Bağlamında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bağlamında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2020 Cumartesi

İnsan Güvenliği Bağlamında Suriye’den Türkiye’ye 2010 Sonrası Göçler

İnsan Güvenliği Bağlamında Suriye’den Türkiye’ye 2010 Sonrası Göçler 


CANSU AKBAŞ DEMİREL


İnsan Güvenliği Bağlamında Suriye’den Türkiye’ye 2010 Sonrası Göçler 

 Arap Baharı, Suriye, göç, mülteci, insan güvenliği, Cansu AKBAŞ DEMİREL, 11 Eylül 2001 terör Saldırısı,

Cansu AKBAŞ DEMİREL* 
* Doktora Öğrencisi, Ege Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü. 


Özet 

   2010 yılının son çeyreğinden itibaren Ortadoğu’da meydana gelen protestolar, hükümetlerinin sert müdahaleleriyle birlikte silahlı çatışmalar halini almıştır. Suriye’deki çatışmalar pek çok insan hakları ihlalini beraberinde getirmiş; Filistinli mültecilerden sonra yakın dönemdeki en büyük mülteci krizlerinden birinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 

   Bu çalışmada, Suriye’deki bu çatışmaların bir sonucu olarak göç ve etkileri, insan güvenliği kavramının sağladığı zeminde tartışılacak ve bu bağlamda Suriye’den Türkiye’ye gerçekleşen göç konusuna yer verilecektir. 

‘İnsan güvenliği’, uluslararası ilişkilerde devlet merkezli güvenlik yaklaşımlarına eleştirel bakış açısı sağlayan bir kavram olarak çalışmada kendine yer bulmakta dır. Bu haliyle kavram; İnsanı, güvenliğin merkezine almakta ve uluslararası örgütleri, sivil toplum örgütlerini ve silahlı grupları değerlendirmeye katarak; Güvenliği, Ekonomi, Sağlık, Gıda ve bireysel bakımdan farklı yönleri ile tartışarak, bütünlüklü bir bakış açısı sağlanması için gerekli zemini oluşturmaktadır. 

İnsan Güvenliği 

Güvenlik kavramı farklı şekillerde tanımlanabilmekte; realist teoride güvenlik için askeri öğelerin önemi vurgulanmakta ve devlet güvenliği ön planda tutulmakta dır. Bu çerçevede güvenliğin en temel haliyle, savaşın olmadığı durum şeklinde ifade edildiğini söylemek mümkündür.54 

Realizme eleştiri getiren yaklaşımların çoğunda ise insanın, güvenliğin ana referans noktası olması gerektiği ifade edilmektedir. Böylece geleneksel güvenlik anlayışında yer alan sınırlar ve ulusal kimliklerin yeniden sorgulanmasının da önü açılmaktadır. Güvenlik alanında çalışan önemli isimlerden Barry Buzan güvenliği sağlayan en önemli ve etkili aktörün egemen devlet olduğunu ifade etmektedir.55 1980’lerden itibaren ortak güvenlik anlayışının öğelerinden biri olarak insan güvenliği öne çıkmış ve bu durum beraberinde bir güvenlik  sağlayıcısı olarak devletin eleştirilmesi ve sorgulanmasını beraberinde getirmiştir.56 

R.B.J. Walker, devletlerin; elitler lehine, biz-öteki, dost-düşman, vatandaş-yabancı zıtlıklarını oluşturarak ve oluşturulan bu kavramlar arasına kesin çizgiler çekerek dünya güvenliğinin sağlanmasının önünde engeller oluşturduklarını ifade etmektedir. Tüm bu ‘karşıtlıklar’ ulusal güvenlik kavramının meşrulaştırılması için gereklidir57 ancak bireylerin güvenliğinin gerçekleştirilmesi bakımından aynı gereklilik ve uygunlukta değildir. 

‘İnsan güvenliği’ kavramını, eleştirel teori çerçevesinde açıklamak; eleştirel teorinin güvenlik anlayışının yalnız devlet güvenliğini değil ve fakat birey ve toplumsal grupların güvenliğini de kapsadığını ifade etmek gerekmektedir. 

Kronolojik olarak bakıldığında barış araştırmaları, üçüncü dünyacı güvenlik yaklaşımı, Kopenhag Okulu, eleştirel güvenlik çalışmaları insan güvenliği anlayışının temellerini oluşturmaktadır. Sınıriçi çatışma ve gerilimler; yeni tehditlerin uluslarüstü ve sınıraşan nitelikleri nedeniyle devletin vatandaşlarının güvenliğini tek başına sağlayamaz hale gelmesi; terör, salgın hastalıklar, iç savaş gibi tehditlerin dünya kamuoyunun etkisine açılmış olması güvenlikte odağın devletten insana kaymasında etkili olmuştur.58 

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (United Nations Development Programme- UNDP) 1994 İnsani Kalkınma Raporu’nda insan güvenliği yedi başlık altında değerlendirilmiştir: Bu başlıklar iş güvenliği ve gelir eşitliğini içeren ekonomik güvenlik; asgari yiyeceğe erişimi konu alan gıda güvenliği; sağlık hizmetlerine erişimi konu alan sağlık güvenliği; temiz ve içilebilir suya erişim, küresel ısınmaya maruz kalan yerleşim yerlerinden güvenli alanlara ulaşabilme konularını içeren çevre güvenliği; hane içi şiddet dahil her türlü fiziksel şiddetten korunabilmeyi kapsayan bireysel/kişisel güvenlik; etnik kökene dayalı şiddetten korunabilmeyi ifade eden toplumsal güvenlik; evrensel insan haklarına uygun yaşam kalitesine ulaşabilmeyi konu alan siyasi güvenlik olarak ele alınmaktadır.59 

UNDP’nin yaklaşımı, insan güvenliğini göçmenlerin değil, sadece vatandaşların hakkı olarak gördüğü ve ayrımcı söylemler içerdiği yönünde eleştirilmektedir.60 Bu eleştiriye göre, insan güvenliğinden söz ederken, göçmen güvenliği gözardı edilmemelidir. Zira bireylerin güvenliğini devlet güvenliğinin arkasında atmak sorunlu bir yaklaşımdır. Yine bu görüşe göre, devlet ve insan güvenliğinin sağlanabilmesi için her ikisi de diğerine ihtiyaç duymaktadır; Aksi halde insan güvenliğini sağlayamayan devletlerin kendi meşruiyetlerinin de sorgulanması 
sorunu ortaya çıkacaktır.61 

İnsan Güvenliği Komisyonu’nca 2003’te hazırlanan raporda ise insan güvenliği, 
‘özgürlükleri ve insan olmanın gereklerini sağlayacak ve geliştirecek şekilde, insan hayatının öz değerlerinin korunması’62 olarak tanımlanmıştır. Tanım kendinden on yıl öncekine oranla daha kapsamlıdır. İnsan güvenliğinin sağlanabilmesinin önündeki engeller; doğrudan tehditler ve dolaylı tehditler olarak ayrılabilmektedir. Doğrudan tehditler vahşi biçimde ölümler ve 
sakatlanmalara yol açan şiddet, insanlık dışı muameleler, uyuşturucular, ayrımcılık ve baskı, uluslararası çatışmalar, yüksek derecede yok etme özelliğine sahip silahlar olarak ifade edilirken; dolaylı tehditler temel gereksinimlerden mahrum olmak, hastalıklar, doğa ve insanların neden olduğu afetler, nüfus değişimleri ve yerel, ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde çevresel bozulma olarak ifade edilmiştir.63 

‘İnsan güvenliği’ BM 1994 İnsani Kalkınma Raporu başlıklarından yola çıkarak ve fakat en geniş kapsamlı haliyle çalışmada ele alınacaktır. Tehditler ve insan güvenliğini oluşturan öğeler üzerinden bakıldığında; göçmenlerin, doğrudan ve dolaylı tehditler nedeniyle anılan güvenlik öğelerinin yokluğu veya yetersizliği sonucu bulundukları yerlerden ayrılarak başka ülkelere gitmek üzere yola çıktıkları ortadadır. 

Ek olarak devletlerin göçmenlere ilişkin tutarlı politikalar izlemediklerini de belirtmek gerekmektedir; aksine çeşitli faktörlerin etkisiyle, devletler her duruma özel çözümler üretmekte ve değişen şartlara göre değişken uygulamalar ortaya koyabilmektedirler. Yakın tarihe bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ekonomiyi canlandırmak için gerekli iş gücünü sağlayan göçmenler bir tehlike olarak görülmemiş; aksine pek çok Avrupa ülkesinde memnuniyetle karşılanmışlardır. 1973 petrol krizi ile birlikte, kısıtlayıcı önlemler alınmaya 
başlanmıştır. 11 Eylül 2001 sonrasında ise güvenlik ve tehdit algısının daha üst düzeye çıkmış; devamında göçmenlere yönelik kısıtlayıcı politikalar da daha kararlı bir biçimde izlenmeye başlamıştır.64 

Son aşamada, göç edenler göç edecekleri ülkeye ulaşabilmekte veya yolculuk 
sırasında deniz kazaları, kara mayınları ya da hava koşulları ve pek çok zorlu yolculuk koşulları nedeniyle hayatlarını kaybetmektedirler. Ayrıca göçmenlerin ulaştıkları ülkelerden ayrıldıkları ülkelere sınır dışı edilmeleri veya insan ticareti mağduru olma ihtimalleri de bulunmaktadır.65 Bu şekilde, göç, insan güvenliğinin sağlanmasındaki yetersizliklerin bir sonucu olarak gerçekleşmekte ve aşırı kısıtlayıcı önlemler yüzünden, yine insan güvenliği ne yönelik bir tehdit haline gelmektedir.66 Dolayısıyla bu durum kendini tekrar eden, döngüsel bir ilişkiye işaret etmektedir. 

Göçe İlişkin Temel Kavramlar 

Göçe ilişkin temel kavramları açıklamak göçün neden gerçekleştiği ve çalışmaya konu olan Suriye’den göçü açıklamak bakımından yararlı olacaktır. 

Göçleri; coğrafi olarak iç göç ve dış/uluslararası göç şeklinde iki kategoriye ayırmak mümkündür. Bununla birlikte zorunlu veya gönüllü olması; geçiş sırasında bir resmi belgenin kullanılıp kullanılmaması veya göçün ekonomik temelli olup olmamasına bağlı olarak da göç hareketleri sınıflandırılabilir. 

Ülke içinde gerçekleşen göç hareketleri iç göç olarak adlandırılırken, bir ülkeden 
başka bir ülkeye gerçekleşen göçler dış göç olarak adlandırılmaktadır. Uluslararası göçler; devletlerin ekonomilerini, iç ve dış politikalarını, toplumsal yapılarını ve sosyal politikalarını etkilemeleri bakımından önem taşımaktadır.67 

Göç edenlerin geçiş sırasında pasaport, vize gibi resmi belgeler kullanmaları göçün düzenli göç olarak adlandırılmasına; kullanmamaları ise göçün düzensiz göç olarak adlandırılmasına neden olmaktadır. Göç eden kişiler en geniş hali ile göçmen olarak tanımlanabilmektedir ler. Kişilerin kendi iradeleri dışında devlet otoritesi ile veya farklı nedenlerle gönüllü olmadan yaşadıkları yerleri terk etmeleri durumu, zorunlu göç olarak ifade edilmektedir. Zorunlu göç bir ülkeden diğer ülkeye gerçekleşebileceği gibi, ülke içerisinde de gerçekleşebilir. Zorunlu göçün ülke içinde gerçekleştiği hallerde, göç eden kişiler ülke içinde yerinden edilmiş kişi (Internally Displaced Person- IDP) olarak adlandırılırken; zorunlu göç bir ülkeden diğerine gerçekleşmiş ise göç eden kişiler uluslararası hukuk gereği sığınmacı veya mülteci olarak adlandırılmaktadır lar 

Sığınmacı, ülkesinden başka bir ülkeye giden ve ulaştığı ülkede sığınma arayan kişiyi ifade etmek için kullanılmaktadır. Mülteci kavramı ise, sığınma başvurusu incelenmiş ve ulaştığı ülkede; ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle ülkesinde zulme uğramış veya uğrayacağına dair haklı korkusu olduğu kanaatini oluşturan ve böylece kendisine sığınma sağlanacak kişiyi ifade etmektedir. Kısaca, sığınma arayan kişinin, kendisine ilişkin değerlendirme devam ederken sığınmacı; değerlendirmenin olumlu olması halinde ise mülteci olarak adlandırıldığını belirtmek yanlış 
olmayacaktır. 

