Ayetullah Humeyni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayetullah Humeyni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2018 Pazar

Dünya Düzeni ve İran, BÖLÜM 2

Dünya Düzeni ve İran, BÖLÜM 2



  Ayetullah Humeyni, devrimin daha ilk günlerinden itibaren dış politika hedeflerinin Pan-İslamcılık ve üçüncü dünyanın devrimci hareketlerinin desteklenmesi yönünde oluşturulacağını açıkça ifade ederek başta ABD olmak üzere iki kutuplu dünyaya meydan okumaya başladı9. Devrim sonrası İran, uluslararası bir sorun konusu haline geldi. Bu sorun onun bölgesel düzeni yok ederek, uluslararası düzeni bozacağı endişesine odaklandı. İran Devrimi sonrası Tahran’ın ilk amacı kendi devrimci modelini başka ülkelere ihraç etmekti ve 
bu en çok Arap dünyasındaki küçük ve geleneksel devletleri rahatsız etti. Bu durum, İran'ın dış politikasına da yansıdı. Dış politikada farklı şekillerde güvenlik stratejileri belirlemeye başladı. 

Batıya karşı farklı ülkelerle işbirliği içerisine girilmesi, İran’ın dünyayla entegrasyonu konusunda bir takım sorunlar çıkardı ve İran’ın dış politikasında agresifleşmesine neden oldu. Yapılan devrim, revizyonist bir yaklaşımdan statükocu bir yaklaşıma kaydı. Orta Doğu devletlerinin İran karşısında güvenlik garantileri ABD oldu. İran’ın ABD gibi çok üstün bir konvansiyonel güç karşısında başvurabileceği iki yöntem vardı; konvansiyonel silah menzilinin altında kalan “terörizm” ve üstünde kalan “nükleer silahlar”. Böylece başlayan İran’ın nükleer 
planları, önce İsrail’i sonra Körfez ülkelerini rahatsız etti. Tahran, Orta Doğu’nun ABD ve onun vekil devletleri tarafından yönetildiğini düşünmekte ve bu haksız bölgesel düzeni değiştirmeye çalışmaktadır. Daha da geniş ölçekte İran, Çin gibi küresel düzende daha çok payı olduğunu düşünmektedir10. İran, bölgesel düzende küçük Körfez ülkeleri ile aynı masada oturmak yerine, kendine en büyük masada dünya güçleri ile oturacağı bir yer aramaktadır. Bu kapsamda, deniz gücünü Afrika ve Latin Amerika’ya yayma gayreti içindedir. 

 Gerek İran milliyetçiliği, gerekse Devrimci Şii İslam toprak peşinde değil etki ve statü peşindedir. Bunun tek istisnası İran'ı Birleşik Arap Emirlikleri ile giriştiği adalar sorunudur11. Gerçekte, Orta Doğu kaos içinde olsa da İran’a yönelik gerçek bir tehdit yoktur. İran’ın ne tarihsel bir düşmanı ne de etrafında topraklarında iddia sahibi olan bir ülke vardır. İran’a yönelik en büyük tehdit Orta Doğu’daki ABD askeri varlığıdır. Bu varlığın ana kaynağı ise Afganistan’da yoğunluk kazanan çevresinde konuşlanmış 35 bin kadar Amerikan askeridir12. 
İran, Çin ile aynı endişeleri taşımaktadır; bir yabancı gücün etrafında askeri üsler kurarak topraklarına angaje olması ve ülkesini karıştırması13. Buna karşılık İran’ın stratejisi dini lider Hamaney’in ifade ettiği gibi; “tehditlere karşı tehditle cevap vermek”tir. Nükleer seçeneği yanında uzayın kullanılması ile ilgili de hevesleri vardır. Nükleer programı bir saldırgan seçenek olmaktan ziyade rejim garantisi olarak görülmektedir. Öte yandan doğrudan çıkarı olmamakla beraber, pek çok bölgesel soruna karışmıştır. İran, kendisine danışılmadan hiçbir bölgesel sorunun çözülemeyeceği iddiasını tekrarlamaktadır14. Bununla beraber, Orta 
Doğu’daki devletler için İran genellikle olumsuz ve bozucu taraftadır ve “tehdit” olarak görülmektedir. İran’ın düşünce ve istekleri diğerlerinde kaygı ve endişe yaratmaktadır. İran’ın çıkarları ve söylemleri, bölge için bir güvensizlik kaynağı olarak algılanmaktadır. Nihayetinde, İran’ın kendi çıkarları için bölgede kullandığı konvansiyonel olmayan yöntemler saygısızlık ve zorbalık olarak görülmektedir. İran’ın iddialı ve proaktif tutumu, diğerleri tarafından tarihsel olarak kibirli kültürüne dayandırılmaktadır. İran’ın algısına göre; IŞİD vb. terör örgütleri 
Batının İran’a karşı projesinin ürünüdür ve diğer Sünni ülkeler buna Suriye’de paravanlık etmiştir. Eğer İran, Suriye ve Irak’ta mücadele etmese idi, IŞİD kendi kapısına dayanacaktı. İran, Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmakta dır. 

