Prof. Dr. Erol MANİSALI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Erol MANİSALI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2016 Cumartesi

ÇÖZELİM AMA NASIL?




ÇÖZELİM AMA NASIL?


Prof. Dr. EROL MANİSALI

TEMMUZ 2002 - Sayı: 47


 "Kıbrıs'ı çözmeden AB'ye giremeyiz", bunu bazı işadamlarımız TV kanallarında, gazete yazılarında söylüyorlar, yazıyorlar. Peki nasıl çözeceğiz? Bunun yanıtını vermiyorlar, sadce çözün diyorlar.

 Acaba şunları mı kastediyorlar?

1.AB'nin istediğini yapın, "Federasyon kurulsun ve bu federasyon 3-5 yıl içinde AB'ye girsin" mi diyorlar? Eğer "çözün" diyen içerdeki bu çevreler bunu kastediyorlarsa böyle bir çözümün şu sonuçları doğuracağını bilmiyorlar mı;  

a.KKTC, federasyon içinde ayrı bir egemenlik hakkı olmadığı için sadece bir topluluk (cemaat) konumunda kalacaktır.

b. Kıbrıs Cumhuriyeti AB içine girdikten sonra AB kurumları, Kıbrıs Cumhuriyetini "ev içi" meseleleri olarak göreceklerdir. Ada ile Türkiye'nin her türlü ilişkisi kopacaktır. Londra ve Zürih antlaşmaları ortadan kalkmış olacaktır. Türkiye'den Kıbrıs'a gitmek isteyenler Yunanistan'a, Girit'e gider gibi "vize" almak zorunda kalacaklardır.

 Kıbrıs Türklerinin Batı Trakya'daki Türklerden hiçbir farkları kalmayacaktır. Türkiye'nin dışında olduğu AB'ye, Kıbrıs'ın bir federasyon olarak girmesi "dolaylı Enosis" ten başka bir şey değildir.



2.Atina'nın ve Rumların istediklerini, Türkiye'nin yerine mi getirmesini istiyorlar? Atina ve Rumlar, Türkler bir azınlıktır tezini savunuyorlar. Güneydeki mevcut Rum Cumhuriyeti'nin ( Kıbrıs Cumhuriyeti ) şemsiyesi altında Türkleri, bazı özel hakları olan bir topluluk (azınlık) olarak görmek istiyorlar.

Kıbrıs'ı " Çözün " diyen bazı İşadamları ve onların güdümündeki bazı "yazarlar" yoksa böyle bir çözümü mü istiyorlar?

- Gerek AB'nin gerekse Atina'nın (ve Rumların) istedikleri çözümler sonuçta, Kıbns adasının Türkiye'den koparılmasına ve Yunanistan ile AB şemsiyesi altında bütünleşmesine yol açan sonuçlardır. Türkiye'de "çözün" diyen bazı çevrelerin ben bunu kastettiklerine inanmak istemiyorum. Çünkü böyle bir şey " İhanet " ten başka bir anlam taşımaz..." 


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/temmuz02_05.htm



..

SAYIN CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER'E AÇIK MEKTUP




SAYIN CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER'E AÇIK MEKTUP


   
Prof. Dr. EROL MANİSALI

HAZİRAN 2002 - Sayı: 46


 "Türkiye-AB ilişkilerinde esas sorun, AB'nin Türkiye'yi içine almak İstememesidir. AB, "Türkiye'yi içime alamam, özel statüde yedeğime alırım" demektedir.

- AB bunu Soğuk Savaş bittiği ve aynı yıl Türkiye'nin tam üyelik başvurusunu reddettiği 1989'da ortaya koydu.

- Bu nedenle Türkiye'de bazı çevreler Brüksel ile işbirliği yaparak yine aynı yıl, "Tam üye olmasak da Gümrük Birliği'ne gireceğiz" demişlerdi. Türkiye "resmen", AB'ye tek yanlı bağlanıyordu.

- Gümrük Birliği, Katma Protokol'ün(1970) bir sonucu olamaz. Katma Protokol bir bütündü; mal dolaşımı, işgücü dolaşımı ve tam üyeliği öngörüyordu.

- Katma Protokol'e göre 6 Mart 1995'te yalnız Gümrük Birliği belgesinin değil, işgücü dolaşımı ile birlikte tam üyeliğin de onaylanması gerekirdi. Katma Protokol maddeleri okunduğunda bunlar açık olarak görülür.

Yanıtlanması Gereken Sorular

1. Bugün diğer AB adaylarının neden Türkiye'nin 6 Mart 1995'te imzaladığı türden "tek yanlı bağlayan" ve Türkiye'yi örtülü bir sömürge durumuna sokan bir ilişki düzeni bulunmuyor?

 2. Bu tek yanlı belge bugüne kadar ulusal sanayi dallarımızın yabancıların eline geçmesine yol açmıyor mu? Tekstil, gıda, inşaat malzemeleri en ileri sektörlerimiz iken bugün yabancı malların işgali altına girmediler mi?

 3. Anadolu'da ticaret odası başkanları son yıllarda iç pazarın çokuluslu şirketlerin eline geçtiğini sürekli olarak açıklıyor. Bu gelişmeler AB'ye tek yanlı bağlanmanın sonucu değil mi?.."


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/haziran02_05.htm



..

12 Kasım 2015 Perşembe

HALKIN ORTAK COŞKUSU...



HALKIN ORTAK COŞKUSU...






HALKIN ORTAK COŞKUSU...



Prof. Dr. Erol MANİSALI

Türkiye-AB tartışmasında gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Türkiye-AB ilişkileri uzun yıllardan beri "kapalı devre" yürütülmekteydi. Mecliste, hükümetlerde, sendikalarda tartışılmıyordu. Halkımız ne olup bittiğinin farkında değildi.
Medya tarafından halka genellikle "yanlış ve eksik bilgi" veriliyordu. Siyasiler oy hesabı içinde, "doğruyu söyleme cesaretini gösteremiyorlardı."
Meseyi görüp de gerçekleri halka duyurmak isteyen uzmanların ve aydınların sesleri "özellikle kısılıyordu" Halkın gerçekleri görmesi engellenmekteydi. Türkiye'nin "demokrasiye evet sömürüye hayır" politikasına girmesi engelleniyordu.
İlişkiler sadece "Kopenhag kriterlerine odaklanmış", bu ölçülere uyulunca AB'nin Türkiye'yi tam üye yapacağı yalanı söyleniyordu. Bazı siyasilerin, bazı bürokratların, bazı büyük sermaye çevrelerinin bölücülerin İslamı siyasallaştırmak isteyenlerin bu yalanın sürdürülmesinde kendilerine göre hesapları vardı.
Bu çevrelerin "etrafına" bazı yazarlar ve öğretim görevleri çöreklenmişlerdir. Belgeli tanımı ile, "Brüksel temsilcilerine fena halde ihtiyacı olanlar da" bilinen isimlerdir...


http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/nisan02_03.html