Osmanlı İmparatorluğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı İmparatorluğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2020 Pazar

CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI SON SÖZ, VE DEĞERLENDİRMELER., BÖLÜM 2

CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI SON SÖZ, VE DEĞERLENDİRMELER., BÖLÜM 2


Demokratik bir devlet, temellerini atan, cumhuriyetçi,Mustafa Kemal Atatürk,Osmanlı İmparatorluğu,Mondros,Lozan,Sevr,İttihat ve Terakki Fırkası,
Yüzellilikler Olayı,Kazım Karabekir.Fevzi Çakmak, İsmet İnönü,Cumhuriyet Arşivi,Cumhuriyet Halk Fıkrası,

Kazım Karabekir'in tutuklanmasındaki ısrarı, buna karşılık davalar sırasında herhangi bir kanıt ortaya koymakla ilgilenmemesi nedendi? 

Bu CHF'li yöneticilerin tutuklanmasındaki tek amacın, onların itibarıyla oynamak ve onları siyasi sistemin dışına sürmek olduğu - her şeyiyle başarılmış bir 
amaç-ihtimalini düşünmek zorundayız. 

Sonraki soru şudur: mahkeme, TCF yöneticilerine müşfik davranmışken, neden İTC yöneticilerine karşı amansızca davranmıştır? Komployla ilgili Ankara davalarının, İTC yöneticilerinin sesini kesmeyi amaçladığını biliyoruz. Bu, muhtemelen İzmir evresinde kararlaştırıldı. Mahkeme, davalarda Cavit Bey'i ve öteki önemli İTC üyelerini, tıpkı Kazım Karabekir ve arkadaşlarına yapıldığı gibi vatan haini olarak göstermek istedi. O halde, ikinci grup davalardan aklanırken, birinci gruptakiler neden idama mahkum oldu? Eninde sonunda mahkeme, Cavit Bey veya Kazım Karabekir'den herhangi biriyle komplo arasında geçerli bir bağ kurmada aynı derece kayıtsızdı. Öyleyse ilki idam edilirken, ikincinin beraat etmesi nedendir? Kesin cevabı bilmiyoruz, ama şu birleşimlerden herhangi biri olabilir: şahsi kan davası, intikam korkusu, caydırıcılık. İTC'nin CHF'yi istikrarsızlaştırma potansiyeli bilinmediğinden, Kemalistlerin ondan korkmak için her nedenleri vardı. Öte yandan, TCF zaten felce uğratılmış ve güç yapısı ağır bir şekilde tahrip 
edilmişti. Milli hareketin kahramanlarını idam etmek belli bir risk de taşıyordu, çünkü ordu, hatta bazı CHF üyeleri onlara büyük bir saygı besliyordu. 

Mustafa Kemal muhtemelen bu gruptaki İTC yöneticilerinin yola gelmiş olduğundan emin değildi; bu yüzden onların ortadan kaldırılmaları gerekiyordu. 
Hükümetin (ya da içindeki radikallerin) seçtiği radikal reçetenin bir nedeni bu olabilirdi. Onlar, İTC yöneticilerini idam etmeyi seçtiler. 

Ankara hükümetinin muhalefetle uğraşırken, rumhuriyetin ilk yıllarındaki fırsatlara ve zorluklara bağlı olarak, yalnızca anlık kararlarla hareket ettiğini, belli bir güven derecesi içinde iddia etmek ve bu sonucu bütün dönem için genelleştirmek mümkündür. Eninde sonunda bu araştırmanın gayelerinden biri de, okuru, bu dönemin gelişmelerini, sarahaten ortaya konmuş bir "vizyonun" hayata geçirilmesi olarak değil de, "pragmatizm"in bir başarısı olarak yeniden düşünmeye davet etmektir. Erken cumhuriyet tarihinin akışı, sabit bir vizyonun sonucu olarak önceden belirlenmedi. 

Mustafa Kemal ve arkadaşları, dönemlerinin gerçekliklerine cevap verdiler. 
Bu bağlamda, Anadolu'da 1919'daki milli hareketin, laik bir cumhuriyet 
yaratma amacına ulaşıncaya kadar durmayacağı şeklindeki genel kabul gören duruş, sorgulanabilir ve sorgulanmalıdır. Profesyonel tarihçiler olarak 
bizler "şayet" sorusunu sormalıyız. Şayet Sultan Vahdeddin r92o'de Ankara hükümetini meşru hükümet olarak kabul etse ve ülkeden kaçmasa, 
ne olurdu? Şayet Enver ve Talat Paşalar öldürülmeseler ve Türkiye'ye geri dönseler, ne olurdu? Şayet son halife II. Abdülmecit Ankara'ya daha faydalı 
olsaydı, ne olurdu? Şayet meclisteki muhalefetin (TCF) daha sağlam adaleleri olsaydı, ne olurdu? 

Bu kitapta, erken cumhuriyetteki tarihi akışın, ı. Dünya Savaşı öncesinde var olan iktidar mücadelesinden ödünç aldığı şeyler olduğunu göstermeye çalıştım. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, yeni Türkiye'nin tabiatı konusunda bir vizyonlarının olmadığını iddia etmiyorum. iddiam, Mustafa Kemal'in vizyonunu biçimlendirenin ve bu sürekli değişen ve kendini uyarlayan vizyonun hayata geçtiği ortamı yaratanın, iktidar mücadelesi olduğu şeklinde; yeni rejimin en önemli avantajlarından biri de, onun bu kendini uyarlayabilme düzeyi olmuştur. 

Beklenebileceği gibi, bu iktidar mücadelesi, bir açmazla son bulamazdı; kaybeden taraf(lar) bedeli ödemek zorundaydı. Bu araştırmanın bize gösterdiği gibi, kimi bunu hayatıyla ödedi, kimi de umutlarıyla. Mustafa Kemal'e "filmin kötü adamı" statüsünü atfederken dikkatli olmalıyız, çünkü bu iktidar mücadelesinden galip çıkan odur. Eğer Mustafa Kemal yenilen tarafta olsaydı, onun kaderi de İTC veya TCF liderlerininkinden çok farklı olmazdı, zira o zaman Refet Paşa'nın Ekim 1923'teki Mustafa Kemal "sadece, işin sevimsiz tarafının ona düşmesinden kafi derecede bedbaht ve birkaç yıl içinde tekrar tramvaya binmesi gerekebilecek bir adamdır," 4 kehaneti doğru çıkmış olurdu. 

DİPNOTLAR:

1  867867.00/1737. Maynard Barnes'dan Dışişleri Bakanlığına, "Political Situation in Turkey" 15 Ekim 1923. 
2 Yazar ulemayı veya din görevlilerini kastediyor olmalıdır.
3 Bu beyanname Osmanlı Meclis-i Mebusandan 2.8 Ocak 1920'de geçti. Altı    maddesi vardı ve bunlar Osmanlı Devleti'nin toprak hedeflerini belirliyordu.
4 867.00/1745, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına, 23 Ekim 1923


 YAZI DİZİSİNİN GENEL KAYNAKÇALARI; 

ARŞİV KAYNAKLARI (YAYINLANMAMIŞ) 

Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi (EGMA) 
12221-1/Aı'den Aı 4'e kadar. 
12221-1/G11, G13. 
12221-2/B1'den B7'ye kadar. 
12222/1 'den 15o'ye kadar. 
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (TİTE) 
K23G64B3. 
K24Gıo9B109. 
K24G109B3K24G143B2. 
K58G97B4. 
K63G96Bı. 
K67G141B2. 
K67Gı42B1 
Büyük Britanya Devlet Arşivi ve Kabine Tutanakları 
CAB 23/20 
CAB 23/35 
CAB 24/129 
FO 371/10826-033. 
FO 371/10867, E 1360/1091/44. 
FO 424/261, E 10619/32/44
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 
30.ıo.o.o/ıo6.695-430.10.
o.o/106.695.21. 
30.ıo.0.0/107.698.7. 
30.ıo.0.0/31.175.32. 
30.18. 1.1 /1ı.43.16. 
30.18.ı.1/13-19· 2. 
30.18. l. l /15. 54· 10. 
30.18.01-26/21. 
30.18.!.] /3-29.16. 

 KAYNAKÇA 

ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin İç Meseleleri Hakkındaki Bakanlık Kayıtları, 1910-29,"(mikrofılm koleksiyonu). 
867.00/1737. 
867.00/1745. 
867.00/1801. 
867.00/1812. 
867.00/1852. 
867.00/1853. 
867.00/1859. 
867.00/1863. 
867.00/1864. 
867.00/1866. 
867.00/1870. 
867.00/1872. 
867.00/1889. 
867.ooı/K31/12. 
867.ooı/K31/13. 
867.ooı/K31/14. 
867.ooı/K31/15. 
867.ooı/K3ı/4. 
867.ooı/K31/6. 
867.ooı/K31/8. 
867.ooı/K31/9. 
BASILI ARŞİV BELGELERİ 
British Documents on ForeiaAffairs: Reports and Papersfrom the Foreign Office. (Dış Meseleler Hakkındaki 
İngiliz Belgeleri: İngiliz Dışişleri Bakanlığı Rapor ve Belgeleri). Confidential Print, Part il, From the 
First to the Second World War, Series B, Turkey, Iran and the Middle East, 1918-1939. Cilt 31. 
Frederick, Md.: University Publications of America, 1997. 
British Documents on Foreign Affa irs; Reports and Papers Jrom the Foreign Office. (föş Meseleler Hakhndaki 
İngiliz Belgeleri: lngiliz Dışişleri Bakanlığı Rapor ve Belgeleri). Confidential Print, Part il, Series B, 
Turkey, lran and the Middle East 1918-1939. Cilt 30, Turkey, July 1923-March 1927 (Frederick, 
Md.: University Publications of America, 1985. 
Documents on British Foreign Policy 1919-1939. (lngiliz Dış Siyasetine İlişkin Belgeler, 1919-1939). Cilt 
XV!ll. Londra: Her Majesty's Stationary Office, 1972. 
içişleri Bakanlığı. Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Polis Arşiv Belgeleriyle Gerçekler. Ankara: Emniyet 
Genel Md. Araş. Planlama ve Koordinasyon, t.b. 
Ilıkan, Selma ve Ilıkan, Faruk, yay. haz. Ankara İstiklal Mahkemesi, Ankara İstiklal Mahkemesi'nde 
Cereyan Eden Su-i kasd ve Taklib-i Hükumet Davası'na Ait Resmi Zabıtlar. İstanbul: Simurg, 2005. 

