27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 4
Darbe Sonrası Dahiyane(!) İcraatlar…
-1961 Anayasası Nasıl Hazırlandı?
Darbeden sonra iş başına getirilen Cemal Gürsel, birbiri ardına yayınladığı tebliğlerin 13 numaralısının, 2. maddesinde aynen şöyle diyor:
” Yeni Anayasa’nın hazırlanması vazifesi Sayın Rektör Sıddık Sami Onar’ın başkanlığındaki profesörlerden mürekkep yüksek bir ilim ve hukuk heyetine tevdi edilmiştir. Yeni Anayasa ilan ve tatbik mevkiine girinceye kadar bütün siyasi partilerin faaliyetini men ediyorum. Aksi hareketleri çok şiddetle cezalandıracağım. Vatandaşların verilen tebliğlere riayet etmelerini bilhassa rica ederim. ”
Bu tebliğin hemen ardından profesörler an bu andır ruhuyla Ankara’nın yolunu tutar ve hemen MBK üyelerine şu vahim soruyu sorarlar; ” Nasıl bir Anayasa istiyorsunuz? ”
Bu gelişmeden sonra 1924 Anayasası yürürlükten kalkmış olur ve Geçici Anayasa’nın 1. Maddesine göre Türk Milleti adına hakimiyet hakkı MBK eline geçer. Yani milletin iradesini hiçe sayanların eline!
- Tabi-i Senatörlük,
Milli Birlik Komitesi sözüm ona ülkeyi kurtardıktan sonra popülist bir dil ile özellikle Cemal Gürsel ağzından ‘ sizi kurtardık, her şey sizin içindi bu iş bitince çekileceğiz ‘ türünden yalanlar ile kahramanlığa oynasa dahi bir yandan da Cumhurbaşkanlığı koltuğuna göz dikmişlerdir.
Hatta kendi isteğiyle değil ancak halkın yönlendirmesiyle birden kendini Cumhurbaşkanlığı görevine tamamen spontan bir şekilde aday olarak gören Ali Fuat Başgil; Sıtkı Ulay ve Fahri Özdilek tarafından bu göreve talip olmaması için uyarılmış, tehdit edilmiştir.
Elbet meselenin bir de ön hazırlığı vardır; senatörlük. Bu dahiyane (!) gelişmenin fikir babası İsmet İnönü’dür. İsmet İnönü, CHP içerisindeki yakınlarına sık sık 27 Mayısçılardan bahisle: ‘ Bu çocukların durumu ne olacak, artık orduya dönemezler, iktidarı devrettikten sonra ne yaparlar, bu meseleyi düşünmeliyiz? ‘ telkininde bulunduğu için bu mesele önce 27 Mayısçıların kulağına, oradan Anayasa Komisyonu üyesi profesörlerin kulağına gelmiştir.
Bugünün CHP’sinin ağzından düşürmediği erken seçim çığlıkları, o dönem İsmet İnönü içinde kurtarıcı bir çığlık olmuştur. Zira DP kapatılmıştır, yeni bir parti derlenip toparlanmadan seçime gidilecek olursa bu kez CHP iktidara oturacak, Tek Partili Dönem neredeyse geri gelecektir.
İşte bu ahval ve şerait içinde ordu içerisinde İnönü hayranlığı karşısında duran genç subaylar da mevcuttu. Bu subayların derhal tasfiye edilmesi gerekiyordu. Senatörlük işte bu koltuk kapkaçı hevesi sırasında CHP ve yandaşları için can simidi oldu; MBK’nin CHP’den yana olan üyelerine ömür boyu senatörlük vaad edilirken, Cemal Gürsel’ e de Cumhurbaşkanlığından söz edildi.
-Garantiye Alma Maddesi…
Hazırlanan Anayasa’nın türlü icraatlarla dolu olduğunu ancak şimdilik derinlemesine bir Anayasa Tarihi konusuna girmeyeceğimi, bu Anayasa konusunu ilerleyen zamanlarda ‘ Devlet Kuranların Millet Kurgusu; Darbeler Tarihi ‘ konumuzun ‘ Anayasalarımız ‘ başlığında işleyeceğimi belirteyim.
Sadece bu bölüme konu olacak, darbecileri garanti altına alan bir maddeyi ibretlik olarak paylaşarak bu bölümü kapatayım:
” 27 Mayıs 1960 tarihinden itibaren, Kurucu Meclis toplandığı 6 Ocak 1961 tarihine kadar Yasama ve Yürütme görevini Türk Milleti adına kullanmış bulunan MBK’nin ve Devrim Hükümetlerinin karar ve tasarruflarından ve bunların idarece ve yetkili kılınan organ ve mercilerce uygulanmasından dolayı; kararlar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında cezai veya mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.
