GÜNEŞ ENERJİSİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GÜNEŞ ENERJİSİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2020 Salı

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 3

 21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 3


2.3. Rusya'nın Enerji Politikaları 

SSCB'nin dağılmasının ardından yenidünya düzeni oluşmaya başlasa da Rusya,  SSCB'nin dünya ya mirası olarak kalmıştır. Rusya, Aralık 2005'teki Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında kendine ''enerji süper gücü'' olma hedefi koymuştur ve V. Putin tarafından dünya kamuoyuna resmen ilan edilmiştir.(Putin, 2005) Rusya, süper güç olma hedefleri doğrultusunda ülke politikasını ve bu eksen çerçevesinde dış politikasını özellikle V. Putin iktidara gelmesi ile birlikte enerji kaynakları üzerine kurgulamış, enerji konusunda büyük atılımlar ve yatırımlar yaparak Gazprom'u dünya şirketi haline getirmiştir. 

Rusya, özellikle kendi kaynaklarını ve dünya enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahip olan Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerindeki hâkimiyetini muhafaza ederek ağırlıkla Orta Asya enerji kaynaklarını dünya pazarına kendi üzerinden ulaştırmak istemektedir. Rusya'nın bölgeye yönelik dış politikasının temel hedefi istikrar, sınır güvenliği ve işbirliği olmuştur.(Çolakoğlu, 2004) Rusya'nın enerjiye ve enerji güvenliği üzerine olan politikalara vermiş olduğu ağırlık bu politikaların doğru kullanılmasıyla elde edilecek siyasi ve ekonomik güç ile tekrar süper güç olma yolunda şansını ve ihtimalini arttırmaktadır. Bu nedenle, Rusya'nın enerjiye ve enerji güvenliği üzerine olan politikalara vermiş olduğu ağırlık bu politikaların doğru kullanılmasıyla elde edilecek siyasi ve ekonomik güç ile tekrar süper güç olma yolunda şansını ve ihtimalini arttırmaktadır.(Unal, 2011) 

Rusya'nın yapısını incelediğimiz zaman gelişiminde ve dış politikasın da enerjinin kapladığı hacmi tahmin etmek zor olmayacaktır. Rusya'nın geçmişten günümüze gelen tarihsel misyonu ve sahip olduğu enerji potansiyeli nedeniyle dünyada ve bulunduğu bölgede stratejik bir güçtür. Bu stratejik konumunu güçlendirmek ve 21.yüzyılda yaşanan enerji savaşı içerisinde enerji güvenliğini sağlamak için daha devletçi politikalar izlemektedir. Bu politikalar özellikle doğalgaz üretimi ve boru hatlarıyla dağıtımı, sektöründeki üstünlüğünü koruması anlamına gelmektedir.(Ediger, 2007) 

Rusya'nın izlediği sert ve devletçi politikalar AB ve ABD gibi diğer küresel  rakiplerini rahatsız etmektedir. AB'nin Rusya'ya alternatif üretme çabasına, Rusya ''böl ve yönet'' stratejisi ile karşılık vermektedir. Birlik üyeleri ile ikili şekilde enerji anlaşmaları yapan Rusya, Birliğin bütünsel etkisini kırmak ve kendisine olan bağlılığını arttırmak istemektedir. Kuzey Akım projesi ile Almanya'ya doğalgaz akışı sağlaması ve bunu ikili anlaşma eşliğinde yapması ve Bulgaristan ve Yunanistan ile Güney Akım projesi yapması, uyguladığı bu strateji üzerinde önemli birer örnektir. Ayrıca SSCB'nin dağılması ile bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya bölge ülkeleri ile direk temas halinde olarak hâkimiyetini sürdürmek istemektedir. 

Bölge ülkelerinin dünya pazarına açılan kapısı olmak ve böylelikle Orta Asya bölgesinin enerji güzergâhını ve kaynak hâkimiyetini elinde bulundurmak istemektedir. 11 Eylül olayları ile Amerika'nın Afganistan'a yerleşmesi ve son yıllarda Türkiye'nin bölgeye olan ilgisi ve geliştirdiği politikaları hayata geçirmesi Rusya'nın bölge hâkimiyetine zarar vermiştir. Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan temelli oluşturulan Bakü-Tiflis-Ceyhan(BTC) petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum(BTE) doğalgaz boru hattı, Rusya'nın bölge üzerindeki hâkimiyetine zarar veren önemli gelişmelerdir. BTC' ye Kazakistan'ın da katılması ve petrol aktarması bölgede gelişen yeni siyasi hareketliliğin belirtisidir. Bölge ülkeleri Rusya dışında alternatifleri değerlendirerek tam bağımsızlık için adım atmaktadırlar. Rusya, tüm yaşananlara rağmen bölgenin en önemli gücü olmaya devam etmektedir. Özellikle Nabucco projesinin hayata geçirilmesini engelleme çabaları ve Orta Asya bölgesi için AB, Türkiye ve ABD ile verdiği rekabette Çin ve İran odaklı strateji izlemesi güçlü bir stratejik hamledir. Rusya'nın, Güney Osetya'yı işgal etmesi, Kırım'ın işgali gibi sıcak çatışma ortamları yaratmasının temelinde bölge üzerindeki enerji savaşında hâkim güç olduğunu göstermek istemesidir. 

Ortadoğu ve İran, Rusya için çok önemli konumdadır. İran'daki nükleer program  içerisinde aktif yer alması, İran üzerindeki ambargo zamanında İran ile arasındaki iyi ikili ilişkileri koruması, Rusya'yı bölgede etkin kılan nedenlerden biridir. Bu nedenle, İran enerji kaynaklarının batıya aktarımı konusunda batı ile ilişkileri iyi ve batının kontrolünde bir İran oluşumunu asla istememektedir. Ayrıca Rusya'nın son olarak Ortadoğu bölgesinde ABD öncülüğünde AB ve Türkiye'nin etki alanının gelişmesini kendisinin ülke menfaatlerine ters düştüğünden hareketle bölgede silahlı bir müdahale ile taraf olması yaşanılan enerji savaşında gerilimin bir hayli artmasına neden olmuştur. ABD, AB'nin Rusya üzerinde uyguladığı yaptırımlar karşısında ekonomik olarak zorlanmasına karşın Rusya'nın, Çin ile yapmış olduğu uzun süreli enerji anlaşması ise bir nebze nefes almasını sağlamıştır. Çin ile izlenen bu stratejik yakınlaşma ileride Rusya ve Çin arasında güçlü bir ikili rekabet oluşmasına zemin hazırlama riskini barındırmaktadır. Rusya'nın yaşadığı ambargoyu kendine fırsat bilen Çin hem artan enerji talebini daha ekonomik karşılama imkânı bulmuş hem de Rusya ile kurduğu stratejik ortaklık ile Orta Asya bölgesine yakınlaşmıştır. 

Rusya yaşadığı ekonomik sıkıntılara rağmen askeri ve mevcut kaynak gücü ile  21.yüzyılın enerji savaşında üstün yanları olan güçlü bir aktör gözükmektedir. Fakat ekonomisinin yarısından fazlasının enerji kaynaklarının gelirlerine bağlı olması, alt yapı verimsizliği zayıf tarafları olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara rağmen Rusya, 21. yüzyılın yaşadığı enerji savaşında gerek bölgeye yakınlığı gerek mevcut gücü gerekse tarihsel bütünlüğü göze alındığında en önemli küresel aktörlerden biri olarak daima yaşanan enerji savaşının içerisinde güçlü bir aktör olarak bulunacaktır. 

2.4. Çin'in Enerji Politikaları 

Çin, enerji tüketiminde ABD'den sonra gelen ve son yıllarda ortalama %9-11 büyüme hızı ile dünya denkleminde etkin rol alma kabiliyetinde olan güçlü ülkedir. Çin, 1979 yılından itibaren ekonomik büyümeye önem vermiş ve bunun içinde kurduğu ekonomik bağlarla savaş ve çatışmalardan kaçınarak ''Barışçıl Kalkınma'' stratejisi çerçevesince bir dış politika oluşturmuştur. Ekonomik kalkınma ve askeri gücüyle ve barışçıl stratejisi sayesinde bölgede hızla büyüyerek ve küresel denklem içerisinde hâkimiyet kurma eğilimi içerisindedir. Bu anlamda, Kafkasya ve Orta Asya bölgesindeki yatırımları ile dikkat çekmektedir. 

Çin, özellikle enerji arzı noktasında rezervlerini doğru kullanma eğiliminde  olmuştur. Buna rağmen artan yurtiçi enerji talebi karşılamakta zorlanan Çin, 2035 yılında enerji ithalatının %70'in üstüne çıkacağı düşünülmektedir. Sera gazı problemlerine rağmen en büyük rezerv kaynağı olan kömür santralleri ile enerji arzını iç dinamikleri ile sağlamaya çalışırken, bölgede yaptığı yatırımlarla  büyümesine ve enerji arzı noktasında ihtiyaçlarını karşılama çabasındadır. Çin, 1990'lı yıllarda başlayan enerji sektöründeki özelleştirmeye dayalı yapılandırma çalışmalarını başlarken, 1998'den itibaren de petrolde devlet kontrolünü güçlendirmeye çalışmaları yapmıştır. Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerinde Rusya ve ABD ile çatışmaktan uzak bir siyaset izleyen Çin, bölgede Batı ve Rus şirketlerinin verimli görmedikleri bölgelere devlet destekli firmalarını sokarak yayılma politikası uygulamıştır. 

