Bilgay DUMAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilgay DUMAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2017 Çarşamba

ÖLÜ DOĞAN BEBEK.., ORTADOĞU DAKİ BÖLGESEL GELİŞMELER


ORTADOĞU DAKİ BÖLGESEL GELİŞMELER 


Bilgay DUMAN 
ORTADOĞU DAKİ BÖLGESEL GELİŞMELER, 
ORSAM Araştırmacısı 




Ölü Doğan Bebek: 

Referandum Kararıve IKBY’nin Bağımsızlığı Türkiye ve ABD olmak üzere, bölgesel ve uluslararası güçlerden referandum kararına ilişkin tepkiler güçlü bir biçimde yükselmiş, Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasi birliği  paydasında birleşilmiştir. Bu noktada IKBY, referandum kararı ve bağımsızlığının meşruiyeti açısından aradığı dış desteği mevcut durum itibariyle bulabilmiş değildir. 

Bununla birlikte her ne kadar IKBY, 2003 sorası Irak’ın en istikrarlı bölgesi olarak ifade  edilse de IKBY içerisindeki siyasal, ekonomik, idari ve sosyal problemlerin IKBY’nin bağımsızlığı açısından ciddi bir engel taşıdığı görülmektedir. 

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, 7 Haziran 2017 tarihinde IKBY’deki siyasi partilerle bir araya gelerek uzun zamandır beklenen “bağımsızlık referan dumu” tarihini açıklayarak, yeni bir tartışma ve kriz sürecinin fitilini ateşlemiştir. 25 Eylül 2017 olarak belirlenen IKBY’nin bağımsızlığının oyla nacağı referandumun, IKBY’nin sınırları dışında bulunan ve tartışmalı bölgeler olarak ifade edilen Sincar, Kerkük, Tuzhurmatu, Hanekin gibi bölge lerde de yapılacağı açıklanmıştır. Her şeyden önce Irak Anayasası’na aykırı olan “bağımsızlık referan dumu” kararı hem Irak’ta hem de uluslararası bo yutta ciddi bir tepkiyle karşılaşmış durumdadır. 

Hatta IKBY partileri arasında dahi referandum ve bağımsızlığa ilişkin bir birliktelik sağlanabilmiş değildir. IKBY Parlamentosu’nda kota sandalyele 
ri dışında temsiliyete sahip olan 5 partiden (KDP, KYB, Gorran, Kürdistan İslami Birliği-Yekigirtu ve Kürdistan İslami Cemaati-Komal) 2’si (Gorran 
ve Komal), Mesut Barzani’nin 7 Haziran’da siyasi partilerle yaptığı toplantıyı boykot ederek katıl mamıştır. Bu anlamıyla referandum ve bağım 
sızlık yönünde alınan kararın “ölü doğduğunu” söylemek mümkündür. 

Bu noktada öncelikle alınan kararın zamanla masına dikkat çekmek yerinde olacaktır. Bilindiği gibi 2015 Ekim’inden bu yana Mesut Barzani’nin 
başkanlığına ilişkin tartışmalar nedeniyle IKBY’de ciddi bir siyasi kriz yaşanmakta, IKBY Parlamen tosu oturumu yapılamamaktadır. Bu kararla Me 
sut Barzani’nin Kasım 2017’de yapılması gereken IKBY Parlamentosu seçimleri öncesi avantaj sağlayarak seçmen tabanını konsolide etmeye ve üzerindeki baskıyı kırmaya çalışmaktadır. Bu nunla birlikte Mesut Barzani’nin Ortadoğu’da yaşanan Suriye ve Katar krizi başta olmak üzere bölgesel krizlerden faydalanarak bağımsızlık için fırsat kollamaya çalıştığı ve bu anlamıyla “sınır testi” yapmak istediği görülmektedir. Ancak refe randum yapılmadan dahi ortaya çıkan tepkilerin fazlalığı ve düzeyi dikkate alındığında IKBY’nin referandum ve bağımsızlık konusunda tekrar bir hesap içerisine girmesi yerinde olacaktır. Nitekim başta Türkiye ve ABD olmak üzere, bölgesel ve uluslararası güçlerden referandum kararına ilişkin tepkiler güçlü bir biçimde yükselmiş, Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasi birliği paydasında birleşilmiştir. Bu noktada IKBY, referandum kararı ve bağımsızlığının meşruiyeti açısından aradığı dış desteği mevcut durum itibariyle bulabilmiş değildir. Bununla birlikte her ne kadar IKBY, 2003 sorası Irak’ın en istikrarlı bölgesi olarak ifade edilse de IKBY içerisindeki siyasal, ekonomik, idari ve sosyal problemlerin IKBY’nin bağımsızlığı açısından 
ciddi bir engel taşıdığı görülmektedir. Siyasi partiler arası uzlaşmazlığın yanı sıra, parti içi mücadelelerin de dikkate alınması gereken önemli bir husus olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte IKBY açısından en önemli problemlerden biri de ekonomik sıkıntılardır. Ayrıca, IKBY’nin içerisinde temsil ve idari yapılanma problemleri de devam etmektedir. 

Bu noktada belirtilen sıkıntıların ayrıntılı bir biçimde ele alınması, IKBY’nin bağımsızlığı konusunda etkilerinin değerlendirilmesi açısında faydalı olacaktır. 

Partiler arası siyasi mücadele: 2009’a kadar IKBY içerisinde farklı siyasi partiler faaliyet gösterse bile yönetimsel olarak etkin bir pozisyon almadıklarını söylemek mümkündür. Ancak 2009’dan sonra KYB’den ayrılarak kurulan Gorran’ın güçlü bir muhalefet partisi olarak ortaya çıkması ve KYB karşısında iyi bir rakip olmasıyla birlikte, Irak’taki Kürt siyasetinde yeni bir evreye girilmiş ve 2013’te yapılan genel seçimlerle birlikte, daha önceki hükümetlerden farklı olarak, IKBY’de çok partili bir hükümet kurulmuştur. Hükümeti kurma çalışmalarının neredeyse 9 ay gibi bir süre alması, bu süreçten sonra yaşananların bir habercisi olmuştur. Nitekim bu hükümetin kurulmasıyla KDP ve KYB arasındaki stratejik ittifak fiili olarak sona ererken, yeni anayasa çalışmaları ve IKBY’nin yönetim şekli tartışmaya açılmıştır. 

2013 Haziran’ında Mesut Barzani’nin başkanlık süresinin 2 sene uzatılmış olması sorunları çözmezken, 2015 yılında ciddi bir krize dönüşmüş, KDP dışındaki partiler (Gorran, KYB, Yekgirtu, Komala), Mesut Barzani’nin görev süresinin bir kez daha uzatılmasına karşı çıkarak, yeni bir bölge başkanının seçilmesinde ısrarcı davranmıştır. 

Bu konuda bir uzlaşıya varılamamış, daha sonra Gorran ve KYB’nin etkili olduğu Süleymaniye’de başlayan gösterilerin kanlı şiddet eylemlerine dönmesiyle IKBY’deki ortam gerilmiştir. KDP gösteriler nedeniyle Gorran’ı suçlarken, göstericilerin KDP’yi hedef alması sonrasında, Gorran üyesi IKBY Parlamento Başkanı Yusuf Muhammed 

Sadık’ın Erbil’e girişine izin verilmemiştir. Zira IKBY’nin bir bağımsızlık referandumu yapması için dahi yasal olarak IKBY Parlamentosu’nun toplanarak, referandum için bir yasa çıkartması gerekmektedir. Ancak halen IKBY Parlamentosu toplanabilmiş değildir. Referandum ve bağımsızlık kararına ilişkin bir gündemle IKBY Parlamentosu toplansa dahi, karara itiraz eden Gorran ve Komal üyelerinin toplantıya katılmaması muhtemeldir. Bununla birlikte Gorran ve Komal’la birlikte hareket edebilecek farklı grupların ortaya çıkabileceği dikkate alınmalıdır. Mevcut durum itibariyle partiler arasında sorunların çözülmesi için bir çaba olsa da bu sorunların kısa vadede çözülmesi mümkün gözükmemektedir. 

Partilerin iç problemleri: IKBY siyasetinin yürütücü gücü olarak ifade edebilecek üç parti (KDP, KYB ve Gorran) içerisinde de özellikle liderlik boyutunda 
problemlerin olduğunu söylemekmümkündür. Özellikle KYB içerisinde bu durum daha fazla hissedilirken, Gorran ve KDP içerisinde de zaman içerisinde problemler yaşanabileceğini söylemek yerinde olacaktır. KYB içerisinde Celal Talabani’nin rahatsızlığı sonrasında ortaya çıkan birleştirici lider eksikliği, KYB’nin siyasi etkisini sınırlamaktadır. 

Celal Talabani’nin rahatsızlanması sonrası aktif siyasi hayattan çekilmesinin KYB içerisinde bir lider boşluğu yarattığıbir gerçektir. Öte yandan Gorran 
lideri Nevşirvan Mustafa’nın, hayatını kaybetmesi sonrasında Gorran içerisindeki lider eksikliği de gün yüzüne çıkmıştır. Bu durum Gorran’ın geleceği açısında IKBY’deki varlığı için bir problem teşkil edebilecek niteliktedir. Bununla birlikte mevcut durum itibariyle Mesut Barzani’nin aktif siyasi hayat içerisinde olması KDP için sorun yaratmazken, KPD’nin gelecek liderliği için Mesut Barzani’nin oğlu Mesrur Barzani ve IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani arasında bir çekişmenin yaşanabileceği söylenmektedir. 

Yönetimsel problemler: IK-BY’de yaşanan partiler arası ve parti içi problemlerin yanı sıra yönetimsel problemlerin de ciddi bir problem yarattığını söylemek 
mümkündür. 1998’den sonra Irak’ın kuzeyinde oluşturulan KYB ve KDP’nin ayrı ayrı yönetim bölgeleri (Süleymaniye merkezli KYB, Erbil ve Duhok merkezli KDP), 2003’ten sonra IKBY olarak ortaya çıksa bile, kurumsal birleşmenin tam olarak sağlanamadığı söylenebilir. Özellikle peşmergeler, asayiş güçleri ve maliye konusunda IKBY içerisinde ikili yönetim devam etmekte, KDP ve KYB’nin askeri güçleri ve maliye idareleri parti mensuplarınca idare edilmektedir. Yani IKBY’nin askeri gücü olarak ortaya çıkan peşmergelerde iki başlı bir yapı bulunurken, KDP ve KYB’ye ait ayrı asayiş güçleri vardır. Bu da yönetimsel bir problem ortaya çıkarmakta, askeri gücü ya da mali kontrolü olmayan diğer partileri rahatsız etmektedir. 

Bununla birlikte, IKBY’nin yönetim şekli de tartışmaya açılmıştır. 

Özellikle bölge başkanının seçilmesi konusunda ciddi bir tartışma mevcuttur. KYB ve Gorran, IKBY’nin parlamenter bir sisteme sahip olması nedeniyle bölge başkanının parlamento tarafından seçilmesi konusunda ısrarcı olurken, KDP yeni bir başkan seçilse bile bunun halk tarafından seçilmesi konusunda görüş bildirmiştir. 

Bu durum IKBY’nin anayasa problemini de beraberinde getirmektedir. IKBY’nin resmi olarak kuruluşundan itibaren (2003’ten bu yana) 14 sene geçmiş olmasına rağmen halen bir anayasa yazamamış olması, IKBY’de yönetimsel problemler yaratmaktadır. 

Ekonomik Sorunlar: 2003 sonrası ciddi bir gelişmişlik seviyesine ulaşan IKBY, uzun süreden bu yana ekonomik problemlerle uğraşmaktadır. 2003 sonrası Bağdat’tan gönderilen bütçe konusunda sıkıntılar yaşayan ve bu sorunun halen çözemeyen IKBY, her ne kadar kendi çıkarttığı petrolü Irak merkezi hükümetten bağımsız olarak satsa da elde edilen gelirin IKBY’nin giderlerini karşılamadığı görülmektedir. Özellikle petrol fiyatlarının düşmesi sonrasında, IKBY’nin de elde ettiği gelirin azalmasıyla birlikte maaş ödemeleri, şirket ödemeleri ve genel hizmet problemleri ortaya çıkmıştır. Hatta IKBY, en son 2015’in Eylül ayı maaşlarını ödeyebilmiş, geri kalan ayların maaşları ödenememiştir. Halen IKBY’de kamu görevlileri ve memurların ancak dörtte bir maaşı ödenebilmektedir. IKBY’de yatırım yapan pek çok şirket de yaptıkları işlerin karşılığını alamadığı için IKBY’den çekilmiş ve pek çok iş yarım kalmıştır. Bununla birlikte ekonomik kriz nedeniyle, kamu hizmetlerin de tam olarak sağlanamamaktadır. 

Nitekim IKBY yetkilileri ekonomik krizin giderilmesi için ABD ve Avrupa Birliği’nden yardım talep etmektedir. 

Bağdat’la İlişkiler: IKBY ve Bağdat arasında, 2003’ten bu yana bütçe, peşmergeler, idari ve coğrafi bölgeler, petrol satışı gibi temel problemlerin neredeyse hiçbiri net olarak bir çözüme kavuşturulabilmiş değildir. IKBY, Bağdat’tan istediği yüzde 17’lik bütçeyi almakta zorluk çekerken, IKBY’nin Irak merkezi hükümetin bağımsız olarak sattığı petrol de sorun yaratmaktadır. Bununla birlikte IKBY’nin anayasal sınırları dışında (Erbil, Süleymaniye, Duhok) kalan başta Kerkük olmak üzere, Selahaddin, Musul ve Diyala’nın bir kısım topraklarının idari olarak Irak merkezi hükümetine bağlı olmasına rağmen IKBY tarafından kontrol ediliyor olması, IKBY ve Bağdat arasında problemler yaratmaktadır. IKBY’nin özellikle IŞİD’in Haziran 2014’te Irak’ın neredeyse üçte birinde hakimiyet sağlaması sonrasında, IŞİD’le mücadele kapsamında peşmergelerin Irak’ın kuzeyindeki pek çok bölgeyi IŞİD’den geri alarak kontrol etmesi sorunu büyütmektedir. 

Özellikle Kerkük Valisi Necmettin Kerim’in talimatıyla Kerkük Vilayet Meclisi’nin Kürt üyelerinin aldığı karar sonrasında IKBY bayrağının Kerkük’teki kamu 
binalarına asılması, Kerkük gibi tartışmalı vilayetlerdeki gerginliği arttırmaktadır. IKBY’nin resmi sınırları dışındaki topraklarda sağladığı hakimiyet, bu topraklarda 
yaşayan halk ve silahlı grupların tepkisine yol açmakta, etnik, dini, mezhepsel ve siyasi gerginlikler ve çatışmalar üretmektedir. IKBY’nin planlandığı referandumu 
kendi idari kontrolü dışındaki bölgelerde de yapması, çatışma ve gerginlikleri arttırabilecek niteliktedir. 