BİRİNCİL KAYNAKLAR 

   Adıvar, Halide Edib. Ateşten Gömlek. İstanbul: Özgür, 2006. 
--Mor Salkımlı Ev. İstanbul: Atlas, 1967. 
--The Turkish Ordeal. New York: The Century Co., 1928. 
--Türkiye'de Şark, Garb ve Amerikan Tesirleri. İstanbul: Doğan Kardeş, 1955. 
Ahmet izzet Paşa. Feryadım. Cilt 2. İstanbul: Nehir, 1993. 
Altay, Fahrettin. 10 Yıl Savaş ve Sonrası: Görüp Geçirdiklerim. İstanbul: insel, 1970. 
Arar, İsmail. Halil Menteşe'nin Anıları. İstanbul: Hürriyet Vakfı, 1986. 
Atatürk, Mustafa Kemal. Eskişehir-İzmit Konuşmaları, 192y İlk Kez Sansürsüz, Tam Metin. İstanbul: Kaynak, 1993. 
--Mustafa Kemal'in Bütün Eserleri. Cilt 18. lstanbul: Kaynak, 2006. 
--Nutuk. Cilt 2. Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1984. 
Atay, Falih Rıfkı. Çankaya. İstanbul: Pozitif, 2004. 
--Atatürk'ün Hatıraları 1914-1919. Ankara: iş Bankası, 1965. 
Başikoğlu, Munise. "Babam Rıza Tevfik." Tarih ve Toplum 57-63 (1988-89): 9-14. 
Bilse!, Cemil. Lozan. Cilt 2. İstanbul: Ahmet İhsan Matbaası, 1933. 
Birgen, Muhittin. İttihat ve Terakki'de On Sene: İttihat ve Terakki Neydi? Cilt 1, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2006. 
Cebesoy, Ali Fuat. Siyasi Hatıralar. 2 cilt, lstanbul: Doğan Kardeş, 1960. 
Çerkes Ethem. Anılarım. İstanbul: Berfin, 1998. 
Demirel, Yücel ve Okur, Osman Zeki, yay. haz., CHP Grup Toplantısı Tutanakları 1923-1924. İstanbul: 
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002. 
Düstur. III. Tertib. Cilt V. Ankara: y.b. 1939. 
Fergan, Eşref Edip. İstiklal Mahkemelerinde Sebilürreşad'ın Romanı. yay. haz., Fahrettin Gün Ankara: Beyan, 2002. 
Grew, Joseph C. "The Peace Conference of Lausanne, 1922-1923," Proceedings of the American 
Philosophical Society 98:1 (1954): ı-ıo. 
İğdemir, Uluğ (yay. haz.). Sivas Kongresi Tutanakları Ankara: TTK, 1986. 
lnönü, ismet. Hatıralar. Cilt il. Ankara: Bilgi, 1987. 
Karabekir, Kazım. Nutuk ve Kazım Karabekir'den Cevaplar. 12 cilt. İstanbul: Emre, 1997. 
--Günlükler. 2 cilt, İstanbul: Yapı Kredi, 2009. 
Karay, Refik Halid. Minelbab llelmihrab: 1918 Mütarekesi Devrinde Olan Biten işlere ve Gelip Geçen 
İnsanlara Dair Bildiklerim. İstanbul: lnkilap, 1992. 
--Bir Ömür Boyunca. İstanbul: İletişim, 1996. 
Kılıç Ali, istiklal Mahkemesi Hatıraları. İstanbul: Sel, 1955. 
Malmisanıj, Cızira Botanlı Bedirhaniler ve Bedirhan Ailesi Derneğinin Tutanakları. Spanga, Sweden: APEC, 1994. 
Meray, Seha L., trans. and ed. Lozan Barış Konferan,ı Tutanakları, Belgeler. ı. Takım, Cilt, kitap 2. 
Ankara: Ankara Üniversitesi, 1969-73. 
Mevlanzade Rıfat. İttihat Terakki İktidarı ve Türkiye inkılabının İçyüzü. İstanbul: Yedi iklim, 1993. 
Noel, Edward W. C. Diary of Major Noel on Special Duty in Kurdistan. Baghdad: y.b., 1920. 
KAYNAKÇA 
Oranlı, Ziya, yay. haz., Atatürk'ün Şimdiye Kadar Yayınlanmamış Anılan: Anlatan Ali Metin, Atatürk'ün 
Emir Çavuşu. Ankara: Alkan, 1967. 
Orbay, Rauf. Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralanm. Cilt 2. İstanbul: Emre, 1993. 
Örgeevren, Ahmet Süreyya. Şeyh Said fsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi. İstanbul: Temel, 2002. 
Özalp, Kazım. Atatürk'ten Anılar. Ankara: Türkiye iş Bankası Yayınları, 1992. 
Rıza Nur. Dr. Rıza Nur'un Lozan Hatıra/an. İstanbul: Boğaziçi, 1999. 
--Hayat ve Hatıralanm. Cilt 1-IV İstanbul: Altındağ. 1968. 
--Hürriyet ve İtilaf Fırkası Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü. İstanbul: Kitapevi, 1996. 
Rıza Tevfik. Biraz da Ben Konuşayım. İstanbul: iletişim, 1993Şimşir, 
Bilal, yay. haz., Lozan Telaaftan. 2 cilt. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1990. 
Soyak, Hasan Rıza. Atatürk'ten Hatıralar. lstanbul: Yapı Kredi, 1973Süleyman 
Şefik. Hatıratım, Başıma Gelenler ve Gördüklerim: 31 Mart Vak'ası. İstanbul: Arma, 2004. 
Topuzlu, Cemil. Operatör Cemil Paşa: Hatıra/an. İstanbul: Türkiye, 1945. 
Turgut, Hulusi, yay. haz., Atatürk'ün Sffdaşı Kılıç Ali'nin Anılan. lstanbııl: İş Bankası Kültür Yayınlan, 2005. 
Türkgeldi, Ali Fuat. Görüp İşittiklerim. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1987. 
Yalman, Ahmet Emin. Gördüklerim ve Geçirdiklerim. Cilt 3 lstanbul: Rey, 1970. 

İKİNCİL KAYNAKLAR 

Adanır, Fikret. "Kemalist Authorianism and Fascist Trends in Turkey during the lnter-War Period." Fascism Outside Europe: 
           The European lmpulse against Domestic Conditions in the Diffusion of Global Fascism, yay. haz.,. Stein Ugelvik Larsen. 
           New York: Columbia University Press, 2001. 
Ahmad, Feroz. The Young Turks: The Committee of Union and Progress in Turkish Politics, 1908-1914. New York: Columbia University Press, 2009. 
Alakam, Rahat. Şerif Paşa: Bir Kürt Diplomatının Fırtınalı Yıllan. İstanbul: Avesta, 1998. 
Anıl, Yaşar Şahin. Mahkeme Tutanaklanna Göre lzmir Suikastı Davas,. İstanbul: Kastaş, 2005. 
Arar, lsmail. "Bir 15o'liğin Kitabı." Tarih ve Toplum ıo (1989): 318. 
Aşan, Aziz. Şeyh Sait Ayaklanması. İstanbul: y.b., 1991. 
Atay, Falih Rıfkı. Atatürkçülük Nedir? İstanbul: Ak, 1966. 
Avcı, Cemal. İzmir Suikasti: Bir Suikastin Perde Arkası. İstanbul: I.Q. Kültür Sanat, 2007. 
Aybars, Ergün. İstiklal Mahkemeleri 1920-1927. İzmir: 9 Eylül Üniv. Yay., 1988. 
Ayhan, Bünyamin. Hakimiyet-i Milliye. İstanbul: Zaman, 1949. 
--Milli Mücadele'de Basın: Olağanüstü Durumlarda Propaganda. Konya: Tablet, 2007. 
Aytepe, Oğuz. "Milli Mücadelede ve Gurbette Müfrit Bir Muhalif: Ömer Fevzi Eyüpoğlu 1884-1952." 
Toplumsal Tarih 53 (Mayıs 1998): 24-30. 
Bağ, Yaşar. Çerkeslerin Dünü Bugünü. İstanbul: Kafkas Derneği, 2001. 
Bardakçı, Murat. "Yüzellilikler Albümü." Tarih ve Toplum 70 (October 1989). 
--Şahbaba. Ankara: İnkilap, 2006. 
Baykal, Hülya. Türk Basın Tarihi 1831-1923= Tanzimat, Meşrutiyet, Milli Mücadele Dönemleri. lstanbul: Afa, 1990. 
Belgrave, Roland, and Taglia, Stefano. "Through Ottoman Eyes" in Cornucopia 36. 
http://www.cornucopia.net/aboutdrs.html (erişim 9 Ocak 2009). 
Bingöl, Sedat. "Yüzellilikler Meselesi." Masbr tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1994. 
--"Ömer Fevzi Bey'in Müdafaanamesi ve Mesut Fani'nin Hoybun'a İlişkin Bilgileri: İki 15o'lik 
Üzerine Notlar ve Belgeler" 62 (Şubat, 1999): 41-48. 
Birinci. Ali. Hürriyet ve itilaf Arkası: II. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve Terakki'ye Karşı Çıkanlar. İstanbul: Dergah, 1990. 
Bozarslan, Hamit. "Les Revoltes Kurdes En Turquie Kemaliste (Quelques Aspects)." Gue1Tes Mondiales at Conjlits Conu:mporains 151 (1988): 121-36. 
Bruinessen, Martin van. Agha, Shaikh and Stau:: The Social and Political Structures of Kurdistan. Londra ve New Jersey: Zed, 1992. 
Cemal, Behçet. Şeyh Said ve iaanı. İstanbul: Sel. 1955. 
Çiftçi, Ali. "Kazım Karabek.ir'in Siyasi Hayatı." Doktora tezi: Ankara Üniversitesi, 2005. 
Demirel. Ahmet. Birinci Meclisu: Muhalefet: İkinci Grup. İstanbul: iletişim, 1994. 
Demiryürek, Mehmet. "Kıbrıs'ta Bir 15o'lik: Sait Molla." http://www.biyotarih.com/'p=46 (erişim 6 Ocak 2009). 
Doğan, Avni. Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası. İstanbul: Dünya, 1964. 
Erdeha, Kamil. Yüzellilikler Yahut Milli Mücadelenin Muhasebesi. Ankara: Tekin, 1998. 
Erman, Azmi Nihat. İzmir Suikastı ve istiklal Mahkemeleri. İstanbul: Temel. 1971. 
Fanizade Mesut. Atatürk'ün Hayat Felsefesi. Antakya: y.b., 1938. 
Finefrock, Michael M. "From Sultanate to Republic: Mustafa Kemal Atatürk and the Structure of 
Turkish Politics 1922-1924." Doktora tezi: Princeton Üniversitesi, 1976. 
Göldaş, İsmail. Takrir-i Sükun Görüşmeleri. İstanbul: Belge, 1997. 
Goldstein, Erik. "British Offıcial Mind and the Lausanne Conference, 1922-1923." Power and Stability: 
British ForeiaPolia, 1865-1965, yay. haz., E. Goldstein and B J C McKercher. Londra, Portland, 
OR: Frank Cass, 2003. 
Goloğlu, Mahmut. Devrimler ve Tepkileri. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2007. 
Göztepe, Tarık Mümtaz. İmam Şamil: Kajkasya'nın Büyük Harp ve ihtilal Kahramanı. İstanbul: İnkılap, 1961. 
--Osmanoğul!arının Son Padişahı Vahdettin Gurbet Cehenneminde. İstanbul: Sebil. 1991. 
--Osman Oğullarının Son Padişahı Sultan Vadideddin Mütareke Gayyasında. İstanbul: Sebil. 1994. 
Gülmez, Nurettin. Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'da Yeni Gün. Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 1999. 
Güven, Zühtü. Anzavur İaanı; İstiklal Savaşı Hatıralarından Acı Bir Safaa. Ankara: iş Bankası Yayınları, 1965. 
Halıcı, Şaduman. "Yüzellilikler." Mastır tezi: Anadolu Üniversitesi, 1998. 
Harris, George S. "The Role of Turkish Military in Politics." Kısım ı. The Middle East journal, XIX (1965): 56-57. 
İğdemir, Uluğ. Biga Ayaklanması ve Anzavur Olaylan: Günlük Anılar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1973. 
Jwaideh, Wadie. The Kurdish National Movement: Its Origins and Developments. Syracuse: Syracuse 
University Press, 2006. 