Bu süreçte en genel ifade ile göçmenlerin, ayrıldıkları ülke kaynak ülke, ulaşmak istedikleri nihai ülke hedef ülke ve hedef ülkeye ulaşma aşamasında geçtikleri ülkeler ise transit ülke olarak adlandırılmaktadır. 

Ortadoğu-2010 

‘Arap Baharı’ olarak da adlandırılan süreç 2010 yılında Tunus’taki gösterilerle 
başlamıştır. Bu gösterilerde tezgahına el konduğu için kendini yakan işportacı Tunuslu, simge haline gelmiş, bu olaydan sonra başlayan gösterileri Ocak 2011’de Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin istifası izlemiştir. Olaylar devamında Mısır’ı etkilemiştir. Şubat 2011’de Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek istifa etmiş, yerine gelen Müslüman Kardeşler Örgütü’nden Muhammed Mursi’ye karşı da tepkiler devam etmiş ve Temmuz 2013’te Mısır ordusu yönetime el koymuştur. Libya da bu gösterilerin yaşandığı ülkelerden biridir. Muhalifler ve Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin güçleri arasındaki mücadele NATO’nun askeri müdahalesi ve Kaddafi’nin yönetimden uzaklaştırılması ile sonuçlanmıştır.68 

Mart 2011’de Yemen, Ürdün, Sudan, Suudi Arabistan ve Suriye’de de gösteriler 
başlamıştır. Suriye’deki gösteriler Beşar Esad yönetiminin sert müdahaleleri ve muhaliflerin güçlü askeri direnişi nedeniyle iç savaş halini almıştır ve yaklaşık dört yıldır devam etmektedir.69 

Gösterilerin ilk aylarında, bölgedeki otoriter rejimlerin yıkılarak Arap coğrafyasın da radikal bir dönüşüm yaşanacağı beklentisi70 dile getirilirken; ilerleyen dönemlerde, bu beklentilerin seyri değişmiş ve çatışmalar özellikle Suriye bakımından ilk akla gelen görüntü halini almıştır. Çatışmalar; sağlık hizmetlerine, gıdaya, eğitime erişimi engellemesi ve çalışma koşullarının kötüleşmesine ve hatta ortadan kalkmasına neden olması sebebiyle yaşamı 
olumsuz yönde etkilemektedir. Çatışmalarla eş zamanlı olarak bireysel silahlanma da artmakta, böylece insan hakları ihlalleri sürekli hale gelmektedir. 

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verilerine71 göre, bu 
durum 2011’in ilk aylarından itibaren Suriye’den resmi kayıtlara göre 3 milyondan fazla kişinin ayrılmasına neden olmuş; 6,5 milyon kişi ise ülke içinde yerinden edilmiştir. Göç hareketlerindeki genel eğilime uygun olarak göç edenlerin büyük çoğunluğunun Lübnan, Ürdün, Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelere gittikleri bilinmektedir. 

Lübnan'da, Suriye'den toplu göç eden mülteciler ülke nüfusunu yüzde 26 artırmış; Lübnan'ın ev sahipliği yaptığı mültecilerin sayısı, son üç yılda AB'ye sığınmak isteyen ve AB'nin yeniden yerleşim yeri sağladığı toplam Suriyelinin 715 katına ulaşmıştır.72 Yoğun göçe rağmen Lübnan, açık kapı politikasını istisnasız olarak uygulamıştır. Türkiye ve Ürdün ise sınırlarını kapatmamakla birlikte; güvenlik kaygıları nedeniyle göç edenlerin geçişlerini daha sınırlı tutmuştur. Ürdün, sınırlarını açık tuttuğunu ilan etse de girişleri kısıtlamış, bazı 
hallerde ülkeye girişe izin vermemiştir. Irak Merkezi Hükümeti de, acil vakalar ve aile birleşimi dışında girişleri kabul etmemektedir. Mart 2013’ten bu yana ülkeye girişleri fiilen sona erdirmiştir. Türkiye’nin de, Suriye sınırından girişleri azaltmaya çalıştığı, gelenlerin sınıra yakın kamplarda kalmalarına çaba gösterdiği bilinmektedir.73 

Göç etmek zorunda kalan kişilerin önemli bir kısmı Suriyeli olmakla birlikte, önceki yıllarda Suriye’ye yerleşen ve Suriye’de mülteci olarak bulunan Filistinliler de göç etmek zorunda kalmışlardır.74 Bu insanlar da çatışmalarla birlikte Lübnan, Ürdün ve Mısır’a göç etmek zorunda kalmıştır. Suriye’deki çatışmalar nedeniyle bölgede toplam 12 mülteci kampı ve 560.000 mülteci önemli şekilde etkilenmiştir. BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu UNRWA’nın tahminlerine göre hala Suriye’de bulunan 480.000 Filistinli mültecinin %95’i insani yardıma ihtiyaç duymaktadır. Diğer yandan UNWRA’nın imkanlarının 1/3’ü Suriye’deki çatışmalar nedeniyle kullanılamaz hale gelmiştir. 

Suriye’den Türkiye’ye Göç Edenler 

Ortadoğu’da günümüzdeki çatışmaların en önemli sonuçlarından biri Suriye’den 
zorunlu göçtür. BM verilerine 75 göre Mart 2015 itibarıyla 3,9 milyondan fazla kişi Suriye’den göç etmek zorunda kalmıştır. Bu kişilerden 1,1 milyon kadarı Lübnan’da, 1,7 milyon kadarı Türkiye’de, 600 bin kadarı Ürdün’de 200 bin kadarı Irak’ta yaşamaktadır. 

Genel olarak zorla yerinden edilen kişilerin göç etmeden önceki dönemde fiziksel ve psikolojik travmalar yaşadıkları; kadın ve çocukların canlı kalkan olarak kullanılmasına 76 kadar her türlü şiddete maruz kaldıkları bilinmekte; Suriye örneğinde kişilerin hayatlarını idame ettirmeleri için gereken çalışma koşullarının ortadan kalktığı, gelirlerinin olduğu hallerde dahi temel gıda ürünlerinin 77 ve ilaçların 78 temin edilemediği insan hakları örgütlerinin raporlarında yer almaktadır. 

Göç edenler, sığınma aramak üzere, çoğu kez hayati risk taşıyan koşullarda bir 
ülkeden diğerine geçmek zorunda kalmaktadırlar. Bu sırada yaşanan kazalar sırasında ölüm, kaybolma olaylarının da gerçekleşmesi nedeniyle ailelerin parçalanması söz konusu olmaktadır. Bu noktada devletlerin insani kriz hallerinde dahi pasaport ve vize gibi resmi geçiş belgeleri istemesi mültecilerin riskli yollara yönelmelerinin sebebidir. Ayrıca kimi zaman bu belgeler de yeterli olmamakta, sığınma arayan kişilerin ülkelere girişlerine izin verilmemekte veya bir şekilde giriş yapsalar dahi geldikleri ülkeye sınır dışı edilebilmektedirler.79 

Ayrıca, Suriye’den gelen ve Türkiye’den sığınma talep eden Filistinlilerin, Suriye 
vatandaşlarına sağlanan geçici korumadan yararlanabilecekleri ve vizeye gerek olmadığı ifade edilse de; UAÖ raporuna göre, bu durumun uygulamada karşılığı bulunmamakta, bu nedenle Suriye’den gelen Filistinliler, Türkiye’ye düzensiz yollardan giriş yapmak zorunda kalmaktadır.80 

Bir başka sorun da kaçakçılar, başka aracılar veya hane halkından kişilerin 
yönlendirmesiyle küçük ve genç kadınların para ve maddi çıkarlar karşılığı satılması; resmi olmayan ve hukuki korumadan yoksun yöntemlerle geçici olarak evlendirilebilmesi dir. Böylece kadın ve çocuklar insan ticaretinin bir parçası haline getirilmekte; şiddet ve cinsel sömürüye maruz kalmaktadırlar. 

Göç edenlerin pek çoğu bir sonraki ülkeye (transit veya hedef ülkeye) ulaştıklarında da yeni sorunlarla karşılaşmaktadırlar. 

Öncelikle kişilerin sahip oldukları statülerin ve dahil edildikleri sınıflandırmanın 
onların bireysel/kişisel güvenliklerini etkilediği söylenebilir. Zira göçmen, mülteci, kaçak, kaçak göçmen, misafir gibi farklı kavramların aynı grubu tanımlamak için kullanılması bu kişilerin toplum tarafından farklı algılanması ve bu nedenle kendilerine tepki duyulmasına neden olabilmektedir. Göç eden kişilerin gerekli inceleme yapılmaksızın suçlu olarak algılanmaları, iltica ve göç konusunda yeterli bilgi sahibi olmayan toplumlarda tepki oluşması ihtimalini artırmaktadır. Asıl olarak, Ekim 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği 81 
uyarınca Türkiye’deki Suriyeliler geçici korumaya tabidirler, yani Türkiye’de bulunmalarının, eleştirilmekle birlikte 82, hukuki bir karşılığı bulunmaktadır. 

Bu konuda ORSAM’ın 2015 yılının başında yayımladığı raporda belirttiği noktalar 
dikkat çekicidir. Raporda; ‘yerel halk arasında Suriyelilerin asayişi bozduğu yönünde bir söylem oluş[tuğu]…ancak bunun karşılığının olmadığının görül[düğü]; buna rağmen ‘en ciddi güvenlik riski[nin] yerel halk arasında var olan tepkinin bir provokasyon neticesinde şiddet içeren kitlesel tepkiye dönüşmesi ihtimali olduğu’83 ifade edilmiştir. 

Göç edenlerin gittikleri ülkede yaşadıkları bir başka sorunsa geçiş yaparak geldikleri sınıra yakın bölgelerde yerleşmek zorunda kalmalarıdır. Türkiye’nin çatışmaların devam ettiği Suriye ile sınır komşusu olması bu durumu daha da sorunlu hale getirmektedir. 

Gelen Suriyelilerin 248 bin84 kadarı kamplarda barınmaktadır. Türkiye’deki 
kampların konumu, ‘bazı mülteci kampları ya tam sınırda, ya da sivilleri bölgenin kontrolü için sürekli rekabet eden gruplar arasındaki çatışmalara maruz bırakacak kadar sınıra yakın’85 oldukları nedeniyle eleştirilmektedir. Bu durum; göç edenlerin, çatışma ve savaş ortamından uzaklaşmak üzere geldikleri yeni yerlerde güvenlik tehdidini hissetmeye devam etmelerine neden olmaktadır. 

Bir başka açıdan, benzer saldırı tehdidini sınıra yakın yerleşim alanlarında yaşayan yerel nüfus da hissetmektedir.86 Bu bölgelerde yaşanan saldırılarda birçok Türkiye vatandaşı roket saldırıları ve serseri kurşunlar nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Özellikle 11 Mayıs 2013 tarihinde Hatay Reyhanlı’da gerçekleşen terör olayının87 ardından bu tehdit hissi yaygınlaşmış, sonrasında Suriyelilerin Türkiye’deki varlığı bu saldırının nedenlerinden biri olarak değerlendirilebilmiştir. 

Ekonomik güvenlik bakımından değerlendirdiğimizde; Türkiye’de özellikle 
Suriye’den yoğun göç alan sınır illerinde işgücü arzının talebe oranla çok daha fazla olmasının işgücü piyasasındaki ücretleri düşürdüğü görülmektedir. Ücretlerin düşüşündeki bir diğer etmen, bölgeye göç edenlerin çok büyük bir kesiminin çalışma izninin olmayışıdır. 