İran Dış Politikası ve Şii İslam, 

 İslam Devrimi, her şeyden önce İran'ın dış politika felsefesini değiştirmiştir. Dış 
politikada İslamcılık faktörü daha önce bazı devletler tarafından kullanılsa da (örneğin, Pakistan, Suudi Arabistan gibi) İran örneğinde olduğu gibi resmi bir nitelik kazanmamıştır. Dış politikada ideolojik ve evrensel (ümmetin menfaatleri ve yeni bir İslami düzen) boyut artmıştır. İran, Orta Doğu'da statükocu ve muhafazakâr devletlerin başındayken, radikal-devrimci ülkelerin arasına katılmıştır. Genel olarak 1980'lerde İran'ın dış politikasına yön veren ilkelerden birisi dış politikanın ''İslamileşmesi'' ve devrim ihracıyla bölgeye yeni bir düzen 
verme isteğidir15. Bu çerçevede İran radikal Arap devletleriyle yakın işbirliğine girerken, Körfez’deki Arap monarşilerine ve ılımlı Arap devletleri blokuna karşı durmuştur. Türkiye ve Pakistan ile iç işlere karışmayan ve verimli bir ekonomik ilişki sürdürürken, ABD, İsrail ve Sovyetler Birliği’ne karşıt bir tutum sergilemiş tir 16. Devrimin başından beri devrimci Şii İslam, İran'ı başta (özellikle Şii nüfus barındıran) komşuları olmak üzere diğer bütün İslami hareketlere yardım etmeyi hedefledi. İran'ın mevcut bölgesel statükoya karşı koyduğu ve Batının gözünde bölgesel istikrarsızlığı teşvik eder gözüktüğü bu dönem Humeyni'nin ölümüne 
(ya da İran-Irak savaşının bitimine) kadar sürdü. Rafsancani dönemiyle birlikte ve özellikle Kuveyt krizi sırasında izlemeye başladığı yeni pragmatik politikayla dış politikadaki bu ideolojik tutum da yavaş yavaş azalmaya başladı17. Tahran dış politikasını dünyadaki ve bölgedeki gelişmelere, jeopolitik ve ekonomik durumunun gereklerine göre düzenlemek zorunda kaldı. 

   Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte İran'ın jeopolitik durumu değişmeye 
başlamıştır. Bu yeni stratejik ortam ilginç bir şekilde bir yandan İran'ı rahatlatırken, bir yandan da yeni endişelere sevk etmiştir. İki ezeli ve ciddi tehdit (Rusya ve Irak) bir süre için saf dışı kalmıştı ama yeni oluşan kuzey sınırlarındaki (Orta Asya Kafkasya) istikrarsızlık ve Körfez’de artan Amerikan askeri varlığı endişe kaynağı olmaya başlamıştır18. İran açısından Sovyetler 
Birliği de tehlikeliydi ama şimdi bölgedeki istikrarsızlıkla birlikte güvenlik tehdidi daha farklı boyutlar kazanmıştır. Hem bölgedeki İslami hareketler nedeniyle kamuoyunun (özellikle radikallerin) tepkisi arttırmıştı, hem de sınırları etrafındaki etnik ve dini çatışmalar İran gibi farklı etnik grupları barındıran bir devlet için tehdit oluşturmaktaydı. İlk öncelik bölgede istikrar olmalıydı. Bu nedenle İran bölgede statükocu bir politika izleyerek, mevcut hükümetleri 
desteklemiştir. İran'ı en çok rahatsız eden konu ise, tam da bu sebeplerle, Azerbaycan-Ermenistan çatışması (Karabağ sorunu) olmuştur. İran'ın bir diğer endişesi de, ABD'nin bölgeye iktisadi, siyasi ve askeri yollarla girmek istemesi dir.  İran'ın bu kaygısı özellikle Hazar'da çok belirgindir 19. İran, bu yeni stratejik çevreye uygun yeni politikalar geliştirmeye başlarken kendi bölgesel sınırlılıklarının farkında olmuştur. Bu ülkeleri yöneten elitlerin zihniyeti belliydi. Amerika'nın İran'a ve İran'la iş yapanlara olumsuz baktığı açıktı. İran 
Sünnilik-Şiilik çekişmesi ve tarihsel hafıza nedeniyle bu ülkelerdeki İslami muhalefetler tarafından bile model olarak görülmedi. Hiç kimse İran'ın bölgesel hegemonyasını istemiyordu. İran bütün bu nedenlerle daha çok ekonomik ve kültürel alanlarda bir şeyler yapmaya çalıştı. 
Bir yandan ilişkilerini geliştirmeye uğraşırken, diğer yandan uluslararası ve bölgesel örgütlere katılım ve ortak projeler yoluyla üzerindeki çekinceleri silmeye çalışmış, bu çabasında da başarılı olmuştur. 

