ILIMLI İSLAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ILIMLI İSLAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Şubat 2017 Cuma

KARDEŞ ÜLKE SURİYE..


KARDEŞ ÜLKE SURİYE..











YAZAN;
Yasin ATLIOĞLU 
18 Eylül 2009

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın 16 Eylül’de Türkiye’ye yaptığı “iftar ziyareti” Suriye Türkiye ilişkilerinin geleceği açısından önemli sonuçlar doğurdu. Dostluk ve işbirliğinin ön plana çıkarıldığı ziyarette iki ülkenin dışişleri bakanları, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması’nın altına imza attı. Böylece gelişen ilişkilerinin bir yansıması olarak iki ülke karşılıklı olarak sınır geçişlerinde vizenin kaldırıldığını açıkladı. 

Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan, Beşşar Esad onuruna verilen iftar yemeğinde tarih, coğrafya ve kader ortaklığından bahsetmekle birlikte iki ülke halkının paylaşımcı ruhuna ve ortak düşmana karşı fedakârlıklarına da vurgu yaptı. Erdoğan Suriye halkına “onlar bizim kardeşimiz” derken iki ayrı ülkeden çok ortak bir coğrafyayı tasavvur ediyordu.  Erdoğan’ın “ortak düşmanı”  ise –açıkça söylemese de- bu coğrafyada hegemonya kurmaya çalışan Batılı devletlerdi. Erdoğan’ın sözleri, Türk dış politikasındaki çevre ülkelerle “sıfır sorun ilişkisi” çerçevesinde işbirliği ve dayanışmayı arttırma ve bir barış ve refah alanı yaratma stratejisinin bir parçası olarak görülebilir. Türkiye’nin bu politika stratejisinin dinamik uluslararası konjonktürde aktif diplomasi ile önemli sonuçlar ortaya çıkardığı aşikâr. Bu bağlamda Suriye’nin Türk dış politikasında özel bir yeri söz konusudur. Suriye ile kurulan özel siyasi ve diplomatik bağlar Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik hareket kabiliyetini ve etkililiği arttırmaktadır. Ayrıca iki ülke arasındaki ilişkilerden bahsederken “gelişme” kelimesi yerine “canlanma” kelimesini kullanmak daha anlamlı. İlişkiler, 1950’lerden itibaren Soğuk Savaş psikolojisine ve güvenlik algılamaları ile tarihsel olaylardan yola çıkarak insanların kafalarında oluşturulan ön yargılara kurban edilmişti. 2000’li yıllarda ise ilişkilerdeki potansiyel karşılıklı diplomatik çabalar ve uluslararası sistemin elverişli yapısı sayesinde tekrar canlandırılmıştır. Özellikle iki ülkenin bölgesel güvenlik ve çıkar algılamalarının çakışması birbirlerine yaklaşma sürecini hızlandırmıştır.

Esad’ın Türkiye ziyareti ve iki ülke ilişkilerinin ulaştığı boyut Türk medyasında farklı tepkileri ortaya çıkardı. Esad’ın ziyareti öncesi Türk gazetecilerle Şam’da yaptığı mülakat, Türk medyasının gelişmeleri öncelikle “ Demokratik Açılım ” çerçevesinde yorumlamasına yol açtı. Türk gazetecilerin Türkiye’deki “Demokratik Açılım”la ilgili sorduğu soruya Esad’ın verdiği cevap, Suriye’nin Türk hükümetine verdiği bir destek ve Suriye’nin bu açılımın bir parçası olarak değerlendirilmesini getirdi. Mülakata katılan Türk gazetecilerin çoğu Suriye’yi Türkiye iç politikasına müdahil etme çabası içinde göründü. Esad, PKK terör örgütü içerisindeki teröristlerin illegaliteye bulaşmadıkları sürece Suriye’ye dönebileceklerini söylemişti. Esad’ın sözlerini yorumlarken Suriye iç politikasındaki dengeleri ve Esad yönetiminin ülkesinde ve bölgede güvenlik eksenli bir Kürt yaklaşımı sergilediğini iyi bilmek gerekiyor. Esad yönetimi, Suriye içerisindeki bazı Kürt grupların –özellikle PKK terör örgütünün uzantısı olan PYD- varlığından rahatsızdır. PYD’nin 2004 yılında Kamışlı’da çıkan Kürt ayaklanmasındaki rolü ve şu an pek çok üyesinin Suriye cezaevlerinde olması Esad yönetiminin ülkedeki ayrılıkçı Kürt gruplara karşı sert bir tutum takındığını göstermektedir. Bu tavrın temel sebebi, Irak’taki ABD işgali ve Kuzey Irak’ta güçlenen Pan-Kürtçü söylemler ve bu söylemlerin Suriye’ye etkileridir. Diğer yandan Suriye, Türkiye ve İran’ın üniter devletlerinin bekası ve güvenliği için terör ve şiddete başvuran Kürt örgütlere ortak güvenlik algılamalarıyla yaklaşmasını doğal bir durum olarak değerlendirmek gerekiyor.