Böylece yasal olarak haklarını arayamayan 88 mülteciler, vatandaşlarla aynı işleri daha düşük ücretlere ve sosyal güvencelerden yoksun olarak yapmaktadır lar. Çocuk işçilerin ise, yetişkinlerden de daha düşük ücret aldıklarını; bu nedenle daha fazla tercih edildiklerini ve daha fazla sömürüye maruz kaldıklarını ifade etmek gerekmektedir. Güvencesiz çalışmayı daha düşük ücret; kimi zaman ücretlerin bir kısmının/tamamının ödenmemesi ve gerekçesiz işten çıkarma takip etmektedir. 

Bu durum iş güvenliği ve gelir eşitliği bakımından hem bölgede yaşayan vatandaşlar hem de göç edenler için ciddi bir sorun oluşturmaktadır.89 Uluslararası AF Örgütü raporlarında; ücretlerdeki ayrımcılığın gerek Suriyeliler gerek Türkiyeli işçiler bakımından en sık şikayet edilen konulardan biri olduğu ve bu durumun ‘mültecilerle yerel nüfus arasında gerilimlere neden ol[duğu]’ belirtilmektedir. Rapora göre; ‘Suriyeli mültecilerin aldığı ücret 

Akçakale’de Türkiyeli bir kişinin aldığı ücretin yüzde 80’i, Şanlıurfa’da yarısı ile yüzde 80’i arası, Hatay ve Kilis’te yarısı ve İstanbul’da ise neredeyse üçte biri kadar.’90 

Ek olarak, Suriye’den bazı yatırımcı ve küçük işletme sahiplerinin, sermaye ve işlerini Türkiye’ye taşıması olumlu bir durum olarak karşımıza çıkarken; konut ve işyerlerine olan talep nedeniyle kiralarda artış yaşandığı ve kiralık ev bulmanın giderek zorlaştığı da raporlarda yer verilen durumlardan biridir.91 

Asgari yiyeceğe erişim bakımından gıda güvenliğini değerlendirirken, göç edenlerin farklı ekonomik koşullarda yaşadıklarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu noktada kendi birikimlerini yanında getirebilen kişilerin, bu birikimleri tükenmediği sürece yiyeceğe erişimde sorun yaşamadıkları söylenebilir. Diğer yandan göç edenler kamplarda veya kamp dışında yaşayabilmektedirler. Türkiye’deki kamplarda kalanlar bakımından BM  yardımları, AFAD’ın gıda kartı gibi destekleriyle asgari yiyeceğe erişimin mümkün olduğu raporlarda yer alsa da kampların dışında kalan ve ekonomik kaynakları yetersiz olanlar bakımından gıda güvenliğinin olduğu söylenemez.92 

Sağlık hizmetlerine erişim, sağlık güvenliği bakımından ele alındığında göç edenlerin durumunun gittikleri ülkelere göre farklılık gösterdiği ifade edilmelidir. Türkiye’de Suriye’den göç edenlere ilişkin sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için özel bir genelge 93 olduğu ve temel sağlık hizmetlerinden belli ölçüde yararlanabildikleri görülürken, bu ölçüye dair uygulamanın ilden ile farklılaşabildiğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Ayrıca ‘kronik hastalıklar ya da sürekli tedaviyi gerektiren hastalıklar bu kapsamda değil[dir].94 

Yerel halk açısından ise; yoğun göç alan illerdeki yerel halkın, yerel hastanelerin 
kapasitesi nedeniyle sağlık hizmetlerinden göç öncesine oranla daha az yararlanabildiği görülmektedir. Bu durum hem yerel halkın hem de göç edenlerin sağlık güvenliğini doğrudan etkilemektedir. 

Ekonomik bakımdan yeterli imkanlara sahip olmayan Suriyelilerin gıda gibi temiz suya ve insan onuruna uygun yaşamalarını sağlayacak güvenli çevreye erişimlerinin de sorunlu olduğu bilinmektedir. Kötü yaşam koşulları haber ve belgesellere konu olduğu gibi, pek çok şehirde kolaylıkla gözlemlenebilecek şekilde park ve bahçelerde kendine yer bulmaya çalışan Suriyelilerin olduğu bilinmektedir. Bu aşamada, kamplarda yaşayanların çoğunun, güvenliğin inceleyeceğimiz boyutları bakımından kamp dışındakilere oranla daha iyi durumda olduğu; ancak gelenlerin %85’inin kamp dışında yaşadığı, dolayısıyla Türkiye’deki Suriyelilerin yaşadığı sorunların asıl önemli kısmıyla kamp dışındakilerin karşılaştığı ifade edilmektedir.95 Kampların kapasitelerinin dolması ise daha fazla sayıda kişinin kamplarda barındırılmasına engeldir. 

Toplumsal güvenlik bakımından yapılacak değerlendirme de olumlu olmamaktadır. 

Göç ettikleri pek çok yerde Suriyelilere karşı nefret söylemine varan haberler yapılmakta ve gelenlerin gitmesi yönünde gösteriler düzenlenmektedir. Suriyeli gençlerin üniversite öğrencisi olabilmesinden ev kiralamalarına, Suriyelilere yapılan yardımlardan verilen sağlık hizmetlerine ve çalışmalarına kadar her şey, medyada kendine büyük ölçüde olumsuz haberler ve köşe yazıları olarak yer bulmakta; böylece konu hakkında etraflıca bilgi sahibi olmayan büyük bir kesimin bu konuda olumsuz yargılar edinmesine neden olmaktadır. Benzer olumsuz tutum kendini siyasi güvenlik bağlamında da göstermektedir; Suriyelilerin Türkiye’deki varlıkları yerel gazetelerde ve sosyal medyada bölücülük, terör yandaşlığı gibi kavramlarla değerlendirilebilmektedir. 

BM kurumlarının uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarını dikkate alarak, Suriye’den göç etmek zorunda kalan kişilerin insan güvenliği için temel olan bireysel/kişisel, ekonomik güvenliklerinin; gıda, sağlık, çevre, toplumsal ve siyasi güvenliklerinin bulunduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. 

Sonuç 

Dolaylı ve doğrudan tehditler insan güvenliğini tehlikeye düşürdüğü ölçüde 
kendilerini güvende hissetmeyen bireyler göç etmekte; hem göç esnasında hem de sonrasında öncelikle kendileri ve devamında göç ettikleri yerlerde yaşayan halklar, yeni insan güvenliği sorunları ile karşılaşmaktadırlar. Böylece insan güvenliği ve göç olgusu döngüsel bir seyir izlemektedir. 

2010 sonrası Suriye’deki çatışmalar; Filistinli mülteciler meselesinden sonra, 
dünyadaki en büyük mülteci krizinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Suriye’nin durumu göz önünde bulundurulduğunda, Suriye’den göç edenlerin uzun süre ülkelerine dönemeyeceklerini öngörmek yanlış olmayacaktır. TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın raporuna göre, ‘Suriyeli sığınmacıların sadece yarıdan azı Suriye’ye döndükleri zaman barınacakları bir yerleri ve bir işlerinin olacağını düşünmektedir’96. Bu nedenle, Suriye’den göçün geçici bir durum olmadığını tespit etmek gerekmektedir. 

Göçmenlerin ulaştıkları ülkelerdeki kalış süreleri arttıkça karşılayan ülke halkından aldıkları tepki de artmaktadır. Tepki sadece süre ile değil, aynı zamanda göçmenlerin sayısının fazlalığı; göçmenler ve karşılayan ülke halkının etnik kökenlerinin, dinlerinin veya toplumsal yapılarının benzerliğinin olmaması veya az olması; varış ülkesindeki ekonomik koşulların kötülüğü; toplumsal ve/veya ekonomik bir krizin varlığı veya ihtimali; göçmenlerin ayrıldıkları ülke ile varış ülkesinin ilişkilerinin kötü olması gibi nedenlerle artabilmektedir. 

Ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gelişmiş ülkeler için ayrı bir endişe kaynağı olmaya başlamıştır. 

Başlangıçta, ‘hoşgörülü olmak’ üzerinden söylem geliştiren birey / halk / devletlerin; süreç içerisinde ötekileştirme, ayrımcılık, ırkçılık, nefret söylemi ve hatta fiili saldırıda bulunabildikleri görülmektedir. Türkiye’ye Suriye’den gelenlerin kendi il ve ilçelerinden atılması için sosyal medyada kampanyalar yürüten Türkiye’deki bazı gruplar, bu değişimin hem coğrafi hem de tarihi olarak en yakın örneklerini oluşturmaktadırlar. 

Tam da bu nedenle gerek Suriye’den gelenler, gerek diğer göç etmek zorunda kalan gruplar, gerek de vatandaşlar bakımından, bu durumun insan güvenliğini oluşturan tüm alt başlıklar çerçevesinde değerlendirilmesi ve devamında uzun dönemli politikalar izlenmesi hayati önem taşımaktadır. Politikaların ve sosyal desteklerin sürdürülebilirliği kadar; zorunlu göç eden bu kişilerin devamlı olarak mağdur ve zayıf gösterilmelerinden vazgeçilmesi ve tüm bu insanlara, insan onuruna yaraşır yaşam koşullarını sağlayacakları imkanların oluşturulması 
da büyük önemdedir. 

Eğitim, sağlık, barınma, çalışma gibi önemli konularda Suriyelilere özel 
uygulamaların ötesinde Türkiye’de çok sayıda bulunan Afganlar, Iraklılar ve diğer göç etmek zorunda kalan gruplar için de düzenlemeler yapılmalı; tüm bu düzenlemeler yapılırken ise Türkiye kamuoyunun zorunlu göç konusundaki farkındalığı nın artırılması yönünde çalışmalar da gerçekleştirilmelidir. 

Asıl olarak meselenin bir kaynak paylaşımı sorunu olduğu düşünülürse, tüm insanları kapsayacak eşitlikçi bir zemin oluşturulmasının; düzensiz göçü önleme çabalarından çok daha etkili olacağının ve insan güvenliğini gerçek anlamda sağlamayı hedefleyen politikaların bu eşitlikçi anlayış üzerine oluşturulması gerekliliğinin altını çizmek gerekmektedir. 


Kaynaklar 

Amnesty International Briefing, ‘Turkey: National Authorities and The International Community Must Act in Partnership to Meet the Needs of Syrian Refugees’, Londra, 2013. 

Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı (Euro-Mediterranean Human Rights Network), ‘Belirsizlik: Türkiye’deki Suriyeli Mültecilerin Durumunu En İyi Anlatan Kelime’, Ekim 2011. 

Barış ve Demokrasi Partisi, ‘Suriyeli Sığınmacılar Raporu’, 4 Temmuz 2011. 

BMMYK, ‘Suriyeliler artan güvensizlik ve kötüleşen şartlardan kaçarken, Suriyeli 
mültecilerin toplam sayısı 3 milyona erişti’, Basın Bildirisi, 29 Ağustos 2014, 
http://www.unhcr.org.tr/?content=581 (Erişim Tarihi 3 Ekim 2014). 

Çatır, Gül ‘Zorunlu Göç Tecrübesinin Devlet Politikalarındaki Yansıması: 
Bulgaristan’dan Türkiye’ye Kitlesel Göçün Analizi’, S.Gülfer Ihlamur-Öner ve N.Aslı Şirin Öner (der.), Küreselleşme Çağında Göç, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 217-232. 

Duran, Burhanettin ve Nurullah Ardıç, ‘Arap Baharı’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı 
(der.), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014, s. 456-465. 

Erşen, Emre ‘Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Dünya Siyaseti’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (der.), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014, s. 41-56. 

Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, ‘Göz Ardı Edilenler: İstanbul’da Yaşayan Suriyeli Sığınmacılar’, İstanbul, 13 Mart 2013. 

Grisgraber, Daryl, ‘Syrian Refugees: Reliance on Cams Creates Few Good Options’, Refugees International: Field Report, 5 Aralık 2012. 

