’te yapılıyor. Aşı programı ile birlikte bir nano-çip’in bünyeye enjekte edilmesi ile sadece sağlık kontrolü değil, kişi eylemlerinin takip edilmesi hedefleniyor20. Gates Vakfı ve GAVI tarafından geliştirilen dövme benzeri ilk çip hem aşı hem de elektronik kimlik için kullanılıyor. Bill Gates’ göre bu sistem kimin aşı olup olmadığını anlamak için geliştirildi. Ancak bu kimlik tanıma içinde elektromanyetik dalga tespiti var yani 5G ile başlanacak ve 6G ile evrimleşecek küresel kontrolün ilk adımı. Aşı ile kimlik tanıma (ID 2020) programı BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri için dâhil edildi ve 2030 yılına kadar tamamlanması hedeflendi21. Şu anda insanın aklını yönetmek için korku yolu ile insanları aşılamak ve çip takmak hedefine yönelik COVID-19 uygulaması dönemindeyiz. Yaşamak için buna razı olacağız. İnsan özgürlüğünün ve onurunun en çok tehlikede olduğu bir aşamadayız.

Bill Gates nelerle uğraşır?...

Teknoloji dehası Bill Gates bilgisayar yazılım şirketi Microsoft ile servetini yapmasına rağmen, bu işte çocukluk arkadaşı Paul Allen ile ortaklık kurarak başarılı oldu. Gates; Basic ve DOS dâhil bugün bildiğimiz bilgisayar işletim sistemlerinin yaratıcısıdır. Microsoft casusluk işleri için CIA’nın şifrecileri ile birlikte çalışmıştı Dünyanın en zengin ve etkili filiantropistlerinden biri olan Bill Gates, emekli olup eşi Melinda ile birlikte kendini “Bill and Melinda Gates Vakfı” ile dünya genelinde hayırseverlik işlerine verdi. Bill Gates, görünürde filantropik bir plan dâhilinde genetik yapısı ile oynanmış yiyecekler üreterek dünyada açlığın sona ermesi için gayret ediyor. Monsanto ve diğer biyoteknoloji şirketleri Gates Vakfı ve AGRA, Afrika’da genetiği değiştirilmiş ürünler geliştirmeye çalışıyor. Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı (AGRA22) ile yeni tohumlar ve gübreler geliştirerek açlığa çare olacağını söylerken, ekonomik ve sosyal nedenleri ile ilgilenmedi. Çünkü açlığın nedeni yiyecek yokluğu değil, insanların yiyecek alamayacak kadar fakir olmaları idi.

Gates’in büyük hissesini aldığı Monsanto Şirketi, Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar (GMO) alanında tekelleşme riski taşımaktadır. GMO tohumları bir yıldan diğerine saklanamamaktadır ve siz bir kere bu tohumların küresel haklarını edindi iseniz artık dünyaya yön verebilirsiniz. Nitekim Uluslararası Mülkiyet Hakları Anlaşması dâhilinde (TRIPS23), çokuluslu şirketlerin özellikle üçüncü dünya ülkelerinden genetik kaynakları ele geçirmesine imkan tanınmıştır24. Bugün bu tür yiyecekler öylesine rafları kaplamıştır ki teslim olmaktan başka bir çare kalmamıştır. Bill Gates; Rockefeller Vakfı, Monsanto Şirketi, Syngenta Vakfı ve Norveç hükümeti ile birlikte Norveç’in Spitsbergen adasında bir tohum bankası (Svalvard) kurdu. 

Bu tohum deposu ile dünyanın en büyük bitki yetiştiricisi ve ilaç firmalarının tohum edinmek için başvurabileceği tek adres yani bir tekel oluşturulmuştur.
Gates Vakfı, Küresel Sağlık Programı ile aşı geliştirerek gelişmekte olan ülkelerde çok çeşitli olan aşıları elimine ederek tekel kurarken, sağlık sistemleri ile ilgili araştırma ve kapasite geliştirme konusunda gönülsüz davrandı25. Ya da temelinde gelirin dağıtım sorunu olan sosyal, siyasi ve ekonomik eşitsizlikleri gidermeye yönelmedi26. Sağlık ve gıda da olduğu gibi eğitimde de Gates Vakfı aynı kör yaklaşımı sergiledi. 1990’larda Rönesans 2010 programı altında pazara dayalı teknik eğitim veren özel ve küçük okullar için 100 milyon dolar harcadı ama öğrenci yetiştirmek yerine öğretmen yetiştirmeye odaklandı. Öğretmenleri kontrol altına alınması gereken bir grup olarak görünce, onları sistem içinde tutamadı27. Gates, öğretmenlerin kalitesine takmışken, okulların kaynak ihtiyacı, müfredat, fiziksel şartlar, okul dışı imkânlar (çalışmak için yer ve zaman, gıda, sağlık vb.) gibi hususları dikkate almadı. Gates’e göre iyi öğretmenler, öğrencileri testlerden yüksek skor alanlardı. Bill Gates’in aşı işleri.. Bill Gates için aşılar stratejik bir hayırseverlik vasıtası altında aşı ile ilgili pek çok karlı iş yapmanın ötesinde Microsoft üzerinden bir küresek aşı kimliği oluşturma projesi yanında küresel sağlığın diktatoryal kontrolü demektir28. Gates, sahnede dünyayı kurtaracak aşıyı bulacak adamı oynuyor. Bill Gates 2010 yılında katıldığı konferansta küresel aşı ve yeni tedavi yöntemleri ile dünya nüfusunun %10-15 azaltılabileceğini söyledi29. Gates Vakfı son 20 yılını Afrika’da yoğun çocuk aşısı programları ile geçirdi. 2014 ve 2015’de WHO ve UNICF ile birlikte Kenya’da kitlesel tetanos aşı programı yürütüldü. Kenya Hükümeti, tetanos aşısında kullanılan bir maddenin30, 500 bin civarında 14-49 yaş arası genç kızlar ve kadınlarda kalıcı kısırlığa yol açtığı açıklamasında bulundu. Bu aşıları yapan kamu-özel ortaklığı ve GAVI31, WHO ve UNICEF’in parçası ve pek çok özel ortağı olan büyük bir ilaç devi. Gates’in aşı geçmişine bakalım; - Önce Hindistan’daki Ulusal Bağışıklık Teknik Danışmanlık Grubu’nun (NTAGI32) 1.2 milyar dolarlık hissesinin 450 milyon dolarlık bölümünü alarak çocuk felci için aşı yapmalarını istedi. Ancak, daha sonra Hintli doktorlar Gates’in bu aşıyı salgın hastalık vasıtası haline getirerek Afrika’da 2000-2017 yılları arasında 490 bin kadar çocuğun ölümüne yol açtığını iddia ettiler ve Gates ile ilişkilerine son verdiler. Çocuk felci salgını en çok Kongo, Afganistan ve Filipinler’de görüldü. 2017’de Dünya Sağlık Örgütü (WHO33) gönülsüzce çocuk felci salgınının öncelikle aşıdan kaynaklandığını kabul etti. 2018’de küresel olarak çocuk felci vakalarının %70’i aşıdan kaynaklanıyordu. - 2002 yılındaki Gates’in MenAfriVAc menenjit kampanyası ile zorla aşı yapılan yaklaşık 500 çocuktan 50’si felç oldu. Güney Afrika gazeteleri olayı ilaç şirketleri için kobay (guiena pig) olduk diye yazdı. Nelson Mandela’nın eski ekonomi danışmanı Prof. Patrick Bond, Gates’in hayırseverlik işlerini acımasız ve ahlaksız olarak niteledi.

- 2010’da Gates Vakfı, GSK’nın sıtma aşısını fonlar destekledi. Afrika’da test yapılan 5.949 çocuktan 151’i öldü, 1048’inde başta felç olmak üzere ciddi hasarlar oluştu. - 2010 yılında Gates, 10 milyar dolar verdiği Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) “Bu parayı aşı geliştirmek için kullanmalıyız dedi. Bir ay sonra bir tartışma programında (Ted Talk) “Yeni aşıları nüfusu azaltabilir” dedi. - 2014’de Gates Vakfı, HPV (rahim ağzı kanserine yol açan virüs) aşısı için “Glaxo Smith Kline (GSK) and Merck” şirketi tarafından geliştirilen testlere fon veriyordu. Bu testler Hindistan’daki 23 bin genç kız üzerinde denendi. Bunlardan 1.200’ü ciddi yan etkiler gördü, 7’si öldü. Hindistan hükümeti Gates’in desteklediği araştırmacıları köylü kızları ve ailelerini kandırmakla suçladı ve konu şimdi Hint Anayasa Mahkemesinde. -2014 yılında Kenya’daki Katolik Doktorlar Birliği, WHO’yu milyonlarca kadını tetanos aşısı yaparak haberi olmadan test yaptığını açıkladı. Suçlamalar üzerine WHO, yeni bir aşı üzerinde 10 yıldır çalıştıklarını itiraf etti. Aynı suçlamalar Tanzanya, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’den geldi. - 2017’de WHO’nun DTP (Difteri, Tetanos ve Boğmaca) aşısının Afrika’da önlediğinden daha fazla çocuğu öldürdüğü ortaya çıktı34. Aşıyı alanların almayanlara göre 10 kat daha fazla öldüğü tespit edildi. Afrika’da her yıl on milyonlarca çocuk bu tür ölümcül aşılara zorlanıyor. - 2017’de sızan e-postalardan, Gates’in ABD ordusu ile biyolojik savaş için sivrisineklerin genetiği değiştirilerek yeni bir yöntem denediği ortaya çıktı. - Gates, geçen yıl bir gün herkesin resmi bir kimliği ile sağlık durumlarının takip edileceği dijital sisteme çok yakın olduğumuzu söylemişti. Gates, Aralık 2019’da bir kişinin aşı olup olmadığını gösteren bir sistem geliştirmesi için MIT’e fon desteği verdi. 18 Mart 2020 tarihinde ise Gates, ABD’de bir “ulusal takip sistemi” kurulması için çağrıda bulundu ve bazı dijital sistemler ile test edilen ve aşı olanların takibini önerdi. Dünya genelinde küresel sağlık işlerinin gündemi Gates’in yönlendirdiği WHO tarafından belirleniyor. Salgın hastalıklardan, temiz su, hijyen, beslenme ve ekonomik kalkınma kadar pek çok dünya gündemi Gates’in ana ilgi alanları. Gates Vakfı, 5 milyar dolarlık bütçesinin 650 milyon dolarını bu işlere harcıyor. Bunları hepsi Gates’in felsefesinin bir şırınga içinde uygulanmasını öngörüyor. Gates, yardım parası ile WHO dışında UNICEF, GAVI ve PATH gibi çok önemli kuruluşları da kontrol altına almış durumda. Aşı üreten özel ilaç şirketlerine ilave olarak 12 eczacılık şirketin 50 milyon dolar coronavirüs aşısı için para verdi. Medyadaki son haberlere göre, COVID-19 şimdi ona Amerikan çocukları üzerinde uygulayacağı aşı programı ile aradığı diktatörlüğü sağlayacak fırsatı verecek. Gelecekte aşı ve bağışıklık durumuna göre yeni bir toplum yapılanması bizi bekliyor olabilir. Sonuç.. Bu plan, yıllardır hazırlanıyordu ve arkasında Bill Gates, Aşı Geliştiren Eczacılar Birliği (GAVI), Rockefeller, Rothschilds ve diğerleri var. Şu anda Yeni Dünya Düzeni içinde Tek Dünya Hükümeti kurmak isteyenlerin medikal kolu zorunlu bir aşı ile dünya nüfusunu kontrol altına alacak bir proje uyguluyor. Olup-bitenlere karşı yapılacak çok şey var. Küresel sermaye ile mücadele etmek önce dayanışma gerektirir. Uluslararası düzeyde, devlet içinde ve bireysel olarak dayanışma zamanındayız.

