Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 12



  ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 12


Irak Türkmenlerinin Kültürel Yapısı,
Oturum Başkanı 
Prof. Dr. Mahir Nakip 

Konuşmacılar 
Irak Türkmenlerinin Kültürel Yapısı 
Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı 

Suriye Türkmenleri: Kültür, Gelenek ve Görenek 
Adil Şan 

Lübnan Türkmenleri: Coğrafya, Demografi ve Kültür 
Mustafa İbrahim 

Irak Türkmenlerinin Kültürel Yapısı 
Mehmet Ömer Kazancı 

Bir Milletin Kültürü demek o Milletin her şeyi demektir bir bakıma. 

Gelenekleri, görenekleri, giyimi kuşamı, inançları, folkloru, sanatı, müziği, dili, edebiyatı… Kültür dendi mi bütün bunlar hatıra gelebilir.. 
Çünkü kültür bir milletin manevi varlığıyla düşünüş tarzını meydana koyan, fikir ve sanat mahsullerinin bütünüdür. Örf ve adetlerinin, edebiyatının, folklorunun, yaşamının bütünüdür. Hatta bir milletin yürütmekte olduğu siyaset, o milletin kültürü kapsamında ele alınabilir. 

Benden önce konuşan arkadaşlarımız, Irak içerisinde Türkmenlerin siyasetiyle ilgili derin bilgiler vererek sizleri doyurduklarını sanıyorum. 
Dolayısıyla bu konu üzerinde durmayacağım. Fakat bunu hatırlatmamda yarar var sanırım, siyaset bir bakıma konuşma sanatıdır. Milletin sıkıntılarını, dertleri ni dile getirme, milletin isteklerini, amaçlarını net olarak açıklama sanatı. Fakat iş, bu sıkıntıları, bu dertleri çözüme bağlamaya geldi veya o istekleri yerine getirmeye geldi mi, siyasetçilerin kültür adamlarına, kanaat liderlerine, fikir adamlarına, özel konularda mütehassıs insanlara başvurmaları gereği ortaya çıkar. Çünkü en iyi çözüm bunlardan çıkar, bunlardan gelir. 

Irak Türkmen siyasetinde maalesef bu gerçek göz önünde tutulmamaktadır. Hiçbir siyasetçimizin etrafında, fikrini alacak, düşüncesini soracak, tek bir danışman yoktur. Hukuk, ekonomi, eğitim, örgütlenme vb. gibi konularda danışmanlar bulunmamaktadır. 

Oysa bütün muteber siyasetçiler, etraflarını her zaman danışmalarla kuşatırlar. Tarihi hatalara, milleti tehlikeye götürebilen hatalara düşmemek için onlarla gereken her konuda, fikir alışverişinde bulunurlar. Onlarla görüşlerini paylaşmazlarsa, milletin kaderini ilgilendiren her hangi bir konuda ileri doğru bir adım bile atamaz, ağızlarından bir söz bile çıkaramazlar. 

Bunu Irak Türkmen siyasetinde görmek mümkün değildir. Hatta Irak Türkmen siyasetçileri, değil fikir adamlarını, değil şu veya bu konuda özel kültürlere sahip olan insanları, birbirlerini bile sindiremezler. Direktiflerini, şapkalarını havaya atarak, dışarıdan alırlar da, alır uygulamaya can atarlar da, fakat birbirlerini, sindiremezler, dinlemezler, birbirlerinin görüşüne kulak asamazlar. 

Siyasetçilerimizin bu tutumları yüzünden, Irak içerisinde Türkmenlerin, üzerinde anlaşmış oldukları ortak bir siyasi tutum ve ortak bir hedef yok denebilir. Varsa da bu hedefe varmak için üzerinden gidilmesi gereken ortak bir çizgi, bir yol haritası yok. Tam bunun tersine günden güne parçalanma, bölünme, zayıf nahif teşkilatlar oluşturma vardır. 

Oysa yakın bir tarihe kadar, millet ne kadar baskılar altında olsa da ne denli asimilasyona kadar giden sıkıntıları ve dertleri varsa da, bir birlik bir bütünlük söz konusuydu. Millet tek bir teveccüh ile hareket etmekteydi. Çünkü ortalıkta milleti yönlendiren, söylemde ve işlemde birlik ve beraberliğe inanan bir grup insan vardı, bu grup insan milleti yönetmekte, yönlendirmekte, teveccühlerini belirlemekteydi, birleştirmekteydi. Bu grup, milletin aydın insanları ve fikir adamlarıydı. Bunların haricinde, bu gün siyasetçi olarak adlandırdığımız, yarı kültürleriyle milletin kaderiyle oynayan insanlar yoktu. 

Bu fikir insanları, ferasetli insanlardı. Bir yandan kendi milletlerinin imkânlarını, öte yandan, karşı tarafın, yani gelip geçen hükümetlerin güçlerini denemekte, incelemekteydiler. Hükümetlerin elinde ne var, milletin elinde ne var? Hükümetlerin yaptığı zulümlerden milleti nasıl ve hangi yolla kurtarmak mümkün? Hükümetlerin elinde, her zaman, her şey olmuştur tabii. Güç olmuş, kuvvet olmuş. Oysa milletin elinde, ortak değerlerden başka bir şey yoktur. Bu değerlerin toplamı, milletin kültürünü oluşturmaktaydı. “Bunlara sarılırsak kendimizi kurtarabileceğiz” diye bir hareket, bir tavır, bir parola başlattı aydın insanlarımız, fikir adamlarımız. Bunu milletin arasında, özellikle de gençlerin arasında yaymaya yaygınlaştırmaya çalıştılar. Artık kültür silahı zamanla sesini duyuruyordu. Kimsenin akıl erdiremediği sonuçlar getiriyordu ve Türkmenler 
“kültür mücadelesini iyi veren bir millet, varlık mücadelesinde başarılı olabilecek millet” örneğinin en güzelini ortaya koyuyordu. 

Demek istediğim Türkmenler varlık mücadelesini kültür silahıyla kazandılar. Bu güne eğer fazlaca zarar görmeden vardıysalar, bunu kültürlerine sarılarak, kültürlerinden taviz vermeyerek yapabildiler. 

Irak Türkmenlerinin ne kadar kendilerine özgü kültürleri varsa, bu kültür Anadolu’da cereyan eden genel kültürün uzantısıdır. Bunu kimse inkâr edemez. Anadolu’da yaşayan soydaşlarımızla kültürümüzün birçok teferruatını karşılıklı olarak paylaşmaktayız. 

1918 yılında İngilizler Irak’ı işgal ettikten sonra, bütün gayretleriyle bu iki kültürü birbirinden ayırmaya çalıştılar. Fakat yapamadılar. O tarihlere kadar Irak’ta yaşayan Türklere, Irak Türkleri denmekteydi. İngilizler, Lozan anlaşması sırasında, sırf siyasi nedenlerden dolayı, bu adlandırmayı Türkmen olarak değiştirdi. Türkmen kelimesinin nereden türediğini, hangi anlama geldiğini bilen Irak Türkmenleri, bu sorunun, üzerinde fazlaca durmadan atladılar. Bu soruna göz yuman Türkmenler ancak, Osmanlı devletinin Irak’tan çıkmasına neden olan İngilizleri, hiçbir zaman af etmedi. 

1920 yılında İngilizlere karşı ilk ayaklanma Türkmenli bölgelerinden biri olan Telafer’den başladı. 

İngiliz işgaline kadar Kerkük’te, Türkmenlerin kültürünü en iyi bir şekilde yansıtan Havadis adında bir gazete çıkarılmaktaydı. İngilizlerin işgaliyle kapatıldı ve yerine İngilizlerin lisan-i hali olan Necme gazetesi çıkarılmaya başlandı. Türkmen aydınlarının tümü bu gazeteyi ret etti, boykot etti. Kimse yanaşmadı, çok önemli yazılar yayınlamadı bu gazetede. 

Gelip geçen hükümetlerin de Türkmenlere karşı izledikleri siyaset, İngilizlerin izlediği siyasete göre fazlaca farklılık göstermemekteydi. 

1931 yılında Kerkük hariç ve 1937 yılında Kerkük de dâhil olmak üzere, bütün Türkmen bölgelerinde Türkçe eğitim veren okullar kapatıldı, dolayısıyla 
Türkmenler, Türkçeyi okul yoluyla öğrenmekten mahrum edildi. 

Okulların kapatılmasından sonra ortaya çıkan boşluğu doldurmak için, Türkmen aydınları, fikir adamları, dergi ve gazete çıkarmaya gittikçe özen göstererek, milletin dilini, edebiyatını, kültürünü bu yolla devam ettirmeye, geliştirmeye çalıştı. Ayrı ayrı dönemlerde çıkarılan ve millet tarafından tutulan gazetelere, Kerkük gazetesi, İleri, Afak ve Beşir gazetelerini birer örnek olarak gösterebiliriz. Bu tutum, Türkmen aydınlarından, devlete açık bir mesaj taşımaktaydı. “Bir milletin okullarının kapatılmasıyla o millet son nefesini veremez. Ortalıkta aydınlar varken, millet yolunu yordamını bulabilecek, tanıyabilecektir” . 

Bu mesaj, en fazla, ilk cumhuriyetin sosyalist yöneticilerinin kafasını karıştırıyor, kızıştırıyordu. Eğitim taarruzuyla, kültür taarruzuyla, Türkmenleri yok etmenin etkin bir sonuç vermemesi, daha şiddetli, daha kahredici yollara başvurmalarını düşündürüyordu. 

1959’da bu yolda ilk insafsız adımlar atılmaya başlandı. İlkin, o tarihlere kadar yayın yapan bütün gazete ve dergilerimiz, trajik bir biçimde kapatıldı ve cumhuriyetin ilk yıl dönümüne rastlayan bir tarihte, net olarak 14 Temmuz 1959’da, Türkmenlerin en yoğun yerleşim bölgesi olan Kerkük’te, Türkmenlerin göğsüne ateşler püskürtülmeye başlandı. Kerkük’te korkunç bir katliam yaşandı. Bu katliamda 25 şehit verdik. Bunların arasında lider niteliğinde olan aydın ve fikir adamları da vardı. Yani hedef Türkmenlerin atar nabzını oluşturan, yine varlıklarına, kültürlerine devamlılık kazandıran fikir adamlarıydı. 