Grisgraber, Daryl and Marc Hanson, ‘Aid Inside Syria: Too Little, But Not Too Late’, Refugees International: Field Report, 25 Nisan 2013. 

Kale, Başak ‘Nüfus Hareketleri ve Göç’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (der.), 
Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014. 

Kardaş, Tuncay ‘Güvenlik’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (der.), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014, s. 226-234. 

Korucu, Serdar, ‘Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra’, Hayata Destek Derneği, İstanbul, 2013. 

Köşer Akçapar, Şebnem ‘Uluslararası Göç Alanında Güvenlik Algılamaları ve Göçün İnsani Boyutu’, S.Gülfer Ihlamur-Öner ve N.Aslı Şirin Öner (der.), Küreselleşme Çağında Göç, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 563-576. 

MAZLUMDER, ‘Türkiye’de Suriyeli Mülteciler-İstanbul Örneği Raporu’, İstanbul, Eylül 2013. 

MAZLUMDER, ‘Kamp Dışında Yaşayan Suriyeli Kadın Sığınmacılar Raporu’, Ankara, Mayıs 2014. 

Orhan, Oytun ‘Reyhanlı Saldırısı ve Türkiye’nin Suriye İkilemi’, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı 54, Haziran 2013, s. 10-16. 

Orhan, Oytun ve Sabiha Senyücel Gündoğar, Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri, TESEV & ORSAM, Ankara, Ocak 2015. 

Ovalı, A.Şevket ‘Ütopya ile Pratik Arasında: Uluslararası İlişkilerde İnsan Güvenliği Kavramsallaştırması’, Uluslararası İlişkiler, Cilt 3, Sayı 10, 2006, s. 3-50. 

Resmi Gazete, ‘Geçici Koruma Yönetmeliği’, 22 Ekim 2014, Sayı 29153, Karar Sayısı: 2014/6883, 
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/10/20141022-15-1.pdf. 

Sert, Deniz ‘Küresel Hareketlilik ve Göç’, Evren Balta (der.), Küresel Siyasete Giriş, İstanbul, İletişim Yayıncılık, 2014, s. 505-524. 

Suriye’den İstanbul’a Gelen Sığınmacılar İzleme Platformu, ‘Yok Sayılanlar; Kamp Dışında Yaşayan Suriye’den Gelen Sığınmacılar İstanbul Örneği’, Eylül 2013. 

TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, 59259163-
010.06.02/12816 Sayılı Suriyeli Misafirlerin Sağlık ve Diğer Hizmetler Hk. Genelge’, 2013/8, 9 Eylül 2013. 

TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, ‘Türkiye’deki Suriyeli 
Sığınmacılar:2013 Saha Araştırması Sonuçları’, https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/60-
2013123015491-syrian-refugees-in-turkey-2013_baski_30.12.2013_tr.pdf (10 Şubat 2015). 

TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, ‘Suriye İnsani Yardım Raporu’, 10 Ekim 2014, 
https://www.afad.gov.tr/UserFiles/File/Suriye%20%C4%B0nsani%20Yard%C4%B1m%20Raporu/Suriye%20%C4%B0nsani%20Yard%C4%B1m%20Raporu_%2010%20ekim%20(yeni).pdf (Erişim Tarihi 11 
Ekim 2014). 

TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, ‘Barınma Merkezlerinde Son Durum’, 13 Mart 2015, 
https://www.afad.gov.tr/tr/IcerikDetay1.aspx?ID=16&IcerikID=848 (Erişim Tarihi 18.03.2015). 

Tickner, J.Ann. ‘Re-visioning Security’, Ken Booth ve Steve Smith (der.), 
International Relations Theory Today, Oxford, Blacwell Publishers, 1995, s.175-197. 

Uluslararası Af Örgütü, ‘Hayatta Kalma Mücadelesi: Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler’, Kasım 2014, 
http://amnesty.org.tr/uploads/Docs/hayatta-kalma-mucadelesi-turkiye'deki-suriye'den-gelen-multeciler720.pdf (Erişim Tarihi 10 Mart 2015). 

Uluslararası Af Örgütü, ‘Dünya Suriye’nin Mülteci Krizi Karşısında Aciz Kalıyor’, Basın Açıklaması, 5 Aralık 2014, 
http://amnesty.org.tr/icerik/2/1460/dunya-suriye    (Erişim Tarihi 8 Aralık 2014). 

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK)&Brookings Enstitüsü, ‘Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye: Sonu Gelmeyen Misafirlik Raporu’, 
Kasım 2013. 

United Nations, ‘2014 Syria Regional Response Plan, http://www.unhcr.org/syriarrp6/ (Erişim Tarihi 11 Ekim 2014). 

UNHCR, ‘Syria Regional Refugee Response’, 18 Mart 2015, 
http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php (Erişim Tarihi 10 Mart 2015). 


UNRWA, ‘Syria Regional Crisis, Emergency Appeal - Regional Response 2015’, 
http://www.unrwa.org/sites/default/files/syria_regional_crisis_emergency_appeal_2015_english.pdf (Erişim Tarihi 10 Mart 2015). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


54 Tuncay Kardaş, ‘Güvenlik’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (der.), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014, s. 228. 
55 J.Ann.Tickner, ‘Re-visioning Security’, Ken Booth ve Steve Smith (der.), International Relations Theory Today, Oxford, Blacwell Publishers, 1995, s. 185. 
56 Tickner, A.g.y., s.182. 
57 Tickner, A.g.y., s.188-189. 
58 A.Şevket Ovalı, ‘Ütopya ile Pratik Arasında: Uluslararası İlişkilerde İnsan Güvenliği Kavramsallaştırması’, Uluslararası İlişkiler, Cilt 3, 
    Sayı 10, 2006, s. 7-14. 
59 Şebnem Köşer Akçapar, ‘Uluslararası Göç Alanında Güvenlik Algılamaları ve Göçün İnsani Boyutu’, S.Gülfer Ihlamur-Öner ve 
N.Aslı Şirin Öner (der.), Küreselleşme Çağında Göç, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 570-571. 
60 Şebnem Köşer Akçapar, ‘Uluslararası Göç Alanında Güvenlik Algılamaları ve Göçün İnsani Boyutu’, S.Gülfer Ihlamur-Öner ve N.Aslı Şirin Öner (der.), Küreselleşme Çağında Göç, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 571 içinde İbrahim, M. (2005), ‘The Securitization of Migration: A Racial Discourse’, International Migration, 43(5): s. 169. 
61 Köşer Akçapar, A.g.y., s. 571-573. 
62 Ovalı, A.g.y., s. 19 içinde Human Security Now, Human Security commission Report, New York, 2003, s. 4. 
63 Ovalı, A.g.y., s. 21 içinde Kanti Bajpai, Human Security: Concept and Measurement, s. 40. 
64 Gül Çatır, ‘Zorunlu Göç Tecrübesinin Devlet Politikalarındaki Yansıması: Bulgaristan’dan Türkiye’ye Kitlesel Göçün Analizi’, 
    S.Gülfer Ihlamur-Öner ve N.Aslı Şirin Öner (der.), Küreselleşme Çağında Göç, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 231. 
65 Bu aşamada insan ticareti ve insan kaçakçılığının birbirinden farklı durumları ifade ettiğini vurgulamak önem taşımaktadır.  İnsan kaçakçılığında göçmenler kendi iradeleri ile kaçakçılarla birlikte hareket etmekte iken; insan ticaretinde, ticarete konu  olan kişiler iradeleri dışında borç, tehdit vb. nedenlerle insan tacirlerinin iradeleri doğrultusunda hareket etmektedirler. 
66 Köşer Akçapar, A.g.y., s. 571. 
67 Başak Kale, ‘Nüfus Hareketleri ve Göç’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (der.), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014, s. 402’de 
Bill Jordan ve Franck Düvell, Irregular Migration: The Dilemmas of Transnational Mobility, Cheltenham: Edward Elgar, 2003. 
68 Emre Erşen, ‘Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Dünya Siyaseti’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (der.), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014, s. 55. 
69 Erşen, A.g.y., s. 55. 
70 Burhanettin Duran ve Nurullah Ardıç, ‘Arap Baharı’, Şaban Kardaş ve Ali Balcı (der.), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul, Küre Yayınları, 2014, s. 456. 
71 BMMYK, ‘Suriyeliler artan güvensizlik ve kötüleşen şartlardan kaçarken, Suriyeli mültecilerin toplam sayısı 3 milyona erişti’, Basın Bildirisi, 29 Ağustos 2014, http://www.unhcr.org.tr/?content=581 (Erişim Tarihi 3 Ekim 2014). 
72 Uluslararası Af Örgütü, ‘Dünya Suriye’nin Mülteci Krizi Karşısında Aciz Kalıyor’, Basın Açıklaması, 5 Aralık 2014, 
 http://amnesty.org.tr/icerik/2/1460/dunya-suriye (Erişim Tarihi 8 Aralık 2014). 
73 Türkiye’de Suriyeli Mülteciler-İstanbul Örneği Raporu, İstanbul, MAZLUMDER, Eylül 2013, s. 4-6. 
74 Suriye’den Türkiye’ye gelenlerin hem Suriyeliler hem Filistinliler olması; gelenlere ilişkin misafir, mülteci, sığınmacı gibi farklı kavramların kullanılması nedeniyle bu çalışmada ilgili kavramsal farklılığa sadece değinilmiş; ‘Türkiye’ye göç edenler’ gibi geniş bir ifade kullanılması tercih edilmiştir. 
75 UNHCR, Syria Regional Refugee Response, 18 Mart 2015, 
 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php (Erişim Tarihi 10 Mart 2015). 
76 Kamp Dışında Yaşayan Suriyeli Kadın Sığınmacılar Raporu, Ankara, MAZLUMDER, Mayıs 2014, s. 16-17. 
77 Serdar Korucu, Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra, İstanbul, Hayata Destek Derneği, 2013, s. 21. 
78 UNRWA, Syria Regional Crisis, Emergency Appeal - Regional Response 2015 
 http://www.unrwa.org/sites/default/files/syria_regional_crisis_emergency_appeal_2015_english.pdf’te   hem artan ilaç ihtiyacı hem de iç üretimin durmasının ilaç teminini zorlaştırdığı ifade edilmektedir. 
79 Hayatta Kalma Mücadelesi: Türkiye’deki Suriye’den Gelen Mülteciler, Uluslararası Af Örgütü, Kasım 2014, 
 http://amnesty.org.tr/uploads/Docs/hayatta-kalma-mucadelesi-turkiye'deki-suriye'den-gelen-multeciler720.pdf 
(Erişim Tarihi 10 Mart 2015) raporunda Türkiye’ye giriş izni verilmeyen kişilerden bahsedilerek geçiş sırasında güvenlik güçleri tarafından vurularak iki gözünü de kaybeden 14 yaşındaki Ali Özdemir’in durumuna geniş yer verilmiştir. 
80 Uluslararası Af Örgütü, A.g.y., s. 12-13. 
81 Geçici Koruma Yönetmeliği, Resmi Gazete, 22 Ekim 2014, Sayı 29153, Karar Sayısı: 2014/6883, 
     http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/10/20141022-15-1.pdf. 
82 Eleştiriler, geçici koruma statüsünün kişiler bakımından sorun çözücü nitelikte olmayışı, ancak bir geçiş statüsü olarak kullanılması gerektiği anlayışından kaynaklanmakla birlikte, bununla ilgili tartışmaya bu çalışma çerçevesinde yer verilmeyecektir. 
83 Oytun Orhan ve Sabiha Senyücel Gündoğar, Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri, Ankara, TESEV & ORSAM, Ocak 2015, s. 8-9. 
84 TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, ‘Barınma Merkezlerinde Son Durum’, 13 Mart 2015, 
     https://www.afad.gov.tr/tr/IcerikDetay1.aspx?ID=16&IcerikID=848 (Erişim Tarihi 18 Mart 2015). 
85 Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye: Sonu Gelmeyen Misafirlik Raporu, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) & Brookings  Enstitüsü, Kasım 2013, s. 43. 
86 Orhan ve Senyücel Gündoğar, A.g.y., s. 9. 
87 Reyhanlı saldırısı hakkında detaylı bilgi için bkz. Oytun Orhan, ‘Reyhanlı Saldırısı ve Türkiye’nin Suriye İkilemi’, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı 54, Haziran 2013, s. 10-16. 
88 MAZLUMDER, A.g.y., s. 40. 
89 MAZLUMDER, A.g.y., s. 41- 42. 
90 Uluslararası Af Örgütü, A.g.y., s. 25. 
91 Orhan ve Senyücel Gündoğar, A.g.y., s. 8. 
92 Uluslararası Af Örgütü, A.g.y., s. 25’te kişilerin belirli marketlerden kendi yiyeceklerini satın alabilmelerine olanak veren ve BM Dünya Gıda Programı tarafından uygulanan kupon programından yalnızca kamplarda kalan bireylerin yararlanabildiği ifade edilmektedir. 
93 09.09.2013 tarihli 59259163-010.06.02/12816 Sayılı Suriyeli Misafirlerin Sağlık ve Diğer Hizmetler Hk. Genelge, 2013/8, TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı. 
94 Uluslararası Af Örgütü, A.g.y., s. 33. 
95 Orhan ve Senyücel Gündoğar, A.g.y., s. 10. 
96 TC Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, ‘Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar:2013 Saha Araştırması Sonuçları’, 
https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/60-2013123015491-syrian-refugees-in-turkey-2013_baski_30.12.2013_tr.pdf   (10 Şubat 2015), s. 54. 


