İlter Türkmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlter Türkmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2019 Çarşamba

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 2

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE  BÖLÜM 2



Fransa Mart 2007’de GKRYile bir askeri işbirliği anlaşması imzalamıştır. 

Söz konusu, anlaşma Güney Kıbrıs Baf’ta bulunan Andreas Papandreu hava üssünün kullanımını da kapsamaktadır. İsrail Almanya’dan tedarik ettiği Dolphin tarzı denizaltılarla Akdeniz’deki operasyon kabiliyetini artırarak askeri gücünü tahkim etmektedir. ABD’nin Girit, Türkiye ve İtalya’da üsleri olduğu halde 1982’den beri Doğu Akdeniz’de uçak ve savaş gemilerini sürekli olarak bulundurmaktadır. NATO bilhassa kitle imha silahları ve büyük yıkımlara neden olabilecek benzeri silah ve mühimmatın yayılmasını önlemek maksadıyla 
bölgede ‘Etkin Çaba Harekâtı’nı (Operation Active Endeavor- OAE) sürdürmekte dir. Türk Silahlı Kuvvetleri de Nisan 2006 yılından bu yana Doğu Akdeniz’de enerji nakil hatlarının güvenliğinin temin edilmesine katkıda bulunmak üzere ‘Akdeniz Kalkanı Harekâtı’nı icra etmektedir.11 



Türkiye, bu harekât kapsamında elde ettiği bilgileri NATO makamları, NATO’nun bölgede organize ettiği ‘Etkin Çaba Harekâtı’ve Birleşmiş Milletler Lübnan Barış 
Gücü (UNIFIL) yetkilileri ile paylaşarak bölge güvenliğini sağlamaya yönelik uluslararası çabalara da gerekli yardımı sunmaktadır. 12 

<   Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin yaklaşık yüzde 70’i Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Cebelitarık ve Türk Boğazları ile Süveyş 
Kanalı enerjinin son tüketim pazarlarına ulaştırılmasında kilit rol oynamaktadır. >

Ekonomi ve güvenlik açısından son derece stratejik noktada bulunan Doğu Akdeniz’in en önemli ülkelerinden biri Türkiye’dir. İtalya dışarıda bırakılacak 
olursa Türkiye, uzak arayla bölgenin en büyük ekonomisidir ve Türk Boğazları ile Akdeniz’deki ticari ve askeri trafiği doğrudan etkileyebilecek jeostratejik 
bir özelliğe sahiptir. Doğu Akdeniz’deki en uzun kıyı şeridi Türkiye’ye aittir ve hepsinden önemlisi Türkiye garantör devlet sıfatıyla Kıbrıs Adası üzerinde 
söz sahibidir. Hızla artan ihracat sektörüne paralel olarak Türkiye’nin liman kapasitesi ve deniz trafiği de her geçen gün artmaktadır. Bu trafiğin yüzde 
30’dan fazlası Doğu Akdeniz’deki limanlar üzerinden gerçekleştirilmektedir. Günümüzde dünya toplam ticaretinin yüzde 90’ından fazlasının deniz yolu ile 
yapıldığı göz önünde bulundurulursa Doğu Akdeniz havzasından geçen deniz ticaret yolları ve bu yolların güvenliğinin Türkiye ile bölge ülkeleri için ifade 
ettiği önem daha iyi anlaşılacaktır.13 

Doğu Akdeniz’deki Enerji Keşifleri 

Son yıllarda keşfedilen enerjiyatakları Doğu Akdeniz’i enerji naklinde stratejik bir kavşak olmaktan öteyetaşımıştır. Varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarının büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda yakın zamanda bölgenin bir enerji merkezi haline gelmesi beklenmektedir. 
Nitekim ilgili devletlerin yetkili kuruluşları ve sondaj çalışmalarına katılan petrol ve doğal gaz şirketlerinin tahminleri birlikte değerlendirildiğinde, Doğu Akdeniz’de toplam değeri trilyon dolarlara ulaşan bir enerjivarlığından söz etmek mümkün görünmektedir. 

Bu konuda güvenilecek en temel kaynaklardan birisi olarak kabul edilen ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin 2010 yılında yayımladığı raporlar dikkate 
alındığında; Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak adlandırılan bölge,14 Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak adlandırılan 
bölge,15Girit Adası’nın Güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki toplam enerji rezervi (petrol, doğal gaz ve 
sıvı doğal gaz) yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap 
edilmektedir. Ancak varlığı tahmin edilen ile ispatlanan değerler arasında ciddi bir farkın bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Doğu Akdeniz’de birçok farklı noktada sondaj çalışmaları devam etmektedir. Gelişen teknolojik imkânlara bağlı olarak Doğu Akdeniz’deki toplam enerji rezerv oranlarında 
değişikliklerin yaşanması muhtemeldir. 

Aslında bölgede enerji arama çalışmaları çok erken bir dönemde başlamıştır. İsrail 1960 yılından bu yana Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama çalışmalarına 
devam etmektedir.16 İtalyan enerji şirketi ENI 1961 yılında Mısır açıklarındaki Belayim sahasında petrol bulduğunu açıklamıştır. Aynı şirket 1967’de yine Mısır’a ait olan Abu Madi sahasında doğal gaz yatakları olduğunu duyurmuştur. Mısır 1960’lı yıllardan beri Doğu Akdeniz açıklarında yoğun enerji çalışmaları yapan ülkelerden biridir. Başta doğal gaz olmak üzere enerji ihraç eden ülkelerden biri olan Mısır, 2013 yılı itibarıyla günlük enerji üretiminin yüzde 80’e yakın bir kısmını Akdeniz’deki enerji yataklarından elde etmektedir.17 

<  Leviathan, Nil, Heredotve Kıbrıs Adası etrafındaki toplam enerji rezervi yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. 
Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap edilmektedir. 
Leviathan, Nil, Heredotve Kıbrıs Adası etrafındaki toplam enerji rezervi yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap edilmektedir. >

Zamanla devlet teşebbüsleri yanında özel müteşebbislerin de açık denizlerde enerji arama çalışmalarına başlaması ve bu alana yatırım yapması, teknolojik 
imkânların gelişimini hızlandırmıştır. Günümüzde gelişen teknolojik imkânlar sayesinde derin ve ultra-derin sahalarda sondaj çalışması yapmak mümkün hale gelmiştir. İsrail gelişen bu teknolojik imkânları kullanarak 1999 yılında kıyılarına yakın Noa sahasında ve 2000 yılında Mari-B olarak adlandırılan alanda küçük miktarlarda hidrokarbon yatağı keşfetmiştir.18 Ancak Doğu Akdeniz’de geniş miktarda enerji yatakları olabileceğine dair asıl işaret yine Mısır’dan gelmiştir. Mısır açıklarındaki Nil deltasında sondaj çalışmaları yürüten Shell şirketi, 2004 yılı Şubat ayında Nil deltasının Kuzeydoğusundaki NEMED (North East Mediterranean) sahasında geniş miktarda hidrokarbon yatakları tespit ettiğini açıklamıştır.19 Bugün NEMED sahasında toplam 42 milyar metreküp doğal gaz olduğu tahmin edilmektedir. 

Mısır’daki bu keşiften sonra Doğu Akdeniz bölgesinde enerji araştırma çalışmaları hız kazanmıştır. İsrail açıklarında sondaj çalışmalarını sürdüren Amerikan 
Noble Enerji ve İsrail’in Anver, Isramco, Delek Drilling ve Dor şirketleri 2009 yılının hemen başında Tamar-1 olarak adlandırılan sahada önemli miktarda doğal gaz yatakları bulduklarını açıklamıştır. Bundan kısa bir süre sonra Mart 2009’da İsrail, Dalit-1 sahasında doğal gaz bulduğunu açıklamıştır. 