Görüldüğü üzere, IKBY’nin bağımsızlığı açısından, Irak’ta IŞİD’in varlığı, Suriye meselesindeki durum, Irak’ın iç yapısı, bölge devletlerinin tutumu ve Katar krizi 
gibi bölgesel gelişmeler, uluslararası aktörlerin IKBY’nin referandum kararı ve bağımsızlığına olumsuz yaklaşımı gibi birçok dışsal faktör dikkate alınmadan dahi, IKBY’nin halen içsel gelişimini tamamlamadığını söylemek yerinde olacaktır. IKBY’nin bir referandum yapsa bile, iç problemlerini gidermeden bağımsızlık ilan etmesi ve bu devletin tanınması yönünde bölgesel ve uluslararası bir destek bulması da zor görünmektedir. 

Bu nedenle IKBY’de ba-ğımsızlık referandumu yapılsa dahi bunun irade beyanından öteye gitmeyeceği aşikardır. IKBY’nin uluslararası desteğin yanı sıra, özellikle bölge ülkelerinin desteğini almadan atacağı her adım, IKBY içerisindeki ayrışmaların ve problemlerin derinleşmesine yol açabileceği gibi, hem Irak’ta hem de bölgede istikrarsızlığı körükleyebilecek niteliktedir. 

IKBY’nin bağımsızlığı meselesinin, etki alanından büyük bir etki yaratacağı dikkate alınarak, IKBY’nin 2003 sonrası elde ettiği kazanımları tersine çevirmeden hareket etmesi bölgesel istikrar açısın-dan önem taşıdığı gibi, Kürtlerin yıllardır elde ettiği kazanımların korunması için sağduyulu bir adım olacaktır. 



ORTADOĞU DAKİ BÖLGESEL GELİŞMELER, 
ORSAM Araştırmacısı 


***

10 Nisan 2017 Pazartesi

ABD Irakı İrana Kaptırmak İstemiyor

ABD Irakı İrana Kaptırmak İstemiyor



ABD Irak’ı İran’a Kaptırmak İstemiyor

Bilgay Duman
2017-03-10




Uluslararası siyasette gözler Suriye’deki savaşa ve siyasi çözüm arayışlarına odaklanmışken, Irak’ta da bölgesel ve uluslararası siyaseti etkileyecek düzeyde dengeler değişiyor. Ülkede siyasetin kodları yeniden yazılıyor. Bu durum Irak’ın hem iç hem de dış politikasıyla doğrudan alakalı.

IŞİD’e karşı mücadele için ABD öncülüğünde oluşturulan koalisyon güçlerinin desteğiyle 17 Ekim 2016’da başlatılan Musul’u kurtarma operasyonunda önemli aşama kaydedildi. Irak Başbakanı Haydar İbadi, 24 Ocak 2017’de Musul’un doğusunun tamamen IŞİD’den temizlendiğini açıklamıştı. 19 Şubat’ta ise Musul’un batı yakasına yönelik operasyon başlatıldı. Irak güvenlik güçleri burada kısmi bir ilerleme sağlamış olsa da bu operasyon doğudakine nazaran daha uzun sürecek gibi görünüyor. Bunu düşündüren birkaç nokta var.

Öncelikle Musul’un batı yakası, alan olarak doğusundan daha küçük olsa da burada çok daha fazla yerleşim yeri var ve şehirleşme daha sıkı. Bu durum, Irak güvenlik güçlerinin mahallelerin içlerine girmesini zorlaştırıyor.

Şehrin batısında nüfus da daha fazla. Yaklaşık 750 bin ile 1 milyon arasında kişiden söz ediliyor. Sivil ölümlerinin önüne geçilmesi için Irak güvenlik güçlerinin daha dikkatli davranması gerekiyor. Bu durum da operasyonun hızını yavaşlatıyor. Ayrıca Musul’un batı yakasındaki IŞİD üyelerinin sayısının doğu yakasına nazaran çok daha fazla olduğu söyleniyor. Irak güvenlik güçlerini doğuda oyalayan IŞİD’in Musul’un batı yakasındaki operasyona karşı büyük bir hazırlık yaptığı da iddia ediliyor.

Musul’un batı yakası da tamamen Irak güvenlik güçlerinin eline geçse bile kentte ve genel olarak Irak’ta güvenlik istikrarının sağlanması en önemli konu. Zira Irak’taki güvenlik ve siyaset dengesi çok iç içe geçmiş durumda ve siyasetteki istikrarsızlık da derin bir biçimde devam ediyor.

ABD’nin bölgesel denge arayışı

Bölgesel denklemde Suriye’deki durumun etkisi, İran’ın Irak’taki hamleleri, Rusya, ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin rolleri de Irak’taki siyasetin dengesini değiştiriyor. Suriye’deki öncü rolü Rusya’ya kaptıran ABD, Irak’ta kontrolü elinde tutmak istiyor. Bu nedenle ABD’nin Irak’ta IŞİD’le mücadelede kararlı bir biçimde İbadi hükümetine destek verdiği görülüyor. ABD, Irak’taki asker sayısını arttırdığı gibi, bölgedeki müttefikleri açısından da Irak’ta alan açıyor. Ülkede halen 6 bin civarında ABD askeri var.

Yeni seçilen ABD Başkanı Donald Trump da yaptığı açıklamalarda IŞİD’e karşı mücadeleyi öncelediğini açıkça dile getiriyor. Trump bu mücadelede, “ABD’nin bölgedeki dostlarıyla” birlikte yer alacağını sıklıkla belirtiyor. Nitekim son dönemde Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Irak merkezi hükümeti ile gelişen ilişkileri bunun bir göstergesi. Bu noktada, ABD’nin Irak’ı bölgesel denklem içerisinde Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ABD ile iyi ilişkilere sahip ülkelerle ilişkilerini yumuşatması yönünde zorladığı görülüyor.

ABD’nin Irak’ta bölgesel bir denge arayışı içerisinde de olduğunu söylemek mümkün. Zira İran’ın Irak’taki etkinliği ABD’yi zorluyor. Washington bu nedenle Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Irak’taki etkisini arttırmak istiyor. Bu durum, Türkiye’nin de Irak’la iyi ilişkiler geliştirme yönünde istekli olduğu düşünüldüğünde, Türkiye açısından olumlu.

Türkiye, Irak’taki bütün gruplara eşit bir yaklaşım sergileme arayışında. Bu nedenle bir taraf olmak istemiyor. Dengeli bir Irak merkezi hükümeti ile Türkiye’nin ilişkilerini her geçen gün daha ileri bir seviyeye taşıyacağını söylemek mümkün.

Ancak Suudi Arabistan’ın Irak’la ilişkilerin geliştirilmesi konusunda Türkiye kadar istekli olduğu konusunda şüpheler var. Iraklı radikal Sünnilerin de Suudi Arabistan’ın Irak’taki hükümetle yakınlaşmasını istemediği konuşuluyor. Ancak ABD’nin pozisyonu, Suudi Arabistan’ı Irak’la ilişkileri geliştirmesi yönünde zorluyor. Nitekim 2003’ten sonra ilk kez bir Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Adil El-Cubeyr, Şubat 2017’de Irak’a gitti, İbadi ve Irak Dışişleri Bakanı İbrahim El-Caferi ile görüştü. Ziyaret büyük ilgi gördü. Görüşmelerde ana gündem maddesinin “terörle mücadele” olduğu bilgisi kamuoyuna açıklandı ki, bu da Trump’ın açıklamalarıyla örtüşüyor.

İran Irak’ta ne kadar etkin?

Ancak ABD açısından Irak’taki en zorlayıcı durum, İran’ın Irak’taki etkinliği. Siyaseten Irak’taki etkisi yadsınamayacak düzeyde olan İran, IŞİD sonrası süreçte de Haşdi Şaabi ve milis gruplar üzerinden sağladığı etkiyle sahada da önemli bir güç haline gelmiş durumda.

İran, Irak merkezi hükümetini siyaseten zorladığı gibi, sahadaki gücüyle de gövde gösterisi yapıyor. Haydar İbadi, Haşdi Şaabi’yi Irak parlamentosunun çıkardığı bir yasayla Irak güvenlik güçlerinin bir parçası haline getirerek kontrol altına almaya çalışsa da, Haşdi Şaabi dışında farklı milis grupların halen varlığını ve sahadaki etkinliğini sürdürmesi, Irak merkezi hükümeti açısında büyük bir probleme yol açıyor. Nitekim bu gruplar silahlı güçlerinin yanı sıra, etkin oldukları bölgelerde idari ve siyasi adımlar da atıyor. Haşdi Şaabi yasasında, Haşdi Şaabi’nin hiçbir şekilde siyasete dahil olamayacağı ifade edilse de milis gruplar Irak’ın geleceğinde siyasette de yer alacaklarını açık bir biçimde dile getiriyorlar. Irak’taki en büyük ve etkili gruplardan biri olan Asaib Ehlül Hak'ın lideri Kays El-Hazali, siyaset içerisinde de olacaklarını net bir biçimde söylüyor.

Öte yandan, Haşdi Şaabi grupları arasında dini olarak da ayrışmaların gün yüzüne çıkmaya başladığı konuşuluyor. Haşdi Şaabi içerisindeki gruplardan bazıları İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in, bazıları ise Irak’taki en büyük Şii dini merci Ayetullah Ali El-Sistani'nin taraftarı. Bu durum, Irak’taki Necef ve İran’daki Kum Şii din havzası arasındaki görüş farklılığının bir yansıması. Her iki dini lidere de sahip çıkan gruplar da var. Kapalı kapılar ardında Necef ve Kum arasındaki mücadele derin bir biçimde konuşuluyor. Zira Iraklı Şiilerin büyük bölümü, bütün Şiilere “İran” gözüyle bakılmasından rahatsız.

Haydar İbadi’nin daha önce iki dönem başbakanlık yapmış olan Nuri Maliki kadar İran’a yakın davranmaması İran’da rahatsızlık yaratmış durumda. Bu nedenle, Tahran, Haşdi Şaabi grupları ve Maliki gibi kendisine daha yakın siyasetçiler üzerinden İbadi’yi sürekli bir baskı altına almış görünüyor. Dolayısıyla ABD de 2003’ten sonra yaptığı gibi Irak’ın çoğunluğunu oluşturan Şii grupları konsolide etmekte zorlanıyor.

Kürtler, istikrar ve dengeler

Benzer ayrışma ve mücadele Irak’taki Kürt gruplar üzerinde de devam ediyor. 2003 sonrası ABD’nin inşa ettiği Irak’taki belki de en büyük projesi olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) üzerindeki dengeler de bozulmuş görünüyor. IKBY’deki yönetimsel gücü elinde tutan Mesut Barzani, her ne kadar bağımsızlık söylemini zaman zaman dile getirse de, zemin kaybetmeye başlamış durumda. İran, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Gorran üzerinden Mesut Barzani’yi zorluyor. ABD de Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yardımıyla IKBY’deki istikrarı ve kontrolü elinde tutma peşinde.

Türkiye de IKBY’deki istikrarın bozulmasından rahatsız. Zira Irak’ta yaşananlar Türkiye’yi doğrudan etkiliyor. Bu nedenle Türkiye, IKYB ya da Irak merkezi hükümetine bağlı olarak istikrarsızlıkların oluşmasını istemiyor. Ancak İran’ın da yaşanan istikrarsızlardan dolayı ortaya çıkan güç boşlukları üzerinden fayda sağlamaya çalıştığı görülüyor. Bu nedenle, ABD bu güç boşluklarını ya kendisi ya da ortakları üzerinden doldurmaya gayret gösteriyor.

ABD’nin Irak için uluslararası bir seferberlik ilan ettiği bile söylenebilir. Son dönemde Birleşmiş Milletler Irak Yardım Misyonu’nun (UNAMI) Irak’taki faaliyetleri bunun bir göstergesi. UNAMI’nin özellikle Irak’taki sosyal uzlaşı ve barışın sağlanması konusunda aktif ve sonuç alıcı adımlar atmaya yönelik bir etkinlik içerisinde olduğu görülüyor. Bu noktada ABD’nin elindeki tüm araçları İbadi yönetimini ayakta tutmak için devreye soktuğunu söylemek mümkün.

ABD, en azından 2018 Şubat’ında yapılması gereken genel seçimler öncesi, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin de desteğini alarak yönlendirebileceği bir siyasi sürecin oluşması yönünde adımlar atmaya çalışıyor. İran ise oyun bozucu bir dinamizm içerisinde. Ancak bu istikrar bozucu durum aynı zamanda İran’a da bir maliyet yüklüyor.

Trump’ın Rusya’ya verdiği yumuşak mesajlar, Türkiye, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile uyum sağlayacağına yönelik işaretler, İran’ı Ortadoğu’da zor bir duruma sokabilir. Bu durum İran’ı daha saldırgan bir dış politikaya sürükleyebilir. Bunun ağır faturasını yüklenecek ilk ülkelerden biri de Irak olacaktır. Bu nedenle Irak’ın bölgesel kutuplaşmaların ötesinde dengeli bir siyaset üreterek kamplaşmaların uzağında kalması, ülkedeki istikrarın en önemli faktörlerinden biri olacaktır.

Bu yazı “ABD Irak’ı İran’a Kaptırmak İstemiyor” başlığıyla Al Jazeera Türk internet sayfasında yayınlanmıştır.

 2017-03-10


http://www.orsam.org.tr/index.php/Content/Analiz/5079?s=orsam|turkish

***

6 Mart 2017 Pazartesi

Iraklı Alevi-Bektaşi Heyeti ORSAM’ın Konuğu Olarak Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anma Etkinliklerine Katıldı,





Iraklı Alevi-Bektaşi Heyeti ORSAM’ın Konuğu Olarak Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anma Etkinliklerine Katıldı, 

Bilgay DUMAN - Seyfi KILIÇ 


Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ORSAM) davetiyle her yıl Türkiye’de düzenlenen Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma ve Kültür 
Günleri Etkinliklerine katılmak için 2009 yılından itibaren ülkemizi ziyaret eden Irak AleviBektaşi Federasyonu üyeleri 15-18 Ağustos 2013 
tarihleri arasında Nevşehir İlinin Hacıbektaş İlçesinde düzenlenen olan 24. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma ve Kültür Günleri Etkinliklerine 
katılmak üzere Türkiye’ye gelmiştir. 



ORSAM tarafından bir proje haline dönüştürülen bu ziyaretler Türkiye açısından büyük önem taşımaktadır. Irak Alevi-Bektaşileri, uzun yıllar 
boyunca ülkedeki Şiiliğin etkisi altında kalmış ve bu doğrultuda Şii din adamları Alevi-Bektaşilerin yaşadıkları bölgelere gönderilerek Irak’tan 
Alevi-Bektaşi kimliği silinmeye çalışılmıştır. Bu noktada Alevi-Bektaşilerin inanç topluluğu olmalarının yanı sıra Türkiye’yle olan irtibatları da 
kesilmiştir. Örneğin Alevi-Bektaşi Türkmenlerin yaşadığı Telafer’de 1940’lara kadar bir tane dahi hüseyniye (Şii Cami) bulunmazken, Alevi-Bektaşi 
tekkelerin çoğunun burada bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Alevi-Bektaşi tekkeleri kapatılarak birçoğu hüseyniyeye dönüştürülmüştür. 