KAYNAKÇA 

Kalafat, Yaşar. Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karekıeri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar. Ankara: 
Boğaziçi, 1992. 
Kalyoncu, Cemal. "Atatürk İle Paşaların Arasını Açmak istediler." Aksiyon (12 Eylül 2005). 
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=22484 (erişim 3 Aralık 2008). 
Kandemir, Feridun. Atatürk'e İzmir Sukastinden Ayn ıı Suikast. İstanbul: Ekincil, 1955. 
--Hatıralan ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay. İstanbul: Sinan, 1965. 
--Siyasi Dargınlıklar. Cilt 3. İstanbul: Ekicigil. 1955. 
--Sultan Vahdettin'in Son Günleri. İstanbul: Yağmur, 2008. 
Karaca, Emin. 15o'likler. İstanbul: Altın, 2007. 
Karaer, Nihat. Tam Bir Muhalif: Refik Halid Karay, Yüzellilikler Meselesi. İstanbul: Temel, 1998. 
Kibar, Nizamettin. "Muhalefetten Sesler ve Nizamettin Kibar." Birikim 35 (1992), 87-88. 
Kılıç, Sümer. İstiklal Mahkemeleri Adil miydi: İzmir Suikastı. İstanbul: Emre, 1994. 
Kocahanoğlu, Osman Selim. Atatürk'e Kurulan Pusu. İstanbul: Temel, 2005. 
Kutay, Cemal. 150'/ikler Faciası. İstanbul: Sıralar, 1955. 
--Çerkes Ethem Dosyası. İstanbul: Boğaziçi, 1973
--Yüzellikler Faciası. İstanbul: np. 1955. 
Martı, Metin, yay.haz., Mevlanzade Rıfat'ın Anılan. lstanbul:Arma, 1992. 
Mazıcı, Nurşen. Atatürk Döneminde Muhalefet. İstanbul: Dilmen, 1984. 
McDowell, David. A Modem History of the Kurds. Londra, New York: !. B. Tauris, 1996. 
Mert, Timuçin. Atatürk'ün Yanındaki Mehdi. İstanbul: Karakutu, 2006. 
Mumcu, Uğur. Gazi Paşa'ya Suikast. İstanbul: Tekin, 1992. 
Okday, İsmail Tevfik. Adana Vilayeti Matbuatı. Ankara: Hariciye Vekaleti Matbaası, 1932. 
Öksüz, Hikmet. Batı Trakya Türkleri. Çorum: Karam, 2006. 
Olson, Robert. The Emergence of Kurdish.Nationalism. Austin: Texas Üniversitesi, 1991. 
Önal. Sami, yay. haz., Hüsrev Gerede'nin Anılan: Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler. İstanbul: Literatür, 2002. 
Özkaya, Yücel. Milli Mücadele'de Basın 1919-1921. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1989. 
Özkök, Rüknü. Milli Mücadele Başlarken, Düzce-Bolu !syanlan. İstanbul: Karacan, 1970. 
Özoğlu, Hakan. Kurdish Notables and the Ottoman State: Evolving ldentities,Competing Loyalties and 
Shifting Boundries. Albany: SUNY Press, 2004. 
--"Sultan Vahdettin'in ABD Başkanı Coolidge'e Gönderdiği Bir Mektup." Toplumsal Tarih 142 
(Ekim, 2005): ıoo-106. 
Özsoy, Osman. Gazetecinin İnfazı. İstanbul: Timaş, 1997. 
Rıza Nur, Grew, Joseph. Lozan Banş Anlaşmasının Perde Arkası. İstanbul: Örgün, 2003. 
Sedat Bingöl "Ömer Fevzi Bey'in Müdafaanamesi ve Mesut Fani'nin Hoybun'a İlişkin Bilgileri: iki 
15o'lik Üzerine Notlar ve Belgeler." Toplumsal Tarih 62 (Şubat, 1999): 41-48. 
Sertoğlu. Mithat. "Amasya Protokolünün Tam ve Gerçek Metni." Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 3 (Aralık 
1967): 9-14. 
Sevim, Ali, Tura!. Akif .. Öztoprak, İzzet. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri. 3 cilt, Ankara: Türk Tarih 
Kurumu Basımevi, 1959. 
Shaw, Stanford. From Empire to Republic. Cilt 2, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Soysal. lihami. 150'/ikler. İstanbul: Gür, 1985. 
Stoddard, Philip H. "The Onoman Government and the Arabs, 19n to 1918" Doktora tezi, Princeton Üniversitesi, 1963. 
Tahir, Kemal. Kurt Kanunu. Ankara: Bilgi, 1969. 
Tevetoğlu, Fethi. Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar. Ankara: TTK, 1988. 
Toker, Metin. İsmet Paşa'yla On Yıl. 4 cilt, Ankara: Akis-Burçak, 1966-69. 
--Şeyh Sait ve isyanı. Ankara: Akis, 1968. 
Toker, Yalçın. 150'/iklerden Portreler. İstanbul: Toker, 2006. 
Tunaşar, Seyhun. Gizemli Bir Devrimci lsmail Canpolat. İstanbul: Piramit, 2004. 
Tunaya, Tarık Zafer. İslamcılık Akımı. İstanbul: Simavi, 1991. 
--Türkiyede Siyasi Partiler. 3 cilt, İstanbul: iletişim, 1999. 
--Türkiye'de Siyasi Partiler. İstanbul: Doğan Kardeş, 1952. 
Tunçay, Mete. "Zincire Vurulmuş Cumhuriyet." Toplumsal Tarih 91 (Temmuz 1991): 6. 
--Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999. 
Türker, Hasan. "Basın Özgürlüğü Tartışmaları: Cumhuriyet'in ilk Yıllarında Ankara-İstanbul 
Çatışması." Toplumsal Tarih 53 (Mayıs 1998): 15-23. 
Uğurlu, Nurer. Kürt Milliyetçiliği: Kürtler ve Şeyh Said lsyanı. İstanbul: Örgün, 2006. 
Villalta, Jorge Blanco. Atatürk. Çev. William Chambell. Ankara: TTK, 1979. 
Wasti, Syed Tanvir. "Feylosaf Rıza." Middle Eastem Studies 38 (2002): 83-100. 
Wright, Quincy. "The Mosul Dispute." The American Journal of lnternational Law, 20: 3 (1926): 453-64. 
Yalçın, Durmuş. "Milli Mücadele'de idareciler, Günümüzün ve Geleceğin idareciliği" Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt VII, 21 (1991), elektronik sürüm 
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Dergilcerik&IcerikN0=602, (3 Aralık 2008'de alındı). 
Yalçın, Tülün. Osmanlı'da Bir lngiliz Gelin. İstanbul: Can, 2004. 
Yeşil. Ahmet. Türkiye Cumhuriyeti'nde İlk Teşkilatlı Muhalefet Hareketi: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası. Ankara: Cedid. 2002. 
Zürcher, Erik )an, "Türkiye'de Kürt Milliyetçiliği: Zımni Sözleşmeden Ayaklanmaya, 1919-1925," İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye'de Etnik Çatışma içinde. İstanbul: iletişim, 2005. 
--. yay. haz., Political Opposition in the Early Turkish Republic: The Progressive Republican Party 19251925. Leiden: E.J.Brill, 1991. 
--The Unionist Factor: The Role of the Committee of Union and Progress in the Turkish National Movement 1905-1926. Leiden: E. ). Brill, 1984. 

GAZETELER 
Adalet 
Akşam 
Alemdar 
Anadolu 
Anadolu'da Yeni Gün 

KAYNAKÇA 

Cumhuriyet 
Dünya 
Hakimiyet-i Milliye 
İkaz 
ikdam 
istikbal 
Kahkaha 
Milliyet 
New York Times 
Presse du Soir 
Resmi Ceride 
Sada-yı Hak 
Son Telgraf 
Tevhid-i Efkar 
The Times 
Yeni Türkiye 


CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI 


CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI SON SÖZ, VE DEĞERLENDİRMELER., BÖLÜM 1

CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI SON SÖZ, VE DEĞERLENDİRMELER., BÖLÜM 1




Mustafa Kemal Atatürk'ün, Türkiye'de demokratik bir devletin temellerini atan cumhuriyetçi ve parlamenter bir rejime bağlı olduğu, ispatı gerekmeyen bir önerme olarak kabul edile gelmiştir. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarına kutsal bir dönem muamelesi yapıldığı için, bu biçimleniş yıllarının niteliği üzerine yapılan sistematik çalışmalar - siyasi çeşitlilik meselesine özel olarak dokundukları için-pek nadirdir. Mevcut çalışmalardan pek azı, kutuplaşma eğiliminden kaçmayı ve akademik araşhrma standartlarına sadık kalmayı başarabilmiştir. 

Bu, özellikle Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş dönemindeki iktidar mücadelesi konusunda belirgindir. 

İstiklal Savaşı (1919-22) Ankara'daki milliyetçiler lehine sonuçlandığında, Türkiye'de, ülkenin niteliğinin ve geleceğinin ne olacağına dair pek çok bilinmeyen vardı. 
Milliyetçiler, her ne kadar yeni idareye hakim olma ve hükümet konusunda kendi vizyonlarını dayatmada avantajlı konumda olsalar da, Osmanlı İmparatorluğun dan artakalan topraklarda, Ankara'daki milliyetçilere ve doğmakta olan cumhuriyet rejimine ciddi bir tehdit arzedebilecek, gözle görülür ve potansiyel sahibi iç gruplar vardı. 

Sonuç demişken, önce bu dönemdeki muhalefetin kimliğini hatırlayalım, ardından bu çalışmadaki her bölümde varılan sonuçların altını çizelim. Ankara'da doğmakta olan ve Türkiye tarihinin, bir ölçüde de İslam tarihinin akışını değiştirmeye niyetlenen bir rejimin, içerideki en önemli muhalifleri kimlerdi? Bu soruyu yöneltirken, ABD diplomatik arşivlerinden çıkan hayli uzak görüşlü bir belgeden yararlanmak istiyorum. 

15 Ekim 1923 tarihli bu belge, Türkiye'deki kaçınılmaz iktidar mücadelesinin muhtemel aktörlerini resmeder. Türkiye'deki Amerikan Konsolosu ve Birleşik Devletler Yüksek Komiserliği Delegesi Maynard B. Barnes tarafından kaleme alınan "Türkiye'deki Siyasi Durum" başlıklı bu rapor, Washington DC'deki Dışişleri Bakanlığı için Ankara'da hazırlandı.