Çin'in bu politikaları yakın vade de bir tehlike gözükmese de uzun vade de Türkiye, Rusya ve İran'ın Orta Asya bölgesi için en çetin rakip olarak, tehlikeli boyutlara gelecek bir rekabetin ana unsuru olacaktır. ABD'nin, İran'a uyguladığı ekonomik ambargo karşısında ılımlı bir politika izleyen Çin, ABD'yi karşısına almadan İran ve Rusya yanlısı bir politika izleyerek, İran ile petrol karşılığında teknoloji, mühendislik hizmetleri, silah ticareti gibi ticaret yollarını ilerletip İran'dan enerji temin etmektedir. Çin izlediği u barışçıl siyaset ile hem Ortadoğu hem de Orta Asya enerji pazarlarına güçlü ve rahat şekilde giriş yapma şansına sahip olmuştur. 

ABD'nin, Rusya üzerinde kurduğu ambargodan yararlanan Çin, 40 yıllık süre ile 30 milyar m³'lük anlaşması ile Rusya'yı rahatlatırken, kendine de sürekli bir enerji akışı anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma ile Orta Asya pazarına önemi bir etki yapan Çin bölge enerji kaynaklarının eksen kayması içinde alternatif oluşturmuştur. 

AB ve ABD'nin uyguladığı yaptırımlara karşı, Çin'in bu yapmış olduğu anlaşma bir bakıma da dünya aktörlerine meydan okuma anlamını ve varoluşunu dile getirmek olarak algılanabilir. Çin'in küresel güç olma ve sürekliliğini sağlamada belirlediği barışçıl ve yumuşak dış politikası ile bölgedeki hâkimiyet alanını genişletmesinin yanı sıra büyümenin getirdiği riskliliği verimliliğe dönüştürerek minimize edebilmesi ve içyapısındaki düzensizlik ve dengesizliği çözümleme yeteneği büyüme ve küresel aktör olan, Çin'in gizli sırrı olarak ayrıca analiz edilmesi gereken bir özelliğidir. Çin var olan dinamik gücü ve izlediği politikalar ekseninde 21.yüzyılın enerji savaşında dikkatle izlenmesi gereken bir aktördür. 

2.5. Türkiye'nin Enerji Politikaları 

 Türkiye mevcut enerji kaynakları göz önüne alındığında kendi kendine yetebilen bir ülke değildir. Ayrıca hızla artan enerji ihtiyacını karşılamak durumundadır. Türkiye, enerji kaynakları adına kısıtlı olmasına karşı, jeopolitik konumu ve gelişen teknoloji, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımı ile bunu en asgari koşullara indirme şansı bulunan bir ülkedir. Fakat Türkiye'nin çok uzun yıllara dayanan bir enerji stratejisi yoktur. Uzun yıllara dayanan Soğuk Savaşın, ideolojik kutuplaşması veya 1980-1988 yılları arasında süren İran-Irak savaşı gibi dış etkenlerin yanında, 1970 ve 1980'ler süresince kırılgan bir iktisadi yapısının olması, iç etkenler, uzun yıllar boyunca geniş çaplı ve uzun soluklu bir enerji politikasının geliştirilememesin de önemli sebeplerdendir. Özellikle dünya enerji rezervlerinin büyük bir kısmına sahip komşu ülkeler ve bölge ülkeleri ile kurulamayan ilişkiler bugün oluşturulmak istenen dış politika ve ticaret için dezavantaj olarak gözükmektedir. 

Türkiye'nin, son yıllarda izlediği ''komşularla sıfır sorun'' politikası ve istikrarlı  büyüyen ekonomik ve siyasi yapıya sahip olan bir ülke olması transit potansiyelini ve ticari yatırımlar için uygunluğunu ön plana çıkartmaktadır. Ayrıca tüketici konumundaki ülkelerin enerji ihtiyacı kadar üretici olan ülkelerinde pazar ve tüketici ihtiyacı söz konusu olduğu enerji denkleminde hem kendi pazarı hem de Avrupa pazarına açılan güvenli ve ekonomik güzergâh oluşu önemli bir avantaj oluşturmaktadır. Sahip olduğu bu avantajlı potansiyeli ile Türkiye, jeostratejik konumu ile bir enerji koridoru olarak kullanmaya çalışmaktadır. İzlediği doğru dış politikalar, ikili ve çoklu enerji anlaşmaları ile enerji çeşitliliğini sağlayarak enerji arz güvenliğini temin etmek istemektedir. 

Türkiye'nin hedeflediği ''Büyük Türkiye'' vizyonu içerisinde ki enerji politikasının  hedefi ''Enerji Merkezi ve Koridoru'' olarak açıklaması ve bunun içinde coğrafi konumunu avantaj olarak ön plana çıkarması mevcut konjonktür içerisinde doğru bir eğilimdir. Bu jeostratejik konumu ve enerji hedefi içerisinde Balkanlar, Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerinin Türkiye'nin enerji politikaları için içerdiği anlamları şu şekilde özetleyebiliriz. 

Balkanlar; Türkiye'nin dış politikası içerisinde geliştirdiği enerji politikasının en önemli sütunlarından bir tanesidir. Şöyle ki, Enerji üretimi, enerjinin taşınması gibi etkenlerin ekseninde ülkelerin yaşamış olduğu en büyük sorun olan pazar sorunun sonlanabilmesi için var olan en önemli pazar olan Avrupa ülkelerine açılan kapıdır. 

Ortadoğu; Siyasi dengesizliklerin yanı sıra Ortadoğu, küresel güçlerin enerji  savaşlarına adres olmuş en önemli bölgedir. Büyük enerji kaynaklarına rağmen istikrarsız siyasi yapısı ve oluşumları ile stratejik bir konumdadır. Türkiye'nin enerji arz güvenliği için kaynak ve Arap yarım adasına açılan kapısı olması Ortadoğu bölgesinin önemini arttırmaktadır. 

Orta Asya; Ortadoğu'dan sonra Kafkasya tarih boyunca en ciddi enerji savaşları na ev sahipliği yapmıştır. SSCB'nin tarihe mal oluşunu takip eden günler de yeni Rusya'nın bölgedeki etkinliğini kaybetmemek için girişimleri, Çin'in bölgedeki boşluktan yararlanarak yaptığı manevralar, ABD'nin ve batı dünyasının aynı çerçevede fırsatlardan yararlanmak üzere devreye girişi ve Ankara'nın oluşturduğu enerji politikaları kapsamında tarihi, kültürel ve reel politik dinamikleri ile rekabetin politik anlamda yaşandığı en şiddetli arenadır. 

 Türkiye bölgesel uzantıları ile üç farklı düzlemin merkez noktasında olan bir ülke olarak bu coğrafi konumunu enerji hedefleri içerisinde oluşturduğu dış politikalarında kullanarak avantaj elde etme şansına sahiptir. Türkiye oluşturduğu dış politikalar ile açmaz ve açılımlarıyla sahip olduğu bu üç ayrı bölgenin ortak avantajlarını birleştirerek küresel bir enerji terminali ve gücü olma şansına sahiptir. 

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin en önemli önceliği sürdürülebilir kalkınmayı istikrarlı şekilde sağlamak ve artmakta olan enerji ihtiyacını en doğru çalışmalar ve dış politikalarla, bağımlılıktan kurtulmayı sağlamaya yönelik çalışmalar yaparak karşılamaktır. Türkiye konumu itibariyle, batının en doğusunda, doğunun da en batısında ve kuzey, güney eksenin tam ortasında, dünya enerji kaynaklarının yaklaşık % 70'ine sahip olan, kuzeyde Rusya, doğusunda Orta Asya ülkeleri ve güneydoğusunda Ortadoğu bölge ülkelerine komşu olan stratejik önemi muazzam bir ülkedir. İçerisinde bulunduğu coğrafyada aynı zamanda etnik, dini ve kültürel olarak etkinliğe sahip ve doğrudan bağları olan bir ülkedir. Bu coğrafya için ünlü stratejist, Zbigniew Brezinski vurguladığı ''Avrasya Bölgesi Güç Dengesi'' dünyanın geleceği ve jeostratejik dengeler ve oluşacak küresel güç dengeleri için en belirleyici faktörlerden biridir.(Brzezinski, 2012) Söylemi, son yıllar da bu coğrafyanın en hızlı büyüyen ve güçlenen devleti olarak, 21'nci yüzyılın enerji savaşında konumu ve yapısı itibariyle dikkat edilesi önemli bir konumdadır. 

Türkiye, jeopolitik konumu, tarihsel misyonu ve mevcut potansiyeli göz önüne  alındığında büyüyen ekonomisi ile G-20 ülkeleri içerisinde olması ve beraberin de ''Büyük Türkiye'' vizyonu ile dünyanın gelişmiş ilk 10 ülkesi içerisine girme hedefine ulaşmak için rasyonel ve stratejik politikalar uygulaması durumunda bu hedeflerine ulaşacak güce sahiptir. Türkiye, dış politika çerçevesini belirleyerek ilk somut adımı, 2011 yılında ''Türkiye'nin Enerji Stratejisini'' Türk Dış Politikasını şekillendiren AB ve NATO ile ilişkiler gibi ana konular içerisine dâhil ederek atmıştır. Bu bağlamda, Türkiye'nin enerji politikalarını, iki eğilim üzerinde incelemek mümkün olabilir. 