Ancak ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından Irak’taki yeni süreç içerisinde Alevi-Bektaşiler yeniden kimliklerini kazanma çabası içerisinde girmiş ve 
bu doğrultuda bir federasyon kurma girişiminde bulunmuşlardır. Irak merkezi hükümeti bu konuda birçok engel çıkarırken, Alevi-Bektaşi 
Federasyonu 2011 yılı itibariyle kurulmuştur.Özellikle Alevi-Bektaşilerin Türkiye’ye ziyaretlerinin artması sonucu birçok Alevi-Bektaşi 
tekkesi yeniden açılmıştır. 
Bu açıdan Iraklı Alevi-Bektaşilerin Şiiliğin etkisinden sıyrılarak, yeniden Türkiye’ye yüzlerini dönmeye başladıkları gözlemlenmektedir. 
Zira Türkiye ve Türkmenler arasındaki yakın bağ bulunmakla birlikte, Alevi Bektaşilik sadece Türkmenler arasında değil, Şebekler ve Kakailer 
gibi azınlıklarla birlikte Kürtler arasında da yaygın bir inanış biçimidir. 
Bu çerçevede de farklı etnik ve dini grupların Irak’ın bütünlüğü içinde farklılıklarının korunması politikasına bir katkı sağlanmış olmaktadır. 

Heyetin ziyareti Ankara’ya karayolu ile 13 Ağustos’ta ulaşmaları ile başlamıştır. 15 Ağustos Perşembe günü ise etkinliklerin yapılacağı 
Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesine geçilmiş ve ilk önce “çilehane” olarak bilinen Alevi-Bektaşi inancına göre kutsal sayılan bir mekan olan yere 
yapılan ziyaret ile başlamıştır. Aynı gün içinde daha sonra Hacı Bektaş Veli Dergahı’na geçilmiştir. İkinci gün ise Alevi-Bektaşi inanışında 
önemli bir yere sahip olan Beştaşlar, Kadıncık Ana gibi yerlere de ziyaretler gerçekleştirilmiştir. 

Hacıbektaş ilçesine anma etkinlikleri kapsamında gerek Türkiye içinden gerek yurtdışından büyük bir nüfusun geldiği gözlemlenmektedir. 
Merkez nüfusunun 5 bin civarında olduğu dikkate alındığında belediyenin imkanlarının yetersiz kalması kaçınılmaz olarak değerlendirilmelidir. 
Gerek konaklama gerek etkinliğin yapıldığı meydanın ve şehrin diğer caddelerinin temizliği açısından şehrin imkanlarının yetersiz kalmasının 
sonucu olarak farklı yerlerden ilçeye destek geldiği görülmektedir. Nevşehir’in Gülşehir ilçesinden gelen çöp toplama ve itfaiye araçlarının 
yanı sıra İstanbul Şişli Belediyesi’nin temizlik işçileri ile yine aynı belediyenin ziyaretçilere içme suyu sağlayan bir tankerinin de anma etkinlikleri 
çerçevesinde görev aldıkları gözlemlenmiştir. 

ORSAM tarafından 2009’dan bu yana beş yıldır düzenlenen bu faaliyet çerçevesinde Hacıbektaş İlçesinin gelişimine de şahit olunmaktadır. Her 
geçen yıl daha iyi bir şekilde düzenlenmesine karşın eksikliklerin ve bazı aksaklıkların devam ettiği de gözlemlenmektedir. Küçük bir ilçe olması 
nedeniyle sokakları dar olan ilçenin içine etkinlikler kapsamında büyük otobüslerin trafik sıkışıklığına yol açmaktadır. Oysa ilçenin girişinde 
otobüsler için bir park yerinin ayarlanması ve bu araçların ilçeye girişlerine engel olunması yoluyla trafikteki karmaşaya ciddi bir çözüm bulunabilir. 
Ayrıca ilçe içinde yer ve yön gösteren tabelaların olmaması da ayrı bir karmaşaya yol açmaktadır. Geçici de olsa bu tür yön tabelalarının 
asılması yaya trafiğindeki karmaşayı da engellemesi açısından önemli olarak değerlendirilmelidir. 

Özellikle Irak’tan gelen misafirlerimizde olduğu gibi diğer ülkelerden Türkiye’ye gelen ziyaretçilerde yönlendirme eksikliği nedeniyle zorluk yaşanmaktadır. 
Gözlemlenen bir diğer nokta ise ilçe sakinlerinin en azından bir kısmının ilçeye gelen siyasilere dönük protestolardan rahatsız olmalarıdır. Hacıbektaşlılar 
bu protestolar nedeniyle ilçeye dönük yatırımların en azından geciktiği yönünde bir izlenime sahiptirler. 

ORSAM’ın davetlisi olarak Hacıbektaş’a gelen Iraklı Alevi-Bektaşi heyeti 17 Ağustos günü tekrar Ankara’ya dönmüştür. Ankara’da Hüseyin 
Gazi Türbesi’ni de ziyaret eden heyet burada sıcak bir şekilde karşılanmıştır. Heyet aynı gün içinde Hacı Bayram Veli Camisi’ni de ziyaret etmiş 
ve ertesi gün Irak’a doğru yola çıkmıştır. 

ORSAM tarafından beş yıldan bu yana düzenlenen bu etkinliğin önümüzdeki yıllarda da artarak devam etmesi Iraklı Alevi-Bektaşilerin temel isteğidir. 
Bu yolla Türkiye’nin de Iraklı farklı gruplarla ilişkisinin ve Iraklı Alevi-Bektaşilere desteğinin devam etmesi sağlanmaktadır. 

ORSAM ETKİNLİK,  

***

5 Mart 2017 Pazar

Musul İl Meclisi Seçimleri ve Sonrası


Musul İl Meclisi Seçimleri ve Sonrası 


Bilgay DUMAN 

Giriş 

Seçim günü hava sıcaklığının yüksek seyretmesi, şiddet eylemlerinin sabah erken saatlerden itibaren gün boyu sürmesi ve 4 gündür süren araçla 
sokağa çıkma yasağı nedeniyle halkın seçime katılımı düşük seviyede gerçekleşmiştir. 



20 Mart 2003’te ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ülkede yeni bir süreci de beraberinde getirmiştir. İşgal sonrası Irak’ın yeniden yapılanma sürecinde 
federal bir yönetim tarzı benimsenmiş ve Irak halkının alışık olmadığı bir biçimde iktidar gücü yerelleşmiştir. Yani merkezi yönetimle birlikte, 
federal bölgeler ve il yönetimleri pek çok konuda özerkliğe kavuşmuştur. Bugün gelinen noktada bu yapı Irak’taki etnik, dini ve mezhebi ayrışmaları 
körüklerken, coğrafi olarak da fiili bölünmeler ortaya çıkarmıştır. Örneğin Musul, Anbar, Selahaddin gibi illerde Sünniler ana güç olurken, 
Basra, Meysan, Zikar, Babil, Necef, Kerbela, Ka-dısiye, Muthanna ve Vasit’te Şiiler yönetici konumu tekil olarak el almıştır. Öte yandan Erbil, Süleymaniye 
ve Duhok’u içerisine alan Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IKBY) de başlı başına bir güç haline gelmiştir. Irak’ta “ulusal birlik hükümeti” 
olsa da yerel yönetimler üzerindeki ayrışma merkezi yönetime de sirayet etmiş durumdadır. Bu açıdan yerel politika Irak’taki merkez siyaseti 
de doğrudan etkiler konumdadır. Bu şartlar altında gelişen süreçte Irak’taki yerel seçimler de en az genel seçimler kadar önem taşımaktadır. 
İl yönetimlerindeki güç dağılımını belirleyen bu seçimler son olarak Irak’ın 12 vilayetinde 20 Nisan 2013’te, Musul ve Anbar’da ise 20 Haziran 
2013’te yapılmıştır. 

Özellikle 2009 sonrasında Musul’daki yerel siyaset Irak’taki genel siyaseti etkiler bir pozisyon almıştır. 2009’da yapılan il meclisi seçimlerinde 
Musul’da Nuceyfi kardeşler olarak bilinen Etil ve Usame Nuceyfi’nin kurduğu Hadba Listesi oyların yaklaşık yüzde 49’unu alarak birinci olmuştur. 
Irak’taki Sünnilerin kalelerinden biri olan Musul’un iç siyasi yapılanmasında ortaya çıkan dinamikler zaman zaman Irak’taki genel siyaseti 
de şekillendirir bir konuma gelmiştir. Bu nedenle il meclisi seçimleri Irak’taki özellikle Sünnilerin siyasi geleceğinin şekillenmesi açısından büyük 
önem taşımaktadır. Buradan hareketle Musul’da 20 Haziran 2013’te yapılan seçimlerin detaylı analizinin yapılması faydalı olacaktır. 

Musul’da 20 Haziran 2013’te yapılan il meclisi seçimlerine 28 ittifak katılmıştır. 28 ittifaktan toplam 667 aday Musul İl Meclisi’ndeki 39 sandalye 
için yarışmıştır. 39 sandalye içerisinde Musul’da Hıristiyan, Yezidi ve Şebeklere birer sandalye olmak üzere toplam 3 sandalye kota olarak ayrılmıştır. 
Musul’daki 716 seçim merkezinde bulunan 4361 sandıkta oy kullanılmıştır. 

Gün boyu duyulan patlama ve silah sesleri arasında halk il yönetimlerinde kendilerini temsil etmesini istedikleri adayları seçmek için oy 
kullanmıştır. Ancak hem seçimin yaz aylarına denk gelmesi nedeniyle hava sıcaklıklarının yüksek seyretmesi hem şiddet eylemlerinin sabah 
erken saatlerden itibaren gün boyu sürmesi hem de 4 gündür süren araçla sokağa çıkma yasağı nedeniyle halkın katılımı düşük seviyede 
gerçekleşmiştir. Öğlen saatlerine kadar yüzde 10-15’lerde kalan katılım oranı, öğleden sonra da pek değişmemiştir. Nitekim saat 13.00 itibariyle 
araçla sokağa çıkma yasağının kaldırılmasına rağmen halk oy kullanmak için yoğun ilgi göstermemiştir. 

Hatta seçim günü son oy kullanma zamanını 2-3 saat ileri alınması için Yüksek Seçim Komiserliği’ne başvurular yapıldıysa da kabul edilmemiştir. 
Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komiserliği de Musul’da seçime katılım oranını yüzde 37,5 olarak açıklamıştır. Öte yandan güvenlik güçlerinin uygulamalarının 
da halkın oy vermesini zorlaştıracak önlemler içerdiğine yönelik halkın şikayetleri olmuştur. Yüzde 37,5 katılımın olduğu Musul İl Meclisi seçimlerinde 
596 bin 603 geçerli oy kullanılmıştır. Oylama sonucunda 14 liste ve oluşum il meclisinde temsil edilmeye hak kazanmıştır. 

Seçim sonrası yeni kamplaşma ve gruplaşmalar ortaya çıkmıştır. Buna göre, seçimlerden ikinci liste olarak Muttahidun Listesi 14 üyeli Nahda 
Koalisyonu adı altında yeni bir oluşum kurmuş ve Musul İl meclisindeki en büyük grup haline gelmiştir. Öte yandan Dildar Zebari başkanlığındaki 
Ninova’ya Vefa ve Abdullah Yaver başkanlığındaki Birleşik Ninova oluşumları da bir araya gelerek Ulusal Koalisyon adı altında bir birliktelik 
oluşturmuştur. Hayır ve Verimlilik Listesi de seçimin galibi Kardeşlik ve Ortak Yaşam Listesi’ne katılmıştır. Buradan hareketle Musul İl Meclisinde 
üç büyük grup ortaya çıkmıştır. Musul İl Meclisi’ne girmeye hak kazanan siyasi oluşumlar bu üç büyük grup çerçevesinde incelenmeye 
çalışılacak, diğer siyasi grup ve oluşumlara da kısaca değinilecektir. Yapılacak detaylı analizin Musul’daki yerel siyasetin nasıl şekilleneceğinin 
anlaşılması açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Bu kapsamda bu ittifak ve siyasi oluşumların her bir ayrı bir başlık altında ele alınacak, 
ittifak ve siyasi oluşum içerisindeki dağılım ve adayların aldıkları oylar değerlendirilecektir. 

Nahda Koalisyonu (Muttahidun Listesi) 

Nahda Koalisyonu, Muttahidun yani Birleşikler Listesi etrafında şekillenmiştir. Muttahidun Listesi, Irak genelinde seçimlere katılmak amacıyla 
Musul Valisi Etil Nuceyfi’nin başkanlığında kurulmuştur. Ancak Musul merkezli bir oluşum olması nedeniyle Muttahidun Listesi’nin Musul’da 
yapılacak olan seçimlerdeki performansı merak konusu olmuştur. 2009’daki seçimlerde Musul’da Etil Nuceyfi başkanlığında oluşturulan ve Kürt 
peşmergelerin Musul’dan çıkarılacağı üzerine seçim propagandası yapan Hadba Listesi (Birleşik Ulusal Hadba Topluluğu) Musul’daki oyların yaklaşık 
yüzde 48,5’ini alarak 19 sandalye elde etmiş ve Musul İl Meclisi’nde çoğunluğu tek başına oluşturabilmiştir. Ancak 2013’teki seçimlere 
gelen süreç içerisinde Hadba Listesi içerisindeki gruplar arasında görüş anlaşmazlıkları ortayaçıkmış ve liste dağılmıştır. Muttahidun Listesi, 
Hadba Listesi’nin bir devamı olarak görünmekle birlikte, Hadba Listesi’nden neredeyse tamamen farklı bir oluşum meydana gelmiştir. Musul’daki 
önemli siyasi liderlerden Abdullah Yaver ve Ganim Basso’nun grupları Hadba Listesi’nde ayrılmış ve yeni oluşturulan Muttahidun Listesi içerisinde 
yer almamıştır. Öte yandan Hadba Listesi sadece Musul’da seçimlere girerken, Muttahidun Listesi, tüm Irak’ta seçimlere girmek üzere oluşturulmuştur. 