***

4 Nisan 2016 Pazartesi

Türkiye’nin Dış Politikası Bağlamında Ortadoğu’ya Yönelik Tutumları BÖLÜM 2



Türkiye’nin Dış Politikası Bağlamında Ortadoğu’ya Yönelik Tutumları BÖLÜM 2


AK Parti’nin özellikle ikinci iktidar döneminde önem kazanan kamuoyu-dış politika bağlantısı, sözü edilen bu demokratikleşmenin bir sonucu olarak algılanabilir. 

Son dönemde bu gelişmelerin Türkiye’nin dışarıdaki imajını da etkilediğini söylemek yanlış olmaz. Örneğin 1997’de toplumsal kabul düzeyi düşük ve demokratik bir beklentiden ziyade bürokratik-devletçi yapıyı temsil eden Süleyman Demirel, Türkiye’nin dış politikasının acı bir şekilde tenkit edildiği İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) zirvesinden erken ayrılmak zorunda 
kalmıştır. Daha sonraki yıllarda Süleyman Demirel’in temsil ettiği gelenek Türk siyasal yaşamında sahneden çekilmek zorunda kalmıştır. Oysa 2003 yılına gelindiğinde Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olarak aynı örgütün zirvesinde yaptığı konuşmada, insan hakları, demokrasi ve kadın hakları konusunda eleştirilerde bulunmasına rağmen herkes tarafından ayakta alkışlanmıştır 46. Benzer şekilde iktidarda olduğu yıllarda Necmettin Erbakan’ın gerçekleştirdiği ve çadırda ağırlandığı Libya ziyareti iç kamuoyunda kabul görmemiş ve çok ciddi tepkiler 
almıştı47. Bununla birlikte aynı ülkeye yaklaşık on yıl sonra yeni bir ziyaret gerçekleştiren Başbakan Erdoğan’ın bu ziyareti hem iç kamuoyu tarafından olumlu algılanmış hem de Kaddafi’nin üst düzey ve oldukça sıcak ağırlamasına sahne olmuştu48. Bu durum bir yandan değişen iç dinamiklerin etkisini bir yandan da bunun dış kamuoyları tarafından algılanma biçiminin önemi hakkında ipucu verir mahiyettedir. 

Bu bağlamda bölge ülkelerinde yapılan bir araştırma Türkiye’nin değişen politikalarının bölgede fark edildiğini ortaya koymaktadır. Türkiye’nin bölgede sürmekte olan sorunlarda üstlendiği arabuluculuk rolü ve Arap dünyasında daha aktif bir rol oynamasına yönelik desteğin oldukça yüksek olduğu da görülmektedir. Ayrıca çalışma katılımcılarının dörtte üçünden fazlasının Türkiye’nin Arap dünyasında barışın sağlanması yönünde olumlu bir katkısı olacağına inanmakta ve bu noktada Türkiye’nin bölgeye olan yakınlığını bir avantaj olarak algıladıklarını ortaya koymaktadır49. Türkiye’nin imajının olumlu hale gelmesinde 1 Mart tezkeresinin reddi, Türkiye-AB ilişkilerindeki gelişmeler, Türkiye’nin Gazze saldırıları sırasında gösterdiği tepki ve 

46 Kemal Kirişçi, “Türkiye Daima Kendisini AB’ye Yakınlaştıracak Politikalar İzlemelidir”, Mülakatlarla Türk Dış Politikası Cilt I, Habibe Özdal et al. (der.), (Ankara: USAK Yayınları, 2009), s. 5. 

47İlgili bazı haber ve yorumlar için bkz. “ Refah-Doğru Yol Koalisyonunun Sonu Göründü ”, 

http://www.turkiye.net/mbinay/news/analiz14.htm, (Erişim Tarihi, 18.10.2010); “Kaddafi Bunadı mı?”, 

http://www.tumgazeteler.com/?a=231890, (Erişim Tarihi, 18.10.2010); “Çok Taraflı İlişikler”, 

http://www.turksam.org/tr/yazdir1483.html, (Erişim Tarihi, 18.10.2010). 

48 Bkz. 25 Kasım 2009 tarihli ulusal gazeteler. 

49 Mensur Akgün, “TESEV’in Önsözü”, Arap Dünyasında Türkiye Algısı, Dış Politikası Serisi 11, (İstanbul: TESEV Yayınları, 2010), s. 5; Bu araştırma Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan ve Suriye’de yapılmıştır. 



Davos olayı ile Türkiye’nin demokratik, istikrarlı, barışçıl, refah düzeyi yüksek ve sorunlarını kendi kendine çözme kapasitesine sahip bir Ortadoğu vizyonunu temsil etmesi gibi etkenler önemli rol oynamıştır50. 

Dış politika-iç politika ilişkisi ve bu ilişkinin şekillenmesinde kamuoyunun rolünü daha iyi anlamak için Türkiye’nin modernleşme sürecini büyük ölçüde tamamlamış, demokrasisini pekiştirme yolunda önemli adımlar atmış ve liberal bir ekonomiye sahip bir ülke olduğunu ve bu unsurların Türkiye’nin dış politika tercihlerini şekillendirdiğini unutmamak gerekir51. Bu özelliklere sahip demokratik ve ekonomik yapıda dış politika çok farklı çevrelerin bir biri ile etkileşimi neticesinde ortaya çıkacağından, çok daha büyük bir meşruluk tabanına sahip olacaktır 52. Bir ülkenin kendi içerisindeki dinamikler değiştikçe dış politikasının da bu yönde evrileceği söylenebilir53. Kirişçi, AKP’nin dış politikasının aslında Türk toplumu tarafından talep edilen Türkiye’nin ekonomisini liberalleştirme ve demokrasisini çoğulculaştırma çabaları ileuyumluluk gösterdiğini söylemektedir54. Bazı uzmanlara göre Türkiye iç politikasındaki dönüşümü gerçekleştirdiğinde ve halkın talepleri siyasal düzleme yansıdığında, Türkiye kendi potansiyelini bulmuş ve dış politikada çevre ülke konumundan merkez ülke konumuna evrilmeye başlamıştır. Bu da beraberinde Davutoğlu’nun tanımladığı şekliyle çok kulvarlı, komşularıyla sıfır problemli, ritmik diplomasinin önünü açmıştır55. 

Ortadoğu ülkeleri ile Türkiye arasında işbirliğinin mümkün veya olması gereken bir hedef olarak görülebilmesi ve kamuoyunun buna açık destek vermesi bu hedefe yönelik bir psikolojinin ortaya çıkmasına bağlıdır56. Fakat bu kamuoyu desteğinin ve beklentilerinin yeteri kadar karar alıcıların kararlarını etkilediğini söylemek de doğru olmayacaktır. Bu yönüyle Türk dış politikasında en önemli eksiklerden biri, dış politikanın oluşturulması sırasında tüm kesimlerin katılımcı olmaması durumudur. 


50 Meliha Benli Altunışık, Arap Dünyasında Türkiye Algısı, Dış Politikası Serisi 11, (İstanbul: TESEV Yayınları, 2010), s. 10. 

51 Arap dünyasından bazı yorumcular Türkiye’nin şu andaki tutumunu demokratik bir düzene sahip olduğu için sergileyebildiğini belirtmişler, bu durumun Türkiye’nin diğer Arap rejimleri ile arasındaki farkları vurguladığının 
altını çizmişlerdir. Altunışık, Ibid., s. 12. 

52 Kirişçi, “Türkiye Daima …”, s. 6. 

53 Ibid., s. 9. 

54 Ibid., s. 17. 

55 İlhan Uzgel, “Türk Dış Politikasında Bölgesel Güç İllüzyonu”, Yeni Dönem Türk Dış Politikası Uluslararası IV. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Osman Bahadır Dinçer et. al. (der.), (Ankara: Cantekin Mat., 2010), s. 
63. 

56 Ayman, “Türk Dış Politika…”, s. 10. 


Eskiden Türk dış politikasında hükümet ikinci bürokrasi birinci planda yer almaktaydı. Şimdilerde ise bürokrasi ile hükümet eşit düzeyde bulunmakta ama hala sivil toplum bu sürecin içinde yeteri kadar yer alamamaktadır. Dolayısı ile Türk dış politikasının daha az katılımcı olduğu söylenmektedir57. Daha iyimser gözlemcilere göre58 ise Türkiye’de dış politika artık siyasetçilerin ve diplomatların tekelinde olmaktan çıkıp, bazı ekonomik ve sivil toplum örgütleri tarafından tabandan belirlenmektedir. Bir başka deyişle ekonomi, Türk dış 
politikasının yeni belirleyeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak “dış politika ve iç politika arasındaki ayrım giderek bulanıklaşmakta” 59 ve Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politika tercihleri bir yandan AKP’nin kamuoyunun eğilimlerini dikkate almasını gerektiren seçim stratejileri, bir yandan da muhafazakâr ve/veya İslamcı ideolojilerinin çift yönlü 
baskısı altında şekillenmektedir. 

Sonuç olarak, Türk dış politikasında yaşanan yeni hareketliliği daha iyi anlamak için kamuoyunun eğilimlerini ve yurttaşların dış politika ve Ortadoğu’ya yönelik algılamalarını incelemek zaruri hale gelmektedir. Cumhuriyet üniversitesi öğrencilerine uygulanan anket çalışması dış politika-iç politika ilişkisini anlamak ve kamuoyunun eğilimlerinin dış politikaya ne denli yön verdiğini tespit etmek açısından çok önemli ipuçları vermektedir. 

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN DIŞ POLİTİKA ALGISI 

Bu çalışmada ulaşılacak sonuçlar kamuoyunun tümüne genellenebilir nitelikte olmayacaktır; çünkü anket kamuoyunu oluşturan bir alt gruba uygulanmıştır. Fakat üniversite çağındaki gençler AKP döneminde siyasal sosyalleşmesini tamamlamış veya bu süreci hâlihazırda yaşayan bir grup oldukları için, bu kesimin tutumlarının araştırılması, AKP dönemi dış politikalarının nasıl 
algılandığı, bunların kabul görüp görmediği ve gençlerin politika tercihlerinin farklılık düzeyleri gibi konuların aydınlatılması açısından önem taşımaktadır. Ayrıca üniversite öğrencilerinin Türk Dış Politikasında 2000’li yıllardan sonra görülen hareketliliği nasıl değerlendirdiklerini araştırmak, toplumun eğitimli ve genç kesiminin hükümetin dış politikasına destek verip vermediğini ortaya koyacağından hükümet açısından kayda değer bir bulgu olacaktır. Genel olarak 18-24 yaş dilimini oluşturan gençler, büyük ölçüde yeni dış politika hareketliliği 
döneminde siyasal sosyalleşmesini tamamlamış seçmen kitlesini oluşturdukları için, söz konusu kesimin dış politika ve Ortadoğu’ya yönelik stratejileri ile ilgili algılarını tespit etmek, toplumun tümünde AKP politikaları hakkında ortaya çıkan olumlu ve olumsuz tepkilere ışık tutacaktır. 