İlki enerji arz güvenliğini temini için enerji çeşitliliğini arttırarak ithal enerji bağımlılığında kaynak riskini minimize edecek politikalar oluşturarak belirlediği vizyon çerçevesinde, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney hatları üstünde toplayarak enerji koridoru ve enerji merkez ülkesi hedefine ulaşmak. 

İkincisi ise, kendi mevcut enerji potansiyelini harekete geçirerek var olan fosil enerji kaynaklarını, yenilenebilir enerji kaynaklarını maksimum derecede üterime sokmak ve enerji kayıplarının önüne geçerek, enerji verimliliğini maksimum düzeye ulaştırmak hedefindedir. 

Türkiye, belirlediği hedefler doğrultusunda, enerji politikası kapsamı içerisinde enerji arz güvenliğini sağlamak ve jeopolitik konumunu kullanarak hedefi ''Enerji Koridoru ve Enerji Merkezi'' olmaktır. 21'inci yüzyılın, küresel boyutta olan enerji savaşında, küresel ve bölgesel aktörler ile çetin bir rekabet içerisindedir. Türkiye, ithal bağımlılığı gibi dezavantaj içeren sorunlara sahip olsa da, mevcut jeopolitik konumu ve tarihsel misyonu gereği önemli bir role ve avantaja da sahiptir. 

Dünya'nın, özellikle fosil kaynaklar olarak en önemli rezerv kaynağına sahip olan Orta Asya ve Ortadoğu bölgelerine yakınlığı ve ithal enerji bağımlılığı olan Avrupa ülkeleri içinde, köprü konumunda olması, enerji merkezi ve koridoru hedefine ulaşabilmesi için güçlü bir argümandır. SSCB'nin dağılmasından sonra eski gücünden uzak kalan Rusya, gelişen enerji kaynakları ile tekrar süper güç olmak için enerjiyi kullanmasına karşı, Türkiye hedefleri doğrultusunda, uluslararası desteği de alarak özellikle Rusya'nın bölge hâkimiyetine alternatif olabilmek için, Orta Asya Cumhuriyetleri'nin (OAC), ''engelsiz surette tasarruf edebilecekleri, enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara serbestçe ve farklı güzergâhlardan nakledilmesini desteklenmesi''(T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2011) düşüncesini benimsemiştir. 

Türkiye'nin Hazar Havzası'nın enerji kaynaklarına ulaşması ve Orta Asya ülkeleri ile ilişki kurmak istediği başta ABD ve AB tarafından desteklenmesi ile ideal bir durumu oluşturmuştur. Özellikle, Azerbaycan ile arasındaki ''Tek millet, İki Devlet'' söylemli ortak dış politika ile oluşan uygun zemin ile Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol (BTC) boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) doğalgaz boru hatlarının hayata geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Böylece Türkiye'nin bölge ülkelerinin enerji kaynaklarının dünya pazarına sunulması için Rusya'ya alternatif olma imkânı tanımıştır. Bu projelerin önemi, geçmişten günümüze gelişen tarihsel süreçte Rusya'nın bölge etkinliğini kullanarak, Türkiye'nin izlediği bölgeye ulaşma politikalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına son vermesi ve bölge ülkeleri ile enerji ticareti için ilk sıcak temasın kurulmasına imkân verdiği için çok önemlidir. 

Orta Asya enerji kaynakları için Rusya en büyük bölgesel güç olmasına rağmen Türkiye bu bölge için Rusya kadar Çin ile mücadele edecektir. Artan enerji talebi ile Çin, bölge ülkeleri için güçlü bir pazar konumundadır. Nitekim Türkmen gazının İran üzerinden istenilen şekilde temin edilememesinin en önemli nedeni başta ABD ve Avrupa ülkelerinin, İran üzerinde uyguladıkları ambargo ve izolasyon nedeni olması ve var olan kaynakların batı eksenli değil, doğu eksenli eğilim göstermesine neden olmasıdır. 

Türkiye için Orta Asya bölgesi enerji kaynaklarına ulaşma hedefinde bölge ülkeleri ile olan ikili ve çoklu ilişkiler, oluşturulan projelerin hayata geçebilmesi için son derece önemlidir. Aksi halde, başta Kazakistan petrolü, Türkmenistan doğalgaz kaynakları, İran örneğinde yaşandığı gibi enerji talebi büyüyen Çin, Hindistan gibi ülkelerin artan pazar etkisiyle eksen kayması riskine neden olabilir. Yaşanılacak herhangi bir eksen kayması Türkiye'nin, enerji koridoru ve enerji merkezi olma hedefine derin zararlar verecektir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 1

21. YÜZYILIN ENERJİ DENKLEMİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 1


Sercan DURMUŞOĞLU 1 


1 İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sütlüce, 3445, 

İSTANBUL, 

sercanbbn@hotmail.com 


ÖZET 

 Enerji, insanlık tarihinden günümüze kadar yaşamın sürdürülebilmesi adına en temel olgu olarak önemini arttırarak hayatımızdaki yerini korumuştur. 

Bütün ülkeler ihtiyacı olan enerjinin sıhhatli şekilde nasıl temin edileceği üzerine projeler ve politikalar geliştirmektedirler. 21.Yüzyılda, ülkelerin toplumsal refahı ve sürdürülebilir kalkınmalarının en önemli yapı taşı enerjidir. Enerjinin bu konumu gereği, ülkeler arasında kıyasıya bir rekabet vardır. 

Dünya, küresel ve bölgesel aktörlerin bu rekabeti, bir enerji savaşına dönüştürdükleri bir siyasi konjonktür içerisindedir. Oluşan bu yeni konjonktürde  kapsamında, Dünya enerji kaynakları, küresel aktörlerin izlediği enerji politikaları incelenmiştir. 

İncelenen bu politikalar ekseninde, Türkiye'nin izlediği enerji politikaları, hedefi ve sorunları hakkında bilgi verilecektir. 

1.GİRİŞ 

Dünya ve insanlık var olduğundan günümüze kadar enerji yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olarak daima önemli bir yer kaplamıştır. İnsanlık tarihinde enerji ve enerji kaynaklarından, çeşitli şekiller de yararlanılmıştır. İlk başlarda kas gücünden elde edilen enerji hayatımıza girmiştir. Verimli tarım arazilerinin sürülmesi, el ustalarının üretim atölyeleri ve tamamıyla insan gücüne dayalı ordular o dönemin önemli enerji argümanlarıdır. İnsanlık daha sonra doğa ile bütünleştirdikleri bir enerji kullanımına geçiş yapmıştırlar. Su değirmenlerinin kullanımının ilk çağlara kadar uzandığı, yapılan araştırmalar ile belirlenmiştir. Enerji, Sanayi Devrimi ile en büyük evrilmeyi yaptığı dönemi yaşamıştır. Dünya'nın, sanayileşme hareketi ile birlikte hızla makineleşmeye yönelmesi ve artan teknoloji ile enerji önemini hızla arttırmıştır. 

21.yüzyıla gelindiğinde ise enerji yaşamın sürekliliğinin gerekliliği için anahtar noktada olacak bir konuma yükselmiştir. 

Ülkeler, toplumlarının refahı, sürdürülebilir kalınmaları, askeri ve ekonomik varlıklarını devam ettirebilmek için artan enerji talebini karşılamak ilk öncelikleri 

halini almıştır. Ülkeler teknolojilerini ve politikalarını artan enerji talepleri üzerine yeniden kurgulamaya başlamıştır. 21.yüzyılda, özellikle dünya süper gücü Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin başını çektiği küresel aktörler olan Rusya, Avrupa Birliği (AB), Çin'in de enerji denklemine girdiği küresel bir rekabet başlamıştır. 

SSCB'nin yıkılmasının ardından İkili Kutup eksenli güç dengesinin zamanla çoklu kutuplu bir güç dengesine bırakması aktörlerin sayısının artmasına ve beraberinde rekabetinde kızışmasına neden olmuştur. Yaşanılan bu büyük rekabetin arenası dünya fosil kaynak rezervlerinin yaklaşık yüzde 70'ine sahip olan Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerinde yaşanılmaktadır. Türkiye, yaşanılan bu büyük enerji rekabetinin neredeyse tam odak noktasında bulunmaktadır. Çalışmada 21.yüzyılın enerji savaşında Dünya enerji kaynakları, küresel aktörlerin enerji politikalarını ve enerji eksenli dış politikaları incelenecektir. Oluşan bu politikalar eksenin içerisinde, Türkiye'nin enerji vizyonu, stratejileri ve dış politikaları irdelenecektir. 

1.DÜNYA ENERJİ KAYNAKLARI 

Dünya enerji kaynakları yenilenemez (fosil) ve yenilenebilir enerji kaynakları olarak ikiye ayırmamız gerekmektedir. Sanayi Devriminden itibaren ağır sanayi hamlesinin giderek gelişmesi beraberinde fosil kaynaklar üzerine bir yoğunlaşma yaşamasına neden olmuştur. Fosil enerji kaynaklarının, yenilemez bir enerji kaynağı olması ve yakın tarihte olması beklenmemesine rağmen artan enerji talebi içerisinde riskli bir durum içerisine gireceği ön görülmektedir. Fosil enerji kaynaklarının, dünya üzerinde homojen bir dağılıma sahip olmaması ise yükselen enerji talebi içerisinde yaşanan enerji rekabetinin zamanla bir enerji savaşına dönüşmesine neden olmaktadır. 