11 Siyasi grubun bir araya gelmesiyle oluşan Muttahidun Listesi toplam geçerli oyların yaklaşık yüzde 22’sini alarak 129.556 oyla 8 sandalye 
ile Musul İl Meclisi’nde temsil edilmeye hak kazanmıştır. Muttahidun Listesi’nin kazandığı 8 sandalyeden 5’ini Türkmenlerin temsil etmesi 
ve bu 5 sandalyeden de 4’ünü Irak Türkmen Cephesi adaylarının kazanması dikkat çekmiştir. Türkmenlerin dışında 2 sandalye Irak İslam 
Partisi’nin adayları tarafından kazanılmıştır. 2009 seçimlerinde Musul’da ayrı bir liste ile seçimlere katılan Irak İslam Partisi’nin kendi oy 
potansiyeline ulaştığını söylemek mümkündür. 2009’da yapılan yerel seçim sonuçlarına göre 3 sandalye ile il meclisinde temsil edilen Irak İslam 
Partisi, 2013 seçimlerinde de aynı oranı yakalamıştır. Öte yandan Muttahidun Listesi içerisinde Musul İl Meclisi’ne girmeye hak kazanan Türkmen 
aday Abdülrahman Hasan İbrahim’in adaylığının iptal edilmesi nedeniyle yerine oy sıralamasına göre Irak İslam Partisi adaylarından Radif 
Hammed geçmiş ve böylece Irak İslam Partisi Musul İl Meclisi’nde 3 üye ile temsil edilme şansına sahip olmuştur. 2009 il meclisi seçimlerine 
ayrı parti ile giren Irak İslam Partisi tek başına 60 bin’e yakın oy almış ve Musul İl Meclisi’nde 3 üye ile temsil edilmiştir. 2009 yılında Irak İslam 
Partisi’nin başkanı olan ancak bu görevi 2011’de bırakan Tarık El-Haşimi’ye yönelik suçlamalar ve hakkında gıyabında verilen idam cezalarına rağmen 
Irak İslam Partisi’nin prestij kaybetmediği de söylenebilir. 

Muttahidun Listesi’ne başkanlık yapan Birleşik Ulusal Hadba Topluluğu ise sadece 1 sandalye kazanmıştır. 2009’da yapılan seçimlerde 
Musul Valisi olarak seçilen Etil Nuceyfi’nin tek başına 40 bine yakın oy almasına rağmen, Etil Nuceyfi liderliğindeki Birleşik Ulusal Hadba 
Topluluğu’ndan başka herhangi bir adayın kazanamaması dikkat çekicidir. Etil Nuceyfi’nin de yeniden Vali olması nedeniyle yerine aldığı oya 
göre Irak Türkmen Cephesi adaylarından Ganim Hamit’in geçmiş olması sonrasında Ulusal Hadba Topluluğu’nun Musul İl Meclisi’nde üyesi olmayacaktır. 


Bu arada seçimlerden sonra Musul İl Meclisi’ne girmeyi başaran diğer parti ve oluşumlarla ittifak görüşmeleri yapan Muttahidun Listesi, yaptığı 
görüşmeler sonucunda 2 sandalyeye sahip Birleşik Ulusal Irakiye İttifakı ve birer sandalyeye sahip Ulusal Ninova İttifakı, Ulusal Um El-Rabiain 
Aşiretler Topluluğu, Irak Hayır ve Verimlilik Listesi, Reform ve İlerleme Yezidi Hareketi ile birlikte Musul İl Meclisi’nde birlikte hareket etmek 
amacıyla “Nahda Koalisyonu” adı altında birleşerek 14 sandalyeli bir koalisyona dönüşmüştür. Böylece Mutahidun Listesi, Musul İl Meclisi’nde 
çoğunluk konumuna kavuşurken, koalisyon içerisine giren gruplar da etkin konuma gelmiştir. Ayrıca Irak Türkmen Cephesi, seçim sonrası 
oluşturulan Nahda Koalisyonu içerisinde de en büyük grup olma özelliğini korumaktadır. 



Ortak Yaşam ve Kardeşlik İttifakı 

Ortak Yaşam ve Kardeşlik İttifakı, Kürt Listesi olarak da bilinmektedir. Musul’da 20 Haziran 2013’te yapılan seçimlerde aldığı 173 bin 687 
oyla toplam geçerli oyların yaklaşık yüzde 29’unu alarak Musul İl Meclisi’nde 11 sandalye ile temsil edilmeye hak kazanmıştır. Ancak seçimi kazanan 
11 adaydan sadece 4’ünün Kürt, diğerlerinin Asuri ve Yezidi azınlıklardan olması dikkat çekmektedir. Kürt iç siyasetindeki çekişmeye rağmen 
Kürdistan İslami Hareketi dışındaki etkin Kürt partileri, Musul’da Ortak Yaşam ve Kardeşlik İttifakı içerisinde seçimlere girmiştir. 

KYB’nin Musul bölgesinde bir etkinliğinin olmadığı bilinmektedir. Ancak Kerkük Valisi Necmettin Kerim (tam adı Necmettin Ömer Kerim Fettah) 
liste başkanıdır. Ortak Yaşam ve Kardeşlik İttifakı’nın, Kerkük Valisi Necmettin Kerim’i liste başkanı yaparak Kerkük’ün merkez alındığı mesajını 
ilettiği düşünülmektedir. 

Ortak Yaşam ve Kardeşlik İttifakı içerisinde dikkati çeken başka bir unsur da Kürdistan İslami Hareketi’nin ittifaka dahil olmaması ve seçimlere 
girmemesidir. Kürdistan İslami Hareketi, IKBYParlamentosu’ndaki 2 milletvekiliyle Goran Hareketi, Kürdistan İslami Birliği ve Kürdistan İslami 
Cemaati ile birlikte muhalefet içerisinde yer almaktadır. 
Bu noktada Kürdistan İslami Hareketi’nin KDP ve KYB iktidarına muhalefetini yerel seçimlerde de sürdürdüğünü ve Ortak 
Yaşam ve Kardeşlik İttifakı’nın liderliğini KDP ve KYB’nin yapması nedeniyle ittifaka girmediğini söylemek mümkündür. Kürdistan İslami 
Hareketi’nin seçimlere girmemesinin diğer bir nedeni ise IKBY dışında bir etkisinin olmaması olarak da gösterilebilir. 

Ortak Yaşam ve Kardeşlik İttifakı’nın seçim performansı değerlendirildiğinde, Musul’daki geçerli oyların yaklaşık yüzde 29’unu alarak birinci 
liste olarak seçimden galip çıktığı görülmektedir. 

Ulusal Grup 

Ulusal Grup, seçim sonrası 4 sandalye kazanan Ganim Basso liderliğindeki Ninova’ya Vefa, 3 sandalye kazanan Dildar Zebari liderliğindekiIrak Adalet ve Yapılandırma Topluluğu ile 1 sandalyeye sahip birleşmesiyle meydana gelmiştir. 

Ganim Basso’nun Ninova’ya Vefa listesi beklenen seçim performansının altında kalmıştır. 20032005 yılları arasında Musul Valiliği de yapan Ganim Basso, özellikle il merkezindeki ağırlığını oy potansiyeline dönüştürememiştir. Kağıt üstünde bakıldığında güçlü bir grup kuran Basso’nun Ninova’ya Vefa isimli listesi içerisinde Sünnilerin önde gelen isimlerinden Salih El-Mutlak liderliğindeki Ulusal Diyalog Cephesi, Cemal Kerbuli başkanlığındaki Çözüm Hareketi ve Cuburi aşiretinin önde gelen isimleri yer almıştır. 

Valiliği döneminde Musul halkı tarafında takdirle karşılanan Basso, son Musul Valisi Etil Nuceyfi’ye 2009’da yapılan il meclisi seçimlerinde Musul’da Nuceyfi kardeşler olarak bilinen Etil ve Usame Nuceyfi’nin kurduğu Hadba Listesi oyların yaklaşık yüzde 49’unu alarak birinci olmuştur. muhalefet etmektedir. Özellikle Kürt Listesi’nin 2011’de Nuceyfilerle yaptığı anlaşma sonucu Kürt Listesi üyelerinin Musul İl Meclisi’ne dönmesinden sonra Basso, il meclisinde olmamasına rağmen muhalefet kampanyasının dozunu yükseltmiştir. Aynı zamanda Nuri El-Maliki’ye yakın bir kişi olarak da bilinen Basso’nun, seçim kampanyası döneminde Nuri El-Maliki’den yardım aldığı söylenmektedir. 

Dildar Zebari’nin Irak Adalet ve Yapılandırma Topluluğu ise aldığı 39.126 oyla 3 il meclisi üyesi çıkartmıştır. 2009’dan sonra oluşan Musul İl Meclisi’nde Meclis Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen Dildar Zebari’nin seçim performansı sürpriz olarak nitelendirilebilir. Barzani aşireti ile problemli ilişkileri olan Zebari aşiretinin bir üyesi olan Dildar Zebari, özellikle Mesut Barzani’nin Zebarilerin yaşadığı coğrafyada (Musul’un kuzey doğusu ve Duhok) etkisini kırmak istemekte ve bu yüzden IKBY’nin Musul’a yönelik politikalarına karşı çıkmaktadır. Bu nedenle Nuceyfilerin Kürt Listesi ile yaptığı anlaşmaya da karşı çıkmış ve Musul İl Meclisi’nde muhalif kanadın yanında yer almıştır. Ganim Basso ile oluşturduğu ittifak yani Ulusal Grup Musul İl Meclisi’ndeki 7 sandalyesiyle bir çekim noktası haline gelebilir. Özellikle Muttahidun ve Kürt Listesi’ne muhalif 
olan grupların da Ulusal Grup içerisine katılma ihtimali yüksektir. 

Birleşik Ninova ve Diğer Siyasi Gruplar 

Birleşik Ninova, Musul’un en büyük aşiretlerinden biri olan Yaver aşiretinin lideri Abdullah Acil El-Yaver tarafından kurulmuştur. Yaver grubu olarak da bilinen Birleşik Ninova, 2009 yılında yapılan seçimlere aşiret olarak Kürt peşmergelerin Musul’dan çıkarılacağı yönünde seçim propagandası yapan Hadba Listesi’ne destek vermiştir. Ancak daha önce de ifade edildiği gibi Hadba Listesi içerisinde Nuceyfilerin Kürt Listesi ile anlaşma yapması sonucu Yaver grubu hem Hadba Listesi içerisinden çekilmiş hem de meclisi boykot etmiştir. Özellikle Musul’un kırsal kesiminde yaşayan Yaver aşireti, Kürtlerin Musul’a yayılma politikasına en ciddi karşı duruşu sergileyen taraf olarak bilinmektedir. Bunun nedeni özellikle Musul’un kuzeyinde Yaver aşiretine ait birçok arazinin peşmergeler tarafından ele geçirilmesi ve IKBY tarafından kontrol edilmeye başlaması olarak değerlendirilebilir. Kürt peşmergelerin Musul’dan çıkarılacağı üzerine seçim propagandası yapan Hadba Listesi’nin daha sonra Kürt Listesi ile anlaşarak Kürt üyelerin Musul İl Meclisi’ne dönmesi sonrasında Yaver grubu Hadba Listesi’ne muhalefete başlamış ve Nuceyfilere muhalif grupları etrafında toplamıştır. Bunun üzerine 2013 seçimleri için muhalif blok oluşturmak isteyen Yaver grubu, Musul’da Nuceyfilerin etkisini azaltmak isteyen Nuri El-Maliki’den de 
destek görmüştür. Ancak seçimlere gelinen süreç içerisinde Yaver grubu özellikle Ganim Basso ve Dildar Zebari’nin liderliğindeki listeleri bir araya 
getirmeye başaramamıştır. Bunun sonucunda Nuceyfilere muhalif blok seçimlere ayrı ayrı girmiştir. Birleşik Ninova aldığı 45.971 oyla Musul 
İl Meclisi’nde 3 sandalyeye sahip olmuştur. Süreç içerisinde Musul İl Meclisi’nde yalnız kalmamak adına Birleşik Ninova’nın, Dildar Zebari ve Ganim 
Basso’nun oluşturduğu Ulusal Grup’la ittifak yapması ihtimal dahilindedir. 

Öte yandan Ninova Araplık Gururu İttifakı, Irak Halkı İttifakı, Reform ve İlerleme Yezidi Hareketi, Özgür Şebek Meclisi ve Asuri, Süryani, Keldani Topluluğu İttifakı da birer sandalye ile Musul İl Meclisi’nde temsil edilecektir. Reform ve İlerleme Yezidi Hareketi, Özgür Şebek Meclisi ve Asuri, Süryani, Keldani Topluluğu Musul’da Yezidi, Şebek ve Hıristiyanlara ayrılan birer sandalyelik kota çerçevesinde Musul İl Meclisi’ne girmiştir. Bu grupların Musul İl Meclisi’nde etkili olmasını beklemek mümkün değildir. 

Sonuç Yerine 

Musul’da 20 Haziran 2013’te yapılan ve son derece tartışmalı geçen seçimin ardından şekillenen siyasi süreç içerisinde seçimden ikinci olarak 
çıkan Muttahidun Listesi, Birleşik Ulusal Irakiye İttifakı, Ulusal Ninova İttifakı, Ulusal Um El-Rabiain Aşiretler Topluluğu, Irak Hayır ve Verimlilik Listesi, Reform ve İlerleme Yezidi Hareketi ile birlikte Nahda Koalisyonu’nu oluşturmuş ve Musul İl Meclisi’nde 14 sandalye ile en büyük oluşum haline gelmiştir. Nuceyfilerin liderliğindeki Nahda Koalisyonu, bir önceki dönemin politikası olarak Kürt Listesi ile diyaloğu devam ettirmiş ve bunun sonucunda Musul İl Yönetimi’nin belirlenmesinde en etkili siyasi güç olmuştur. Musul İl Meclisi’nde Hayır ve Verimlilik Listesi’nin de katılımıyla 12 sandalyeli Kürt Listesi ile birlikte Musul İl Yönetimi’nin oluşturulması için yeterli sayıya ulaşan Nahda Koalisyonu, 
Musul İl Yönetimi’ni istediği doğrultuda şekillendirmiştir. Musul İl Meclisi’nin 7 Ağustos 2013’te yaptığı son toplantıda vali yardımcılarının da belirlenmesiyle Musul İl Yönetimi tamamlanmıştır. 

Buna göre aşağıdaki tabloda Musul il yönetiminde yer alan isimler yer almaktadır. 


***

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 9


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 9


TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASINDA TÜRKMENLER 
Türk Dış Politikasında Irak Türkmenleri, 
Bilgay Duman 


Öncelikle belki bu günün en zor konuşması benim konuşmam. 

