31 Ağustos 2019 Cumartesi

SİYASALLAŞMA SÜRECİNDEKİ ETNİLERİN BÖLGESEL BAKIŞI., BÖLÜM 2

SİYASALLAŞMA SÜRECİNDEKİ ETNİLERİN BÖLGESEL BAKIŞI., BÖLÜM 2



a) Dış Gücün Yardımına Duyulan İhtiyaç 

Idean Saleyhan dış güçler tarafından sağlanan barınma ve lojistik imkânının grupların mobilizasyonu açısından çok önemli bir fırsat teşkil ettiğini ifade etmiştir.19 
Kendi stratejik seçimleri doğrultusunda soruna müdahil olan Hindistan, çeşitli araçlar üzerinden TEKK’ye destek sağlamıştır. 
Hindistan’ın TEKK’ye desteksağlaması Örgütün amaçlarını gerçekleştirmesi doğrultusunda kaynaklarını mobilize etmesinde etkili olmuştur. 

C.R. Mitchell’a göre devletlerin müdahalede bulunması için iki unsurun varlığı şarttır. Bu unsurlardan birini müdahale etmek için gerekli motivasyona ve 
kapasiteye sahip olan dış aktör teşkil ederken, diğerini de çatışma yaşayan taraflardan en az birinin dış yardıma ihtiyaç duyması ve buna yönelmesi 
oluşturmaktadır.20 
İç çatışmaların uluslararası boyutunu inceleyen George Modelski de dış güçlerin desteğine yönelik talebin karşılanmasının sözkonusu çatışmaların uluslar  arasılaşmasında temel mekanizmayı oluşturduğuna işaret etmektedir.21 
C.R. Mitchell, dış güçlerden yardım talep edilmesi durumunda iki unsurun etkili olduğunu iddia etmektedir. 

Bu unsurları: 

• Politik sistem içerisinde sağlanan sosyal entegrasyon düzeyi ve politik meşruluk, 
• Mücadele içerisindeki tarafların bir dış gücün yardımının yükleyeceği maliyetler karşısında amaçlarına ulaşmalarına verdikleri göreli önem teşkil etmektedir.22 
Mitchell’a göre, tarafların amaçlarına ulaşmaları konusuna verdikleri önem yaptıkları kâr-zarar analizleri çerçevesinde göreli olarak şekillenmektedir.23 

Örgütler söz konusu analizler çerçevesinde yabancı güçlerden destek arayışına girmekte ve bu çerçevede gerek mücadele ettikleri merkezle gerekse de 
dış güçlerle ilişkilerini geliştirmektedirler. Dış güçlerin desteği bir taraftan örgütlerin mücadele kapasitesini ve imkânlarını olumlu yönde etkileyerek başarı 
beklentisini arttırırken, diğer taraftan da onlara bazı maliyetler yüklemektedir. 
Bu maliyet ve kazanç arasındaki denge ise, rasyonel mülahazalarla kaynaklarını mobilize eden örgüt liderliğinin seçimleri üzerinde son derece önemli bir 
yer teşkil etmektedir. Dolayısıyla dış güçler ve dış güçlerin yardımını talep eden taraflar itibariyle incelendiğinde sürecin çift yönlü olarak işlediği ve yardım 
talep eden tarafın da rasyonel ve stratejik mülahazaları çerçevesinde şekillenen ihtiyaçları üzerinden dış güçlerle ilişki kurduğu görülmektedir. 

Örgütlerin kapasitelerinin ve imkânlarının gelişmesinde başlıca rol oynayan dış devlet yardımlarından birini sınırları dahilinde örgüt kamplarına izin 
vermesi/topraklarını operasyonların üssü olarak kullandırması teşkil etmektedir. Idean Salehyan, operasyonlarında üs olarak diğer ülkenin topraklarını kullanan 
örgütlerin kendi ülkelerinin yargı yetkisinden ve askeri önlemlerinden kaçarak mücadele maliyetini düşürdüğünü ve pazarlık sürecinde avantaj kazandığını 
belirtmektedir.24 

Uppsala/PRIO Armed Conflicts Dataset verilerinden yola çıkan Salehyan, 291 isyancı örgütün (rebel groups) yüzde 55’inin komşu ülkelerdeki kaynaklardan yararlandığını ifade etmektedir.25 

Hindistan’ın Tamil Nadu’da faaliyet göstermesine izin verdiği kamplar ile sağladığı askeri desteğin Örgütün kapasitesini geliştirmesinde önemli fırsatlar 
sunduğunu ve Sri Lanka ile mücadelesinin yüklediği maliyetlerin düşmesinde rol oynadığını söylemek mümkündür. 