Bu katliamdan sonra Türkmenler artık her şeyi ciddiye almaya başladılar. Gözlerden uzak olarak üst üste gerçekleştirilen toplantılarda, yaşanan 
sıkıntılar konuşuldu, krizler bütün detaylarıyla ele alındı ve sonunda Türkmenleri tek bir çatı altında toplayan bir kuruluşun oluşturulmasına karar verildi. Böylece Türkmenlerin hayatında ilk sivil toplum kuruluşu olarak, ilk sosyal ve kültürel merkez olarak bilinen Türkmen Kardeşlik Ocağı (TKO) adında bir kuruluş hayata geçirildi. TKO’nın kurucu heyeti ilk toplantısını 17 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirdi. 

Bu tarihi sergilemekten hedefimiz, işte sözü bu noktaya getirmekti. Kardeşlik Ocağına getirmekti. Türkmen Kardeşlik Ocağı, Türkmenlerin Kültürel yapısı içerisinde, kurulduğu tarihten günümüze kadar farklı bir yere, farklı bir konuma sahiptir. Türkmenlerin hayatında tam anlamıyla bir dönüşüm noktasıdır. 

Neden bir Dönüşüm Noktasıdır ? 

Çünkü Türkmen Kardeşlik Ocağı kurulurken çok disiplinli, çok düzenli olarak kurulmuştur. Milli prensiplere dayalı ve diyeti, 14 Temmuz’da düşen şehitlerin kanlarından verilerek kurulmuş ve oldukça da akılıca yönetilmiştir. 

1. Bütün Türkmenlere, bölge ve ya mezhep gözetmeksizin, aynı mesafede durmuştur. Herkese kapısını açık tutmuştur. 
2. Bütün mahfillerde Türkmenleri en iyi bir şekilde temsil etmeye çalışmıştır. 
3. Türkmenlerin siyasi ve kültürel haklarına her münasebette talip olmuştur. Bu konuda devletle müzakerelerde bulunmuştur. 
    Bu müzakerelerin tümünde de, asgari haklar olarak, devletten Türkmenler için iki bakanlık ve bir Türkmen kültür müdürlüğü ile Türkmen eğitim müdürlüğü istenmiştir. 
4. TKO kurulduğu tarihten itibaren, Irak’ta yaşayan bütün etnik gruplara karşı iyi niyetli bir açılım siyaseti izlemiştir. Herkese kapısını açmış, herkesle diyalog 
    kurmak istemiştir. 
5. TKO gençlere ve bunlar arasında üniversite öğrencilerine, gereken önemi göstermekten hiç bir zaman geri kalmamıştır. Geliri düşük olanları kucaklamış, bağrına basmıştır. Yardım etmiş ve barındırmıştır. Bunlar için Ocağa bağlı, özel bir öğrenci yurdu kurmuştur. 
6. Türkmen üniversite öğrencilerinin birbirlerine yakınlaşmalarını, birbirleriyle kaynaşmalarını sağlamak için tanışma törenleri gerçekleştirdiği gibi, mezuniyet törenleri de yapmıştır. 
7. Ayrıca, gençleri dillerine, kültürlerine bağlı kılmayı sağlamak için, dil kursları, açmış, edebiyat festivalleri ve şiir törenleri düzenlemiştir. 

Bütün bu olumlu çalışmaların sonucu olarak, TKO ile millet arasında eşi örneği görülmeyen bir kaynaşma, bir güven ve güvence başlamıştır. 

Ocak milletin gözünde gitgide büyümüştür, simgeleşmiştir. Millet tarafından Erbil, Musul ve Kerkük’te şubeler açması istenmiştir. Musul ve Erbil şubelerinin 
açılmasına izin verilirken, Türkmenlerin Kerkük’teki nüfusunun daha da artması, ve artabileceği korkusundan, Kerkük’te şube açmasına izin verilmemiştir. 
Bu yüzden Kerküklülerin Ocağa karşı yaşadıkları hasreti gidermek, memleketin demokrasiye kavuşması tarihine ertelenmiştir. 

Bu Şube 2009’de açılmıştır. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkmenlerin kültürüne, gazete ve dergileri kapatmak vesilesiyle vurulan darbelere karşı ve ortalıkta oluşan kültürel boşluğu doldurmak amacıyla TKO ayrıca, kuruluşunun üzerinden bir yıl geçer geçmez, çok önemli bir çalışmaya imza atmıştır. Günümüze kadar kültürümüzün temel taşını oluşturan Kardeşlik dergisini çıkarmaya başlamıştır. Aydınlarımız bu müjdeyi, derginin etrafına sarılarak karşılamışlardır. Dergiyi kültürümüz ile ilgili olarak her türlü yazılarıyla desteklemişlerdir. Tarihimiz, coğrafyamız, edebiyatımız, dilimiz, sanatımız, folklorumuz, gelenek ve göreneklerimiz ile ilgili, bütün bu konularla ilgili en ince araştırmalar, en derin incelemeler Kardeşlik dergisinde yayımlanmıştır. 

Üstat Ata Terzibaşı’dan, derginin, Türkmen kültür yapısı içerindeki önemi gösteren şu cümleyi buraya aktarmak istiyorum: “Bugün Irak Türkmenlerinin 
cumhuriyet devri edebiyat ve umumi tarihini izlemek yolunda, derginin koleksiyonlarını karıştırmadan kesin bir neticeye varmanın zorluğu bilinmektedir.” 

-O tarihlere kadar, Türkçe eğitim veren okullarımız olmadığı için, gençlerimiz dillerini dergi yoluyla öğrenmekteydiler. Buna bağlı olarak da tarihlerini, edebiyatlarını, kültürümüzün her yönünü, kimliğimizle alakalı olan her şeyi dergi yoluyla öğrenmekteydiler. 

-Bugün ister siyasi, ister kültürel ister de edebi alanında olsun dostlarımızın birçoğu: Irak Türkmen edebiyatçılarının, aydınlarının, siyasetçilerinin birçoğu derginin gölgesinde yetiştiğini inkâr etmemekte ve vardığı konumu, dergiye ve dergiyi çıkarmakta olan Türkmen Kardeşlik Ocağına borçlu olduklarını itiraf etmektedirler. 
-Türkmenler, Türkmen Kardeşlik Ocağına, bu çalışmaları yüzünden, Türkmen Hükümeti gözüyle bakmaya başlamışlardır. Hatta bir tarihte, ne zaman bir dertleri, bir sorunları, bir sıkıntıları olsa Ocağa başvurmuşlardır. Ocağın yönetim kurulları da elden geleni yapmaktan geri kalmamışlardır. 

Bu durum 1976 yılına kadar böyle devam etmiştir. 1968 yılında iktidarı ele geçiren Baas Rejimi, istihbaratı yoluyla, TKO’nın Türkmenlerin bir varlık kalesi olduğu algısına varınca, hemen bu kaleyi yıkmaya çalışmıştır. İlkin kendi yobazlarını, kendi taraftarlarını, bir seçim tezviri, bir seçim sahtekârlığıyla iş başına getirmiş ve daha sonra bu kaleyi uzun bir zaman idare edenleri, Türkiye için casusluk yapmak suçuyla içeri atmıştır. 
16 Ocak 1980 tarihinde bunları idam etmiştir. Bu tarih Türkmenler tarafından şehit günü olarak kabul edilmektedir. 

Bütün bu sindirme eylemlerine karşı, Türkmenler, ayakta kalmayı sürdürmek için durmadan alternatifler aramıştır ve yine bunları, kültürlerine sarılmakta bulmuşlardır. 

1970 yılında sanatçılarımızdan bir grup, Kerkük’te bir araya gelerek, “Milli Takım” adında bir ekip oluşturmuştur. Bu ekip, bir yandan halay ve şarkı sanatımızı geliştirmeye, öte yandan Türkmen tiyatroculuğuna canlılık kazandır maya çalışmış ve başarılı çalışmalarıyla, kültürel bünyemizin içerisinde nadide bir yer edinmiştir. 

Yine 1970 yılında, devlet, Türkmenlere kültürel haklar tanımıştır. Türkmenlerin çoğunluk oluşturduğu yerleşim bölgelerinde, Türkmence eğitim veren okulların açılmasına, televizyon ve radyoda Türkmence yayınların uzatılmasına, Türkmen kültür ve eğitim müdürlüklerinin kurulmasına ve Türkmence haftalık bir gazete ile aylık bir derginin çıkarılmasına karar vermiştir. 

Kısa bir süre içerisinde Türkmeneli bölgelerinin her yerinde yüzlerce ilkokul açılmıştır. Memlekette yaşayan etnik gruplara karşı, ırkçı tutumundan 
dolayı, bu okullar rejimi rahatsız etmeye başlamış ve iki yıl geçmeden tüm okullarımız kapatılmıştır. Fakat Türkmenler, Türkmen aydınları, arta kalan haklardan: 

• Türkmen Kültür Müdürlüğü ve bu müdürlük tarafından 16 sayfa ile haftalık olarak çıkarılan Yurt gazetesini, 
• Türkmen Edebiyatçılar Birliğini ve bu Birlik tarafından çıkarılan Birlik Sesi dergisini 
• Radyo ve Televizyon yayınlarını, milletin kültürünü geliştirme açısından en iyi bir şekilde kullanmaya çalışmıştır. 

Sözün kısası, Nisan 2003 tarihine, yani Amerikan işgali tarihine kadar Türkmenlerin kültürel yapısı içerisinde bu kurum ve kuruluşları görmekteydik. 
Aydınlarımız bu kurum kuruluşlar yoluyla hizmetlerini, her geçen gün artırarak sürdürmekteydi. 

2003’ten sonra bu manzara değişti. TKO ile Kardeşlik dergisi hariç, bütün adını saydığım kurum ve kuruluşlar kapatıldı. Yerini yeni kurum ve kuruluşlar almaya başladı. Bunların çoğu, sivil toplum kuruluşu gibi kurumlar olup; siyasi parti ve teşkilatlarımızın çatısı altında çalışmakta ve onlar tarafından idare edilmektedir ler. 

• Bu gün memleket içerisinde Türkmenlerin, bir değil, birkaç edebiyatçılar birliği bulunmaktadır. Erbil, Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu’da birer edebiyatçılar birliği var olup; bunların, bildiğim kadarıyla, ne bir iç tüzüğü, ne de özel bir çalışma programları vardır. 
• Bu gün memlekette iki dergi ve bir gazete yerine yaklaşık 12 dergi ve gazetemiz vardır. Bunların bir kısmı siyasi gazeteler diğerleri ise kültür niteliklidir. Fakat ne var ki, bu dergi ve gazetelerin bir çoğu birbirlerinin kopyası gibidir, orada yayınlanan haber ve yazılar, burada da aynen yayınlanmaktadır. Üstelik bu gazetelerin birçoğu bülten gazeteleridir, yorum yapamaz, haberleri tahlil edemez, olduğu gibi yayınlamakla yetinir. 
• Dün memlekette Türkmence birkaç saatlik yayın yapan bir radyo evi ile bir televizyon kanalı varken, bu gün yirmi dört saat yayın yapan iki televizyon kanalımız bulunmaktadır. Biri özel diğeri ise devlet tarafından idare edilmektedir. 