Ülkelerin sürdürülebilir kalkınmalarını ve toplumsal refahını sağlayabilmesi için artan enerji talebini karşılamaları gerekmektedir. Enerji tüketimi ve kalkınma  arasında yakın bir ilişki olmasından dolayı, enerjinin ekonomik sosyal kalkınmanın temel girdilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.(Karluk, 2002) Ülkelerin artan enerji taleplerini karşılamaları için fosil enerji kullanımı kadar bir diğer enerji kaynağı olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı çok önemli bir yer tutmaktadır. Ülkeler gelişen teknolojileri vasıtasıyla maksimum verim elde ederek enerji üretiminde önemli bir yer almasını sağlamak hedefindedirler. 

1.1. Fosil Enerji Kaynakları 

Sanayi devriminden sonra dünyanın, endüstriyel devrimi ile enerji kaynaklarının önemi ortaya çıkmıştır. Kömürün vazgeçilmez bir konuma sahip olduğu dönem,  hızla gelişen teknoloji ile birlikte yerini petrole bırakmıştır. Dünya'nın 1973-1979 yıllarında yaşamış olduğu petrol krizleri ile birlikte petrol kaynaklarına 

bağlılıklarından dolayı büyük sıkıntı yaşamışlardır. Özellikle petrol krizlerinden sonra ülkeler, alternatif enerji kaynaklarına yönelmiştirler ve bunların başında o döneme etki eden en önemli kaynak Nükleer Kaynaklardan üretilen enerji olmuştur. 

Bütün bu arayış ve yönelmelere rağmen, dünyada birincil enerji tüketimi pastasında, en büyük payı fosil kaynakların aldığı görülmektedir. (Satman, 2006) Enerji payında aldığı büyük pay ile önemli bir stratejik konuma sahip olan fosil kaynaklar, 21.yüzyılın içerisinde olduğu büyük enerji savaşında temel kaynak konumunu korumaktadır. Dünya'nın yaşadığı enerji savaşı için fosil enerji kaynaklarını kömür, doğalgaz ve petrol kaynakları olarak incelemeliyiz. 

1.1.1. Kömür 

Genellikle bitki parçaları veya bitkisel maddeler bataklık ortamında birikip, çökelir ve jeolojik işlemler ile kendiliğinden yer altına gömülürler. Yeraltında artan ısı ve basınca maruz kalarak bünyelerinde fiziksel ve kimyasal değişimlerle kömüre dönüşürler. İnorganik bileşikler ve mineral maddelerden oluşan kömür fosil enerji kaynağı olarak sıfatlandırılır ve kömürleşme süresi 400 milyon yıl ve 15 milyon yıl arasında değişmektedir. Sanayi devrimi ile insanlık yaşamına çok hızlı girerek önemli bir konuma sahip olmuştur. Konumunu artan teknoloji ile birlikte diğer fosil kaynaklar olan petrol ve doğalgaza bırakmış olsa da günümüz enerji trendi içerisinde hala önemli bir konuma sahiptir. World Energy Council (WEC)'n yaptığı çalışmalara göre dünya da kömür kaynakları ile ilgili bir kaynak sıkıntısı olmayacaktır. Dünya'da kömür kaynaklarına bakıldığında sırasıyla ABD (237 milyon ton), Rusya (157 milyon ton), Çin (115 milyon ton) ilk üç sırayı almaktadır. 

Sera gazı salınımı nedeniyle kömür termik santralleri enerji politikaları içerisine uzun vadeli yatırım kaynakları olarak gözükmemektedir. Özellikle, Çin artan enerji ihtiyacı içerisinde talebi karşılamak için kömür santrallerine yatırım yapmaktadır. 

Yine de kömür hızla gelişen teknoloji ile kömür önümüzdeki yıllarda artan bir öneme sahip olacaktır. 

Kömür gelişen teknoloji ile farklı şekillerde enerji elde edebilmek için kaynak oluşturmuştur. Bu çalışmalar ekseninde geliştirilen, Converting coal to liquid fuel  (CTL) sistemi ile amaç olarak kömürden sıvı yakıt elde edilmesi hedeflenmiştir. 

Belirli bir kapasiteye ulaşmış olmasına rağmen dünya üzerinde yaygın değildir. Bu sistem, Güney Afrika'da yaygın olarak kullanılmakta olup, benzin ve dizel  ihtiyacının yaklaşık %30'unu karşılamaktadır. Ayrıca, Underground coal gasification (UCG) sistemi ile kömürü yer altında gaz haline getirmek hedeflenmiştir. 

Özellikle ABD, Hindistan ve Avrupa ülkeleri bu sistem üzerinde projeler üreterek uzun vadeli yatırımlar yapmaktadır. Kömür kaynakları artan teknoloji ile alternatif  üretimler ile enerji üretimine katılması sağlanırsa gelecek yıllar içerisinde kaynaklar arasında konumunu arttıracaktır. 

1.1.2. Doğalgaz,

Doğalgaz son çeyrek yüzyılda hızla önemli bir kullanım kapasitesine sahip olan bir enerji kaynak türüdür. Petrol üretimi sırasında keşfedilmiş fakat değersiz bir yan ürün kabul edilerek boş yere yakılmıştır. Petrol üretiminde yaşanılan sıkıntı, artan enerji talebi ve gelişen teknoloji ile birlikte doğalgaz önemli bir konuma  yükselmiştir. Çevreye verdiği zararın az olması ve kullanım esnekliği ile hızla artan bir trende sahiptir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin doğalgaz kullanımına ağırlık vermesi ile birlikte dünya da yaygınlaşmıştır. 

Dünya enerji talebi içerisinde en fazla artış yaşanılacak olan fosil kaynak olarak doğalgaz olacağı ileri sürülmektedir. Dünya enerji talebinin 2030 yılına kadar ortalama %1,6 oranında artacağı tahmin edilmektedir. Toplam enerji artışı içerisinde, doğalgaz yaklaşık %21 oranında yer kapsayacaktır. (Enerji Raporu, 2013) 

Dünya'da doğalgaz rezerv oranı ile Rusya ilk sırayı almaktadır. Orta Asya bölge ülkelerinin de üretime girmemiş büyük doğalgaz rezervleri vardır. Bu rezervlerin  yanı sıra ABD, Katar gibi ülkeler de sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) kaynakları ile oldukça büyük rezerv oranlarına sahiptirler. ABD yeni keşfettiği ''Kaya Gazı'' ile doğalgazda yeni bir boyut açmıştır. Şimdilik üretimde beklenilen paya sahip olmasa da ileride kaplayacağı alan ile ABD'nin en büyük üretici olacağı düşüncesi ileri sürülmektedir. Tüm bu gelişmeler eşliğinde dünya 2035 yılında Rusya'nın 856 milyar m3 ile liderliğini korurken, ABD 800 milyar m3 ile ikinci, Çin 318 milyar m3 ile üçüncü sırada bulunması ön görülmüştür. (UEA, 2012) 

1.1.3. Petrol,

Dünya enerji arzında en önemli ve başta gelen fosil enerji kaynağı petroldür. Petrolün uzun yıllar bu önemli konumunu koruyacağı beklenmektedir. Dünya da artan enerji tüketimi içerisinde fosil kaynaklar % 87,7'lik bir orana sahiptir. Petrol kaynakları, fosil kaynak tüketim oranının %36,8'lik payını kaplayarak, fosil kaynak tüketimi içersinde birinci sırada yer almaktadır. (İşcan,2002) Petrol kaynakları, 21. yüzyılın enerji savaşının temel maddelerinden biridir. Özellikle dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %50'sine sahip olan Ortadoğu bölgesi bu savaşı en önemli arenalarından biri olmaya devam etmektedir. 

Geçmişten bu yana istikrarsızlık bölgesi olarak hep karşımıza çıkan bu bölge incelendiğinde kendi iç dinamikleri yüzünden gelişen sıkıntılar yaşamamışlardır. 

Genellikle suni ve dış odaklı siyasi sıkıntılar ile bölge daima istikrarsızlıkla cezalandırılmış tır. Her ne kadar Suudi Arabistan, ABD, Rusya'nın, 2030 yılı içerisinde dünya petrol rezervlerinin 1/3'ünü karşılayacağı belirlenmiştir. Fakat hızla artan enerji talebi ve buna bağlı olarak git gide şiddetlenen enerji savaşının ana günden konusu fosil kaynaklar ve petrol oluştururken, en şiddetli rekabetin ve savaşın yaşandığı bölge ise Ortadoğu olacaktır. 

1.2. Yenilenebilir Enerji Kaynakları 

Dünya'nın içerisinde bulunduğu enerji savaşının temel konusu artan enerji talebini en sıhhatli şekilde karşılayarak ülke refahını ve sürdürülebilir kalkınmayı devam ettirebilmek olmuştur. Özellikle, fosil kaynaklar üzerinde yaşanan bu rekabette güçlü olabilmek enerji eşitliliğinde yakalanılacak olan verimlilik ile doğru orantılıdır. Fosil yakıtlara olan bağımlılık ne oranda azalırsa ülkelerin enerji diplomasisinde elleri o oranda refaha kavuşacaktır. Bu neden ile ülkeler hem fosil kaynaklar üzerinde bir enerji savaşı verirken hem de artan enerji talebini karşılayabilmek adına, enerji çeşitliliği sağlayabilmek için büyük rekabet  içerisindedirler. 