   Devletler küresel sermayenin medikal derin devletinin ilaç, aşı ve tedavi yöntemlerine bağımlı kalmamak için bu alanda da bağımsızlık mücadelesi vermeli, uluslararası düzeyde dayanışma sağlanmalıdır. Diğer yandan, tıpkı ülke savunması gibi sağlık ve eğitim konuları özel sektörün kar amaçlı inisiyatifinden çıkarılıp, devlet kontrolüne alınmalıdır. Parası olanın tedavi olduğu, iyi eğitim aldığı; parasız olmayanın sıradanlığa ve ölüme terk edildiği düzen bitmelidir. 

   Son olarak bizler de, şiddete başvurmadan, sade bir birey olarak mücadele etmek için küresel sermayenin ülkemizdeki uzantılarını bilmeli, bankalarını kullanmamalı, ürünlerini tercih etmemeye gayret etmeliyiz. Küresel sermaye sizi yok etmeden, siz onların yaşam kaynağı olan para kanallarını işlevsiz hale getirin. Sağlığımıza ve özgürlüğümüze sahip çıkmanın, ulus-devleti korumanın yolu bilim ve teknolojide kendine yeterli olmaktan, tam bağımsızlıktan geçiyor.

DİPNOTLAR;


1 Anthony Lowenstein, The Ultimate Goal of the NSA is Total Population Control, The Guardian, (July 10, 2014).
2 Jerusalem Post, Coronavirus: Biometric IDs could be 'Gamechanger' for Tests, Vaccines, (April 8, 2020).
3 Carroll Quigley, Tragedy and Hope: A History of the World in Our Time, GSG and Associates, (1975), p.148.
4 Andrew Gavin Marshall, Michel Chossudovsky, The Global Economic Crisis The Great Depression of the XXI Century, Global Research Publishers, (2010), p.4.
5 William F. Engdahl, Seeds of Destuction, Hidden Agenda of Genetic Manipulation, Global Research, (2007), p.257.
6 Gary Allen, None Dare Call It Conspiracy, GSG & Associations, p.211.
7 Pharmaceutical Research and Manufacturers of America (PhRMA).
8 Eustace Mullins, Murder by Injection, Omnia Veritas Ltd., (2016) G. Edward Griffin, World Without Cancer: The Story of Vitamin B17, American Media (2010). 
9 Washington Post, Bill Gates: Here’s How to Make Up For Lost Time on Covid-19, (March 31, 2020).
10 NSSM 200: NSC Study Memorandum 200.
11 John Coleman, The Committee of 300: A Brief History of World Power, World in Review (WIR), 2006.
12 Bertrand Russell, The Impact of Science and Society, Simon & Schuster, (1953).
13 Grady A. Deal, Medical Genocide in New World Order, Whale, (May 10, 1995). http://www.whale.to/vaccine/deal3.html
14 Robert Schenieder, When toSay No to Surgery, Prentice Hall, (1982).
15 Marti Kheel, Townsend Letter for Doctor, New Society Publishers, (Philadelphia, 1992),
16 Chester Ward, Kissinger on the Couch, Arlington House Publishers, (1975). 17 Rudolf Hansel, The “Secret Agenda” of the So-called Elite To the Final Battle! (April 10, 2020).
18 CEPI: Coalition for Epidemic Preparedness Innovations. 19 Peter Koeing, The Coronavirus COVID-19 Pandemic: The Real Danger is “Agenda ID2020”, ICH, (March 12, 2020).
20 Victor Tangermann, An Invisible Quantum Dot 'Tattoo' Could Be Used to ID Vaccinated Kids, Since Alert, (Dec 21, 2019). 21 Peter Koenig, Coronavirus – The Aftermath. A Coming Mega-Depression, RT, (April 9, 2020).
22 AGRA: Alliance for a Green Revolution in Africa.
23 TRIPS: Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights
24 Marie-Monique Robin, The World According to Monsanto, The New Press, The (2012), p.137.
25 Hannah Brown, Great Expectations, British Medical Journal, Vo.334, 2007, p. 
26 Anne Emmanuelle Birn, Gates’ Grandest Challenge: Transcending Technology as Public Health Ideology, The Lancet, Vol.366, 2005, p.515.
27 Michael Klonsky & Susan Klonsky, Small Schools: Public School Reform Meets the Ownership Society, Routledge, New York, 2008, p.18. 28 Robert F. Kennedy Jr., Gates’ Globalist Vaccine Agenda: A Win-Win for Pharma and Mandatory Vaccination, Children Health Defense, (April 9, 2020). 29 TED Annual Conference, Innovating to Zero, Long Beach, California, (February 18, 2010).
30 Beta Human Chorionic Gonadotropin (BhCG)
31 GAVI: Global Alliance for Vaccines and Immunization.
32 NTAGI. National Technical Advisory Group on Immunization
33 WHO: World Health Organization.
34 S.W. Morgenson, A.Andersen, The Introduction of Diphtheria-Tetanus-Pertussis and Oral Polio Vaccine Among Young Infants in an Urban African Community: A Natural Experiment, EbioMedicine, 
(March 17, 2017), 192-198. 

***

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 2

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 2



Avrupa’nın Çıkmazı.. 

Coronavirüs, Avrupa Birliği.nin 2008.deki finansal krizden sonra karşılaştığı en 
sıkıntılı dönemi başlattı ve önemli sonuçları olacak. Bu salgına ülkelerin nasıl tepki verdiğine bakarsak, genellikle her üye ülke kendi ulusal istikametinde çözümler üretti. Hatta daha yakın ilişki içinde bir birlik olma idealine rağmen, virüs ortaya çıkınca bencilce ve kaotik bir şekilde hareket ettiler. Mart ayının ilk haftasında bile yani virüsün Avrupa.ya ulaştığı ilk günlerde Avrupa Birliği, virüsü ciddi olarak ele almamıştı ve daha çok Türkiye.de gelecek göç dalgası ile uğraşıyordu. Salgın hissedilince ülkeler kendi çözümlerine başvururken AB, bunları koordine edecek etkinliği gösteremedi. Bugün Avrupa, salgının en önemli merkezlerinden biri haline gelirken, virüs özellikle nüfusu en fazla olan beş ülkeyi vurdu. Bazı ülkelerde virüs artık zirveden sözde düzlüğe inmeye başladı. 

Coronavirüs.den önce Avrupa Birliği politikalarının arkasındaki temel güç “Avrupa Şüpheciliği (Euroscepticism)” oldu. Bu bir yandan Avrupa ülkelerinin birbirinden uzak durmasının, diğer yandan popülist politikaların ve özellikle daha sıkı göçmen politikaları taraftarlarının eğilimi olarak ortaya çıktı. Şüphecilik, 2008.deki finansal ve 2015.deki göçmen krizi ile iyice belirginleşti. 2008-2009 krizi özellikle birliğin güney ülkelerini vurmuş ve finansal kurtarma tedbirleri tartışılırken kuzey-güney ayrışması belirginleşmişti. 2015.deki göçmen krizi ise başta Polonya ve Macaristan olmak üzere bazı ülkelerin göçmen kotalarını 
kabul etmek istememesi üzerine Şüpheciliğin yeni bir safhası olmuştu. 

Coronavirüs ise Avrupa.nın siyasi, ekonomik ve sosyal uyumuna etki etmeye devam ediyor. Mart ayında Almanya ve Fransa tarafından, koruyucu cihazların ihracatının yasaklanması üzerine diğer ülkeler de aynı yolu izledi. Dayanışma havada kaldı. İtalya ve İspanya gibi diğer Avrupa ülkelerine de medikal malzemeler Çin ve Rusya.dan geldi. Özetle tam finansal kriz ile yaşanan güvensizlik atlatılırken, coronavirüsü bu trendi tersine çevirdi. 