Delek Drilling şirketinin tahminlerine göre Tamar-1 ve Dalit-1 sahalarında bulunan toplam doğal gaz miktarı 255 milyar metreküptür. Delek yetkililerine 
göre bu iki sahadaki doğal gaz miktarı İsrail’in 20 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilecek büyüklüktedir.20 

Mısır ve İsrail açıklarındaki arama sahalarında arka arkaya tespit edilen enerji yatakları büyük petrol şirketleri ve küresel güçlerin dikkatini çekmiştir. Doğu 
Akdeniz’de sismik araştırmalar yoğunlaşmış ve bölgenin potansiyel enerji rezervi tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede 2010 yılında Amerikan Jeolojik 
Araştırmalar Merkezi, Doğu Akdeniz’de enerji açısından en mümbit alanlar olarak kabul edilen Kıbrıs ve İsrail arasında kalan Leviathan Havzası ve Kıbrıs ile Mısır arasında uzanan Nil Deltası’ndaki potansiyel enerji miktarı konusunda iki rapor yayımlamıştır. Bu raporlara göre; Nil Deltası’nda 1.763 milyar varil elde edilebilir petrol, 223.242 trilyon ayak küp doğal gaz ve 5.974 milyar varil sıvı gaz olduğu ifade edilmiştir.21Leviathan bölgesinde ise potansiyel olarak 1.689 milyar varil petrol ve 122.378 trilyon ayak küp doğal gaz bulunduğu belirtilmiştir.22 

Nitekim Tamar-1 ve Dalit-1 sahalarındaki keşiflerden sonra sondaj çalışmalarını daha geniş alanlarda sürdüren İsrail, Ekim 2010’da Leviathan bölgesinde toplam kapasitesi 17 trilyon ayak küp olan yeni bir doğal gaz sahasının varlığını tespit etmiştir. Tanin, Shimshon ve Dolphin gibi sahalarda bulunan daha küçük miktarlardaki hidrokarbon yatakları da ilave edilince yakın gelecekte İsrail’in en azından kendi enerjisini üretebilen bir ülke haline geleceği söylenebilir. Ancak Doğu Akdeniz’de potansiyel olarak varlığı tespit edilen enerji rezervi ile varlığı ispatlanan enerji rezervi arasında ciddi bir uçurum mevcuttur. Örneğin yukarıda aktarılan keşiflere rağmen İsrail Enerji Bakanlığı’nın verilerine göre İsrail’in kanıtlanmış doğal gaz rezervi sadece 300 milyar metreküptür.23 

Bu rakamın ne kadar mütevazı bir rakam olduğu Rusya (44.9 trilyon metreküp), İran (29.6 trilyon metreküp) ve Katar (25.4 trilyon metreküp) gibi ülkelerin kanıtlanmış doğal gaz rezervi ile karşılaştırıldığında açıkça görülmektedir. 





Harita-1 : Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğal gaz yatakları. 

Lübnan da 1970-75 döneminde karada petrol arama girişiminde bulunmuştur. Ancak yapılan çalışmalar sonucunda petrol çıkarma maliyetinin petrolden 
elde edilecek gelirden fazla olması nedeniyle aramalara son vermiştir. Daha sonra ülkede yıllarca süren iç savaş ve karmaşık iç dengeler yüzünden Lübnan 
enerji arama çalışmalarına yatırım yapacak fırsat bulamamıştır.24Doğu Akdeniz havzasında, özellikle Mısır ve İsrail tarafından tespit edilen enerji kaynakları 
bölgenin diğer ülkelerini olduğu gibi Lübnan’ı da teşvik etmiştir. Bunun üzerine Lübnan, kendi Münhasır Ekonomik Bölge’sinde (MEB) iki ve üç boyutlu sismik araştırmalar yapmıştır. Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’nce (PRIO) hazırlanan bir raporda ifade edildiği üzere Lübnan’a ait MEB’de yaklaşık 708 milyar metreküp doğal gaz bulunduğu tahmin edilmektedir.25 Lübnan potansiyel olarak varlığı saptanan gazın çıkarılıp işlenebilmesi için Ocak 2012’de bir petrol yasası hazırlamıştır. Ayrıca, Lübnan konuyu yakından takip etmek üzere bir petrol idaresi kurmayı da hedeflemektedir. 

Doğu Akdeniz’in son yıllardaki en çalkantılı ülkesi Suriye’de açık denizlerde enerji arama çalışmaları yapmayı planlamıştır. Bu hedef doğrultusunda Suriye, 
2007 yılında ilk lisans çalışmalarına başlamıştır. Ancak 2007 yılındaki ilk tur lisanslandırma girişimine İngiliz Dove Enerji şirketi dışında teklif veren 
firma olmayınca Şam yönetimi lisans anlaşması yapmaktan vazgeçmiştir.26 2010-11 döneminde kıyılarındaki dört temel blokta hidrokarbon yatakları arama 
faaliyetlerinde bulunmak üzere yeni bir girişim başlatan Suriye ülkede patlak veren kriz nedeniyle bugüne dek herhangi bir sonuca ulaşamamıştır. 

Doğu Akdeniz’de yürütülen enerji arama çalışmalarının Türkiye açısından en önemli bölümü, GKRY’nin Kıbrıs Adası’nın güneyinde yürüttüğü ruhsatlandırma 
ve sondaj çalışmalarıdır. GKRY’nin bölgede tek taraflı yürüttüğü sondaj ve ruhsatlandırma çalışmaları hukuk, ekonomi, siyasi ve güvenlik bakımlarından 
Türkiye’yi hem doğrudan, hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) üzerinden ilgilendirmektedir. Arap Baharı nedeniyle zaten sıkıntılı bir süreçten geçen bölgede, barış ve istikrarın sürdürülmesi için tek taraflı tutumlardan ziyade işbirliğinin tercih edilmesi önem arz etmektedir. Ancak GKRY’nin bugüne kadar potansiyel enerji yataklarının paylaşımı noktasında sergilediği tutumun uzlaşmadan yana olduğunu söylemek biraz zor olacaktır. 
Rum Yönetimi’nin tutumu ve konunun hukuki boyutu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ele alınacaktır. Şimdilik sadece Rum Yönetimi’nin Adanın 
güneyinde sürdürdüğü sondaj çalışmalarında bulduğunu açıkladığı enerji yataklarına değinilecektir. 

GKRY, 2006 yılında Kıbrıs Adası’nın güneyinde yer alan ve 2 Nisan 2004’te tek yanlı ilan ettiği MEB sınırları içerisinde kalan 51,000 km2’lik bir sahada 
enerji keşif çalışmaları yapmaya başlamıştır. Rum Yönetimi, çalışmalar neticesinde elde ettiği sismik verilere dayanarak doğal gaz ve petrol arama 
ruhsatı vermek üzere 2007’de uluslararası ihaleye çıkmıştır. İhale şartlarında keşif sahasındaki 11 parsel üzerinde üç yıl boyunca hidrokarbon araştırması 
yapılması öngörülmüştür. Rum Yönetimi’nin düzenlediği bu ilk tur ihaleye sadece üç şirket cevap vermiştir. Rum Yönetimi cevap veren şirketler arasından 
Amerikan Noble Enerji şirketini seçerek ihale kapsamında bulunan on ikinci parsel üzerinde araştırma yapmak üzere ruhsatlandırmıştır.27 