57 Beril Dedeoğlu, “Türkiye’nin Türk Dünyası ile İlişki Kurması Rusya’ya Rağmen Olamaz”, Mülakatlarla Türk Dış Politikası Cilt I, Habibe Özdal et.al. (der.), (Ankara: USAK Yayınları, 2009), s. 79, 80. 

58 Öniş, “Multiple Faces…”, s. 12, 13. 

59 Ibid., s. 19. 

Son olarak, 2011 yılı başında Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan halk hareketlerinde eğitimli ve genç kesimin liderlik rolü oynadığı hatırlanacak olursa, bu kesimin tutumlarının anlaşılmasının dış politikanın geleceğine yön verilmesi ve bu politikaların kabulü yönünde taşıdığı önem daha iyi anlaşılabilir. 

Metot ve Örneklem 

Gençlerin dış politika algılarını ve Ortadoğu’ya yönelik olarak yaşanan hareket lilik hakkındaki tutumlarını ölçmek için Cumhuriyet Üniversitesi öğrencileri ile bir anket çalışması yapıldı. Anketin hızlı ve etkin bir şekilde tamamlanması için soruların tamamı proje kapsamında oluşturulan bir yazılım ile bilgisayar ortamına aktarıldı.  Bilgisayarlı anket uygulaması Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Bilgisayar laboratuarlarında gerçekleştirildi. Ankete İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinin farklı bölümlerinden ve diğer fakültelerden toplam 800 öğrenci katıldı. Öğrenciler seçilirken elverişlilik yöntemine göre bir örneklem oluşturuldu. Örneklem oluşturulurken öğrencilerin üniversitenin farklı fakültelerinden seçilmesine özen gösterildi. Kullanılan bilgisayarlı anket uygulaması, yüksek bir tamamlama yüzdesi elde edilmesini kolaylaştırırken ekrana tek tek gelen sorular katılımcıların sıkılmadan 
sorulara cevap vermesini mümkün kıldı. Elde edilen örneklem elverişlilik yöntemine göre oluşturulsa da cinsiyet, fakülte ve sosyo-ekonomik durum ölçütlerine göre temsil niteliği yüksek bir örneklem elde edildiği söylenebilir. Temsil gücü yüksek bir örneklem elde edilmesinde, Cumhuriyet Üniversitesi’nin bulunduğu şehrin konumu sebebiyle Türkiye’nin her tarafından, farklı gruplara mensup öğrencilerin tercih ettiği bir eğitim kurumu olması etkili oldu. Tablo 1–4, ankete katılanların cinsiyet, çalışma alanı, üniversite tecrübesi ve sosyo-ekonomik statüye göre dağılımını ortaya koymaktadır. 

Tablo 1: Ankete katılanların cinsiyete göre dağılımı 


Tablo 2’de görüldüğü gibi ankete katılanların % 42’si (338 katılımcı) üniversiteye yeni başlamış öğrencilerdir. Bu oran yüksek gibi görünse de üniversitelerde 1. sınıf öğrencilerinin genellikle en kalabalık grubu oluşturdukları üst sınıflarda öğrenci yoğunluğunun azaldığı bilinmektedir. Ayrıca daha üst sınıflar ankete katılanların % 58’ini teşkil etmektedir. Tablo 2’ye bakılarak üniversite tecrübesi açısından iyi bir örneklem elde edildiği söylenebilir. Çalışma alanları dikkate alındığında, elverişlilik yöntemi kullanıldığı için anketin yapıldığı İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde % 65’lik katılım oranı ile üst düzeyde bir temsil olduğu ortaya çıkmıştır. Fakat bu fakülte içerisinde Kamu Yönetimi, İktisat, İşletme, Yönetim ve Bilişim gibi farklı bölümlerin varlığı;60 meslek yüksek okulları, tıp, mühendislik, eğitim, fen-edebiyat ve diğer alanlarda okuyan öğrencilerin örneklem içerisinde yer alması bu oransız temsil sorununu bir ölçüde çözmektedir. 

Tablo 3, ankete katılan öğrencilerin ailelerinin gelir düzeylerini ortaya koymaktadır. 

60 Öğrencilerin sınıfları, memleketleri ve bölümleri sorulduğunda kimlik tespiti mümkün olacağından, ankette bölüm sorulmamış ve sadece fakülte bilgisi ile yetinilmiştir. Katılanların rahatça cevap verebilmesi için bu yöntem takip 
edilmiş ve bu durum katılımcıları izah edilmiştir. 


Tablo 3: Ailenin Aylık Gelirine Göre Sosyo-Ekonomik Statü 

Tablo 3’te görüldüğü gibi katılımcıların sosyo-ekonomik statüsü dikkate alındığında temsil gücü yüksek bir örneklem oluştuğu görülmektedir. Gelir seviyesini öğrenmek için sorulan soruya göre sosyo-ekonomik statü 5 seviyeye ayrılmıştır. Buna göre katılımcıların % 26’sı (207 öğrenci) alt gelir grubundan gelirken, % 21’i alt-orta (168 katılımcı), % 25’i orta (201 katılımcı), ve % 14,5’i ise üst-orta (116 katılımcı) gelir seviyesinden gelmektedir. Son olarak katılımcıların % 13,5’inin (108) aileleri üst gelir seviyesinde bulunmaktadır. 

Son olarak Tablo 4’te katılımcıların bölgelere göre dağılımı verilmiştir. 

Tablo 4: Katılımcıların Coğrafi Bölgelere Göre Dağılımı 

Coğrafi Bölge Sayı Oran 
Doğu Anadolu Bölgesi 91 11 
Güneydoğu Anadolu Bölgesi 27 3 
İç Anadolu Bölgesi 120 15 
Akdeniz Bölgesi 85 11 
Karadeniz Bölgesi 168 21 
Marmara Bölgesi 46 6 
Ege Bölgesi 27 3 
Sivas 236 30 

Tablo 4’te görüldüğü gibi katılımcılar Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelmiştir. Ankette sorduğumuz soru katılımcıların nereli olduğu şeklindeydi. Bu soruya verilen cevaplara göre 75 farklı ilden katılımcının ankete katıldığı gözlenmiştir. Şaşırtıcı olmamakla birlikte bölge toplamlarını verdiğimiz yukarıdaki tabloya göre en fazla katılım, anketin yapıldığı yer olan Sivas’ta (% 30) olmuştur. En fazla katılımın % 21’lik oranla Karadeniz bölgesinde ve hemen ardından Sivas dışında kalan İç Anadolu bölgesinde (% 15) olduğu görülmektedir. Güneydoğu ve Ege bölgelerinden katlımın % 3 gibi biraz daha düşük bir seviyede olduğu gözlenmektedir. Genel olarak katılımcıların coğrafi esasa göre genelleme yapmayı olanaklı kılacak şekilde dağıldığını söylemek abartılı olmaz. Yukarıdaki dört tablo dikkate alındığında, anketimizin temsil gücü yüksek bir örneklem ile yapıldığı ve Türkiye’de üniversite gençliğinin dış politika algıları hakkında genelleme yapabilme imkânı verdiği söylenebilir. 

Üniversite Gençliğinin Dış Politikaya Yönelik Tutum ve Algıları 


Anketimizde yer alan sorulardan bir kısmı mevcut hükümetin dış politikasına yönelik genel tutumlar ve bu konuda hükümete verilen desteği anlamaya yönelikti. Bu amaçla iki soru sorduk. 

İlk soru şu şekildeydi: 

Mevcut hükümetin dış politika stratejisi sizce doğru mu? 

1 ) Evet doğru 
2 ) Hayır, doğru değil 
3 ) Ne doğru ne yanlış 


Ankete katılan 800 kişiden 296’sı (% 37) mevcut hükümetin genel olarak dış politika stratejisinin doğru olduğunu düşünürken, 249 kişi (% 31) hükümetin doğru bir strateji izlemediği kanaatini taşımaktadır. Görüldüğü gibi, üniversite gençliği mevcut hükümetin dış politikasına koşulsuz bir destek vermemektedir. Daha ilginç olanı ise kararsızların sayısının bir hayli fazla olmasıdır. 

Katılımcıların % 32’lik bir oranı AKP hükümetinin izlediği dış politikanın ne doğru ne yanlış olduğu kanaatini taşımaktadır. Nötr bir tutuma sahip olanlar ile hükümetin dış politika stratejisini yanlış bulanlar birlikte değerlendirildiğinde eleştirel bir gençlik görüntüsü ortaya çıkmaktadır. Fakat sorduğumuz bir diğer soru, kararsızların son kertede mevcut hükümeti destekledikleri sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Ankete katılanlara ‘mevcut hükümetin dış politikası ülke çıkarlarına hizmet ediyor mu?’ şeklinde sorduğumuz soruya katılanların % 57’si mevcut hükümetin dış politikasının ülke çıkarlarına hizmet ettiğine ifade ederken, % 43 oranında hükümetin dış politikasının ülke çıkarlarına hizmet etmediğine inanmaktadır. 

Ankete katılanlara dış politika söz konusu olduğunda kendilerini Avrupalı, global yurttaş, Ortadoğulu ve hem Avrupalı hem Ortadoğulu kimliklerinden hangisine yakın hissettiklerini sorduk. 


Şekil 1: Uluslararası Kimlik Algısına Göre dış Politikaya Verilen Destek 

35 35 30 
0 20 40 60 80 100 
Avrupalı/Ortadoğulu 
Ortadoğulu 
Global YurttaşAvrupalı39 32 29 
38 28 34 
35 31 34 
Evet 
Hayır 


Ne Doğru Ne Yanlış 


Şekil 1, bu kimlikleri seçenlerin ‘Mevcut hükümetin dış politikasını doğru buluyor musunuz’ sorusuna verdikleri cevaplara göre yüzde dağılımlarını göstermektedir. Buna göre kendini Avrupalı hissedenlerin % 35’i mevcut politikayı doğru bulurken, aynı oranda katılımcı bu politikayı yanlış bulmakta ve % 30’luk bir oran ne doğru ne de yanlış bulmaktadır. Kendini Ortadoğulu olarak gören katılımcıların % 38’i mevcut politikayı doğru bulurken % 28’i yanlış bulmaktadır. Bu grupta yansız kalanların oranı ise % 34’ü bulmaktadır. Aynı oranlar kendini hem Avrupalı hem de Ortadoğulu veya global yurttaş olarak görenler arasında da benzer rakamlara ulaşmaktadır. Şekil 1’deki bulgular hükümetin dış politikasına verilen desteğin bireylerin uluslararası alandaki kimlik tanımlamaları ile bir ilgisi olmadığını ve kendilerini ister Ortadoğulu ister Avrupalı olarak görsün, katılımcıların dış politika uygulamaları hakkında benzer fikirlere sahip olduklarını göstermektedir. 

Dış politika ile ilgili tutumları daha iyi ortaya koyabilmek için ankete katılanlara Türk dış politikası ile ilgili bir dizi hedefe katılma derecelerini 5-katmanlı likert ölçeğine göre (tamamen katılıyorum 1, tamamen katılmıyorum 5) belirtmeleri istendi. Şekil 2’de kullanılan oranlar her hedefe tamamen katılıyorum veya katılıyorum şeklinde cevap verenler bir grupta, tamamen katılmıyorum veya katılmıyorum diyenler diğer grupta olmak üzere oluşturuldu. Kararsız olanlar ise yansız grubu oluşturdu. Şekil 2 belirtilen hedeflere katılan, katılmayan ve kararsız olan katılımcıların yüzdelerini göstermektedir. 

