ATİLLA İLHAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ATİLLA İLHAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2020 Perşembe

SİYASİ İSLAM, NEDEN BAŞARISIZ.

SİYASİ İSLAM,  NEDEN BAŞARISIZ ?. 



ATİLLA İLHAN
14 Temmuz 1994 

Belki de yazmışımdır: Batı medeniyetini, yeryüzü medeniyetler zinciri içinde değerlendirirken, Malraux, bu güçlü medeniyetin ilk ve tek 'laik' medeniyet olduğunu belirtir; öncekiler hep din üzerine kurulu medeniyetlerdir; zaten bu saptama bile, Siyasi İslam'ın muhtemel başarısızlığım önceden sezdiren gerçek bir sebep; laik yani rasyonalist, yani pozitivist, yani bilimlere dayanıp onlarla yükselen bir medeniyete; onun çoktan aştığı - hatta ezdiği - manevi ve dogmatique değerlerle karşı çıkamazsın; oysa Siyasi İslamcılığın yapmaya kalkıştığı işte bu, başarısız olacağı önceden belli, dini ancak toplumsaldan çıkarıp bireysele intikal ettirebilen bir İslam toplumu, laikliği başardığı ölçüde, çağdaş medeniyet seviyesini tutabilecektir, burası çok açık görünüyor. 

Mustafa Kemal, boşuna mı, 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' demişti? 
Olivier Roy, Siyasi İslam'ın fiyaskosundan iki sonuç çıkarıyor: 

Biri Suudi Arabistan türü radikal dincilik -ki onu 'şeriat artı rant' diye ifade etmiş-; öbürü Cezayir türü radikal dincilikki onu, 'şeriat artı işsizlik' diye formüle bağlamış-; ikisinde ortak nokta, toplumu devlet yoluyla değil, aşağıdan yukarıya yeniden İslamileştirmek, bu da bireylerin gündelik yaşantıları içinde şeriata göre yaşamalarını içeriyor, yani neleri, alkol yasağını, kadının mutlaka örtünmesini, haremi ve selamlığı, cinselliğe, kumara, eğlenceye karşı tavır koymayı, din eğitiminin - özellikle Arapçanın- ağırlık kazanmasını ve yaygınlaştırılmasını, vs. 

Belki bu iki radikal İslamcılığı, siyasi İslamcılıktan ayıran asıl önemli fark, Siyasi İslamcılığın Üçüncü Dünyacı (anti/ emperyalist) ve kalkınmacı çabasına mukabil, bunların ya işbirlikçiliği tercihi (Suudi Arabistan, Kuveyt vs.), ya da siyaseti bırakıp toplumsal terörizmi yeğlemesi (Cezayir). 

Olivier Roy Siyasi İslamcılığın başarısızlığından söz ederken diyor ki: "...o, İslam ile siyasi modernlik arasında bir andı, kırılgan bir sentez, sonuçta kök salamadı." Yeni radikal İslamcılığın çıkmazı ise, 'düşünce düzeyinde topluma, dindarlığın dışında hiçbir vaatte bulunamaması'! 

Sahiden sorun soyut bir 'maneviyat' ortamından çıkarılıp, çağdaş gelişmişliğin son derece karmaşık, ilişkileri son derece çetrefil, özlemleri ve imkânları zengin 'maddiyat' ortamına yerleştirilirse, siyasi İslamcılığın da, yeni İslam radikalizminin de, insanlara vaadedebüdiği ancak 'ahire tte' mutlu olmak; önerdiği ise, İslama uygun yaşamak, yani fazüet sahibi olmak! 

Böyle bir 'program'ın, ister az gelişmiş, ister gelişmekte olan olsun, çağdaş toplumlarda insanlara yeteceğini söylemek mümkün değildir. 

' Öyleyse Nasıl güçleniyorlar? 