Dünyadaki politik gelişmelere bağlı olarak artan enerji talebi içerisinde enerji fiyatlarının sürekli artması, fosil yakıtların belli bir süre sonra bitecek ve fosil yakıt üretiminin pahalı olması, alternatif enerji kaynaklarının tespit edilerek bu kaynaklardan yüksek verimle faydalanılmasını zorunlu kılmaktadır.(Etemoglu ve İşman, 2004) Bu zorunluluk içerisinde doğanın insanlara sunduğu rüzgâr, su, güneş gibi doğal kaynaklar insanlara alternatif enerji kaynakları oluşturması için önemli imkân sağlamaktadır. Bu doğal kaynaklar hakkında bilgi sahibi olmamız var olan enerji rekabetindeki yenilenebilir eneri kaynaklarının konumunu anlamamıza yardımcı olacaktır. 

 1.2.1. Hidrolik Enerji,

Hidrolik enerji, suyun gücüne dayalı bir enerji türüdür. Su gücünden yararlanma milattan önce ilk çağlarda su değirmenleri ile başlamış ve günümüze de vazgeçilmez bir enerji kaynağı olma konumunu korumaktadır.(Dalkır ve Şeşen, 2011) ABD'de, Niagara Enerji Santrali ile yapılan hidroelektrik santral olarak, dünya genelinde hidroelektrik santral inşaatlarının da öncüsü olmuştur.(Ataman, 2007) Büyük bir potansiyele sahip olan hidrolik enerji günümüzde var olan potansiyelinin altında faydalanılmaktadır. Yinede hidrolik enerji dünya elektrik üretiminin yaklaşık %15,9'luk payını üstlenmesi önemini açıkça göstermektedir. Her ne kadar kurulum maliyeti yüksek olmasına rağmen, yerli imkânlar ile yapılabilmesi, yenilenebilir kaynak oldan sudan enerji elde edilmesi ve teknik ömrünün uzun olması, bakım giderlerinin düşük olması gibi nedenlerden ötürü, hidroelektrik santraller ülkelerin enerji sigortalardır.(Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2012) 

1.2.2. Güneş Enerjisi, 

 Güneş, dünyadan milyonlarca kilometre uzaklıkta sıcak gazlardan meydana gelmiş bir kütledir. Dünya yaşam kaynakları ve dolaylı, dolaysız tüm enerji kaynakları için güneş temel kaynaktır. Güneş enerjisinden elektrik üretimi ile ilgili ilk çalışmalar 1950 yılında yapılan ilk güneş pilleri ile olmuştur. 

 Dünya'nın yaşadığı petrol krizleri ile artan enerji çeşitliliği arayışı sonucunda güneş enerjisi ile ilgili çalışmalar ağırlık verilmiştir. Dünya'nın her noktasına ulaşma kabiliyetine sahip olan güneş enerjisi çok büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Suudi Arabistan'ın gelecek yıllarda güneş enerjisi ile enerji talebinin tamamını karşılamayı hedeflemesi ve mevcut petrol kaynaklarının tamamını ihracata ayırmayı hedeflemesi dikkat çekici ve gelecek için önemli bir gelişmedir. 

1.2.3. Rüzgâr Enerjisi,

Güneşin yeryüzünde yol açtığı ısınmanın ve oluşan basınç farklılıkları ile havanın hareketlerine yol açması ile rüzgâr oluşur. Rüzgâr enerjisinden yararlanmak insanlık tarihinde oldukça eski zamanlara dayandığı gözlemlenmiştir. Özellikle basit yel değirmenleri ile rüzgâr enerjisinden faydalanılmıştır. Avrupa'da yaygın olarak kullanılan yel değirmenleri özellikle 12. yüzyılda Fransa ve İngiltere'de kullanılmıştır.(Akova, 2008) 

Rüzgârdan elektrik üretimini ilk Danimarka elde etmiştir v günümüze kadar gelişen süreç içerisinde bu sistem artış göstererek enerji elde edimi devam etmiştir. Doğal yakıtın, rüzgâr olduğu sistemde, azami 30 metre veya daha yüksek ebatlarda kurulan kulelere monte edilen pervanelerin rüzgâr ile dönmesinden sağlanan hareketin elektrik enerjisine döndürülmesi ile enerji elde edilir. Elde edilen enerjinin depolanamaması ve kuşların göç güzergâhlarında rüzgârgülleri ile zarara uğraması gibi temel problemler ve karşı görüşlerle karşılaşan bu sistem artan bir trende sahiptir. Çin, ABD, Almanya gibi ülkeler rüzgâr kaynaklarından önemli bir enerji elde etmektedirler. Tüm muhalif düşüncelere rağmen İspanya'nın, Navar bölgesinde bulunan rüzgâr türbinleri ile rüzgârın iyi estiği koşullarda ülke elektrik enerjisinin dörtte birini karşılayabilecek kapasiteye yükseltmiştir. İspanya'nın ve diğer gelişmiş ülkelerin rüzgâr kaynaklarına yaptıkları yatırım var olan enerji rekabetinde rüzgâr enerjisinin giderek artacak bir konuma geleceğinin örneği olarak görebiliriz. 

1.2.4. Jeotermal Enerji, 

Jeotermal kelimesi Yunanca geo (yeryüzü) ve therme (ısı) kelimelerinden türemiş olup yer ısısı ya da yeryüzü ısısı anlamına gelmektedir.(Ataman, 2007) Jeotermal kaynaklardan ilk olarak, 1904 yılında İtalya'nın Larderello şehrinde buhardan elektrik üretimi sağlanmıştır. (Uğurlu, 2006) Fakat dünya da jeotermal kaynaklardan elde edilen elektrik enerjisi yaklaşık %1 civarlarındadır. Kaynakların elektrik enerjisine uygun olmayışı nedeniyle jeotermal enerji yaşanan enerji rekabeti içerisinde yer almayan ve daha çok turizm amaçlı kullanılan bir enerji türü olarak kalacaktır. 

1.3. Nükleer Enerji,

Dünyada nükleer enerji ile ilgili ilk çalışma, Sovyetler Birliği'nde 1954 yılında ticari amaç için kurulan Obninsk Nükleer Santralinin kurulması ile başlamıştır. 

Özellikle 1970'li yıllar içerisinde yaşanan petrol krizleri ile ülkeler nükleer enerjiye yönelmiştir. Hızla artan nükleer enerji ABD'de yaşanan Three Mile Island,  Rusya'da yaşanan Çernobil ve en son yaşanan Fukushima Daiichi nükleer santral kazaları ile dünya ülkeleri tedirginlik içerisinde olarak yeni nükleer enerji  programlarına yönelmişlerdir. 

Bu yönelmenin etkisiyle dünya genelinde 2011 yılında %13,5 oranına sahip olan nükleer enerjiden elde edilen elektrik üretimi 2012 yılında %11'e düşmüştür. Yinede Almanya'nın ülke elektrik üretiminin %67'sini nükleer enerjiden elde etmesi ve ABD, Fransa, Rusya gibi ülkelerin nükleer enerjiden büyük enerji üretimleri elde ediyor olması enerji üretimindeki önemli konumunu göstermektedir. Rusya'nın St. Petersburg şehrinde 19 Haziran 2013 tarihinde yapılan Bakanlar Konferansında Uluslararası Atom enerji Ajansı (UAEA), Uluslararası Atom enerji Ajansı Genel Direktörü Yukiya Amano'nun, ''Önümüzdeki yıllarda nükleer enerjinin sürdürülebilir kalkınmaya önemli ve artan bir katkısı olacağı'' düşüncesini ileri sürmesi, dünyada verilen enerji savaşında nükleer enerjinin geleceği ve edineceği konum ile ilgili önemli bir bakış açısı olarak dikkat çekmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


16 Ocak 2017 Pazartesi

Ortadoğu’da Enerji



Ortadoğu’da Enerji 



Doç. Dr. Oktay Tanrısever 



Ben Oktay Tanrısever. ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde enerji konularında dersler veriyorum. Sizinle bu programınız kapsamında Ortadoğu’da enerji konularını ele alacağım. Öncelikle tek taraflı olarak ben anlatacağım. Daha sonra da sizin sorularınıza cevap vermeye çalışacağım. Ben konuşurken açık olmadığını düşündüğünüz herhangi bir nokta olursa elinizi kaldırın. Açıklama yapmam gereken konularda konuşmanın sonuna kadar beklemenize gerek yok. Son bölümde daha interaktif bir tartışma bölümümüz olacak. Tabii hepinizin beklentisini, bilgisini bilmiyorum; eminim hepiniz farklı bölümlerden seçildiniz. Herkes Uluslararası İlişkiler bölümünden olmayabilir. Bu nedenle biraz 
temel bilgileri konuşacağız. 