Şekil 2: Türkiye’nin Dış Politika Hedefleri Neler Olmalıdır? 


Dış politika önceliklerinin aksine dış politika hedefleri söz konusu olduğunda Türkiye’nin Ortadoğu ve Balkanlarda liderlik rolü oynaması gerektiği ankete katılanların önemli bir kısmı tarafından vurgulanmaktadır. Örneğin, katılımcıların % 73’ü Türkiye’nin Ortadoğu’da lider ülke olması hedefine katılırken, bu oran Balkanlarda liderlik rolü için % 61 olarak ortaya çıkmaktadır. 
Türkiye İslam birliğinin lideri olmalıdır hedefine katılanların oranı % 54 iken, Türkiye’nin AB’ye üye olması gerekliliğine katılım oranı ise % 45 gibi bir düzeyde kalmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliği hedefine katılmama oranı ise oldukça yüksek bir düzeyde (% 29) kalmaktadır. Türkiye’nin Orta Asya ülkeleri ile birlik kurması hedefine katılma oranı % 57 olarak karşımıza çıkmaktadır. Şekil 2’deki veriler değerlendirildiğinde üniversite gençliğinin dış politika öncelikleri konusunda çok yönlü bir tutum takındığı ve Ortadoğu, Balkanlar, İslam dünyası ve Orta Asya ülkelerinde izlenecek dış politika hedeflerini AB üyeliğinin önüne koydukları görülmektedir. Burada özellikle Ortadoğu’da lider ülke olma hedefine katılma oranının % 73 gibi yüksek bir değere ulaşması, hükümetin Ortadoğu’yu önceleyen dış politika stratejilerinin gençler arasında da yankı bulduğunu göstermektedir. Bu noktada sorulması gereken soru bu tercihlerin ortaya çıkışında kimlik ve değerlerle ilgili tutumların bir rol oynayıp oynamadığıdır. 

Anketimizde kimlik ve dış politika tercihleri arasındaki ilişkiyi belirlemeye yönelik sorular da yer aldı. Katılımcılara ‘Türkiye’nin dış politikadaki kimliği tek kelime ile nasıl özetlenebilir’ şeklinde bir soru soruldu. Tablo 4 bu soruya verilen cevapların sayı ve yüzdesini vermektedir. 

Tablo 4: Türkiye’nin Dış Politikadaki Kimliği 

Tablo 4’e göre üniversite gençlerinin hemen hemen yarısı dış politikadaki ana kimliğinin ‘Türk’ olduğuna inanmaktadır. 800 katılımcıdan 374’ü (% 47) milli kimliği öne çıkarırken, dış politikada ana kimliği ‘Müslüman’ olarak tanımlayanların oranı ise % 22 gibi oldukça yüksek sayılabilecek bir noktaya ulaşmaktadır. Bu sonuçlar realist teorinin öngördüğü gibi dış politikada 
milli çıkar olgusunun daha önemli olduğunu ortaya koyarken genç ve eğitimli seçmen tutumları açısından ümmet olgusunun ikinci planda kaldığını göstermektedir. Türk dış politika kimliğini Batılı görenlerin oranı % 7, Ortadoğulu olarak değerlendirenlerin oranı % 9 ve Avrupalı olarak görenlerin oranı ise % 4 olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha ilginç olanı ise Türk dış politika kimliğini Osmanlı olarak değerlendirenlerin oranının (% 11), Batılı ve Avrupalı olarak görenlerin toplam oranına eşit olmasıdır. Ortadoğu söz konusu olduğunda üniversite gençlerinin küçük bir oranın Ortadoğulu olmayı temel bir dış politika kimliği olarak gördüğü ve Türk, Müslüman ve Osmanlı gibi kimliklere öncelik verdikleri görülmektedir. Bu sonuçlar, katılımcıların mevcut dış politikanın yönü ile ilgili algılarını ortaya koymak açısından önem taşımakla birlikte dış politikanın yönü hakkında bir fikir vermemektedir. Bir başka deyişle, dış politika kimliğinin ‘Türk’ olarak ifade edilmesi, dış politikada önceliğin Türk Dünyasına verilmesi anlamına gelmeyebilir. Anketimizde yer alan bir diğer soruda katılımcılara ‘Sizce, Türkiye’nin geleceği nerede’, şeklinde bir soru yönelttik. Bu soruyu Tablo 4’te bulguları sunulan dış politika kimliği sorusu ile birleştirerek bir çapraz tablo hazırladık. Tablo 5 bu iki soruya verilen cevapların özetini vermektedir. 

Tablo 5: Sizce Türkiye’nin Geleceği Nerede? 


Tablo 5’de oldukça ilginç sonuçlar yer almaktadır. Son sırada yer alan genel toplamalara bakıldığında, üniversite gençlerinin % 33’ü Türkiye’nin geleceğini AB'de, yine % 33’ü Türk Cumhuriyetlerinde görmektedir. Ortadoğu için aynı oran % 13, İslam dünyası için ise % 17 olmaktadır. Tablo 5’e göre dış politikada ülkenin taşıdığı kimlik algısı ile dış politikanın gelecekte yöneleceği bölgeler hakkındaki tutumlar birebir örtüşmemektedir. Örneğin, dış politika kimliğini Müslüman olarak algılayan katılımcıların % 27’lik bir oranı Türkiye’nin geleceğinin İslam dünyasında olduğuna inanırken, bu oran AB için daha yüksek bir orana ulaşmaktadır (% 28). Türk dış politika kimliğini Ortadoğulu olarak niteleyenlerin % 28’i geleceğin Ortadoğu’da, % 26’sı Avrupa’da, % 24’ü Türk Cumhuriyetleri nde ve % 21 İslam dünyasında olduğunu vurgulamaktadır. Benzer şekilde dış politika kimliğine Avrupalı diyenlerin % 26’sı Türkiye’nin geleceğinin Türk Cumhuriyetlerinde olduğuna inanmaktadır. En çok tercih edilen Türk kimliği dikkate alındığında, bu kimliği benimseyenlerin % 42’si dış politika geleceğinin Türk Cumhuriyetlerinde, % 35’i Avrupa’da ve sadece % 9’luk bir oranı Ortadoğu’da olduğuna inanmaktadır. 


Bu sonuçlara göre Türk dış politikasının temel kimliği ‘Türk’ olarak algılansa da öncelik Avrupa’ya ve Türk Cumhuriyetlerine verilmektedir. Bu sonuç, gençlerin dış politikada Türk dünyası ve AB'yi İslam dünyası ve Ortadoğu’ya göre öncelediği sonucunu doğurmaktadır. Görüldüğü gibi Ortadoğu, gençler arasında Türkiye’nin geleceğinin var olduğu bölge olarak görülmemektedir. Hükümetin Ortadoğu’da başlatmış olduğu dış politika hareketliliği ile bu algıların örtüştüğü söylenemez. Ayrıca, Türkiye’nin dış politikada algılanan kimliği ile katılımcıların dış politika hedefleri arasında birebir bir örtüşme olmadığı ve algılanan kimlik ne olursa olsun Ortadoğu bölgesinin gençlerin dünyasında bir dış politika önceliği olarak ikincil önemde olduğu görülmektedir. 

Bu noktada akla gelen soru, üniversite öğrencilerinin hükümetin dış politikasının yönü hakkında ne düşündükleridir. Katılımcıların Türk dış politikası ile ilgili olarak ‘olması gereken’ ile mevcut hükümetin temsil ettiği ‘olan’ hakkındaki tutumları da dış politika ve özellikle Ortadoğu ile ilgili eğilimlerini ortaya koymamız açısından önem taşımaktadır. Bu amaçla ‘sizce Türkiye’nin geleceği nerede?’ ve ‘sizce hükümetin dış politika önceliği hangi bölgede olmalı?’ sorularına verilen cevapları sütun grafikleri şeklinde özetledik. 


Şekil 3: Bireysel Tercihler ve Hükümetin Dış Politikada Yönelmesi Gereken Bölgeler Tercihler 

Ortadoğu AB İslam Dünyası Türk cumhuriyetleri Diğer Türkiye'nin Geleceği Nerede 

Hükümetin Dış Politika Önceliği Hangi Bölge Olmalı 


Şekil 3, ‘Sizce Hükümetin Dış Politika Önceliği Hangi Bölgede Olmalı’ ve ‘Türkiye’nin Geleceği Nerede’ sorularına verilen cevapların bütün katılımcılar içerisindeki yüzde oranlarını göstermektedir. Hükümetin dış politika önceliğinin Türk dünyası (% 35 oranı) olması gerektiğini söyleyenler ile Türkiye’nin geleceğinin bu bölgede olduğunu söyleyenlerin oranı (% 33) oldukça yakın dır. Benzer bir sonuç % 17 (gelecek) ve % 16 (öncelik) oranları ile İslam dünyası için de karşımıza çıkmaktadır. Burada asıl ilginç cevaplar AB ve Ortadoğu için verilmektedir. Katılımcıların % 13’lük bir oranı ülkenin geleceğini Ortadoğu bölgesinde görürken hükümetin öncelik vermesi gereken bölgeler bağlamında bu oran % 19’a ulaşmaktadır. Tersi bir durum AB söz konusu olduğunda karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin geleceğini AB’de görenlerin oranı % 33 iken, hükümetin bu bölgeye öncelik vermesi gerektiğini söyleyenlerin oranı % 27’de kalmaktadır. Bu sonuca göre, eğitimli gençlerin bireysel olarak AB’yi tercih etseler de hükümet in Ortadoğu’ya öncelik vermesi gerektiğini arzuladıkları söylenebilir. Fakat şunu unutmamak gerekir ki Türkiye’nin geleceğini Ortadoğu’da görenler (% 13) ve hükümetin bu bölgeye öncelik vermesi gerektiğini düşünenler (% 19), sırlamada AB ve Türk Cumhuriyetlerini tercih edenlerin ardından ancak üçüncü sırada yer almaktadır. Bu da Ortadoğu’nun gençlerin algılarına göre en öncelikli bölge olmadığını göstermektedir. Bu sonuçlara göre üniversite gençlerinin dış politika tercihleri ile hükümetin yeni dış politika hareketliliği arasında bir çelişki ya da uyum olduğu söylenebilir mi? Bu sorunun cevabını bulguları tartıştığımız sonuç bölümünde vermeye çalışacağız.  

SONUÇ 

Bu çalışmada kamuoyunun genç, eğitimli ve dinamik bir alt grubunu oluşturan üniversiteli gençlerin dış politika hakkındaki tutumları incelendi. 800 öğrenci üzerinde uygulanan ve temsil gücü yüksek sayılabilecek bir anket çalışması ile dış politika ve Ortadoğu’da hükümetin izlediği strateji hakkındaki algılar ortaya kondu. 

Türk dış politikası 2000’li yıllarda değişen uluslararası sistem içinde yeni bir yön kazandı. AKP döneminde dört tarafı düşmanlarla çevrili ülke retoriğinden uzaklaşılarak aktif, çok yönlü ve komşularla sıfır problemli bir dış politika stratejisi uygulanmaya başlandı. AKP’nin ikinci döneminde hız kazanan dış politika hareketliliğin en önemli alanlarından biri Ortadoğu oldu. Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak güvenlik kaygısı ile yönünü Batı’ya çeviren ve daha sonraları AB üyesi olmayı hedefleyen Türkiye’nin yeni yönü kimilerince bir eksen kayması veya Türk dış politikasının ‘Ortadoğululaşması’ olarak adlandırıldı. Bu eleştirilere karşı hükümet yetkilileri böylesine bir kayma ve yön değişikliği olmadığı, Türkiye’nin çok yönlü ve aktif bir dış politika izlediğini söylediler. Gerek dış politikada yaşanan hareketlilik gerekse bu konudaki tartışmalar kamuoyunun önemli gündem maddelerinden birini oluşturdu. Özellikle Davos krizi ve 
Mavi Marmara’ya yapılan saldırı, dış politika-iç politika ilişkisinin önem kazandığını ve siyasal partilerin dış politika alanını içerde seçmen tercihlerini etkileyebilecek bir araç olarak gördüğünü ortaya koydu. Bu, aslında dış politikada ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ ilkesi ile özetlenen ve Batı merkezli dış politikaya karşı geliştirilen yeni stratejiler arasındaki çatışmanın doğal bir sonucu olarak okunabilir. Dış politikada oluşan bu fay hattı, yurttaş tercihlerini dış politikanın izleyici bir öğesi olmanın ötesinde belirleyici bir dinamiği haline getiren ve dış politikanın demokratikleşmesi olarak adlandırılan bir duruma yol açtı. 