   1990’lı yıllarla birlikte İran, çevre ve bölge siyasetini 3 temel esas üzerine kurmuştur: 
Hazar Siyaseti, Körfez Siyaseti ve Ortadoğu Siyaseti.  1993 yılından itibaren bir yandan ABD'nin İran'a yönelik 'çevreleme' siyasetinin başlaması ile birlikte, Rusya ve İran'ın dış politika çıkarlarının çakıştırmıştı20. İran, Hazar, Orta Asya ve Körfez siyasetinde öncelikle ekonomik gücünü artırma yoluna gitti. Rusya ile anlaşarak, İran ile Orta Asya arasında bir demiryolu hattı kurulmasını kararlaştır dı. Bu yolla Orta Asya pazarı İran üzerinden Körfez’e açılmış olacaktı. Aynı çerçevede İran, karayollarını da güçlendirdi. Afganistan’daki iç savaşın 
sürmesi, Pakistan ve Türkiye’nin Orta Asya’ya ulaşmasında İran’ı vazgeçilmez ülke haline getirdi. İran, Kazakistan ve Türkmenistan doğal gazı ile petrollerinin dünya pazarlarına ulaştırılmasında önemli bir konuma yükseldi. İran, Hazar’a ortak kıyısı olan Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan ile siyasi ve ekonomik işbirliğine zorunluydu. Ancak, Azerbaycan ile ilişkileri oldukça nazik bir noktada toplanmıştı. Ülkede % 30’u aşan Azeri ve Türk nüfus İran’ın en büyük korkusuydu. İran, Azerbaycan ile ne çok soğuk ne çok sıcak ilişkilere girmedi. Örtülü olarak Azerbaycan aleyhindeki her türlü girişimi destekledi. İran’ın 
Körfez siyasetinin temelinde, Körfez ülkelerinde önemli bir halk çoğunluğu olan Şiileri örgütlemek ve önce kuvvetli bir muhalefet hareketi, ardından da o ülkelerde iktidar yapmaktı. İran’ın Orta Doğu siyasetinin temelinde ise Suriye ile işbirliği vardı. Hizbullah ve İslami Cihad gibi örgütlerle Lübnan’da etkin bir faaliyet sürdüren İran, Suriye aracılığı ile Sovyetler Birliği, Yunanistan ve Çin’den de silahlanma ve stratejik işbirliği açısından önemli destek görüyordu. 
İran’ın Orta Asya, Kafkasya ve Hazar, Orta Doğu ve Körfez siyasetinde Rusya ile olan ortak yararları Suriye ile işbirliğini gerekli kılıyordu. 

    Öte yandan, devrim ile birlikte ülke içinde sosyal kurumlardan askeri kurumlara kadar pek çok alanın yeni anlayışa uygunlaştırması sürecinde ortaya çıkan sıkıntılar, 1980 yılından itibaren Batı ittifakının lideri ABD tarafından uygulanan izolasyon ve ambargo ve Irak’la süren sekiz yıllık savaşın ülkede yol açtığı tahrip, bir anda rejimi meşruiyet sağlama sıkıntısı ve ülkeyi dağılma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Kuveyt Savaşı sonrasında Irak'ın zayıf ve yalnız kalması İran'ın temel stratejik bakışını değiştirmiştir. Özellikle dıştan gelen ekonomik ve siyasi baskılar ve giderek bölgede artan baş düşmanı ABD varlığı, ülkenin dış politika stratejisinde değişikliğe ve yeni açılımlara gitmesine neden olmuştur. Bu bağlamda İran özellikle ABD ile ittifak içinde bulunan veya NATO varlığı bulunan ülkelerle ilişkilerini gözden geçirme durumuna gitmiştir. 

ABD'nin İran politikası, İsrail'e ve 1991'de başlayan Filistin Barış Sürecine 
endeksledi idi. Nitekim İran'ın barış sürecine muhalefeti arttıkça, Washington'un İran politikası da sertleşmiştir. İran, ABD’nin 2002’de açıkladığı Şeytan Ekseni’nin Kuzey Kore ve Irak ile birlikte diğer ülkesi idi. 2008’deki ekonomik kriz ABD’nin planlarını yeniden gözden geçirmesine neden oldu. Obama, İran’a karşı ‘havuç ve sopa’ politikası izlemeye başladı. Obama’nın danışmanlarından biri olan Zbigniew Brzezinski, Avrasya’ya açılmak için Washington-Tahran eksenini tavsiye ediyordu21. Obama’ya göre İran ile anlaşmanın iki safhası  vardı. Öncelikle ilişkilerin normalleşmesi yani İran’ın nükleer silah edinmekten vazgeçirilmesi ile başlayan süreç. Diğeri ise Tahran’a angaje olarak onu Orta Doğu’nun istikrar gücüne dönüştürmek22. Ancak, Donald Trump ile birlikte, İsrail’in hiç memnun olmadığı Obama politikaları tekrar eskiye dönme hatta daha da sertleşme sürecine girdi. 

Sonuç 

 Hem yüzyıllardır bağlı bulunduğu gelenekten, hem de Körfez’den Lübnan’a, hatta Pakistan’a kadar uzanan Şii nüfusun varlığından ötürü Tahran’ın Orta Doğu üzerindeki etkisi çok önemli ve büyüktür, öyle kalmaya da devam edecektir. Sahip bulunduğu rejim ise bu nesnel gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez. İran, her ne kadar bir İslam Devrimi gerçekleştirdiğini iddia etse de, Şia da olsa İslam’ı, Fars siyasetine vasıta kılmıştır. Halk genelinde mezhep taassubunu o derece güçlendirmiştir ki, Azeri de olsa diğer etnik temele dayanan insanlar bu Fars siyasetini idrak etmekten son derece uzaktır. Mezhep ve Molla hâkimiyeti devam ettiği sürece İran rejimi, din kaynaklı bir darbeye kesinlikle kapalıdır. Sadece ılımlılar ile sertlik yanlılarının iktidardaki nöbet değişimlerine şahit olunabilir. Zira, İranlılık kimliğinin dayandığı Fars ve molla kültürü bir anlık heyecan veya sosyal tepkinin değil, tarihsel temellere dayalı bir birikimin eseridir. İran rejiminin bilinen ve beklenenin aksine sadece etnik temele dayalı bir kargaşayla yıkılacağı kanaati pek de uzak bir ihtimal değildir. Bu da belki de çok yakın bir gelecekte muhtemel Azeri kimlik arayışı ile kendini gösterecektir. 