Bu gelişmeler üzerine Noble Enerji, 19 Eylül 2011 tarihinde on ikinci parsel üzerindeki sondaj çalışmalarına başlamıştır. Şirket yaklaşık üç ay sonra Aralık 2011’de on ikinci parselin güneydoğusunda yer alan ve Afrodit olarak adlandırılan sahada, ortalama rezervi 198 milyar metreküp olan doğal gaz yatağı bulduğunu açıklamıştır.28 

Aslında bu doğal gaz yatağı Kıbrıs Adası etrafında şu ana kadar keşfedilen tek enerji yatağıdır. Ultra-derin olarak adlandırılan bir alanda bulunduğu için 
çıkarma maliyetlerine kıyasla ekonomik değeri tartışılmaktadır. Ancak burada bulunan doğal gaz, Rum Yönetimi’nin MEB dâhilinde olduğunu iddia 
ettiği ve henüz ruhsatlandırılmamış diğer parsellere olan ilgiyi büyük ölçüde artırmıştır. Nitekim Rum Yönetimi, 11 Şubat 2012’de ruhsatlandırılmamış 
parseller için ihaleye çıktığında aralarında TOTAL, ENI, PETRONAS ve GAZPROMBANK gibi dev enerji şirketlerinin de bulunduğu beş özel şirket 
ve on konsorsiyumdan toplam on beş teklif almayı başarmıştır.29 

Rum Yönetimi’nin ikinci ihalesinde Doğu Akdeniz’deki enerji sorunları açısından önem arz edecek iki konu dikkat çekmektedir. İlk olarak Türkiye’nin doğrudan kendi MEB’i ile çakıştığını ilan ettiği parseller (1 ve 4. Parseller) için ya teklif veren olmamıştır ya da teklif verildiği halde ruhsat verilmemiştir (5, 6 ve 7. parseller). İkinci konu ise ruhsat verilen şirketlerin büyük ve güçlü ordulara sahip ülkeler arasından seçilmiş olmasıdır. Rum Yönetimi bir yandan Türkiye’nin uyarılarına karşı ihtiyatlı davranırken, diğer yandan da herhangi bir sorun karşısında caydırıcı askeri güce sahip olan ülke şirketlerini devreye sokarak kendini koruyabilecek paratoner yapının oluşması için özen göstermektedir.30 

<   GKRY, 2006 yılında Kıbrıs Adası’nın güneyinde yer alan ve 2 Nisan 2004’te tek yanlı ilan ettiği MEB sınırları içerisinde kalan 51,000 km2’likbir sahada enerji keşif çalışmaları yapmaya başlamış ve 2007 yılında uluslararası ihaleye çıkmıştır. En iyimser tahminlere göre Doğu Akdeniz havzasında parasal değeri 3 trilyon dolara ulaşan 15 trilyon metreküpe eşdeğer hidrokarbon yatağı bulunmaktadır.   >

Ne Kıbrıs Adası’nın etrafındaki, ne de Doğu Akdeniz havzasının genelindeki enerji rezervi ve bu rezervin ekonomik değeri henüz tam olarak hesaplanabilmiştir. 
Bölgedeki enerji potansiyeli ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. 
En iyimser tahminlere göre Doğu Akdeniz havzasında parasal değeri 3 trilyon dolara ulaşan 15 trilyon metreküpe eşdeğer hidrokarbon yatağı bulunmakta-
dır. Bu rakamlar bile İran’ın ispatlanmış rezervlerinin sadece yarısı kadardır. 
Ancak büyüklüğü ne olursa olsun Akdeniz’in derinliklerinde var olduğuna inanılan enerjinin paylaşımı ile ilgili konular daha şimdiden bölge ülkeleri arasında sorun teşkil etmeye başlamıştır. En büyük sorunlardan birisi deniz yetki alanları paylaşımı konusunda yaşanmaktadır. O nedenle konuya kısaca uluslararası deniz hukuku çerçevesinden bakmakta fayda vardır. 

Doğu Akdeniz’deki Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma Sorunları 

Zamanla gelişen teknolojik imkânlar, devletlerin açık denizlerdeki doğal kaynaklardan yararlanmasını mümkün hale getirmiştir. Bu durum ise açık denizlerin kullanımı ile ilgili bazı düzenlemelerin yapılmasını zorunlu kılmıştır. 1958 yılında Cenevre’de toplanan ilk deniz hukuku konferansının deniz yetki 
alanlarının paylaşımı ile ilgili böylesi bir zorunluluktan doğduğu söylenebilir. Nitekim bu konferansta daha ziyade örf ve adet hukuku üzerinden yürüyen 
denize ilişkin kurallar tedvin edilmiş; yeni kavram ve kurallar kazandırılmak suretiyle deniz hukukunun gelişimine katkıda bulunulmuştur. 

1960 ve 19731982 yılları arasında toplanan ikinci ve üçüncü deniz hukuku konferanslarıyla devletler hem deniz hukukunun gelişimine katkıda bulunmaya devam etmiş, hem de denizler üzerinde sahip oldukları kullanım haklarını büyük ölçüde genişletmiştir.31 

1958 konferansı sırasında imzalanan Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ile Kıta Sahanlığı ilk kez bir hukuki kavram olarak tanımlanarak devletlere bu alan içerisinde 
kalan deniz ve deniz altındaki topraklarda münhasır kullanım hakları verilmiştir. Üçüncü deniz hukuku konferansları sonunda imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde (BMDHS) devletlere kıta sahanlığı ile verilen haklar daha da geliştirilerek teamülen uygulanan Münhasır Ekonomik Bölge kavramı pozitif bir hak olarak düzenlenmiştir. Çalışmamız açısından önemli olduğu için bu iki kavramın kısaca bilinmesinde fayda vardır. 

Kıta Sahanlığı 

En kısa tanımıyla kıta sahanlığı kıyı devletinin deniz altındaki jeolojik doğal uzantısıdır. Kıta sahanlığı hukuki bir terim olarak ilk defa ABD başkanı Truman’ın 28 Eylül 1945’te yayınladığı bir bildiride gündeme gelmiştir. Kıta sahanlığının yer altı ve deniz yatağı tabii kaynaklarının kullanımına ilişkin bu bildiri ile ABD kendi pozisyonu açısından kavramın kapsadığı dış hatları ve bu hatlar içinde kalan alanda talep ettiği kullanım haklarını belirtmiştir. 
Zamanla Truman bildirisinde dile getirilen hususlar başka devletler tarafından da olumlu karşılanmış ve kıta sahanlığı kavramı devletlerarası hukukun bir parçası haline gelmiştir.32Kavram ilk defa 1958 yılında toplanan birinci deniz hukuku konferansı sırasında tanımlanarak uluslararası deniz hukukunda bir norm olarak kabul edilmiştir. 1958 Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nde kıta sahanlığı; 

“ a) Sahillere bitişik fakat karasuları dışındaki ve 200 metre derinliğe kadar veya bu sınırın ötesinde bulunup da üzerindeki sular derinliğinin oradaki doğal kaynakların işletilmesine olanak verdiği noktaya kadar uzanan, su altı alanlarının deniz yatağını ve toprak altını; 
  b) Adalar sahiline bitişik bu çeşit denizaltı bölgelerinin deniz yatağı ve toprak altını ifade etmek için kullanılır” şeklinde tanımlanmıştır.33 

Gelişen teknolojik imkânlar göz önünde bulundurularak kıta sahanlığı kavramı üçüncü deniz hukuku konferansları sırasında yeniden ele alınmış ve 1982’de 
imzalanan BMDHS’nde kıta sahanlığının dış sınırı, Münhasır Ekonomik Bölge kavramı ile de uyumluluk arz etmesi için derinlik değil mesafe ölçütüne bağlanmıştır.34 Buna göre 1982 BMDHS’nde kıta sahanlığı; “kıyı devletinin 
karasularının ötesinde, bu devletin karasuları genişliğinin ölçülmesinde kullanılan esas hatlardan itibaren 200 mile kadar uzanan ve kara ülkesinin doğal uzantısı olan deniz yatakları ile bunların toprak altıdır” şeklinde tanımlanmıştır.35 