Suriye ve Türkiye gibi ciddi güvenlik sorunlarına sahip olan iki ülkenin, ilişkilerini karşılıklı vizeleri kaldırma boyutuna getirmesi pek çok kişi tarafından olağanüstü bir gelişme olarak nitelendirdi. Özellikle hükümete yakın Türk medyası ve köşe yazarları, -belki de Başbakan Erdoğan’ın “son 7 yılda ilişkilerde çok mesafe aldık” sözünden cesaret alarak- Suriye ile ilişkilerde gelinen noktayı sadece AKP hükümetinin 2002 sonrası uyguladığı aktif dış politika stratejilerinin bir sonucu olarak görmeyi tercih etti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Suriye’ye yaptıkları çok sayıdaki diplomatik ziyaret muhakkak ki önemli etki uyandırmıştır. Fakat ilişkilerin düzelmesi 1998’lere kadar götürülecek daha uzun bir sürecin sonucudur.  Son 7 yıl içerisinde AKP hükümetinin Suriye ile ilişkilerde uyguladığı aktif diplomasiye odaklanırken aslında iki ülke ilişkilerindeki düzelme sürecinin başlangıcının 1998’deki Adana Protokolü olduğunu ve Türkiye eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Suriye’ye yaptığı iki stratejik ziyaretin önemini unutmamak gerekiyor. Suriye ile ilişkilerdeki gerginlik ve güvenlik sorunları, 1998’den sonra alt düzey diplomatik temaslarla (Cumhurbaşkanı Sezer’in Haziran 2000’deki Şam ziyareti ile birlikte) yumuşatılmış ve 2003’den itibaren üst düzey ziyaretlerle yükselişe geçmiş ve çok taraflı hale gelmiştir. Suriye’nin zor günler yaşadığı bir dönemde (Hariri Suikastı sonrası) küresel güç ABD’nin baskılarına rağmen Cumhurbaşkanı Sezer’in Şam’ı ziyaret etmesi Suriye yönetimi ve halkı tarafından Türkiye’nin desteği olarak algılanmış ve büyük bir minnettarlık uyandırmıştı. Bundan dolayı Suriye Türkiye ilişkilerinin yeniden inşasında dört siyasi lidere özel vurgu yapmak gerekiyor: Beşşar Esad, Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan.

Gelelim vizenin kaldırılması olayına. Sınır geçişlerinde vizenin kaldırılmasının iki halkın kültürel ve ticari etkileşimini yakın gelecekte daha fazla arttıracağı aşikâr. Her şeyden önce iki ülke arasında Osmanlı Devleti’nin dağılmasından sonra çizilen sınır, bölgenin coğrafi, kültürel ve ticari gerçekleriyle bağdaşmıyordu. Vizenin kaldırılmasıyla normal duruma geri dönüldü. Fakat bu gelişme özellikle Türkiye’deki radikal İslamcı çevrelerce dine dayalı bir Suriye-Türkiye birliğinin bir aşaması olarak algılanmaktadır. Bu duygusal yaklaşım bölgenin realitesinin çok uzağındadır. İlişkilerde kullanılan coğrafi, kültürel ve dini ortaklıklar bir amaç olarak değil bölgenin barış ve refahına katkı yapacak araçlar olarak görülmelidir. Ayrıca Suriye ile iyi ilişkiler belli kişi veya partiye indirgenmeden bir devlet politikası olarak sürdürülmelidir. Vizenin kaldırılması sonrası artarak devam edecek karşılıklı turistik, kültürel, eğitimsel ve ticari gidiş gelişler, kafalardaki tarihsel önyargıların ve ötekileştirmelerin ortadan tamamen kaldırılmasına hizmet edecektir. Bu da iktidarda kim olursa olsun iki ülkenin birbirlerini daha kolay anlayabilmelerini ve ilişkilerde ulaşılan ileri seviyenin geliştirilmesini sağlayacaktır.