1979’da İran’da rejim değişikliği ile sonuçlanan İslam Devrimi, ülkenin iç ve dış 
politikası açısından önemli değişikliklere sebep olmuş ve komşu devletlerle olan ilişkilerini ve uluslararası sisteme bakış açısını derinden etkilemiştir. İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politika olarak benimsediği “Ne Doğu Ne Batı” stratejisi ve dünya İslam imparatorluğu kurmak için İslam Devrimi’ni ihraç stratejisi, diğer komşu devletlerin yanı sıra nüfusunun çoğunluğu Müslümanlardan oluşan ve Batı ittifakı içinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti ile olan ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Orta Doğu’daki savaşın mezhepçi Sünni ve Şii taraflarındaki 
devletlerin çoğu Vestfalya düzenini başta gelen düşmanları ilan etmişlerdir. Bir yanda erdem adına dünyada kendi düzenin kurmak için komplolar kuran şeytan güçler var23, diğer yanda kişisel korku ve hırslarla bu güçlerle örtülü işbirliği içinde ülkeleri ve çevrelerinde kara delikler, terör bataklıkları oluşturan otokrat devlet liderleri. Arap Baharı ile birlikte İslam’ın kolları, jeopolitik hedeflerin hizmetinde silahlandırılmış, siviller mezhep bağlarına dayanılarak imha için hedef alınmaktadır. Sonuç olarak, Afrika’dan Ortadoğu ve Afganistan’a kadar İslam  dünyasında yönetilemeyen, kara delikli bölgelerin arttığı kaos ortamında bir düzen sağlamak için dini referans almayan çağdaş bir vizyon gerekmektedir. 


DİPNOTLAR;

1 Kissinger, Henry, World Order, Dünya Düzeni, Çev.S.S. Gül, Boyner Yayınları, (İstanbul, 2016). 15. 
2 Abrahamian Edward, Modern İran Tarihi, (Çev: D.Şendil), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (2008), 12. 
3 Abrahamian, a.g.e., (2008), 44. 
4 Yılmaz, Sait & Alagöz, İsmail, CIA ve Ortadoğu, Kripto Yayınları, (Ankara, 2017), 87. 
5 Kissinger, a.g.e., (2016), 216. 
6 Chubin, Shahram, Is Iran a Military Threat?, Survival: Global Politics and Strategy, (2014), 56:2, 65-88, 
7 Keskin, Arif, İran Nasıl Yönetiliyor, http://www.turksam.org/tr/yazdir1310.html, (06 Haziran 2011). 
8 Rustemov, Rafig, İran’da İslam, Kimlik ve Dış Politika: Konstrüktivist Bir inceleme, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara, 2004), 38. 
9 Abrahamian, a.g.e., (2008), 87. 
10 Pilling, David, Asia Needs Stronger Regional Institutions, Financial Times, (24 October 2012). 
11 Yinanç Refet & Taşdemir Hakan, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçkin Yayıncılık, (Ankara, 2001), 156. 
12 Pincus, Walter, Hagel’s Verbal Assurances for Continued U.S. Presence in the Middle East Come with Action, Washington Post, (12 December 2001). 
13 Nasr, Vali, The Dispensable Nation: American Foreign Policy in Retreat, Doubleday, (New York: 2013), 218. 
14 Fulton, Will & Toumaj, Amir, Iran News Round Up October 1, 2013, American Enterprise Institute, 
     http://www.criticalthreats.org/iran-news-round/iran-news-roundoctober-1-2013. 
15 Yinanç ve Taşdemir, a.g.e., (2001), 147. 
16 İzetullah, İzzeti, İran ve Bölge Jeopolitiği, (Çev. H.Uygur), Küre Yayınları, (İstanbul, 2005), 130. 
17 Dağcı, Kenan & Sandıklı, Atilla, Satranç Tahtasında İran, Tasam Yayınları, (İstanbul, 2007), 30. 
18 İzetullah, a.g.e., (2005), 136. 
19 Keddie, Nikki, Neither East Nor West: Iran, the Soviet Union and the United States, ( Ed, M. J. Gasiorowski), Yale University Press, (London, 1990), 67. 
20 Keddie, a.g.e., (1990), 65. 
21 Symonds, Peter, Iran Nuclear Deal: US Prepares for New Wars, World Socialist Web Site, (April 06, 2015). 
22 Zakheim, Dov S., The Spin Zone: Don't Buy Obama's Hype on Iran, National Interest, (April 3, 2015). 
23 Robertson, Pat, The New World Order, World Publishing, (1992), 65. 