Hem karşımda bu kadar önemli insanın oturuyor olmaları hem de Türkmen siyasi hareketinde büyük katkıları olan, değer verdiğim saygıdeğer insanların karşısında konuşmak benim için çok büyük bir şeref ve büyük de bir zorluk. Çünkü onlar bu işleri benden daha iyi biliyorlar ve belki benim yaşımdan daha uzun seneler bu işin içinde yer aldılar. Tabii bir de günün son konuşması olması hasebiyle herkes çok yorgun dinlemek zor oluyor. Bu nedenle biraz toparlayıcı bir konuşma yapacağım ve çok uzun tutmayacağım. Hocamın da söylediği gibi biz ORSAM’dan iki arkadaş bölgeden dün geldik. Erbil ve Kerkük’te saha çalışmaları yaptık ve uluslararası gözlemciydik. Benim konu başlığım 
Türk dış politikasında Türkmenler ama bu konuyu Mahir hocam çok güzel özetledi o yüzden ben çok fazla derinleştirmeden konuyu biraz daha genel faktörler üzerinden değerlendirip Irak Türkmenlerinin güncel durumunu size aktarmak istiyorum. Çünkü bu konu çok ciddi tartışıldı ve bugün Türkmenler neredeler ve siyasi sorunlarının temel sebepleri neler bunları tartışmak gerektiğini düşünüyorum. O yüzden konumu genel olarak iki başlık altında işleyeceğim; birincisi Türk dış politikasındaki faktörler, ikincisi Irak iç politikasındaki gelişen dengeler ve Türkmenlerin bu konudaki durumu üzerinden hareket ederek anlatmaya çalışacağım. Türkiye’nin dış politikasında özellikle 2003 sonrası dönemde Irak’a yönelik farklı dönemlerde farklı politikalar izlendiğini görüyoruz. Bu doğrudan Irak Türkmenlerinin Irak’taki durumunu etkilemektedir. Belki hep 2003 Irak tezkeresini konuştuk ama bundan sonra yaşanan tüm gelişmeler Irak’ta Türkmenlerin siyasal ve sosyal yaşantısını etkilemiş görünüyor. Az önce Aydın Bey bunu çok net ortaya koydu. 2011’den sonra Bölgesel Kürt yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin değişmesi 
Türkmenlerin oradaki durumunun iyileşmesine yol açtı. Aydın Bey Erbil’deki Türkmen nüfusunun oy potansiyeline neden yansımadığına ilişkin bir çalışmadan bahsetti. Bunun cevabını da çok net verdi. Fakat ORSAM olarak Erbil valisiyle yaptığımız röportajda Erbil’deki Türkmen sayısının 350-400 bin arasında olduğunu açık bir biçimde dile getirdi. 

Sıkıntı, Türkmenlerin özellikle kuzey bölgesinde bölge yaşantısıyla çok iç içe geçmiş olmasıydı. Özellikle 2003’ten 2009’a kadar Türkiye’nin 
bölgesel yönetimle ilişkiler geliştirememesi, 1990’lardan sonra oluşturulan Türkmen siyasi hareketinin Kerkük’e sirayet etmesi, Erbil’in neredeyse 
boş kalması Türkmenleri de orada farklı kutuplara yakınlaştırdı. Çünkü 2003 sonrasında hiçbir dönemde 2009’a kadar Türkmenlere yalnız başına siyaset yapma imkânı verilmedi. Genellikle orada iki büyük parti olan KYD ve KDP’nin, ki onların da arasında şimdi ciddi sorunlar var, Türkmen siyasetini yönlendirdiğini görüyoruz. O nedenle Türkmenlerin kuzey bölgede kendilerini siyasal manada net olarak ortaya koyamadığını söyleyebiliriz. Büyük kutuplaşmalar arasında gelgit durumundalar. Ama yavaş yavaş Türkmen potansiyeli ortaya çıkıyor. İnşallah Aydın beyin de yoğun çabasıyla Türkmenlerin gerçek bir Türkmen siyasi hareketi ile ortaya çıkmaları sağlanabilir. Tabii bu konuda Türkmenlerin hep beklentisi olduğu gibi Türkiye’nin desteğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii aynı durum Türkiye’nin 2003 sonrasında Irak politikasında oynadığı rolle de ilişkili. Biliyoruz ki Türkiye 2003 sonrasında Bağdat hükümeti ile farklı dönemlerde farklı politikalar geliştirdi. 
Nitekim 2009’a kadar ciddi ilişkiler geliştirdi. 2009 yaz aylarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti ile beraber mutabakat muhtırası imzalanmıştı. Türkiye, Irak dış politikasında rol oynamaya başlamıştı. 2003’ten sonra Türkiye’nin Irak politikasında Irak’taki istikrarın kovalanması açısından ciddi adımlar atıldı. Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı yapıldı, Irak’a Dönorler Konferansı yapıldı, Türkiye Irak’taki şiddet olaylarından dolayı pek çok Irak’lıyı Türkiye’de tedavi ettirdi ve Bağdat hükümeti bu konuda sürekli desteklendi. Tabi bu atılan adımlar Türkiye’nin Irak politikası çerçevesinde şekillendi. Türkiye’nin Irak’a yönelik dış politikasının temelleri nelerdir? İstikrar temelli dış politika statükonun korunmasına yönelikti. Statükodan kastın, Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin sağlanmasına yönelik bir dış politikaydı. 
Türkmenleri de bu şekilde yönlendirmeye çalıştı. Tabii bunda Türki-ye’nin Irak’ta ilişki içinde olduğu kesimlerin durumu etkili olmakla beraber Irak’taki Türkmenlerin sosyal ve coğrafi yapısı da çok etkili oldu. Çünkü bölgede Türkmenlerin bütüncül bir yapı içerisinde yaşayamadığını görüyoruz. Türkmeneli haritasında kuzeybatıdan güneydoğuya doğru bir hat şeklindedir ki şu an itibariyle ihtilaflı bölgeler olarak ifade edilen coğrafi kesimde yaşarlar. Ama bütüncül bir coğrafyanın olmayışı, aralarda Kürtlerin ve Arapların yaşaması durumu, Türkmenlerin bütüncül bir siyasi yapı oluşturamamasına sebep oldu Ayrıca, Türkiye’nin Irak Türkmenlerine ilişkin politikası da Türkmenlerin bütüncül bir siyasi yapı oluşturamamasına yol açtı. 2003’ten sonra Irak’taki Türkmen hareketinin Kerkük’e geçmesi Türkiye’yi de biraz Kerkük odaklı bir siyaset yapmaya itti. Türkmen siyasi yapılanması da buradan başladı. Tabi diğer taraftan Türkmenler içerisinde Irak’taki siyasal yapıya göre şekillenen mezheplere göre bir ayrışma da ortaya çıktı. Belki Türkmen halkı arasında mezhepsel bir farklılık gözetiyor diyemeyiz ama siyasal olarak Türkmenler 
arasında da mezhepsel bir ayrım eğiliminin ortaya çıktığını görüyoruz. Tabi bunda 2003 sonra Türkiye’nin Irak siyasetinin çok etkisi oldu. Çünkü Iraktaki hükümetleri tamamen Şiiler domine ettiler. Nüfus yoğunluğuyla da ilintili olarak Irak hükümetlerinde Şiilerin etkili olması, hükümetleri kurması, Türkmenler arasındaki Şiilerinin de büyük bir kısmının Irak’taki Şiilerle beraber hareket etmesine yol açtı. Aynı zamanda Türkiye’nin Irak’taki Türkmen Şiileri üzerine bu denli etkili olamadığını görüyoruz. Bu durum coğrafi bir bütünlüğün olmamasıyla ilgili olduğu kadar siyasal bir bütünlüğün olmayışıyla da ilgilidir. Bölgedeki kutuplaşma oradaki Türkmenleri çok net olarak etkiledi. Tabii ki 
Türkiye burada ikinci bir faktör ve oradaki Türkmenler siyasi pastadan pay alabilmek adına büyük kutuplardan biriyle beraber olmak zorunda. 

Ama siyasi olarak böyle bir ayrışma olsa da Türkmenlerin bazı konularda üst seviye bütüncül davrandıklarını zaman zaman görebildik. Özellikle 2004’ten sonra ki parlamentoda yaklaşık on milletvekili vardı. Bu on milletvekilinin zaman zaman beraber hareket ettiği konular var. Bu önemli bir gelişme bence. 2014’te bir seçim yapıldı bundan 5- 6 gün önceydi. Bence bu Irak siyaseti açısından da Türkmen siyaseti açısından da çok önemli bir dönemdi. Buna dikkat etmek gerekiyor çünkü ilk kez tam olarak Amerikan askerlerinin çekildiği bir seçimdi. Irak’taki kutuplaşma Amerikan askerlerinin çekilmesinin ardından farklı bir pozisyon aldı. Nasıl oldu bu? 2003’den 2012’ye kadar çok net bir tablo vardı 
Irak’ta, bir tarafta Türkler bir tarafta Şiiler bir tarafta Sünniler ancak 2009’da kurulan hükümet ve bu hükümetin icraatlarıyla beraber siyasi kutuplaşma farklılaşmaya başladı. Şii, Sünni ve Kürt gruplar birbirinden ayrışmaya başladı. Kendi içlerinde sorunlar olsa da Erbil ve Süleymaniye dışında çok daha beraber hareket eden; bütüncül yapılarını koruyan Türkler bile seçime ayrı ayrı gittiler. Bu anlamda Türkmenlerin yerel siyaseti çok iyi kullandığını görüyoruz. Nitekim Türkiye de Türkmenlerin bu siyasetine ayak uyduruyor diye düşünüyorum. Bölgesel yönetimle olan ilişkiler kuvvetli oluyor ve Erbil’le farklı bir politika izleniyor. Diğer taraftan Kerkük’te farklı bir politika izleniyor. Ben Irak’taki yerel 
siyasetin çok önemli olduğunu düşünenlerdenim çünkü Irak’taki idari ve siyasi yapı da bunu gösteriyor. Irak’ta bir federal yapı var bu yapının getirdikleriyle beraber yerel siyaset çok ön plana çıkıyor. Türkmenler, ne Kürtler gibi yoğunlukta olduğu bir coğrafyaya sahip ne Şiiler gibi nüfusun yoğun olduğu güney vilayetlerine sahip. Türkmenler; Araplarla- Kürtler, Şiilerle - Sünniler arasında yaşıyorlar. Bu anlamda Türkmenlerin yerel siyasetinde de çok önemli değişimler olduğu gözleniyor. Türkiye belki büyük bir devlet olarak Irak politikasında tekcil bir yapı sergiledi ve bu özellikle 2010’dan sonra daha net ortaya çıktı. Burada Irak hükümetinin tavrının da önemini göz ardı edemeyiz. Bence, Türkiye 2003 sonrası siyaseti itibariyle her kesimle iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştı. Türkmenlerin şikayeti şu ki Türkiye burada Türkmen siyasetine çok az yer veriyor. Ama bunu böyle görmemek lazım bence, Türkiye her kesimle iyi ilişkiler geliştirince Türkmenler dış politikada bir faktör 
olmaya devam etti. Ama hiçbir zaman Türkiye’nin dış politikasında Türkmenler bir faktör olmaktan çıkmadı. Ama diğer gruplara da yer verilmeye başlanınca Türkmenler kendilerine daha az ağırlık veriliyor hissine kapıldılar. 

Ancak bence Türkmenlerin şunu iyi kullanması lazım; 

Türkiye’nin diğer gruplarla geliştirdiği ilişkiler, -Aydın bey’in de söylediği gibi Türkmenlere fayda sağlayan ilişkiler. Yani Türkiye, Kürtler ile ilişki geliştirirken Türkmenlere Erbil’de fayda sağlıyor. Yine belki Şii gruplarla ilişki geliştirirken Şii Türkmen nüfusunun yaşadığı Telafer, Tuzhurmatu gibi vilayetlerde fayda sağlayabilecek. Aynı şekilde diğer Sünni gruplarla ilişki geliştirirken Sünni Türkmenlerin yaşadığı bölgelere de fayda sağlayabilecek. Bunu da bu 2014 seçimlerinde gördük. 

Burada Türkmenler derken Irak Türkmen Cephesinden bahsediyorum. Irak Türkmen Cephesi, Irak’taki Türkmenlerin en yaygın ve bilinen siyasi hareketi. Diğer Türkmen partileri de var ama Irak Türkmen Cephesi kadar tüm Irak’a yayılmış bir siyasi kuruluş yok. Bu nedenle Irak Türkmen Cephesi, Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı farklı bölgelerde farklı siyasi yapılanmalara ittifaklara gitti. Bugün itibariyle Türkmenlerin seçim sonuçlarına dair çok net bilgiler alamıyoruz hala kesin sonuçlar açıklanmadı ama ben Kerkük’te gözlemciydim. Kerkük’te biraz beklentilerin uzağında kaldı diye düşünüyorum. Bunda Türkmenlerin Kerkük’te iki ayrı listeyle girmesinin büyük etkisi oldu. Öte yandan özellikle Kerkük’te etkili olan siyasi partilerden KYB’nin Kerkük’te kurduğu baskı ve diğer partiler üzerine uyguladığı politika da Irak Türkmen Cephesi’nin beklenin üzerine çıkamamasına yol açtı. Bunu çok daha derinleştirebiliriz ama süremiz de kalmadı. Ama sözlerime şunu söyleyerek son vermek istiyorum. Orada da söyledim burada da söylüyorum. Türkmenler asla Türk dış politikasından uzak kalmayacaklar Türkiye’nin desteği daha önce olduğu gibi bugün de olduğu gibi yarın da Türkmenlerin arkasında olacaktır. Çünkü Türkiye bence artık şunun farkında Irak sadece Irak değil; Irak’ta yaşayan Türkmenler de, Filistin’den gelen misafirimizin de anlattığı gibi, sadece Irak Türkmenleri değil. Irak Türkmenleri kendi birliklerini sağlayabilirlerse, daha bütüncül bir siyasi harekete sahip olabilirlerse bölge Türkmenliğinin de yürütücü gücü olabilirler. 
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. 


IRAK TÜRKMENLERİ KİMLİK, KÜLTÜR VE SORUNLAR 


Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi
Oturum Başkanı 
Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı 

Konuşmacılar 

Irak’ın Hukuki Yapısı İçinde Irak Türkmenleri 
Habib Hürmüzlü 

Irak’ta Savaşların Yarattığı Psikolojik Yıkım ve Türkmenler 
Dr. Aydın Beyatlı 

Irak’ta Türkmen Kültürel ve Mimari Mirası 
Necat Kevseroğlu 


Irak’ın Hukuki Yapısı İçinde Irak Türkmenleri, 
Habib Hürmüzlü 

Irak Türkmenleri nin1 Irak’ın hukuki yapısı içerisinde 3 aşamadan geçtiğini söyleyebiliriz. İlki, kraliyet dönemidir. Irak’ta 1921 yılından 1958 yılında cumhuriyet kurulana kadar krallıkla yönetilirdi. İkincisi ise 1958’den 2003 yılına ABD’nin Irak’ı işgal etmesine kadar devam eden süreç. Sonuncusu ise 2003’ten günümüze kadar olan süreçtir. Her bölümün kendine özgü özellikleri olduğundan dolayı, konunun bu şekilde ele almamızın doğu olacağı kanısındayım. 

Kraliyet döneminde, 1925 yılında Irak’ın ilk anayasası çıkmıştır. Bu anayasada hiçbir ayrım yapılmadan yani dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapılmadan demokratik ve modern bir yapı oluşturulmuştu. 