Son olarak Aralık 2004’te Başbakan Erdoğan’ın ilk Suriye ziyaretinden beri iki ülkenin, birbirlerini tanıma konusunda oldukça fazla yol kat ettikleri bir gerçektir. Tabi ki iki ülkenin karar alıcılar ve halk düzeyinde yapması gereken daha çok şey var. Erdoğan’ın ilk ziyaretini hatırlıyorum da daha karşılama töreninde birçok diplomatik becerisizliğe şahit olmuştuk. Türk heyeti Şam havaalanına geldiğinde Suriye bandosu Türk Milli Marşı’nı kötü çalmış, törende kullanılan Türk bayrağı resmi ölçülerde değildi ve basın toplantısındaki Türk tercüman Erdoğan’ı Türkiye Cumhurbaşkanı olarak sunmuştu. Zamanla böyle becerisizliklerin ortadan kalktığını düşünüyordum ki Türkiye’nin en köklü haber ajansı Anadolu Ajansı Esad’ın son ziyaretiyle ilgili geçtiği haber dikkatimi çekti. “Başbakan Erdoğan, Lapseki ile Gazimagosa arasında feribot seferleri başladığında KKTC ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının duyduğu heyecanın tarif edilemez…” diyordu Anadolu Ajansı. Haberi hazırlayanlar Suriye’nin önemli liman kenti Lazkiye’yi Çanakkale’nin Lapseki kazasıyla karıştırıyordu. İşin kötüsü ajanstan haber alan birkaç Türk gazetesi de haberi bu şekilde okuyucuya verdi. Bunun basit bir dikkatsizlik olduğu söylenebilir. Diğer yandan Türk basın mensuplarının Esad’ın ziyareti ile ilgili (bilgi eksikliğinden kaynaklanan) yetersiz yorumlarıyla birlikte düşünüldüğünde Türk medyasının en uzun sınır komşusu Suriye’yi iyi tanımadığının bir işareti olarak da değerlendirebiliriz. Sanırım vize de kaldırılmışken Türk medya mensuplarının Suriye’yi daha sık ziyaret etmesi gerekiyor.


25 Mart 2016 Cuma

''SAYIN FEDERİCA MOGHERİNİ '' BOŞUNA AĞLAMAYINIZ..!!!




''SAYIN FEDERİCA MOGHERİNİ '' BOŞUNA AĞLAMAYINIZ..!!!