Devlet tarafından idare edilen kanal, maalesef devlet taraftarlarının gütmekte olduğu siyasi amaçlara hizmet etmektedir. 

• Dün her hangi bir sitemiz yokken, bugün yine 15 üstünde internet sitemiz vardır. Ancak bunların büyük bir kısmı güncelleştirilmemektedir. 
• Ayrıca her bölgede bir halay takımı, bir sanat derneği ve bir tiyatro ekibi bulunmaktadır. Bunlar yer yer güzel çalışmalarla karşımıza çıkmaktadırlar. 
• Kültürel açıdan Türkmenlerin, bu süreçte kayıt etmiş oldukları en önemli çalışma, şüphesiz ki, Türkçe eğitim veren okulların açılması oldu. 

Bugün Irak içerisinde ilkokuldan tutun, liseye kadar yüzlerce okulumuz vardır. Bu okullarda binlerce öğrenci, çeşitli bilim dallarında eğitim gördükleri gibi, 
kendi kültürleri, tarihleri, sanat ve edebiyatları ile ilgili olarak zengin bilgiler edinmektedir. Burada yetişen öğrencilerimizin bir kısmı, Türkçemizi, aramızda 
siyasetçi ve ya edebiyatçı olarak geçinenlerden daha güzel konuşmaktadırlar. Kısacası, bugün Türkmenlerin, Irak içerisinden sarsılmayacak kadar güçlü bir 
kültür yapıları bulunmaktadır. Bu konuda yakın bir tarihe kadar yaşanılan sıkıntılar artık geri bırakılmıştır. Türkmenler, kültür mücadelesini kazanmıştır. 

Ancak bu, her şeyin Türkmen için yolunda gittiği anlamına gelemez. 
Bu gün Türkmenler, Irak’ta başka sorunlar, başka sıkıntılarla karşılaşmakta ve 
bu sıkıntıların mücadelesini vermektedirler. 
Buların başında toprak mücadelesi gelmektedir. Topraklarımıza tecavüz edilmekte, elimizden alınmaya çalışılmaktadır. Bu mücadelede kazanacak mıyız? 
Kültür mücadelesinde gösterdiğimiz olduğumuz gayreti, bu mücadelede de göstereceksek kazanacağımızdan eminim. 

13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 9


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 9


TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASINDA TÜRKMENLER 
Türk Dış Politikasında Irak Türkmenleri, 
Bilgay Duman 


Öncelikle belki bu günün en zor konuşması benim konuşmam. 

Hem karşımda bu kadar önemli insanın oturuyor olmaları hem de Türkmen siyasi hareketinde büyük katkıları olan, değer verdiğim saygıdeğer insanların karşısında konuşmak benim için çok büyük bir şeref ve büyük de bir zorluk. Çünkü onlar bu işleri benden daha iyi biliyorlar ve belki benim yaşımdan daha uzun seneler bu işin içinde yer aldılar. Tabii bir de günün son konuşması olması hasebiyle herkes çok yorgun dinlemek zor oluyor. Bu nedenle biraz toparlayıcı bir konuşma yapacağım ve çok uzun tutmayacağım. Hocamın da söylediği gibi biz ORSAM’dan iki arkadaş bölgeden dün geldik. Erbil ve Kerkük’te saha çalışmaları yaptık ve uluslararası gözlemciydik. Benim konu başlığım 
Türk dış politikasında Türkmenler ama bu konuyu Mahir hocam çok güzel özetledi o yüzden ben çok fazla derinleştirmeden konuyu biraz daha genel faktörler üzerinden değerlendirip Irak Türkmenlerinin güncel durumunu size aktarmak istiyorum. Çünkü bu konu çok ciddi tartışıldı ve bugün Türkmenler neredeler ve siyasi sorunlarının temel sebepleri neler bunları tartışmak gerektiğini düşünüyorum. O yüzden konumu genel olarak iki başlık altında işleyeceğim; birincisi Türk dış politikasındaki faktörler, ikincisi Irak iç politikasındaki gelişen dengeler ve Türkmenlerin bu konudaki durumu üzerinden hareket ederek anlatmaya çalışacağım. Türkiye’nin dış politikasında özellikle 2003 sonrası dönemde Irak’a yönelik farklı dönemlerde farklı politikalar izlendiğini görüyoruz. Bu doğrudan Irak Türkmenlerinin Irak’taki durumunu etkilemektedir. Belki hep 2003 Irak tezkeresini konuştuk ama bundan sonra yaşanan tüm gelişmeler Irak’ta Türkmenlerin siyasal ve sosyal yaşantısını etkilemiş görünüyor. Az önce Aydın Bey bunu çok net ortaya koydu. 2011’den sonra Bölgesel Kürt yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin değişmesi 
Türkmenlerin oradaki durumunun iyileşmesine yol açtı. Aydın Bey Erbil’deki Türkmen nüfusunun oy potansiyeline neden yansımadığına ilişkin bir çalışmadan bahsetti. Bunun cevabını da çok net verdi. Fakat ORSAM olarak Erbil valisiyle yaptığımız röportajda Erbil’deki Türkmen sayısının 350-400 bin arasında olduğunu açık bir biçimde dile getirdi. 

Sıkıntı, Türkmenlerin özellikle kuzey bölgesinde bölge yaşantısıyla çok iç içe geçmiş olmasıydı. Özellikle 2003’ten 2009’a kadar Türkiye’nin 
bölgesel yönetimle ilişkiler geliştirememesi, 1990’lardan sonra oluşturulan Türkmen siyasi hareketinin Kerkük’e sirayet etmesi, Erbil’in neredeyse 
boş kalması Türkmenleri de orada farklı kutuplara yakınlaştırdı. Çünkü 2003 sonrasında hiçbir dönemde 2009’a kadar Türkmenlere yalnız başına siyaset yapma imkânı verilmedi. Genellikle orada iki büyük parti olan KYD ve KDP’nin, ki onların da arasında şimdi ciddi sorunlar var, Türkmen siyasetini yönlendirdiğini görüyoruz. O nedenle Türkmenlerin kuzey bölgede kendilerini siyasal manada net olarak ortaya koyamadığını söyleyebiliriz. Büyük kutuplaşmalar arasında gelgit durumundalar. Ama yavaş yavaş Türkmen potansiyeli ortaya çıkıyor. İnşallah Aydın beyin de yoğun çabasıyla Türkmenlerin gerçek bir Türkmen siyasi hareketi ile ortaya çıkmaları sağlanabilir. Tabii bu konuda Türkmenlerin hep beklentisi olduğu gibi Türkiye’nin desteğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii aynı durum Türkiye’nin 2003 sonrasında Irak politikasında oynadığı rolle de ilişkili. Biliyoruz ki Türkiye 2003 sonrasında Bağdat hükümeti ile farklı dönemlerde farklı politikalar geliştirdi. 
Nitekim 2009’a kadar ciddi ilişkiler geliştirdi. 2009 yaz aylarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti ile beraber mutabakat muhtırası imzalanmıştı. Türkiye, Irak dış politikasında rol oynamaya başlamıştı. 2003’ten sonra Türkiye’nin Irak politikasında Irak’taki istikrarın kovalanması açısından ciddi adımlar atıldı. Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı yapıldı, Irak’a Dönorler Konferansı yapıldı, Türkiye Irak’taki şiddet olaylarından dolayı pek çok Irak’lıyı Türkiye’de tedavi ettirdi ve Bağdat hükümeti bu konuda sürekli desteklendi. Tabi bu atılan adımlar Türkiye’nin Irak politikası çerçevesinde şekillendi. Türkiye’nin Irak’a yönelik dış politikasının temelleri nelerdir? İstikrar temelli dış politika statükonun korunmasına yönelikti. Statükodan kastın, Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin sağlanmasına yönelik bir dış politikaydı. 
Türkmenleri de bu şekilde yönlendirmeye çalıştı. Tabii bunda Türki-ye’nin Irak’ta ilişki içinde olduğu kesimlerin durumu etkili olmakla beraber Irak’taki Türkmenlerin sosyal ve coğrafi yapısı da çok etkili oldu. Çünkü bölgede Türkmenlerin bütüncül bir yapı içerisinde yaşayamadığını görüyoruz. Türkmeneli haritasında kuzeybatıdan güneydoğuya doğru bir hat şeklindedir ki şu an itibariyle ihtilaflı bölgeler olarak ifade edilen coğrafi kesimde yaşarlar. Ama bütüncül bir coğrafyanın olmayışı, aralarda Kürtlerin ve Arapların yaşaması durumu, Türkmenlerin bütüncül bir siyasi yapı oluşturamamasına sebep oldu Ayrıca, Türkiye’nin Irak Türkmenlerine ilişkin politikası da Türkmenlerin bütüncül bir siyasi yapı oluşturamamasına yol açtı. 2003’ten sonra Irak’taki Türkmen hareketinin Kerkük’e geçmesi Türkiye’yi de biraz Kerkük odaklı bir siyaset yapmaya itti. Türkmen siyasi yapılanması da buradan başladı. Tabi diğer taraftan Türkmenler içerisinde Irak’taki siyasal yapıya göre şekillenen mezheplere göre bir ayrışma da ortaya çıktı. Belki Türkmen halkı arasında mezhepsel bir farklılık gözetiyor diyemeyiz ama siyasal olarak Türkmenler 
arasında da mezhepsel bir ayrım eğiliminin ortaya çıktığını görüyoruz. Tabi bunda 2003 sonra Türkiye’nin Irak siyasetinin çok etkisi oldu. Çünkü Iraktaki hükümetleri tamamen Şiiler domine ettiler. Nüfus yoğunluğuyla da ilintili olarak Irak hükümetlerinde Şiilerin etkili olması, hükümetleri kurması, Türkmenler arasındaki Şiilerinin de büyük bir kısmının Irak’taki Şiilerle beraber hareket etmesine yol açtı. Aynı zamanda Türkiye’nin Irak’taki Türkmen Şiileri üzerine bu denli etkili olamadığını görüyoruz. Bu durum coğrafi bir bütünlüğün olmamasıyla ilgili olduğu kadar siyasal bir bütünlüğün olmayışıyla da ilgilidir. Bölgedeki kutuplaşma oradaki Türkmenleri çok net olarak etkiledi. Tabii ki 
Türkiye burada ikinci bir faktör ve oradaki Türkmenler siyasi pastadan pay alabilmek adına büyük kutuplardan biriyle beraber olmak zorunda. 