Anket sonuçları seçmenin en genç ve dinamik kesimini oluşturan üniversiteli gençlerin dış politika ile ilgili olarak eleştirel ve çok yönlü tutumlara sahip olduğunu ortaya koydu. Gençlerin % 37’si mevcut hükümetin dış politika stratejisini doğru bulurken, % 31’lik bir oran bu stratejiyi yanlış bulduğunu ifade etti. Fakat bu eleştirel tona rağmen % 57’lik bir oran hükümetin dış politika stratejisinin ülkenin faydasına olduğunu belirtti. Çalışmada Türkiye’nin dış politika’daki kimliğini ‘Türk’ olarak niteleyenlerin oranı da % 47 olarak belirlenirken elde edilen verilere göre katılımcıların dış politikada Türkiye’nin kimliği ile ilgili olarak sahip oldukları algılar ve hükümetin dış politika stratejilerine verilen destek arasında bir ilişki olmadığı ortaya çıktı. Özellikle dış politikanın Ortadoğulaştığı ve AKP’nin bu yönde bir taban bulduğu eleştirilerinin aksine Ortadoğu ve İslam dünyası ile ilgili öncelik belirten tutumların veya kimlik algılarının çok önemli olmadığı görüldü. 

Anketin sonuçlarına göre gençlerin önemli bir kesimi Türkiye’nin geleceğini AB ve Türk Cumhuriyetlerinde görürken (toplamda % 66’lık bir oran), geleceği Ortadoğu’da görenlerin oranı % 13 olarak ortaya çıktı. Türkiye’nin geleceğinin İslam dünyasında olduğunu düşünenlerin oranı (% 17) da dikkate alındığında, bazı uzmanların ve kesimlerin ileri sürdüğü dış politikada eksen kayması, Ortadoğulaşma eleştirisinin eğitimli gençlerin tutumları düzeyinde geçerli olmadığı görülmektedir. Aslında anket sonuçlarına göre üniversiteli gençlerin Türk dış politikasında farklı alternatiflere açık olduğu ve değişik bölgelere yönelik dış politika tercihlerine taraftar olduğu ve genel olarak hükümetin stratejilerine destek verdiği söylenebilir. Bu desteğin koşullu olduğu ve gençlerin dış politikada ‘Türk’ kimliğini esas aldıkları, AB ve Türk Dünyasını önceledikleri, fakat İslam dünyası ve Ortadoğu’da da aktif bir dış politika izlenmesini arzuladıkları sonucuna ulaşılabilir. 

Son olarak, anket sonuçlarına göre gençlerin dış politika hedefleri bağlamında ortaya koydukları tutumlar ile hükümetin izlemesi gereken dış politika stratejileri ile ilgili tutumlarının genel olarak bir tutarlılık içinde oldukları sonucuna ulaşılabilir . Buna rağmen, bu bulgu yukarıda değinilen ve dış politikaya verilen destek, dış politika hedefleri ve algıları ile ilgili sonuçlarla birlikte değerlendirildiğinde, eğitimli gençlerin koşulsuz bir destek içinde olmadıkları söylenebilir. Benzer eğilimlerin daha geniş bir kamuoyu için de geçerli olabileceği düşünüldüğünde, politika yapıcı ve uygulayıcıların stratejilerine yön verirken bunları dikkate alması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Demokratik sorumluluk ilkesi gereği, Ortadoğu veya başka bir bölgeye yönelik dış politikalar belirlenirken, kamuoyunun seçimlerde sahip olduğu gücü kullanabileceği; bu bağlamda hem kamuoyunun en aktif ve eğitimli kesimi olan üniversiteli 
gençlerin hem de daha geniş anlamda kamuoyunun tercih ve tutumlarının dikkate alınmasının rasyonel bir strateji olacağı rahatlıkla ileri sürülebilir. 


KAYNAKÇA 

Ahmet Sözen, “A Paradigm Shift in Turkish Foreign Policy: Transition and Challenges”, Turkish Studies, 1743-9663, Cilt:11, Sayı: 1, 2010, ss. 103-123. 

Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007”, Insight Turkey, Cilt: 10, Sayı:1, Ocak-Mart 2008, ss. 77-96. 

Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 38. Baskı, (İstanbul: Küre Yayınları, 2009). 

Armağan Kuloğlu, “Soğuk Savaş Döneminden Günümüze Ortadoğu’daki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, Türk Dış Politikası, III. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Sedat Laçiner et. al. (der.), (Ankara: Cantekin Mat., 2009). 

Beril Dedeoğlu, “Türkiye’nin Türk Dünyası ile İlişki Kurması Rusya’ya Rağmen Olamaz”, Mülakatlarla Türk Dış Politikası Cilt I, Habibe Özdal et. al. (der.), (Ankara: USAK Yayınları, 2009). 

Bülent, Aras, Ortadoğu ve Türkiye, (İstanbul: Q-Matris, 2003). 

Bülent Aras, “Davutoğlu Era in Turkish Foreign Policy”, SETA (Foundation for Political, Economic and Social Research), www.setav.org, (Erişim Tarihi, 08.22.2010). 

Bülent Aras and Aylin Gorener, “National Role Conceptions and Foreign Policy Orientation: The Ideational Bases of The Justice and Development Party's Foreign Policy Activism in The Middle East”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Cilt:12, Sayı:1, 2010 , s. 7392 


Çağrı Erhan, “Türkiye Ortadoğu’da ABD Ne İstediyse Yapmıştır”, Mülakatlarla Türk Dış Politikası Cilt I, Habibe Özdal et. al. (der.), (Ankara: USAK Yayınları, 2009). 

Ersel Aydınlı, “Bölgesel Güç Olmak ve Türk Dış Politikasında Yön Arayışları”, Yeni Dönem Türk Dış Politikası Uluslararası IV. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Osman Bahadır Dinçer et. al. (der.), (Ankara: Cantekin Mat., 2010). 

Eugene R. Wittkopf, Faces of Internationalism: Public Opinion and American Foreign Policy, (Durham, NC: Duke University Pres, 1990). 

Gamze Güngörmüş Kona, “Ortadoğu Siyasetini Belirleyen Üç Temel Aktör: Türkiye-ABD-Rusya Federasyonu”, Global Strateji, Cilt: 4, Sayı:14, 2008, ss. 81-91. 

Gülden Ayman, “Türk Dış Politika Seçkinlerinin Ortadoğu Algılamaları ve Irak Savaşı”, Akademik Orta Doğu, Cilt:1, Sayı:1, 2006, ss. 1-20. 

Halil Şimşek, “Johnson Mektubu ve Türk-Amerikan İlişkilerineEtkisi”, Yeni Dönem Türk Dış Politikası Uluslararası IV. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Osman Bahadır Dinçer et. al. (der.), (Ankara: Cantekin Mat., 2010). 

Hasan Bülent Kahraman, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi I, (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008). 

İlhan Uzgel, “Türk Dış Politikasında Bölgesel Güç İllüzyonu”, Yeni Dönem Türk Dış Politikası Uluslararası IV. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Osman Bahadır Dinçer et. al. (der.), (Ankara: Cantekin Mat., 2010). 

Irina Svistunova, “Irak Faktörünün Türkiye’nin Dış Politikasına Etkisi”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 2, Sayı: 19-20, 2010, ss. 87-92. 

James N. Rosenau, Public Opinion and Foreign Policy: An Operational Formulation,   (New York: Random House, 1961). 

John H. Aldrich, Christopher Gelpi, Peter Feaver, Jason Reifler, and Kristin Thompson Sharp, “Foreign Policy and the Electoral Connection”, Annual Review of Political Science, Cilt: 9, 2006, ss. 477-502. 

Kemal Kirişçi, “Türkiye Daima Kendisini AB’ye Yakınlaştıracak Politikalar İzlemelidir”, Mülakatlarla Türk Dış Politikası Cilt I, Habibe Özdal et. al. (der.), (Ankara: USAK Yayınları, 2009). 

Matthew A. Baum and Philip B.K. Potter “The Relationships Between Mass Media, Public Opinion, and Foreign Policy: Toward a Theoretical Synthesis”, Annual Review of Political Science, Cilt: 11, 2008, ss. 39-65. 

Mustafa Aydın: “Determinants of Turkish Foreign Policy: Historical Framework and Traditional Inputs”, Middle Eastern Studies, Cilt: 35, Sayı:4, 1999, ss. 152-186. 

Mehmet Seyfettin Erol, “11 Eylül Sonrası Türk Dış Politikasında Vizyon Arayışları ve ‘Dört Tarz-ı Siyaset’”, Gazi Akademik Bakış, Cilt: 1, Sayı:1, Kış 2007, ss. 33-55. 

Mehmet Şahin, “Türkiye’nin Orta Doğu Politikası: Süreklilik ve Değişim”, Akademik ORTA DOĞU, Cilt: 4, Sayı: 2, 2010, ss. 9-22. 

Meliha Benli Altunışık, Arap Dünyasında Türkiye Algısı, Dış Politikası Serisi 11, (İstanbul: TESEV Yayınları, 2010). 

Mensur Akgün, “TESEV’in Önsözü”, Arap Dünyasında Türkiye Algısı, Dış Politikası Serisi 11, (İstanbul: TESEV Yayınları, 2010). Nasuh Uslu, “Türkiye’nin Yeni Ortadoğu Yaklaşımı”, Bilig, Cilt: 52, Kış 2010, ss. 147-180. 
Ömer Kürkçüoğlu, “Çok Bir Dış Politika İzleyebilecek Birikim ve Maharet Dışişlerinde Var”, 

Mülakatlarla Türk Dış Politikası Cilt I, Habibe Özdal et. al. (der.), (Ankara: USAK Yayınları, 2009). Ole R. Holsti, Public Opinion and American Foreign Policy, (Ann Arbor: University of Michigan Press, 1996). 

Şaban Kardaş, “Turkey: Redrawing the Middle East Map Or Building Sandcastles?”, Middle East Policy, Cilt:17, Sayı:1, 2010, ss. 115-136. 

Tarık Oğuzlu, “Middle Easternization of Turkey's Foreign Policy: Does Turkey Dissociate from the West?”, Turkish Studies Cilt: 9, Sayı: 1, (2008), ss. 3-20. 
Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, 4. Baskı, (Bursa: 

MHM Yayınları, 2008). Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 8. Baskı, (Bursa: MKM Yayınları, 2009). Thomas Risse-Kappen, “Public Opinion, Domestic Structure and Foreign Policy in Liberal 

Democracies”, World Politics Cilt: 43, 1991, ss. 479–512. 

Ziya Öniş, “Multiple Faces Of The “New” Turkish Foreign Policy:Underlying Dynamics And A Critique”, Glodem Working Paper Series, 04/2010 Center for Globalization and Democratic Governance, Koç University. 

http://www.tumgazeteler.com/?a=231890, (Erişim Tarihi, 18.10.2010) 
http://www.turkiye.net/mbinay/news/analiz14.htm, (Erişim Tarihi, 18.10.2010) 
http://www.turksam.org/tr/yazdir1483.html, (Erişim Tarihi, 18.10.2010).s 


BU  BİLĞİLER USAK  ARAŞTIRMA MERKEZİ KAYNAGI

http://usak.org.tr/images_upload/files/uhp%2028%203-1.pdf


DOSYASINDAN  ALINMIŞTIR..İNTERNET ORTAMI  DIŞINDA  BİLĞİSAYARINIZA BU VERİYİ  İNDİRİP OKUYABİLİRSİNİZ..

****