NEREDE KALDI '' ARAP BAHARINIZ ILIMLI İSLAM ANLAYIŞINIZ'' - ORTADOĞUYU DA ÜLKELERİNİZİ DE KAN GÖLÜNE ÇEVİRDİNİZ BOŞUNA AĞLAMAYIN IZ
_BİZ 30 YILDIR AĞLIYORUZ SAYENİZDE..,
_30 YILDA 40.000 ASKER POLİS ŞEHİT VERDİK HANGİ GÜN ACIMIZI PAYLAŞTINIZ.? NATO MÜTTEFİKİ OLARAK.!!
_ TERÖRE EN BÜYÜK DESTEĞİ SİZ AVRUPA VERDİNİZ....
GEÇMİŞ OLSUN BELÇİKA..., FRANSA....
_ EGE DENİZİNDE Kİ SAHİLLERİMİZE VURAN ÖLEN SURİYELİLERİN
_ AKDENİZDE Kİ AVRUPA SAHİLİ KIYILARINA VURAN LİBYALILARIN ÖLÜMÜNDEN SİZLER SORUMLUSUNUZ..,
BİZLER DEĞİL...
< Sevgili Federica Mogherini,
Basından öğrendiğimize göre, Belçika'daki tedhiş saldırılarına ilişkin değerlendirme yaparken, gözyaşlarınıza hakim olamayıp ağlamışsınız. Lütfen o kıymetli gözyaşlarınızı boşa akıtmayınız! Zira bu anlamda bütün küresel güçler bir oldunuz "Arap Baharı" diye adlandırdığınız "kara kış" senaryosunu hep birlikte YAZDINIZ. Birlikte tedhiş örgütlerini eğitip, birlikte ağır silahlara varana kadar tedhişçileri donattınız. Dolayısıyla... bu gözyaşlarınıza kıyamadığımız için, topunuza teessüflermizi iletirim.
Bölgemizi cehenneme çevirdiniz. Gizli gizli çeşitli tedhiş örgütlerini ince ince planlayarak, dünyanın dört bir yanından nerede cani varsa bulup bu bölgeye doldurdunuz. Sonra ellerinizi ovarak olacakları "kristal fanus" olarak gördüğünüz Avrupa'daki "sırça köşk"lerinizden izlemeye başladınız.
İpler elinizde istediğiniz gibi dünyayı şekillendirmek üzere "kristal fanus"unuz dışında her yeri kan gölüne çevirdiniz. Yetmedi milletleri tarihin en büyük "kavimler göçü"ne zorladınız, tarihin en cani cinayetlerine çanak tuttunuz.
Zira Ege, Ege olalı böyle bir zulme tanıklık etmemiştir. O güzelim denizi kanlı cinayetlerinize alet ettiniz. Hiç şüpheniz olmasın ki gelecekte Akdeniz'e açılan "Ege Denizi" korku ve dehşet film ve romanlarına birinci derecede senaryo olmaya aday. Güzelim Ege'yi kum'u ve güneş'i ile anmak yerine dibinde balıklara yem olan "cesetler"iyle anılacak hale getirdiniz.
E, bu da sizin "şan"ınızı artttıracaktır... Vallahi "Drakula" oldunuz, haberiniz olsun!
Dolayısıyla bölgenin cehenneme çevrilmesi ile hakikaten "her yer demokrasi", "her yer özgürlük" oldu, ellerinize sağlık, "müteşekkiriz"...
Haa, bu arada bölgede ateş büyüdükçe sizin "kristal fanus"unuz da kotrolünüzden çıkarak, bir anda tuz buz oldu. Vallahi kendi vatandaşlarınızı da uyuşturdunuz! Eh... artık onların da uyanma vakti geldi... Gerçi koskoca AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi olarak sizin o kıymetli gözyaşlarınız karşısında uyanmaları biraz gecikse de, inanınız bana, sayın masum ahaliniz er geç gerçeği yakından göreceklerdir.
Hani sizin o yürekli ünlü düşünür Stéphane HESSEL'in dediği gibi...
"İnsanı kızdıracak nedenler, bugün o kadar açıktan görülecek gibi değiller -dünya çok karmaşık bir yer haline geldi. Kim emrediyor, kim karar veriyor? Karşı karşıya kaldığımız etkiler arasında ayrım yapmak artık o kadar kolay değil. Yapıp ettiklerini hemen anlayabileceğimiz küçük bir üst tabakayla karşı karşıya değiliz. Dünya büyük. Karşılıklı bağımlılıkları ve hayatın aykırı bağlarını, hiç olmadığı kadar hissediyoruz. Bu dünyanın dayanılmaz hale geldiğini anlamak için dikkatli bakmak ve aramak gerekiyor." Stéphane HESSEL
Evet, Sevgili Federica vallahi benden söylemesi. Zira bizde bir söz var:
"Takke düştü kel göründü"
Dolayısıyla...
Hadi kolay gelsin...
Sevgilerimle. TÜRK vatandaşı, Tülay