Kaynakça, 

ABRAHAMIAN, Edward, Modern İran Tarihi, (Çev: D.Şendil), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (2008). 
CHUBIN, Shahram, Is Iran a Military Threat?, Survival: Global Politics and Strategy, (2014), 56:2. 
DAĞCI, Kenan & Sandıklı, Atilla, Satranç Tahtasında İran, Tasam Yayınları, (İstanbul, 2007). 
FULTON, Will & Toumaj, Amir, Iran News Round Up October 1, 2013, American Enterprise Institute, 
         http://www.criticalthreats.org/iran-news-round/iran-news-roundoctober-1-2013. 
IZETULLAH, İzzeti, İran ve Bölge Jeopolitiği, (Çev. H.Uygur), Küre Yayınları, (İstanbul, 2005). 
KEDDIE, Nikki, Neither East Nor West: Iran, the Soviet Union and the United States, ( Ed, M. J. Gasiorowski), Yale University Press, (London, 1990). 
KESKİN, Arif, İran Nasıl Yönetiliyor, http://www.turksam.org/tr/yazdir1310.html, (06 Haziran 2011). 
KISSINGER, Henry, World Order, Dünya Düzeni, Çev.S.S. Gül, Boyner Yayınları, (İstanbul, 2016). 
NASR, Vali, The Dispensable Nation: American Foreign Policy in Retreat, Doubleday, (New York: 2013). 
PILLING, David, Asia Needs Stronger Regional Institutions, Financial Times, (24 October 2012). 
PINCUS, Walter, Hagel’s Verbal Assurances for Continued U.S. Presence in the Middle East Come with Action, Washington Post, (12 December 2001). 
ROBERTSON, Pat, The New World Order, World Publishing, (1992). 
RUSTEMOV, Rafig, İran’da İslam, Kimlik ve Dış Politika: Konstrüktivist Bir inceleme, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara, 2004). 
SYMONDS, Peter, Iran Nuclear Deal: US Prepares for New Wars, World Socialist Web Site, (April 06, 2015). 
YILMAZ, Sait & Alagöz, İsmail, CIA ve Ortadoğu, Kripto Yayınları, (Ankara, 2017). 
YINANÇ, Refet & Taşdemir Hakan, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçkin Yayıncılık, (Ankara, 2001). 
ZAKHEIM, Dov S., The Spin Zone: Don't Buy Obama's Hype on Iran, National Interest, (April 3, 2015). 

 

 ***

Dünya Düzeni ve İran, BÖLÜM 1

Dünya Düzeni ve İran.. BÖLÜM 1


Dünya Düzeni ve İran.. 
Prof.Dr.Sait Yılmaz 
17 Mart 2018 

 Giriş 

    Çağımız yeni bir dünya düzeni arayışı içindedir. Tam anlamıyla küresel bir “dünya düzeni” hiç olmadı. Günümüzde düzen olarak kabul edilen sistem, yaklaşık dört yüzyıl önce Batı Avrupa’da, Almanya’nın Vestfalya bölgesinde öteki kıtaların çoğu katılmadan gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlandı. Bu esnada dünyanın diğer ucu olan Çin’de imparator, insanlığın tamamına yayılan mutlak ve evrensel bir siyasi ve kültürel hiyerarşinin zirvesinde kendini görüyordu. Avrupa ile Çin arasındaki bölgenin büyük bölümünde ise, dünyayı birleştirip barışa kavuşturacak tek bir ilahi onaylı devlet yönetimi vizyonuyla, İslam’ın farklı evrensel dünya düzeni kavramı egemendi1. 7. yüzyıldan itibaren üç kıtaya yayılmaya başlayan İslam’ın evrensel düzen modeli, tüm dünyayı Peygamber Hz. Muhammed’in mesajıyla uyum içine sokulmuş üniter bir sistemde birleşene dek, inançsızların yaşadığı tüm bölgelere verilen ad ile “Darülharb”a yayılmayı hedefliyordu. Avrupa, kendi çok devletli düzenini kurarken, Osmanlı İmparatorluğu bunu bir düzen değil, batıya doğru yayılmak için istifade edilecek bir bölünme kaynağı sayıyordu. Bugün ise Avrupa kendi tasarladığı devlet sisteminden uzaklaşmaya ve ortak bir havuzda toplanmış egemenlik (Avrupa Birliği) kavramıyla onu aşmaya koyulmuştur. Ortadoğu’da ise Sünni-Şii ayırımının iki tarafındaki cihatçılar toplumları ayrıştırıp, devletleri parçalamakla meşguller. Devletlerin meşruiyetini reddeden küresel terör örgütleri halifelik peşindeler. 1979 yılında İran’daki devrimin ruhani lideri olarak ortaya çıkan Ayetullah Humeyni, ülkesinde demokratik bir yönetim için değil, tüm bölgesel düzene ve hatta modernitenin (çağdaş uygarlığın) kurumsal düzenlemelerine saldırı amacıyla hareket etmişti. Onun için Vestfalya ilkelerine dayalı uluslararası ilişkiler sahte bir temel üzerine oturmuştu çünkü uluslararası ilişkiler “ulusal çıkar” ilkelerine değil, “ruhani temeller”e dayanmalıydı. Bu makalede, İran’ın dünya düzeni içinde kendine yer arayışlarına  odaklanacağız.   

 İran Tarihi, 

    Pers Ülkesi, tarihin en eski dönemlerinden beri bir uygarlıklar kavşağı ve büyük medeniyetlerin en eskilerinden biri olmuştur. Bu konumu, onu Doğu ile Batı arasında önemli bir ticaret yolu ve Orta Doğu ile Asya arasındaki bağlantılardan biri durumuna getirmiştir. M.Ö. 3. binyılın başında, Elamlılar, başta İran Mezopotamya sınırındaki bugünkü Huzistan Ovası olmak üzere, bütün Güney İran'a yayılmış durumdadırlar. M.Ö. 13. yüzyılda Akad İmparatorluğu, Elam devletini kendi içinde eritir. Medya Krallığı ise yaklaşık M.Ö.500 
yıllarında Kuzey İran´da kurulmuş (günümüzde Hamadan) ve M.Ö.836 yılında batının güçlü devleti Asurlular tarafından işgal edilmiştir. Pers İmparatorluğu, M.Ö. 550- 330 arasında o zamana kadar insanlık tarihindeki en büyük imparatorluk haline gelmiştir. Ondan sonra gelen Partların, M.Ö. 230'larda kurduğu devlet Romalılar'ın Kapadokya'dan (Doğu Anadolu) öteye 
genişlemelerini önledi. Ama Sasaniler tarafından yıkıldılar. 