Basit: Batı'lı emperyalist 'Sistem' üçüncü ülkeleri öyle itip kakıyor, öyle hor görüyor, kültürlerini öyle ezip dağıtıyor ki, zaten milli burjuvazisi oluşamamış, millet olamamış bu toplumlar, Batı'ya olan öfke ve tepkilerini dine, yani İslam'a sığınarak, onu destekleyerek gösterebiliyorlar; bu, temelinde, ideolojik olmaktan çok politik, hatta duygusal bir destek, İslamı siyasi iktidar yapsa bile, başarılı olmasına yetmez. 

Nitekim Yetmemektedir, çünkü: 

1/ İslam ağırlıklı yönetimler, ne İran'da, çağdaş ve alternatif bir toplum modeli oluşturabilmişlerdir, ne Suudi Arabistan'da, ne de Libya'da! 
2/ Dini komplekslerini asr-ı saadete dönmek özlemini, çağdaş siyasi bir sistemi, gerekli sosyal kurumları vs. yaratmaya yeterli sanıyorlar; oysa yetersizliği açıkça görülüyor. 
3/ Bireyi fazilet sahibi kılmak, çağdaş bir toplum içinde, hem son derece zor, hem de toplumsal çetrefilliği çözmekte başarısız kalıyor. 
4/ Ekonomik düzeydeki önerileri ya yok, ya Üçüncü Dünya bir devletçilik edebiyatı, ya da üretimi değil spekülasyonu ve rant gelirlerini içeren uyduruk bir liberallik! 

Batı'lı emperyalist 'sistem'e direnebilmenin doğru yolu, onlar 'millet' sonrası aşamalarına ilerlemiş iken, Müslüman toplumları 'ümmet' aşamasında tutmakla, ya da 'ümmet' aşamasına döndürmekle değil; laik ve demokratik 'millete' dönüşmelerini gerçekleştirmek; 'maneviyat' ortamında değil, 'maddiyat' ortamında, yani pozitivist teknolojiyle güçlenerek, karşılarına çıkmakla mümkün! 
Türkiye Cumhuriyeti, ta başında bu yolu seçen tek İslam ülkesidir, onun ayağmı bu kadar çelmeye uğraşmalarının sebebi de bu değil mi? 

Türkiye'de 'geri kalmış olan', ne yazık ki 'ilerici' aydınların bir kısmı; çünkü laiklikleri 'demokratik' değil 'totaliter' (yani 'yasakçı'), yani bunlar hâlâ Milli Şef döneminin o dikensiz gül bahçesi 'alafrangalığını' özlüyorlar, 'totaliter' özellikleri ağır basıyor; o takdirde niçin İtalya'dakl, ya da Almanya'daki gibi neo-faşlst bir parti kurmuyorlar anlaşılmaz. 

Laiklik, şeriatın siyasi iktidar olmasına, devlet) eline geçirmesine, tahakkümüne direnmek anlamına gelir; şeriata geçit elbette yok; elinde diyalektiğin kılıcı, dine dayalı her dünya görüşü ile yasalar çerçevesinde sonuna kadar çata çat mücadele edeceksin; ama bin yıllık İslam ülkesi yurdunda Hıristiyanlığı hoş görüp, kendi dinine yasak koyamazsın; bakın ne diyorum, athee yani dinsiz bir komünist bile olsanız, eğer demokrasiye inancınız varsa, eğer demokratsanız, bu böyledir. 


***

30 Nisan 2015 Perşembe

BANU AVAR, ATİLLA İLHAN VE KEMALİZM...


 BANU AVAR, ATİLLA İLHAN VE KEMALİZM...