Anayasanın ilk maddelerinde şöyle deniliyor :

 “Tüm Iraklılar dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapılmadan yasalar önünde eşittirler.” Bu şekilde vatandaşlığın temeli atılmış oldu. 
1925’ten 1958’e kadar Irak Türkmenlerini ilgilendiren iki yasa çıkmıştır. 1931 yılında “ Yerel Diller Yasası ” 2 adı altında yerel dillerin kullanma şekli ve alanı hakkında bir yasa çıkmıştır. Bu yasaya göre Kerkük’te ve Kifri ilçesinde Türkmenlere mahkemelerde sanık ya da tanık olarak Türkçe ifade verebilmelerine, dilekçeler sunabilmelerine, ifadelerin kendi dillerine çevrilmesine imkan tanınmıştır. Yasada ayrıca adı geçen gazetenin 989. Sayısında 1 Haziran 1931 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 


1 Irak Türkmenleri hakkında detaylı bilgi için Bkz.: Şakır Sabır Zabit, Mucez Tarih el- Turkman, c 1, Başdat 1960. Selim Matar, Cedel,ul Heviyat, Beyrut 2003. Suphi Saatçi, Tarihi Gelişim içinde Irak Türkleri, İstanbul 1996. 

- Bu yasanın orijinal adı şöyledir: “ ....... ...... ..... “ . Yasanın Numarası: 74. Yasa resmi bölgelerin ilkokullarında Türkçe eğitim görme hakkı tanınmıştır. Ancak uygulamada aradan birkaç yıl geçmeden Türkçe eğitim tamamen kaldırılmış ve yasanın tanımış olduğu diğer haklar da çiğnenmiştir. Sonuçta 
verilen bu hakların göstermelik olduğu anlaşılmıştır. 

1932 yılında Irak hükümetinin Cemiyet-i Akvam’a vermiş olduğu bir taahhütnamesi yayınlanmıştır. Bugünkü Birleşmiş Milletlerin benzeri olan 
“Cemiyet-i Akvam” teşkilatı, Irak’ın tam bağımsızlığını kazanabilmesi için Irak halkının temel hak ve özgürlüklerine riayet edeceğine dair bir taahhütname vermesini talep etmiştir. Zamanın başbakanı “Nuri El-Said”in imzasıyla sunulan bu taahhütnamede Türkmenlerle ilgili olarak Türkçe eğitim hakkı gibi bazı haklara yer verilmiştir.3 Ancak bu haklar da uygulanmamıştır. 

Bu dönemi özet olarak değerlendirecek olursak, bireysel haklarının tamamen kullanıldığını görürüz. Türkmenler, diğer vatandaşlar gibi, mülk alma-satma, istediği yerde iş kurma, devlet dairelerinde görev alma ve hatta polis ve ordu teşkilatında yüksek kademelere bile görev alma olanakları vardı. Siyasi konulara gelince Türkmenlerin bu alanda hakları hayli kısıtlanmıştı. Türkmenler, parti kurma imkanına sahip olmadıkları gibi, tüm bu dönem içinde onlardan bakan olma şansı tanınmamıştı. 

Cumhuriyet döneminde değişik tarihlerde iktidarı eline alan rejimler tarafından anayasalar çıkarılmıştır. Bu anayasaların ortak tarafı “Geçici anayasa” lar olmasıydı. 

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra General Abdülkerim Kasım yönetimi almış ve başbakanlık görevini üstlenmiştir. Bu dönemde cumhuriyetin ilk anayasası ilan edilmiştir. Bu anayasa Irak’ta Araplar ve Kürtlerin varlığı tanınmış, Türkmen halkı ise yok addedilmiştir. Yeni anayasada “Irak’ta Araplar ve Kürtler bu vatanda ortaktırlar” şeklinde bir hüküm getirilmiştir. Bu tutum tabii ki Türkmenlerin aleyhine bir durum doğurmuş ve git gide Arap ve Kürt ırkçılığı artmış, Türkmenlerin topraklarına el konmuş, birçoğu sürgüne gönderilmiş ya da katledilmiştir. 1959 başlarında Irak’ta esen komünizm rüzgarı şiddetlenince, Türkmenlerin merkezi olan Kerkük şehrinde Türkmenlere karşı korkunç bir katliam meydana gelmiş ve bu katliamda Türkmenlerin lider kadrosu ve birçok masum insan katledilmiş ya da yaralanmıştır, mal ve mülkleri talan edilmiştir. 
Komünistlerin gücü sonradan ortadan kaldırılmışsa da Türkmen halkı yine rahat bir hayat geçirememiş ve yine siyasi haklardan mahrum edilmeye devam edilmiştir. 

Taahhütnamenin tam metnini Suphi Saatçi’nin adı geçen eserinde bulabilirsiniz. 

Saddam Hüseyin’in Baas rejimi döneminde Türkmen halkına karşı büyük çapta bir asimilasyon politikası uygulanmıştır. Her ne kadar 1970 yılında siyasi nedenlerle Türkmenlere verilen göstermelik bir “Kültürel Haklar” kararı çıkmışsa da, bu kararın içerdiği en önemli noktası olan ilkokullarda Türkçe eğitim hakkı, tanınan diğer haklarla birlikte iki yıl sürmeden geri alınmıştır. 

Devrim Komuta Konseyinden çıkan bu karar, anayasaya göre yasa hükmündey di. Türkmenlere tanınan kültürel haklar ilkokullarda Türkçe tedrisat, televizyon yayınında Türkmenler için bir yayın tahsis edilmesi, gazeteler çıkarılması, Irak Edebiyat Birliği’ne bağlı bir Türkmen Edebiyat Birliği kurulması gibi haklar içeriyordu. Ancak bu haklar yukarıda bahsini ettiğimiz gibi ya geri alındı ya da Baas partisi yanlıları Türkmenlerin elinde Baas propagandası yapmak için araç haline getirildi. 

Adı geçen karara dayanılarak kurulan 100’den fazla Türkçe isimli Türkçe ders veren Türkmen okulu teker teker kapatılmıştır. Baas Partisi Türkmenler 
üzerinde planlı programlı bir asimilasyon politikası uygulamıştır. Özellikle Saddam Hüseyin’in 1979’da Cumhurbaşkanı olmasıyla Araplaştırma politikası en acımasız biçimde uygulanmaya başlamıştır. Her Türkmen kendini nüfus kayıtlarında Arap yazdırmaya mecbur edilmiştir. Yetmişe yakın Türkmen köyü tamamen yıktırılmış, bu bölgelere güneyden getirilen yüz bine yakın Arap yerleştirilmiştir, Türkmenlere ait olan araziler Türkmenlerden gasp edilip onlara tahsis edilmiştir. Türkmenlere kendi bölgelerinde taşınmaz mülk alım-satımı yasaklanmış, on binlerce Türkmen zorunlu göçe tabi tutulmuştur, kendi bölgelerinde devlet dairelerinde görev almak isteyen Türkmen memurlarının tayinleri yasaklanmıştır. Uygulanan bu asimilasyon politikası 2003’e kadar devam etmiştir. 

2003 tarihinde ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle Türkmenlerin durumu daha vahim bir hal almış oldu. Türkmen bölgesi hem ABD ordusu hem de Kürt partilerinin milis güçleri tarafından işgal edilmiş oldu. Kürt güçleri Türkmen arazilerinin bir kısmına el koymuş, yönetim onların eline geçmiştir. Özellikle Irak Türkmen lerinin merkezi olan Kerkük’te yönetim tamamen Kürt partilerinin eline geçmiştir. Örneğin valilik, emniyet müdürlüğü, polis teşkilatı gibi önemli kurumlar Kürtlerin eline geçmiştir. Kısacası ABD işgalinden sonra ibre tamamen Türkmenlerin aleyhine hareket etmeye başlamıştır. 

ABD öncülüğünde müttefik güçlerce gerçekleştirilen işgalden hemen bir yıl sonrasında yani 2004 yılında bir geçici anayasa ilan edilmiştir. 

Bu anayasada yine ülkenin Arap ve Kürtlerden oluştuğu belirtilmiş ve Kürtlere önemli ölçüde haklar tanınmıştır. 

2005 yılında ise cumhuriyetin ilanı tarihinden sonra ilk defa olarak bir kalıcı anayasa yürürlüğe girmiştir. Bu anayasada Irak devleti tarihinde ilk defa olarak Türkmenlerin varlığı anayasal olarak, çarpıtılmış şekilde olsa bile, tanınmıştır. Anayasanın 4. maddesinde şöyle denilmiştir: “Irak’ta Arapça ve Kürtçe resmi dildir, Iraklılar, Türkmence, Süryanice ve Ermenice gibi ana dilleriyle devlet eğitim müesseselerinde çocuklarının eğitim görme hakkına sahiptirler”. 

Anayasanın bir başka maddesinde: “Bu anayasa Türkmenler ve diğer azınlıkların kültürel, idari, eğitim ve siyasi haklarını garanti altına alır ve bu hakları uygulamak üzere bir yasa çıkar.’’Türkmenlerin kısıtlı da olsa kendilerine tanımış olduğu haklardan yararlanabilmeleri için beklenen yasa ne yazık ki bugüne kadar çıkmamıştır. 

2005 yılı anayasasında Türkmenleri yakından ilgilendiren en önemli ve o kadar da tehlikeli madde anayasanın 140. maddesi olmuştur. Bu maddeyle Kerkük şehri dahil, Türkmen bölgesinin hemen hemen tamamı ihtilaflı bölge olarak addedilmiştir. Madde, Kerkük ve diğer Türkmen bölgelerinde 3 aşamalı bir çözüm getirmektedir. Bu aşamalar: normalleştirme, sayım ve referandumdan ibarettir. Anayasada bu üç aşamanın gerçekleştirilmesi için 31 Aralık 2007 günü en son tarih olarak belirtilmiştir. Madde, hem geçici maddeler bölümünde geçmiş hem de uygulanması belirli bir tarihle sınırlandırılmıştır. Maddede belirtilen aşamaların hiçbiri uygulanmadığına göre, sürenin dolmasıyla yürürlükten kalkmış duruma geçmiştir. Bahsi edilen sürenini dolmasından sonra bu maddenin uygulanıp uygulanamayacağı hakkında tartışmalar başlamıştır. Türkmen ve Arap araştırmacı ve hukukçular 140. maddenin hükmen ortadan kalktığını vurgularken, Kürt yazar, siyasetçi ve hukukçular bu maddenin 
ortadan kalmadığını ve hala uygulanabileceğini savunmaktadırlar. 

2003 tarihinden sonra konumuzla ilgili bazı yasaların da çıktığı müşahede edilmektedir. Bunların ilki “İl Meclisleri Seçimi Yasası” idi. Bu yasanın 

24. maddesi, Kerkük’te gasp edilen tüm arazilerin meşru sahiplerine iade edilmesi ve sair haklarının verilmesi için bir komisyon kurulmasını ön görmüştür. Komisyon üyeleri Türkmenler, Araplar ve Kürtlerden oluşacaktır. Bu uygulamayı kontrol edebilmek için Irak’ın güney bölgesinden askeri güçlerin getirilmesi öngörülmüştür. Bu yasa parlamentodan Cumhurbaşkanlığına sunulduğunda aynı gece Cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından veto edilmiştir. Yasa hiçbir şekilde Kürtlerin lehine bir durum değildi yani elde ettikleri bütün kazanımları ellerinden kaybedeceklerdi. Parlamento bir süre sonra bu yasayı yeniden çıkarmış ve bu sefer 24. maddenin yerine benzer bir madde eklemiştir. Bu maddeyi geçersiz hale getiren hüküm, komisyonun oy birliğiyle karar verme zarureti getirilmesi idi. Ayrıca maddenin tarafsız bir şekilde uygulanmasını gerçekleştirebilen güçlerin getirtilmesi hükmü bu maddede geçmemiştir. Ancak bu maddenin hükümleri uygulanmamıştır. 

Bundan bir buçuk yıl önce Kürt gruplarından bir kişi Yüksek Federe Mahkeme nezdinde dava açarak anılan 23. maddenin iki fıkrasının iptalini talep etmiştir. Mahkeme bu iki fıkrayı iptal ederek yürürlükten kaldırılmasına karar vermiştir. 

2013 tarihinde “Resmi Diller Yasası” adı altında bir yasa çıkmıştır. Bu yasa Irak’taki dilleri ikiye ayırmaktadır. 1 -Resmi diller (Arapça ve Kürtçe) 2 - Mahalli diller (Türkçe, Süryanice, Ermenice vb.). Bu yasayla eğitimin bütün aşamalarında Türkmenlerin yoğun oldukları yerlerde Türkçenin uygulanmasına imkan verilmiştir. 

2013 yılında Bakanlar Kurulundan Tuzhurmatu ve Telafer ilçelerinin vilayet olmasına dair bir karar çıkarmıştır. Bilindiği üzere Telafer Irak’ın ve hatta Ortadoğu’nun en büyük ilçedir. 400 bin nüfuslu ve yaklaşık % 98’inden fazlası Türkmen’dir. Zaten bu özelliklerinden dolayı o iki bölgeye hiçbir zaman bir hak tanınmamış ve her zaman tüm haklardan ve imar projelerinden mahrum ve yoksun bırakılmıştır. Saddam zamanında Telafer için benzer bir kararın çıkmasına rağmen, kararın uygulanması yine Saddam rejimi tarafından engellenmiştir. Dolayısıyla her iki ilçe için böyle bir kararın çıkması çok önemlidir, yeter ki bir an önce uygulanması sağlansın. 

Diğer önemli bir karar bu sefer parlamento tarafından verilmiştir. Bu kararda Türkmenlerin Irak’ta üçüncü asil olduğu, eski dönemlerde çeşitli haksızlıklara maruz kaldığı ve tüm siyasi, kültürel ve ekonomik haklarının tanınması gerektiği vurgulanmıştır. Devletin artık Türkmenlerle barışık hale geldiği temayülünü göstermiştir. Kararda, kararın içerdiği hakları yasal düzeye getirmek için parlamentodan bir yasanın çıkarılacağı da vurgulanmıştır. Türkmen yetkililer bu hususta bir yasa taslağı hazırlayıp parlamentoya sundular. Taslağın parlamentodaki ilgili komisyondan geçmesine ve genel kurula arz edilmesine rağmen ülkenin siyasi durumları nedeniyle şimdiye kadar bir türlü yasallaşamadı. Ümit ederiz bu yasa önümüzdeki dönemlerde çıkar. 