<  Kıta sahanlığı kıyı devletinin deniz altındaki jeolojik doğal uzantısıdır.1982’de imzalanan BMDHS’nde kıta sahanlığının dış sınırı, Münhasır Ekonomik Bölge kavramı ile de uyumluluk arz etmesi için 200 mile kadar uzanan ve kara ülkesinindoğal uzantısı olan deniz yatakları ile bunların toprak altıdır şeklinde tanımlanmıştır. >

Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) 

Münhasır Ekonomik Bölge, sahildar devletin esas hatlardan başlamak suretiyle 200 deniz mili mesafeye kadar ilan ederek tesis edebileceği bir deniz yetki 
sahasıdır. Önceleri devletlerarasında bir teamül olarak uygulanan MEB, 1982 BMDHS ile yazılı olarak düzenlenmiş ve uluslararası deniz hukukunun bir 
parçası haline gelmiştir. Buna göre belirtilen bölge 200 mil içinde kıta sahanlığının sahildar devlete tanıdığı tüm hakları aynıyla sahildar devlete verir. İlave olarak MEB 200 mil içinde kalan su kitlesindeki hakları da sahildar devlete bırakır.36 Yani sahildar devlet MEB hükümlerince 200 millik mesafede deniz 
yatağında ve bu yatağın altındaki topraklarda canlı ve cansız bütün doğal kaynakları araştırabileceği, işletebileceği ve muhafazasını temin edebileceği gibi 
söz konusu alandaki suyun bizzat kendisini, akıntılardan ve rüzgârdan enerji üretilmesi de dâhil olmak üzere ekonomik amaçlarla kullanabilir.37 
Bu yönüyle MEB’in sahildar devlete tanıdığı haklar aynen kıta sahanlığında olduğu gibi egemen haklardır. MEB ile ilgili düzenlemeler 1982 BMDHS’nin beşinci kısım ve 55-85’ci maddeleri arasında yer almış ve kıta sahanlığının yetersiz kaldığı bazı deniz yetki alanı hususlarını açıklığa kavuşturmuştur. 

Düzenlenen deniz hukuku konferanslarında kıta sahanlığı ve MEB’in sınırlandırılmasına ilişkin konular da ele alınmıştır. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı 
Sözleşmesi’nin 6. maddesi, 1982 BMDHS’nin 74 ve 83. maddeleri doğrudan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu ile ilgilidir. Bahsi geçen sözleşme 
ve maddelerde ve teamüllerde öne çıkan en önemli hususlardan birisi, sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletlerarasındaki MEB hakkaniyet 
prensibine uygun olarak, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsü’nün öngördüğü şekilde karşılıklı anlaşma yoluyla çözüme kavuşturulması gerektiğidir. 
Nitekim Uluslararası Adalet Divanı (UAD) 1977 İngiltere-Fransa, 1992 Kanada-Fransa St. Pierre ve Miquelon Adaları, 2009 Romanya-Ukrayna Yılan Adası gibi davalarda hakça paylaşım ilkesinin uygulanması gerektiğini defalarca hükme bağlayarak teyit etmiştir. 

BMDHS’nin 59. maddesi de sahildar devlet ile diğer devlet veya devletlerin menfaatleri arasında bir uyuşmazlık olduğunda konunun hakkaniyet prensibine 
dayanarak ve “diğer bütün ilgili şartlar ışığında söz konusu menfaatlerin taraflar için ve uluslararası toplum için olan önemi göz önünde bulundurularak” 
çözülmesi gerektiğini dile getirmektedir.38 

Ancak MEB’in tek taraflı olarak ilan edilemeyeceğini karara bağlayan herhangi bir düzenleme de bulunmamaktadır.39 
Bugün Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Rum Yönetimi arasında yaşanan hukuki sorunların temel nedeni budur. BMDHS’ne göre MEB’in belirlenmesi iki türlü mümkündür: devletler ilan ve anlaşma şeklinde iki ayrı ya da bütünler yöntem yoluyla Münhasır Ekonomik Bölge alanı ilan edebilirler.40 

GKRY, 2 Nisan 2004’te ilan yoluna başvurmak suretiyle 21 Mart 2003 tarihinden itibaren geçerli olmak kaydıyla tek taraflı MEB ilanında bulunmuştur.41 
Bu itibarla Rum Yönetimi, bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasındaki MEB ilanında öncelikli olarak aranması gereken hakkaniyet prensibi çerçevesinde anlaşılarak ilan edilmesi kuralını ihlal etmiştir. 

Konunun hukuki boyutları ile ilgili tartışmaları derinleştirmek elbette mümkündür. 
Ancak çalışmanın kapsamı buna müsaade etmemektedir. O nedenle burada sadece son dönemde Doğu Akdeniz’de gelişen olayların seyrini etkileyecek 
hususlar dikkate alınmaktadır. Yarı kapalı bir deniz olan Akdeniz’de MEB sınırlandırmalarının hakkaniyet prensibi çerçevesinde karşılıklı anlaşılarak yapılması gerekmektedir.42 

Ancak mevcut durum, tarafların Doğu Akdeniz’de böyle bir anlaşmaya gitmekten uzak olduklarına işaret etmektedir. 
Yukarıda da ifade edildiği gibi GKRY bu konudaki niyetini Nisan 2004’te attığı adımla bilfiil göstermiştir. 

DİPNOTLAR;

1 Bu konferans sırasında dile getirilen görüşler için bakınız. Strategy and Defense in the Eastern Mediterranean: An American-Israeli Dialogue, 
   Konferans Bildirileri (Washington DC: The Washington Institute for Near East Policy, 1987). 
2 International Crisis Group (ICG), Aphrodite’s Gift: Can Cypriot Gas Power A Dialogue?, Rapor No: 216, (Brüksel: ICG, 2012). 
3 Michael Leigh, Energy Resource in the Eastern Mediterranean: Source for Cooperation or Fuel for Tension (Preliminary Reports and Recommendations), 
   Policy Brief, (Washington DC: GMF, 2012). 
4 Cihat Yaycı, “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşılması Sorunu ve Türkiye”, Bilge Strateji, Cilt:4 Sayı:6 (2012): 1-70, 2. 
5 Yaycı, “Doğu Akdeniz”, 7. 
6 Jose Luis Baberia, “The Oil Slick Floating off the Rock”, El Pais, 11 Mayıs 2011, Erişim 24 Eylül 2013, 
  http://www.presseurop.eu/en/content/article/648661-oil-slick-floating-rock 
7 Süveyş Kanalı Trafik İstatistikleri, Erişim 26 Eylül 2013, 
    http://www.suezcanal.gov.eg/TRstat.aspx?reportId=4 
8 “Boğazlardan Geçen Yıl Yaklaşık 93 Bin Gemi geçti”, Hürriyet, 23 Ocak 2013, Erişim 24 Eylül 2013, 
    http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/22422384.asp 
9 Şenay Kaya, Uluslararası Deniz Hukuku Kapsamında Doğu Akdeniz Sorunları, Yüksek Lisans Tezi (Ankara: Ankara Üniversitesi, 2007), 5. 
10 Sefa Karahasan, “Rusya Rumlardan Resmen Üs İstedi”, Milliyet, 19 Ağustos 2013, Erişim 25 Ekim 2013, 
     www.milliyet.com.tr/rusya-rumlardan-resmen-üs-istedi/dunya/detay/1751630/default.htm 
11 Akdeniz Kalkanı Harekâtı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Erişim 27 Ağustos 2013, 
     http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/DZKKULUSLARARASIGOREVLER.php?strAnaFrame=DzKKUluslarArasiGorevler&strIFrame=AKH 
12 NATO Faaliyetleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Erişim 8 Ekim 2013, 
http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/dzkkuluslararasigorevler/NATO_Faaliyetleri.php 
13 Cengiz Ekin, “Küresel Hegemonya Mücadelesi Açısından Deniz Yetki Alanları,” içinde Doğu Akdeniz’de Hukuk ve Siyaset, yay. haz. Sertaç Hami Başeren, (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 2013), 98. 
14 USGS, “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eastern Mediterranean,” Fact Sheet 2010-3014, Mart 2010. 
15 USGS, “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Nile Delta Basin Province, Eastern Mediterranean,” Fact Sheet 2010-3027, Mart 2010. 
16 Ayla Gürel, Fiona Mullen, Harry Tzimitras, The Cyprus Hydrocarbons Issue: Context, Positions and Future Scenarios, PCC Report 1/2013,  Peace Researc Institute Oslo, (PRIO), 2013, 2. 
17 Mehmet Akif Sünnetçioğlu, “Doğu Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli ve Son Gelişmeler,” Stratejik Araştırmalar, 9, 16 (2011): 159-160. 
18 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 2. 
19 “Shell Egypt Anounces Two Ultra-Deepwater Discoveries,” Gulf Oil and Gas, 19 Şubat 2004, Erişim 29 Ağustos 2013, 
     http://www.gulfoilandgas.com/webpro1/MAIN/Mainnews. asp?id=395 
20 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 2-3. 
21 USGS, “Nile Delta Basin Province”. 
22 USGS, “Levant Basin Province”. 
23 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 2. 
24 Sertaç H. Başeren, “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları Uyuşmazlığı,” Stratejik Araştırmalar, 8 14 (2010): 151. 
25 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 5. 
26 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 6. 
27 “First Licensing Round (2007),” Kıbrıs Enerji, Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanlığı, Erişim 7 Eylül 2013, 
     http://www.mcit.gov.cy/mcit/mcit.nsf/All/FE3EB5707ADA0E6EC225771B0035B0D2?OpenDocument&highlight=1st Licensing Round 
28 “Recent Dicoveries,” Noble Enerji, Erişim 25 Eylül 2013, 
      http://www.nobleenergyinc.com/Exploration/Recent-Discoveries-130.html 
29 “Second Licensing Round-Hydrocarbon Exploration,” Kıbrıs Enerji, Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanlığı, Erişim 23 Eylül 2013, 
      http://www.mcit.gov.cy/mcit/mcit.nsf/dmlhcarbon_en/dmlhcarbon_en?OpenDocument 
30 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 4-5. 
31 Konu ile ilgili bir değerlendirme için bakınız Şule Anlar Güneş, “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve Deniz Çevresinin Korunması,” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:56, Sayı:2,(2007), 1-7. 
32 Fatma Taşdemir, Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri Kapsamında Ortaya Çıkan Krizin Hukuki, Ekonomik ve Siyasi Boyutları, Rapor No: 2012-3 (Ankara: Ankara Strateji Enstitüsü, 2012), 18-19 
33 1958 Cenevre Konferansı’nın ayrıntıları için bakınız. “1958 Convention on the Continental Shelf”, içinde Article 1, 
     http://cil.nus.edu.sg/rp/il/pdf/1958%20Convention%20on%20 the%20Continental%20Shelf-pdf.pdf ; 
Fatma Taşdemir, Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri Kapsamında  Ortaya Çıkan Krizin Hukuki, Ekonomik ve Siyasi Boyutları, 
Rapor No: 2012-3 (Ankara: Ankara Strateji Enstitüsü, 2012), 19. 
34 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ayrıntıları için bakınız. “United Nations Convention on the Law of the Sea” , içinde Article 82 Payments 
and contributions with respect to the exploitation of the continental shelf beyond 200 nautical miles, (Geneva: 1982), 52. 
35 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, 8.Bası (Ankara: Turhan Kitapevi,2003), 278-282 
36 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ayrıntıları için bakınız. “United Nations Convention on the Law of the Sea” , içinde Article 82 
Payments and contributions with respect to the exploitation of the continental shelf beyond 200 nautical miles, (Geneva: 1982), 52. 
37 Taşdemir, “Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri,” 20-21. 
38 A.g.e, 21. 
39 Yaycı, “Doğu Akdeniz,” 16. 
40 Taşdemir, “Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri,” 21. 
41 Çağrı Erhan, “Kıbrıs’ın Kuzeyinde de Biz Petrol Arayalım”, Türkiye, 30 Eylül 2011, Erişim 28 Ekim 2013, 
www.turkiyegazetesi.com.tr/makaledetay.aspx?id=504455 
42 Türkiye’nin bu konudaki görüşleri için Dışişleri Bakanlığı’nın 4 Ekim 2005 tarihinde BM Genel Sekreterliği’ne verdiği 2005/Turkuno DT/16390 sayılı notaya bakılabilir. 


***

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 1

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE  BÖLÜM 1




BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU 
RAPOR NO: 59 
2013 




Kütüphane Katalog Bilgileri: 
Yayın Adı: 
Doğu Akdeniz'de Enerji Keşifleri ve Türkiye 
Yazarlar: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Türkan BUDAK, Bekir ÜNAL 
ISBN: 
978-605-86097-6-1 
Sayfa Sayısı: 80 
Grafik Tasarım: 
Sertaç DURMAZ 
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi 
Wise Men Center For Strategic Studies 
Mecidiyeköy Yolu CaddesiNo:10 
Celil Ağa İş MerkeziKat:9 Daire:36 
Mecidiyeköy / 
İstanbul /Türkiye 
Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93 
www.bilgesam.org 
bilgesam@bilgesam.org 
YAYINLARI 
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6 
A.Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye 
Tel : +90 312 425 32 90 Faks: +90 312 425 32 90 
Copyright © BİLGESAM 
HAZİRAN2013 


   Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz. 

BİLGE ADAMLAR KURULU 

Başkan 
Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral) 
Başkan Yardımcıları 
İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi) 
Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı) 

Kurul Üyeleri 


Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali) 
Özdem SANBERK (E. Büyükelçi) 
Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi) 
Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi) 
..................Z (E. Büyükelçi) 
Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral) 
Oktar ATAMAN (E. Orgeneral) 
Sabahattin ERGİN (E. Koramiral) 
Nur VERGİN (Prof. Dr.) 
Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.) 
Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.) 
İlter TURAN (Prof. Dr.) 
Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.) 
Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.) 


SUNUŞ 

Doğu Akdeniz’de yakın dönemde gerçekleşen enerji keşifleri bölgenin petrol ve doğalgaz bakımından zengin kaynaklara sahip olduğunu göstermiştir. Bu durum Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının paylaşımı sorununu da beraberinde getirmiştir. Bölgedeki kaynakların adil bir şekilde paylaşılması ile ilgili problemler Türkiye ve uluslararası kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. 

Bu tartışmalar bölgedeki gelişmelerin siyasi, ekonomik, askeri, hukuki ve enerji boyutları ile kapsamlı bir şekilde ele alınmasını gerekli kılmaktadır. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), Doğu Akdeniz’deki gelişmelere ve bu gelişmelerin bölgesel-küresel etkilerine yönelik öngörülerde bulunarak karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Doğu Akdeniz’de Enerji 
Keşifleri ve Türkiye” raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı ve araştırma asistanları Türkan Budak ve Bekir Ünal tarafından hazırlanan rapor 15 Kasım 2013 tarihinde icra edilen 

18.Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiştir. Rapor, Kurul üyelerinin görüş ve önerileri doğrultusunda geliştirilmiş ve yayıma hazırlanmıştır. 
“Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye” raporu, bölgede var olduğu düşünülen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip muhtemel sorunları ortayakoymak ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir farkındalığın oluşmasını sağlamak amacı ile hazırlanmıştır. Çalışma, Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen enerji kaynaklarının neden olduğu sorunları ekonomi, hukuk, politika, enerji ve güvenlik perspektifinden ele almakta, Türkiye’nin izlemesi gereken bazı alternatif politika önerileri sunmaktadır. 

Raporun karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Türkan Budak ve Bekir Ünal’a, rapora değerli görüş ve önerileriyle önemli katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli zamanlarını sarf eden başta (E) Oramiral Salim 
Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu’na ve raporun nihai şeklini almasında emeği geçen tüm BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim. 

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI BİLGESAM Başkanı 

DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE 

YÖNETİCİ  ÖZETİ 

Son dönemde keşfedilen hidrokarbon kaynakları Doğu Akdeniz’i uluslararası enerji sektörü ve jeopolitiğin odak noktalarından biri haline getirmiştir. 
Burada yaşanmakta olan gelişmelerin Akdeniz havzasındaki enerji tablosunu olduğu gibi bölgesel dinamikleri de önemli ölçüde değiştirmesi beklenebilir. 
Nitekim varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarının büyüklüğü göz önünde bulundurulursa Doğu Akdeniz sadece enerji transferinde önemli bir kavşak 
olmakla kalmayacak, aynı zamanda bir enerji merkezi haline dönüşecektir. 

Bu durumun birbirine zıt iki yönde gelişmesi mümkün görünmektedir. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşılması ile ilgili anlaşmazlıklar bölge 
ülkeleri arasında var olan bazı sorunların daha da derinleşmesi sonucunu doğurabilir. Ekonomik açıdan çıkarılacak enerjinin ancak soruna taraf ülkelerin 
bir araya gelip ortak projeler geliştirmesiyle daha avantajlı hale geleceği gerçeği 
dikkate alınırsa, söz konusu keşiflerin bölgede bir anlayış ve işbirliğinin doğmasına vesile olması da mümkün olabilir. 

Mevcut koşullarda Doğu Akdeniz’deki sorun birkaç farklı kategoride değerlendirilebilir. İlk kategori hiç kuşkusuz deniz yetki alanları ile ilgili devam 
eden hukuki tartışmadır. Bu alandaki en büyük sorun Türkiye-KKTC-GKRY-Yunanistan arasında yaşanmaktadır. GKRY 5 Nisan 2004’te resmi gazetede yayınlanan bir yasa ile Mart 2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 24 mil genişliğinde bitişik ve 200 mil genişliğinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmiştir. Rum Yönetimi söz konusu ilanı yaparken tek taraflı ve bütün adanın temsilcisiymiş gibi hareket ederek Kıbrıs’taki Türk Toplumunu yok saymıştır. Rum Yönetiminin bu tavrını sürdürmesi üzerine Türkiye, KKTC ile anlaşarak 21 Eylül 2011’de “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” imzalamıştır. 

Bahse konu anlaşma Türkiye’nin Akdeniz’de imzaladığı tek deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasıdır ve daha ziyade Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tek yanlı tutumlardan vazgeçirmek üzere atılmış bir adım olarak kabul edilebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırma sorunları ile ilgili 
temel tutumu, Doğu Akdeniz’in uluslararası hukuka göre yarı kapalı bir deniz olarak kabul edilmesi ve sınırlandırmanın ilgili devletlerin bir araya gelip 
uluslararası hukukun hakkaniyet ilkesi çerçevesinde anlaşmaları yoluyla yapılması gerektiği yönündedir. Bu nedenle Türkiye, Doğu Akdeniz’de herhangi 
bir MEB ilan etme yoluna gitmemiş ama çeşitli vesilelerle buradaki ab initio (başlangıçtan beri) ve ipso facto (fiilen) haklarını muhafaza ettiğini ve 
bu hakların geçerli olduğu sahalarda hidrokarbon arama, çıkarma gibi faaliyetlere izin vermeyeceğini açıkça belirtmiştir. 

Deniz yetki alanları ile ilgili yaşanan sorunlar yarım asırdır bir türlü çözülemeyen Kıbrıs meselesini de olumsuz etkilemekte ve muhtemel bir çözümü 
geciktirebilecek nitelik taşımaktadır. 2011 yılında yaşanan sondaj krizi bunun en açık göstergesidir. Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan ettiği 
13 adet hidrokarbon arama sahasından biri olan 12. parsel üzerinde bulunan doğal gaz yatağında sondaj çalışmalarına başlayacağını duyurması üzerine 
yaşanan gelişmeler, kısa zamanda bir krize dönüşmüştür. Hukuki açıdan netliğe kavuşturulmamış bu tür alanlarda benzer gelişmelerin yaşanması ihtimal 
dahilindedir. Daha büyük krizlerin doğmasına neden olmamak için Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırması sorunları ile Kıbrıs Adasında devam 
eden siyasi sorunların birbirini olumsuz yönde etkilemesine izin verilmemelidir. Aksi takdirde her iki sorun da çözümsüzlüğe mahkûm olacak ve kaybedenler 
Kıbrıs Adasında yaşayan Türk ve Rum toplumları olacaktır. Ayrıca, Arap Baharı nedeniyle bölge ülkelerinin yaşadığı sorunlar ortadadır. Doğu Akdeniz’deki çözüme kavuşturulmamış paylaşım anlaşmazlıklarının mevcut sorunları daha da çetrefilleştirip içinden çıkılmaz hale getireceğini izah etmeye gerek yoktur. 

Doğu Akdeniz’deki enerji keşifleri ekonomik açıdan değerlendirildiğinde bir belirsizliğin söz konusu olduğunu vurgulamak gerekir. Varlığı tahmin edilen 
enerji miktarı ile varlığı ispat edilen enerji oranları arasında ciddi bir fark olduğu gözlenmektedir. Örneğin, İsrail’in sadece Leviathan sahasında bulduğu 
doğal gazın yaklaşık 500 milyar metreküp olduğu söylenmektedir. Ancak İsrail Enerji Bakanlığı verilerine göre, İsrail'in ispatlanmış toplam doğal 
gaz rezervi 300 milyar metreküpü geçmemektedir. Kaynaklar arasında Doğu Akdeniz’deki enerji rezervi konusunda bir konsensüsün olduğunu söylemek 
doğru olmayacaktır. Bu konuda güvenilecek en temel kaynaklardan birisi olarak kabul edilen ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin 2010 yılında yayımladığı 
raporlar dikkate alındığında; Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak adlandırılan bölge, Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak adlandırılan bölge, Girit Adası'nın Güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki toplam enerji rezervi (petrol, doğal gaz ve sıvı doğal gaz) yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap edilmektedir. 

İspatlanmamış olmasına rağmen bu büyüklükteki bir enerji kaynağının ilgili taraflar arasında paylaşım sorunlarına yol açmaması mümkün değildir. 

Ancak tarafların bölgede mevcut olduğuna inanılan enerjiden ekonomik olarak maksimum fayda sağlamaları ancak bir araya gelip ortak projeler  geliştirmeleri ile mümkündür. Şu ana kadar yapılan keşiflerde Türkiye'nin potansiyel MEB alanında ciddi sayılabilecek bir enerji kaynağına rastlanmamıştır. Ancak keşfedilen sahalardaki enerjinin tüketici pazarlara ulaştırılmasında tercih edilebilecek en ekonomik yol Türkiye'den geçmektedir. Örneğin, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Afrodit sahasında bulduğu doğal gazı tüketici pazarlara ulaştırabilmesi üç yolla mümkündür. Birinci yol çıkarılacak gazın deniz altından döşenecek bir doğal gaz boru hattıyla önce Girit’e, oradan Yunanistan’a ve nihayet İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasıdır. İkinci yol gazın Kıbrıs’a taşınması ve burada inşa edilecek bir doğal gaz sıvılaştırma santralinde işlenip sıvılaştırılarak tankerler yolu ile tüketim pazarlarına taşınmasıdır. Üçüncü yol ise gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve burada mevcut boru hatlarıyla tüketici pazarlara aktarılmasını sağlamak şeklindedir. 

Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım yaklaşık 

19.5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12.6 milyar dolar üçüncü yol için ise sadece 4.7 milyar dolar civarındadır. Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden 
taşınması ilk yola göre yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise yaklaşık 8 milyar dolar daha hesaplıdır. Zikredilen ve sadece bir doğal gaz sahası için geçerli olan bu rakamlar bile Doğu Akdeniz'de tarafların neden işbirliği yapmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. 

GİRİŞ 

1986 yılında Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü tarafından Kudüs’te düzenlenen İsrail-Amerikan diyalogunu pekiştirmeye yönelik bir konferansta Doğu Akdeniz’de uygulanması muhtemel stratejiler detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Konferans boyunca yapılan tartışmalar sırasında öne çıkan önemli husus, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’in ayrı ayrı bölgeler olarak değil, birbirini tamamlayan bir bütün olarak ele alınması gerektiğidir. Ayrıca, konferansta Doğu Akdeniz’de elde edilecek stratejik üstünlüğün Orta Doğu’daki karmaşık sorunların yönetiminde avantaj kazandıracağı değerlendirilmiştir.1 

Günümüzde gelinen nokta itibarı ile iki bölgeyi birbirinden bağımsız düşünmek pek çok açıdan mümkün görünmemektedir. Bir yandan Orta Doğu’da 
meydana gelen gelişmeler Doğu Akdeniz havzasında oluşumu devam eden yeni jeopolitik dengeleri etkilerken; söz konusu bu dengeler ve etrafında oluşan 
yeni ittifaklar da Orta Doğu’daki gelişmelere tesir etmektedir. Örneğin Arap Baharı çerçevesinde 2010 yılından itibaren Mısır’da yaşanan gelişmeler 
başta Mısır-İsrail ilişkileri olmak üzere Filistin sorununu ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunları üzerinden Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-Mısır-İsrail ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Diğer yandan Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumuna taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır. 



Doğu Akdeniz havzasında son yıllarda keşfedilen geniş enerji yatakları, sadece Akdeniz havzasındaki jeopolitik dengeleri değil parçası bulunduğu geniş 
Orta Doğu coğrafyasındaki dinamikleri de etkileyebilecek özelliktedir. Varlığı ispatlanan enerji kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılmasıyla oluşacak 
refah ortamında, geliştirilmesi mümkün olan işbirlikleri ile Kıbrıs ve Filistin meselesi gibi bölgenin kronikleşmiş sorunlarının çözümüne yönelik yeni 
adımlar atılabilir. Nitekim Uluslararası Kriz Grubu (ICG)2ve Alman Marshall Fonu (GMF)3 gibi düşünce kuruluşlarının hazırladığı raporlarda eğer krizler iyi yönetilirse keşfedilen enerji yataklarının böyle bir amaca hizmet edebileceği vurgulanmaktadır. Ancak şu ana kadar yaşanan gelişmeler ve tarafların 
tutumları göz önünde bulundurulduğunda keşfedilen enerji kaynaklarının aksi yönde bir sonuç doğuracağı tahmin edilebilir. Razı olunan adil bir paylaşım 
yolu bulunamazsa, Akdeniz’in derin sularındaki enerji kaynağı daha gün yüzüne çıkmadan ilgili devletlerin enerjisini bir hayli tüketecek ve Arap Baharı 
ile altüst olmuş bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesini bir müddet daha geciktirecektir. 

<  Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumu na taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır. 
Kıbrıs adasının güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktar   >

Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan ve 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşmaları gereğince Kıbrıs Adası üzerinde garantörlük hakkı olan bir devlettir. Bu itibarla bölgedeki enerji potansiyelinin uluslararası hukuk normları gereğince adil olarak paylaşılmasını talep etmek Türkiye’nin sadece hakkı değil, konu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) dikkate alınarak değerlendirildiğinde aynı zamanda görevidir de. O nedenle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri yakından takip etmesi; uluslararası hukuktan ve bu hukukun bir parçası haline gelmiş ikili anlaşmalardan kaynaklanan hak ve görevlerini, sorunun çözümüne ve bölgede istikrar ortamının oluşmasına katkı sağlayacak alternatif politikalar üretmek suretiyle yerine getirmesi gerekmekte dir. Söz konusu alternatif politikaların üretilebilmesi Doğu Akdeniz gibi stratejik bir bölgenin en azından hukuk, ekonomi, politika ve güvenlik boyutlarıyla çok iyi etüt edilmesini de zorunlu kılmaktadır. 

Özellikle son yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri nezdinde takip ettiği politikalarda bazı isabetsizlikler gözlemlenmektedir. Aynı durumun Doğu 
Akdeniz’de oluşan yeni jeopolitik dengelere de yansımaması için Türkiye’nin aşırı idealist yaklaşımlarının realist bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirilmesi 
bir zorunluluk olarak ön plana çıkmaktadır. Aksi takdirde, bölge ülkeleri Türkiye ile işbirliğine yanaşmayacak ve İsrail-GKRY-Yunanistan arasında gelişen ilişkilerde açıkça görüldüğü gibi Türkiye bölge çapında yeni gelişen işbirliği süreçlerinden dışlanmak durumunda kalacaktır. Nitekim Kıbrıs adasının 
güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay 
yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktarılmasıdır. Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle 
yakın vadede bu yolun kullanılması söz konusu olamayacaktır. 

Bulunduğu havzada etkin bir güç olmak isteyen Türkiye’nin amacını yerine getirebilmesi için bölge ülkeleri ile geliştirdiği ilişkileri gözden geçirmesi 
gerektiği açıktır. Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrar ortamında, hem ekonomik hem 
de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlaya bilecektir. Enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerle enerji tüketim alanları arasında güvenli bir enerji aktarım merkezi olmayı hedefleyen Türkiye, Doğu Akdeniz’deki potansiyel sorunları Orta Doğu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 
(GKRY) üzerinden Avrupa Birliği’ni (AB) de kapsayacak bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirip politika geliştirmelidir. Bu çalışma, Doğu Akdeniz’de 
keşfedilen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip ortaya çıkacak muhtemel sorunları işaretlemek ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir 
farkındalığın oluşmasını sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmada Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynaklarının ortaya koyduğu sorunlar ekonomi, 
hukuk, politika ve güvenlik perspektifinden ele alınmakta ve Türkiye’nin takip etmesi mümkün olan bazı alternatif politika önerileri dile getirilmektedir. 

Doğu Akdeniz’in Jeopolitik Konumu 

Doğu Akdeniz’in stratejik değerini kavrayabilmek için bölgenin konum ve özelliklerini iyi anlamak gerekir. Bilimsel literatürde genel kabul gören görüşlere 
göre, Doğu Akdeniz’in en geniş coğrafi sınırı Tunus’ta Bon Burnu ile başlayıp Sicilya Adası’nın Batı ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusunda kalan bölge olarakifade edilmektedir. Bu tanıma göre Doğu Akdeniz; Türkiye’den başlamak üzere saat yönünde Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya, Tunus, İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk ve Yunanistan kıyıları ile çevrilidir.