Normal Demokratik Rejimi bütün teminatı ile kurmak amacıyla gerçekleştirilen ve yürütülen 27 Mayıs 1960 Devrim tarihinden 6 Ocak 1961 tarihine kadar çıkarılan kanunlar, Türkiye Cumhuriyetinin diğer kanunlarının değiştirilmesine ve kaldırılmasına uygulanan kurallara göre değiştirilmesinde ve kaldırılmasında uygulanan kurallara göre değiştirilebilir veya kaldırılabilir. Ancak, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla, Anayasa Mahkemesine iptal davası açılamayacağı gibi, itiraz yoluyla dahi mahkemelerde Anayasaya aykırılık iddiası
ileri sürülemez. ”
İşte böylelikle bir gurup darbeci tereyağından kıl çeker gibi kendi paçalarını kurtarmış, yaptıkları hukuksuzluğu hukuka bağlamıştır.
Toparlayacak Olursam…
Genellikle bir yazı dizisinin son ayağı toplamda söylenecekleri ihtiva eder. Ancak 3 Bölüm boyunca tanıklardan, anılardan, alıntılardan yaşananları parça parça sunup tüm yaşananları kısmen de olsa ortaya koyduktan sonra, her şey ortada dururken ve üstüne bugün yaşadığımız tüm olumsuzlukların dünden miras kaldığının kanıtı gündemden geçerken üstüne bir şeyler yazmak kelime israfı gibi geliyor.
Bu nedenle yaşananları aktarmaya çalıştığım yazı dizisinin sonucunu okuyanların takdirine bırakıyorum.
Son olarak bu bölümün, bu çalışmanın sonu ol(ma)dığını, aslını isterseniz bir başlangıç olduğunu belirteyim. İlerleyen zamanlarda ‘ Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 12 Mart ‘ dönemiyle devam edeceğimin duyurusunda bulunayım.
Yeni Anayasa hazırlığında olduğumuz şu günlerde, Aziz Türkiye Halkının ( Türk Milleti yerine Türkiye Halkı özellikle kullanılmıştır ) hak ettiği darbecileri gıyabın da dahi olsa yargılayabilecek, demokratik ve vicdanı kapsayan bir Anayasa’sı olsun!
Devlet Kurabilirsiniz, Millet Kurgulayamazsınız!
Devlet, genellikle hareket unsurlarına göre tanımlanır. Buna göre devlet; ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir.
Türk tarihinde ‘ devlet ‘ en önemli organizmadır. Osmanlı ve hatta daha önceki dönemler dahil olmak üzere, bu ‘ devlet ‘ gerekliliğine olan inanç; iki Türk bir araya gelse devlet kurar sözüne kaynak olmuştur. Yine zorunlu bir gelenek olan devlet ve devletin bekâsı her türlü kavramın önünde durmuştur. Bu nedenle devlet başadır, kuzgun leşe.
Bireycilik, toplum ( ortak ) yaşam için neredeyse modern etkiler ile bir faciaya gidilen yolu açabilme yetisine sahip olsa dahi devlet - millet(ler) ilişkisinde yani burada kullandığım anlamıyla, devletin sınırlarını çizmesi ve bireyin haklarını gözetmesi açısında bir gerekliliktir.
Devletin varlığının gerekli argümanları; toprak, insan, egemenlik ve hukuktur. Türk devlet anlayışı tarihinde toprak, egemenlik çok daha geniş bir alanı kapsadığı için ve devleti oluşturan parçaların arasında, aslında ismi geçmemesi gereken, bir bütün olan devletin geçiyor olması sonucu ortaya devletin varlığı için gerekli parçalar; devlet, toprak, egemenlik olarak gelişmiştir. Bunun sonucunda ise birey haklarının alanı kısıtlanmıştır.
Devlet - Millet ( vatandaş ) ilişkisinde en önemli faktör anayasadır. Anayasa devletin yönetim biçimini tanımlar. Devletin temel kanunudur. Vatandaşların temel hak ve görevlerini bildirir. Ayrıca anayasa ile kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmıştır.
Anayasaları anlamlarının ifade ettikleri üzere, bir devletin dışa ait duruşunu sağladığı gibi içe bakışını da içinde barındırır. Biz de, anayasa tartışmalarının gündemde olduğu bugünlerde Türkiye Cumhuriyeti tarihinden başlayarak anayasalarımıza kısaca bakalım. Bakalım ki, anayasalarımız ortak kabule uygun bir anlamda işlevsel bir yol mu tutmuş yoksa bir gurubun tekelinde, bir milletin kurgusunda bir kader mi çizmiş bunu görelim. Bugüne kadar görmemiş
olsak dahi, Anayasa Mahkemesine(?) rağmen anayasa değişikliği ihtimali olan şu günlerde görelim.