Sasani İmparatorluğu’nun son hükümdarı Şehinşah (Krallar kralı) III. Yezdigirt'in (632-651), erken Halifelik'le yani ilk İslam Devleti ile girdiği 14 senelik mücadeleyi kaybetmesiyle imparatorluk sona ermiştir. Sonrasında 
İran'da Türklerin kurduğu Selçuklu, Akkoyunlu ve Safevi Devletleri hüküm sürdü. Şah İsmail, Akkoyunluların içinde bulunduğu kargaşadan faydalanarak, gerek Akkoyunlu ve gerekse Karakoyunlulardan dağınık Türkmen zümrelerini bir araya getirmeyi başarmıştı. 
    Zend Hanedanlığını Kaçar Devleti izledi. Kaçar Hanedanlığı boyunca (1794-1925) başkent olarak günümüzde de başkent olan Tahran kullanılmıştır. 

 1908 yılında Büyük Britanya tarafından Kuzistan bölgesinde bulunan petrolün 
bulunmasından sonra İran’ın kaderi Rusya-İngiltere arasında 1907 yılında imzalanan, ‘Büyük Oyun’ diye de tanımlanan antlaşmaya bırakılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında İran her ne kadar tarafsız kalmış da olsa, Rusya ve Büyük Britanya tarafından işgal edilmiştir. Kaçar Hanedanlığı, köylü bir Fars ailesinin çocuğu olan ve Kazak Tugayı’nda subaylık yapmış Rıza Han tarafından 1925’te sonlandırılmıştır 2. Rıza Şah Pehlevi 1925-1941 yılları arasında iktidarda kalmıştır. 
Bu süreç içerisinde milliyetçi, anti-komünist, reformist ve seküler bir yönetim tarzı belirlemiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’yi Arap kültürüne dayalı ümmetçi çizgiden, Türk kültürüne dayalı milli bir çizgiye sokmak için bir dizi reformlar gerçekleştirirken; 1925 yılında İran Şahı Rıza Han da iç siyasetinde Atatürk’ü kendine örnek almıştı. Atatürk’ten farklı olarak laiklik ilkesini devlet idaresine sokamayan Rıza Han, Türkiye ile benzer reformları uygulamasına karşı 
çıkan mollalara baskı uygulayarak, pek çok yenilikler gerçekleştirdi. Atatürk’ün Türkiye’deki İslamcılarla mücadelesi gibi İran Şahı da mollalarla amansız bir çatışmaya girişti. Atatürk ile Rıza Han dönemi çok güzel komşuluk ilişkilerine ve işbirliğine sahne oldu. Atatürk, Sovyet yayılmacılığına karşı İran ve Afganistan’ı içine alan Sadabat Paktı’nı kurdu. Atatürk’ün ölümü ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra İran; Rusya, İngiltere ve Amerika’nın kontrolüne girdi. 1941 yılında Rıza Han sağlık sebepleri yüzünden tahtı oğlu Muhammed Rıza’ya bıraktı. 1946’da işgal kuvvetleri İran’dan ayrılınca Azerbaycan Türkleri özerklik taleplerini yenilediler ve Farsça dışında Türkçe’nin de resmi dil olarak kabulünü sağladılar. Azerilerin Rusya’nın nüfuzuna gireceğini iddia eden İngiltere ve Amerika, Şah’ı kışkırtarak Azerilerin özerkliğine son verdirdiler. Bu dönemle birlikte Azeri Türkleri de İran için, Türkiye ve Türk Birliği lehine önemli bir tehlike olarak ortaya çıktı. 

    Şah’ın II. Dünya Savaşı’nın ortasında devrilmesiyle yerine oğlu Muhammed Rıza Şah Pehlevi tahta çıktı. 1943 yılında Tahran Konferansı’nda müttefik ülkeler savaş sonrası için İran’ın bağımsızlığını Tahran Deklarasyonu ile garanti altına almışlarsa da, bu antlaşmaya rağmen Sovyetler, İran’ın kuzeybatısından çıkmak bir yana, bölgede sosyalist nitelikli iki özerk cumhuriyet kurdurarak etkinliğini pekiştirmiştir. Sovyetler Birliği, İran’dan 1946 yılında petrol yatakları işletmesine dair imtiyazlar elde ederek işgali sonlandırmış ama ABD’nin İran yanlısı açık tutumu üzerine bu imtiyazlar resmiyet kazanmamıştır. İran içinde birçok iktidar değişimi de meydana gelmiştir. Sadece 1951’e kadar olan dönemde tam altı Başbakan değişmiş ve bu tarihte Başbakanlık makamına gelen Musaddık’ın, arkasına komünist Tudeh Partisi ve Şii ulemayı da alarak İran petrolünü millileştirmesi bir krize neden olmuştur. Başarısız bir kaç darbe denemesinin üzerine 1953 yılında CIA tarafından organize edilmiş olan MI6 destekli “Ajax Operasyonu”, emekli General Fazlullah Zahidi’ nin Musaddık’ı devirmesine neden olmuştur. Darbe sonrasında Musaddık önce kaçtı sonra tutuklandı ve Şah’ın 25 yıl sürecek despot rejimi başladı. Bu dönemden itibaren İran, İslam Devrimi’ne kadar Şah’ın mutlak kontrolünde kalmıştır3. Sonraki dönemde Şah’ın geleceği de mollaların elinde kaldı. Şah’ın 1963 yılında modernizasyon planını açıklamasından sonra Ayetullah Humeyni dini muhalefetin lideri olarak ortaya çıktı. 1964’te sürgün edilene kadar İngilizler sürekli temasta oldu ve aylık 
maaş verdiler4. İran’dan sonra Irak’a yerleşti ve oradan da 1978’de Fransa’ya gönderildi. 