Salgının en çok etkili olduğu İspanya ve İtalya, kendilerine yeterince yardım edilmediği için kuzey ülkelerini suçladılar. Hatta sıkı AB taraftarı olan İspanya başbakanı Pedro Sanchez, birliğin dağılabileceği uyarısında bulundu9. İtalya başbakanı Giusseppe Conte de benzer endişeleri belirtti. 

Birlik şimdi şüphecilik yanında otoriter ve aşırı sağ eğilimlerle de mücadele etmek zorunda. Herşeyden önce dayanışma ruhunun ispatlanması, birliğin prestijinin kurtarılması gerekli. Bu arada, Avrupa.dan da pis kokular geliyor. 

Fransa hükümeti, COVİD-19.un yayılmasına sağlayarak Big Pharma.nın daha çok kazanmasına yardım ediyor. İşin arkasında küresel sermayenin adamı olduğunu çok iyi bildiğimiz Macron ile Big Pharma arasındaki gizli ilişkiler var. 
Bu ilişkinin basına yansıyan bölümünde virüsün tedavisinde kullanılan ve tamamı Fransız hükümetinin kontrolünde olan klorokin maddesinin hastanelere verilmemesi, arka yüzünde ise Macron.u iktidara getiren bağlantılar var. 

Macron, 2014-2018 yılları arasında Ulusal Sağlık ve Medikal Araştırma Enstitüsü.nün (INSERM) başına getirdiği Yves Levy.nin karısı Agnes Buzyn Sağlık Bakanı. Levy, Hastane-Üniversite Enstitüsü (IHU10) başkanı Prof.Didier Raoult ile anlaşamıyor. Sebebi ise Raoult, insanların eve kapanmasına karşı ve daha fazla test yapılarak sadece hasta olanların karantina olmasını savunuyor. Raoult.un önerdiği klorokin ilacının on tanesi bir Avro. Big Pharma.nın şirketi olan Fransız Sanofi ise herkese eve kapatmanın yanında daha büyük bir fiyata hazırlanıyor. 

Klorokin hastalığın ancak erken safhasında yani ilerlemeden önce etkili yani her 
zaman değil. Bu yüzden, kitlesel bir test ile erken safhada kullanmak için uygundu. Ama Fransa Sağlık Bakanı Agnes Bugyn, 13 Ocak 2020 tarihinde 50 yıldır eczanede satılan klorokini reçeteye bağladı. Ülkede maske bulunamıyor, polis bile maske takamıyor. Ortada bir maskeli balo var. Ülkede seçim sürecinin uzaması COVİD-19.un iyice yayılması demek. 

Macron, Almanya ve Güney Kore.nin yaptığı gibi kitlesel test uygulamasını istemiyor. Bu arada, Fransız basınında klorokin stoğunun çalındığı haberleri çıktı. Hâlbuki Fas hükümeti Kazablankada Sanıfiden klorokin satın alıyor. Özetle, iddialara göre; ilacı büyük paraya satmak için kitlesel teste mani olunuyor, halk eve hapsediliyor. Macron.un mucizevi bir aşı ile ortaya kurtarıcı gibi çıkacağı bir Büyük Pharma operasyonu konuşuluyor11. 

İngilizler ise başlangıçta COVID-19.a karşı virüsü serbest bırakma, böylece “sürü bağışıklığı” sağlama stratejisi seçmişti. Ama geri adım atmak zorunda kaldı. İngiltere.de 47 milyondan fazla insan enfekte olacak ve COVID-19 istatistiklerine göre %2.3.ü ölecek, %19.u ise ciddi hastalıklara maruz kalacak12. 

Virüsten ne Zaman ve Nasıl kurtulacağız? 

Salgın hastalıklar insan uygarlığının kaçınılmaz gerçeklerinden biridir. 

Bu gerçekle tarih boyunca sık sık karşı karşıya geldik ama şimdi daha bilinçli ve organizeyiz. Tıp bilimi önemli atılımlar yaptı, teknoloji önemli kolaylıklar sağladı, insanları dayanışması ve iletişimi, duyarlılığı en üst düzeyde ama diğer bir gerçek var ki hala bir çözüm yok. Pek çok yönden salgın hastalıklar öncekilere benzer, bazen siz savunmaya geçmekte yani fark etmekte geç kalırsınız. Coronavirüsü de başlangıçta mevsimsel grip ile karıştırıldı. Farkı sadece ateşli 
olması idi. Şu anda tek savunma formülü; Sosyal Mesafeyi korumak. 

Salgın hastalıkların tarihi içinde M.Ö.400.lerde Yunanlı tarihçi Thucydides Peleponez Savaşları esnasında insanların salgın hastalıktan öldüğünü ve cenaze törenlerinin bile yapılamadığını not eder. İkinci büyük salgın M.S. 541-542.de Roma İmparatorluğu.nda yaşanır ve iki yüzyıl sonra aynı salgın Bizans.ta tekrarlanır. 1527.de Floransa.da ortaya çıkan salgının kurbanlarından biri Machiavelli olur. Bunu 14. Yüzyılda Avrupa.da yaşanan kara veba izler. Ancak, bu sefer insanlığın hastalıklara bakışı değişir; yani Rönesans olur, daha az dini daha çok insani olarak görülmeye başlanır. 1665.de Londra.da meydan gelen salgında bütün okullar, dükkânlar, toplanma yerleri kapatılmış, insanlar karantinaya alınmıştı. 


Resim: Eski Yunan Döneminde Salgını Tasvir Eden Bir Resim 

20. yüzyılın başındaki İspanyol gribi esnasında bilim insanları enfeksiyonundan 
bakterilerden kaynakladığını düşünüyordu. Bugün artık griplerin virus kaynaklı olduğunu biliyoruz ve aşı çalışmaları buna göre yürüyor. Şu an COVİD-19.a karşı en etkili görülen klorokinin bazı kalp komplikasyonlara yol açtığına rastlanmaktadır13. 

İnsanı en çok öldüren sivrisinek, ikinci sırada insan yer alıyor. Çok ciddi bir savaş yoksa her yıl 600 bin kişi sivrisinekten ölüyor, bunun %95.inin nedeni is sıtma. SivrisineklerDang, Zika, Chikungunya ve Sarı Humma taşıyor. 

Sivrisinekleri yola getirmek için Wolbachia adında bir bakteriyi sivrisineğe yerleştiriyorsunuz 14. Sonra bir daha bu paraziti taşıyamıyor. Bu, Dang humması ve Zika üzerinde de işe yaradı. Diğer bir yaklaşım ise yeni 
gen düzenleme teknolojisi (CRISPR) ile virüs taşımalarına engel olmak. 

Peki, coronavirüsten ne zaman kurtulacağız? Muhtemelen bu asla sona ermeyecek. Bir virüsten kurtulmanın yolu ancak kökünü kazımakla mümkün olur, bunun için etkili bir aşı gerekir. Geçmişte aşı ve tedavi zengin ülkelerin işi oldu. Örneğin çiçek hastalığının aşısı 1940.ların sonunda bulunmasına rağmen, hastalığın en çok görüldüğü fakir ülkelerden ortadan kalkması ancak 1978.de mümkün oldu. COVİD-19 aşısını üretmeye en büyük aday Üç şirket; Amerikan Moderna, Alman CureVac ve BioNTech. 

Aşı bulma yarışında İngiltere önde gidiyor. İngiltere.de 23 Nisan tarihinde insanlar üzerinde ilk klinik deneylere başlandı. Oxford Aşı Merkezi ilk üretime Eylül ayına kadar başlanabileceğini açıkladı15. Alman hükümeti de ilk klinik deneylere izin verdi. Alman Aşı Enstitüsü bu deneylerin aylarca sürebileceğini açıkladı. Mart ayında ABD biyoteknoloji şirketi Moderna Therapeutics de gönüllüler üzerinde aşılara başladı. Almanya.dan Pfizer ve ABD.den BioNTech SE ilaç şirketleri ise klinik deneylere başlamak için hükümetlerinden 
onay bekliyor. 

 Çin ise aşı denemelerine Mart ayında başladı ve önümüzdeki altı ay için denekler izlenmeye alındı. Halen hayvanlar üzerinde deneyler yapan Rus Vektor Aşı Merkezi, Haziran ayında insanlar üzerinde klinik deneylere hazır olacaklarını açıkladı. 

 Bir virüsün nasıl bulaşıcı bir salgın hastalığa dönüştüğünü bilmiyoruz ama insanların kendi kendine bir koruyuculuk sağladığını biliyoruz. Hangi özellikleri olanların daha fazla koruyuculuğa sahip bilmiyoruz ama Çin.deki örnekler kan gruplarının etkili olduğunu söylüyor. Ayrıca bir kere enfekte olan kişinin tekrar aynı virüse yakalanıp yakalanmayacağını da bilmiyoruz. Hastalığa karşı sağlanan korumanın ne kadar süreceğini de bilmiyoruz. 

Epidemoloji, önümüzdeki yıllarda hangi tür koruyucu bağışıklık seviyesinin hangi enfeksiyonlara yeterli olacağı konusuna çalışmalıdır. Virüsün etkilerini azaltabiliriz, onu zirve noktasından aşağı çekebiliriz ama gerçekte tamamen yok edemeyiz. Her virisün kendi yolu var ve ona uygun da bir bağışıklık seviyesi. 