Ama siyasi olarak böyle bir ayrışma olsa da Türkmenlerin bazı konularda üst seviye bütüncül davrandıklarını zaman zaman görebildik. Özellikle 2004’ten sonra ki parlamentoda yaklaşık on milletvekili vardı. Bu on milletvekilinin zaman zaman beraber hareket ettiği konular var. Bu önemli bir gelişme bence. 2014’te bir seçim yapıldı bundan 5- 6 gün önceydi. Bence bu Irak siyaseti açısından da Türkmen siyaseti açısından da çok önemli bir dönemdi. Buna dikkat etmek gerekiyor çünkü ilk kez tam olarak Amerikan askerlerinin çekildiği bir seçimdi. Irak’taki kutuplaşma Amerikan askerlerinin çekilmesinin ardından farklı bir pozisyon aldı. Nasıl oldu bu? 2003’den 2012’ye kadar çok net bir tablo vardı 
Irak’ta, bir tarafta Türkler bir tarafta Şiiler bir tarafta Sünniler ancak 2009’da kurulan hükümet ve bu hükümetin icraatlarıyla beraber siyasi kutuplaşma farklılaşmaya başladı. Şii, Sünni ve Kürt gruplar birbirinden ayrışmaya başladı. Kendi içlerinde sorunlar olsa da Erbil ve Süleymaniye dışında çok daha beraber hareket eden; bütüncül yapılarını koruyan Türkler bile seçime ayrı ayrı gittiler. Bu anlamda Türkmenlerin yerel siyaseti çok iyi kullandığını görüyoruz. Nitekim Türkiye de Türkmenlerin bu siyasetine ayak uyduruyor diye düşünüyorum. Bölgesel yönetimle olan ilişkiler kuvvetli oluyor ve Erbil’le farklı bir politika izleniyor. Diğer taraftan Kerkük’te farklı bir politika izleniyor. Ben Irak’taki yerel 
siyasetin çok önemli olduğunu düşünenlerdenim çünkü Irak’taki idari ve siyasi yapı da bunu gösteriyor. Irak’ta bir federal yapı var bu yapının getirdikleriyle beraber yerel siyaset çok ön plana çıkıyor. Türkmenler, ne Kürtler gibi yoğunlukta olduğu bir coğrafyaya sahip ne Şiiler gibi nüfusun yoğun olduğu güney vilayetlerine sahip. Türkmenler; Araplarla- Kürtler, Şiilerle - Sünniler arasında yaşıyorlar. Bu anlamda Türkmenlerin yerel siyasetinde de çok önemli değişimler olduğu gözleniyor. Türkiye belki büyük bir devlet olarak Irak politikasında tekcil bir yapı sergiledi ve bu özellikle 2010’dan sonra daha net ortaya çıktı. Burada Irak hükümetinin tavrının da önemini göz ardı edemeyiz. Bence, Türkiye 2003 sonrası siyaseti itibariyle her kesimle iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştı. Türkmenlerin şikayeti şu ki Türkiye burada Türkmen siyasetine çok az yer veriyor. Ama bunu böyle görmemek lazım bence, Türkiye her kesimle iyi ilişkiler geliştirince Türkmenler dış politikada bir faktör 
olmaya devam etti. Ama hiçbir zaman Türkiye’nin dış politikasında Türkmenler bir faktör olmaktan çıkmadı. Ama diğer gruplara da yer verilmeye başlanınca Türkmenler kendilerine daha az ağırlık veriliyor hissine kapıldılar. 

Ancak bence Türkmenlerin şunu iyi kullanması lazım; 

Türkiye’nin diğer gruplarla geliştirdiği ilişkiler, -Aydın bey’in de söylediği gibi Türkmenlere fayda sağlayan ilişkiler. Yani Türkiye, Kürtler ile ilişki geliştirirken Türkmenlere Erbil’de fayda sağlıyor. Yine belki Şii gruplarla ilişki geliştirirken Şii Türkmen nüfusunun yaşadığı Telafer, Tuzhurmatu gibi vilayetlerde fayda sağlayabilecek. Aynı şekilde diğer Sünni gruplarla ilişki geliştirirken Sünni Türkmenlerin yaşadığı bölgelere de fayda sağlayabilecek. Bunu da bu 2014 seçimlerinde gördük. 

Burada Türkmenler derken Irak Türkmen Cephesinden bahsediyorum. Irak Türkmen Cephesi, Irak’taki Türkmenlerin en yaygın ve bilinen siyasi hareketi. Diğer Türkmen partileri de var ama Irak Türkmen Cephesi kadar tüm Irak’a yayılmış bir siyasi kuruluş yok. Bu nedenle Irak Türkmen Cephesi, Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı farklı bölgelerde farklı siyasi yapılanmalara ittifaklara gitti. Bugün itibariyle Türkmenlerin seçim sonuçlarına dair çok net bilgiler alamıyoruz hala kesin sonuçlar açıklanmadı ama ben Kerkük’te gözlemciydim. Kerkük’te biraz beklentilerin uzağında kaldı diye düşünüyorum. Bunda Türkmenlerin Kerkük’te iki ayrı listeyle girmesinin büyük etkisi oldu. Öte yandan özellikle Kerkük’te etkili olan siyasi partilerden KYB’nin Kerkük’te kurduğu baskı ve diğer partiler üzerine uyguladığı politika da Irak Türkmen Cephesi’nin beklenin üzerine çıkamamasına yol açtı. Bunu çok daha derinleştirebiliriz ama süremiz de kalmadı. Ama sözlerime şunu söyleyerek son vermek istiyorum. Orada da söyledim burada da söylüyorum. Türkmenler asla Türk dış politikasından uzak kalmayacaklar Türkiye’nin desteği daha önce olduğu gibi bugün de olduğu gibi yarın da Türkmenlerin arkasında olacaktır. Çünkü Türkiye bence artık şunun farkında Irak sadece Irak değil; Irak’ta yaşayan Türkmenler de, Filistin’den gelen misafirimizin de anlattığı gibi, sadece Irak Türkmenleri değil. Irak Türkmenleri kendi birliklerini sağlayabilirlerse, daha bütüncül bir siyasi harekete sahip olabilirlerse bölge Türkmenliğinin de yürütücü gücü olabilirler. 
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. 


IRAK TÜRKMENLERİ KİMLİK, KÜLTÜR VE SORUNLAR 


Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi
Oturum Başkanı 
Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı 

Konuşmacılar 

Irak’ın Hukuki Yapısı İçinde Irak Türkmenleri 
Habib Hürmüzlü 

Irak’ta Savaşların Yarattığı Psikolojik Yıkım ve Türkmenler 
Dr. Aydın Beyatlı 

Irak’ta Türkmen Kültürel ve Mimari Mirası 
Necat Kevseroğlu 


Irak’ın Hukuki Yapısı İçinde Irak Türkmenleri, 
Habib Hürmüzlü 

Irak Türkmenleri nin1 Irak’ın hukuki yapısı içerisinde 3 aşamadan geçtiğini söyleyebiliriz. İlki, kraliyet dönemidir. Irak’ta 1921 yılından 1958 yılında cumhuriyet kurulana kadar krallıkla yönetilirdi. İkincisi ise 1958’den 2003 yılına ABD’nin Irak’ı işgal etmesine kadar devam eden süreç. Sonuncusu ise 2003’ten günümüze kadar olan süreçtir. Her bölümün kendine özgü özellikleri olduğundan dolayı, konunun bu şekilde ele almamızın doğu olacağı kanısındayım. 

Kraliyet döneminde, 1925 yılında Irak’ın ilk anayasası çıkmıştır. Bu anayasada hiçbir ayrım yapılmadan yani dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapılmadan demokratik ve modern bir yapı oluşturulmuştu. 

Anayasanın ilk maddelerinde şöyle deniliyor :

 “Tüm Iraklılar dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapılmadan yasalar önünde eşittirler.” Bu şekilde vatandaşlığın temeli atılmış oldu. 
1925’ten 1958’e kadar Irak Türkmenlerini ilgilendiren iki yasa çıkmıştır. 1931 yılında “ Yerel Diller Yasası ” 2 adı altında yerel dillerin kullanma şekli ve alanı hakkında bir yasa çıkmıştır. Bu yasaya göre Kerkük’te ve Kifri ilçesinde Türkmenlere mahkemelerde sanık ya da tanık olarak Türkçe ifade verebilmelerine, dilekçeler sunabilmelerine, ifadelerin kendi dillerine çevrilmesine imkan tanınmıştır. Yasada ayrıca adı geçen gazetenin 989. Sayısında 1 Haziran 1931 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 


1 Irak Türkmenleri hakkında detaylı bilgi için Bkz.: Şakır Sabır Zabit, Mucez Tarih el- Turkman, c 1, Başdat 1960. Selim Matar, Cedel,ul Heviyat, Beyrut 2003. Suphi Saatçi, Tarihi Gelişim içinde Irak Türkleri, İstanbul 1996. 

- Bu yasanın orijinal adı şöyledir: “ ....... ...... ..... “ . Yasanın Numarası: 74. Yasa resmi bölgelerin ilkokullarında Türkçe eğitim görme hakkı tanınmıştır. Ancak uygulamada aradan birkaç yıl geçmeden Türkçe eğitim tamamen kaldırılmış ve yasanın tanımış olduğu diğer haklar da çiğnenmiştir. Sonuçta 
verilen bu hakların göstermelik olduğu anlaşılmıştır. 

1932 yılında Irak hükümetinin Cemiyet-i Akvam’a vermiş olduğu bir taahhütnamesi yayınlanmıştır. Bugünkü Birleşmiş Milletlerin benzeri olan 
“Cemiyet-i Akvam” teşkilatı, Irak’ın tam bağımsızlığını kazanabilmesi için Irak halkının temel hak ve özgürlüklerine riayet edeceğine dair bir taahhütname vermesini talep etmiştir. Zamanın başbakanı “Nuri El-Said”in imzasıyla sunulan bu taahhütnamede Türkmenlerle ilgili olarak Türkçe eğitim hakkı gibi bazı haklara yer verilmiştir.3 Ancak bu haklar da uygulanmamıştır. 