‘Enerji diplomasisi nedir? Genel olarak enerjinin Uluslararası İlişkilerde ne gibi önemi var?’ Bu soruların cevaplarını aktaracağım. Daha sonra Ortadoğu’da farklı özelliklere sahip olan bölgelerin enerji profilini size anlatacağım. Son bölümde de diplomasi alanında enerjinin güvenliği ve bölgedeki gelişmelerin yansımalarını sizlerle Uluslararası ilişkiler perspektifiyle tartışacağız . Dediğim gibi bunu takip eden bölümde eminim çok değişik konularda çok değişik sorularınız olur ve onları cevaplayacağım. Enerji konusu, Uluslararası İlişkilerde son yıllarda önemi daha çok vurgulanır hale gelmiştir; ortaya çıkan her uluslararası olayın bir de enerji boyutu varmış gibi bir izlenim bulunmaktadır bu tabii ki kısmen 
doğrudur. Çünkü enerji ne kadar önemli olursa olsun her şeyi belirleyen bir faktör değildir. Enerjinin önemini kavramak için biraz da enerjinin günümüz toplumunda neden kritik bir rolü olduğunu bilmemiz gerekir diye düşünüyorum: Sizce neden olabilir? Bir fikri olan var mı? Mesela sizce biz neden özellikle son yıllarda çok fazla enerji konularını konuşuyoruz? Enerjiyi vazgeçilmez kılan nedir? 

Öğrenci: Kaynakların sınırlı olması olabilir, kontenjandan kaynaklandığını düşünüyorum. 

O.Tanrısever: Dediğiniz doğru ancak biz enerjiyi sınırlı görmüyoruz. Enerji sınırsız bir kaynaktır. 

Öğrenci: Enerji arzı güvenliği konusunda problemler var. Bu nedenle Ortadoğu’da son yıllarda daha çok gündeme geldiğini düşünüyorum. 

Öğrenci: Enerji üretimden lojistiğe kadar hayatımızda vazgeçilmez konumdadır. Örneğin; günümüzde sanayi üretimi yaparken çalıştığınız zamana göre farklı enerji kaynaklarından yararlanmadan bir şey yapamazsınız ya da ürettiğiniz bu malları taşımak için kullandığımız lojistik olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Bugün Türkiye elektriğinin %50’sinden fazlasını doğal gaz ile üreten bir ülkedir. Sadece evimizde aydınlanma için kullandığımız ya da yakıt olarak kullandığımız bir şey değildir enerji. Enerji, üretime dayalı elimize ulaşan her şeyi etkileyen 
bir faktördür. 

O.Tanrısever: Çok güzel. 

Öğrenci: 1970 yıllarında ortaya çıkan petrol krizleri de enerjinin önemini daha da vurgular hale gelmiştir. Petrol krizlerinin dünya ekonomisine etkisi, uluslararası boyutta ve diğer allarda enerjinin önemini arttırmıştır. 

O.Tanrısever: Sizin yorumunuz da gayet güzel. Sizin dedikleriniz enerjinin neden bu kadar gündemde olduğunu açıklamaktadır. 

Krizler oldukça medya bu konulara daha çok ilgi duyuyor ve farklı açılardan bu konuları incelemeye koyuluyor. Dediğiniz gibi 1973’te petrol krizinden sonra enerjinin çok önemli bir şey olduğu hakkında bir genel kanı oluşmuştur. Daha önce ihmal edilen, altı kalın çizgilerle çizilmeyen bir konuydu enerji. Ama giderek Uluslararası İlişkilerin merkezine oturuyor olması krizlerden kaynaklanmaktadır. 

Biraz önce arkadaşımızın bahsettiği, enerjinin modern dönemlerdeki önemiydi. Aslında enerji her zaman ve her tarihte önemliydi çünkü enerji var olmadan hayat olmaz. Çok basit bir şekilde hayatın kaynağı enerjidir diyebiliriz. İlk insandan bu yana hatta ilk canlıdan bu yana ve cansız varlıklara varıncaya dek enerjiden yararlanıyoruz. Evrenin oluşumunun özünde enerji vardır. Gezegenlerin belli bir yörüngede hareket etmesi gibi birçok şey enerjiyle mümkündür. 

İlk çağlarda enerjiye önem atfedilmiyordu. Çünkü enerji var olan şartlar da kullanılabildiği kadarıyla kullanılıyordu olduğu kadar tüketiliyordu. 

Örneğin ilk çağlarda köleler güçlerinin yettiği kadarıyla çalışıyor, diğer insanlar günlük hayatlarını idame ettirmeye çalışıyor, insan emeğinden 
fazla ortak enerjiye dayalı bir şey yoktu. Ama endüstri devriminden sonra arkadaşımızın da belirttiği gibi endüstriyel üretimin temel unsuru olarak enerji kaynakları ortaya çıktı. Başta kömür olmak üzere buhar makinesinin icadı ve bunun trenlerde kullanılması ile birlikte enerjiye daha çok ihtiyaç duyar olduk çünkü daha çok üretir olduk. Endüstri sayesinde fabrikanız varsa o fabrikayı işletecek kadar enerji ve yeterli vakit ile üretiminizi hızlandırıyorsunuz. Bu nedenle fabrikaların ortaya çıkması, ulaşım araçlarının enerji ile çalışır hale gelmesi dünyada enerji tüketimini sınırsız bir şekilde arttırdı. Tabii sınırsız artış yaşanınca kaynakların elde edilmesi, korunması ve çıkarılması ihtiyacı ortaya çıktı. Daha sonra petrolün 20.yy’ın başında gündeme gelmesiyle birlikte daha fazla kâr veren enerji kaynakları keşfedildi. Yani kömürün yanında petrol 
çok verimli bir enerji kaynağı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da radyoaktif maddelerden elde edilen enerjinin değişik alanlarda kullanılmasıyla çok daha fazla enerjinin üretilebilir ve bunun da endüstriyel üretimde tüketilebilir olduğunu gördük. Böyle olunca enerjinin çok değişik formları ortaya çıktı ve bunlarda tabii ki hem teknoloji anlamında hem teknoloji üretebilmek hem de ham madde kaynaklarını korumak amacıyla yararlanmak gerekir. Enerjiyi elinizde bulundurmak istiyorsanız ya paranız olacak enerji alacaksınız ya da sizde varsa da onu koruyacaksınız, sizde yoksa alacaksınız. Enerjiye sahip olmak onu kullanmak için yetmemektedir. Elinizde bulundurduğunuz enerjinin üretilmesi ve kullanılabilmesi için teknolojinizin de olması gerekmektedir. Son yıllarda ülkeler ekonomik üretimlerini arttırmak refah düzeylerini geliştirmek 
için hem enerji üretimini hem de tüketimini arttırmak için yarışıyorlar. 

Yani dünya da enerjiyi daha çok kullanma yarışı vardır. Şimdi Ortadoğu bu resmin içinde niye oturuyor dediğimizde Ortadoğu aslında uzun süre 
bu resmin içinde çok da yeri olmayan bir bölge yani geri kalmış, enerji kaynakları da petrol, doğal gaz dışında fazla olmayan bir bölge. 

Petrol; 19.yy sonu 20.yy başında rezervlerinin ne kadar büyük olduğunun anlaşılmasıyla önem kazanmıştır. Dünya ticaret yolları açısından Ortadoğu 
petrollerinin hem kalitesi hem de petrolün taşınma yollarının kritik bir yerde olması, Ortadoğu petrollerine ekonomik bir önem kazandırmıştır. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu bölge soğuk savaş yıllarında bir rekabet alanı haline gelmiştir. Bölgenin kendinden kaynaklı öneminin yanı sıra bölgenin enerji dinamiklerinin belirleyici olması, soğuk savaş yıllarında bölgenin kendini küresel rekabet içinde de bulması Uluslararası İlişkileri etkiler hale gelmiştir. Ortadoğu da yaşayan halklar, buralarda yatırım yapan şirketler, küresel anlamda liderlik gösterip rekabet eden ülkeler; enerjinin üretimi taşınması ve tüketimi süreçlerinde Ortadoğu ile daha çok ilgilenir oldu. Ortadoğu’nun 1973’e kadar pek de politize olduğu söylenemez. Yani yer yer ulusallaştırma kamulaştırma kaydettiklerinden dolayı siyasi iç politika meselesi olarak petrolü görüyoruz. 
Özellikle petrol üretiminin çok olduğu ve başlarda bunun uluslararası petrol şirketleri tarafından yapıldığı ülkeler de genel petrol şirketleri buraları kamulaştırma yönünde bir siyaset izlemeye başladılar. Tabii ki arap milliyetçiliği, pers milliyetçliği gibi unsurlardan dolayı burada milliyetçilik unsuru beslendi. Ancak milliyetçilik bir dönem önemliyken 1970’lerin sonunda 1980’lerin başında giderek radikal İslam hareketlerinin ve değişik İslamcı hareketlerin versiyonları nın da etkileri kendini göstermiştir. Gerek İran’ daki gelişmeler gerek Körfez Ülkeleri’nde ki gelişmeler gerekse diğer ülkeler de konu ideolojik boyutlarda çeşitlenerek yaygınlaşmıştır. Yani enerji kaynakları değişik grupların inceleme alanına girerek onu elde edebilmek için değişik stratejilerin geliştirildiği bir konu oldu. Toplumlar Ortadoğu’da ki tüm gelişmeleri enerji bağlamında ele alır oldu ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. 


Arap ülkelerinde ki milliyetçilik ya da değişik ideolojilerin ortaya çıkması bazen oraya yatırımları istismar etmektedir. Ortadoğu’da yeterli teknolojik alt yapının olmaması, gelir kaynaklarının kısıtlı olması ve enerjinin işlenip dışa satılması gerekir çünkü gelir kaynağı budur. Bu nedenle bu durumu fazla politize etmenin bir anlamı yoktur. Özellikle offshore bölgeler de yani deniz de yapılan petrol doğal gaz üretiminde çok ileri teknoloji gerekiyor. Bu teknolojiye çok az ülke ve şirket sahip, haliyle eğer o üretimi yapacaksanız bir anlaşma yapmanız gerekmektedir. 