Coronavirüsü bir virüs ailesinin üyesi ve mutasyonlar geçirerek mevsimsel olarak yeniden ortaya çıkabilir. Ancak, insanlar bağışıklık kazanmış olabilir. Bütün bunların dışında yeni veya mutasyona uğramış virüsler için de erken ikaz sistemine ihtiyaç var. COVİD-19.un erken ikazı konusunda Güney Kore başarılı oldu. Nüfusun çoğuna uygulanan hızlı bir test ve takip sistemi ile potansiyel ekonomik ve sosyal kayıplar azaltıldı. Erken ikazın ilk şartı hükümetlerin virüs ortaya çıkar çıkmaz tüm dünyaya doğruyu söylemeleridir. 

Ülkeler başlangıçta ciddi hastalık belirtisi gösterenleri test etti. Birçok ülkede insanlar ya test merkezlerine uzaklar ya da pahalı buldukları için testten kaçınıyorlar. Ortada bir COVİD Takip Projesi olması ve pek çok merkezde yapılan testler için bir data bankası kurulması lazımdı. 

İşin diğer bir boyutu hatalı testler. Önde gelen Alman laboratuarında yapılan testlere göre, Dünya Sağlık Örgütü tavsiyelerine göre bazı vakalar pozitif olarak açıklandı. Böylece rakamlar patladı. Rakamların yükselmesinin diğer nedeni geç de olsa test sayısının artmasıydı. 

Bizleri neler bekliyor? Doğru Mücadele Nasıl olmalı? 

Yayılmakta olan koronavirüs salgını aynı zamanda toplumda patlamaya hazır 
muazzam ideolojik virüsleri de tetikledi: sahte haberler, paranoyak komplo teorileri, ırkçılık patlamaları. Yıllardır Bill Gates bizleri uyarıyordu; bir salgın hastalık gelecek ve dünyayı dönüştürecek. Olanlara bakınca bunun iyi çalışılmış bir senaryo olduğu ortaya çıkıyor. Peki önümüzde neler var? 

(1) Önümüzdeki bir kaç ay içinde ikinci dalga gelecek. Buna zaten alıştırılıyoruz yani Corona Dünya Düzeni.ne. Zaten Gates, bu dalgayı İlk Modern Salgın olarak tanımladı. Salgın planlayıcıları başka dalgalardan da yani üçüncü ve dördüncüden de bahsediyor. İşin diğer yanında evde kalmakla bağışıklığımızı daha çok kaybediyor ve yeni patojenlere daha hassas hale geliyoruz. 

(2) İkinci önemli gelişme medya kanallarına getirilen yasaklamalar olacak. Sözde yalan haberlerle mücadele için filtreler getirilecek, işsiz ve eve hapis insanların sesi çıkmayacak. Böylece corona haberleri hükümetlerin tek sesine hapsedilecek, halkın acısı derinleşirken diğer haber kaynakları dezonformasyonla suçlanacak. 

(3) Uzun vadede yeni ve gerçek biyo-silahlar devreye girecek. SARS-CoV-2.ın bazı türevlerinin Avrupa ve New York.da görüldüğü basına yansıdı. Biyolojik saldırı silahları henüz kullanılmadı. Belki de bunlar biyo-terör maskesi altında kullanılacak. Kesin olan gelecekte de artık yeni salgın hastalıklarla sık sık karşılaşma ihtimalimizin düşük olmadığıdır. 

Gelecekte belki de sadece sanal gerçek güvenli görülecek, açık havada özgürce 
hareket etmek sadece ultra zenginlerin adalarında mümkün olacak. Artık kendimizi kontrol etmeyi ve disipline sokmayı da öğrenmemiz lazım. 

Asya tecrübesi gösteriyorki COVİD-19 ve benzeri salgınlarla mücadele etmenin sırrı şuralarda dır 16; 

(1) Kamu sağlığı sistemine yapılmış ciddi yatırımlar. 

(2) Bir virüs çıktığında medikal, teknolojik ve hukuki olarak salgına karşı hızlıca seferber olmak. 

(3) Toplumsal ve tek tek birey olarak gerekli tedbirleri alma tetikliği ve sorumluğuna sahip olmak. 

Bunlara ilave olarak, özellikle Tayvan, Güney Kore ve Singapur.da görülen 
şeffaflık ve hükümetin doğru bilgilendirmesine olan güven de halkın desteğini artırmıştır. 
Çin ise alışkanlıklarından vazgeçmedi; bu mücadeleyi artan bir gözetleme devleti ve bilginin sansür altına alınması ile sürdürmeye devam ediyor. 

Tabii ki her devletin salgın hastalıkla ilgili kendi devlet yapısı, kültürü ve salgına 
ilişkin kendi mücadele algoritması olabilir. Ancak, başka ülkelerden iyi olanları örnek alırken, halkı doğru bilgilendirmeyi, şeffaflığı ve alınan tedbirleri demokratik bir biçimde daha açık söylemek gerekirse otoriter tedbirleri artırmamak yönünde kullanmalıyız. 

Uluslararası işbirliği ihtiyacı.. 

Dünya modern tarihin en ciddi sosyal ve ekonomik krizinin dönemecinde. Pek çok ülkede ekonomi kepenkleri indirdi; alış veriş merkezleri, fabrikalar, okullar, üniversiteler durdu. İnsanlar evlerine hapsoldu. Korku ve karamsarlık hâkim. Bunlar olurken 30 bin Amerikan askeri Rusya.ya karşı bir senaryo dâhilinde NATO tatbikatı (Defender 2020) için Avrupa.ya geldi. 

COVİD-19 salgını, dünya genelinde barış ve güvelikten sorumlu olan Birleşmiş 
Milletler sisteminin de ne kadar yetersiz olduğunun diğer bir testi oldu. Şimdi de ABD ve Çin arasındaki çekişmeden ötürü Güvenlik Konseyi.nden tek bir karar bile çıkamıyor 17. 
23 Mart.ta BM Genel Sekreteri Antonio Guterres.in yaptığı dünya genelinde çatışmaların durdurulmasına ve coronavirüsü ile mücadelenin ilk öncelik olmasına yönelik acil çağrıya kulak veren olmadı. Guterres, coronavirüsünün özellikle zayıf ve fakir nüfusları vurduğunu söyleyerek G-20.den en az 2 milyar dolar istedi ama yalnız kaldı. Coronavirüsün jeopolitik etkilerini başka bir makalede ele alacağız. 

COVİD-19 dünyayı vurmaya başladığında üç önemli trende girmiştik; artan 
milliyetçilik, tektaraflılık ve otoriter gözetleme kapitalizmi. Bu eğilimler Avrupa Birliği.nde bile kırılma eğilimlerini artırmıştı. COVİD-19, uluslararası dayanışmanın önemini ortaya çıkardı. 

Ülkelerin çoğu koronavirüsüne karşı halklarını korumak için sınırlarını kapatarak ve savaş zamanı konsepti (sokağa çıkma yasakları, alış veriş merkezlerinin kapanması vb.) içinde karşılık verdi. Bu milliyetçi yaklaşıma rağmen hiç olmazsa bundan sonraki salgınlar için şimdiden küresel bir dayanışma içinde tedbirler alınması gereği ortaya çıkıyor. 

 Salgın döneminde küresel tedarik zincirleri ve tedarik kesildi. Şimdi küresel ekonomi yeniden başlatma hazırlığı içinde bazı konularda uluslararası işbirliği gerekiyor. 

 (1) COVİD-19.dan kurtulma stratejisinin en önemli unsuru gerek enfekte olan gerekse bağışıklık için test cihazlarının çok daha yaygın kullanımının sağlanmasıdır. Ancak, böyle sağlıklı olanlar işe dönebilir ve enfekte olanlar gerekli tedaviyi görebilir. Bu yüzden, ülkelerin yeterli test cihazı ve koruyucu cihaz yanında vantilatörler ve acil tedavi ünivetelerine sahip olması ve bu alanda uluslararası işbirliği gerekir. Vantilatör üreticilerinin çoğu Batılı şirketler 
değil, ana üretici Çin18. Şimdi bütün bu ihtiyaçların küresel bir tedarik zinciri içinde düzenlenmesi gerekiyor. 

 (2) Diğer bir işbirliği alanı virüsün takip ve kontrolü için. Halen Çin ve Güney 
Kore.nin kullandığı sistemler ile idare ediliyor ama elle yapılan izlemeler çok zaman alıcı. Bu alanda yeni uygulama programlarına ihtiyaç var. Ülkelerin halkın enfekte olmadan virüsün yayılmasını takip için ihtiyaç duyduğu takip sistemi için de uluslararası işbirliği gerekli. Bu olursa, insanları eve kapatma, alış veriş merkezlerini çalışmaz hale getirmenin önü kapanacak. 

(3) Uluslararası arasında işbirliği için üçüncü önemli gayret alanı etkili bir aşının 
geliştirilmesidir. Son dönemde Çin, ABD ve Avrupa.daki araştırma merkezlerinin aşı için viral gen örneklerini paylaşmaya başlaması; Çin, İtalya ve ABD.den doktorların bir araya gelmesi ile umut verici bir dönem başladı. Dünya Sağlık Örgütü bundan sonra bu alanda bilimsel işbirliğini artıracak kurumsal işbirliği ve bilgi paylaşımına öncülük etmelidir. Virüsün ikinci dalgasının önümüzdeki aylarda bekleniyor olması, bu tür işbirliğini daha da acil hale getirmektedir. Aşının bulunması kadar önemli olan husus, bunun kar amaçlı yapılmaması, tüm insanlığın hizmetine bedava sunulmasıdır. 

Keza aşı çalışmaları bazı merkezlerin özel amaçlı gen ve kimlik kontrolü çalışmalarına da imkân sağlamamalıdır. 

 Son olarak, alınacak tedbirler konusunda sadece ülkemizi değil, özellikle dünyanın fakir ve geri kalmış bölgelerine de hızlı ve etkili yardım edecek bir acil önleme sistemi için Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri.nin desteklenmesi için fon sağlanmalıdır. Bir daha ki sefere her ülke kendi bacağından asılmak yerine uluslararası işbirliği için gerekli hazırlığı yapmış bir şekilde küresel bir kriz yönetimi anlayışı için tüm dünyanın sağlığı için mücadele etmeye hazır olmalıyız. 