Bu dönemi özet olarak değerlendirecek olursak, bireysel haklarının tamamen kullanıldığını görürüz. Türkmenler, diğer vatandaşlar gibi, mülk alma-satma, istediği yerde iş kurma, devlet dairelerinde görev alma ve hatta polis ve ordu teşkilatında yüksek kademelere bile görev alma olanakları vardı. Siyasi konulara gelince Türkmenlerin bu alanda hakları hayli kısıtlanmıştı. Türkmenler, parti kurma imkanına sahip olmadıkları gibi, tüm bu dönem içinde onlardan bakan olma şansı tanınmamıştı. 

Cumhuriyet döneminde değişik tarihlerde iktidarı eline alan rejimler tarafından anayasalar çıkarılmıştır. Bu anayasaların ortak tarafı “Geçici anayasa” lar olmasıydı. 

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra General Abdülkerim Kasım yönetimi almış ve başbakanlık görevini üstlenmiştir. Bu dönemde cumhuriyetin ilk anayasası ilan edilmiştir. Bu anayasa Irak’ta Araplar ve Kürtlerin varlığı tanınmış, Türkmen halkı ise yok addedilmiştir. Yeni anayasada “Irak’ta Araplar ve Kürtler bu vatanda ortaktırlar” şeklinde bir hüküm getirilmiştir. Bu tutum tabii ki Türkmenlerin aleyhine bir durum doğurmuş ve git gide Arap ve Kürt ırkçılığı artmış, Türkmenlerin topraklarına el konmuş, birçoğu sürgüne gönderilmiş ya da katledilmiştir. 1959 başlarında Irak’ta esen komünizm rüzgarı şiddetlenince, Türkmenlerin merkezi olan Kerkük şehrinde Türkmenlere karşı korkunç bir katliam meydana gelmiş ve bu katliamda Türkmenlerin lider kadrosu ve birçok masum insan katledilmiş ya da yaralanmıştır, mal ve mülkleri talan edilmiştir. 
Komünistlerin gücü sonradan ortadan kaldırılmışsa da Türkmen halkı yine rahat bir hayat geçirememiş ve yine siyasi haklardan mahrum edilmeye devam edilmiştir. 

Taahhütnamenin tam metnini Suphi Saatçi’nin adı geçen eserinde bulabilirsiniz. 

Saddam Hüseyin’in Baas rejimi döneminde Türkmen halkına karşı büyük çapta bir asimilasyon politikası uygulanmıştır. Her ne kadar 1970 yılında siyasi nedenlerle Türkmenlere verilen göstermelik bir “Kültürel Haklar” kararı çıkmışsa da, bu kararın içerdiği en önemli noktası olan ilkokullarda Türkçe eğitim hakkı, tanınan diğer haklarla birlikte iki yıl sürmeden geri alınmıştır. 

Devrim Komuta Konseyinden çıkan bu karar, anayasaya göre yasa hükmündey di. Türkmenlere tanınan kültürel haklar ilkokullarda Türkçe tedrisat, televizyon yayınında Türkmenler için bir yayın tahsis edilmesi, gazeteler çıkarılması, Irak Edebiyat Birliği’ne bağlı bir Türkmen Edebiyat Birliği kurulması gibi haklar içeriyordu. Ancak bu haklar yukarıda bahsini ettiğimiz gibi ya geri alındı ya da Baas partisi yanlıları Türkmenlerin elinde Baas propagandası yapmak için araç haline getirildi. 

Adı geçen karara dayanılarak kurulan 100’den fazla Türkçe isimli Türkçe ders veren Türkmen okulu teker teker kapatılmıştır. Baas Partisi Türkmenler 
üzerinde planlı programlı bir asimilasyon politikası uygulamıştır. Özellikle Saddam Hüseyin’in 1979’da Cumhurbaşkanı olmasıyla Araplaştırma politikası en acımasız biçimde uygulanmaya başlamıştır. Her Türkmen kendini nüfus kayıtlarında Arap yazdırmaya mecbur edilmiştir. Yetmişe yakın Türkmen köyü tamamen yıktırılmış, bu bölgelere güneyden getirilen yüz bine yakın Arap yerleştirilmiştir, Türkmenlere ait olan araziler Türkmenlerden gasp edilip onlara tahsis edilmiştir. Türkmenlere kendi bölgelerinde taşınmaz mülk alım-satımı yasaklanmış, on binlerce Türkmen zorunlu göçe tabi tutulmuştur, kendi bölgelerinde devlet dairelerinde görev almak isteyen Türkmen memurlarının tayinleri yasaklanmıştır. Uygulanan bu asimilasyon politikası 2003’e kadar devam etmiştir. 

2003 tarihinde ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle Türkmenlerin durumu daha vahim bir hal almış oldu. Türkmen bölgesi hem ABD ordusu hem de Kürt partilerinin milis güçleri tarafından işgal edilmiş oldu. Kürt güçleri Türkmen arazilerinin bir kısmına el koymuş, yönetim onların eline geçmiştir. Özellikle Irak Türkmen lerinin merkezi olan Kerkük’te yönetim tamamen Kürt partilerinin eline geçmiştir. Örneğin valilik, emniyet müdürlüğü, polis teşkilatı gibi önemli kurumlar Kürtlerin eline geçmiştir. Kısacası ABD işgalinden sonra ibre tamamen Türkmenlerin aleyhine hareket etmeye başlamıştır. 

ABD öncülüğünde müttefik güçlerce gerçekleştirilen işgalden hemen bir yıl sonrasında yani 2004 yılında bir geçici anayasa ilan edilmiştir. 

Bu anayasada yine ülkenin Arap ve Kürtlerden oluştuğu belirtilmiş ve Kürtlere önemli ölçüde haklar tanınmıştır. 

2005 yılında ise cumhuriyetin ilanı tarihinden sonra ilk defa olarak bir kalıcı anayasa yürürlüğe girmiştir. Bu anayasada Irak devleti tarihinde ilk defa olarak Türkmenlerin varlığı anayasal olarak, çarpıtılmış şekilde olsa bile, tanınmıştır. Anayasanın 4. maddesinde şöyle denilmiştir: “Irak’ta Arapça ve Kürtçe resmi dildir, Iraklılar, Türkmence, Süryanice ve Ermenice gibi ana dilleriyle devlet eğitim müesseselerinde çocuklarının eğitim görme hakkına sahiptirler”. 

Anayasanın bir başka maddesinde: “Bu anayasa Türkmenler ve diğer azınlıkların kültürel, idari, eğitim ve siyasi haklarını garanti altına alır ve bu hakları uygulamak üzere bir yasa çıkar.’’Türkmenlerin kısıtlı da olsa kendilerine tanımış olduğu haklardan yararlanabilmeleri için beklenen yasa ne yazık ki bugüne kadar çıkmamıştır. 

2005 yılı anayasasında Türkmenleri yakından ilgilendiren en önemli ve o kadar da tehlikeli madde anayasanın 140. maddesi olmuştur. Bu maddeyle Kerkük şehri dahil, Türkmen bölgesinin hemen hemen tamamı ihtilaflı bölge olarak addedilmiştir. Madde, Kerkük ve diğer Türkmen bölgelerinde 3 aşamalı bir çözüm getirmektedir. Bu aşamalar: normalleştirme, sayım ve referandumdan ibarettir. Anayasada bu üç aşamanın gerçekleştirilmesi için 31 Aralık 2007 günü en son tarih olarak belirtilmiştir. Madde, hem geçici maddeler bölümünde geçmiş hem de uygulanması belirli bir tarihle sınırlandırılmıştır. Maddede belirtilen aşamaların hiçbiri uygulanmadığına göre, sürenin dolmasıyla yürürlükten kalkmış duruma geçmiştir. Bahsi edilen sürenini dolmasından sonra bu maddenin uygulanıp uygulanamayacağı hakkında tartışmalar başlamıştır. Türkmen ve Arap araştırmacı ve hukukçular 140. maddenin hükmen ortadan kalktığını vurgularken, Kürt yazar, siyasetçi ve hukukçular bu maddenin 
ortadan kalmadığını ve hala uygulanabileceğini savunmaktadırlar. 

2003 tarihinden sonra konumuzla ilgili bazı yasaların da çıktığı müşahede edilmektedir. Bunların ilki “İl Meclisleri Seçimi Yasası” idi. Bu yasanın 

24. maddesi, Kerkük’te gasp edilen tüm arazilerin meşru sahiplerine iade edilmesi ve sair haklarının verilmesi için bir komisyon kurulmasını ön görmüştür. Komisyon üyeleri Türkmenler, Araplar ve Kürtlerden oluşacaktır. Bu uygulamayı kontrol edebilmek için Irak’ın güney bölgesinden askeri güçlerin getirilmesi öngörülmüştür. Bu yasa parlamentodan Cumhurbaşkanlığına sunulduğunda aynı gece Cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından veto edilmiştir. Yasa hiçbir şekilde Kürtlerin lehine bir durum değildi yani elde ettikleri bütün kazanımları ellerinden kaybedeceklerdi. Parlamento bir süre sonra bu yasayı yeniden çıkarmış ve bu sefer 24. maddenin yerine benzer bir madde eklemiştir. Bu maddeyi geçersiz hale getiren hüküm, komisyonun oy birliğiyle karar verme zarureti getirilmesi idi. Ayrıca maddenin tarafsız bir şekilde uygulanmasını gerçekleştirebilen güçlerin getirtilmesi hükmü bu maddede geçmemiştir. Ancak bu maddenin hükümleri uygulanmamıştır. 

Bundan bir buçuk yıl önce Kürt gruplarından bir kişi Yüksek Federe Mahkeme nezdinde dava açarak anılan 23. maddenin iki fıkrasının iptalini talep etmiştir. Mahkeme bu iki fıkrayı iptal ederek yürürlükten kaldırılmasına karar vermiştir. 

2013 tarihinde “Resmi Diller Yasası” adı altında bir yasa çıkmıştır. Bu yasa Irak’taki dilleri ikiye ayırmaktadır. 1 -Resmi diller (Arapça ve Kürtçe) 2 - Mahalli diller (Türkçe, Süryanice, Ermenice vb.). Bu yasayla eğitimin bütün aşamalarında Türkmenlerin yoğun oldukları yerlerde Türkçenin uygulanmasına imkan verilmiştir. 

2013 yılında Bakanlar Kurulundan Tuzhurmatu ve Telafer ilçelerinin vilayet olmasına dair bir karar çıkarmıştır. Bilindiği üzere Telafer Irak’ın ve hatta Ortadoğu’nun en büyük ilçedir. 400 bin nüfuslu ve yaklaşık % 98’inden fazlası Türkmen’dir. Zaten bu özelliklerinden dolayı o iki bölgeye hiçbir zaman bir hak tanınmamış ve her zaman tüm haklardan ve imar projelerinden mahrum ve yoksun bırakılmıştır. Saddam zamanında Telafer için benzer bir kararın çıkmasına rağmen, kararın uygulanması yine Saddam rejimi tarafından engellenmiştir. Dolayısıyla her iki ilçe için böyle bir kararın çıkması çok önemlidir, yeter ki bir an önce uygulanması sağlansın. 