Ulusalcı ve Kemalist çevreler Atilla İlhan’ın çok beğenirler. Özellikle İlhan’ın “Türk aydını” konusunda yaptığı kimi saptamalar birçok yazıyı süsler, dillerden düşmez.
Son günlerde Banu Avar çevresinde toplanarak yeni bir siyasi oluşum yaratmaya çalışan “Milli İrade Bildirisi” taraftarları arasında da bu Atilla İlhan aşkının en üst düzeyde olduğunu görüyoruz. Özelikle de Banu Avar’ın Atilla İlhan konusundaki tavrı dikkate değer ölçüdedir. “Atilla Abi”nin yeri başkadır!
Kendini topluma “Kemalist” olarak sunan ve 1938’i bir dönüm noktası olarak değerlendiren “Milli İrade Bildirisi” çevresinin bu Atilla İlhan tutkusu, acaba Kemalist ve ulusalcı söylemiyle ne derece bağdaşmaktadır?
Prof. Dr. Çetin Yetkin’in “Atilla İlhan Kemalist Değildi” başlıklı yazısını aşağıda sunuyorum.  Kemalist tutum ve ulusalcılık konusunda mangalda kül bırakmayan Milli İradecilerin ve özelikle de Banu Avar’ın bu konuda ne yorum yapacaklarını ise hiç merak etmiyorum!  Çünkü çoğunun “Kemalistliği” Atilla İlhan’ınki kadar bile değil ne yazık ki…      
Serdar Ant
  