Bu olumlu gelişmelerin yanında 2003’ten bu yana Türkmenler rahatladı mı diye soracak olursanız ne yazık ki böyle bir şeyin gerçekleşmediğini görürüz. Zira kağıt üzerinde kazanımlar gerçek hayatta bir şey ifade etmemektedir. Türkmenlerin eski rejim tarafından arazileri, mülkleri gasp edilmiş, on binlerce Türkmen zorunlu göçe tabi tutulmuş ve her türlü hakları ellerinden alınmıştır. Buna ilaveten ABD işgalinden sonra da benzer haksızlıklara maruz kalmışlardır. Onlarca Türkmen ileri geleni fidye talebi ile kaçırılmış, bunların bir kısmı fidyenin ödenmesine rağmen öldürülmüştür. Özellikle Kerkük şehrinde Türkmenlerin arsa ve taşınmaz malları gasp edilmiş, Türkmenler devlet memuriyetinden uzaklaştırılmıştır. Türkmen Tuzhurmatu şehrinde her gün patlamalar meydana gelmiş ve bu yüzden aralarında Türkmen liderlerin de olduğu üç yüzü aşkın insan şehit edilmiştir. Telafer’de aynı şekilde kanlı olaylar meydana gelmiştir. Sonuçta, bir taraftan Türkmenler devlet eliyle kazanımlar elde ediyor, 
diğer taraftan malları ve canları gidiyor ve toprakları gasp ediliyor. 

Ben konuşmamın sonunda bu sempozyumun hazırlık komitesi başkanı olarak, gelen misafirlerimize buraya teşrif ettikleri için teşekkürlerimi 
sunmak isterim ve bu bir başlangıçtır diyorum. Türkmenler tarih boyunca ilk defa bir araya gelerek durumlarını konuşuyorlar ve dertlerini 
paylaşıyorlar. İnşallah bunun devamı gelir ve daha güzel günlerde bir araya geliriz. Bu arada TİKA’ya ve bu salonu bize tahsis eden Türk Tarih 
Kurumu’na ve başkanına da teşekkürlerimi buradan sunmak isterim. 

....


Irak Savaşlarının Yarattığı Psikolojik Yıkım ve Türkmenler 
Op. Dr. Aydın Beyatlı 


Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan sözlükte savaş kelimesi beş farklı şekilde tanımlanıyor. En çarpıcı ve düşündürücü olanı dördüncü sıradaki açıklama; 
Savaş; Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele. Burada ortadan kaldırılacak şeyin iyi ya da kötü olduğu değil, sadece yok edilmesi gereği üzerinde duruluyor. 

Hayatlar bitiyor, tarihi kentler yok oluyor. Ancak bütün bunlar savaşın içinde gelişen olağan hadiseler. Asıl tehlike ise savaştan sonra başlıyor. 

Silahların susmasından sonra devam eden tahribatların içinde en göze çarpanı savaşın ortaya çıkardığı hastalıklar. Kullanılan silahlar insanı hem fiziki hem de psikolojik yönden tepeden tırnağa etkiliyor. Bu etki kısa süre sonra ortaya çıktığı gibi yıllar sonra ansızın vücudun herhangi bir yerinde öldürücü sonuçlar verebiliyor. 
Savaş, en temel hakkımız olan yaşama hakkımızı elimizden alan; 
Geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğe ilişkin beklentilerimizi ortadan kaldıran; Onulmayacak yaralar açan; silinmeyecek izler bırakan; yakıp yıkan ve yok edendir. 

Savaşların tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarih öncesi dönemlerde ve ilkel topluluklarda savaş, var kalabilmenin ve yaşamı sürdürebilmenin bir koşulu olarak insan ile doğanın diğer tüm güçleri arasında sürdürülen bir mücadele iken, modern kapitalist dünyada savaş egemenlik kurmanın ötesinde yeni pazarlar ve pazar ilişkileri oluşturmanın yolu haline gelmiştir. “İnsancıl” gerekçeler tanımlansa ve kutsal isimler verilse bile gerçekte savaş bu çıkar ilişkilerinin bir gereği olarak yeniden üretilen bir süreci anlatmaktadır. İnsanlık tarihinin yazılı kayda alınan 5600 yılında 14 600 den fazla savaş yaşanmıştır. Her yıla yaklaşık 2,6 savaş düşmektedir. Her otuz yılı bir kuşak olarak kabul edecek olursak bu sürede yaşamış 185 kuşaktan sadece 10 u savaşsız bir ömür sürebilmiştir. Neredeyse hayatı boyunca savaş görmeden yaşamış bir insan yok gibidir. Etkilerinin büyüklüğü açısından savaş insan eliyle yapılmış şiddetin en büyüğünü ve en eskisini temsil etmektedir. 20. yüzyılda yaşanan iki büyük Dünya Savaşından sonra, sanki insanlık barış ve huzur içinde yaşamaktaymış gibi bir yanılsama sık sık dile getirilir. Oysa II. Dünya Savaşından bu 
yana 250’ye yakın savaş gerçekleşmiştir ve bu savaşlara bağlı olarak 60 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşından bu yana savaşlarda ölen insan sayısı, II. Dünya Savaşında ölen insan sayısının 3,5 katıdır. Savaşlar nedeniyle her saat 35 kişinin öldüğü bildirilmektedir. Birleşmiş Milletlerin Mayıs 1999’daki verilerine göre, 1,8 milyar kişi savaş ve çatışmalar dan etkilenmektedir. 



Tablo 1. Silahlı Çatışma Sayısındaki Artış, 2003 

Kaynak: Heidelberg Institute on International Conflict Research, Conflict Barometer 2003 

Günümüz savaşları geçmişten daha yıkıcı, daha öldürücü olmakla birlikte hem ekolojik dengeyi hem de biyolojik yapıları bozmaktadır. Gün gelecek insanlar hayatta kalmak için bir daha savaşacaklardır 
Savaş yol açacağı doğrudan acılar yanında insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısıdır. Yapılan çeşitli araştırmalar göstermiştir ki savaşa katılan toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir. Örneğin ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olaylarında iki kat artış olmuş, 100 000 kişi başına 4,5’tan 9,3’e çıkmıştır. Savaşa giren toplumlarda şiddet ve saldırı olayları savaştan sonra en az %10 artmaktadır. Savaş sonrası cinayetlerde görülen artış, savaşın sonu ya da niteliğinden bağımsızdır. Savaşta kaybedilen insan sayısı ile savaş sonrasındaki cinayet artışı arasında paralellik saptanmıştır. 

Savaş ve politik şiddet, neden olduğu on milyonlarca can kaybı yanında bu rakamların birkaç katı kadar yaralı ve bundan daha da fazla psikolojik olarak hasarlanmış insan yaratır. Fakat savaş ve politik şiddet sadece bunlara doğrudan maruz kalan insanları etkilemez, savaş ve politik şiddete maruz kalma endişesiyle milyonlarca kişi yerinden yurdundan da olmakta, can güvenliğini sağlamak için çok travmatik göçler yaşamaktadırlar. 

Savaşın yarattığı ruhsal tahribatın geçici olduğu, zamanla kendiliğinden iyileşeceğine yönelik uzun yıllardır sürdürülen inanç özellikle İkinci Dünya Savaşı, Vietnam ve Irak Savaşı sonrasında geçerliliğini yitirmiş, savaşın bireyi tüm yaşamında kolay düzelmeyecek izler bıraktığı anlaşılmıştır. Son 30 yılın savaşları, Irak-İran savaşı, Afganistan, ABD’nin Irak’ı işgali ve bunlara eklenebilecek birçok savaş vs. bu sonuçları tüm açıklığıyla gösteren acı yaşam deneyimleri olarak tarihteki yerini almıştır. 

Savaş bir insanda bir çok boyutta değişiklik yaratır. Çeşitli ruhsal bozuklukların oluşması ve tetiklenmesi, bireyde şiddet ve saldırganlık davranışlarında büyük bir artışa neden olması, temel insani değerlerin kaybedilmesi, bireyin kendine ve topluma giderek yabancılaşması, gelişmekte olan yeni kuşakların kişilik gelişimi üzerinde olumsuz ve kalıcı değişikliklere neden olması bu değişikliklerin başlıcalarıdır. Savaşlar yalnızca mağdurlarını değil, TV ekranlarından odamıza bir aksiyon filmi gibi giren savaş sahnelerini izleyen insanları, özellikle çocukları da 
etkileyecek onları da örseleyecektir. 

Yaşanan savaş travması bireyi öncelikle durumu inkâra yöneltecek, yaşanan deneyimleri pek de tahrip edici olmayan bir olay gibi algılamasına neden olacaktır. Olup biteni yanlış yorumlamak ve çarpıtmak, saldırganla özdeşleşmek, doğaüstü güçlere yönelmek ve sığınmak; ortaya çıkan çaresizlik ve güçsüzlükle örülü bir biçimde zayıf güçsüz kişilere yönelik eylemler üretmek biçiminde yeni ifadeler edinecektir. 

Savaşın Sağlık Etkileri 

Silahlı çatışmaların ve savaşların sağlık üzerine olan etkileri doğrudan ve dolaylı etkiler olmak üzere iki başlık altında incelenebilir. Genellikle savaşların doğrudan etkileri daha iyi bilinmekte, dolaylı etkileri bilinmemekte ya da ihmal edilmekte dir. 



Tablo 2. Savaşın Sağlık Etkileri 

A. Savaşın Doğrudan Etkileri 

Irak, ABD ve Kanada’dan üniversitelerin ortaklaşa yürüttükleri çalışmanın sonucuna göre 1990 - 2011 yılları arasında, doğrudan savaş nedeniyle 
ve savaş ortamının yarattığı koşullardan dolayı toplam 2.800.00 kişi yaşamını yitirmiş, 3.250.000 sakat, 1.100.000 dul kadın ve 4.200.00 yetim bırakmıştır. Bu rakamlar ‘Iraq Body Count isimli grubun verilerinin çok üzerinde bir rakam ve tüm dünyada savaş karşıtlarının ortaya koyduğu rakamları doğrular niteliktedir. 

Irak’ta ki sivil ölümlerinin gerçek boyutunu anlamak için ayrıca Irak’a uygulanan ambargolara da bakmak gerekir. Zira Irak’a uygulan ekonomik ve ticari ambargo ABD’nin Irak stratejisinin önemli bir parçasıydı. Kuveyt işgali ile başlayan ambargo, Saddam iktidarını değil, Irak’lı sivil halkı vurdu. Pek çok kaynakça yapılan araştırmalar bu ambargo süresince Irak’ta fakirlikten ve yetersiz sağlık hizmetlerinden dolayı 655 bin den fazla kişinin öldüğü belirlenmiştir. Bu kişilerin 600 binden fazlası savaşın doğrudan yada dolaylı etkileri sonucu yaşamını yitirmiştir. Bu çalışma sonuçlarına göre Iraktaki ölüm hızı koalisyon güçlerinin Irak’ı işgalinden önce 1000 de 5,5 iken, işgal sonrasında bu oran 1000 de 13,3 e yükselmiştir. 
Araştırmacılar bu artışı “Aşırı ölüm” olarak tanımlamışlardır. Irakta bildirilen ölümlerin %87’si si işgal sonrasındadır. Ölenlerin %75’ini erkekler oluşturmakta dır. Erkek kadın oranı 10/1 olmuştur. Ölenlerin büyük çoğunluğunu 15-44 yaş arasındaki genç nüfus oluşturmaktadır. Ölümlerin %56’sı silahlı saldırı sonucu yaralanarak olmuştur. Bomba yüklü araba saldırılarında ölenlerin oranı %14, koalisyon askerlerinin doğrudan saldırısı ve şiddeti sonucu ölüm oranı %31’dir. 

B. Savaşın Dolaylı Etkileri 

Üzerinde, İslâm Tarihi’nin çok önemli olaylarının cereyan ettiği topraklar, bölgeye demokrasi getirdiğine inanan Amerika ve İngiliz askerlerinin 
çizmeleri altında ezildi. Tonlarca bomba atıldı, bölge halkının birlik ve beraberliğinin sembolü olan tarihî, kültürel ve dinî açıdan önemli mekânlar 
yerle bir oldu, baha biçilmez tarihî eserler ise yağmalandı. 

Bir ülkenin topraklarının düşman güçleri tarafından işgal edilmesi ve bu ülkenin insanlarının fiziken ve ruhen teslim olmaları, bu olayın cereyan ettiği coğrafyada da derin izler bırakmaktadır. Direniş ruhunun kaybolması, yaşanılan toprakların can pahasına savunulamaması, istilacı güçlerle işbirliği içine girilmesi, o ülkenin gelecek nesillerini de menfi olarak etkileyerek, kimlik yabancılaşmasına sebep olan davranış tarzlarıdır. 

1. Psikolojik Yıkım ve Artan Hastalık Maruziyet 

Savaşlar, neden olduğu milyonlarca can kaybının yanında bu rakamların on katı da psikolojik olarak hasarlanmış insan bırakmaktadır. Irak’taki savaşlar dolaylı etki olarak- ciddi ruh sağlığı sorunlarına yol açmış durumdadır. Çocukların maruz kaldığı savaşların yaşantılarını örselemesi ve bu örselenmiş yaşantıların çok uzun süren, sağlıklı gelişmeyi engelleyen ruhsal-toplumsal sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Ne yazık savaşların travmasından etkilenen insanların sayısı çok yüksek olmakla birlikte sayısı tam olarak bilinmemektedir. 

Diğer yandan güvenlik ve istikrar ortamının olumsuzluğu, yeterli sağlık materyalinin ve alt yapının bulunmaması, elektrik kesintileri ve temiz 
su sıkıntısı olmaması, Irak sağlık hizmetlerinin çöküşü gibi sorunlar bulaşıcı hastalıkların yayılmasına neden olmuştur. Ayrıca bugün Irak’ta adı konmamış virüslerin sebep olduğu hastalıklar nedeni belli olmayan ölümlere yol açmaktadır. Kısacası bu savaşlar nedeniyle geleceğinden umutsuz bir topluluk meydana gelmiş, yüzü gülmeyen ve gündelik yaşayan gençlik ortaya çıkmıştır. 

Irak’ta artan bulaşıcı hastalıklar dört grupta toplanabilir: 

1- Aşı ile önlenebilen hastalıklar: Tüberküloz, Difteri, Boğmaca, Kızamık, Poliomyelit, Neonatal tetanoz. 
2- Su ve besinlerle bulaşan hastalıklar:Diyare, Kolera, Tifo, Amipli dizanteri,v.s. 
3- Hava yoluyla bulaşan hastalıklar: Pnömoni, Akut Solunum Yolu Enfeksiyonu, Meningokoksik Menenjit gibi hastalıklar. 
4- Vektörle bulaşan hastalıklar: Sıtma, Leishmaniazis. 

Diğer savaş hastalıkları ise şöyledir: 

Verem, kanser, tifo, kalp rahatsızlıkları, bağırsak rahatsızlıkları, hormonal bozukluklar, kemik iliği erimesi, astım, romatizmalı hastalıklar, kan hastalıkları, 
koroner hastalıklar ve ritim bozuklukları, hipertansiyon felçler, el ve ayaklarda sürekli titremeler, terleme, sık idrara çıkma, çarpıntı, iştah kaybı, kaslarda kasılma, sık nefes alma ve psikolojik yönden çok sayıda rahatsızlık. 