Diğer önemli bir karar bu sefer parlamento tarafından verilmiştir. Bu kararda Türkmenlerin Irak’ta üçüncü asil olduğu, eski dönemlerde çeşitli haksızlıklara maruz kaldığı ve tüm siyasi, kültürel ve ekonomik haklarının tanınması gerektiği vurgulanmıştır. Devletin artık Türkmenlerle barışık hale geldiği temayülünü göstermiştir. Kararda, kararın içerdiği hakları yasal düzeye getirmek için parlamentodan bir yasanın çıkarılacağı da vurgulanmıştır. Türkmen yetkililer bu hususta bir yasa taslağı hazırlayıp parlamentoya sundular. Taslağın parlamentodaki ilgili komisyondan geçmesine ve genel kurula arz edilmesine rağmen ülkenin siyasi durumları nedeniyle şimdiye kadar bir türlü yasallaşamadı. Ümit ederiz bu yasa önümüzdeki dönemlerde çıkar. 

Bu olumlu gelişmelerin yanında 2003’ten bu yana Türkmenler rahatladı mı diye soracak olursanız ne yazık ki böyle bir şeyin gerçekleşmediğini görürüz. Zira kağıt üzerinde kazanımlar gerçek hayatta bir şey ifade etmemektedir. Türkmenlerin eski rejim tarafından arazileri, mülkleri gasp edilmiş, on binlerce Türkmen zorunlu göçe tabi tutulmuş ve her türlü hakları ellerinden alınmıştır. Buna ilaveten ABD işgalinden sonra da benzer haksızlıklara maruz kalmışlardır. Onlarca Türkmen ileri geleni fidye talebi ile kaçırılmış, bunların bir kısmı fidyenin ödenmesine rağmen öldürülmüştür. Özellikle Kerkük şehrinde Türkmenlerin arsa ve taşınmaz malları gasp edilmiş, Türkmenler devlet memuriyetinden uzaklaştırılmıştır. Türkmen Tuzhurmatu şehrinde her gün patlamalar meydana gelmiş ve bu yüzden aralarında Türkmen liderlerin de olduğu üç yüzü aşkın insan şehit edilmiştir. Telafer’de aynı şekilde kanlı olaylar meydana gelmiştir. Sonuçta, bir taraftan Türkmenler devlet eliyle kazanımlar elde ediyor, 
diğer taraftan malları ve canları gidiyor ve toprakları gasp ediliyor. 

Ben konuşmamın sonunda bu sempozyumun hazırlık komitesi başkanı olarak, gelen misafirlerimize buraya teşrif ettikleri için teşekkürlerimi 
sunmak isterim ve bu bir başlangıçtır diyorum. Türkmenler tarih boyunca ilk defa bir araya gelerek durumlarını konuşuyorlar ve dertlerini 
paylaşıyorlar. İnşallah bunun devamı gelir ve daha güzel günlerde bir araya geliriz. Bu arada TİKA’ya ve bu salonu bize tahsis eden Türk Tarih 
Kurumu’na ve başkanına da teşekkürlerimi buradan sunmak isterim. 

....


Irak Savaşlarının Yarattığı Psikolojik Yıkım ve Türkmenler 
Op. Dr. Aydın Beyatlı 


Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan sözlükte savaş kelimesi beş farklı şekilde tanımlanıyor. En çarpıcı ve düşündürücü olanı dördüncü sıradaki açıklama; 
Savaş; Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele. Burada ortadan kaldırılacak şeyin iyi ya da kötü olduğu değil, sadece yok edilmesi gereği üzerinde duruluyor. 

Hayatlar bitiyor, tarihi kentler yok oluyor. Ancak bütün bunlar savaşın içinde gelişen olağan hadiseler. Asıl tehlike ise savaştan sonra başlıyor. 

Silahların susmasından sonra devam eden tahribatların içinde en göze çarpanı savaşın ortaya çıkardığı hastalıklar. Kullanılan silahlar insanı hem fiziki hem de psikolojik yönden tepeden tırnağa etkiliyor. Bu etki kısa süre sonra ortaya çıktığı gibi yıllar sonra ansızın vücudun herhangi bir yerinde öldürücü sonuçlar verebiliyor. 
Savaş, en temel hakkımız olan yaşama hakkımızı elimizden alan; 
Geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğe ilişkin beklentilerimizi ortadan kaldıran; Onulmayacak yaralar açan; silinmeyecek izler bırakan; yakıp yıkan ve yok edendir. 

Savaşların tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarih öncesi dönemlerde ve ilkel topluluklarda savaş, var kalabilmenin ve yaşamı sürdürebilmenin bir koşulu olarak insan ile doğanın diğer tüm güçleri arasında sürdürülen bir mücadele iken, modern kapitalist dünyada savaş egemenlik kurmanın ötesinde yeni pazarlar ve pazar ilişkileri oluşturmanın yolu haline gelmiştir. “İnsancıl” gerekçeler tanımlansa ve kutsal isimler verilse bile gerçekte savaş bu çıkar ilişkilerinin bir gereği olarak yeniden üretilen bir süreci anlatmaktadır. İnsanlık tarihinin yazılı kayda alınan 5600 yılında 14 600 den fazla savaş yaşanmıştır. Her yıla yaklaşık 2,6 savaş düşmektedir. Her otuz yılı bir kuşak olarak kabul edecek olursak bu sürede yaşamış 185 kuşaktan sadece 10 u savaşsız bir ömür sürebilmiştir. Neredeyse hayatı boyunca savaş görmeden yaşamış bir insan yok gibidir. Etkilerinin büyüklüğü açısından savaş insan eliyle yapılmış şiddetin en büyüğünü ve en eskisini temsil etmektedir. 20. yüzyılda yaşanan iki büyük Dünya Savaşından sonra, sanki insanlık barış ve huzur içinde yaşamaktaymış gibi bir yanılsama sık sık dile getirilir. Oysa II. Dünya Savaşından bu 
yana 250’ye yakın savaş gerçekleşmiştir ve bu savaşlara bağlı olarak 60 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşından bu yana savaşlarda ölen insan sayısı, II. Dünya Savaşında ölen insan sayısının 3,5 katıdır. Savaşlar nedeniyle her saat 35 kişinin öldüğü bildirilmektedir. Birleşmiş Milletlerin Mayıs 1999’daki verilerine göre, 1,8 milyar kişi savaş ve çatışmalar dan etkilenmektedir. 



Tablo 1. Silahlı Çatışma Sayısındaki Artış, 2003 

Kaynak: Heidelberg Institute on International Conflict Research, Conflict Barometer 2003 

Günümüz savaşları geçmişten daha yıkıcı, daha öldürücü olmakla birlikte hem ekolojik dengeyi hem de biyolojik yapıları bozmaktadır. Gün gelecek insanlar hayatta kalmak için bir daha savaşacaklardır 
Savaş yol açacağı doğrudan acılar yanında insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısıdır. Yapılan çeşitli araştırmalar göstermiştir ki savaşa katılan toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir. Örneğin ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olaylarında iki kat artış olmuş, 100 000 kişi başına 4,5’tan 9,3’e çıkmıştır. Savaşa giren toplumlarda şiddet ve saldırı olayları savaştan sonra en az %10 artmaktadır. Savaş sonrası cinayetlerde görülen artış, savaşın sonu ya da niteliğinden bağımsızdır. Savaşta kaybedilen insan sayısı ile savaş sonrasındaki cinayet artışı arasında paralellik saptanmıştır. 

Savaş ve politik şiddet, neden olduğu on milyonlarca can kaybı yanında bu rakamların birkaç katı kadar yaralı ve bundan daha da fazla psikolojik olarak hasarlanmış insan yaratır. Fakat savaş ve politik şiddet sadece bunlara doğrudan maruz kalan insanları etkilemez, savaş ve politik şiddete maruz kalma endişesiyle milyonlarca kişi yerinden yurdundan da olmakta, can güvenliğini sağlamak için çok travmatik göçler yaşamaktadırlar. 

Savaşın yarattığı ruhsal tahribatın geçici olduğu, zamanla kendiliğinden iyileşeceğine yönelik uzun yıllardır sürdürülen inanç özellikle İkinci Dünya Savaşı, Vietnam ve Irak Savaşı sonrasında geçerliliğini yitirmiş, savaşın bireyi tüm yaşamında kolay düzelmeyecek izler bıraktığı anlaşılmıştır. Son 30 yılın savaşları, Irak-İran savaşı, Afganistan, ABD’nin Irak’ı işgali ve bunlara eklenebilecek birçok savaş vs. bu sonuçları tüm açıklığıyla gösteren acı yaşam deneyimleri olarak tarihteki yerini almıştır. 

Savaş bir insanda bir çok boyutta değişiklik yaratır. Çeşitli ruhsal bozuklukların oluşması ve tetiklenmesi, bireyde şiddet ve saldırganlık davranışlarında büyük bir artışa neden olması, temel insani değerlerin kaybedilmesi, bireyin kendine ve topluma giderek yabancılaşması, gelişmekte olan yeni kuşakların kişilik gelişimi üzerinde olumsuz ve kalıcı değişikliklere neden olması bu değişikliklerin başlıcalarıdır. Savaşlar yalnızca mağdurlarını değil, TV ekranlarından odamıza bir aksiyon filmi gibi giren savaş sahnelerini izleyen insanları, özellikle çocukları da 
etkileyecek onları da örseleyecektir. 

Yaşanan savaş travması bireyi öncelikle durumu inkâra yöneltecek, yaşanan deneyimleri pek de tahrip edici olmayan bir olay gibi algılamasına neden olacaktır. Olup biteni yanlış yorumlamak ve çarpıtmak, saldırganla özdeşleşmek, doğaüstü güçlere yönelmek ve sığınmak; ortaya çıkan çaresizlik ve güçsüzlükle örülü bir biçimde zayıf güçsüz kişilere yönelik eylemler üretmek biçiminde yeni ifadeler edinecektir. 

Savaşın Sağlık Etkileri 

Silahlı çatışmaların ve savaşların sağlık üzerine olan etkileri doğrudan ve dolaylı etkiler olmak üzere iki başlık altında incelenebilir. Genellikle savaşların doğrudan etkileri daha iyi bilinmekte, dolaylı etkileri bilinmemekte ya da ihmal edilmekte dir. 