ATTİLA İLHAN KEMALİST DEĞİLDİ!  / Prof. Dr. Çetin YETKİN -

Attila İlhan’ın ölümü üzerine hemen herkes onun nasıl ve ne büyük bir Kemalist /Atatürkçü olduğunu andı, durdu. Ama acaba Attila İlhan gerçekten de “Kemalist” miydi? Ben, Cumhuriyet’te çıkan iki yazımda bu konuya değinmiş ve örnekler vererek İlhan’ın Kemalist ilke ve devrimlerle ters düştüğünü belirtmiştim. Onun şimdi aramızdan ayrılmış olması, bu gerçekleri değiştirmese gerektir. Bu arada hemen belirteyim ki, bu kanımda yalnız da değilim. Örneğin; bu yazılarım üzerine gerek bana ve gerekse gazetenin 2.sayfa sorumlusu Sayın Sami Karaören’e ulaşan birçok Cumhuriyet okuru aynı kanıyı paylaştıklarını ve kutlamalarını bildirmiş oldukları gibi, gazetede okurların eleştirilerine açılan sayfada İlhan için aynı doğrultuda eleştiriler de yayınlanmış bulunuyor.
Attila İlhan’ın usta bir yazar ve konuşmacı olması, yazı ve konuşmalarında antiemperyalist söylemlere yer vermesi, bu çerçevede küreselleşmeye, Avrupa Birliği’ne gerçekten parlak yazı ve konuşmalarıyla karşı çıkıp, bunların içyüzlerini ortaya koyması, onun Kemalist olduğu sanısını uyandırmış olmalıdır. Ne var ki,Kemalist olabilmek için Kemalizm’in ilkelerini, devrimlerini ve uygulamalarını benimsemek, onlara sahip çıkmak gerekir. Oysa, İlhan, bu ilke ve devrimleri benimsemek, onlara sahip çıkmak şöyle dursun, onları, bilimsel gerçekleri de hiçe sayarak, acımasızca yermiş, eleştirmiş bulunuyor. Antiemperyalist olmak, Atatürk’ün başta gelen özelliklerindendir. Ama Atatürk, yalnızca antiemperyalist olmakla yetinmiş bir önder değildir; o, aynı zamanda Türkiye’yi dünden yarınlara taşıyan bir devrimcidir. O nedenle, yalnızca antiemperyalist olmak, Kemalist olmak için yetmez, onun devrimlerini de özümsemek gerekir. Ne var ki, İlhan, neredeyse tüm Atatürk devrim ve ilkelerine karşı çıkmış ve çok ağır eleştiriler yöneltmiş bulunuyor!
Atatürk’ün laik olduğunu kim yadsıyabilir, dahası laikliğe karşı çıktığını kim öne sürülebilir? Kaldı ki, ulus olmanın yolunun laiklikten geçtiği bilinmeyen bir olgu mudur? Atatürk’ün laiklik anlayışını biri kendince eleştirebilir ama hiç kimse onun laiklik karşıtı olduğunu öne süremez. Ne ki, İlhan’a göre Atatürk laiklikten yana değilmiş. İlhan, daha da ileri giderek, laikliği bir “marifet” olarak nitelendirmiş ve bu “marifet”in İsmet Paşa’nın işi olduğu öne sürmüş bulunuyor. Harf Devrimi, Kemalizm’in temellerindendir. Atilla İlhan, bunu da eleştirip durmuş, abece değişikliğinin halkı bir gecede cahil bıraktığını söyleyegelmiştir. Siz hiç, Harf Devrimi’ne karşı çıkacacak bir Kemalist/Atatürkçü düşünebilir misiniz?
Bununla da yetinmemiş Dil Devrimi’ne de ağır eleştiriler yöneltmiş, dahası Osmanlıcayı savunmuştur. Dil Devrimi’ne karşı çıkan birini Kemalist olarak nitelendirmek olanaklı mıdır?
Hele Harf Devrimi de, Dil Devrimi de, ulus olmanın onsuz olmaz koşullarından ve Türkiye Cumhuriyeti Atatürk ulusçuluğu temeli üzerinde kurulmuş iken!
Bu da yetmezmiş gibi, Osmanlı’nın “ümmet kültürü”nü, “ümmet dili”ni savunan, öven, canlandırmak isteyen, bunlar kopmuş olmaktan üzüntü duyan o değil miydi?
İlhan, kuşkusuz, Osmanlı’nın kozmopolit yapısını, bu yapı içinde egemen güçleri oluşturanların devşirmelerin, Rumlar’ın, Ermeniler’in, Yahudiler’in, Slavlar’ın, Boşnaklar’ın, Arnavutlar’ın v.b.nin Türk düşmanlığını, bunların biz Türkler’i “Etrak-i bi-idrak” (idraksiz/kafasız Türkler) olarak adlandırdığını, Osmanlı yazar ve şairlerinin yapıtlarında Türk’e sövüp saydıklarını; Atatürk’ün, Osmanlı’nın 600 yıldan beri Türk ulusunun üzerinde zorla egemenlik kurduğunu ve ulusun eylemli olarak ayaklanarak bu zorbaların elinden özgürlüğünü zorla geri alabildiğini söylediğini biliyordu. O zaman, nasıl olur da hem Kemalist/Atatürkçü ve hem de Osmanlıcı olunabilir? Hem “ulusçu” ve hem de “Osmanlıcı” olmak olanaklı mıdır? Ulusçuluk, 6 Ok’tan biri değil midir? Ama sanırım, onu Kemalist olarak görenlerin büyük çoğunluğu bu gerçekleri ya bilmiyor ya da her nedense görmezlikten geliyorlar.