1921 Anayasası.,
1918 Mondros Mütarekesinden sonra 1. Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin ülkeyi işgal etmesi sonucu, işgale karşı direniş başlayınca Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ardından Amasya Tamimi yayımlandı ve Erzurum ve Sivas kongreleri yapıldı. 16 Mart 1920'de İstanbul’un işgali edilmesi üzerine son Osmanlı Meclis-i Mebusanı bir toplantı yaparak çalışmalarına ara verme kararı aldı, işte bu karardan sonra Mustafa Kemal meclisi Ankara’ya toplantıya çağırır. Salahiyeti fevkaladeyi haiz bir meclis deyimiyle kast edilen şey, kurulacak
meclisin bir ‘ kurucu meclis ‘ olacağıdır. İşte bu meclisin 23 Nisan 1920'de kurulmasından yaklaşık olarak 9 ay sonra 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yani 1921 Anayasası kabul edilmiştir.
1921 Anayasasının 1. Maddesi; ‘ Hakimiyet bilakaydü şart Milletindir ‘ ifadesini ihtiva eder. Peki, öyle midir?
1924 Anayasası.,
1921 Anayasası aslında bir anayasa olarak değil Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak anılır. Bu anayasaya bir giriş olması açısından bu başlıkta mevcut.
1924 Anayasası, 1921 Anayasasını yürürlükten kaldıran (madde 104) bir anayasadır. Anayasanın üstünlüğü ilkesi açıkça 103. Madde ile ilan edilmiştir.
Bu dönemde henüz bir Anayasa Mahkemesi yoktur. Yargıtay ve Danıştay da bu yetkiyi kendilerinde görememiştir.
Mesela 68. Madde; ” Her Türk hür doğar, hür yaşar ” ifadesini ihtiva eder.
Bu maddeye göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dahi olsanız hür doğup, hür yaşama şansınız eğer başka bir ırka, millete dahil iseniz mümkün değildir.
Bunu bu maddeye bakarak değil, 1924'lerden 2010 yılına geldiğimiz şu günlerde Türkiye tarihine bakarak söylüyorum.
1961 Anayasası.,
Darbeler tarihimizin -ideolojik nedenlerden dolayı- pek rağbet görmeyen 1960 Darbesi, ordu içinde birbirinden habersiz cuntaların oluşumuyla, deyim yerindeyse; resmen çetecilik usulü ile yapılan bir darbedir. Bu darbe ile hem milletin seçtiği başbakan asılmış, hem de iradenin milletin olduğunu söyleyen bir anayasal düzenin ülkesinde milletin elinden egemenlik alınmıştır.
1960 Darbesinden sonra tek niyeti darbe yapmak olan paşaların darbe hevesi ile sonunu düşünemediği bu darbeden sonra alelacele profesörleri toplayıp; ‘ bir anayasa yapın ‘ direktifi vermesinden sonra, profesörlerden bazılarının; ‘ nasıl bir anayasa istersiniz paşam? ‘ diyerek sormasıyla oluşmuş bir anayasa olan 1961 Anayasasının bir başka yönü de darbecileri koruyan yasalar ile süslenmiş olmasıdır.
1982 Anayasası.,
1980 Darbesinin hemen ardından üniformalılarca form verilen, kabulünde millete sadece şeklen fırsat verilen bir anayasa olan bu darbe anayasası halen yürürlükte olması sebebiyle sırtımızdaki kamburun nedenlerinin de başını çeker.
Yaklaşık olarak 34 kez değişikliğe uğramış ancak halen sorunlarımıza çözüm olamamış, demokratikleşme sürecinde en büyük engellerimizden biri olan anayasa; ‘değiştirilmesi dahi teklif edilemez ‘ maddelerine de ev sahipliği yapmasıyla ünlüdür. İçerisinde değişikliği kabul etmeyen ana maddeleri ile ve halen sorunlarımıza çözümsüzlüğü ile tıkanıklığa neden olan bir anayasanın derhal tümüyle değiştirilmesi gerekmektedir.
Ne yapalım?.
Konuya anayasa tarihimiz diye girdik ancak gelişme bize neredeyse darbeler tarihimiz ile anayasalar tarihimizin eş zamanlı ilerlediğini gösterdi. Darbeler anti-demokratik ve sivil vatandaşı hiçe sayan olumsuz gelişmeler olduğundan, sivilleşmenin sivrildiği bir toplumda, darbelerin oluşturduğu anayasalar iş göremez.