Raporun, Türkiye' deki yeni rejimin cumhuriyet olarak ilanından sadece iki hafta önce yazılmış olması, kayda değer. 

Bu bize, Ankara'daki ABD diplomatik personelinin, Türkiye'nin içindeki iktidar yapılarına bakışını gösteriyor. 
Rapor, Lozan Antlaşmasının 1923'te imzalanmasından sonra, "Milliyetçilerin" hizipleşme emareleri gösterdiği ifadesiyle başlıyor. Raporda, aralarında İzmir'e giren Osmanlı Ordusu sabık kumandanı Nurettin Paşa, sabık İzmir valisi Rahmi Bey, Refet (Bele) Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Rauf (Orbay) Bey'in de 
bulunduğu, Mustafa Kemal'e karşı olan belli isimler sayılıyor ve İzmir nüfusunun büyük bir kısmının, Kemalist rejime sempati beslemediği öne sürülüyor. 

Maynard Barnes, öteki olası muhalefet gruplarını listelemeyi sürdürüyor: 
Yarbay ve albay rütbesindeki daha yaşlı birçok subay, son üç yıl içinde daha genç pek çok subayın, onların önüne geçerek generalliğe terfi etmiş olmasından dolayı küskünler. Üstelik bütçeyi kısabilmek için, yakın zamanda düzenli ordudaki altı bin subayın ihtiyat subayı sınıfına geçirilmesi, askeri çevrelerde bir başka hoşnutsuz luk odağı yaratmış durumda. 

Raporun, askeriyenin belli kesimlerini 'küskün" ve Mustafa Kemal'e bir muhalefet kaynağı olarak görmesi, kayda değer bir durum. Türk ordusu tarihsel olarak siyasi değişimin vasıtası olduğundan, onun doğmakta olan rejime muhalefeti, eğer gerçek olursa, Kemalist vizyonu altüst ederdi. 

Maynard Barnes, Refet Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Rauf Bey gibi Mustafa Kemal'in, bir yıl sonra BMM'de ilk muhalefet partisini kurmuş eski sırdaşları arasında da hizipleşme olduğu gözleminde bulunur. 
Amerikan konsolosunun Ankara'daki gözlemlerine ve Türkiye'de topladığı istihbarata dayanarak, Mustafa Kemal'e "ciddi muhalefet" başlığı altında listelediği öteki muhalif grupların başında, eski "Saltanat yanlıları" ve " Hoca Takımı" 2 gelmektedir. 

Mustafa Kemal, saltanatı lağvetmekle, eğitimli sınıfın daha muhafazakar unsurlarını, özellikle de İstanbul, İzmir ve diğer büyük Yazar ulemayı veya din görevlilerini kastediyor olmalıdır. merkezlerdeki servet ve nüfuz sahibi köklü aileleri, kendi davasından uzaklaştırmış ve böylelikle, daha iyi bir terim bulunmadığı için monarşist grup diye tanımlanabilecek bir grup yaratmış oldu. 
Bu hareket, geçmiş yıllarda o kadar belirgin olmayan, ama o sırada gayet etkili olan ve milliyetçilerin din adamı karşıtı eğilimine bakılırsa, mevcut rejimin yürürlüğe sokmaya çabaladığı eğitsel, toplumsal ve dini inkılapların başlamasıyla birlikte mütemadiyen yükseleceğine hiç şüphe olmayan, hoca takımından gelecek muhale[ eti de hızlandırdı. 

Raporun bu bölümünde kayda değer iki gözlem vardır. Bunlardan ilki, saltanatın lağvından (ı Kasım 1922) bir yıl :;onra bile, "saltanat yanlıları," Kemalistler için hala büyük bir tehlikeydi. İkincisi, daha "hilafet" lağv edilmemişken bile, Ankara'nın "din adamı karşıtı" eğilimlerinin farkında olan ulema, milliyetçi rejime gözle görülür bir muhalefet teşkil ediyordu. Bu gruplarla bağlantılı olarak, işsiz kalmış koca bir eski rejimin memurları ordusunun da muhtemel bir muhalif güç teşkil ettiğini kaydeden rapor, İTC'yi Mustafa Kemal'e yönelik en büyük tehdit olarak ayrı bir yere koyuyordu. 

En ciddi muhalefet, son zamanlarda dirilen İttihat ve Terakki Fırkası 'ndan gelmektedir [vurgu bana ait]. Bu fırka, Türkiye'nin en etkili gazetesi Tanin'in başyazarı Hüseyin Cahit Bey, İzmirli Rahmi Bey, Triumvira döneminin Maliye Nazırı Cavit Bey, Cavit Bey'in de üyesi bulunduğu kabinede nafıa nazırlığı yapan Şükrü Bey ve iaşe nazırı olarak Şükrü ve Cavit beylerle ve kuruluşundan itibaren İttihat ve Terakki Fırkasının genel sekreteri Midhat Şükrü Bey'le mesai arkadaşlığı yapmış olan Kemal Bey tarafından ehliyetle yönetilmektedir. 

Rapor, Mudanya Mütarekesi'ne {II Ekim 1922) kadar ve ondan çok daha sonraları bile, Milliyetçilerle İTC'nin aynı şey sanıldığını kabul eder. Ancak genel seçimler yapılınca, birçok Milliyetçi, tanınmış İttihatçıların pek çoğunun Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) saflarında yer almadığını farketmeye başladı. Bu İTC'nin, CHF içine tamamen alınıp eritilemediğinin ve Kemalistlerden ayrı bir yerde durduğunun ilk göstergesiydi. Rapor devam eder: 

İttihat ve Terakki Fırkası'nın Halk Fırkası'ndan ayrı bir fırka olarak var olduğu gerçeği apaçık ortaya çıkmıştır. Halk Fırkası liderleri, ittihatçılığın Milliyetçiliğe evrildiği ve eski İttihat ve Terakki Fırkası'nın var olmadığı konusundaki karşı iddialarında hala ayak diremektedirler. Ancak, eski [İTC] liderlerinin, henüz resmen partiye kaydolmayı uygun görmedikleri gerçeğine rağmen partinin aslen var olduğuna hiç şüphe yoktur. 

Esasen, mevcut liderlerin son birkaç aydır gayretle yenilemeye çalıştıkları eski parti aygıtını dahi, hemen hemen hiç  dokunulmamış bir halde tevarüs etmiştir. Doğrusunu isterseniz, gerçekte var olmayan Halk Fırkasıdır. O, Mustafa Kemal Paşa'nın popülaritesi üzerine inşa edilmiş tamamen hayali bir örgüttür [vurgu bana ait]. Partinin sıradan efradı hala, Kemal'in popülaritesi söndükçe ve kuvvetli İttihatçı liderler siyasi arenaya açıkça girdikçe, asıl partilerine geri dönecek olan İttihatçılardır. 

Raporun bu bölümü, çeşitli bakımlardan son derece alışılmadıktır. 
Birincisi, bizi, CHF'li liderlerin İTC'yi CHF içinde erimiş bir örgüt olarak tanımlamak istediklerinden haberdar eder; dolayısıyla, İTC diye bir şey artık var olmuyordu ama popülaritesi CHF'ye geçecekti. Bu önemlidir, çünkü 1926'da görülen davalarda İTC mensuplarına yöneltilen en büyük suçlama, onların CHF'ye karşı İTC'yi yeniden diriltmeyi planlamalarıydı. 

Bu rapordaki bilgilere dayanarak, milliyetçilerin başlangıçta İTC'nin nüfuzunu kullanmayı istedikleri, ancak İTC'nin cumhuriyetin siyasi arenasına ayrı bir parti olarak yeniden döneceği şüphesi ortaya çıkınca, Türkiye'deki İTC liderlerini bertaraf etme yoluna gittikleri sonucu çıkarılabilir. 

Rapordaki bir diğer önemli gözlem, Mustafa Kemal'in popülaritesi sönmeye yüz tuttuğunda, onun yerine geçebilecek başlıca gücün İTC'nin var olan siyasi seçkinleri olduğu savıdır. Burada, bu popülaritenin er veya geç söneceği iması mevcuttur. Mustafa Kemal'in popülaritesinin ömrünün, en azından kısmen, İTC liderlerinin siyaset sahnesinden silinmesine bağlı olması ihtimalini zihnimizde evirip çevirmeliyiz. Mustafa Kemal, CHF'nin varlığının büyük ölçüde, İTC'nin ortadan kalkmasına bağlı olduğunun, herhalde farkındaydı; İTC liderlerinin ne yapacağına güvenilemezdi. 

Amerikan konsolosu, r923'te, İTC'nin yakın gelecekte Mustafa Kemal ve CHF'nin yerini alacağına ve asıl hayali örgütün, ileride bir anda İTC tarafına geçmek için fırsat kollayan alt kademeden birçok İTC mensubunu saflarında barındıran CHF olduğuna inanmış durumdaydı. Eğer yabancı bir diplomat bunu görebiliyorsa, yerli politikacılar ve tabii hükümetteki Kemalistler de kesinlikle görebilirdi. 
Barnes, Kemalistlerle İTC arasında öne çıkan siyasi meseleyi, milliyetçilik/pan-İslamizm karşıtlığı olarak görür. Kemalistler milliyetçi idiler ve Misak-ı Milli'ninJ öngördüğü devlet sınırları üzerinde ısrarcıydılar. Bu sınırlar içindeki her şeyi Türkleştirmek istiyorlardı. İTC ise Türkiye'nin pan-İslamizm vasıtasıyla yeniden bir büyük devlet olabileceğine inanıyordu. İkisi arasındaki diğer çab.şma, hükümet biçimi konusundan çıkıyordu. 

Kemalistler, Mustafa Kemal'in arzularına göre biçimlenmiş ve halifenin herhangi bir müdahalesinden arındırılmış bir yönetime sahip olmayı umuyorlardı. 
Oysa İTC, Avrupai parlamenter sisteme dayanan ama kesinlikle halifeye bağlı bir hükümet istiyordu. 

Amerikalı gözlemci, Türk ordusunun, askerin siyasetteki iktidarının bilincinde olan Mustafa Kemal'e karşı başarılı bir darbe yapabileceğine inanmaz. Yürürlükteki rejime karşı bir halk devriminin Türkiye' de bilinmeyen bir olgu olduğunun ve bir darbeyi ancak askeriyenin başarıya ulaştırabileceğinin farkında olan Mustafa Kemal, gözünü üzerlerinden ayırmadan, tatmin olmamış yüksek rütbeli subayların kimini emekliye ayırdı, kimini de askere kumanda edemeyecekleri mevkilere atadı -bu daha önce İTC'nin sıkça başvurduğu bir uygulama. Küçük rütbeli subaylara gelince, Barnes bu konuda "Mustafa Kemal sürekli onların hayatını iyileştirmek için didiniyordu. Meclis, daha geçenlerde, subay maaşlarını yaklaşık yüzde 
elli artırdı," der. 

Bu beyanname Osmanlı Meclis-i Mebusandan 2.8 Ocak 192.o'de geçti. 