Köy Enstitüleri, Atatürk’ün eseridir. Enstitüler’in kuruluşunu hazırlayan Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’dı. Tonguç, Atatürk döneminde bu amaçla göreve getirilmişti. Bunlar tarihsel gerçekler. Ne ki, Attila İlhan, Köy Enstitüleri’nin de amansız bir karşıtıydı!
Yazılarında sık sık Falih Rıfkı Atay’ı bu gibi yergi ve eleştirilerini doğrulatmak için tanık gösteriyordu. Ama nedense Atatürk’ün ölümünden sonra Atay’ın neler yapıp ettiğini —uyarılmasına karşın— hiç anımsamak istememiştir. Söz gelimi, Atay’ın Amerikan emperyalizmini savunmuş, sınıfsal sömürüye karşı çıkanları “kızıl kol teşkilatı”ndan olmakla suçlamış, toprak reformuna karşı çıkmış, paralı eğitimden yana olmuş, başta İlhan Selçuk olmak üzere Atatürkçü ve ilerici aydınları karalamış, faşist militanları ululamış, 1961 Anayasasını yerden yere vurmuş olması onu hiç rahatsız etmemiştir (bkz. 24.5.2005 günlü yazım).
Atatürk’ün Laiklik Devrimi’nin kilometre taşı olan Türk Medeni Kanunu’nun Tanzimatçı bir anlayışın, başka bir deyişle sömürgeleşmiş bir “zihniyet”in, sonucu olduğunu söyleyen de odur. (Cumhuriyet, 31.8.2005).
Attila İlhan, son yazılarından birinde Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa için idam fermanı çıkarmasının gerçek nedeninin, Paşa halk katında tanınmadığı için onu halkın gözünde kahraman göstermek amacıyla bu yola başvurduğunu yazdı. Vahdettin’in “hain” olmadığını öne süren Bülent Ecevit ise, CNN televizyonunda Attila İlhan’ı övdü ve 1970’lerdeki düşüncelerinde ondan ve Kemal Tahir’den esinlendiğini söyledi. Taha Akyol da 14.10.2005 günlü ve İlhan’ı öven “Sol Ve Osmanlı” başlıklı yazısında bundan söz ederek, Ecevit’in İlhan’dan nasıl esinlendiğine ilişkin örnekler verdi. Bakın, Ecevit, İlhan’dan nasıl etkilenmiş, işte eski başbakanın Atatürk Ve Devrimcilik adlı kitabından bir örnek:
“Örneğin bir şapka devrimi….. köylüye ne getirmişti? Ekonomik ve sosyal bakımdan ne getirmişti?” (1971, s.76).
Taha Akyol, Attila İlhan’ın bu konuda görüşünün de şu merkezde olduğunu, onun 10.11.2004 günü Vatan’da yer alan sözleriyle özetliyor:
“Şapka devrimi, dil devrimi, böyle sululuk olmaz.”
Ecevit, Vahdettin’i vatan hainliğinden aklıyor, devrimler konusunda İlhan’dan etkilendiğini söylüyor; İlhan, Vahdettin’i Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın neredeyse kahramanlarından yapıyor, şapka ve dil devrimini “sululuk” olarak niteliyor; Akyol da, bu nedenle her ikisini de övüyor!
Şu sorulabilir: “İyi ama, Gazi Paşa’yı öven o kadar çok yazı var ki! Ona ne diyeceksiniz?” Ben de, bu soruya bir başka soruyla yanıt vermek isterim: “Atatürk ilke ve devrimlerine eleştiri ve yergilerini araya sıkıştıracağı yerde, Atatürk’ü sürekli açıktan açığa eleştirip dursaydı, yerseydi, siz o zaman onun yazılarını okur muydunuz?”
Attila İlhan’ın yazarlığını, şairliğini övebilirsiniz ve gelin birlikte övelim. Antiemperyalist söylemleri için de övgüyü fazlasıyla hak ediyor. Ama ona Kemalist diyemezsiniz. Çünkü değildi.
Atatürk ilke ve devrimlerini eleştirip duran, yerden yere vuran, “sululuk” diye nitelendiren birine Kemalist/Atatürkçü demek, onu tarihe böyle geçirmeye kalkmak, en azından Attila İlhan’ın anısına saygısızlıktır.
Pekiyi, o anma törenleri, açık oturumlar… Neden?
Sanırım, tarih bu “neden”i açıklamakta bize yardımcı olacaktır: Galile, Engizisyon karşısında zoru görünce, “Dünya dönmüyor” deyivermişti. Tarihsel gerçek böyle demeseydi ama insanlar onun “Yine de dönüyor” dediğini hep sanıp dururlar. Çünkü zoru görünce gerçeği dile getirmeyip de tam tersini söylemesini ona yakıştıramamışlardır.
Sizler de antikemalist olmayı Attila İlhan’a yakıştıramadınız.

Müdafaa- Hukuk,
Aralık 2005, Sayı:87
..