Buna ‘Üretim Paylaşım Anlaşması’ (Production Sharing Agreement) denilmektedir. Bunun üzerinden gidiliyor yani tek tek olaylar, her ay bir 
üretim yatırım anlaşması gibi bir boyutu var ama dediğim gibi Ortadoğu’daki değişik çevreler biraz abartarak biraz kendi siyasi gündemlerine bunu yerleştirmek maksadıyla enerji temelli bir siyasi söylem geliştiriyor. Ortadoğu’da, iç politikada ideolojik bir boyutu var enerjinin. Ama buna 
ilaveten enerji kaynaklarının tabii ki paylaşılmasına dair, korunmasına dair bir rekabet var. Yani üretimde ticaret konusunda yapılan tartışmalarının çoğunun yersiz olduğunu söylesek de yine de değişik gruplar enerji kaynaklarını ele geçirince muazzam güç elde ettikleri gerçeğinden hareketle birazcık kaynak kontrolü anlamında bir hareketlilik söz konusu. Gerek etnik grupların Ortadoğu’daki değişik ideolojik grupların özellikle keşfedilmiş ve çalışan petrol sahalarına dönük olarak yaptıkları saldırılar buraları elde edebilmek, daha çok güç kazanmak için geliştirdikleri stratejiler vardır. Gerçekten de petrolü elinde tutan doğal gaza da sahip olan büyük güç elde etmiş, büyük bir servetin üzerine oturmuş oluyor. Bunu da hem siyasi hem uluslararası güce çevirmesi çok zor değildir. Yeter ki o kaynağı ele geçirmeye muktedir olsun onu elinde tutabilir olsun. Son zamanlarda Pan-Arap hareketleri, ideolojik hareketler, radikal İslamcı hareketler Ortadoğu’da petrole göz diktikleri için petrol kaynaklarını ele geçirip ondan güç elde etmek amacıyla farklı stratejiler izliyor. Bu nedenlerle Ortadoğu’da çözümlenmeye doğru gidilmekte ve silahlanma yarışları olmaktadır. Bu iki dinamiğin yani çözümlenme ve silahlanma dinamiklerinin bir araya gelmesi Ortadoğu’da bugünkü manzaraya neden olan iki unsurdur. Ortadoğu’da enerji olmasaydı bu kadar hareketli olmazdı. Ama kontrol etme güdüsü ve bunun zorlukları, kırılganlığı yani kontrol edenlerin tam kontrol edememiş olması kontrole niyetli olanların da biraz gayretle az da olsa bir şey elde edebiliyor olması bölgeyi daha kırılgan daha çözülen istikrarsız bir yapıya doğru götürüyor. Bu durum devam edecek gibi anlaşılıyor yani şu anda Ortadoğu da bir istikrar, 
kalkınma, refah perspektifi sizinde fark ettiğiniz gibi görünmüyor ama bunun altındaki sebep dediğim gibi kontrolün yani enerji kaynaklarının kontrolünde bir istikrar olmaması ve iştahların kabarmış olmasıdır. Sorun çözüm mekanizma larının, barışçıl çözüm mekanizmalarının Ortadoğu’da çok gelişmemiş olması. Tabii ki bunun çok altına gittiğiniz zaman toplumun çok az gelişmiş olması vs. gibi toplumsal faktörleri görebileceğiniz gibi daha kurumsal sebeplerinde ortada olduğunu görmekteyiz. Şimdi bu manzaraya bakınca daha yapısal manzarada sorunların odaklandığı yerlerle kaynak bölüşümü meselelerinin olduğu yerler arasında da bir paralellik olduğunu görüyoruz. Yani Ortadoğu’daki daha çatışmaya açık olan yerlerde enerji ile bir korelasyon var. Ama her yerde değil özellikle kapasite boşluğu olan ve zayıf devlet olan bölgelerde bunun biraz daha 
öne çıktığını görüyoruz. Güçsüz devletlerin olduğu görece bölge standartlarında bu sorunun birazda denetim altında olduğunu görebiliyoruz. 

Bölgede tabii ki biraz istikrar bütün dünyanın menfaatine olacaktır. Bütün dünya da bölgede en azından bir ölçüde sürdürülebilir bir istikrarın olması için çaba sarf ediyor. Mısır gibi Suudi Arabistan gibi İran gibi ülkelerin belli bir devlet kapasiteleri vardır. Yani kendileri güç projekte edebiliyorlar. Bunun getirdiği bir ön görülebilirlik ortamını Ortadoğu’da görebiliyoruz ama istikrarsızlığın olduğu yerlerde özellikle petrol zengini olan yerlerde paralellik arz ettiğini ya petrolün kaynağı ya da taşınma hatları potansiyel boru hatlarında gözle görülebilir bir artış var. Yani Ortadoğu’nun her tarafında bir istikrarsızlık yok. 

Bölgenin ikinci bölümünü oluşturan enerji profili konusuna geçersek dünyada ki en önemli petrol kaynakları; gerek kalite gerek miktar açısından Ortadoğu’da bulunmaktadır. Çok değerli rafineri ürünlerinin elde edildiği enerji kaynakları esasen Körfez ülkelerinde üretilir. Körfez ülkelerinde de en çok kaynağa sahip ülkeler olarak Irak, İran, Suudi Arabistan diyebiliriz. Gerek coğrafyalarının büyüklüğü gerekse gerçekten çok zengin kaynaklara sahip olmasından dolayı bu ülkeler önemlidir. Coğrafi olarak daha küçük olan ama metrekaresine daha çok zengin kaynağın düştüğü ülkeler vardır. Körfez İş Birliği Konseyi üyesi olan bu ülkeler; Katar, 


Kuveyt gibi ülkelerdir. Petrol rezervleri anlamında öne çıkan ülkeler ise; Irak, İran, Suudi Arabistan’dır. Dünyanın en zengin doğal gaz kaynakları da Katar’dadır. Özellikle enerji likit doğal gaz da dünyanın en önemli rezervlerine sahiptir. Bu bölgeye ilaveten enerji kaynakları anlamında Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde de az da olsa dikkat çekici kaynaklar olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında Mısır da özellikle son yıllarda keşfedilen doğal gaz ve bazı petrol sahalarının olduğunu biliyoruz ama körfezle mukayese edilebilecek düzeyde değildir. Aynı şekilde Cezayir Ortadoğu’nun en önemli enerji kaynaklarında hem rezerv hem de üretim anlamında zengin bir ülkedir. Libya da bu anlamda çok zengin bir ülkedir. Hem kaliteli petrol hem de işletim maliyetinin düşüklüğü anlamında Libya’daki kaynakların çok önemli olduğunu biliyoruz. Hem Kuzey 
Afrika da hem de Körfez Bölgesinde odaklanmış durumda bölgenin kaynakları öz itibariyle. İstikrarsızlıklara baktığımızda da şunu görüyoruz: 

Enerji üretiminin daha kurumsallaşmadığı ve ticaret yollarının da son yıllarda önem kazandığını Levant bölgesi özünde kaynakları daha sınırlı olan Suriye Ürdün gibi ülkelerin ticaret yolları yani transit ülke rolü açısından önemi artmış durumda. Aynı şekilde yeni yeni gelişen Kuzey Afrika’daki sektörün de nasıl şekilleneceğini bu istikrarsızlıklarının sona ermesi belirleyecek. Yani oradaki kaynak rekabetinin bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır. Özellikle Libya’daki istikrarsızlıklar son yıllarda artarak devam etmektedir. Özellikle ülkenin doğusunda Bingazi Bölgesinde tekrar bir istikrarsızlık dalgası başlamıştır. 

Ülkenin doğusu ile batısı arasında bir koordinasyon ortadan kalkmıştır yani gerçekten bir 5-10 sene sonra Libya gibi bir siyasi birimden bahsedilebilir 
mi tam olarak bir şey söylemek zor. Burada tabii ilginç olan Cezayir’in çok istikrarlı olmasıdır. Körfez ülkelerinin bir kısmının ve Cezayir’in istikrarlı olması bir açıdan hem bu ülkelerde yaşayan insanlar için, bölge için hem de dünya için bir şanstır. Çünkü petrol ülkelerinin istikrarsız olması kimsenin istemediği bir şeydir. Sebep ise fiyatlarda dalgalanma olmasıdır. Fiyatların çok dalgalanması özellikle tüketiciler tarafından arzu edilmez. Özellikle Türkiye gibi Avrupa ülkeleri Japonya Çin gibi esasen enerji tüketiminde dışa bağlı ülkeler bütçelerinin kötü yönde etkileneceğinden dolayı bu fiyatların artmamasını isterler. Satanlar da bu işten avantaj elde etmezler çünkü bu tür krizler küresel krizi de etkilediği için petrole olan talepte azalmaktadır. İstikrarlı piyasa istenir. Enerji ile ilgilenenler üretim sahalarının ya da nakil hatlarının kontrolü üzerinde bir tartışma olmasın isterler. Zayıflayan rejime dair tartışmaların olduğu ülkelerde bu gibi belirsizlikler ortaya çıkmaktadır. Çünkü bazı gruplara fırsatlar ortaya çıkıyor ve onlar kendi menfaatleri için dünyadaki küresel ekonomiyi önemsemezler. Bu açıdan bakınca Ortadoğu’daki enerji konusuna otoriter rejimlerin; Suriye de olduğu gibi, daha önceden Saddam döneminde Irak’ta olduğu gibi bunlar sürdürülebilir sistemler 
olamadılar. Çünkü enerji kaynaklarının veya nakil hatlarının merkezi otorite tarafından kontrol ediliş biçimi bunun halkla da paylaşılmamış olması bir huzursuzluk yaratmıştır. Daha fazla pay elde etme kavgasını üretmiş oluyor ve bunun demokratik mekanizmalarla çözecek durumları olmadığı için bu otoriter ülkelerde istikrarsızlık daha kontrol edilemez bir aşamaya geçmektedir. LLibya ve Suriye, Irak’ta görünenden daha demokratik yapılar olabilseydi ya da Körfez ülkelerinde olduğu gibi monarşik yapıların yönetebileceği yapılar olsaydı belki öngörülebilir bir istikrar olabilirdi. Bu ülkelerin en zayıf olduğu genel olarak enerji profillerinden biri de yatırım kapasitelerinin az olması yani yeni enerji 
kaynaklarına yatırım yapabilecek kapasitenin olmaması teknolojinin az gelişmiş olmasıdır. Özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarının deniz bölgelerindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesi açıkça ileri teknoloji istiyor ve bu ülkelerde bu teknoloji yoktur. Bazı ülkeler bu yeni teknolojiyi kullanıp bu açıdan da enerjilerini daha sağlıklı biçimde elde edebiliyor. İsrail bölgenin teknolojik açıdan en gelişmiş ülkesidir. 