Sonuç.. 

Sonuç olarak, COVİD-19 gibi gelecekte de ortaya çıkacak salgınlarla mücadele için öncelikle sağlık alt yapımıza yatırım yapmalı, kurumsal olarak hazır olmalıyız. İkinci olarak demokratik prensiplere uygun olarak salgını bir kriz yönetimi sistemi içinde takip edecek hızlı bir tespit ve izleme sistemi kurmalıyız. Bu tür sistem, insanların mahremiyetine yönelecek ya da güvensizlik yaratacak uygulamaları içermemelidir. Son olarak, salgınlarla mücadelede her ülke kendi kendine yeterli hale gelmelidir. Bu da önce sağlam bir kriz yönetimi alt yapısını gerektir. Salgının gerektirdiği başta ilaçlar ve medikal cihazlar konusunda yeterli ikmal maddesinin stoklanması gereklidir. 

Ülkelerin salgın hastalıklarla mücadelede başta aşı geliştirme konusu olmak üzere test cihazları ve diğer sağlık konularında araştırma ve geliştirme merkezleri ile buralarda çalışacak bilim insanlarına yatırım yapması gereklidir. 


DİPNOTLAR;

1 John Letzing, How Different Countries are Approaching Coronavirus Testing, World Economic Forum, Strategic Intelligence, (12 Mar 2020). 

2 David Knowles, How and When will this Pandemic End? World Economic Forum, (April 6, 2020). 

3 Ben West, Learning How to Reopen a Country After COVID-19 Shutdowns, Stratfor, (April 23, 2020). 

4 Alireza Ahmadi, 10,000 Cases And Counting: Three Things Let Coronavirus Trample Over Iran, National Interest, (March 12, 2020). 

5 Jacob Heilbrunn, Trump Reboots to Confront the Coronavirus, (March 13, 2020). 

6 Institute for Health Metrics and Evaluation (IHME). 

7 William Engdahl, The Dubious COVID Models, The Tests and Now the Consequences, Free Eastern Look, (Global Research, April 29, 2020). 

8 Alex Berenson, The IMHE Model, New York Times, (April 10, 2020). 

9 Spencer Wong, Is the Coronavirus Ushering in an Era of Eurosceptic Leaders? National Interest, (April 29, 2020). 

10 IHU (Hospital-University Institute). 

11 Pepe Escobar, Why France Is Hiding a Cheap and Tested Virus Cure, Asia Times, (March 27, 2020). 

12 Jeremy Rossman, 'Herd Immunity' Won't Help Prevent the Spread of Coronavirus, The Conversation, (March 15, 2020). 
https://www.aspistrategist.org.au/wp-content/uploads/2020/04/athens2004.jpg

13 Shlomo Ben-Ami, Why This Pandemic is Different, ASPI, (20 Apr 2020). 

14 Charlie Rose, Billa Gates ile Sohbet, Bloomberg TV, (5 Mart 2016). 

15 Lucas Leiroz de Almedia, Coronavirus Escalates a Pharmaceutical Arms Race, InfoBrics, (April 26, 2020). 

16 Audrey Kurt Cronin, Patrick M. Cronin, America Needs an American Pandemic Strategy, (April 12 2020). 

17 Dan DePetris, Why Hasn't the UN Led the Fight Against COVID-19? Washington Examiner, (April 11, 2010). 

18 Ngaire Woods, Rajaie Batniji, There’s Only One Option for a Global Coronavirus Exit Strategy, We Forum, (11 Apr 2020). 


 ***

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 1

Corona virüsü ile Küresel Mücadelede ne durumdayız?. BÖLÜM 1



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
02 Mayıs 2020 

Giriş 

Dünyada 150.den fazla ülke COVID-19 ile mücadele ediyor ve virüsün yayılmaması için aynı ümitsizliği paylaşıyor. Yayılmasının önlenmesi öncelikle için erken tespit yani coronavirüs testlerinin erken safhada yapılması ve izlenmesi lazımdı. Güney Kore ve İzlanda, bunu çok çabuk yaptı ve hastalığı izole etti 1. Ancak, virüs halen İspanya.da halkın %40, İtalya.da ise %26.sına bulaşmış durumda 2. Bu oran birkaç ay içinde %50.ye ulaşacak ve sonra doğal hale gelecek. Türkiye.de ise bu oranın sonbaharda %60.a ulaşması bekleniyor. 
Öte yandan, COVİD-19 ile ilgili hala pek çok soru cevaplanmış değil ve hala nasıl bir yöntem izleneceği konusu tartışılıyor. Evlere hapsedilen insanlar isyan diyor. Salgın ile ilgili olarak yanlış yöntemler ve yanlış bilgilendirme nedeni ile ekonomik ve sosyal bir intihara girişildiği yorumları yapılıyor. Muhtemelen bu salgının yenileri gelecek. Bu makalede, dünya genelinde corona virüsü ile mücadelede hangi yöntemlerin izlendiği, bu yöntemlerin dayatılması ile ilgili 
şüpheli durumları, neden bir sonuç alınmasının zor olduğu ve bizleri nelerin beklediği konusuna odaklanacağız. 

Corona ile mücadelede uygulanan yöntemler.. 

Ülkeler virüse karşı kendi siyasi yaklaşımlarına ve kabiliyetlerine göre karşılık verdi. 
Örneğin Nikaragua ve Türkmenistan en başından itibaren virüs yokmuş gibi davranma yolunu seçti. İsveç ve Beyaz Rusya ise kahveleri, barları ve restaurantları kapatmadı. Hastalık Avrupa.da yayılınca Beyaz Rusya evlere sağlık hizmeti göndermeyi durdururken, İsveç üniversiteleri kapattı ve spor oyunlarını durdurdu. Halktan sosyal mesafeyi koruyarak kendi risklerini yönetmelerini beklediler. 
Ancak, iki ülkede de vakalar hızla arttı ve kısa sürede milyonu buldu. Bu sayı; Danimarka, Norveç, Polonya ve Rusya.dan daha fazla idi. 

İkinci virüse karşı tepki politikası, Güney Kore.nin etkili bir izolasyon stratejisi ile insanları eve kapatmadan mücadele etmesi oldu. Onu izleyen Singapur, Nisan ayı başına kadar başarılı idi ama vakalar hızla artınca o da kapatma yolunu seçti. Güney Kore, okulları on-line hale getirirken sadece vakaların olduğu yerlerde alış veriş yerlerini kapattı. Güney Kore, 2015 yılında Suudi Arabistan.dan gelen MERS virüsü nedeniyle kitlesel bir sağlık krizi atlatmış ve gerekli dersleri almıştı. 4 Şubat 2020.de henüz 16 adet COVID-19 vakası görüldüğünde ilk test cihazını onaylamıştı bile. Akıllı telefonlar ve diğer veri sağlayıcılarla proaktif bir takip sistemi kullanmaya başladı. Böylece vakaların görüldüğü her yerde çevrelendiği bir izolasyon sistemi kurdu. Nüfusun yaklaşık yarısının yaşadığı Seul ü 
tamamen eve hapsetmeden büyük-veriye dayalı modeli karantia uyguladı. Bunun için, insanlarını mecburi tuttuğu bileklik ile takip etti. 

ABD virüs testini 12.045 kişiye uyguladığında pozitif sonucu %20 iken, Güney Kore 10.982 kişiye uyguladığında bu oran %2 oldu3. Bunun bir diğer açıklaması Güney Kore bu testleri daha tesadüfi yaparken, ABD belli kriterlere göre yapmak zorunda kalmıştı. Belirti gösterenleri test ettiğinizde, belirti göstermeyen ama pozitif olanlar hastalığı yaymaya devam ediyor demektir. 

Güney Kore.nin başarısının anahtarı şu kelimelerde saklı; şeffaflık, test, sıkı 
kontrol, takip, karantina ve tedavi. Gaddar Çin.in bunlara eklediği tedbirler; sosyal mesafe, zorla karantina ve kitlesel tedavi oldu. Başta Çin olmak üzere İran ve İtalya gibi ülkelerde siyasi liderler durumun ciddiyetinin farkına varmakta geç kaldılar. Bu yüzden, reaksiyon geç başladığı gibi yavaş devam etti ve tedbirler konusunda kafa karışıklığı yaşandı, hatalar yapıldı. 

Türkiye de başlangıçta Çin ile aynı iki politikayı izledi. Önce haberleri yayanları 
tutukladı. Sonra hastalık yayılana kadar suskun kalmayı tercih etti. Problemin temelinde şunlar yatıyordu; kötü bir kriz yönetimi ve karar-verme sistemi, bürokratik düşünmede ön yargılar ve yapısal eksikler. Türkiye.de düzenlemeler yukarıdan aşağıya ve çoğunlukla ekonominin bazı kesimlerini kurtarma ve populist görünümlü bazı tedbirlere odaklanmış durumda, halk sadece izliyor. 

Singapur ise 2003.deki SARS krizinden tecrübe edinmiş, erken test ve takip konusuna iyi çalışmıştı. Şubat ve Mart aylarında vaka sayısı 100.ler civarında iken bu yöntem iyi çalıştı. 

Ancak, Nisanın başında yani 10 hafta sonra vaka sayısı henüz g1000.lere çıkmışken dokuz gün sonra 2000 e çıktı. 20 Nisan.da ise 8 bin vakaya ulaştı. Bunun sebebi, Singapurun Güney Kore.ye göre çok daha yoğun nüfusun bulunduğu işçi bölgelerinin varlığı olarak değerlendirildi. Singapur, okulları ve iş yerlerini 7 Nisan.da kapatmıştı ama geç kalmıştı. 