Altı maddesi vardı ve bunlar Osmanlı Devleti'nin toprak hedeflerini belirliyordu. 
Rapor, İTC mensuplarının siyasette çok daha deneyimli adaylar oldukları ve gelecek 1927 seçimlerinde ezici bir çoğunlukla parlamentoya girecekleri, dolayısıyla Kemalistleri iktidardan indirmek için güç kullanmaya başvurmayacakları kanısındadır. 
Aslına bakılırsa Barnes, İTC siyasi arenaya girer girmez, gerçekte eski İTC yoldaşı ya da gönüldaşı olan pek çok CHF mensubunun saf değiştirip İTC'ye katılacağı görüşündedir. 
Mustafa Kemal'in inişiyle ittihatçıların zaferi arasında doğal bir korelasyon olduğu, yanlış bir düşüncedir. İttihatçılar, mevcut siyasi durumun, Türk devletinin başında güçlü bir hakim figür bulunmasını gerektirdiğinin farkındadırlar. Dahası, Mustafa Kemal'in gerek Türkiye'de, gerekse diğer Müslüman ülkelerindeki popülaritesini görmekte, ilaveten onun amacının samimiyetini de kabul etmektedirler. 
Ama Halk Fırkasının lideri olarak onu asla kabullenemezler. 
Bu yüzden, İTC liderleri ona CHF başkanlığından ayrılmasını ve siyasete uzak durmasını tavsiye ettiler. Bu İTC liderlerinin güçlü devlet başkanı açığını kapatacak, hükümeti de yeniden İTC'ye döndürecekti. Maynard B. Barnes, keskin bir yabancı gözlemci olarak, Türkiye'deki siyasi tabloyu gayet doğru bir biçimde okumuşa benzemektedir. Ancak, tarihin de gösterdiği gibi, Mustafa Kemal'in yeni Türkiye vizyonu ve kendisinin bu vizyondaki rolü, İTC'ninkilerle çatıştığı için, tahminleri tutmamıştır. İTC'den iktidarına gelen tehdidi gören Mustafa Kemal, onlarla hesaplaşmayı seçmiş ve sonunda, gayet zekice siyasi manevralarla hepsini ortadan kaldırmıştır. Dördüncü Bölümde de gösterildiği gibi, ufuktaki 1927 seçimlerinden bir yıl önce, nüfuzlu İTC mensuplarından sonuncusu da idam edilmiş bulunuyordu. 

Maynard Barnes'ın raporu, doğmakta olan rejimin muhaliflerini askeri efrat, saltanat yanlıları, ulema, memurlar ve İTC olarak teşhis eder; bu kategorilerin kimileri ister istemez örtüşür. Mustafa Kemal, bu grupların muhalif tutumlarının kuvvetle farkında olsa gerektir. Askeriyedeki, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Nurettin, Cafer Tayyar Paşalar gibi "general" rütbeli muhalif şahsiyetler, ordudan ayrılmaya zorlandı. Daha küçük rütbeli subaylar ise hızla yeni rejimin içine alındı. Bu gruplar, yeni rejim tarafından müesses nizamın muhtemel düşmanları olarak hedef alındı ve susturuldu. 

Raporu, 21. yüzyılda sahip olduğumuz bilgilerle incelemenin çok açık avantajları vardır. Tarihin nasıl geliştiğini ve rapordaki bazı tahminlerin nasıl boşa çıktığını biliyoruz. Geleceği tahmin etmedeki bu isabetsizliğin başlıca nedeni, yabancı raporların, Mustafa Kemal'in siyasi hasımlarına meydan okumadaki görülmemiş siyasi yeteneğini azımsamalarıdır. Bununla birlikte, raporun Mustafa Kemal'e muhalefet eden güçleri tasviri, bu gayet müdrik kişinin, bu güçleri önceden tanımaktaki ferasetini ve onları bertaraf etmek için yaptığı manevraları görmemize fırsat sağlar. 

Bu kitap, üç muhalefet kaynağı seçmiş ve onlara odaklanmıştır: 

1) Ankara'ya muhalefet; 
2) Ankara'daki muhalefet; 
3) Geneldeki muhalefet. 

Ankara'ya muhalefet, ABD raporunda saltanat yanlıları olarak teşhis edilen kimi grupları (söz gelimi, İTC hükümetinin yerini alan ve Sevr Antlaşması gibi aleyhte antlaşmalar müzakere edilir ve imzalanırken iktidarda olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyeleri gibi) kapsıyordu. Bu eklektik grubun, Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Ankara'daki BMM'nin otoritesini sorgulayanlara örnek olmasına karar verildi. "Yüzellilikler Olayı"nı bu grubu temsil etmek üzere seçtim. 

Analizimiz, Ankara rejimince kendi insanlarına ihanet etmekle damgalanan bu 150 kişilik grupla başladı. Bölümde, erken cumhuriyet tarihinde "150'likler Olayı"na yol açan ulusal ve uluslararası koşullar incelendikten sonra, bu seçilmiş 150 kişinin mevcut biyografileri ele alındı. Temel amaç, listeye dahil edilmelerine gerekçe olarak geçmişlerinde anlamlı bir örüntünün varlığını gösterebilmekti. Ancak, listenin daha yakından tetkiki, bu grubun son derece eklektik bir yapıda olduğunu ortaya koyar. Liste gelişigüzel hazırlanmış, mensupları keyfi olarak seçilmiştir. 

Biliyoruz ki, Ankara'nın başlıca hedefi, İstanbul'daki eski mukabilleri ve millete, iplerin Ankara'nın elinde olduğunu gösterme kararlılığıydı. Bu bir anlamda, 
Ankara'nın iç siyasette olgunluğa eriştiğinin bir ilanıydı. Bu yüzden, muhtelif Hürriyet ve İtilafçı siyaset ve devlet adamları, sembolik olarak seçildiler. 150'liklerin içinde, yüksek mevkili ulemadan bazıları, İstanbul'u Ankara'ya üstün gören Osmanlı kamu görevlileri, siyasetçiler ve basın mensupları gibi İTC karşıtı koalisyonun değişik kesimleri de barınıyordu. Gevşekçe, "saltanat yanlıları" diye tasnif edilebilecek bu grubun Ankara çevresine (Milliyetçiler) duyduğu nefret, onların aslında, iktidardayken muhaliflerine büyük baskı yapan İTC'nin bir cephesi olduğuna inanmalarından ileri geliyordu. 

Ankara'ya yönelen potansiyel tehdidin ortadan kaldırılmasında ana hedef, her ne kadar bu eski İTC karşıtı saltanat yanlıları ise de, listede başlangıçta milli harekete hizmet eden ve onun takdirini kazanan Çerkes Ethem'in yandaşları ağır basıyordu. Ethem, Ankara'yla (özellikle İsmet Paşa'yla) ters düşünce, milisleriyle birlikte yönetime cephe aldı. Eğer saltanat yanlıları, geriye kalan imparatorluk taraftarları nı caydırsın diye seçilmişlerse, Ethem ve onun Çerkes taraftarları da Anaciolu'daki adı sanı bilinmeyen silahlı asi topluluklarına örnek olsun diye seçilmiş olabilirler. Ayrıca Ethem, düşman Yunan ordusu için, milliyetçilere sorun çıkaracak değerli bir kaynak olabilirdi. Ancak, aksi yöndeki iddialara rağmen, Ethem'in milliyetçilere 
karşı Yunanlılara askeri yardımda bulunduğu net bir biçimde ortaya konamamış tır. Her halükarda, 15o'likler listesine konmak üzere seçilen şahısların tamamı, Ankara'nın düşmanı, dolayısıyla vatan haini olarak algılandı. 

Ülkede, Ankara'ya karşı hasmane duygular besleyen ve potansiyel bir tehdit teşkil eden 15o'den fazla insan olduğu açıktı; ancak Lozan Antlaşmasının genel affa dair hükmü dolayısıyla sürgün listesine ancak 150 Müslüman asıllının ismi girebiliyor du. Listenin 6oo'den 3oo'e, oradan da 15o'ye indirilmesi, BMM için bir meydan okumaydı. İkinci Bölüm, 150 ismin seçim sürecinde kişisel rekabetlerin oynadığı rolü ve listenin ancak taraflı biçimde kesinleştirildiğini gösterir. Buna rağmen, yeni rejimin muhaliflerine bir mesaj gönderme şeklindeki genel amaç başarılmıştır. 15o'likler olayı, Ankara hükümetinin ülkedeki saltanat yanlıları üzerinde otoritesini tesis ettiğini açıkça ispatladı. Polis raporlarından, Ankara'nın bu kişilerden bazılarını muhbir olarak dahi kullandığını biliyoruz. 

Üçüncü Bölüm Ankara'daki muhalefet üzerinde yoğunlaşarak milli hareket içindeki iktidar mücadelesini merceğe aldı. Bu dönem, Mustafa Kemal'e ve onun çekirdek grubuna, meclisteki tek siyasi muhalefeti zorla bastırma bahanesi veren Kürt/İslamcı bir ayaklanma olan 1925 Şeyh Said İsyanıyla başladı. Bu bölümde, bu isyanın, hükümete yegane muhalefet partisi TCF'nin kimi mensuplarını itibarsızlaştırma, hapse atma ve etkin bir biçimde susturma yetkisi veren olağanüstü bir kanun olan Takrir-i Sükunun getirilmesinin yolunu nasıl açtığı gösterildi. Ayaklanmanın ardından İstiklal Mahkemesinde görülen davalar sonucunda TCF kapatıldı; ama üyeleri, partisiz bir muhalefet bloğu olarak 1926'ya kadar BMM'de bulunmaya devam ettiler. Hükümetin, Takrir-i Sükun dahilinde gücünün sınırlarını tecrübe etmesi de kayda değer bir olgudur; muhalefeti topyekun olarak yok etmede nerelere kadar gidebileceğini kendi de bilmiyordu. TCF, Kürt isyanını, ona doğrudan yardım etmese bile esin verenin ancak muhalefet partisi olabileceği suçlamasıyla gözden düşürülünce, durdu. İsyana iştirak etmiş olsun ya da olmasın, çoğu Kürdün, sonuçlarından en az onlar kadar, hatta daha fazla çekmiş olduğu gerçeğine rağmen, Takrir-i Sükunun ana hedefi BMM'deki muhalefet ve bazı entelektüellermiş gibi gözükmektedir. Hükümetin, 
askıdaki susturma politikalarına gerekçe bulabilmesi için, isyan tehlikesini abartması gerekiyordu. Halk doğru bilgiye erişemediği için, böyle bir abartma zor da değildi; nihayetinde bilgi halka hükümet kontrolündeki basın aracılığıyla 
dağılıyordu. Ancak zor olan, muhalefeti isyanla ilişkilendirmekti. Gerçi CHF yeni kurulmuştu, ama başında ehil devlet adamları ve çoğu İstiklal Savaşı esnasında halkın gözünde kahraman mertebesine ulaşmış, sevilen askerler bulunuyordu. Bu işin nasıl becerildiği ve muhalefet liderlerinin siyasi ve adli manevralarla nasıl tecrit edildiği, Üçüncü Bölümde gösterilmiştir. Muhalefet, iktidar olma hırsı bakımından kesinlikle CHF'yle aşık atabilecek durumda değildi, çünkü TCF, CHF'nin hangi uç noktalara kadar gitmeyi göze aldığını yanlış hesap etmişti. 