Tablo 2. Savaşın Sağlık Etkileri 

A. Savaşın Doğrudan Etkileri 

Irak, ABD ve Kanada’dan üniversitelerin ortaklaşa yürüttükleri çalışmanın sonucuna göre 1990 - 2011 yılları arasında, doğrudan savaş nedeniyle 
ve savaş ortamının yarattığı koşullardan dolayı toplam 2.800.00 kişi yaşamını yitirmiş, 3.250.000 sakat, 1.100.000 dul kadın ve 4.200.00 yetim bırakmıştır. Bu rakamlar ‘Iraq Body Count isimli grubun verilerinin çok üzerinde bir rakam ve tüm dünyada savaş karşıtlarının ortaya koyduğu rakamları doğrular niteliktedir. 

Irak’ta ki sivil ölümlerinin gerçek boyutunu anlamak için ayrıca Irak’a uygulanan ambargolara da bakmak gerekir. Zira Irak’a uygulan ekonomik ve ticari ambargo ABD’nin Irak stratejisinin önemli bir parçasıydı. Kuveyt işgali ile başlayan ambargo, Saddam iktidarını değil, Irak’lı sivil halkı vurdu. Pek çok kaynakça yapılan araştırmalar bu ambargo süresince Irak’ta fakirlikten ve yetersiz sağlık hizmetlerinden dolayı 655 bin den fazla kişinin öldüğü belirlenmiştir. Bu kişilerin 600 binden fazlası savaşın doğrudan yada dolaylı etkileri sonucu yaşamını yitirmiştir. Bu çalışma sonuçlarına göre Iraktaki ölüm hızı koalisyon güçlerinin Irak’ı işgalinden önce 1000 de 5,5 iken, işgal sonrasında bu oran 1000 de 13,3 e yükselmiştir. 
Araştırmacılar bu artışı “Aşırı ölüm” olarak tanımlamışlardır. Irakta bildirilen ölümlerin %87’si si işgal sonrasındadır. Ölenlerin %75’ini erkekler oluşturmakta dır. Erkek kadın oranı 10/1 olmuştur. Ölenlerin büyük çoğunluğunu 15-44 yaş arasındaki genç nüfus oluşturmaktadır. Ölümlerin %56’sı silahlı saldırı sonucu yaralanarak olmuştur. Bomba yüklü araba saldırılarında ölenlerin oranı %14, koalisyon askerlerinin doğrudan saldırısı ve şiddeti sonucu ölüm oranı %31’dir. 

B. Savaşın Dolaylı Etkileri 

Üzerinde, İslâm Tarihi’nin çok önemli olaylarının cereyan ettiği topraklar, bölgeye demokrasi getirdiğine inanan Amerika ve İngiliz askerlerinin 
çizmeleri altında ezildi. Tonlarca bomba atıldı, bölge halkının birlik ve beraberliğinin sembolü olan tarihî, kültürel ve dinî açıdan önemli mekânlar 
yerle bir oldu, baha biçilmez tarihî eserler ise yağmalandı. 

Bir ülkenin topraklarının düşman güçleri tarafından işgal edilmesi ve bu ülkenin insanlarının fiziken ve ruhen teslim olmaları, bu olayın cereyan ettiği coğrafyada da derin izler bırakmaktadır. Direniş ruhunun kaybolması, yaşanılan toprakların can pahasına savunulamaması, istilacı güçlerle işbirliği içine girilmesi, o ülkenin gelecek nesillerini de menfi olarak etkileyerek, kimlik yabancılaşmasına sebep olan davranış tarzlarıdır. 

1. Psikolojik Yıkım ve Artan Hastalık Maruziyet 

Savaşlar, neden olduğu milyonlarca can kaybının yanında bu rakamların on katı da psikolojik olarak hasarlanmış insan bırakmaktadır. Irak’taki savaşlar dolaylı etki olarak- ciddi ruh sağlığı sorunlarına yol açmış durumdadır. Çocukların maruz kaldığı savaşların yaşantılarını örselemesi ve bu örselenmiş yaşantıların çok uzun süren, sağlıklı gelişmeyi engelleyen ruhsal-toplumsal sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Ne yazık savaşların travmasından etkilenen insanların sayısı çok yüksek olmakla birlikte sayısı tam olarak bilinmemektedir. 

Diğer yandan güvenlik ve istikrar ortamının olumsuzluğu, yeterli sağlık materyalinin ve alt yapının bulunmaması, elektrik kesintileri ve temiz 
su sıkıntısı olmaması, Irak sağlık hizmetlerinin çöküşü gibi sorunlar bulaşıcı hastalıkların yayılmasına neden olmuştur. Ayrıca bugün Irak’ta adı konmamış virüslerin sebep olduğu hastalıklar nedeni belli olmayan ölümlere yol açmaktadır. Kısacası bu savaşlar nedeniyle geleceğinden umutsuz bir topluluk meydana gelmiş, yüzü gülmeyen ve gündelik yaşayan gençlik ortaya çıkmıştır. 

Irak’ta artan bulaşıcı hastalıklar dört grupta toplanabilir: 

1- Aşı ile önlenebilen hastalıklar: Tüberküloz, Difteri, Boğmaca, Kızamık, Poliomyelit, Neonatal tetanoz. 
2- Su ve besinlerle bulaşan hastalıklar:Diyare, Kolera, Tifo, Amipli dizanteri,v.s. 
3- Hava yoluyla bulaşan hastalıklar: Pnömoni, Akut Solunum Yolu Enfeksiyonu, Meningokoksik Menenjit gibi hastalıklar. 
4- Vektörle bulaşan hastalıklar: Sıtma, Leishmaniazis. 

Diğer savaş hastalıkları ise şöyledir: 

Verem, kanser, tifo, kalp rahatsızlıkları, bağırsak rahatsızlıkları, hormonal bozukluklar, kemik iliği erimesi, astım, romatizmalı hastalıklar, kan hastalıkları, 
koroner hastalıklar ve ritim bozuklukları, hipertansiyon felçler, el ve ayaklarda sürekli titremeler, terleme, sık idrara çıkma, çarpıntı, iştah kaybı, kaslarda kasılma, sık nefes alma ve psikolojik yönden çok sayıda rahatsızlık. 

Bugün modern dünyada görülmeyen ve okullarda bilgi amacı ile anlatılan kolera hastalığı işgal sonrası yüzlerce Irak halkının ölümüne neden olmuştur. 

Savaş en büyük yıkımı çocuk ruhunda yapıyor İnsanların ve toplumların aralarında vuku bulan mücadelelerde en büyük zararı şüphesiz ki çocuklar 
görmektedir. Çocukların küçük bedenleri, fizikî ve ruhî açıdan savaşın ağırlığını büyükler gibi kaldıramamakta ve meydana gelen çöküntüler, bütün hayatları boyunca bu küçük varlıkları menfi yönde etkilemektedir 

Irakta ve Ortadoğu’da yaşanan bu savaş çocukları da derinden etkilemiştir. Bugün Irak’ta çocuklar çok kötü koşullar altında yaşamlarını sürdürmektedirler. Malnutrisyon ve ishalli hastalıkları her gün arttığı resmi makamlarca ifade edilmektedir. Çocukların %30 dan fazlası yine bu nedenlerle okula gidememek te, aile ve iş ortamında şiddete maruz kalmaktadır. UNICEF çocukların durumu raporuna göre Irak’ta ambargo döneminde üç milyonu aşkın çocuğun ruhsal sarsıntı geçirdiğini ve birinci körfez savaşında da 13 milyon çocuğun risk altında olduğu tespit edilmiştir. Yıllarca Irak’a uygulanan ekonomik yaptırımlar, Irak’ın masum halkına, özellikle de çocuklarına zarar vermiştir. Hâlbuki 1977 Cenevre Sözleşmeleri, bir savaş yöntemi olarak sivillere ekonomik kuşatma uygulamasını yasaklamıştır. 

Savaş’ın yarattığı diğer psikolojik yıkımlar ise: 

1. Posttravmatik Stres 

Savaş sadece fiziki izler bırakmıyor, aynı zamanda psikolojik anlamda da insanlar üzerinde, bir ömrü etkileyecek kadar kalıcı etkiler bırakıyor. Bunların en başında ise posttravmatik stres bozukluğu (PTSB) denilen hastalık geliyor. Bu hastalık, kişi fiziki bütünlüğünü bozacak bir tehdit yaşadığında veya böyle bir olaya tanık olduğunda ortaya çıkıyor. Savaş sırasında uzun süre tehlike altında bulunmadan, silah seslerinden kaynaklanan bu durum sürekli hatırlanır bir hal alıyor. Memory Center of America Nöropsikiyatri Merkezleri Türkiye Şubesi Psikiyatrisi Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu tür rahatsızlıkların ömür boyu sürebileceği ni söylüyor. Tarhan; “Hasta, insanlardan uzaklaşma ve yabancılaşma yaşar. Geleceğinin kalmadığını düşünür. Gürültülü sese aşırı duyarlılık gösterir, düşüncesini toparlayamaz ve Sürekli bir tehlike bekler. 

2. Stres Aids Benzer Etkisi; 

Amerikan Tıp Birliğinin yayın organında yayınlanan bir makalede stresle AIDS’in vücut savunma sistemine benzer etki yaptıklarını belirtti. Ohio State üniversitesi ve 4 ayrı enstitü tarafından yapılan araştırmalarda stresin vücutta “Cytokine” maddesini azalttığı bulundu. Cytokine maddesi vücudun savunma sisteminde anahtar rolü olan bir maddedir. Vücut savunmasında T-lenfositlerin üretiminde önemli madde olan bu madde az üretildiğinde T hücreleri ölmektedir. Aynı etkiyi AIDS hastalığına yol açan “HIV” virüsünün de yaptığı, vücudun bağışıklık sistemini çökerttiği bilinmektedir. Ohio State Üniversitesinden Prof. Ronald Glaser’in sunduğu rapor stresin biyolojisine önemli aydınlık getirdi. 

3. Stres ve Yara İyileşmesi 

“Archives of General Psychiatry” isimli tıp araştırmaları dergisinde 1999 yılında yayınlanan makalede Dr.Kiecolt-Glaser ilginç sonuçlar elde etti. 35 kadın üzerinde yapılan araştırmalarda stres düzeyi yüksek kişilerde dokuları iyileştiren kimyasal bileşimlerin özellikle Cytokine maddesinin yara bölgesine ulaşmadığı belirtildi. Stres kandaki bazı hormonların seviyesini yükseltiyor. 
Bu hormonlar yara bölgesine Cytokine bileşiminin ulaşmasını yavaşlatıyor. Ameliyatlardan sonra stresin, yaraların iyileşmesine olumsuz etki ederek, hastanın sağlığını tehlikeye sokmaktadır. Stresin yara iyileştirmesini geciktirmesi operatörler için oldukça önemlidir. Hastanın çabuk ve komplikasyonsuz iyileşmesi için hastanın ruhsal durumunun göz önüne almak gerekir diye ifade 
edilmektedir. 