Bugün modern dünyada görülmeyen ve okullarda bilgi amacı ile anlatılan kolera hastalığı işgal sonrası yüzlerce Irak halkının ölümüne neden olmuştur. 

Savaş en büyük yıkımı çocuk ruhunda yapıyor İnsanların ve toplumların aralarında vuku bulan mücadelelerde en büyük zararı şüphesiz ki çocuklar 
görmektedir. Çocukların küçük bedenleri, fizikî ve ruhî açıdan savaşın ağırlığını büyükler gibi kaldıramamakta ve meydana gelen çöküntüler, bütün hayatları boyunca bu küçük varlıkları menfi yönde etkilemektedir 

Irakta ve Ortadoğu’da yaşanan bu savaş çocukları da derinden etkilemiştir. Bugün Irak’ta çocuklar çok kötü koşullar altında yaşamlarını sürdürmektedirler. Malnutrisyon ve ishalli hastalıkları her gün arttığı resmi makamlarca ifade edilmektedir. Çocukların %30 dan fazlası yine bu nedenlerle okula gidememek te, aile ve iş ortamında şiddete maruz kalmaktadır. UNICEF çocukların durumu raporuna göre Irak’ta ambargo döneminde üç milyonu aşkın çocuğun ruhsal sarsıntı geçirdiğini ve birinci körfez savaşında da 13 milyon çocuğun risk altında olduğu tespit edilmiştir. Yıllarca Irak’a uygulanan ekonomik yaptırımlar, Irak’ın masum halkına, özellikle de çocuklarına zarar vermiştir. Hâlbuki 1977 Cenevre Sözleşmeleri, bir savaş yöntemi olarak sivillere ekonomik kuşatma uygulamasını yasaklamıştır. 

Savaş’ın yarattığı diğer psikolojik yıkımlar ise: 

1. Posttravmatik Stres 

Savaş sadece fiziki izler bırakmıyor, aynı zamanda psikolojik anlamda da insanlar üzerinde, bir ömrü etkileyecek kadar kalıcı etkiler bırakıyor. Bunların en başında ise posttravmatik stres bozukluğu (PTSB) denilen hastalık geliyor. Bu hastalık, kişi fiziki bütünlüğünü bozacak bir tehdit yaşadığında veya böyle bir olaya tanık olduğunda ortaya çıkıyor. Savaş sırasında uzun süre tehlike altında bulunmadan, silah seslerinden kaynaklanan bu durum sürekli hatırlanır bir hal alıyor. Memory Center of America Nöropsikiyatri Merkezleri Türkiye Şubesi Psikiyatrisi Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu tür rahatsızlıkların ömür boyu sürebileceği ni söylüyor. Tarhan; “Hasta, insanlardan uzaklaşma ve yabancılaşma yaşar. Geleceğinin kalmadığını düşünür. Gürültülü sese aşırı duyarlılık gösterir, düşüncesini toparlayamaz ve Sürekli bir tehlike bekler. 

2. Stres Aids Benzer Etkisi; 

Amerikan Tıp Birliğinin yayın organında yayınlanan bir makalede stresle AIDS’in vücut savunma sistemine benzer etki yaptıklarını belirtti. Ohio State üniversitesi ve 4 ayrı enstitü tarafından yapılan araştırmalarda stresin vücutta “Cytokine” maddesini azalttığı bulundu. Cytokine maddesi vücudun savunma sisteminde anahtar rolü olan bir maddedir. Vücut savunmasında T-lenfositlerin üretiminde önemli madde olan bu madde az üretildiğinde T hücreleri ölmektedir. Aynı etkiyi AIDS hastalığına yol açan “HIV” virüsünün de yaptığı, vücudun bağışıklık sistemini çökerttiği bilinmektedir. Ohio State Üniversitesinden Prof. Ronald Glaser’in sunduğu rapor stresin biyolojisine önemli aydınlık getirdi. 

3. Stres ve Yara İyileşmesi 

“Archives of General Psychiatry” isimli tıp araştırmaları dergisinde 1999 yılında yayınlanan makalede Dr.Kiecolt-Glaser ilginç sonuçlar elde etti. 35 kadın üzerinde yapılan araştırmalarda stres düzeyi yüksek kişilerde dokuları iyileştiren kimyasal bileşimlerin özellikle Cytokine maddesinin yara bölgesine ulaşmadığı belirtildi. Stres kandaki bazı hormonların seviyesini yükseltiyor. 
Bu hormonlar yara bölgesine Cytokine bileşiminin ulaşmasını yavaşlatıyor. Ameliyatlardan sonra stresin, yaraların iyileşmesine olumsuz etki ederek, hastanın sağlığını tehlikeye sokmaktadır. Stresin yara iyileştirmesini geciktirmesi operatörler için oldukça önemlidir. Hastanın çabuk ve komplikasyonsuz iyileşmesi için hastanın ruhsal durumunun göz önüne almak gerekir diye ifade 
edilmektedir. 

4. Stres-Kalp İlişkisi 

Stresli ve hiperaktif özelliklerin fazla olduğu A-tipi kişilik yapısında kalp hastalıklarının 3 misli fazla olduğu, kalp krizinden ölümün 5 misli fazla olduğu bilinmektedir. Ohio State Üniversitesinde yürütülmüş bir çalışma “Homecysteine” adlı aminoasidin stresli kişilerde arttığını gösteriyor. Bu amino asit kalp hastalıkları riskini artıran bir maddedir. Finlandiya’dan Dr. Thomas Kamarck 
da zihinsel stresin kan damarı lezyonlarını ve damar sertliğini artırdığını, kan kolesterol yüksekliği ile stresin ilişkisini doğrular araştırmalar yayınlamıştır. 

5. Beyin Yaşlanmasına Etkisi 

“Nature Neuroscience” dergisinde sunulan bir raporda kronik stresin beynin “Hippocampe” bölümünü küçülttüğü gösterildi. Montreal’de Mc Gill Üniversitesi uzmanlarının (1998) yaptığı bir araştırmaya göre beynin hafıza ile ilgili bölümleri ile kronik stres arasında doğrudan ilişki çıkmaktadır. Stres nedeniyle salgılanan glucokorticoides adlı hormonların nöronların ölmesine yol açabileceği doğrulanmıştır. 

Bugün binlerce Türkmen hasta, Kanser, Kalp ve diğer amansız ve ismi konmamış hastalıklarla çaresizce boğuşmaktadır. Irak savaşları sırasında kullanılan biyolojik ve kimyasal silahlar yan etkisi bugünlerde yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Türkmenelinin bazı bölgelerinde ölü ve anomali doğumların görülmesi ve bunların kimseye haber vermeden ev bahçelerinde gömme olayları 
artmıştır. 

İşgal sonrası Türkmeneli’nde 500 den fazla Türkmen çocuk hasta ölmüştür. Annesi babası öldürülüp kimsesiz yetim kalan yüzlerce Türkmen çocuğu acı kaderi ile baş başa kalmıştır. İşsiz, çaresiz ve geleceğinden ümitsiz Türkmen gençleri arasında intihar olayları artmıştır. 

2. Sağlık Sistemi ve Tıbbi Bakım Koşullarının Kötüleşmesi Irak’ta sağlık sistemi çökmüştür, 2011 yılı itibarıyla; Irak’ta toplam 339 hastane faaliyet göstermektedir. Bunlardan 229’u kamu hastanesi olup, 46 tanesi Bağdat’tadır. Özel hastane sayısı ise 100’dür. Ayrıca ülke genelinde yaklaşık 2.730 sağlık kliniği de (halk sağlık merkezi) bulunmaktadır. Hastanelerin toplam yatak sayısı 41.600’dür. 32 milyon nüfuslu Irak’ta şu an sadece 22 bin doktorun bulunduğu ve her 6 doktor başına 10 bin hasta düştüğü kaydedilmiştir, ayrıca 6.000 diş hekimi, 7.000 eczacı ve 14.800 hemşire ile sağlık sektöründe hizmet verilmektedir. Doğumların %60’ı hastanelerde olmaktadır. Iraklı doktor, sağlık personeli, eczacı ve hemşirelerin yüzde 50’inin ülke dışına kaçmış, diğer sağlık uzmanları ve doktorlar ise kendi ülkelerinde göçmen durumunda görev yapmaktadır. 

Bugüne kadar iki bin doktor öldürülmüş veya kaçırılmıştır. Araştırmalara göre, sağlık sektörüne ayrılan bütçe ise oldukça düşük seviyede. 

Yapılandırma bütçesinin sadece yüzde 4’ünün sağlık alanına ayrılması da olumsuz etki yapmaktadır. Irak’ta yaklaşık 11 milyon hastanın sağlık 
ve tedavi için umut arayışında olduğu kaydedilirken, 8 milyon hastanın ise acil sağlık hizmeti alması gerekmektedir. Bağımsız sağlık kuruluşları, çeşitli uzmanların yaptığı araştırmalar ve yapılan gözlemler, ülkedeki sağlık sektörünün giderek dibe vurduğunu gösterirken, halen devam eden kanlı terör saldırıları ve aldıkları tehditler nedeniyle Irak’ı terk eden doktorların sayısında da büyük bir artış gözlenmektedir. 

Irak halkının sağlık açısından maruz kaldığı en önemli diğer faktör ise çevre sorunu; temiz su ihtiyacı, atıkların imhası ve pis su arıtma ile kanalizasyon 
yetersizliğidir. Çocuk ölümlerinin yaklaşık %25’i (pis) suyla ilgili hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Evlerin azami yarısı temiz ve düzenli su hizmetinden yararlanabilmektedir. Ülke genelinde, kanalizasyon bağlantısı olan ev sayısı ortalama %30’dur. Atık suların yarısı doğrudan doğal su kaynaklarına karışmaktadır. Atık su arıtma sistemi en çok Bağdat’ta gelişmiştir. Bu bağlamda tüberküloz, akut paralizi, tifo, hepatit-A, kızamık geçmişte yoğun yaşanmış bazı hastalıklardır. Irak’ın sanayi tesislerinin %60’ının atık su arıtma tesisi bulunmamakta olup, yaklaşık 1 milyon milyon ton atık su Irak’ın su kaynaklarına karışmaktadır. Özetle temel sorunlar; su kirliliği, katı atık arıtma ve imhası, kapalı alan hava kirliliği, sıvı atık arıtması, değişken/düzensiz sağlık ve çevre politikaları ve yönetimdir.(WHO-2009). 

Terörün devam ettiği günümüzde “Acil Yardım ve Ambulans” hizmeti, iyileştirilmesi ve giderilmesi gereken en önemli problemdir. 2011 yılındaki 
ambulans sayısı 2.130’dur. Tam donanımlı (yatak, tıbbi malzeme, klima) hastane, kalifiye sağlık personeli (özellikle bayan hemşire, anestezi uzmanı) ve tıbbi malzeme yetersizliği diğer önemli sorunlardır. Hastanelerin yoğun bakım ve enfeksiyon kontrol sistemlerinin iyileştirilmesi, sağlık kurumlarının daha hijyen hale getirilmesi, kardiyoloji ve radyoterapi merkezleri ile laboratuar ve sıvı/katı tıbbi atık ürünler işleme tesislerinin kurulması Irak Sağlık Bakanlığı’nın ivedilikle ele alması gereken konuların başında gelmektedir. Hükümetin 2010 yılı 
için sektöre yaptığı tahsisat 3,8 milyar dolar, 2011 yılında ise 6 milyar dolar seviyesindedir. 2012 yılının kamu bütçesinde sağlık ve çevre için öngörülen harcama tutarı bütçenin yalnız %5’idir. 

Türkmen sağlık görevlilerinin maruz kaldığı olaylar: 

Türkmeneli’de 121, Kerkük’te 57 Türkmen doktor kaçırılmış veya tehdit edilerek psikolojik baskı altına alınmıştır. 

Teröristler tarafından bugüne kadar Türkmen doktorlardan 5 milyon ABD dolarından fazla fidye alınmıştır. 

Irak’ta 15 Türkmen hekim veya sağlık mensubu öldürülmüştür. 

Irak Türklerinin yetiştirdiği dünya çapında bir Bilim Adamı ve Türkmenlerin gözbebeği Türkmeneli Sağlık Konseyi Başkan yardımcısı ve beyin cerrahı Doktor Yıldırım Demirci 5 Eylül 2011 de, evinin önünde şehit edilmiştir. 


3. Çevre ve Halk Sağlığı Müdahalelerinin Olanaksızlaşması 

Bugün Irak’ta savaşa bağlı büyük bir çevre felaketi yaşanıyor. Bu ülkenin su kaynakları, toprağı, havası uzun yıllar temizlenemeyecek ölçüde 
kirletilmiş durumdadır. Hemen hemen tüm Irak kentlerinin alt yapıları çökmüştür; kanalizasyon atıkları hiçbir arıtmadan geçirilmeksizin doğaya 
verilmektedir, sağlıklı içme suyu sistemleri çok az yerleşim bölgesinde mevcuttur. Savaş artığı ve birçoğu radyoaktif yönden de kirlenmiş atıklar 
ciddi önlem alınmadan terk edilmiş durumdadır. Toprak kirliliği ve sulama sistemlerinin çökmesi nedeni ile tarımsal üretim çok azalmış olup Irak’ta 
kuyuların kurutulması ve nehir düzeylerinin azalmasıyla meydana gelen kuraklık su kirliğini daha da kötü hale getirmiştir. Irak’ta çocuk ölümlerinin 
yaklaşık %25’i pis suyla ilgili hastalıklardan kaynaklanmaktadır. 

Seyreltilmiş uranyum silahlarının yol açtığı sağlık sorunları ile ilgili uluslararası basında korkunç istatistikler yayınlanmaktadır. 

Körfez savaşında Kuveyt’te yakılan petrol kuyuları 600 milyon ton petrolü tüketerek havada is, gazlar ve tehlikeli kimyasallardan oluşan bir battaniye meydana getirmiştir. Çıkan duman güneşten gelen ışınları engellemiş; bölge ülkelerinde ısı yaklaşık 10°C düşmüştür. Petrol dumanı içindeki CO² bölge ülkelerinde sera etkisi ve asit yağmurlarına neden olmuştur. 

1. Körfez savaşı sırasında başta içme suyu sistemleri, kanalizasyon yapıları ve barajlar olmak üzere Irak’ın tüm alt yapısı bombalanmıştır. 1. Körfez savaşında Bağdat’ta temiz sutaşıma kanallarının % 40’ından fazlası tahrip olmuştur. 2. Körfez savaşında ise sistemin tamamı tahrip olmuştur. Irak’lılar çevre kirliliğine bağlı sağlık sorunları ile her geçen gün daha çok karşılaşıyorlar. 
Bugün tüm Iraklılar bedenen ve ruhen yıkıma uğramıştır. Irak’ın temiz su ve kanalizasyon sistemlerinin tekrar yapılandırılması için tahminen 11 milyar ABD doları gerekmektedir. 


10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***