 İslam ve Dünya Düzeni,

 Ortadoğu’nun haşin coğrafyasından evrensel emelleri olan üç büyük din, peygamberler ve fatihler çıkmıştır. Dünya, Ortadoğu’dan gelen bölgesel ve küresel düzenin evrensel bir vizyon adına devrilmesi çağrısına alışmıştır. M.Ö. 6. yüzyılda İran platosunda ortaya çıkan Pers İmparatorluğu, Afrika, Asya ve Avrupa topluluklarını birleştirecek bir yönetim sistemi geliştirdi. M.S. 6. yüzyıl sonuna gelindiğinde Ortadoğu’nun büyük bölümüne iki imparatorluk hâkimdi; Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu) ve Zerdüşt Sasani Pers İmparatorluğu. 
Aralarındaki savaş ve veba salgını ikisini de tüketti ve İslam’ın zaferi için yolu açtı. Hz. Muhammed ve ona inananlar Arap Yarımadasında birlik sağladılar ve Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştlük yerine vahiy gelen vizyonu yaymaya koyuldular. Arap orduları yeni dini Afrika’nın Atlantik kıyılarına, İspanya’nın büyük bölümüne, orta Fransa’ya ve doğuda kuzey Hindistan’a kadar taşıdılar. Arap süvarileri, karşılaştıkları halklara aynı seçenekleri sunuyorlardı; din değiştirme, hamiliği kabul etme ya da fetih (savaş). Tüm insanlığı birleştirip 
barış getireceği inancıyla İslam aynı anda hem bir din, hem çok-uluslu bir devlet, hem de yeni bir dünya düzeniydi5. İslam’ın fethettiği ya da haraç ödeyen gayri Müslimler üzerinde egemenlik kurduğu yerler tek bir siyasi birim olarak görülürdü: “Darülislam (İslam’ın Evi)” yani barış alemi. Burası Peygamber’in dünyevi siyasi otoritesinin meşru ardılı olarak tanımlanan halifelik kurumuyla yönetilirdi. Bunun dışındaki topraklar “Darülharp” yani savaş alemiydi; İslam’ın misyonu bu bölgeleri kendi dünya düzeni içine almak ve böylece evrensel 
barışı sağlamaktı. Bu evrensel sistemi oluşturma stratejisi “cihat” olarak adlandırıldı ama cihat sadece savaş değildi. İnançlı kişiler, şartlara bağlı olarak, yüreği, elleri, ya da kılıcıyla cihat yapabilirdi. 

   Dördüncü halife olan Ali katledildiğinde Sünniler, temel görevlerini İslam’da düzenin yeniden kurulması olarak gördüler ve istikrarı yeniden kuran hizbi desteklediler. Şiiler ise yeni otoriteyi gayrimeşru ve gaspçı saydılar, direnirken ölen şehitleri önemsediler. Bu genel tutum yüzyıllardır etkisini sürdürmektedir. Osmanlılar, İslam halifeliklerinin ardılı olarak, siyasi misyonlarını evrensel kabul ediyordu. Sultanlar kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” ve “dünyayı koruyan evrensel hükümdar” olarak görüyorlardı. Osmanlı belgelerinde Avrupalı 
hükümdarlara Sultan’ın altında vezirine eşdeğer bir protokol kademesi verilirdi. İstanbul’da ikametine izin verilen elçiler ricacı statüsünde görülürdü. Bu elçilerle müzakere edilen anlaşmalar iki taraflı anlaşma değil, yüce gönüllü Sultan’ın bahşettiği ve gerektiğinde geri alınabilecek imtiyazlar olarak hazırlanırdı. Osmanlılar, İslam halifeliklerinin ardılı olarak, siyasi misyonlarını evrensel kabul ediyordu. Sultanlar kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” ve “dünyayı koruyan evrensel hükümdar” olarak görüyorlardı. Geçen yüzyıllar içinde 
Müslüman ve Müslüman olmayan toplumların etkileşimi birlikte yaşamayı öğretti, ticaret yakınlaştırdı ve birbirilerinin ittifaklarına katıldılar. Yine de iki bileşenli dünya düzeni kavramı İran’ın resmi devlet doktrinidir ve anayasasında yer alır. Cihat ise Lübnan, Suriye, Irak, Libya Yemen, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde bulunan radikal Sünni İslamcıların düsturudur ve IŞİD dâhil tüm dünyada aktif çeşitli terör gruplarının ideolojisidir. Bir zamanlar Hıristiyanlık ta fetih ve zorla din değiştirme yöntemlerine başvurmuştu ancak, haçlı seferi ruhu yatışmış ve dini buyruklar laik kavramlara dönüşmüştür. Hıristiyanlık, bir uluslararası düzen ilkesi olmaktan çıktı, felsefi ve tarihsel bir kavrama dönüştü. Uluslararası sisteme bakış çoğulcu ve laik bir siyasete evrildi. 