Devletin kapsayan, milletin-milletlerin kapsanan olduğu bir durumda bu gerçeğe yön veren anayasanın; ‘devlet var ise millet var olduğu içindir‘ şiarınca yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. İşte bu nedenle, hem dış politikada, hem de iç politikada maddi ve manevi olarak boynumuzu büken bu anayasanın değiştirilmesi gerekmektedir. Temel hak ve hürriyetleri kapsayan, her türlü hukuksuzluğa karşı milletini-milletlerini koruma altına alan, farklı din, mezhep ve ırkları da temel hak ve hürriyetler başlığında gözeten bir anayasa ile
değiştirilmesi zorunludur. Anayasanın bu hali ile devamlılığının teklif edilmesi dahi söz konusu değildir.
Tüm bunları yapmak elbet kolay değildir, zira hukuka bağlı (!) olarak gelişen tek mantık ideolojisi, anayasayı olduğu gibi Anayasa Mahkemesini de etkilemiştir. Bu konuda gerekli önerileri veren hukukçuların görüşleri dikkate alınmalıdır. Tek mantık ideolojisinin siyasetini güdenlerin iptal davaları dikkate alınmamalıdır. Zira bu ne bu ülkeyi ne de bu ülke de yaşayanları - kim seçmiş olursa olsun- 11+4 kişilik bir kurum ya da sürekli olarak siyaset dışında bırakılan lar yönetemez. Bu ironik bir şekilde hem anayasaya aykırıdır hem de bu ülke insanlarının layık olduğu değere aykırıdır.
Kurumların ‘yıpranması tehlikesi‘ susturmaya gerekçe olamaz. İş göremez, sorun çözemez hale gelmiş kurumlar zaten yıpranmıştır, bu kurumları iyileştirmek ve ehlileştirmek ancak kurumların hizmet ettiği insanların eliyle mümkündür. Devlet kurabilirsiniz ancak millet kuramazsınız, tüm bunları kurgulayamazsınız. Bir milletin ya da milletlerin kaderi kişilerin elindedir, kurumların değil. Kurumlar sadece hizmet vermekle yükümlü oluşumlardır. Bunu hatırlatmak yine bireylerin, ülke vatandaşlarının görevidir. Dikkate almakta kurumların görevi olmalıdır. Unutmayalım ki, hakimiyet bilakaydü şart milletindir!
Devlet Kuranların Millet Kurgusu(4):Milleti Kıracaklardı, 12 Mart Muhtırası
Türkiye’nin darbeler tarihini yazmaya çalıştığım, ‘ Devlet Kuranların, Millet Kurgusu ‘ başlıklı yazı dizisinde, önce 27 Mayıs Darbesini ele almış, bu darbenin öncesi ve sonrası gelişmelerini kronolojik olarak işlemiştim. Bu dizinin arasına ‘ Devlet Kurabilirsiniz, Millet Kurgulayamazsınız ‘ başlığıyla anayasalarımızın tarihi seyrini eklemiştim. Bu başlıkta kronolojik olarak ilerlediğimiz yakın tarihimizin bir başka anti-demokratik girişimi olan ‘ 12 Mart Muhtıra’sını ele almaya çalışacağım.
12 Mart 1971 Muhtırası- Darbesi (?) çok girift bir hadisedir.
Öyle ki, Demokrat Parti iktidarına 27 Mayıs Darbesi ile son verilmiştir. Milletin seçimi olan başbakanı asmaktan çekinmeyen zihniyet o zihniyetin yapacağı yeni bir anayasa olan 1961 Anayasasını hazırlayacak olan profesörlerin darbecilere nasıl bir anayasa istediklerini sorması üzerine hazırlanan, buna rağmen bugün mevcut anayasamızdan daha demokratik olan bir anayasa oluşturulmuştur.
Bu anayasanın verdiği kısmi rahatlık sonucu nefes alan solun Türkiye içinde
giriştiği faaliyetler ve devrim arzusu, liberal bir politika izleyen hükümetin yürüttüğü politikalar, içerisinde varlığının hakkını verdiği kadar, maalesef her daim darbe meraklısı olanlarında bulunduğu TSK’nın, her an müdahale etme durumu gibi etkilerin sonunda gerçekleşen vahim bir hadisedir. Ülke içerisindeki sol guruplar, dönemin AP hükümeti, TSK kadar, 12 Mart hadisesinin gerçekleşmesindeki faktörlerden biri de CIA’dir.
5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder