27 Kasım 2019 Çarşamba

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 1

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE  BÖLÜM 1




BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU 
RAPOR NO: 59 
2013 




Kütüphane Katalog Bilgileri: 
Yayın Adı: 
Doğu Akdeniz'de Enerji Keşifleri ve Türkiye 
Yazarlar: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Türkan BUDAK, Bekir ÜNAL 
ISBN: 
978-605-86097-6-1 
Sayfa Sayısı: 80 
Grafik Tasarım: 
Sertaç DURMAZ 
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi 
Wise Men Center For Strategic Studies 
Mecidiyeköy Yolu CaddesiNo:10 
Celil Ağa İş MerkeziKat:9 Daire:36 
Mecidiyeköy / 
İstanbul /Türkiye 
Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93 
www.bilgesam.org 
bilgesam@bilgesam.org 
YAYINLARI 
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6 
A.Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye 
Tel : +90 312 425 32 90 Faks: +90 312 425 32 90 
Copyright © BİLGESAM 
HAZİRAN2013 


   Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz. 

BİLGE ADAMLAR KURULU 

Başkan 
Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral) 
Başkan Yardımcıları 
İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi) 
Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı) 

Kurul Üyeleri 


Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali) 
Özdem SANBERK (E. Büyükelçi) 
Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi) 
Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi) 
..................Z (E. Büyükelçi) 
Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral) 
Oktar ATAMAN (E. Orgeneral) 
Sabahattin ERGİN (E. Koramiral) 
Nur VERGİN (Prof. Dr.) 
Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.) 
Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.) 
İlter TURAN (Prof. Dr.) 
Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.) 
Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.) 


SUNUŞ 

Doğu Akdeniz’de yakın dönemde gerçekleşen enerji keşifleri bölgenin petrol ve doğalgaz bakımından zengin kaynaklara sahip olduğunu göstermiştir. Bu durum Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının paylaşımı sorununu da beraberinde getirmiştir. Bölgedeki kaynakların adil bir şekilde paylaşılması ile ilgili problemler Türkiye ve uluslararası kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. 

Bu tartışmalar bölgedeki gelişmelerin siyasi, ekonomik, askeri, hukuki ve enerji boyutları ile kapsamlı bir şekilde ele alınmasını gerekli kılmaktadır. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), Doğu Akdeniz’deki gelişmelere ve bu gelişmelerin bölgesel-küresel etkilerine yönelik öngörülerde bulunarak karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Doğu Akdeniz’de Enerji 
Keşifleri ve Türkiye” raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı ve araştırma asistanları Türkan Budak ve Bekir Ünal tarafından hazırlanan rapor 15 Kasım 2013 tarihinde icra edilen 

18.Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiştir. Rapor, Kurul üyelerinin görüş ve önerileri doğrultusunda geliştirilmiş ve yayıma hazırlanmıştır. 
“Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye” raporu, bölgede var olduğu düşünülen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip muhtemel sorunları ortayakoymak ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir farkındalığın oluşmasını sağlamak amacı ile hazırlanmıştır. Çalışma, Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen enerji kaynaklarının neden olduğu sorunları ekonomi, hukuk, politika, enerji ve güvenlik perspektifinden ele almakta, Türkiye’nin izlemesi gereken bazı alternatif politika önerileri sunmaktadır. 

Raporun karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Türkan Budak ve Bekir Ünal’a, rapora değerli görüş ve önerileriyle önemli katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli zamanlarını sarf eden başta (E) Oramiral Salim 
Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu’na ve raporun nihai şeklini almasında emeği geçen tüm BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim. 

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI BİLGESAM Başkanı 

DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE 

YÖNETİCİ  ÖZETİ 

Son dönemde keşfedilen hidrokarbon kaynakları Doğu Akdeniz’i uluslararası enerji sektörü ve jeopolitiğin odak noktalarından biri haline getirmiştir. 
Burada yaşanmakta olan gelişmelerin Akdeniz havzasındaki enerji tablosunu olduğu gibi bölgesel dinamikleri de önemli ölçüde değiştirmesi beklenebilir. 
Nitekim varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarının büyüklüğü göz önünde bulundurulursa Doğu Akdeniz sadece enerji transferinde önemli bir kavşak 
olmakla kalmayacak, aynı zamanda bir enerji merkezi haline dönüşecektir. 

Bu durumun birbirine zıt iki yönde gelişmesi mümkün görünmektedir. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşılması ile ilgili anlaşmazlıklar bölge 
ülkeleri arasında var olan bazı sorunların daha da derinleşmesi sonucunu doğurabilir. Ekonomik açıdan çıkarılacak enerjinin ancak soruna taraf ülkelerin 
bir araya gelip ortak projeler geliştirmesiyle daha avantajlı hale geleceği gerçeği 
dikkate alınırsa, söz konusu keşiflerin bölgede bir anlayış ve işbirliğinin doğmasına vesile olması da mümkün olabilir. 

Mevcut koşullarda Doğu Akdeniz’deki sorun birkaç farklı kategoride değerlendirilebilir. İlk kategori hiç kuşkusuz deniz yetki alanları ile ilgili devam 
eden hukuki tartışmadır. Bu alandaki en büyük sorun Türkiye-KKTC-GKRY-Yunanistan arasında yaşanmaktadır. GKRY 5 Nisan 2004’te resmi gazetede yayınlanan bir yasa ile Mart 2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 24 mil genişliğinde bitişik ve 200 mil genişliğinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmiştir. Rum Yönetimi söz konusu ilanı yaparken tek taraflı ve bütün adanın temsilcisiymiş gibi hareket ederek Kıbrıs’taki Türk Toplumunu yok saymıştır. Rum Yönetiminin bu tavrını sürdürmesi üzerine Türkiye, KKTC ile anlaşarak 21 Eylül 2011’de “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” imzalamıştır. 

Bahse konu anlaşma Türkiye’nin Akdeniz’de imzaladığı tek deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasıdır ve daha ziyade Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tek yanlı tutumlardan vazgeçirmek üzere atılmış bir adım olarak kabul edilebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırma sorunları ile ilgili 
temel tutumu, Doğu Akdeniz’in uluslararası hukuka göre yarı kapalı bir deniz olarak kabul edilmesi ve sınırlandırmanın ilgili devletlerin bir araya gelip 
uluslararası hukukun hakkaniyet ilkesi çerçevesinde anlaşmaları yoluyla yapılması gerektiği yönündedir. Bu nedenle Türkiye, Doğu Akdeniz’de herhangi 
bir MEB ilan etme yoluna gitmemiş ama çeşitli vesilelerle buradaki ab initio (başlangıçtan beri) ve ipso facto (fiilen) haklarını muhafaza ettiğini ve 
bu hakların geçerli olduğu sahalarda hidrokarbon arama, çıkarma gibi faaliyetlere izin vermeyeceğini açıkça belirtmiştir. 

Deniz yetki alanları ile ilgili yaşanan sorunlar yarım asırdır bir türlü çözülemeyen Kıbrıs meselesini de olumsuz etkilemekte ve muhtemel bir çözümü 
geciktirebilecek nitelik taşımaktadır. 2011 yılında yaşanan sondaj krizi bunun en açık göstergesidir. Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan ettiği 
13 adet hidrokarbon arama sahasından biri olan 12. parsel üzerinde bulunan doğal gaz yatağında sondaj çalışmalarına başlayacağını duyurması üzerine 
yaşanan gelişmeler, kısa zamanda bir krize dönüşmüştür. Hukuki açıdan netliğe kavuşturulmamış bu tür alanlarda benzer gelişmelerin yaşanması ihtimal 
dahilindedir. Daha büyük krizlerin doğmasına neden olmamak için Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırması sorunları ile Kıbrıs Adasında devam 
eden siyasi sorunların birbirini olumsuz yönde etkilemesine izin verilmemelidir. Aksi takdirde her iki sorun da çözümsüzlüğe mahkûm olacak ve kaybedenler 
Kıbrıs Adasında yaşayan Türk ve Rum toplumları olacaktır. Ayrıca, Arap Baharı nedeniyle bölge ülkelerinin yaşadığı sorunlar ortadadır. Doğu Akdeniz’deki çözüme kavuşturulmamış paylaşım anlaşmazlıklarının mevcut sorunları daha da çetrefilleştirip içinden çıkılmaz hale getireceğini izah etmeye gerek yoktur. 

Doğu Akdeniz’deki enerji keşifleri ekonomik açıdan değerlendirildiğinde bir belirsizliğin söz konusu olduğunu vurgulamak gerekir. Varlığı tahmin edilen 
enerji miktarı ile varlığı ispat edilen enerji oranları arasında ciddi bir fark olduğu gözlenmektedir. Örneğin, İsrail’in sadece Leviathan sahasında bulduğu 
doğal gazın yaklaşık 500 milyar metreküp olduğu söylenmektedir. Ancak İsrail Enerji Bakanlığı verilerine göre, İsrail'in ispatlanmış toplam doğal 
gaz rezervi 300 milyar metreküpü geçmemektedir. Kaynaklar arasında Doğu Akdeniz’deki enerji rezervi konusunda bir konsensüsün olduğunu söylemek 
doğru olmayacaktır. Bu konuda güvenilecek en temel kaynaklardan birisi olarak kabul edilen ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin 2010 yılında yayımladığı 
raporlar dikkate alındığında; Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak adlandırılan bölge, Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak adlandırılan bölge, Girit Adası'nın Güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki toplam enerji rezervi (petrol, doğal gaz ve sıvı doğal gaz) yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap edilmektedir. 

İspatlanmamış olmasına rağmen bu büyüklükteki bir enerji kaynağının ilgili taraflar arasında paylaşım sorunlarına yol açmaması mümkün değildir. 

Ancak tarafların bölgede mevcut olduğuna inanılan enerjiden ekonomik olarak maksimum fayda sağlamaları ancak bir araya gelip ortak projeler  geliştirmeleri ile mümkündür. Şu ana kadar yapılan keşiflerde Türkiye'nin potansiyel MEB alanında ciddi sayılabilecek bir enerji kaynağına rastlanmamıştır. Ancak keşfedilen sahalardaki enerjinin tüketici pazarlara ulaştırılmasında tercih edilebilecek en ekonomik yol Türkiye'den geçmektedir. Örneğin, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Afrodit sahasında bulduğu doğal gazı tüketici pazarlara ulaştırabilmesi üç yolla mümkündür. Birinci yol çıkarılacak gazın deniz altından döşenecek bir doğal gaz boru hattıyla önce Girit’e, oradan Yunanistan’a ve nihayet İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasıdır. İkinci yol gazın Kıbrıs’a taşınması ve burada inşa edilecek bir doğal gaz sıvılaştırma santralinde işlenip sıvılaştırılarak tankerler yolu ile tüketim pazarlarına taşınmasıdır. Üçüncü yol ise gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve burada mevcut boru hatlarıyla tüketici pazarlara aktarılmasını sağlamak şeklindedir. 

Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım yaklaşık 

19.5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12.6 milyar dolar üçüncü yol için ise sadece 4.7 milyar dolar civarındadır. Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden 
taşınması ilk yola göre yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise yaklaşık 8 milyar dolar daha hesaplıdır. Zikredilen ve sadece bir doğal gaz sahası için geçerli olan bu rakamlar bile Doğu Akdeniz'de tarafların neden işbirliği yapmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. 

GİRİŞ 

1986 yılında Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü tarafından Kudüs’te düzenlenen İsrail-Amerikan diyalogunu pekiştirmeye yönelik bir konferansta Doğu Akdeniz’de uygulanması muhtemel stratejiler detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Konferans boyunca yapılan tartışmalar sırasında öne çıkan önemli husus, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’in ayrı ayrı bölgeler olarak değil, birbirini tamamlayan bir bütün olarak ele alınması gerektiğidir. Ayrıca, konferansta Doğu Akdeniz’de elde edilecek stratejik üstünlüğün Orta Doğu’daki karmaşık sorunların yönetiminde avantaj kazandıracağı değerlendirilmiştir.1 

Günümüzde gelinen nokta itibarı ile iki bölgeyi birbirinden bağımsız düşünmek pek çok açıdan mümkün görünmemektedir. Bir yandan Orta Doğu’da 
meydana gelen gelişmeler Doğu Akdeniz havzasında oluşumu devam eden yeni jeopolitik dengeleri etkilerken; söz konusu bu dengeler ve etrafında oluşan 
yeni ittifaklar da Orta Doğu’daki gelişmelere tesir etmektedir. Örneğin Arap Baharı çerçevesinde 2010 yılından itibaren Mısır’da yaşanan gelişmeler 
başta Mısır-İsrail ilişkileri olmak üzere Filistin sorununu ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunları üzerinden Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-Mısır-İsrail ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Diğer yandan Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumuna taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır. 



Doğu Akdeniz havzasında son yıllarda keşfedilen geniş enerji yatakları, sadece Akdeniz havzasındaki jeopolitik dengeleri değil parçası bulunduğu geniş 
Orta Doğu coğrafyasındaki dinamikleri de etkileyebilecek özelliktedir. Varlığı ispatlanan enerji kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılmasıyla oluşacak 
refah ortamında, geliştirilmesi mümkün olan işbirlikleri ile Kıbrıs ve Filistin meselesi gibi bölgenin kronikleşmiş sorunlarının çözümüne yönelik yeni 
adımlar atılabilir. Nitekim Uluslararası Kriz Grubu (ICG)2ve Alman Marshall Fonu (GMF)3 gibi düşünce kuruluşlarının hazırladığı raporlarda eğer krizler iyi yönetilirse keşfedilen enerji yataklarının böyle bir amaca hizmet edebileceği vurgulanmaktadır. Ancak şu ana kadar yaşanan gelişmeler ve tarafların 
tutumları göz önünde bulundurulduğunda keşfedilen enerji kaynaklarının aksi yönde bir sonuç doğuracağı tahmin edilebilir. Razı olunan adil bir paylaşım 
yolu bulunamazsa, Akdeniz’in derin sularındaki enerji kaynağı daha gün yüzüne çıkmadan ilgili devletlerin enerjisini bir hayli tüketecek ve Arap Baharı 
ile altüst olmuş bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesini bir müddet daha geciktirecektir. 

<  Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumu na taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır. 
Kıbrıs adasının güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktar   >

Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan ve 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşmaları gereğince Kıbrıs Adası üzerinde garantörlük hakkı olan bir devlettir. Bu itibarla bölgedeki enerji potansiyelinin uluslararası hukuk normları gereğince adil olarak paylaşılmasını talep etmek Türkiye’nin sadece hakkı değil, konu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) dikkate alınarak değerlendirildiğinde aynı zamanda görevidir de. O nedenle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri yakından takip etmesi; uluslararası hukuktan ve bu hukukun bir parçası haline gelmiş ikili anlaşmalardan kaynaklanan hak ve görevlerini, sorunun çözümüne ve bölgede istikrar ortamının oluşmasına katkı sağlayacak alternatif politikalar üretmek suretiyle yerine getirmesi gerekmekte dir. Söz konusu alternatif politikaların üretilebilmesi Doğu Akdeniz gibi stratejik bir bölgenin en azından hukuk, ekonomi, politika ve güvenlik boyutlarıyla çok iyi etüt edilmesini de zorunlu kılmaktadır. 

Özellikle son yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri nezdinde takip ettiği politikalarda bazı isabetsizlikler gözlemlenmektedir. Aynı durumun Doğu 
Akdeniz’de oluşan yeni jeopolitik dengelere de yansımaması için Türkiye’nin aşırı idealist yaklaşımlarının realist bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirilmesi 
bir zorunluluk olarak ön plana çıkmaktadır. Aksi takdirde, bölge ülkeleri Türkiye ile işbirliğine yanaşmayacak ve İsrail-GKRY-Yunanistan arasında gelişen ilişkilerde açıkça görüldüğü gibi Türkiye bölge çapında yeni gelişen işbirliği süreçlerinden dışlanmak durumunda kalacaktır. Nitekim Kıbrıs adasının 
güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay 
yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktarılmasıdır. Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle 
yakın vadede bu yolun kullanılması söz konusu olamayacaktır. 

Bulunduğu havzada etkin bir güç olmak isteyen Türkiye’nin amacını yerine getirebilmesi için bölge ülkeleri ile geliştirdiği ilişkileri gözden geçirmesi 
gerektiği açıktır. Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrar ortamında, hem ekonomik hem 
de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlaya bilecektir. Enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerle enerji tüketim alanları arasında güvenli bir enerji aktarım merkezi olmayı hedefleyen Türkiye, Doğu Akdeniz’deki potansiyel sorunları Orta Doğu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 
(GKRY) üzerinden Avrupa Birliği’ni (AB) de kapsayacak bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirip politika geliştirmelidir. Bu çalışma, Doğu Akdeniz’de 
keşfedilen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip ortaya çıkacak muhtemel sorunları işaretlemek ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir 
farkındalığın oluşmasını sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmada Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynaklarının ortaya koyduğu sorunlar ekonomi, 
hukuk, politika ve güvenlik perspektifinden ele alınmakta ve Türkiye’nin takip etmesi mümkün olan bazı alternatif politika önerileri dile getirilmektedir. 

Doğu Akdeniz’in Jeopolitik Konumu 

Doğu Akdeniz’in stratejik değerini kavrayabilmek için bölgenin konum ve özelliklerini iyi anlamak gerekir. Bilimsel literatürde genel kabul gören görüşlere 
göre, Doğu Akdeniz’in en geniş coğrafi sınırı Tunus’ta Bon Burnu ile başlayıp Sicilya Adası’nın Batı ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusunda kalan bölge olarakifade edilmektedir. Bu tanıma göre Doğu Akdeniz; Türkiye’den başlamak üzere saat yönünde Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya, Tunus, İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk ve Yunanistan kıyıları ile çevrilidir.

Üç kıta ve birçok farklı kültürün kesiştiği bir noktada yer alan bölgenin en önemli özeliklerinden biri, Orta Doğu gibi dünya enerji rezervlerinin yarısından fazlasını bünyesinde bulunduran coğrafyayı ve Uzak Doğu ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Süveyş Kanalı’nı doğrudan kontrol edebilecek bir konumda bulunmasıdır. 

Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan stratejik konumuyla Doğu Akdeniz, tarih 
boyunca dünyada ilgi odağı olan bölgelerden birisi olmuştur. Mısır, Anadolu 
ve Mezopotamya gibi verimli toprakların da bölgede bulunması, Akdeniz’in 
doğusuna olan ilgiyi artırmış ve birçok medeniyet bölgenin hâkimi olmak için 
mücadele etmiştir. Bu hareketlilik Akdeniz havzasında canlı bir ticaretin doğmasına vesile olmuş ve zamanla Doğu Akdeniz Doğu-Batı, Kuzey-Güney yönünde uzanan kara ve deniz ticaret yollarının kesiştiği bir ticaret odağı haline 
gelmiştir. Ümit Burnu’nun keşfedilip aşılmasıyla gelişen deniz yolu ticareti, 

<  Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrarortamında, hem ekonomik hem de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlaya bilecektir. Uzak Doğu ile Avrupa arasında gelişen ticarete paralel olarak Doğu Akdeniz’in ticari önemi günümüzde de artarak devam etmektedir. Akdeniz’de yılda ortalama 220.000 gemi seyir halinde bulunmaktadır. Bu rakam dünya toplam deniz trafiğinin 1/3’üne eşittir.  >

Akdeniz’in bir ticaret merkezi olarak önemini azaltsa da 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı ile bölge ekonomik olarak yeniden canlanmıştır. Süveyş Kanalı, 
Uzak Doğu ile Avrupa arasındaki Ümit Burnu dolaşılarak kurulan ticaret yolunu yaklaşık 7 bin deniz mili ve 15-20 gün kısaltmıştır. Açılan Kanal Doğu Akdeniz’i; Arap Yarımadası, Mezopotamya, Basra Körfezi’ne bağlamış ve Avrupa, Uzak Doğu, Güneydoğu Asya ile Afrika arasında gerçekleşen ticaretin merkez üslerinden biri haline getirmiştir. 

Uzak Doğu ile Avrupa arasında gelişen ticarete paralel olarak Doğu Akdeniz’in ticari önemi günümüzde de artarak devam etmektedir. Akdeniz’de yılda ortalama 220.000 gemi seyir halinde bulunmaktadır. Bu rakam dünya toplam deniz trafiğinin 1/3’üne eşittir.5Akdeniz’in dünya toplam denizlerinin sadece 
yüzde 1’lik kısmını kapsadığı düşünülürse burada gerçekleşen deniz trafiğinin büyüklüğü daha iyi değerlendirilebilecektir. Akdeniz üzerinde gerçekleşen 
ticari dolaşım; Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Karadeniz’e, Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusuna ve Süveyş Kanalı vasıtası ile Kızıl Deniz ve Hint 
Okyanusu’na kadar uzanmaktadır. 

Sadece Cebelitarık Boğazı’ndan yılda ortalama 106 bin gemi geçiş yapmaktadır ki bu rakam toplam deniz trafiğinin yüzde 10’una eşittir.6 İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan günde ortalama 130, Süveyş Kanalı’ndan ise günde ortalama 497gemi geçiş yapmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattının devreye girmesi ve 2008 yılından bu yana dünya piyasalarında yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle azalmasına rağmen, son on yılda Boğazlardan geçiş yapan gemi sayısında muazzam bir artış olmuştur. 2001 yılında Türk Boğazları’ndan günde ortalama 65 gemi geçerken 2012 yılı verileri dikkate alındığında bu sayı ortalama 130’a ulaşmış, yani aradan geçen 11 yılda Boğazlardan geçen gemi sayısı iki katına çıkmıştır. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü verilerine göre Türk Boğazları’ndan 2012 yılında toplam 92,942 gemi geçiş yapmıştır.8 

Akdeniz’deki ticari hareketliliğin en önemli kalemlerinden birini enerji oluşturmaktadır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin yaklaşık yüzde 70’i Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Cebelitarık ve Türk Boğazları ile Süveyş Kanalı enerjinin son tüketim pazarlarına ulaştırılmasında kilit rol oynamaktadır. 

Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Hazar havzaları gibi enerji merkezlerine olan yakınlığı ile hem bu bölgeleri, hem de bu bölgelerden tüketici pazarlara uzanan 
boru hatlarını kontrol edebilen stratejik bir pozisyondadır. 13 Temmuz 2006’da BTC boru hattının devreye girmesi, bölgedeki enerji trafiğini daha da 
hareketlendirmiş ve İskenderun Körfezi’ni bu hareketliliğin önemli merkezlerin den biri haline getirmiştir. Son dönemde keşfedilen enerji yataklarının büyüklüğü ve bu yatakların bölgeye kazandıracağı ticari hareketlilik de göz önünde bulundurulursa, Doğu Akdeniz’in enerji, ekonomi ve güvenlik bakımından ihtiva ettiği önem daha açık bir şekilde kavranacaktır. 

Bu çalışmanın da konusu olan Doğu Akdeniz’de keşfedilenenerji yatakları ve bu yatakların neden olduğu sorunları detaylı bir şekilde incelemeye geçmeden 
önce bölgenin güvenlik açısından teşkil ettiği önemi vurgulamakta fayda vardır. Arap Baharı münasebetiyle Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerde yaşanan 
gelişmelerin bölgedeki barış, istikrar ve huzuru ne denli olumsuz etkilediği açıktır. Keşfedilen enerji yataklarının daha büyük sorunlar doğurmaması 
için gerekli adımların ivedilikle atılması gerekmektedir. Doğu Akdeniz’de hem bölge güvenliğinin sağlanmasındaki en stratejik nokta hem de en önemli 
sorun Kıbrıs Adası’dır. Ada bütün Doğu Akdeniz havzasıyla Orta Doğu’yu kontrol edebilecek konumdadır. Birçok uzmanın üzerinde ittifak ettiği üzere Kıbrıs’ın stratejik değerini artıran en önemli unsur Adanın başlıca deniz ve hava ticaret yolları üzerinde bulunmasıdır. Kıbrıs coğrafi konumu itibarıyla; Türkiye, İsrail, Mısır, Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün ve Irak gibi havzanın önemli ülkelerini ve Süveyş Kanalı’nı doğrudan kontrol altında bulundurabilecek bir mesafededir.9 Bu nedenle bölgede ticari faaliyeti bulunan veya Orta Doğu’daki enerji merkezleri üzerinde etkin olmak isteyen devletler için Kıbrıs adeta bir anahtar hükmündedir. 

Nitekim İngiltere, 1960’ta Kıbrıs Adası’ndaki egemenlik haklarını Kıbrıs Türk ve Yunan halklarına bırakırken buradaki mevcudiyetini bütünüyle terk etmemiş ve Adada bulunan iki üssünü muhafaza etmiştir. Bilindiği gibi İngiltere 1991 yılındaki Körfez Savaşı Krizi sırasında bu üsleri kullanacaktır. 
Rusya, Suriye krizi nedeniyle yararlanamadığı Suriye’deki Tartus limanı yerine GKRY’nden Andreas Papandreu Hava Üssünü kullanmak için izin istemiştir.10 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

5 Soru: Akdeniz’de Enerji Oyunu.,

5 Soru: Akdeniz’de Enerji Oyunu.,


Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, 
BAU CEMES- Akdeniz Güvenliği Merkezi Başkanı, BAU Kıbrıs İİSBF Dekanı,
25 Temmuz 2019



1 Akdeniz’deki son gelişmeler ' Enerji Oyunu' Çerçevesinde değerlendirilebilir mi? 
2 Türkiye’yi Dışlayarak enerji kaynaklarının pazarlanması mümkün mü? 
3 Doğu Akdeniz’de bulunan gazın East-Med Boru Hattı ile Avrupa’ya taşınma ihtimali nedir? 
4 AB’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunda tutumu nedir? 
5 AB/Avrupalılar Doğu Akdeniz’de nasıl bir tutum takınmalı?


1 Akdeniz’deki son gelişmeler “Enerji Oyunu” çerçevesinde değerlendirilebilir mi?
Öncelikle 2009’da Doğu Akdeniz’de doğal gaz rezervlerinin ilk keşfi yapıldığında bölgedeki enerji kaynaklarının bölge ülkeleri arasındaki siyasi sorunları çözmek konusunda özendirici bir mahiyet taşıyacağı düşünüldü. Özellikle, Obama yönetimi bu düşünce ile hareket etmekte ve Kıbrıs meselesinin çözümünde de Akdeniz’de bulunan gaz rezervlerinin kolaylaştırıcı bir etken olacağına inanmaktaydı. O gün için basit bir mantığı vardı işin: gaz çıkaran ülkeler iç-tüketim fazlasını doğal olarak satmak istiyorlardı. Avrupa pazarı da hem coğrafi yakınlığı hem de enerji çeşitlendirme ihtiyacı nedeniyle bu iş için mantıklı görünüyordu. Avrupa pazarına ticaret barışını savunan Türkiye üzerinden ulaşmak mümkündü ve ABD’de Obama yönetimi Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için tüm bu paketi destekliyordu. Hatta yine o günlerde Kıbrıs adası çevresindeki bloklarda var olan gaz rezervlerinin Kıbrıs sorununun siyasi çözümünde taraflar arası kolaylaştırıcı olacağı fikri ortaya atıldı.

Ancak, 2009’da bir ekonomik enerji oyunu paketinde sunulan Doğu Akdeniz gaz rezervleri meselesinin zaman içerisinde ekonomik oyun hattından kaydığını gözlemliyoruz. Zaten o günden bugüne farklı gaz anlaşmaları imzalansa ve farklı jeopolitik gaz koalisyonları kurulsa da 2009’dan beri gazını satmak için kapı kapı dolaşan İsrail bile henüz somut bir ekonomik kazanç sağlayabilmiş değil. İsrail, Doğu Akdeniz’de özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) sağladığı çerçeve üzerinden ekonomik kazançtan ziyade donanma kabiliyetlerini geliştirmeye çalışıyor izlenimi veriyor. İsrail’in bu genel tutumu Akdeniz’deki jeoekonomik oyunun jeopolitik oyuna paralel olarak değiştiği savımızla uyumlu.

Akdeniz’deki jeopolitik oyun bölgeye Rusya Federasyonu’nun 2015 tarihinden itibaren gelişiyle tamamen değişti. Moskova’nın anılan tarihten sonra Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’de belirli bir alanı askeri kapasitesiyle (A2/AD) rakiplerinin erişimine kapatması üzerine, Trump yönetimi, ABD’nin jeopolitik açıdan Akdeniz’e geri dönüşünün bir zorunluluk olduğu sonucuna vardı. Haziran 2019’da, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Akdeniz’i Washington için yeni bir stratejik cephe olarak ilan etmesi de bu bağlamda bir tesadüf değildi. Trump yönetimi, Akdeniz’e geri dönüşü iki aşamalı olarak somutlaştırmaya karar verdi.

İlk aşamada, ABD Akdeniz’de var olan donanmasının gücünü artırmak suretiyle deniz sahasındaki askeri varlığını ve dolayısıyla görünürlüğünü ciddi şekilde artırdı. İkinci olarak, GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır’dan oluşan yeni bir dörtlü ittifakı doğal gaz alanında oluşturdu. İlk aşamanın göze batmaması (Rusya ile askeri sınırlı çatışma riskinin kontrolü) için ikinci aşamadaki enerji oyunu faydalı bir kılıf işlevi de görmekteydi.

GKRY ve Yunanistan için ise bu bir fırsatı ifade ediyordu. Böylece GKRY, 2003 senesinden itibaren sürdürdüğü adanın doğal kaynaklarının paylaşımından KKTC’yi dışlayarak Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki ekonomik ve siyasi baskıyı artırma politikasını bir adım daha ileri götürme fırsatı yakaladığını düşünebilecekti. Bilindiği üzere Kıbrıs adası etrafında bulunan doğal kaynaklar üzerinde eşit hakka sahip KKTC’nin meşru haklarından mahrum edilmesi tam olarak 2003 senesinde GKRY’nin tek taraflı MEB ilan etmesi ve buraya uluslararası firmaları çağırmasıyla başlamıştı. Uluslararası hukuka göre son derece sorunlu bu adımlara farklı jeopolitik nedenlerle İsrail, Mısır ve ABD’den, nihayetinde de AB’den destek bulmak elbette GKRY için  cesaretlendirici bir etki yaratıyor.

Aslında Türkiye ve KKTC’nin açıkça, Rusya’nın örtülü olarak dışlandığı bu enerji projeleri (örneğin East-Med) a)- ekonomik ve siyasi maliyeti çok yüksek, b)- jeopolitik riskler nedeniyle geleceği belirsiz ve c)- Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok saydığı için gayri-hukukidir. Tüm bu nedenlerle de Doğu Akdeniz’deki oyun saf bir ekonomik enerji oyunu olsaydı kâr-zarar/ fırsat-risk hesaplarındaki zarar-risk hanesinin ağırlığı nedeniyle yapılabilir bulunamazdı. Üstelik Türkiye ve KKTC’nin haklarının göz ardı edilmesi üzerine odaklı bu projeler bölgesel ticaretin olmazsa olmazlarından biri olan istikrara katkı sağlamak bir yana kaynak çıkarımı ve ticaretini bölgede istikrarsızlık üretmenin bir aracı haline getiriyorlar. Kimi odaklarca zikredilen olası rezervlerle ilgili rakamlar çok büyük olsa da henüz kanıtlanmış rezerv miktarları ve ticaret hacmi bu tür bir sıfır toplamlı oyun dayatmaktan çok uzak. Tüm bu gerçekler bize, enerji oyunu kisvesi altında rakibi kıymetli alanlardan dışlamaya yönelik bir jeopolitik oyunun ABD tarafından (kimileri için de Rusya tarafından) bölgeye dayatıldığını ve başta GKRY ve İsrail olmak üzere çeşitli aktörlerce bir fırsat olarak çıkarcı bir biçimde satın alındığını düşündürtüyor.

Türkiye’yi dışlayarak enerji kaynaklarının pazarlanması mümkün mü?

Oyun, enerji oyunu ise yukarıda zikrettiğimiz nedenlerle cevap çok açık bir “hayır”. Ancak oyun jeoekonomik görünümlü bir jeopolitik oyun. 

Jeopolitik oyun 

a)- Rusya’nın bölgedeki 2015 kazançlarından geri püskürtülmesi çok zor olduğu için bu kazançların dengelenmesi ve sınırlanması, 

b)- Rusya’nın sınırlanması üzerinden İran’ın sıkıştırılması, 

c)- Türkiye’nin sınırlandırılması üzerinden Ankara’nın Doğu Akdeniz mücadelesinde kendi adına iki rakip arasında ve kendine yönelik tehlikeler karşısında “dengenin dengeleyicisi” rolünü oynamasının engellenmesi gibi farklı amaçlar taşıyor. 

Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki enerji oyunu bahane edilerek Ankara, 

a)- enerji oyununa dahil edilmemiş; yalnızmış, izole edilmiş gibi gösteriliyor ki Ankara, kendi karasularında ve KKTC’den aldığı yetki ile Kıbrıs çevresinde arama ve sondaj faaliyetleri yapma yeteneğine ve gücüne sahip olduğu müddetçe izole edilmiş, dışlanmış değil oyunun tam ortasındadır. 

b)- Ankara ve KKTC sanki meşru haklarını savunmuyorlarmış gibi gayri hukuki bir algı oluşturuluyor (Fatih gemisi personeli ile ilgili GKRY’nin izlediği politika buna örnek olarak verilebilir). Böylece bu fırsatçı aktörler, East-Med projesi ya da Sevilla Haritası gibi akla ve günün siyasal gerçekliğine uygun olmayan revizyonist projelerin (hem Türkiye’yi hem KKTC’yi hem de Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik haklarını yok sayan) gayri hukukiliğini de çıkarılan bu gürültü esnasında unutturmaya çalışıyorlar.

Bu noktada Türkiye alan-kapatma kabiliyetlerini geliştirerek son derece yerinde bir politika izliyor ve bu nedenle de karşı aktörlerde endişe yaratıyor. 

Bu çerçevede S-400 gibi alan-kapatma sistemlerinin ve geliştirilen donanma ve hava kabiliyetlerinin çok önemli olduğunu ifade etmek gerekir. Benzeri milli sistemler de geliştirilmeli, geliştirilecektir. Türkiye’nin sismik araştırma ve derin sondaj kabiliyetine sahip sayılı ülkeler arasında olmasının ve bölgede mütecaviz ve saldırgan hareketleri caydırabilecek deniz ve hava kabiliyetlerine sahip bulunmasının aslında yukarıda zikredilen jeopolitik oyunun Türkiye ayağını akamete uğrattığı da bir gerçektir. Çünkü bu kabiliyetler artıkça ve kullanıldıkça Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok sayan hiçbir projenin ekonomik ve siyasi olarak yapılabilir olması mümkün olmayacaktır. Zaten Ankara, Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak Akdeniz’de bir oldu bittiye müsaade etmeyeceğini de her fırsatta göstermektedir.

Türkiye, halihazırda Akdeniz’de 2004 senesinden itibaren BM‘ye kaydettirdiği kıta sahanlığının dış sınır limitleri dahilinde hukuki haklarını kullanıyor. Ayrıca, TPAO’ya KKTC 2009 ve 2012 senelerinde off-shore lisans garantisi verdi. Nitekim, Kıbrıs Rum yönetiminin 2004 senesinde tek taraflı olarak ilan ettiği sözde MEB’e karşı Ankara da 2011 yılında KKTC ile ruhsat anlaşması yaptı ve Türkiye’yi ada çevresinde kendi deniz yetki alanlarında hidro-karbon kaynak araştırması yapmakla yetkilendirdi. Bu çerçevede, Fatih gemisinin sondajı, KKTC tarafından Türkiye’ye verilen ruhsat anlaşması kapsamında devam ediyor. Temmuz ayı başında Yavuz da sondaj faaliyetine başladı. Türk yetkililer, Türkiye ve KKTC’nin belirli alanlardan dışlanamaz olduğunu gösterecek şekilde kabiliyetlerin kullanılmaya devam edeceğini her fırsatta belirtiyorlar.

Doğu Akdeniz’de bulunan gazın East-Med Boru Hattı ile Avrupa’ya taşınma ihtimali nedir?

2009 yılında Israil’in Tamar ve Leviathan bölgeleriyle GKRY’nin Afrodit alanında gaz bulmasıyla birlikte AB üyesi devletler Rus gazına bir alternatif bulabilecekleri konusunda heveslendiler. Bu bağlamda, Avrupa’ya nakledilecek gaz için en kısa ve ekonomik güzergah Kıbrıs üzerinden denize döşenecek bir boru hattı ile gazın Türkiye üzerinden sevk edilmesiydi. Ancak, daha sonra jeopolitik unsurların devreye girmesiyle East-Med boru hattı projesi, KKTC ve Türkiye’yi dışlayan bir opsiyona dönüştürülüp, İsrail ve GKRY’nin çabalarıyla pişirilip masaya getirildi. Halihazırda, AB’nin de desteklediği bu projenin bazı ciddi sorunları var. Bir defa, East-Med’in hayata geçmesi için 3000 km. uzunluğunda boru hattı döşenmesi gerekiyor. Üstelik bu hattın döşenmesi planlanan Girit ile Yunanistan arasındaki deniz tabanında ciddi jeolojik zorluklar mevcut. Ayrıca, East-Med Boru Hattı projesinin tamamlanması halinde maliyetinin yaklaşık 10 milyar euroyu bulması bekleniyor. Sonuçta, bu projenin hem teknik açıdan ciddi zorlukları içinde barındırması hem de iktisadi açıdan oldukça maliyetli olması yakın gelecekte East-Med’in hayata geçirilmesi önünde ciddi bir engel olarak duruyor. Mevcut şartlar altında, East-Med projesinin tıpkı Nabucco boru hattı projesi gibi rafta kalması da pekala mümkün. Elbette proje, bazı aktörler tarafından her şeye rağmen finanse edilebilir. Bu durumda beklenti ekonomik bir kazanç olmayacaktır. Siyasal olarak aktörlerin ne kazanacağı da Türkiye’nin kendi ve KKTC’nin haklarını korumak konusundaki kararlılığı nedeniyle belirsiz. Dolayısıyla proje daha çok hedefi belirsiz bir siyasi manipülasyon aracına dönüşmüş durumda.

AB’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunda tutumu nedir?

AB genel olarak, Avrupalı ülkeler özelde Doğu Akdeniz’deki soğuk savaşa hazırlıksız yakalandılar. Aslında Avrupa kendi içinde kendi sorunlarıyla boğulmuş durumda. Brexit sonrası belirsizlikler cevaplardan çok soru getiriyor ve Avrupalı liderler hala sol ya da sağ yükselen popülizmle mücadeleden korkuyor. Ayrıca Trump LNG ve NATO politikaları üzerinden Avrupalıları bölerken sıkıştırmayı başarmış görünüyor. Elbette AB, PESCO gibi bir B planı için hazırlıklar yapıyor ama pek çok ciddi uzmana göre, PESCO kabiliyetler, planlama ve bütçe gerçeklikleri açısından henüz ciddi bir alternatif değil.

Bu sınırlılıklar nedeniyle AB ve Avrupalı liderler Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunu dönüştürücü bir proje öneremiyor, üyeleri olması hasebiyle kabiliyetleri Doğu Akdeniz’i dönüştürmek konusunda çok çok sınırlı olan ve şimdilik ABD destekli projelere angaje GKRY’nin peşine takılan bir tutum takınıyorlar. Kısaca, Avrupalılar ABD-Rusya-Türkiye arasındaki pazarlıkların uzağına düşmüş, ABD’nin temelde Rusya karşıtı kurguladığı politikanın bir aracı haline dönüşmüş durumdalar, ancak bu sürecin doğru akıllıca bir jeopolitik tercihi ifade edip etmediğinden de emin değiller. Avrupalılar, Doğu Akdeniz’deki soğuk savaşın aktörü olmaktan uzaklaşırken, Doğu Akdeniz’deki, şimdilik ABD’nin desteklediği, Rusya’nın seyrettiği ve Türkiye ile KKTC’yi dışlamaya odaklanan oyunun parçası oluyorlar. Bu yüzden maalesef Avrupa’nın Annan planı referandumu sonrası barış ve istikrar üretmekte başarısız, aldatmacaya dayalı Kıbrıs politikasının da giderek güçlendiğini gözlemliyoruz. Bu tür bir Türkiye karşıtı maske takmak, Rusya karşıtı bir bloğun desteklenmesi gerçeğinden daha güvenli bir seçenek olarak görülüyor. Oysa bu seçeneğin güvenli ve AB’nin stratejik duruşunu/var oluşunu güçlendirici bir tercih olduğunu söylemek çok zor çünkü bu seçenekle AB/Avrupalılar sadece jeopolitik riskleri ve tırmandırma stratejilerini besliyorlar.

AB/Avrupalılar Doğu Akdeniz’de nasıl bir tutum takınmalı?

AB’nin kurumsal olarak yaşadığı ve kimi uzmanlarca AB krizi olarak nitelendirilen süreç küçük aktör çıkarcılığına ya da büyük aktörlerin küçük aktörler tarafından çatışmaya sürüklendiği (chainganging) irrasyonel davranış biçimlerine de fırsat veriyor. Nitekim GKRY’nin uzun bir süredir AB nezdinde sürdürdüğü Türkiye ve KKTC karşıtı kara propaganda Brüksel’in Ankara aleyhine bazı sınırlı yaptırım kararları almasına neden oldu. Aslında bu tür tırmandırmanın caydırıcılık fonksiyonu hemen hemen hiç yok çünkü Ankara hem Akdeniz’deki kendi deniz yetki alanları içinde hem de KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsat yetkilendirme alanlarında Fatih ve Yavuz derin sondaj gemileriyle çoktan faaliyetlerine başladı. Dolayısıyla caydırmadan ziyade Türkiye’ye yönelik bir cezalandırma eylemi söz konusu ki bu hem bugüne kadar Kıbrıs sorunu dahil Akdeniz’deki çözülmemiş sorunların kaderi düşünüldüğünde son derece faydasız bir eylem hem de tırmandırma riskinin bulunduğu bir ortamda son derece risk üreten bir stratejidir.

Ayrıca cezalandırma eyleminin Türkiye açısından bir etkisi olduğunu söylemek de zor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ifade ettiği üzere Brüksel’in bu yaptırımları ciddiye alınmayacak kadar önemsiz, zira Brüksel zaten AB Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) kesintilerini çok önceden devreye sokmuştu. Kısaca, AB’nin etkisiz, bölgedeki istikrar adına negatif sonuçlar üreten, bölgenin çok önemli bir gücünü ve Kıbrıs Türk toplumunu ötekileştiren bu sağduyudan uzak akılsız politikaları, caydırıcılık işlevi olmayan dolayısıyla aslında güçsüzlüğe işaret eden cezalandırma stratejilerini bir kenara bırakarak bir an önce “fabrika ayarlarına” dönmesi ve Avrupa için çok önemli olan bu bölgede Türkiye ile akılcı diyalog mekanizmalarını ve güven artırıcı tedbirleri devreye sokması gerekiyor.

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, BAU CEMES- Akdeniz Güvenliği Merkezi Başkanı, BAU Kıbrıs İİSBF Dekanı

https://www.setav.org/5-soru-akdenizde-enerji-oyunu/


***

26 Kasım 2019 Salı

DOĞU AKDENİZ DE HİDROKARBON FAALİYETLERİ VE PROJELERİ

DOĞU AKDENİZ DE HİDROKARBON FAALİYETLERİ VE PROJELERİ






Ortadoğu Araştırmaları Merkezi. ORSAM 
Analiz No: 229 / 
Nisan 2019 
YRD. DOÇ. DR. EMETE GÖZÜGÜZELLİ 
Ankara - TÜRKİYE ORSAM © 2019 

Bu çalışmaya ait içeriğin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak 
makul alıntılar dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu çalışmada yer alan değerlendirmeler yazarına 
aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. 


Adresi : Mustafa Kemal Mah. 2128 Sok. No: 3 Çankaya, ANKARA 
Telefon : +90 (312) 430 26 09 Faks: +90 (312) 430 39 48 
Email : info@orsam.org.tr 


Yazar Hakkında 
Yrd. Doç. Dr. Emete Gözügüzelli 
Akdeniz Üniversitesi İİBF Uİ Devletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanıdır. 

YDÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünde lisans(onur) ve yüksek lisansını (yüksek şeref) başarı ile tamamlamış ve GAÜ Siyaset ve Uluslararası Meseleler 
bölümünde doktorasını yüksek şerefle bitirmiştir. KKTC Dışişleri Bakanlığı, TBMM IPU, KKTC Ekonomi Enerji Bakanlığı gibi kamu kurumalarda vazifede 
bulunmuş, İsveç Dışişleri Enstitüsünde burslu Doğu Akdeniz Güvenliği üzerine araştırmacı olarak yer almış, Oxford Üniversitesi ile Kıbrıs üzerine asimetrik kültür ilişkileri konusunda çalışma ortağı olmuş ve KKTC’de bulunan üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalışmıştır. 
Gözügüzelli doktora tez konusu Doğu Akdeniz’de Deniz Sınırı Sınırlandırma konusu üzerinedir. Şuan ayrıca Bahşeşehir Kıbrıs Üniversitesi Deniz 
Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanı olarak da çalışmalarını yürütmekte, Ankara Hukuk Fakültesi Deniz Hukuku İngilizce yüksek lisans 
programında misafir öğretim üyesi olarak da çalışmaktadır. Gözügüzelli, KOÇ Üniversitesi Denizcilik Formu (KÜDENFOR), 
Ankara Hukuk Fakültesi Deniz Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi (DEHUKAM) gibi merkezlerin Danışma Kurulu üyeliği yanında yurt içi ve yurt 
dışında pek çok Bilim Kurulu üyelikleri bulunmaktadır. 

Nisan 2019 orsam.org.tr 


İçindekiler 

GKRY’nin “Hidrokarbon” Faaliyetleri ..........................................3 
Yunanistan’ın Hidrokarbon Faaliyetleri.......................................7 
Türkiye’nin Hidrokarbon Faaliyetleri ..........................................9 
Sonuç ..................................................................................12 
Kaynakça .............................................................................13 

Analiz No:229 

Giriş 

Doğu Akdeniz’de hidrokarbon keşifleri, bölgenin küresel güçlerin rekabet alanı haline gelmesine vesile olmuştur. Bu noktada Kıbrıs Adası stratejik konumu ile Batı eksenli güçlerin odak noktası olmuştur. Suriye krizi ile Rusya’nın Akdeniz’e inmesi ve hatta Modern İpek Yolu Projesi ile de Çin’in Akdeniz’de proaktif şekilde bölge ülkeleri arasında temaslarının artması gibi bir durum da söz konusudur. Bu bağlamda Akdeniz, “ilan edilmeyen savaşın beşiği” halini almıştır. Başka bir ifadeyle; adeta Akdeniz’de üstünlük kurma rekabeti içinde olan güçlerin bir 
satranç masasındaki şah-mat meselesi olmuştur. Türkiye’nin Akdeniz’e kıyısı olan ülke konumunda bulunması ve pek çok enerji nakil hatlarının kendi topraklarından geçiyor olması münasebetiyle sahip olduğu jeopolitik konumu, Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetleriyle jeoekonomik boyutta bölgenin enerji merkezi olması statüsünü kuvvetlendirmiştir. Türkiye konumu itibarıyla kıtalararası geçiş coğrafyasının kalbinde bulunan bir ülkedir. 

Doğu Akdeniz’in; boğaz/kanallar arası geçişlerin, enerji güvenliğinin ve hidrokarbon keşifleri ile artan önemli bölge sorunlarının tarihi bir dönüşümle karşı karşıya kaldığı, coğrafyanın yeniden şekillendirilmek istendiği uluslararası hukuk dışı adımların atıldığı kritik bir bölge olmasına vesile olmuştur. Nitekim Akdeniz ve Ege’de Lozan dengesini bozucu adımların, uluslararası hukuka aykırı şekilde deniz alanlarında atılmaya çalışılması, Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru haklarının gasp edilmesi girişimlerini beraberinde getirmiştir. 

Türkiye’nin tüm yapıcı tutumlarına rağmen derinleşen deniz yetki alanları ihtilafları ile artan risklerin güvenlik boyutunda istikrarı bozucu faaliyetlere karşı kimi tedbirler alınmasını zorunlu kılmıştır. Kıbrıs meselesinin Güney Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan tarafından 2000’li yıllardan sonra deniz alanlarına taşınma stratejisi, bu stratejilere AB ve Amerika’nın açık destekleri, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz ülkelerinde kırılgan bir barış ve istikrar ortamının varlığı, daha da öte Kuzey Afrika ülkelerindeki çok yönlü istikrarsızlıklar ve Kızıldeniz, Aden Körfezi ve Somali açıklarında deniz haydutluğunun kritik geçiş güzergahlarında devam etmesi, deniz alanlarının güvenliğinin artan önemini de ortaya koymuş tur. Deniz alanlarında canlı ve cansız kaynaklardan yararlanılmasında teknolojik gelişimle birlikte artan çabalar ve keşiflerin ülke ekonomisi ve jeopolitik konumuna katacağı katkılar dikkate alındığında yarı kapalı bir coğrafya olan Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka saygı yerine askeri güç destekli savaş diplomasisinin (gunboat diplomacy) öne çıktığı bir dönemdeyiz. Nitekim Akdeniz bugün artan asimetrik ilişkilerin ve deniz alanlarına yönelik hibrid mücadelenin yaşandığı bir coğrafya konumuna gelmiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti tüm bu gelişmelerin farkında olarak uluslararası yönetişim ve savunma organlarında bölgesel ve küresel barış ve dostluğun işbirliği temelinde yürütülmesi adına iyi niyetli tutumunu sürdürürken, uluslararası hukuktan kaynaklı tüm haklarını deniz alanlarında koruma kararlılığını da bizzat yürütmektedir. Bu çerçevede çalışmada, Doğu Akdeniz’de bölge ülkeleri tarafından yürütülen hidrokarbon faaliyetleri irdelenerek, Türkiye’nin karşı hamleleri açıklanacaktır. 

GKRY’nin “Hidrokarbon” Faaliyetleri 

İlk enerji ihalesini 2007’de toplam 11 blok (46.000 km2) üzerinden (3. ve 13. bloklar hariç) tutarak başlatmış olsa da; 51.000 km2’lik alanda 13 blok ile hidrokarbon faaliyetleri başlatılmıştır 1. 2007 yılında ilk ihale, 2012 yılında ikinci ihale, 2016 yılında ise üçüncü uluslararası ihalelendirmeleri tamamlayarak, toplam 8 blok üzerinde uluslararası şirketleri yetkilendirilmişlerdir. 

Şekil 1: GKRY tarafından uluslararası şirketlere yetkilendirilen sahalar2 

2011’de Blok 12’de Noble tarafından Afrodit alanında yapılan kazı sondajı sonucu, 5-8 tcf (Trilyon kübik feet) aralığında koşullu rezervlerin bulunduğu belirtilmiştir. 2007’den 2012’ye kadar 6 hidrokarbon arama izni verilmiştir3. 

İlgili blokların (6,8,10) coğrafi koordinatlarının yandaki şekilde olduğu iddia edilmektedir5. (WGS84): 


Şekil 2: Üçüncü ruhsatlandırma sahası gösterilen bloklar (mavi çizgiler).4 



Üçüncü ruhsatlandırma 6, 8 ve 10. bloklar üzerinde gerçekleşmiştir. Söz konusu ilan edilen sözde blokların 1, 4, 5, 6, 7 numaralı bölümleri, Türk kıta sahanlığı ile kısmen örtüşen sahalardır. 

8. blok ise, KKTC’nin TPAO’na ruhsatlandırdığı sahalardan biridir. Son olarak Total ve Eni, 7. Blok’a başvurmuştur. Rum Bakanlar Kurulu ilgili bloğa yapılan başvurunun neticesini henüz açıklamamıştır6. Esasen Rum Enerji Bakanı Yorgos Lakkotripis ise, “Kıbrıs’ın bölgesel bir enerji merkezine dönüştürülmesinin, Enerji Bakanlığı ve hükümetin planlamalarının nihai hedefi olduğunu” söyleyerek7, çalışmaların yürütüldüğünden bahsetmiştir. Halihazırda ABD’li şirket olan Exxon Mobil’in 10. blokta faaliyetleri sürerken, Amerika’nın Güney Kıbrıs’ta LNG tesisi açmasına onay verildiği haberleri Rum basınında yayımlanmıştır. Fileleftheros gazetesi, “ABD, LNG Tek Yol Diyor / Exxon Mobil, Terminalde Israrcı” başlıklarıyla yer verdiği haberinde; Amerikalıların, araştırmalardan zengin bulgular çıkması halinde terminal inşa etme konusunda ısrarcı olduklarını açıklanmıştır8. Fileleftheros gazetesi, tesisin kapasitesinin 36 bin ton olacağını yazmıştır9. Görüldüğü üzere Exxon Mobil’in sondaj değerlendirmesinin ardından atılacak adımlarda:
 a) Vassilikos Limanı’nda tesis inşa edilmesi; 
b) Kıbrıs müzakere sürecinin başlatılarak neticelendirilmesine müdahale etmesi10 yer almaktadır. 

Şekil 3: Vassilikos Limanı’nda planlanan LNG tesisi11 

Tüm bu çerçevede, 7 Kasım 2018’de Amerika’da, GKRY ve ABD Dışişleri Bakanları arasında “terörle mücadele konusundaki ortak işbirliği, deniz ve sınır güvenliğinin güçlendirilmesi ve bölgesel güvenliğin ilerletilmesi” konusunda anlaşma gerçekleştirilmiştir. Yazılı açıklamada, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki kaynaklarıyla ilgili uzun yıllardır ABD politikasını teyit ederek, ABD’nin BM himayesinde, Ada’nın iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon çatısı altında birleşmesi yönündeki çabaları desteklemeye devam ettiği” yönündeki sözleri vurgulanmıştır. 11 Kasım 2018 tarihinde Rum basını, Exxon Mobil’in Kıbrıs’a geldiğini; 15 Kasım KKTC kuruluş yıldönümünde sondaja başlayacağını ve Rum yönetiminin sözde Navtex’i ile 25 Şubat 2019’a kadar ilk sondajın gerçekleşeceği ni yazmıştır. Çok geçmeden 11-20 Kasım tarihleri arasında Amerikan Enerji Kaynakları Bakan Yardımcısı Fannon, “enerji konularında görüşmek üzere” İsrail, GKRY ve Mısır’ı ziyaret ederek, özellikle de EastMed ve enerji faaliyetleri konularında istişarelerde bulunmuştur. 

20 Aralık’ta ise İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin EastMed12 zirvesi, ABD GKRY Büyükelçisi’nin de katılımı ile gerçekleşmiş ve zirve, ABD’li elçinin EastMed Projesi’ne destek vermesi ile sonuçlanmıştır. 

East Med Projesi, GKRY, İsrail, Yunanistan ve İtalya arasında kurulması hedeflenen ve doğalgaz taşımacılığını öngören bir projedir. İlgili projenin tarafları, 7 milyar dolarlık maliyet üzerine anlaşmışlardır. Projenin, Avrupa’ya gaz taşımacılığında, özellikle de Avrupa’nın Arap etkisinden kurtulma veya azaltmaya imkan vermesi açısından önemli görülen bir proje olduğu belirtilmiştir. İlgili projeye AB’nin de 100 milyon dolar yardımda bulunacağı açıklanmıştır13. Esasen ilgili projenin belirlenen güzergahına bakıldığında Türk kıta sahanlığı içerisinden geçirilmesinin hedeflenmekte olduğu görülmektedir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) (1982) 79 (1). Maddesinde, “tüm devletlerin kıta sahanlığında denizaltı kabloları ve boru hatları döşeme yetkisi verse bile, bu tür boru hatlarının döşenmesi ile ilgili hattın madde 79 (3)’e göre ilgili kıta sahanlığı olan kıyı devletinin iznine tabi olduğu” açıklanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’den izin alınmadan herhangi bir döşeme planının hesap edilmesi muteber olmayacaktır. 


Şekil 4: Planlanan East Med Gaz Boru Hattı Projesi14 

Öte yandan, Yunanistan-GKRY-Mısır arasında “EuroAfrica Enterkonnekte” adlı elektrik, kablo deniz altı projesi; GKRY-Yunanistan-Mısır arasında ise “EuroAsia Enterkonnekte” elektrik, kablo deniz altı projesi imzalanmıştır. Her iki proje de, AB Komisyonu ve Parlamentosunca desteklenmektedir. Boru hatlarının geçeceği sahanın Türk kıta sahanlığı içerisinde bulunması ve ilgili tarafların Türkiye’den yeniden rıza almaması, BMDHS’ne de aykırı bir durumu ortaya koymaktadır. Kıta sahanındaki kullanım özgürlüğüne ilişkin olarak, 79 (1). Madde, “tüm devletler in kıta sahanlığında denizaltı kabloları ve boru hatları döşeme yetkisi verildiği, bununla birlikte, bu tür boru hatlarının döşenmesi ile ilgili hattın madde 79 (3)’e göre kıyı devletinin iznine tabi olduğu” hükmü adeta yok sayılmaktadır15. 

Uluslararası hukukta çok açık bir şekilde ifade edilmesine rağmen ilgili tarafların hukuku ve dolayısıyla Türkiye’nin bölgedeki haklarını göz ardı eden tutum oldukça talihsiz bir durumdur. Bahse konu tarafların adeta “haydutluk” içinde bulunulan siyasi anlayışla sorunu müzakereler yolu ile çözmekten kaçınarak, hakların ihlaline yönelmesi oldukça manidardır. Kanımızca bu tutum; “ilgili alanların kendi sahaları olduğunu” iddia etmelerinden kaynaklanmaktadır. Oysa ilgili sahaların sınırlandırılması, henüz bölge ülkeleri arasında gerçekleşmemiş olmasına karşın “olmuş gibi varsayarak”, diğer ülkelerin buna uymalarını zorlamak son derece istikrarı bozucu girişimlerdir. 

Yunanistan’ın Hidrokarbon Faaliyetleri 

Yunanistan’ın 230/1936 sayılı Karasuları Yasası’nda belirtilen 3 mil genişliği, 1936’daki sahil şeridi 187/1973 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararı ile değiştirilerek 6 deniz mili olarak belirlenmiştir. 6 Eylül 1931 tarihli ve 5017/1931 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile hava sahasını 10 deniz mili sınırı olarak sürdürmeye devam ettiğini iddia etmektedir. 

Yunanistan, Türkiye’nin meşru haklarını gasp etme girişimlerinin yanında, karasularını 6 deniz mili üzerinde 12 mile çıkarma çabası içine girmiştir. 
Bunun üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 8 Haziran 1995 tarihinde Yunanistan’a karşı savaş ilan etme (casus belli) kararı almış ve bunu tam ve sürekli olarak öngörmüştür. Son olarak Yunan Dışişleri Bakanı Kocias tarafından Ekim 2018’de, “Yunanistan’ın Ege’nin doğusunda karasularını 12 mile çıkarma niyetinin Yunan Cumhurbaşkanı önünde bekletilen bir kararname ile gündemde olduğunu” belirtmesinin ardından Yunan Başbakanı Çipras’ın konuyu yasal düzenleme olarak Meclis’e taşıma niyeti, Türkiye’nin sert tepkisine sebep olmuş ve Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi’ne nota verilerek, “casus belli” kararının halen yürürlükte olduğu bildirilmiştir. 

Yunanistan, hidrokarbonların ve diğer hükümlerin keşif, üretim ve iletim ağları için oluşturulan “Elektrik ve Gaz Enerjisi Piyasalarının İşletilmesi İçin Hidrokarbonların Arama, Üretim ve İletim Ağları ve Diğer Hükümler” başlıklı 4001/2011 sayılı Kanun’un 156. maddesine göre komşu devletlerle sınırlama anlaşmasının yokluğunda “Hellen Cumhuriyeti’nin kıyılarına ters veya bitişik olan sahillerle kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (ilan edildiğinde) ortay hat esasında olacaktır.”16 şeklindeki iddiası, karasularına yönelik taleplerini meşrulaştırma teşebbüsüdür17. 

Yunanistan’ın hidrokarbon faaliyetlerinin her ne kadar 20. yüzyılın başlarına (1903) dayanmakta olduğu18 iddia edilse de, mesele 19701990, 
1990-2000 ve 2000-günümüze ayrıştırılabilir. Bu kapsamda Yunanistan’ın 1970’lerden 1990’lara kadar hidrokarbon faaliyetleri şu şekilde özetlenebilir; 

1975 yılında Kamu Petrolleri Şirketi’nin (DEP) kuruluşunun ardından 12 Mart 1976 tarihli Bern Mutabakatı19 Yunanistan ve Türkiye arasında gerçekleşmiştir. 

1985 yılında DEP-EKY (DEP’e bağlı) şirketi kuruldu. Yunan hükümeti, söz konusu şirketlere, kıyı şeridinde hidrokarbon arama ve üretimi için 24 alan vermiştir. 
Toplam 73.000 km 2D ve 100 km2 3D sismik yüzey araştırması yapılarak, 74 adet arama kuyusu açılmıştır. 1994-199520 Hellen Petrol kurulmuştur21. 

İkinci faaliyetler 1996’da başlatılmış ve ilk uluslararası ruhsatlandırma, 6 alan belirlemesi ile başlatılmıştır. Neticede 4 ruhsat sahası verilmiştir. 

2000’den 2011’e kadar piyasanın neredeyse durgun olduğu; pek fazla atılım yapılamadığı belirtilmekte dir 22. 

2011-2015 yılları arası Yunanistan hükümeti yeni atılım başlatmıştır. Önce 4001/2011 yeni yasal çerçeve oluşturulmuş ve ardından Hellen Hidrokarbon Yönetim Şirketi kurulmuştur. Prinos Lisansları yeni yasa ile dengelenerek, 25 yıla genişletilmiştir. Batı Yunanistan ve Girit’in güneyinde Yunanistan’a münhasır olmayan alanlarda PGS tarafından sismik araştırmaların tamamlandığı belirtilmiştir 23. 

Şekil 5: Energan’ın 2014’e kadar aktif olduğu alanlar24 


Şekil 6: Yunanistan’ın uluslararası şirketlere ruhsatlandırdığı alanlar25 

2012 yılında yeni ruhsatlandırma başlatılmış ve 3 blok, 2014’te ruhsatlandırıl mıştır. Yunanistan, Mega Projesi ile 2. uluslar arası ruhsatlandırma gerçekleştir miş ve Energan Petrol ve Gaz şirketi proaktif faaliyetlere geçmiştir. 

Özellikle açılan ihalelerde Amerika Exxon Mobil şirketinin, Iyonya Denizi ve Girit’in güneyine ilgi gösterdiği; bunun Güney Kıbrıs’ın ruhsat sahalarındaki durumunu da dikkate alarak daha proaktif olduğu belirtilmiştir26. Nihayetinde 

Amerikan Jeoloji Raporu’nda (USGS) bölgede toplam 122 trilyon kübik fit doğalgaz olduğu belirtilmektedir 27. 

Bu değerlendirme, Amerika’nın, Yunanistan ve GKRY’nin sözde parsellerinde bulunmasının sebeplerinden biri olarak değerlendirilebilir. 
Bununla birlikte Yunanistan’ın Girit’in güneyinde hidrokarbon faaliyetleri için parseller belirlemesi ve sismik araştırmalar yapması, henüz sınırlandırılmayan bir alanda atılmaması gereken adımlardan biridir. Zira bu bölgede Libya’nın da hakları henüz tanımlanmamıştır. 

< GKRY’nin tek yanlı olarak Şubat 2007’de ilk 11 blok ile uluslararası ihaleye çıkmasının ardından Ekim 2008’de Teksas kökenli Noble Enerji’ye Blok 12’yi başlangıç için 3 yıl süre ile verdiğini açıklamasının ardından gerilim artmıştır. >

  Türkiye’nin Hidrokarbon Faaliyetleri 

   Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, her fırsatta, “Kıbrıs’ta adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözümün henüz tesis edilmemiş olduğu bir ortamda, Kıbrıs Rum tarafının Ada’nın yegâne sahibi gibi davranmakta ısrar ederek tek taraflı hidrokarbon faaliyetlerine devam etmesi kabul edilemez bir durum olduğunu” 28 deklare etmiştir. 

Esasen GKRY’nin tek yanlı olarak Şubat 2007’de ilk 11 blok ile uluslararası ihaleye çıkmasının ardından Ekim 2008’de Teksas kökenli Noble Enerji’ye Blok 12’yi başlangıç için 3 yıl süre ile verdiğini açıklamasının ardından gerilim artmıştır. 2010’da GKRY ile İsrail arasında sözde “münhasır ekonomik bölge sınırlandırması” olmasının hemen ardından Aralık 2010’da 

İsrail’de araştırmalarda bulunan Noble Enerji’nin Mısır Zohr yatağından sonra 18-22 trilyon kübik feet arasında gaz keşfi olduğu açıklanmıştır. 

19 Eylül 2011’de Güney Kıbrıs’ın 12. bloğunda bu kez Noble Enerj kazı faaliyetlerine başlamıştır. Bu çaba Amerika ve AB ülkeleri gibi ülkelerce desteklenmiştir. Bu adımlar karşında Türkiye, KKTC ile New York’ta Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması gerçekleştirmiştir. 

Bu anlaşmanın hemen ardından 22 Eylül’de KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanlığı ile TPAO arasında kâr payı esasında Ruhsatlandırma Antlaşması yapılmış; 
anlaşma, Ada’nın güneyi ve kuzeyi dahil olmak üzere hem deniz alanlarında hem de kara üzerinde bir sahada yetkilendirilme ile sonuçlanmıştır. 
TC-KKTC arasında Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması 32-16-18.000E ve 34-48-51.634E meridyenlerine göre yapılmıştır. 

Uluslararası hukuka uygun olarak ve hakça ilkeler dikkate alınarak belirlenen 27 coğrafi koordinatın birleştirilmesiyle elde edilen bir çizgi ile sınırlandırmaktadır. Bu antlaşma ile TPAO sahaları ile güney Kıbrıs’ın sahaları, 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13. bloklarda çakışmıştır. 28 Eylül 2011’de Türk araştırma gemisi Piri Reis ve iki savaş gemisi eşliğinde güneyde 12. Blok çevresinde araştırmalarda bulundu. KKTC’nin yetkilendirdiği G bölgesinde araştırmalar yapıldı. 

Türk F16 jetleri, havadan ilgili Türk gemisini korumuştur. Bu hareketliliği Amerika, İngiltere ve Yunan gemileri de takip etmiştir. 28 Aralık 2011’de Noble Enerji, “Afrodit” sahasındaki Blok 12’de, İsrail’in Levant Havzası’nın kuzey batısının 30 km alanına doğru kaynak varlığını duyurmuştur. Şubat 2012’de ise, GKRY ikinci ruhsatlandırma ilanına çıkarak, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 ve 13. bloklarının ilana açık olduğu belirtmiş ve 24 Ocak 2013’te ise 2, 3 ve 9. blokların Eni ve Kogas’a verildiği açıklanmıştır. 

6 Şubat 2013 tarihinde blok 10 ve 11, Fransız Total şirketine lisanslandırılmıştır. 11 Şubat’ta 12. Blok’a Noble Enerji yanında Delek ve Aver Petrol şirketlerinin dahil olması kararlaştırılmıştır. Haziran 2013’te Noble Enerji’nin başlattığı sondaj sonucu, Ekim 2013’te 5 trilyon kübik feetlik veri olduğu tahmini kamuoyu ile paylaşılmıştır. 

Öte yandan, 25 Eylül 2014’te Eni’nin Onasgoras sahasında Blok 9’da yaptığı incelemelerden Aralık 2014’te sonuç almadığı açıklanmıştır. 

GKRY, bu faaliyetlerini yürütmeye devam edince Ekim 2014’te Türkiye, bu kez “Barbaros Hayrettin Paşa” adlı sismik araştırma gemisi ve eşliğindeki diğer gemileri ile Kıbrıs çevresinde araştırmaya yöneltmiştir. Bunun üzerine Rum lider Anastasiades, KKTC lideri Eroğlu ile gerçekleştirdiği müzakerelerden çekilme kararı almıştır. Kasım 2014’te Noble Enerji, LNG tesisinin öncelik olması gerekliliğini açıklayarak, LNG tesisinin Vasilikos Limanı’nda inşasına işaret etmiştir. 

Ocak 2015’te “Amathusa” sahasında Eni, Blok 9’da keşif sondajına başlasa da, Mart 2015’te gaz rezervi bulunmadığı açıklanmıştır. Bunun üzerine Ocak 2015’te Türkiye, yeni bir Navtex yayımlayarak “Barbaros” sismik araştırma gemisini, Doğu Akdeniz’de 6 Ocak–6 Nisan tarihleri arasında araştırmalarda bulunmak üzere sevk ettiği duyurulmuştur. Bu kararı alan Türkiye’ye BM’den baskı gelerek “Barbaros” araştırma gemisini “Kıbrıs” sularından çekmesi ve müzakerelerin başlatılması istenmiştir. 

< Türkiye’nin Akdeniz’de yaptığı en önemli hamlelerinden biri de; 30 Ekim 2018 tarihinden başlayarak sondaj çalışmalarını “Fatih”, “Siem Louisa”, “Siem Sasha” ve “Siem Sophie” isimli gemilerle 27 Nisan 2019 tarihine kadar gerçekleştirme kararı almasıdır. >

Nisan 2015 tarihinde KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Mustafa Akıncı’nın kazanmasıyla Mayıs 2015’te müzakereler 7 ay aradan sonra yeniden başlatılmış tır. Haziran 2015’te müzakereler sürerken, Blok 12 ortakları, “Afrodit” sahasında ticari değerde gaz verisi olduğunu açıklamıştır. Ağustos 2015’te ise, Zohr yatağında keşif yapıldığı Mısır tarafından duyurulmuştur. 

Zohr yatağının yaklaşık 30 trilyon kübik feet değerde gaza sahip olduğu ve bunun GKRY’nin sözde 10, 11 ve 12. bloklarına yakın bulunduğu belirtilmiştir. Eni ve Kogas firmaları, 28 Aralık 2015’te ruhsat sürelerinin uzatılması talebinde bulunmuşlar ve 2, 3 ve 9. bloklarda ruhsatları uzatılmıştır. Ocak 2016’da 12. Blok’a bu kez İngiliz BG Grubu yüzde 35 oranında dahil olmuştur. Şubat 2016’da üçüncü ruhsatlandırmaya çıkan GKRY, 6, 8 ve 10. bloklarda ruhsatlandırma gerçekleştirmiş; bunun üzerine Türkiye ile gerilim daha da artmıştır. Blok 6’nin Türk kıta sahanlığı ile örtüşen alanda olmasından ötürü Türk Dışişleri, GKRY’yi sert bir dille uyararak, Türk kıta sahanlığında yetkilendirilmeyen hiçbir firma veya enerji şirketinin araştırmada bulunamayacağı belirtilmiştir. Ocak 2017’de ilk kez EastMed boru hattı projesinin teknik ve maliyet açısından uygun olabileceği yayınları başlamıştır. Mart 2017’de dönemin Türk Enerji Bakanı Berat Albayrak tarafından Anadolu Ajansı’na (AA) yapılan açıklamada, Karadeniz ve Akdeniz’de sondaj faaliyetlerine başlanacağı belirtilmiştir. Çok geçmeden 19 Nisan 2017’de Türkiye, Navtex 410/17 yayımlayarak, Mağusa çevresinde “Barbaros” sismik gemisinin araştırmalara başladığını duyurmuştur. 18 Mayıs 
2017’de GKRY tarafından doğalgaz kamu şirketi DEFA kurulmuştur. GKRY’nin adımları karşısında Türk Enerji Bakanı, ani bir kararla KKTC’deki Türk sismik araştırma gemisini ziyaret etmiştir29. 23 Şubat 2018 Eni’ye ait ”Saipem 12000” adlı geminin, araştırma yapmak üzere Akdeniz’deki “3. Bölge” olarak bilinen alana hareket etmesi üzerine Ankara, “Rumların bölgede doğalgaz aramasına kesinlikle müsaade edilmeyeceği” kararını yenilemiş ve ardından Türk savaş gemileri yola çıkmış; ”Saipem 12000” gemisinin 3. Bölge’de sismik araştırmasına müsaade edilmemiştir30. Ancak “Eni’nin bölgede sondajdan vazgeçmediği” açıklaması yapılmıştır. Bu olayın ardından Batı dünyasından 
Türkiye’ye tepkiler olsa bile Türkiye geri adım atmamıştır. 

Türkiye’nin Akdeniz’de yaptığı en önemli hamlelerinden biri de; 30 Ekim 2018 tarihinden başlayarak sondaj çalışmalarını “Fatih”, “Siem Louisa”, “Siem Sasha” ve “Siem Sophie” isimli gemilerle 27 Nisan 2019 tarihine kadar gerçekleştirme kararı almasıdır. Türkiye ilaveten, Akdeniz’de atılan adımlar ve yürütülen çok uluslu GKRY tatbikatları karşısında gerek askeri faaliyetleri, gerekse sismik araştırmalarını aralıksız sürdürme kararlılığı sergileyerek, 2018 yılını proaktif tamamlamıştır. 

2019 Ocak ayında ise Türkiye, Doğu Akdeniz’deki araştırma sahasını genişlettiğini açıklanmıştır. “00 39/19 sayılı Navtex ile 6 ve 7 Ocak tarihlerinde Meis Adası’nın güneyi ve Rodos Adası’nın doğusunu kapsayan geniş bir alanda araştırma faaliyeti icra edileceği duyurulmuştur. 

“Barbaros Hayrettin Paşa” adlı sismik araştırma gemisi, refakatindeki “Tanux-1” ve “Apollo Moon” gemileri ile birlikte Yunanistan’ın işgal politikasına konu Türk kıta sahanlığında, sözde Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesinin büyük bir bölümünü de içerisine alacak şekilde araştırma yapmak üzere bölgede seyre başladığı açıklanmıştır”31. 

Öte yandan, Türkiye Petrolleri’nin (TPAO) 262,5 milyon dolara satın aldığı “Deepsea Metro I”in de Akdeniz’de “Fatih” sondaj gemisi ile birlikte çalışmalarda bulunacağını.32 duyurması, Türk Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in, Akdeniz’de ikinci sondaj gemisinin ocak ayı sonunda faaliyetlerine başlayacağını33 belirtmesi ve hatta Fatih sondaj verilerinin değerlendirmesinin de Ocak 2019’dan sonra 2-3 ay içinde açıklanacağının dile getirilmesi, Akdeniz’de devlet tarafından kararlı bir duruşun sergilendiğini gösteren önemli olgular olmuştur. 

Özellikle de aşağıdaki tabloda Doğu Akdeniz’de keşfedilen son yataklar açıklanmış, 34 olsa bile, ABD Jeoloji Dairesi’nin değerlendirmelerinde 
“Türkiyesiz olamayacağı” belirtilmektedir. 

Nitekim Türk hükümeti sürecin başlangıcından bu yana yaşanan gelişmeler karşısında gerek kendi, gerekse Kıbrıs Türk halkının haklarının 
gaspına müsaade etmeyen bir siyasi anlayış ve eylem içinde faaliyetlerde bulunmuştur. Esasen Türkiye’nin bu süreçte özellikle de GKRY’nin 
tek yanlı ruhsatlandırma faaliyetleri karşısında KKTC’ye “Barış Suyu”nu boru hatları ile getirmesi, bugüne kadar yürütülen en önemli hamlelerden 
biri olmuştur. Bunun devamı bugün Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetleri ile devam etmiştir. Ayrıca KKTC tarafından TPAO’ya verilen 
ruhsatlandırma sahaları ve KKTC-Türkiye arasında gerçekleşen Enterkonnekte Kablo Ağı Projesi de, Türkiye’nin Akdeniz’de Kıbrıs Türklerinin 
haklarını korumakta kararlı olduğunu gösteren önemli siyasi çıktılardır. 

Tablo2
Kaynak: EIA yaklaşık değerler, IHS, Oxford Institute for Energy Studies, Oil & Gas Journal 

Sonuç 

Levant Havzası’nda İsrail, Güney Kıbrıs ve Filistin bölgesinde yapılan keşiflerle bölgede yeni hidrokarbon faaliyetleri başlatılması yönünde istenç de artmıştır. Uluslararası şirketler, yapılan keşiflerle Akdeniz’de küresel enerji rekabetinde yer edinmeye çalışmaktadırlar. Özellikle de Ocak 2019 tarihinde Lübnan ve İsrail’in ikinci ruhsatlandırma faaliyetlerinin başladığı, Mısır’ın araştırmalarını Noor keşiflerinden sonra da ilerlettiği bir ortamda Türkiye’nin, kendi sondaj gemilerini ikiye çıkararak Akdeniz’de genişletilmiş araştırma sahalarında varlığını  göstermesi ve GKRY ve Yunanistan’ın hak ihlali çabalarına müsaade etmemesi, Doğu Akdeniz’de Türkiyesiz bir geleceğin olamayacağını gösteren önemli ivmelerden biri olmuştur. Türkiye, Doğu 

Akdeniz’de önemli bir aktördür. Türkiye’nin proaktif hidrokarbon keşifleri üzerine yürüttüğü uygulamalar, önemli ve dengeleri değiştirici hamlelerdir. Nitekim 2007 yılından beri GKRY’nin Doğu Akdeniz’de “haydutluk edası” ile hem Kıbrıs Türk hem de Türkiye’nin haklarını gasp girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 

Lakin 2019 yılının herhâlükârda Türkiye karşıtlığı güden güçlerin istikrarı bozucu tahrik ve provokasyonları ile geçebileceği bir yıl olması ihtimali de kuvvetle muhtemeldir. Kıbrıs meselesi, bu aşamada en önemli belirleyici faktörlerden biri olacaktır. Her koşulda Türk hükümetinin geri adım atmayacağı, üst düzey devlet yöneticilerinin sergiledikleri tavırlarda ve Türkiye’nin Akdeniz’deki fiili eylemlerinde belirgindir. 

Kaynakça 

1 Güney Kıbrıs hidrokarbon faaliyetlerini, 2007 tarihli Hidrokarbon Yasası, 4 sayılı (1) / 2007 sayılı Prospection, Exploration & Exploitation Yasası ve 2007 ve 2009 tarihli Hidrokarbon Tüzüğü’ne (no. 51/2007 ve 113 / 2009) dayandırarak, tüm “Kıbrıs suları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge” için geçerli olduğunu, iç hukuk düzenlemesi ile iddia etmektedir. Ayrıca, hidrokarbon aramalarının Avrupa Komisyonu Direktifi ile (94/22 / EC sayılı direktif) ve diğer ilgili AB mevzuatları ile düzenlendiği belirtilmektedir. 
2 https://www.offshoreenergytoday.com/turkey-exxonmobils-cyprus-drilling-destabilizing-for-region/ 
3 Blok 2,3,9 Eni (%80) ve Kogas (%20), Bloklar 10 ve 11 Total’e (%100), Blok 12 Noble Enerji (%70), Delek (%15), Avner Petrol Şirketi (%15). Bakınız: Michael Hadjitofi, 2007, GAS IN CYPRUS: OPPORTUNITIES FOR DUTCH BUSINESS &KNOWLEDGE INSTITUTIONS. Rapor GKRY Hollanda 
Büyükelçiliği ’nde yayımlanmıştır. 
4 Ministry of Energy, Commerce, Industry and Tourism, 3 RD LICENSING ROUND OFFSHORE CYPRUS 2016, Submission of Applications, Guidance Note 
5 Ministry of Energy, Commerce, Industry and Tourism, 3 RD LICENSING ROUND OFFSHORE CYPRUS 2016, Submission of Applications, Guidance Note 
6 Total and ENI apply to explore gas block seven, Cyprus Mail, 26 Kasım 2018, https://cyprusmail.
com/2018/11/26/total-and-eni-apply-to-explore-gas-block-seven/ 
7 GÜNEY KIBRIS, İSRAİL ARASINDA ÖNEMLİ TEMAS, KIBRIS MANŞET, 3.02.2014, 
https://www.kibrismanset.com/guney-kibris/guney-kibris-israil-arasi-onemli-temas-h55160.html 
8 “Exxon Mobil, Güney Kıbrıs’ta LNG Terminali Açacak”, 6 Aralık 2018, Haberler, https://www.haberler.com/exxon-mobil-guney-kibris-ta-lng-terminali-acacak-11509247-haberi/ 
9 “Vasiliko’ya LNG Tesisi Kurulmasına Onay”, Gündem Kıbrıs, 6 Ekim 2018, https://www.gundemkibris.com/rum-basini/vasilikoya-lng-tesisi-kurulmasina-onay-h261650.html 
10 “Gözler Amerikan Şirketinde”, Diyalog gazetesi, 31 Aralık 2018, 
https://www.diyaloggazetesi.com/guney/gozler-amerikan-sirketinde-h67348.html 
11 Noble Enerji tarafından yayımlandığı belirtilen kaynak için bakınız: Solon Kassinis, EAST MEDITERRANEAN: 
GEOPOLITICS, PROSPECTS, CHALLENGES AND COOPERATION, EastMed 
Sempozyumu, Limasol, 17 Kasım 2014 sunumu. 
12 East-Med adı verilen ve 2025 yılında tamamlanması öngörülen proje denizin 3.3 kilometre derinliğinden geçecek 2 bin kilometrelik bir boru hattı inşa etmeyi hedeflenmektedir. Bakınız: Yunanistan-İsrail-Güney Kıbrıs üçlüsü Doğu Akdeniz’de işbirliğini artırıyor, Milliyet gazetesi, 8 Mayıs 2018; 
http://www.milliyet.com.tr/yunanistan-israil-guney-kibris-dunya-2664795/ 
13 Israel, Cyprus, Greece and Italy agree on $7b. East Med gas pipeline to Europe, The Times of Israel, 
24 Kasım 2018, https://www.timesofisrael.com/israel-cyprus-greece-italy-said-to-agree-on-east-medgas-pipeline-to-europe/ 
14 DEPA SA. https://www.iene.eu/the-export-options-and-challenges-for-east-med-gas-was-presentedby-ienes-executive-director-at-israels-annual-energy-and-business-convention-p3181.html 
15 Madde 79 (2) ‘ye göre; kıyı devleti ayrıca, kıta sahanlığı araştırılması, doğal kaynaklarının işletilmesi ve boru hatlarından kirliliğin önlenmesi, azaltılması veya kontrolüne hakları vardır. 
16 LAW No.4001/2011 For the operation of Electricity and Gas Energy Markets, for Exploration, Production and transmission networks of Hydrocarbons and other provisions (published in the Government Gazette No.179, Part One, 22 August 2011) 
17 Yunanistan, BMDHS’nin 121(2) maddesine göre adaların ayrı kıta sahanlığı ve MEB’i olduğunu savunmaktadır. Buna göre adaların karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakları olduğunu iddia ederek, deniz alanlarında yayılımcı siyaset gütmektedir. 
18 PROSPECTING, E.PLORATION AND EXPLOITATION OF HYDROCARBONS, Ministry of Environment Energy,Greece, 
http://www.ypeka.gr/Default.aspx?tabid=765&locale=en-US 
19 Yunanistan, ilgili anlaşmada öngörülen “kıta sahanlığının sınırlandırılması için müzakere edilerek anlaşılması ve ilgili alanlara yönelik herhangi bir faaliyetten sakınılması” ifadesine rağmen Türkiye’nin müzakere ve anlaşma niyetine oldukça mesafeli yaklaşarak, hakların ihlali teşebbüslerine devam etmiş 
ve sorunun halen sürmesinde etken olmuştur. 
20 1994: Avrupa Parlamentosu tarafından E&P Direktifinin Kabulü (22/94 / EC) 
• 1995: Avrupa direktifine uymak için Yunan Parlamentosu tarafından yeni E&P hukukunun (2289/95) kabul edilmesi. Bakınız: Konstantinos A. Nikolaou, GREECE AS AN EXPLORATION PLAY IN SOUTH EAST EUROPE, HELLENIC PETROLEUM SA (1) E-P Technical Director, MAY 2008 
21 Konstantinos Nikolaou, Hydrocarbon Exploration in South East Mediterranean, NMIOTC Souda, Island of Crete, June 3rd , 2015 
22 Konstantinos Nikolaou, Hydrocarbon Exploration in South East Mediterranean, NMIOTC Souda, Island of Crete, June 3rd , 2015 
23 Konstantinos Nikolaou, Hydrocarbon Exploration in South East Mediterranean,a.g.e.2015 
24 Konstantinos Nikolaou, Hydrocarbon Exploration in South East Mediterranean,a.g.e. 2015 
25 TEKMOR, 2 Şubat 2018, http://tekmormonitor.blogspot.com/2018/02/eni-discovery-doubles-cyprusreserves.html 
26 ExxonMobil to dip into Greek hydrocarbons – KATHIMERINI, 14 Mayıs 2017, TEKMOR, http://tekmormonitor.
blogspot.com/2017/05/exxonmobil-to-dip-into-greek.html 
27 ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi tahminlerine göre Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzası’nda 3,45 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunuyor. 
U.S. Energy Information Administration, “Overview of Oil and Natural Gas in the Eastern Mediterranean Region Geology, s.29; https://www.eia.gov/beta/international/regions-topics.cfm?RegionTopicID=EM ; 
https://www.star.com.tr/ekonomi/fatih-sondaj-gemisinden-sonra-ikinci-sondaj-gemisi-icinde-hazirliklar-basladi-haber-1373046/ 
28 No: 400, 29 Aralık 2017, GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki Hidrokarbon Faaliyetleri hk. 
29 https://cyprus-mail.com/2016/06/27/special-report-drilling-cyprus-gas-timeline/ 
30 https://tr.sputniknews.com/dogu_akdeniz/201802231032373115-akdeniz-sondaj-gerilim-carpisma/ 
31 Üç günlük Navtex süresi boyunca bu bölgedeki faaliyetini sürdürecek olan Barbaros, bu sürecin sonunda yapılacak yeniden değerlendirmelerin ardından Güzelyurt açıklarına döndürülebilecek. Bununla beraber Barbaros’un Türk kıta sahanlığındaki araştırmalarının, yeni bölgelerin de eklenmesi suretiyle 
tüm Doğu Akdeniz’e yayılması planlanıyor. Bakınız: Enerji Enstitüsü, 08.01.2019, http://enerjienstitusu.de/2019/01/08/turkiye-dogu-akdenizdeki-dogalgaz-arama-sahasini-genisletti/ 
32 Akdeniz’e 2. sondaj gemisi, Yeni Şafak, 26 Ekim 2018, https://www.yenisafak.com/gundem/akdenize-2-sondajgemisi-3404607 
33 HaberKıbrıs, 8 Aralık 2018, https://haberkibris.com/-ikinci-sondaj-gemisi-yola-cikiyor-2018-1208.html 
34 https://www.eia.gov/beta/international/regions-topics.php?RegionTopicID=EM 


Notlar 

ORSAM, süreli yayınları kapsamında Ortadoğu Analiz ve Ortadoğu Etütleri dergilerini yayınlamaktadır. 

İki aylık periyotlarla Türkçe olarak yayınlanan Ortadoğu Analiz, Ortadoğudaki güncel gelişmelere dair uzman görüşlerine yer vermektedir. Ortadoğu Etütleri, ORSAM’ın altı ayda bir yayınlanan uluslararası ilişkiler dergisidir. İngilizce veTürkçe yayınlanan, hakemli ve akademik bir dergi olan Ortadoğu Etütleri, konularının uzmanı akademisyenlerin katkılarıyla oluşturulmaktadır. 

Alanında saygın, yerli ve yabancı akademisyenlerin makalelerinin yayımlandığı Ortadoğu Etütleri dergisi dünyanın başlıca sosyal bilimler indekslerinden Applied Sciences Index and Abstracts (ASSIA), EBSCO Host, Index Islamicus, International Bibliography of Social Sciences (IBBS), Worldwide Political Science Abstracts (WPSA) tarafından taranmaktadır. 



***