Mesele sadece belirti verenleri test etmek ve temas ettiklerini takip etmek değil, belirti vermediği halde virüsü yaymaya devam edenleri bulmak. Şimdiden ABD ve pek çok Avrupa ülkesi Güney Kore modeline yatırım yapmaya başladı. Ana endişe kaynağı akıllı telefonlar yolu ile takip edilenlerin kişisel mahremiyetlerin nasıl korunacağı. Güney Kore.nin uyguladığı takip sisteminde neler olduğu henüz bilinmiyor. Öte yandan Afrika gibi dünyanın pek çok yerinde henüz bu tür takiplerin yapılabileceği akıllı vasıtalar kullanılmıyor. 

Coronavirüs ile mücadele en başından itibaren sağlam bir kriz yönetim sistemi 
gerekli idi. Öncelikle yetkililer ve hatta sağlık personeli virüsün nasıl hızla yayıldığını anlayamadılar ve erken vakaları normal tedbirlerle yetersiz sağlık hizmetlerine yönlendirdiler. Ortada bir stratejik plan olmadan yerel tedbirler alınmaya çalışıldı. Kriz yönetim, bilgilendirme ve müdahale sistemi arasında yetki boşluğu oluştu. Siyasi beklentiler içindeki orta seviye yöneticileri yukarı otoriteye doğru bilgiyi taşıyamadı. 

Öte yandan İran gibi ülkeler dışarıdan uzman temin etmek gibi konulara yabancı idi. Ortada ateş edilecek bir düşman olmadığı için ülke istihbaratı da ne yapacağını bilemedi. Ekonomiyi kurtarmak için paniği önleme isteği, tedbirlerin alınmasını geciktirdi, insanlar hiçbirşey yokmuş gibi dışarıda dolaşmaya devam etti. 

Önceki İtalya Başbakanı Mateo Renzi.nin bu konudaki açıklaması da ilginç; “Virüs geldiğinde müzelere, tiyatrolara gitmeye devam ettik, çünkü korkmama eğilimi vardı, terör tehdidine de böyle cevap vermiştik.” Karantina kararlarının verilmesinde İtalya ve Avrupa, ekonomiyi kurtarma düşüncesi kadar kadar halkın standard yaşamını etkileme konusunda şüphede kaldı. 

İran üzerindeki ABD yaptırımları da halkına yönelik sağlık tedbirlerini zamanında 
alamamasında oldukça etkili oldu 4. Sağlık sektörüne yönelik insani yardım amaçlı ticaret resmi olarak yaptırım konusu olmamasına rağmen, İran dışarıdan gerekli tıbbi ham madde ve cihazları alamadığı için kendi sağlık altyapısı ve araştırma birimlerini kuramadı. 

ABD ve Avrupada ise hayli karışık ve şüpheli durumlar var. 

Bill Gates’in kiralık bilimi ve ABD’nin çıkmazı.. 
Amerikalılar uzun vadeli strateji geliştirme körlüğü içinde olan bir ülkedir. Kore ve Vietnam.da sözde Komünizmle mücadele etmek için müdahale ettiler ama yerel halkın desteklediği bir gerilla savaşına hazırlıklı değillerdi. General McArthur, 1951.de özel kuvvetlere ihtiyaç olduğunu söylediğinde, Amerikan Kongresi bunun kendi kültürlerine uygun olmadığı cevabını vermişti. Aynı kör bakış Vietnam.da da devam etti Hava kuvvetlerinin acımasız bombardımanı ile sonuç almak istediler. Afganistan.da El Kaide ile savaşmak yerine Taliban.ı da hedef aldılar, ülke inşasına kalkışmak ise başka bir körlüktü. Aynı hatayı Irak.a demokrasi getirmeye kalkmakla yaptılar ve ülkeyi fiilen böldüler. 

Bu yüzden, ABD son 70 yıldaki savaşlarında yenmeyi değil, yenilmemiş görünmeyi hedeflemiştir. Galibiyet askeri başarılar değil, istenen siyasi sonucun alınması demektir, bu da ancak halkın beyninde kazanılır. Bunların hepsinin altında Amerikan körlüğüne yol açan önyargılar ve arkasında ise Amerikan istihbaratının özellikle kültürel konulardaki işlevsizliği var. Bugünde aynı hatayı coronavirüsü ile mücadelede yapıyorlar; kurumsal ve kültürel hatalar. 

Çinde virüs haberleri çıktığında ABD.nin aklına ilk gelen durumdan istifade etmek oldu. Çin.i ekonomik olarak vurmak için başta seyahat yasağı olmak üzere pek çok tedbir aldı. Virüs ile mücadelenin örtülü kısmında Çin.e diz çöktürmek için bir ekonomik savaş yapılmaya başlandı. Virüs Avrupa.ya vardığında ise ikinci safha başladı ve bu sefer İngiltere hariç diğer Avrupa ülkelerine yasaklar getirildi. Böylece borsada hisse senedi olan hava yolları bir gecede çöktü. Hisse senetleri spekülatörlerin eline düştü. Sadece onlar değil sayısız miktardaki iflaslar ile büyük miktarda servet değişimi oldu ve olmaya devam ediyor. Bunların hepsi birilerinin finansal çıkarları için ince dizaynlı bir plan çerçevesinde yürüyor. 

 ABD kültürü coronavirüsle mücadele yöntemine de etki etti. ABD hükümeti konuyu bir iç güvenlik meselesi gibi algılayıp, ülke içinde askeri birlik kaydırma şovuna girince virüsle mücadele işine resmi olmayan kurumlar ve halk sahip çıktı. Yani müdahale tabandan geldi. Bazı şirketler kendiliğinden sağlık malzemeleri üretiyor, birileri aşı yapmaya çalışıyor, nakliye şirketleri sığınaklara uzun süre kalabilmek için malzeme yığıyordu. 

 Trump, corona virüsüne karşı 13 Mart tarihinde acil durum ilan etti. Hastanelere 50 milyar dolar ayrıldı. Test yapma kapasitesinin artırılması hedeflendi. Amerikalıların en kötü senaryosuna göre virüs ülkede 1.5 milyon insanı öldürebilir 5 ve ABD, İtalya.ya benzeyebilir. En iyi senaryoya göre ise 236 bin kişi ölebilir. Coronavirus, tahminlere göre 4 milyon Amerikalıyı ciddi şekilde etkileyecek. Ancak bu rakamların arkasında önemli bir tezgâh olduğu anlaşılıyor. Ortada iki kurumun yönlendirmesi var ve tabii ki olağan şüphelimiz Bill Gates. 

Bu iki kurumun bir tanesi Londra.daki Imperial College, diğeri ABD-Seattle.daki 
Washington Üniversitesi Sağlık Enstitüsü (IHME6). Her iki adres de, “Bill ve Melinda Gates Vakfı”ndan corona virüse karşı aşı ve ilaç geliştirmek için para alıyor ve ikincisi Bill Gatesin evine oldukça yakın. 

Londra.daki Imperial College.in Küresel Bulaşıcı Hastalık Analiz Merkezi.nden Prof. Neil Ferguson, önce Mart ayı başında COVİD-19.un İngiltere.de 500 bin kadar kişinin ölümüne yol açabileceğini açıkladı. Ferguson.un tanımladığı COVİD-19 modeli İngiltere.nin virüsle mücadelesi ve normale dönüşü için bir dönüm noktası olarak görüldü7. Modelin açıklanmasından sonra İngiltere, iş yerlerinin kapanmasına karar verdi ve Ferguson.un Enstitüsü hemen rakamları düşürmeye başladı. Böylece, İngiltere ekonomisi de büyük bir krize girdi. 

Halbuki Ferguson ve onun virus konusunda çalışan personelinin hastalıkları tahmin konusunda iyi bir sicili yok. 2002 yılında halk içinde „deli dana. dediğimiz hastalıktan İngiltere.de 50 bin kişinin öleceğini söylemişti ama bu sayı 178.de kaldı. 2005.de ise H5N1 yani kuş gribinden dünya genelinde 200 milyon kişinin öleceğini iddia etti ama bu sayı Dünya Sağlık Örgütü.ne göre sadece 78 olarak gerçekleşti. 2006.daki yeni kuş gribi (H1N1) salgınında ise İngiltere.de 65 bin kişinin öleceğini iddia ederken, sonuç 457 kişi oldu. 

Ferguson, İngiltere ekonomisinin kilitlenmesini sağlarken, 2.2 milyon kişinin 
öleceğini iddia ettiği ABD.de de aynı etkiyi yaptı. Ferguson.un modeline dayanarak, Dr.Fauci Trump.a baskı yaparak acil durum ilan ettirdi. Sonrasında Ferguson.un ABD için tahminleri 100-200 bin arasına düştü. Neil Ferguson ve onun modelleme grubu, Dünya Sağlık Örgütü tarafından destekleniyor, Bill ve Melinda Gates Vakfı.ndan her yıl milyonlarca fon alıyor. 

2006-2018 yılları arasında Gates Vakfı, Ferguson Enstitüsü.ne 184 milyon dolar yatırım yapmış. Fergosun.un Gates ile işbirliği “kiralık bilim” olarak adlandırılı yor. 
 Washington.daki Enstitüye (IEHM) gelince, Mart sonunda 2.2 milyona kadar 
Amerikalının öleceğini tahmin ederken, iş yerlerinin kapatılmasından sonra 7 Nisan.da bu sayının azami 200 bin olacağı şeklinde rakamı değiştirdi. Son tahminde ise bu rakamı 60 bine kadar düşürdü. Ferguson.un enstitüsü gibi IHME de Gates.in bir projesi. 2007 yılında Gates.in parası ile kuruldu ve 2015 yılında Dünya Sağlık Örgütü ile dünyada sağlık trendlerini izlemek için bir anlaşma yaptı. 2017.de Gates.ten 210 milyon dolarlık ilave bir yardım alarak yeni binasında işleri genişletti. Kısaca, IHME, 13 yıldır Bill Gates.in küresel 
sağlık projesinin merkezindeki kurum. 