Bu süreçte, sadece BMM'deki muhalefet tecrit edilmekle kalınmadı, içinde solcu ve İslamcı basının da yer aldığı her türlü muhalif düşünce çizgisi de hedef alındı. Şeyh Said İsyanının İslami karakteriyle birlikte İslamcı basın kolay bir hedef olmuştu, çünkü onlar Ankara hükümetine karşı eleştirel tonda makaleler yayınlıyorlardı. Birçok potansiyel İslamcı lider tutuklandı ve ilerleme ve modernleşme önünde büyük bir engel saydığı hasım ulemayı yola getirmeye ahdetmiş hükümetin bu taahhüdünü pekiştiren istiklal Mahkemelerinde yargılandı. Öte yandan, hükümet aynı ithamla, yani entelektüel yönelimleri ve siyasi taahhütleriyle yeni rejimin selametini tehlikeye atan solcuları da hedef aldı. 
Şeyh Said İsyanının, zamanın Kürt milliyetçiliği ve İslamcılık davasının işine yaramaktan çok Kemalist hükümete hizmet ettiği açıktır. İzleyen dönemde, bu isyanın Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Kürt milliyetçiliği mücadelesinin sembolü olduğunu biliyoruz; ama 1925'te o sadece Kürt siyasi hareketlerinin ne kadar bölünmüş ve kırılgan olduğunu gösteriyordu. Bu yüzden, Üçüncü Bölümde nazik bir soru sorulmuştur: Şeyh Said İsyanı, Türkiye'deki siyasi muhalefeti bertaraf etmek için, Ankara hükümeti tarafından mı körüklendi? Bölümde, eldeki bilgilere dayanılarak. isyanın hükümet tarafından körüklenmediği, ancak ustaca kullanıldığı şeklinde bir düşüncenin, daha büyük bir güvenle ileri sürülebileceği sonucuna varılmıştır. 

Buradan, susturma sürecinin nihai aşamasını gösteren sonraki bölüme geçeriz. 1926' da, yani bir sonraki genel seçimlerden bir yıl önce, kapatılan TCF'nin üyeleri hala meclisteydi. Hükümete yaptıkları muhalefet adamakıllı yola getirilmiş olmakla birlikte, daha radikal inkılapların (örneğin harf inkılabı) geçmesi için gereken sessizliği bozabilirlerdi. Muhalefet mensuplarıyla CHF'deki radikaller arasındaki kişisel husumetler, hükümetin Şeyh Said İsyanından sonra TCF'ye karşı olan icraatı nedeniyle o sırada, zaten iyice artmıştı. Hükümetin -ve özellikle Mustafa Kemal'in-bir diğer korkusu da, TCF ile sabık İTC arasındaki mahiyeti bilinmeyen işbirliğiydi. Kemalistler, İTC ağının CHF'ye yönelteceği siyasi tehdidin çok iyi farkındaydılar. Dahası, İTC'nin yeraltı faaliyetleri ve siyasi cinayetleri, bazısı bu faaliyetlerde birinci elden tecrübe sahibi olmuş birçok Kemalistin yakından tanıdığı şeylerdi. Bu yüzden hükümetin, 1926'da, İTC artıklarını kendi iktidarına en büyük tehdit -1927 genel seçimlerinden önce hızla icabına bakılması gereken bir tehditsaydığını söylemek yerindedir. İTC ağından artakalanların, 1926'daki örgüt yapısına ve kuvvetine dair pek fazla şey bilmiyoruz; ancak, bunun CHF'yi ve 
Mustafa Kemal'i kaygılandırdığını biliyoruz. 

İzmir suikastı tertibi, bu siyasi ortamda keşfedildi; bu yüzden de hemen
hükümetin bundaki rolü konusunda sorular yükseldi. Hükümetin, siyasi muhalefeti susturma sürecini tamamlamak için bahane aradığı, herkesin bildiği bir konuydu. Böyle bir komplo hükümetin o kadar işine yaramış görünüyordu ki, yabancı gözlemciler ve muhalefet mensupları, hükümetin komploda bir parmağı olup olmadığı ihtimalini düşünmeye giriştiler. Dördüncü Bölümde bu komplo incelenmiş ve komplonun sahihliğinden kuşkulanmak için yeterli bilgi bulunmadığı sonucuna varılmıştır. 

Yine de, komplo ortaya çıkarıldığı andan itibaren, hükümet onu rejime destek sağlamak ve muhalefeti baskı altına almak için ustaca kullanmıştır. 

Hükümetin hedefinde, tamamen ehlileştirilemese de sesi kısılmış olan muhalefetin bulunduğu açıktı; ancak, CHF'deki radikallerin, muhalefetin her türlüsünü kendi kişisel güvenliklerine doğrudan bir tehdit saydıklarını da belirtelim. Bu bakımdan, 1926'daki İzmir suikash tertibi, 1925'teki Şeyh Said İsyanı kadar vakitliydi. Bununla birlikte, hükümetin iki olaya tepkisi arasında bir fark vardı. İktidardakiler, Şeyh Said İsyanının aksine bu komployu siyasi kazanca nasıl çevirmek gerektiği konusunda tam bir fikir birliği içinde değillerdi. Söz gelimi İsmet Paşa'nın, bunu sadece hükümetin popülaritesini artırmak için kullanmak istediğini biliyoruz. Buna karşılık, Mustafa Kemal ve radikal Mustafa Kemal yandaşları ise, onu, ister TCF, ister İTC liderleri olsun, her tür muhalefetten bir kalemde kurtulmak için kullanmayı seçtiler. Mustafa Kemal, İsmet Paşa'yı, bu komplonun her türlü muhalefet liderliğini tamamen söküp atmak konusunda arz ettiği büyük fırsata derhal ikna etti. Durumun tamamen onun kontrolünde olduğunu söylemeye bile gerek yok. 

Muhalefet liderlerinin komployla bağlantısının kurulması kaçınılmazdı. İzmir davaları, esasen TCF liderleriyle uğraşmak zihniyetiyle iç içe geçmişti. Mahkeme tutanaklarını ve savcının iddianamesini takip edenler, TCF'deki saygın paşaların (Kazım Karabekir, Refet ve Ali Fuat gibi) hapse gitmekten kurtarılacakları ya da daha da kötüsü onların tevkif edilmelerindeki ana motivasyonun ünlerine leke sürmek olduğu duygusuna kapılabilir. Bunu, İstiklal Mahkemesi inatla onların tutuklanmasını (hatta İsmet Paşa'yla ters düşecek derecede) talep ederken, savcının tutuklu paşaların komplodaki suçuyla ilgili en ufak bir ithamda bulunmaya bile kalkışmamasından çıkarıyoruz. Mahkemenin, başvekilin itirazına rağmen, 

***

8 Şubat 2020 Cumartesi

Türk Dış Politikası, Türkiye Toplumunun İki Asırlık Bunalımı

Türk Dış Politikası, Türkiye Toplumunun İki Asırlık Bunalımı 



21. Yüzyılda Türkiye’nin Dış Politika Tercihlerinin Kökenleri 


Tolga ÖZTÜRK 

Özet 

Bu çalışma Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden günümüz Türkiye’sine kadar olan Batılılaşma sürecini incelemektedir. Bu çerçevede, Türkiye’de yaşanan jakoben hareketler ele alınmıştır. Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden sonra Dünya siyasetinde önemli değişiklikler yaşanmıştır. Türkiye de bu değişimlerden etkilenmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’de bu değişimin nasıl yaşandığı incelenmiştir. 21. yüzyılda hala devam etmekte olan 
Türkiye’deki toplumsal bunalım kendisini dış politika tercihlerinde de göstermektedir. Türkiye’nin dış politika tercihleri, batılılaşma sürecinde yaşadığı toplumsal bunalımlar çerçevesinde değerlendirilmiştir. 


Giriş 

Türkiye toplumunun iki asrı aşan siyasal bölünmüşlüğünün kaynağında yatan nedenler derin bir tarihi arka plana dayanmaktadır. Bu tarihi arka plandan kaynaklanan toplumsal bölünmüşlük ülkenin siyasal tercihlerine ve buna bağlı olarak dış politikasındaki tercihlerine ciddi biçimde yansımıştır. 

Bir Balkan İmparatorluğu olan Osmanlılar, bilhassa Sultan 2. Mehmed döneminde, İstanbul fethinden sonra -Sultan 1. Selim döneminde İslam topraklarının tek çatı altında toplandığı dönem haricinde- sürekli Batı toplumu ile ilişki içerisinde olmuştur. Batı. ile ilişkilerin büyük çoğunluğunu savaşlar oluşturuyor olsa da bu Türkiye toplumu ile Batılılar arasında sürekli bir bilgi alışverişi ve karşılıklı etkileşimi doğurmuştur. 

. Çalışmada Batı kelimesi ile 15.yüzyıldan günümüze dek Batı ve Orta Avrupalı devletler kastedilmektedir. 

Osmanlı İmparatorluğu gibi Doğu’nun büyük, çok kültürlü ve merkezi 
imparatorlukları Orta Çağ’dan 20.yüzyılın başlarına kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. 

Fakat söz konusu Eski Dünya’nın merkezi imparatorluklarının yerini, reformlarını başarıyla uygulayan ve sanayi devrimini gerçekleştiren Batılı ulus devletler almıştır. Batının yükselişiyle birlikte tüm dünyaya hâkim olmaya başlamasıyla merkezi imparatorluklar ve toplumlar hızlı bir şekilde Batının etkisi altına girmeye başlamıştır. Sanayi devrimi ile birlikte gelen siyasal yapılanmalar tüm dünyanın siyasal konjonktürünü kökünden değiştirmiştir. 

Batı ile komşu olan Osmanlılarda ise değişim diğer İslam toplumlarına oranla daha farklı bir çerçevede ilerlemiştir. Daha önce Batı tarafından örnek alınan Osmanlı, sonraki çağlarda Batıyı örnek alır hale gelmiştir. Bu değişim hem devlet nezdinde, hem de toplumsal düzeyde travmalara yol açmıştır. Osmanlı Türkiye’sinden günümüze dek Batıyı takip etme ve anlamlandırma çabaları toplumsal sarsıntılara yol açarken, siyasi alanlarda da doğal olarak bunalımlara neden olmuştur. 

Türkiye toplumunun, sanayi devrimini gerçekleştiremeyip seyretmekle yetinen 
Merkezi İmparatorluğunu ağır ağır kaybetmesinden kaynaklanan bunalımı, günümüzde hala atlatılamamış tır. Türkiye toplumunun iki asırlık bu bunalımı, toplumun bir kesiminin Batılılaşma adına kendi içine yabancılaşmasını doğurmuş, diğer bir kesimin ise tepkisellikten kurtulamayarak modernleşmenin önünde engel görülmesine neden olmuştur. Bu ikilem, ülkenin iç siyasetinde şiddetli bir seyir halini alırken doğal bir biçimde dış politika tercihlerinde de kendisini göstermiştir. 