4. Stres-Kalp İlişkisi 

Stresli ve hiperaktif özelliklerin fazla olduğu A-tipi kişilik yapısında kalp hastalıklarının 3 misli fazla olduğu, kalp krizinden ölümün 5 misli fazla olduğu bilinmektedir. Ohio State Üniversitesinde yürütülmüş bir çalışma “Homecysteine” adlı aminoasidin stresli kişilerde arttığını gösteriyor. Bu amino asit kalp hastalıkları riskini artıran bir maddedir. Finlandiya’dan Dr. Thomas Kamarck 
da zihinsel stresin kan damarı lezyonlarını ve damar sertliğini artırdığını, kan kolesterol yüksekliği ile stresin ilişkisini doğrular araştırmalar yayınlamıştır. 

5. Beyin Yaşlanmasına Etkisi 

“Nature Neuroscience” dergisinde sunulan bir raporda kronik stresin beynin “Hippocampe” bölümünü küçülttüğü gösterildi. Montreal’de Mc Gill Üniversitesi uzmanlarının (1998) yaptığı bir araştırmaya göre beynin hafıza ile ilgili bölümleri ile kronik stres arasında doğrudan ilişki çıkmaktadır. Stres nedeniyle salgılanan glucokorticoides adlı hormonların nöronların ölmesine yol açabileceği doğrulanmıştır. 

Bugün binlerce Türkmen hasta, Kanser, Kalp ve diğer amansız ve ismi konmamış hastalıklarla çaresizce boğuşmaktadır. Irak savaşları sırasında kullanılan biyolojik ve kimyasal silahlar yan etkisi bugünlerde yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Türkmenelinin bazı bölgelerinde ölü ve anomali doğumların görülmesi ve bunların kimseye haber vermeden ev bahçelerinde gömme olayları 
artmıştır. 

İşgal sonrası Türkmeneli’nde 500 den fazla Türkmen çocuk hasta ölmüştür. Annesi babası öldürülüp kimsesiz yetim kalan yüzlerce Türkmen çocuğu acı kaderi ile baş başa kalmıştır. İşsiz, çaresiz ve geleceğinden ümitsiz Türkmen gençleri arasında intihar olayları artmıştır. 

2. Sağlık Sistemi ve Tıbbi Bakım Koşullarının Kötüleşmesi Irak’ta sağlık sistemi çökmüştür, 2011 yılı itibarıyla; Irak’ta toplam 339 hastane faaliyet göstermektedir. Bunlardan 229’u kamu hastanesi olup, 46 tanesi Bağdat’tadır. Özel hastane sayısı ise 100’dür. Ayrıca ülke genelinde yaklaşık 2.730 sağlık kliniği de (halk sağlık merkezi) bulunmaktadır. Hastanelerin toplam yatak sayısı 41.600’dür. 32 milyon nüfuslu Irak’ta şu an sadece 22 bin doktorun bulunduğu ve her 6 doktor başına 10 bin hasta düştüğü kaydedilmiştir, ayrıca 6.000 diş hekimi, 7.000 eczacı ve 14.800 hemşire ile sağlık sektöründe hizmet verilmektedir. Doğumların %60’ı hastanelerde olmaktadır. Iraklı doktor, sağlık personeli, eczacı ve hemşirelerin yüzde 50’inin ülke dışına kaçmış, diğer sağlık uzmanları ve doktorlar ise kendi ülkelerinde göçmen durumunda görev yapmaktadır. 

Bugüne kadar iki bin doktor öldürülmüş veya kaçırılmıştır. Araştırmalara göre, sağlık sektörüne ayrılan bütçe ise oldukça düşük seviyede. 

Yapılandırma bütçesinin sadece yüzde 4’ünün sağlık alanına ayrılması da olumsuz etki yapmaktadır. Irak’ta yaklaşık 11 milyon hastanın sağlık 
ve tedavi için umut arayışında olduğu kaydedilirken, 8 milyon hastanın ise acil sağlık hizmeti alması gerekmektedir. Bağımsız sağlık kuruluşları, çeşitli uzmanların yaptığı araştırmalar ve yapılan gözlemler, ülkedeki sağlık sektörünün giderek dibe vurduğunu gösterirken, halen devam eden kanlı terör saldırıları ve aldıkları tehditler nedeniyle Irak’ı terk eden doktorların sayısında da büyük bir artış gözlenmektedir. 

Irak halkının sağlık açısından maruz kaldığı en önemli diğer faktör ise çevre sorunu; temiz su ihtiyacı, atıkların imhası ve pis su arıtma ile kanalizasyon 
yetersizliğidir. Çocuk ölümlerinin yaklaşık %25’i (pis) suyla ilgili hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Evlerin azami yarısı temiz ve düzenli su hizmetinden yararlanabilmektedir. Ülke genelinde, kanalizasyon bağlantısı olan ev sayısı ortalama %30’dur. Atık suların yarısı doğrudan doğal su kaynaklarına karışmaktadır. Atık su arıtma sistemi en çok Bağdat’ta gelişmiştir. Bu bağlamda tüberküloz, akut paralizi, tifo, hepatit-A, kızamık geçmişte yoğun yaşanmış bazı hastalıklardır. Irak’ın sanayi tesislerinin %60’ının atık su arıtma tesisi bulunmamakta olup, yaklaşık 1 milyon milyon ton atık su Irak’ın su kaynaklarına karışmaktadır. Özetle temel sorunlar; su kirliliği, katı atık arıtma ve imhası, kapalı alan hava kirliliği, sıvı atık arıtması, değişken/düzensiz sağlık ve çevre politikaları ve yönetimdir.(WHO-2009). 

Terörün devam ettiği günümüzde “Acil Yardım ve Ambulans” hizmeti, iyileştirilmesi ve giderilmesi gereken en önemli problemdir. 2011 yılındaki 
ambulans sayısı 2.130’dur. Tam donanımlı (yatak, tıbbi malzeme, klima) hastane, kalifiye sağlık personeli (özellikle bayan hemşire, anestezi uzmanı) ve tıbbi malzeme yetersizliği diğer önemli sorunlardır. Hastanelerin yoğun bakım ve enfeksiyon kontrol sistemlerinin iyileştirilmesi, sağlık kurumlarının daha hijyen hale getirilmesi, kardiyoloji ve radyoterapi merkezleri ile laboratuar ve sıvı/katı tıbbi atık ürünler işleme tesislerinin kurulması Irak Sağlık Bakanlığı’nın ivedilikle ele alması gereken konuların başında gelmektedir. Hükümetin 2010 yılı 
için sektöre yaptığı tahsisat 3,8 milyar dolar, 2011 yılında ise 6 milyar dolar seviyesindedir. 2012 yılının kamu bütçesinde sağlık ve çevre için öngörülen harcama tutarı bütçenin yalnız %5’idir. 

Türkmen sağlık görevlilerinin maruz kaldığı olaylar: 

Türkmeneli’de 121, Kerkük’te 57 Türkmen doktor kaçırılmış veya tehdit edilerek psikolojik baskı altına alınmıştır. 

Teröristler tarafından bugüne kadar Türkmen doktorlardan 5 milyon ABD dolarından fazla fidye alınmıştır. 

Irak’ta 15 Türkmen hekim veya sağlık mensubu öldürülmüştür. 

Irak Türklerinin yetiştirdiği dünya çapında bir Bilim Adamı ve Türkmenlerin gözbebeği Türkmeneli Sağlık Konseyi Başkan yardımcısı ve beyin cerrahı Doktor Yıldırım Demirci 5 Eylül 2011 de, evinin önünde şehit edilmiştir. 


3. Çevre ve Halk Sağlığı Müdahalelerinin Olanaksızlaşması 

Bugün Irak’ta savaşa bağlı büyük bir çevre felaketi yaşanıyor. Bu ülkenin su kaynakları, toprağı, havası uzun yıllar temizlenemeyecek ölçüde 
kirletilmiş durumdadır. Hemen hemen tüm Irak kentlerinin alt yapıları çökmüştür; kanalizasyon atıkları hiçbir arıtmadan geçirilmeksizin doğaya 
verilmektedir, sağlıklı içme suyu sistemleri çok az yerleşim bölgesinde mevcuttur. Savaş artığı ve birçoğu radyoaktif yönden de kirlenmiş atıklar 
ciddi önlem alınmadan terk edilmiş durumdadır. Toprak kirliliği ve sulama sistemlerinin çökmesi nedeni ile tarımsal üretim çok azalmış olup Irak’ta 
kuyuların kurutulması ve nehir düzeylerinin azalmasıyla meydana gelen kuraklık su kirliğini daha da kötü hale getirmiştir. Irak’ta çocuk ölümlerinin 
yaklaşık %25’i pis suyla ilgili hastalıklardan kaynaklanmaktadır. 

Seyreltilmiş uranyum silahlarının yol açtığı sağlık sorunları ile ilgili uluslararası basında korkunç istatistikler yayınlanmaktadır. 

Körfez savaşında Kuveyt’te yakılan petrol kuyuları 600 milyon ton petrolü tüketerek havada is, gazlar ve tehlikeli kimyasallardan oluşan bir battaniye meydana getirmiştir. Çıkan duman güneşten gelen ışınları engellemiş; bölge ülkelerinde ısı yaklaşık 10°C düşmüştür. Petrol dumanı içindeki CO² bölge ülkelerinde sera etkisi ve asit yağmurlarına neden olmuştur. 

1. Körfez savaşı sırasında başta içme suyu sistemleri, kanalizasyon yapıları ve barajlar olmak üzere Irak’ın tüm alt yapısı bombalanmıştır. 1. Körfez savaşında Bağdat’ta temiz sutaşıma kanallarının % 40’ından fazlası tahrip olmuştur. 2. Körfez savaşında ise sistemin tamamı tahrip olmuştur. Irak’lılar çevre kirliliğine bağlı sağlık sorunları ile her geçen gün daha çok karşılaşıyorlar. 
Bugün tüm Iraklılar bedenen ve ruhen yıkıma uğramıştır. Irak’ın temiz su ve kanalizasyon sistemlerinin tekrar yapılandırılması için tahminen 11 milyar ABD doları gerekmektedir. 


10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***