    İran’ın tarihinde uluslararası düzen konusunda üç farklı yaklaşım vardır. Humeyni öncesi ulusal çıkarlarını Vestfalya ilkelerine göre izleyen, ulusal egemenliklere saygılı, ittifaklara katılmaya istekli, İran’ı uygar dünyanın merkezi olarak gören bir imparatorluk geleneği vardı. Bunu sonra Humeyni’nin düzeni ve sonradan da cihatçı İran izledi. Humeyni, devleti kendi adına meşru bir yapı değil, daha geniş çaplı dini mücadele için kolaylık sağlayan bir silah olarak tasavvur ediyordu. Humeyni’ye göre Ortadoğu’nun 21. yüzyıldaki haritası, 
İslam ümmetinin çeşitli kesitlerini birbirinden ayırmış ve yapay olarak ayrı uluslar yaratmış emperyalistlerin kendi çıkarları peşindeki zorba yöneticilerin yanlış ve İslam dışı ürünüydü. Ortadoğu ve ötesindeki çağdaş siyasi kurumların hepsi gayrimeşru idi çünkü ilahi yasalara dayanmıyorlardı. Vestfalya ilkelerine dayalı uluslararası ilişkiler sahte bir temel üzerine oturmuştu çünkü uluslararası ilişkiler “ulusal çıkar” ilkelerine değil, “ruhani temeller”e dayanmalıydı. İlk adım, Müslüman dünyadaki tüm yönetimlerin devrilmesi ve yerlerine İslami yönetimin getirilmesi olacaktı. Humeyni için 1 Nisan 1979, İran’da gerçek bir İslami sistemin kuruluşu, “Allah’ın Yönetiminin İlk Günü” idi. Seyid Kutub’un fikirleri, İran’ın siyasi Ayetullahlarının öne sürdükleri fikirlerle aynıdır 6. İran Anayasası, tüm Müslümanların birleşmesini ulusal yükümlülük ilan etmiştir. Ancak, Humeyni ve öteki Şii devrimciler, gaybdan (var olup, görünmemek) geri gelip, İslam Cumhuriyeti’nin Ruhani Lideri’nin yerine geçici olarak kullandığı egemenlik güçlerini eline alacak Mehdi’nin gelişiyle küresel kargaşanın sona ereceğini öne sürmeleri açısından Sünnilerden farklıdırlar. İran, Arap Hareketlerini İslam’ın uyanışı olarak niteledi ve kendi cihat anlayışının bölgesel planını korumaya ve geliştirmeye çalışmaktadır. 

 Şiilik ve İran’ın Dünya Düzeni Arayışları, 

 İran’da Şiilik, 20. yüzyıl başından itibaren milliyetçilik ve Marksizm’le kaynaşarak siyaset üreten üç önemli kutuptan biri olmuştur. Diğer bir deyişle, İran devrimi çifte bir mirasın kavşağındadır. Şiilik sadece devrim sürecinin başlatılmasında, gelişmesinde ve sonuçlandırılmasında etkili bir faktör olarak kalmamış, aynı zamanda devrim sonrası oluşturulan yeni otoritede kurucu öğe olarak ön plana çıkmıştır. Devrim öncesi aşamada toplumsal grupların mobilize edilmesinde Şiiliğin kendi içeriğine özgü etkisi kadar, devrimin hemen arkasından kurulan siyasal otoritenin biçimlendirilmesini sağlayan devrim lideri 
Ayetullah Humeyni’nin yorumları da ciddi rol oynamıştır. Humeyni, monarşinin tamamen ortadan kaldırıldığı, şeriat kanunlarının uluslararası kabul gören hukuk kurallarının yerini aldığı ve yeni dini elitlerden oluşan bir seçkinler sınıfının oluşturulduğu bir sistem kurdu. 1979 İran İslam Devrimi, teokratik yapıya sahip olmasından dolayı rehberlik makamını doğurmuştur. 

İran’ın dini lider ve rehberi (Velayeti-i Fakih), ülkede en yetkili kişi ve din adamlığın başıdır. 

Müslümanlığın tüm işlerini görmekte ve korumaktadır. Bu sistem, dinin siyasetten ayrılamayacağı görüşünden kaynaklanmaktadır7. Şii ideoloji, Şii ulemanın siyasetteki rolü açısından da önemlidir. Şii İslam’ın ana teması olan “İmamet” kurumu bağlamında mevcut otoriteye alternatif otorite söz konusudur, çünkü onikinci İmam “gaib” (gizli) olduğu için yeryüzünde hiçbir dünyevi meşru otorite kalmamıştır8. İran’ın resmi siyasi vizyonu sanıldığı gibi Şiiliği yaymak değil, İslam Birliği’ni sağlamaktır. Şii Hilali, Fars Şii İmparatorluğu gibi  tartışma lar ve Sünni Arap devletleri arasında İran’a karşı korunma arayışı bu kuşkunun ne denli derin olduğunun göstergesidir. 


***