Orta Çağ’dan Günümüze Batı, Batılılaşma ve Türkiye Toplumunun Bunalımı 

Batı Avrupa’nın kültürel dünyasının temel taşı olan Hıristiyanlık, kıtanın dünya 
üzerindeki rolünü de ağırlıklı olarak belirlemiştir. Roma merkezli Katolik mezhebinin felsefesi temelde mistisizmin önemli yer tuttuğu ve dünya işleriyle temelde fazla ilgili olmayan bir boyutta olmuştur. Bu felsefe tek merkezde yönetmeye çalıştığı kıta Avrupa’sının içerisinde barındırdığı potansiyeli dışarıya da yansıtmaya engel teşkil etmiştir. Söz konusu bu kültürel yapı bünyesinde feodal bir yapıyı da barındırmıştır. Günümüzün aksine, özellikle orta çağ süresince, Batı dünyasına derin bir devletsizlik geleneği hâkim olmuştur. Söz konusu feodal yapı ve dinin merkezde konumlandırıldığı bir dünyada Avrupalılar, reformlarla içerisinde bulundukları yoksulluk kısır döngüsünü kırmayı başarmışlardır.   
Bu kısır döngüyü kırmaya başladıkları temel nokta ise bu dünya işlerinden el çektirmeye dayalı Katolik mezhebine bir başkaldırı olan Protestan mezhebinin ortaya çıkmasıyla olmuştur. 
Alman prensliklerinde ortaya çıkan Lutheryanizm 193 ve Fransa’da ortaya çıkan Kalvinizm gibi toplumun iktisadi hayatını temelden etkileyecek kültürel devrimler gerçekleştirilmiştir. 

Gerçekleştirilen zihinsel dönüşümle birlikte devlet yapısı Roma kilisesinden uzaklaşıldıkça devlet yapısını kuvvetlendirmiştir. Tanrının krallıkları artık yerini yeryüzü krallıklarına bırakmaya başlamış, feodalite ve feodal toplum yerini tüccar sınıfına terk etmeye başlamıştır. 

Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan bu siyasal ekonomik ve toplumsal dönüşümler, Batı Avrupa’yı kaçınılmaz biçimde küçük fakat merkezi kuvvetli ve rekabete açık devletlerle dolu bir coğrafyaya evirmiştir. Doğunun devlet geleneği olan merkezi imparatorluklarının aksine daha az renkli ve küçük olan bu siyasal yapılanmalar dünyanın kaderini sonraki yüzyıllar boyunca şekillendirmişlerdir.194 

Rekabete dayalı bir düzenin içerisine giren Avrupalı devletler öncelikle birbirleri ile şiddetli bir mücadele içerisine girmişlerdir. Bu mücadelelerde uzun yıllar süren savaşların sonunda günümüzde dahi uluslararası sistemin temel taşı olarak kabul gören Vestfalya antlaşması ile önemli bir noktaya varılmıştır. Söz konusu antlaşma ile ulus devletlerin temeli atılmış ve kıtanın içerisinde gerçekleşen rekabet daha ziyade dışarıya doğru olmuştur. 

Avrupalı devletler feodalitenin ardından oluşturdukları tüccar sınıfla birlikte yeni bir sermaye sınıfı oluşmuş, bunun ardından devlet düzenli ordular da kurmuştur. Bu modern, düzenli ordularla başta Amerika kıtası olmak üzere yeni sömürgelerle kıtaya yoğun bir zenginlik aktarmaya başlamıştır.195 

Batının zihinsel devrimi ve ardından gelen ekonomik ve siyasal devrimleriyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu önce uzun bir Batıyı izleme ve duraklama dönemine girmiştir. Esasında Osmanlı İmparatorluğunun Batıya ayak uyduramama dönemi olarak da adlandırılabilecek bu dönem, 19.yüzyılın başlarına dek sahip olunan zenginliğin ve değer birikimlerinin eridiği dönem olarak da adlandırılabilir. 

Tanzimat Fermanı’nın 1839 yılında yürürlüğe girmesinin işlev açısından Osmanlı 
Türkiye’sine kazandırdığı en önemli şeyin reforma isteklilik, ilerlemeci bir iradenin yalnızca bir beyanı olarak görülebilir. Zira Tanzimat Fermanı’nda gerçekleştirilmesi planlanan reformlar genel itibariyle yüzeysel kalmış, Batının üst yönetim yapısını taklit etmekten öteye geçememiştir. Osmanlı Devletinin tüm vatandaşlarının açık bir şekilde yargılanacağının beyan edilmesi ile Batı tarzı hukuk devleti yaratılmak istenmiştir. Erkeklere 4 yıl askerlik hizmetinin zorunlu hale getirilmesi ile modern orduyu kuran Batı yine taklit edilmek istenmiştir. Bunların yanında herkesin mal güvenliğinin güvence altına alınmasıyla birlikte 
özel mülkiyet de güvence altına alınmak istenmiştir. Bu madde ile Protestan ahlakın hâkim olduğu dünyanın ve onun yarattığı ekonomik sistemin, artık doğunun merkezi imparatorluklarında doğru olarak kabul görmeye başlaması olarak değerlendirilebilir.196 

Tanzimat Fermanı ile kabul edilen değerler dizisi, Osmanlı İmparatorluğunun zorunlu olarak terk etmek zorunda kaldığı kendi felsefesini ve bariz biçimde Batıya karşı zayıfladığını bize göstermektedir. Bu güçten düşme durumunun daha kalıcı ve toplumsal travmalara yol açan sonucu ise Tanzimat sınıfı ile birlikte oluşan bürokrat sınıf olmuştur. Batılılaşmak adına Osmanlı Türkiye’si yaptığı temelsiz taklidin cezasını sonraki yüzyıllarda ağır biçimde ödemiştir. Osmanlı İmparatorluğunun temel paradoksu feodal sınıftan, tüccar sınıfını 
yaratamaması ve yeni bir sermaye sınıfı ve zenginlik oluşturamamasından 
kaynaklanmaktadır. Söz konusu sınıfsal bir temelden yoksun olan İmparatorluk, Batının üst yapısını taklit ettiğinde ortaya çıkan tablo halk tabanından kopuk bir üst-bürokratik kesim olmuştur. Bu paradoks sürekli padişah ve bürokratik sınıfın Batılılaşma adına Avrupa’yı taklit etme girişimleri ve sonucunda gelen başarısızlıklarla süregelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu giderek kötüleşen ekonomik durumuyla hegemonya paradoksuna da düşmüş, feodal sınıf üzerinde devam etmeye çalışıldıkça sürekli toprak kazanmak zorunda kalmış, fakat karşısında Orta Çağ Avrupa’sını bulamayınca da küçülmeye mahkûm kalmıştır.197 

Osmanlı İmparatorluğu sanayi devrimini de gerçekleştirememiştir. Bu bağlamda sanayi devrimini gerçekleştiren Avrupa devletleri için 
sahip olduğu geniş topraklar, ciddi bir hammadde kaynağı anlamına gelmiştir. 

Osmanlı Türkiye’sindeki toplumsal travmanın kaynağı Tanzimat Fermanı’na dayansa da kendisini özellikle 2. Abdülhamit zamanında ciddi manada hissettirmeye başlamıştır. Ulus devlet kavramının giderek dünyanın tek seçeneği haline gelmesi, buna bağlı olarak milliyetçi akımların artması ve kendisine sürekli artan siyasi saha bulması ve bu siyasal akımların bürokratik sınıf eliyle hayata geçmesi ayrıca devlet nezdinde de paradoksa neden olmuştur. 

İmparatorlukların yapısı gereği çok uluslu olmaları milliyetçi akımlara karşı onları dirençsiz kılarken, Osmanlı İmparatorluğu bizzat kendi yarattığı bürokratik sınıfı ile kendi kendini ölüme doğru sürüklemiştir. 1908 yılındaki ikinci meşrutiyet, 1913 Bab-ı Ali baskınları adeta sonun başlangıcının habercileri olmuşlardır. İmparatorluğun bu intiharı çok uluslu yapısının düşmanı olan milliyetçi akımları bizzat kendi okullarında yetiştirdiği, Jöntürkler, İttihad ve Terakki gibi jakoben. akımlarla olmuştur.198 

. Jakobenlik veya Jakobenizm kendi ideolojisini ve görüşlerini genellikle mensubu bulunduğu halk tabanından daha kıymetli gören tepeden inmeci akıma verilen addır. Keskin devrimci olarak da kullanılır. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi kendini tüketmeye başlaması esasen tarih açısından izahı kolay bir hadise olarak görülebilir. Ulus devlet modeline sahip Avrupalıların dünyaya egemen olması 20. yüzyılın başlarına dek can çekişerek de olsa yaşamaya devam eden imparatorlukların sonunu getirmiştir. 

Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğunun içerisindeki ulus devlet modeline yakın duran ve din temelli bir imparatorluktan ırk temelli bir cumhuriyet öngören siyasi kadrolar, küresel konjonktürün karşı konulmaz etkisiyle yönetimde söz sahibi olmuşlardır. 

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından tasfiye olan Osmanlı İmparatorluğu yerini Türkiye Cumhuriyetine bırakmıştır. Türkiye kurulduğu yıllar itibariyle tek partili bir sistemle birlikte, yıkılan imparatorluğunun ardından tüm siyasal ve sosyal hayatı, Atatürk devrimleriyle birlikte Batılı normlara ulaştırmaya çalışmıştır. Dönemin dünya gücü olan Batılı devletlere karşı mağlup olup, imparatorluk topraklarının çoğunu onlara teslim ederken, söz konusu mağlubiyetinin tüm faturasını da kendi sistemine ve değerlerine keserek, Batılıları taklit etme 
yoluna gitmiştir. İttihat ve Terakki döneminden başlayan bu zihniyet, daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası ile birlikte cumhuriyet döneminde de aynı çizgiden ayrılmamıştır. Halk tabanından gelen bir hareket olmamasından kaynaklı, değişim genellikle tepeden inmeci bir şekilde devam etmiştir. Jakoben zihniyet cumhuriyetin kurucu unsuru olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında yoktan var olmasının söz konusu olmadığı aşikârdır. Tüm bürokrat kadrolar, devletteki diğer yönetim kademeleri, Tanzimat Fermanında oluşmaya başlayan halktan kopuk bürokrat zihniyetinin bir devamı niteliğinde olmuştur. 

Bu gerçeklik kendisini Türk dış politikasında da 20. yüzyıl boyunca göstermiştir. 

Türk Dış Politikası: Değişen Uluslararası Sistem ve Farklı Yaklaşımlar 
Türkiye Cumhuriyeti 20.yüzyıl boyunca edilgen bir dış politika tercih etmek zorunda kalmıştır. Bu edilgen dış politikanın en temel nedenlerinden ilki Türkiye’nin imkân ve kabiliyetlerinin çok sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Dünya savaşından yenik çıkan ve yeni bir cumhuriyet inşası ile uğraşan ülke ilk yıllarda her daim “izleyen” ve “itaat eden” olmuş, belirleyici olmaktan ziyade örnek aldığı Batılı devletlerin çizgisinde kalan bir politika belirlemiştir. 