Üç kıta ve birçok farklı kültürün kesiştiği bir noktada yer alan bölgenin en önemli özeliklerinden biri, Orta Doğu gibi dünya enerji rezervlerinin yarısından fazlasını bünyesinde bulunduran coğrafyayı ve Uzak Doğu ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Süveyş Kanalı’nı doğrudan kontrol edebilecek bir konumda bulunmasıdır. 

Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan stratejik konumuyla Doğu Akdeniz, tarih 
boyunca dünyada ilgi odağı olan bölgelerden birisi olmuştur. Mısır, Anadolu 
ve Mezopotamya gibi verimli toprakların da bölgede bulunması, Akdeniz’in 
doğusuna olan ilgiyi artırmış ve birçok medeniyet bölgenin hâkimi olmak için 
mücadele etmiştir. Bu hareketlilik Akdeniz havzasında canlı bir ticaretin doğmasına vesile olmuş ve zamanla Doğu Akdeniz Doğu-Batı, Kuzey-Güney yönünde uzanan kara ve deniz ticaret yollarının kesiştiği bir ticaret odağı haline 
gelmiştir. Ümit Burnu’nun keşfedilip aşılmasıyla gelişen deniz yolu ticareti, 

<  Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrarortamında, hem ekonomik hem de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlaya bilecektir. Uzak Doğu ile Avrupa arasında gelişen ticarete paralel olarak Doğu Akdeniz’in ticari önemi günümüzde de artarak devam etmektedir. Akdeniz’de yılda ortalama 220.000 gemi seyir halinde bulunmaktadır. Bu rakam dünya toplam deniz trafiğinin 1/3’üne eşittir.  >

Akdeniz’in bir ticaret merkezi olarak önemini azaltsa da 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı ile bölge ekonomik olarak yeniden canlanmıştır. Süveyş Kanalı, 
Uzak Doğu ile Avrupa arasındaki Ümit Burnu dolaşılarak kurulan ticaret yolunu yaklaşık 7 bin deniz mili ve 15-20 gün kısaltmıştır. Açılan Kanal Doğu Akdeniz’i; Arap Yarımadası, Mezopotamya, Basra Körfezi’ne bağlamış ve Avrupa, Uzak Doğu, Güneydoğu Asya ile Afrika arasında gerçekleşen ticaretin merkez üslerinden biri haline getirmiştir. 

Uzak Doğu ile Avrupa arasında gelişen ticarete paralel olarak Doğu Akdeniz’in ticari önemi günümüzde de artarak devam etmektedir. Akdeniz’de yılda ortalama 220.000 gemi seyir halinde bulunmaktadır. Bu rakam dünya toplam deniz trafiğinin 1/3’üne eşittir.5Akdeniz’in dünya toplam denizlerinin sadece 
yüzde 1’lik kısmını kapsadığı düşünülürse burada gerçekleşen deniz trafiğinin büyüklüğü daha iyi değerlendirilebilecektir. Akdeniz üzerinde gerçekleşen 
ticari dolaşım; Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Karadeniz’e, Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusuna ve Süveyş Kanalı vasıtası ile Kızıl Deniz ve Hint 
Okyanusu’na kadar uzanmaktadır. 

Sadece Cebelitarık Boğazı’ndan yılda ortalama 106 bin gemi geçiş yapmaktadır ki bu rakam toplam deniz trafiğinin yüzde 10’una eşittir.6 İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan günde ortalama 130, Süveyş Kanalı’ndan ise günde ortalama 497gemi geçiş yapmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattının devreye girmesi ve 2008 yılından bu yana dünya piyasalarında yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle azalmasına rağmen, son on yılda Boğazlardan geçiş yapan gemi sayısında muazzam bir artış olmuştur. 2001 yılında Türk Boğazları’ndan günde ortalama 65 gemi geçerken 2012 yılı verileri dikkate alındığında bu sayı ortalama 130’a ulaşmış, yani aradan geçen 11 yılda Boğazlardan geçen gemi sayısı iki katına çıkmıştır. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü verilerine göre Türk Boğazları’ndan 2012 yılında toplam 92,942 gemi geçiş yapmıştır.8 

Akdeniz’deki ticari hareketliliğin en önemli kalemlerinden birini enerji oluşturmaktadır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin yaklaşık yüzde 70’i Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Cebelitarık ve Türk Boğazları ile Süveyş Kanalı enerjinin son tüketim pazarlarına ulaştırılmasında kilit rol oynamaktadır. 

Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Hazar havzaları gibi enerji merkezlerine olan yakınlığı ile hem bu bölgeleri, hem de bu bölgelerden tüketici pazarlara uzanan 
boru hatlarını kontrol edebilen stratejik bir pozisyondadır. 13 Temmuz 2006’da BTC boru hattının devreye girmesi, bölgedeki enerji trafiğini daha da 
hareketlendirmiş ve İskenderun Körfezi’ni bu hareketliliğin önemli merkezlerin den biri haline getirmiştir. Son dönemde keşfedilen enerji yataklarının büyüklüğü ve bu yatakların bölgeye kazandıracağı ticari hareketlilik de göz önünde bulundurulursa, Doğu Akdeniz’in enerji, ekonomi ve güvenlik bakımından ihtiva ettiği önem daha açık bir şekilde kavranacaktır. 

Bu çalışmanın da konusu olan Doğu Akdeniz’de keşfedilenenerji yatakları ve bu yatakların neden olduğu sorunları detaylı bir şekilde incelemeye geçmeden 
önce bölgenin güvenlik açısından teşkil ettiği önemi vurgulamakta fayda vardır. Arap Baharı münasebetiyle Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerde yaşanan 
gelişmelerin bölgedeki barış, istikrar ve huzuru ne denli olumsuz etkilediği açıktır. Keşfedilen enerji yataklarının daha büyük sorunlar doğurmaması 
için gerekli adımların ivedilikle atılması gerekmektedir. Doğu Akdeniz’de hem bölge güvenliğinin sağlanmasındaki en stratejik nokta hem de en önemli 
sorun Kıbrıs Adası’dır. Ada bütün Doğu Akdeniz havzasıyla Orta Doğu’yu kontrol edebilecek konumdadır. Birçok uzmanın üzerinde ittifak ettiği üzere Kıbrıs’ın stratejik değerini artıran en önemli unsur Adanın başlıca deniz ve hava ticaret yolları üzerinde bulunmasıdır. Kıbrıs coğrafi konumu itibarıyla; Türkiye, İsrail, Mısır, Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün ve Irak gibi havzanın önemli ülkelerini ve Süveyş Kanalı’nı doğrudan kontrol altında bulundurabilecek bir mesafededir.9 Bu nedenle bölgede ticari faaliyeti bulunan veya Orta Doğu’daki enerji merkezleri üzerinde etkin olmak isteyen devletler için Kıbrıs adeta bir anahtar hükmündedir. 

Nitekim İngiltere, 1960’ta Kıbrıs Adası’ndaki egemenlik haklarını Kıbrıs Türk ve Yunan halklarına bırakırken buradaki mevcudiyetini bütünüyle terk etmemiş ve Adada bulunan iki üssünü muhafaza etmiştir. Bilindiği gibi İngiltere 1991 yılındaki Körfez Savaşı Krizi sırasında bu üsleri kullanacaktır. 
Rusya, Suriye krizi nedeniyle yararlanamadığı Suriye’deki Tartus limanı yerine GKRY’nden Andreas Papandreu Hava Üssünü kullanmak için izin istemiştir.10 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***