Aynı şekilde güneş ve dalga enerjisinde ciddi bir kapasite söz konusudur. 

Doğu Akdeniz’de son yıllarda keşfedilen doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesinde de ilk defa üretim aşamasına da geçebilen ülkedir. 

Kıbrıs’da, kapasitesinin çok sınırlı olmuş olması, anlaşmazsızlıkların devam ediyor olması, adanın kuzeyinde ve güneyinde bir uzlaşmanın gerçekleşmemesi Kıbrıs’daki kaynakların ekonomik olarak kullanılmasını engelliyor. Kıbrıs’da taraflar görüşmelere başlamıştır umarız bu süreç olumlu gelişmeler getirecektir. Böyle olursa oradaki kaynaklar da gelişebilir. Diğer ülkelere baktığımızda Mısır, Suriye, Lübnan gibi tipik bir alt yapısı yoktur. 


Soru:Hocam, İsrail münhasır ekonomik bölgesinde bulunan rezerve ispatlandı mı bildiğim kadar ispatlanmamıştı. Şu an durum nedir? 

O.Tanrısever: Şimdi ispatlanmış kaynaklar konusunda bizim gibi dışarıdan gözlemcilerin, şirketlerin açıklamalarıyla tatmin oluyorsunuz. İsrail’in 
açıklamalarında bu tip bir rezervde azaltma olmadı ama Kıbrıs’da Nobel enerji şirketi ciddi anlamda rezervlerinin varsaydıklarının altında olduğunu söyledi. Tabii ki bunu böyle söylemiş olmalarının herhangi bir anlamı yoktur. Rezervler hakkında üçüncü aktörlerin güvenilir yorum yapabilmesi çok zor o sahayı etüt eden şirketler ancak bunu bilir. Bazen yatırım çekmek için bilerek abartmalar olabilir ya da az olduğu söylenebilir politik açıdan, dış politika amacıyla bunu yapıyor olabilirler. Üçüncü aktörler bu açıklamaları dinleyip not almak durumundadır. 

Türkiye’ de kendi araştırmasını Shell Şirketi ile birlikte yapmaktadır. Akdeniz’de kendi kıta sahanlığımız içinde, münhasır ekonomik alanda Türkiye araştırma yapmaktadır. Rezerv bilgilerinin güncellenmesi gerekmektedir. Ama en doğru bilgi olarak şirketlerin bilgilerini doğrunun altında veya üstünde olsa da kabul görmek lazımdır. 

Kıbrıs’ın çevresindeki 12 sahayla ilgili olarak bazı spekülasyonlar yapılmaktadır. Rumlar rezervlerini önce çok arttırdı daha sonra yine kendileri azalttı. Bazen kamuoyunu mutlu etmek içinde bunlar yapılabiliyor. Örneğin ekonomik krizlerin olduğu ülkelerde petrolün miktarı abartılıp toplumun bir kaç yıl daha bu duruma katlanması istenebiliyor. Ancak şirket, mühendislerinin araştırmaları sonucu 
olana itibar etmek lazımdır. Ancak bu devlet sırrıdır. Ülkeler rezerv durumlarını tahmini olarak söylerler, kesin bir şey söylemezler. 

Ortadoğu’da çok ciddi bir güneş enerjisi potansiyeli bulunmaktadır. 

Çöl olan bir bölge ve enerjisi güçlü, ancak bunun çok az geliştirildiğini görüyoruz. Körfezdeki ülkeler petrol zengini oldukları için bu konuda ciddi bir yatırım bulunmamaktadır. Aslında büyük bir potansiyel var uluslararası yatırımcıların burada uzun vadede gerek güneş enerjisi gerek rüzgar enerjisi konusunda yatırım yapabileceklerini düşünüyorum ama ülkelerin de bu konuda yatırım olanaklarını arttırmadığını görmekteyiz. 

Böyle de ilginç bir durum var. Kendilerini geliştiremedikleri için kimisi fakir oldukları için kimisi de ağırlığı petrol ve doğal gaza verdiği için bunun ihmal edildiğini görüyoruz. Dünya haritasına baktığımızda buranın birincil güneş enerjisinde önde gelen ülkeler olması gerekirken, dünyada güneş enerjisi üretiminde önde gelen ülkelerin Kuzey Avrupa ülkeleri yani güneşin daha az olduğu ülkeler olduğunu görüyoruz. Bunu açkılayan bir sebep teknoloji ama diğer faktörde bu konuda yatırımlar için müsait bir ortamın olmasıdır. Bu ülkeler ne yazık ki buna çok önem vermemektedir. 

Çevre ve karbon konusunda da çok duyarlı olmadıklarını, gerek iklim değişikliği müzakerelerinde gerekse kendi ülkeleri içindeki karbon emisyonunu azaltılması için tedbir almamalarında bunu görüyoruz. Bu bölgede enerji politikalarının çok çağdaş olmadığını söyleyebilirim bu noktadan hareketle son bir gözlem olarak da bölge ülkelerinin enerjiye bakışından daha çok ham madde odaklı olduklarını gözlüyoruz bu da bölgenin ciddi bir eksikliğidir. Enerjide esasen bitmiş ürünleri satmak yani rafine edilmiş ürünün pazara sunulması bu ülkelere daha çok artı 
değer katabilir ancak bu olmamaktadır. Bazı ülkelerde bu teknolojiyi elde edemedikleri ve bu işletmeleri etkin çalıştıramadıklarından dolayı bu durumla karşı karşıyayız. Bazı ülkelerde de doğrudan satışın işletim sonucu satışına göre biraz daha kolaya gelmesinden dolayı bu yöne gidilmediğini görüyoruz. Bu da tabii ki enerjide ciddi bir durumdur. Bölgede, İsrail dışında neredeyse yeni teknolojilere yatırım yapan bir ülke bulunmamaktadır. Güneş enerjisi gibi daha doğa dostu enerjilerin üretilmesine özen göstermediklerini görüyoruz. Ortadoğu da zaten bir çevre krizi yaşanmaktadır. İklim değişikliği, enerji-çevre ilişkisinde Ortadoğu ülkelerini duyarsız ve kapasitelerini geliştirmediklerini görüyoruz. 

Öğrenci: Kaya Gazı Nedir? 

O.Tanrısever: Kaya gazı yeni bir teknolojidir. 1970’lerde daha deneysel olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra belli ülkelerde üretimi yapılmış ama yaygın üretimi esasen Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmış ve başarılı olmuştur. Bölge ülkelerindeki kaya gazı potansiyeli yönünde bir araştırma yok daha çok kaya gazı konusuna meraklı olan ülkeler Doğu Avrupa ülkeleri gibi ülkeler araştırma yapmaktadır. Bu ülkeler %100 düzeyinde Rusya’dan alınan gaza bağımlı oldukları için biraz onlara umut olmuştur. Acaba Polonya, Litvanya, Ukrayna’daki rezervler kullanılır bir yerel üretim olabilir mi? Soruları akla gelmiştir. Türkiye’de de belli sahalarda araştırmalar yapılıyor. Bunun çok kolay olmadığını söylemek lazım. Teknolojide daha çok su kullanılıyor suyu da kirleten bir sistemdir. 

Amerika Birleşik Devletleri’nde başarılı kullanılması sebebi rezervlerin olduğu yerde fazla suyun olmamasıdır. Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da yoğunlukla yaşanılan yerlerde bu deneylerin yapılması önerilmeyebilir ve toplum da bundan hoşlanmayabilir. Çünkü Ortadoğu’daki insanlar için su petrol kadar önemlidir. Çöl yoğunluklu bu bölgede çok kıt kaynakta olan suyun enerji üretilmesi adına kirletilmesi tepki çekecektir. Bu nedenle petrol zengini ülkeler risk taşıyan bu tip projeleri kabul etmemektedir. 

Bu konudaki gelişmeleri biraz bekleyip görmek gerekiyor. 


***