Atatürk döneminde daha çok toplumsal dönüşüm için gerekli olan devrimlerle 
uğraşılmıştır. Bu devrimler daha ziyade iç meseleler hakkında olmuştur. Türkiye dış politika konusunda tercihlerinin ne yönde olacağı sorunsalı ise uluslararası sistemin çalkantılı bir döneme doğru sürüklendiği İkinci Dünya Savaşı sırasında kendisini daha fazla göstermiştir. Türkiye söz konusu dönemde iki farklı Batılı gücün birbirleriyle savaşmasından dolayı, imkânlarının da farkında olduğundan, tarafsız kalıp savaşa girmemek için yoğun çaba sarf etmiştir.199 İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ise uluslararası sistem şekillenmiş ve 90’lı yıllara kadar sürecek olan Soğuk Savaş dönemi başlamıştır. 

Türkiye 1946 yılından sonra çok partili hayata geçmiştir. Çok partili hayat, İttihat ve Terakki ekolünden farklı olarak, demokrat ve halk tabanına yakın bir çizgide seyreden siyasi bir oluşum olarak, aslında yine CHP’nin içerisinden çıkmıştır. Soğuk Savaş esnasında dünya siyaseti aslında çok fazla seçme şansı bırakmadığı için devletler ya ABD ya da SSCB tarafında iki blok halinde konuşlanmışlardır. Bu bloklaşma Türkiye gibi çevre devletlerden çok, ABD ve SSCB’nin istediği bir sonuç olmuştur. Zira bu iki süper güç nüfuzlarını bu yolla 
ve oluşturdukları korkuyla kolayca arttırabilmişlerdir. Türkiye ise ABD’nin ve Batı’nın siyasi nüfuz alanındaki yerini almıştır. Dünyadaki uluslararası sistem ve Türkiye’deki siyasi hayat aslında çıkışı olmayan bir kısır döngüyü Türk toplumuna dayatmıştır. Bu kısır döngü iç politikada Türk toplumunun tercihleri her ne olursa olsun Batı’nın periferisi olmaktan öte gidemeyeceği gerçeği olmuştur. Türk toplumu bu dönemde iç çatışmalarla ve ardından gelen  darbelerle Soğuk Savaş dönemimi geçirmiştir.200 

Soğuk Savaş döneminde ülkede belirleyici rol oynayan vesayet, yasama, yürütme ve yargı güçlerini her daim kontrol altında tutmuştur. Türk siyasal hayatı sağ görüşten ya da sol görüşten olması fark etmeksizin kendisine tahsis edilen alanın dışına çıkamamıştır. Eğer bu alanın dışına çıkmaya çalışan olursa, askeri darbe ile uzaklaştırılmış, ya siyasal hayattan yargı yoluyla dışlanmış, ya da üst mercilere gerek bırakılmaksızın vesayetin elinde bulunan medya 
organlarıyla itibarsızlaştırılarak sahanın dışına itilmiştir. Türkiye toplumu aslında kendisine zorunlu olarak sunulan seçenekler arasında Batı bloğunun ön karakolu konumunda ve neoliberal ekonomi politikaların altında ezilerek büyük bir bunalıma sürüklenmiştir.201 

Türkiye 21.yüzyılla birlikte dünyada değişen uluslararası sistemin kendine tanıdığı seçenekleri değerlendirme adına farklı dış politika tercihlerine yönelmeye başlamıştır. Söz konusu değişimlerin arka planında ise toplumdaki büyük kırılma ve bir asır boyunca Türk toplumu ve devletini Batının iki asırlık vesayetinden kurtulmaya başlayan uluslararası sistem yatmaktadır. Tüm hatalarına rağmen Türkiye artık Batının kendisine çizdiği çerçevenin dışına çıkmaya başlamış ve ona göre bir dış politika belirlemiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistem artık çok kutuplu bir düzene doğru evrildiğinden, Türkiye daha fazla tercih imkânı bulmuştur. 

Türkiye bu dönemde daha fazla İslam coğrafyasıyla ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır ve hala bu politikalara devam etmektedir. Aslına bakıldığında tarihi ve kültürel bağlarının çok derin olduğu Osmanlı coğrafyasına tekrar, ilişkileri kuvvetlendirmek ve bu coğrafyada daha etkin olmak adına bir dış politika yürütmeye başlamıştır.202 Türkiye’nin bu politikayı tercih etmesi beraberinde bir takım sorunlar getirmiştir. Türkiye’nin ekonomik ve beşeri kabiliyet  yoksunluğu,  teknolojik yetersizliği gibi sorunlar yaşanmaktadır. Bunun yanında Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemin netleşmemesinden kaynaklı çalkantılı dönemin yaşanması ciddi sıkıntılarla karşılaşılmasına gebedir. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada, başka değişle Osmanlı İmparatorluğunun Türkiye dışındaki topraklarında günümüzde ciddi bir istikrarsızlık söz konusudur. 

Bu istikrarsızlık Türkiye’nin başta bölgesine yönelik dışa açılım politikasının 
zor bir seçim olduğu anlamına gelmektedir.203 

Türkiye Cumhuriyeti yaşadığı asırlık bunalımın ardından tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu topraklarda tekrar etkin olma fırsatını yakalamıştır. 
Bu fırsat Sykes-Picot. antlaşmasına razı olmayan halk tabanının da desteğiyle gerçekleşen bir fırsattır. Türkiye iç politikasında yaşadığı değişimlerin neticesinde dış politikasında da değişimler yaşamıştır. 

Tarihi geri sarmak mümkün olmadığı gibi Türkiye 21.yüzyılda Soğuk Savaş’taki 
konumundan çok daha farklı bir yerde olacağını yaşadığı toplumsal sancılardan da anlaşılmaktadır. 

. Sykes-Picot Antlaşması 16 Mayıs 1916’da Fransa ve İngiltere arasında imzalanmıştır. Antlaşma genel olarak Ortadoğu bölgesindeki Osmanlı topraklarının paylaşılmasına ve sınırların yeniden çizilmesine yöneliktir. 
Daha fazla bilgi için: Sykes-Picot Agreement, 

http://wwi.lib.byu.edu/index.php/Sykes-Picot_Agreement (Erişim Tarihi 10 Eylül 2014) 

Sonuç Yerine 

Türkiye’nin coğrafyası, tarihinde yaşadığı kırılmaların ve yaşadığı toplumsal 
travmaların kaynağını oluşturmaktadır. Batı ile Doğu’nun dünyasının farklılıkları aslında çok keskin olmuştur. Bilhassa Roma İmparatorluğundan sonra Batının devletsizlik geleneği ve çok kültürlülüğe kapalı olması, sonunda ulus devlete dayanan siyasal dünyasını oluşturmasına kadar gitmiştir. Bu dünyanın toplumsal hayatta yarattığı en önemli hastalıklardan birisi de ırkçılık olmuştur. Doğu dünyası ise Batı’nın aksine çok kültürlülüğe her daim açık olmuş, siyasi hayatta da büyük ve çok kültürlü merkezi imparatorluklarla dolu bir tarihe sahip 
olmuştur. Türkiye, coğrafi konumu gereği Doğu’nun Batı’ya en yakın olduğu bölgede bulunmasından dolayı, Batı ile her daim daha fazla alış veriş içerisinde olmuştur. Sahip olduğu Doğulu kültürü, bilhassa yönetimde bulunan reformcu bürokratik kadro, Batının kültürüyle değiştirmeye çalışmış fakat başarılı olamamıştır. Bu başarısızlık Türkiye tarihinde yüz yıldan uzun süren bir yarı-sömürge parantezi açmıştır. Söz konusu dönem Türk toplumunda imtiyazlı bir azınlığın da oluşmasına yol açmıştır. Hâlihazırda bu imtiyazlı kesim ile resmi ideolojinin devşiremediği geri kalan halkın siyasi tercihleri de farklı olmaktadır. 
İmtiyazlı kesim elinde bulundurdukları ayrıcalıkları kaybetmeye başlamış, diğer kesim ise iktidarda 21. yüzyılda ilk kez söz sahibi olmaya başlamıştır. Bu minvalde Türk dış politikası da izolasyonist olmayan, coğrafyasındaki gelişmelere kayıtsız kalmayan bir yola girmeye başlamıştır. 

Bir asırdan uzun süren aradan sonra Türkiye, uluslararası konjonktürün de yardımıyla, hinterlandında daha aktif bir siyaset izleyeme başlamıştır. Bu aktif siyasetin zorlukları Türkiye’nin uzun süren aradan sonra dışa açılımın verdiği tecrübesizlikler, dünyada olan belirsizlikler, imkânların isteklere cevap verememesi gibi kısıtlarla mücadele etmek zorundadır. Bunun yanında Türkiye’nin iç politikada yaşanan toplumsal bölünmüşlüğün sıkıntılarıyla da baş edip, ortak bir zeminde toplumun birbirine daha fazla yakınlaşması için yüksek çaba sarf etmesi kaçınılmaz olarak değerlendirilebilir. 

Kaynakça 

Kitap ve Makaleler 

Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2011 

Bruce Cronin, “The Paradox of Hegemony: America’s Ambiguous Relationship with the United Nations”, European Journal of International 
Relations, cilt 7, no 1, 2001 

François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi 1900-1930, çev.Ali Berktay, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2013 

İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Dış Siyaseti ve Askeri Stratejileriyle İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013 

Joseph Francis Kelly, The Ecumenical Councils of the Catholic Church: A History, St. Joseph, Liturgical Yayınları, 2009 

Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e,Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2007 

Turgay Merih, Soğuk Savaş ve Türkiye (1930-1960), İstanbul, Ebabil Yayıncılık, 2006 

William Cleveland ve Martin Bunton, A History of the Modern Middle East, Boulder, Westview Yayınları, 2009 


Raporlar 

Osman Bahadır Dinçer ve Mustafa Kutay, Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi-Mümkünün Sınırları Ampirik Bir İnceleme, Usak Raporu, No 12-03, 2012 

İnternetten Alınan Kaynaklar 

Sykes-Picot Agreement, http://wwi.lib.byu.edu/index.php/Sykes-Picot_Agreement  (Erişim Tarihi 10 Eylül 2014) 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

193 Joseph Francis Kelly, The Ecumenical Councils of the Catholic Church: A History, St. Joseph, Liturgical Yayınları, 2009, s. 60-65. 
194 Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e,Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2007, s.72-75. 
195 A.g.e., s.98. 
196 William Cleveland ve Martin Bunton, A History of the Modern Middle East, Boulder, Westview Yayınları, 2009, s.80-84. 
197 Bruce Cronin, “The Paradox of Hegemony: America’s Ambiguous Relationship with the United Nations”, European Journal of 
      International Relations, cilt 7, no 1, 2001, s.103-104. 
198 François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi 1900-1930, çev.Ali Berktay, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2013, s.161. 

199 İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Dış Siyaseti ve Askeri Stratejileriyle İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s.22-40. 
200 Turgay Merih, Soğuk Savaş ve Türkiye (1930-1960), İstanbul, Ebabil Yayıncılık, 2006, s.92-95. 
201 A.g.e. s.245-251. 
202 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2011, s.62-70. 
203 Osman Bahadır Dinçer ve Mustafa Kutay, Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi-Mümkünün Sınırları Ampirik Bir İnceleme, 
Usak Raporu, No 12-03, 2012, s.38-39. 

***