 IHM modeli salgın için 430 bin yatağa ihtiyaç var dediğinde eyaletler paniğe girdi, hastaneler boşaltıldı. Ancak, Amerikalı gazeteciler IMHE modelini sorgulamaya başladılar. New York dışında sağlık sistemi krizi yoktu, hastaneler boştu. Eyaletten eyalete değişen iş yerleri kapanması ile virüsün yayılması arasında bir bağlantı kurulamadı8. IHME ise rakamların düşmesini kapatma tedbirlerine bağlamıştı. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

3 Aralık 2019 Salı

Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu,

Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu,


Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu, Ne NATO İle.., Ne De NATO suz.,!





















Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü, 
Sait Yılmaz,

26 Nisan 2011

Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu: Ne NATO İle Ne De NATO’suz!
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi

NATO eski NATO değildir, Değişime uğramıştır, 
Dönüşümü hep devam edeceğe benzemektedir,


   Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü (NATO[1]) 

12 Ülkenin katılımıyla 4 Nisan 1949' da Washington'da kurulmuştur. 

Kolektif Savunma amaçlı bir örgüt olan NATO'yu kuran Kuzey Atlantik Anlaşması'nın 5. Maddesine göre NATO üyelerinden birine yapılan saldırı tümüne yapılmış sayılacak ve karşılık, kolektif olarak verilecektir. 

  NATO, kurulduğu 1949 yılından 1989 yılına kadar geçen 40 sene içinde Avrupa'nın güvenliğini tartışmasız bir şekilde temin etmiştir. NATO Kurucu Antlaşmasının imzalandığı tarihte, NATO'nun öncelikli amacı eski Sovyetler Birliği'nin politikası ve giderek büyüyen askeri kapasitesinin oluşturduğu potansiyel tehdide karşı üye ülkeleri korumaktı. Sovyetlerin çöküşü sonrası 1991 yılında Roma'da onaylanan yeni NATO stratejisi; toplu savunma yeteneği korunurken, diyalog ve işbirliğine bağlı geniş kapsamlı bir güvenlik yaklaşımı getirmiştir[2]. 1990 yılında Sovyetler Birliği dağıldığında 16 olan NATO üyesi ülke sayısı Soğuk Savaş sonrası genişleme dalgasında önce Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, 1999'da; Bulgaristan, Estonya, Letonya, 2004'de; Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya; 2009'da ise Hırvatistan ve Arnavutluk'un katılmasıyla 28 olmuştur. 
Soğuk Savaş sonrası ortamın gerçeklerine kendini uyarlamaya çalışan NATO, esaslı bir dönüşüm sürecinden geçmeye devam etmektedir.

NATO'da Değişim ve Dönüşüm:

   NATO, Sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve işbirliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. Ayrıca örgütün, güvenlik konusunda istikrarı bozabilecek yeni yapılanmalara engel olmak ve kendi yapılanmasının etki alanını arttırarak istikrar sağlamak maksadıyla genişletilmesine karar verilmiştir. NATO'daki değişim;

- Soğuk Savaş döneminin Sovyet tehdidinin kalkması ile madde 5 dışı (kolektif savunma harici) ve alan dışı görevlere yönelmesi,

- Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) ile uyum çalışmaları ve Berlin Plus (NATO kabiliyetlerinin AGSP'ye açılımı ile ilgili anlaşma),

- Komuta ve kuvvet yapısındaki değişimler,

- Rusya, Ukrayna ve Akdeniz ülkeleri işbirliği platformları

-BİO [3] ve Avrupa-Atlantik İşbirliği Konseyi (EACP) çerçevesindeki işbirliği çalışmaları,

- Eski Yugoslavya ve Afganistan'da operasyonlara katılması gibi alanlarda yoğunlaşmıştır.


Komuta ve kuvvet yapısı çalışmaları kapsamında; 9 ana NATO Karargâhı kapatılmış, 1 karargâhın da yeri değiştirilmiştir. 
NATO komuta yapısı karargâh sayıları % 45 oranında azaltılmıştır. NATO harekâtlarının bazı giderlerinin NATO bütçesi tarafından karşılanması uygulamasına geçilmiştir[4]. Yeni komuta yapısı stratejik, operatif ve taktik seviyede olmak üzere 3 ana grupta düzenlenmiştir. Stratejik Seviyede Avrupa Müttefik Komutanlığı (SHAPE); yine Avrupa Müttefik Komutanı (SACEUR) komutasında olmak üzere Müttefik Harekât Komutanlığı (ACO) adında operasyonel sorumluluğu olan yeni 
bir komutanlığa dönüştürülmüştür. 'Müttefik Harekât Komutanlığı', Belçika Mons'taki SHAPE Karargâhı vasıtasıyla icra edilecek tüm ittifak operasyonlarından sorumludur. NATO üyesi ülkelerin asker sayılarında neredeyse % 40-50 oranında bir indirime gidildiği gözlenmektedir. Soğuk Savaş döneminin statik ve tamamen savunma amaçlı olarak, belirli sorumluluk bölgelerinde konuşlu kuvvet yapısına 1991 yılında son verilmiş ve yeni stratejik konsept ile birlikte kuvvet kategorileri ve hazırlık seviyeleri geliştirilmiştir.

NATO Avrupa'sı 15.000'den az olmayan ana muharebe tankı, 25.000 zırhlı personel taşıyıcı ve (ABD'deki yaklaşık 4.000 adede ilave olarak), 3800'e yakın savaş uçağına sahiptir. Küresel savunma harcamalarının % 60 kadarını harcayan NATO'nun genişlemesi askeri boyutta gittikçe açıklanamaz duruma gelmektedir. 

Bu yüzden NATO temel olarak askeri bir örgütten, bir güvenlik örgütüne dönüşmektedir. NATO, sadece Avrupa'da değil tüm dünyada en itibarlı ve kuvvetli güvenlik kurumu olmaya devam etmektedir[5]. Ancak, Soğuk Savaş sonrası değişen ve genişleyen güvenlik ihtiyaçları çerçevesinde; ne NATO, ne de AB tek başına bir güvenlik şemsiyesi sağlama durumunda değildir. ABD dışındaki ittifak üyelerinin savunma harcamalarının gittikçe daha da azalmakta olması endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. NATO'nun istenen seviyeye yaklaşması için tek yol olarak, ABD ve İngiltere'ye ilave birkaç ülke dışındaki diğer ülkelerin de yıllık savunma harcamalarını GDP'lerinin % 2'sinden yukarıya çıkarmaları beklenmektedir[6]. 

Ayrıca, günümüzde ortak bir tehdit olmadığı için 
5. Maddenin uygulanmasında da sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. 

Afganistan buna bir örnek teşkil etmektedir. Birçok ülke, halkına Afganistan'a neden çarpışmaya gidildiğini izahta güçlük çekmektedir.

Soğuk Savaş Dönemi NATO ve Türkiye İlişkileri:

Türkiye, 1952'den itibaren NATO'nun üyesi olarak, Soğuk Savaş süresince NATO'nun güney kanadında 610 km.lik Sovyet sınırının savunulmasında kritik bir rol aldı. 
Bu dönemde, Türkiye, özellikle ABD'nin desteğiyle, gittikçe artan Sovyet tehdidine karşı NATO'nun savunma şemsiyesi altında kendine güven bulabildi. 
Yaklaşık 60 yıldır, NATO'ya üyelik, Türkiye'nin savunma politikasının temel taşı olmuştur. Türkiye, ittifakın koruyucu şemsiyesinden yararlanırken, kendi adına da, Batı dünyasının ortak savunmasına ve bölgenin güvenliğine önemli bir katkı sağlamıştır. Türkiye, NATO'ya girdikten sonra TSK ve Dışişleri Bakanlığı personelini, kendi tecrübelerinden de istifade etmek suretiyle Batılı ülkelerin sistemlerine göre eğitti. ABD başta olmak üzere, Almanya, Fransa ve İtalya ve İngiltere ağırlıklı silahlanmaya yöneldi. Harp okullarında subayların eğitimlerinin geliştirilmesinde çeşitli ülkelerde önemli bulunan özellikler alındı. Mevcut Harp Akademilerine ilaveten, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Pakistan gibi ülkelerin harp akademilerinde ve NATO'nun müşterek akademilerine (NATO Savunma Koleji gibi) de eğitim maksadıyla Türk subayları gönderildi.

NATO, Türkiye için modernizasyon ve Batı ile yakın ilişkiler konusunda olumlu bir ortam oluşturmuştur. Türkiye de buna karşılık NATO'ya olması gerekenden çok 
fazla bağlılık ve sadakat göstermiştir. Türkiye, modern harp silah ve araçlarına biraz daha fazla sahip olabilme uğruna, ekonomik gücünün çok üstünde bir silahlı kuvveti muhafaza ederek hem NATO'nun insan gücü açığını kapatmış, hem de kendi teknolojik yetersizliğini bu şekilde telafi etmeye çalışmıştır.

Türk Yöneticiler için NATO, Türkiye'nin güvenliğini sağlamaya yarayan bir ittifaktan fazlasıydı ve Türkiye ile ABD arasındaki askeri ve ekonomik ilişkilerin 
biçimleneceği çerçeveyi oluşturmaktaydı. 1961 yılında Ankara'daki Amerikan Askeri Yardım Kurulu bütçe projeksiyonun gerekçeleri; Türkiye'nin bağımsızlığını (Sovyet uydusu olmaması), Batıya bağımlılığının devamını ve Sovyetlere karşı koymaktaki kararlılığı ve kapasitesinin artırılmasını öngörüyordu. 
İkinci Dünya Savaşı ve ardından gelen NATO üyeliği, Türkiye'nin silah ihtiyacının büyük ölçüde ABD tarafından karşılanmasına yol açmış, bu da yerli silah 
sanayinin gelişmesini engelleyerek, Türkiye'yi yurtdışından silah ithalatına bağımlı kılmıştır.

NATO ve NATO ülkeleri ile ilişkilerde Türkiye, geçmişte çeşitli haksızlıklara uğramıştır. 1962 yılında ABD-SSCB görüşmeleri sonucunda ABD, Türkiye'deki Jüpiter füzelerinin sökülmesi konusunda Türkiye'nin haberi olmadan tek taraflı bir karar almıştır. ABD'nin tamamen takip edildiği bir dönemden ve Amerikan yanlısı koşulsuz bir politikadan sonra, Özellikle 1963' teki Kıbrıs krizi esnasında olmak üzere, Türkiye, ittifakın getirdiği güçlüklerin bilincine varacaktır. 
Türk yöneticilerin bu bilinçlenmesi kademeli olarak gerçekleşmiş fakat Batı bloğuna dâhil olma sorgulanmamıştır. 

Kıbrıs ile ilişkilerde 1964 Johnson mektubunun yarattığı büyük şok yaşanmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Türk ordusunun silah donanımının modernizasyonu 
açısından bir dönüm noktasıdır. Bununla beraber, NATO çerçevesi olmasa idi Türkiye ve Yunanistan'ın bir savaşa girişmesi kaçınılmaz olurdu, kısaca NATO, 
muhtemel bir Türk-Yunan savaşını da önlemiştir diyebiliriz. Ancak, Sovyet yayılmacılığına karşı Batı, Türkiye ile ittifak yapmakla yetinmedi. 

Türkiye'yi Batı yörüngesine sokmak ve iç dinamiklerini ele geçirmek için çalışmalara başladı. 1949 yılında yapılan ikili anlaşma ile Türk milli eğitimi ABD 
güdümüne sokuldu. Batı ve özellikle ABD tarafından, 1980'lere kadar komünizme ve sola karşı mücadele kapsamında sağ örgütlenmeler desteklendi.

Soğuk Savaş Sonrası NATO ve Türkiye:

İkinci Körfez Savaşında NATO platformunda Fransa, Patriot füzelerinin savunma amaçlı olarak Türkiye'ye gelmesini önlemek istemiştir. 

   11 Eylül 2001'e kadar NATO, terörle mücadeleye bir atıfta bulunmaz ve bu konuda 4. maddedeki konsültasyon ile yetinirken, 11 Eylül'den sonra 5. madde yani kolektif savunma söz konusu olmuştur. NATO üyesi bazı Avrupa ülkeleri, Türkiye'nin terörle yapmakta olduğu mücadeleye, çeşitli nedenlerle doğrudan veya dolaylı olarak engel olmaya çalışırken, kendi ülkelerinde terör örgütünün yapılanma ve faaliyetlerine bugün de göz yummaya devam etmektedirler. 2003'ten beri ise Türkiye, ABD karşısında gücünü tartmakta dır. Söz konusu olan, Türkiye'nin ABD ile olan ilişkilerinin ve NATO bünyesindeki konumunun bir birinden ayrılmasıdır. 

Ancak, bu ayrışmada Türkiye, ne Avrupa Birliği, ne de diğer güç merkezlerini bir alternatif olarak görememektedir. ABD, yeni dönemde Türkiye içindeki hesaplar 
için İslamcı, gerici, Cumhuriyet düşmanı akımlar ve etnik bölücülüğü teşvik ve tahrik edici kurgular sağladı. İki ülke ilişkileri tekrar, 'Atlantik ötesi ilişkilerin etkin ve adil bir ortaklığa dönüşmesi' ya da "Model Ortaklık" gibi İslamcı yaklaşımlara Batı elbisesi giydiren muğlâk pazarlıkların arkasına saklanmıştır.

NATO anlaşmasının 5. maddesi, saldırıya uğrayan üye Devlet için müşterek bir destek garantisi sağlamaktadır. Ancak, Türk yöneticiler, bir çatışma halinde 
ittifakın onları yeterince desteklememesinden endişe etmektedir. Soğuk Savaş döneminin sona ermiş olmasına rağmen Türkiye, NATO'nun Avrupa'daki 
etkinliğinin gelecekte azalmayacağı kanısındadır ve NATO'yu Transatlantik ilişkilerin temel politik ve askeri yapısı olarak görmektedir. Bu nedenle, henüz 
bu ittifakın yerini doldurabilecek köklü bir yapı bulunmadığından, NATO İttifakı'na önem vermeye devam etmektedir. NATO içerisinde karar alma sürecinde her üye ülkenin de eşit oy hakkı bulunmakta ve kararlar oybirliği ile alınmaktadır. Türkiye'nin de bu karar alma mekanizması içerisinde kendi ulusal çıkarlarına ters düşen bir kararın çıkmasını tek başına engelleme gücüne sahip olduğu da bilinen bir gerçektir. Türk yöneticiler için, NATO; bugün, Türkiye'yi Batıya bağlayan tek fiili bağı ve Batı güvenlik ve savunma politikalarının tanımlanmasına katılımı için tek imkânını oluşturmaktadır. NATO dışında kalacak bir Türkiye'nin Batılılar tarafından kolaylıkla hedef haline getirilebileceği ve BM Güvenlik Konseyi'ni Türkiye aleyhine de çalıştıracak senaryolar üretebilecekleri 
unutulmamalıdır.

Türkiye, verilen sözlerin unutulması ve her defasında başka engellerin çıkarılması karşısında, AB'ye sunduğu askeri birlik, imkân ve kabiliyetlerini 2007 yılında tek taraflı bir kararla geri çekmiş ve AGSP ile ayrılık sinyallerini vermiştir. Bu konuda Türkiye'den diğer güçlü bir tepki de Aralık 2008 tarihinde Dışişleri 
Bakanlığından gelmiş ve AB ülkelerinin verdikleri sözlere uymalarını ve attıkları imzalara sadık kalmalarını belirten bir Türkiye mektubu yayımlanmıştır[7]. 

Türkiye'nin AGSP yapısından uzak tutulmasında AB ülkelerince birliğe üye olmaktan en uzak ülke olması algısının önemli olduğu değerlendirilmektedir[8]. 
NATO ve AB, Türkiye'ye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ilgili konularda baskılarda bulunmaktadır. Rumlar, "Türkiye kendilerini tanımıyor ve NATO'ya 
girmelerine izin vermiyor" diye, NATO ile Avrupa Birliği arasındaki tüm işbirliğini veto etmiştir. Rumlar'ın, NATO ile AB arasındaki işbirliğinin esaslarını belirleyen 
Güvenlik Anlaşmasını veto etmeleri ile iki kurum arasındaki bilgi akışı durmuştur[9].

Sonuç:

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra dünya siyasetinde ve buna paralel olarak güvenlik politikalarında değişim olmuş, Türkiye'nin yakın coğrafyasındaki ülkeler ile ilişkileri, gelişen siyasi duruma bağlı olarak yeni bir mecraya girmiştir. 

Türkiye, artık güvenliğini tamamen NATO çerçevesinde düşünmenin dışına 
çıkmıştır. Dünyadaki yeni gelişmeler, Türkiye'nin önüne, tarihi, kültürel ve soy bağlantıları ile yeni fırsatlar çıkarmıştır. Türkiye'nin NATO'yu dışlamadan ve 
Batı ile ilişkilerini kesmeden, menfaatlerini ve güvenliğini bu yeni sahalara da taşıması gerekmektedir. NATO eski NATO değildir, değişime uğramıştır, 
dönüşümü hep devam edeceğe benzemektedir. Yeni üyelerin katılımı ile ABD'nin kontrolü artmıştır. Ayrıca, yeni tehdit algılamaları ışığında oluşturulan 
stratejileri ile de alan dışına çıkmaya başlamış ve etki alanını bir noktada bütün dünya olarak algılamaya başlamıştır. Yapılan değerlendirmeler ışığında, 
28 üye ülkenin tümü ele alındığında ortaya çıkan sonuç, "Ne NATO'suz, ne de NATO'yla" işlerin tam olarak yürüyebileceği dir.

[1] NATO: North Atlantic Treaty Organization.
[2] HERD, Graeme P., John Kriendler, (2008), Understanding NATO in the 21 st Century Alliance Strategies, Security and Global Governance, Routledge, 
     New York, p.121.
[3] Orta ve Doğu Avrupa'da, Orta Asya'da ve Kafkaslar'da ortaklar edinmek amacıyla oluşturulan Barış için Ortaklık (BİO) Projesi.
[4] HAMILTON Daniel S., (2004), Transatlantic Transformations: Equipping NATO for the 21st Century. Center for Transatlantic Relations, 
     Johns Hopkins University, Washington D.C., p.106.
[5] SPIEGELEIRE, Stephan De, Rem Korteweg: Future NATOs, NATO Review,      (Summer 2006), p.5.
[6] CODNER, Michael, (2003), Hanging Together:Military Interoperability in an Era of Technological Innovation, Royal United Services Institute for 
     Defence Studies, London, p.14-15.
[7] MSB Vecdi GÖNÜL'ün konuşması, Türkiye NATO Asamblesi, Antalya Güvenlik Konferansı, (30-31 Ocak 2009).
[8] ERHAN: a.g.e., (2006), s.146.
[9] Hürriyet: NATO'da Yeni Kriz, (09 Nisan 2009).


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/turkiye-nato-iliskilerinde-60-yilin-bilncosu-ne-nato-ile-ne-de-natosuz


***