C.R. Mitchell, kâr-zarar analizini tarafların amaçlarına ulaşmaları konusuna verdikleri önem kapsamında üç faktör üzerinden ele almaktadır. Bu faktörler şöyle sıralanmaktadır;26 

1-Tarafların amaçlarına ulaşamaması durumunda ortaya çıkacak olası maliyetler, 
2- Mevcut politik ve sosyal sisteme zarar vermenin veya ortadan kaldırmanın yükleyeceği maliyetler ve 
3-Güçlü bir yabancı aktör/patron üzerinden kuvvetli bir nüfuz veya politik hakimiyet davet etmenin yüklediği maliyetler 

TEKK örneğinde incelendiğinde, sıralanan üç maliyet unsurundan amaçlara  ulaşılamaması ve yabancı bir gücün nüfuzu konularında Örgütün süreç içerisinde  geçirdiği gelişime paralel şekilde artış görüldüğünü söylemek mümkündür. Örgütün 1983 yılında Jaffna’daki bir askeri konvoya çok sayıda kayıp verdirmesiyle başlayan saldırıları27 1980’lerin ortalarından itibaren hız kazanmış ve Sri Lanka Devleti ile girdiği yoğun çatışmalar Hindistan’ın arabuluculuğuyla sonuçlanmıştır. 
Rohan Gunarathna 1983 yılından önce diğer Tamil gruplarının olası bir mücadeleyi yürütecek finansal kaynağa sahip olmadığını belirtmiştir. Buna karşın TEKK, etkili bir şekilde organize olmuş ve 1983 yılındaki çatışmalardan sonra Tamil Nadu’ya göç eden 100.000 civarındaki sığınmacıyı da mobilize etmiştir.
Örgütün mobilize ettiği sığınmacıların yanı sıra ciddi miktarda finansal kaynak sağlayan diasporanın28 ve Hindistan’ın da desteğiyle örgütsel varlığını 
güçlendirerek, birinci maddede ifade edilen olası bir yenilginin faturasını ağırlaştırdığını iddia etmek mümkündür. 


TEKK, özellikle de 1990’lardan itibaren Ada’nın kuzey ve doğu bölgelerinde varlık gösteren polis gücü, hukuk ve vergi sistemleri ile Sri Lanka yönetimine alternatif bir de facto yönetim kurmuştur.29 Ordu gücüne ve deniz kuvvetlerine sahip tek militan örgüt olarak, Sri Lanka ve Hindistan donanmalarından sonra Palk Boğazı’nda üçüncü bir güç olarak varlık gösterme iddiası içerisine girmiştir.30 

Örgütün sosyal, politik ve askeri anlamda kurmuş olduğu yapı itibariyle değerlendirildiğinde, ikinci maddede belirtilen mevcut politik ve sosyal sisteme zarar vermenin veya ortadan kaldırmanın yükleyeceği maliyetlerin son derece düşük derecede kaldığını (hatta TEKK’nin sistem-karşıtı bir hareket olduğunu) 
söylemek mümkündür. 

Üçüncü Maddede belirtilen güçlü bir yabancı aktörün yardımına başvurularakdış etkiye açık hale gelmenin maliyetinin de Örgütün büyüyen askeri gücüne paralel 
yönde arttığı düşünülebilir.31 Nitekim Ada’da yaşanan çatışmalar üzerine Hindistan’ın bölgeye gönderdiği Barış Gücü askerlerinin32 

(Indian Peace Keeping Force: IPKF) TEKK ile yaşadığı şiddetli çatışmalar neticesinde 1990 yılında çekilmesi ve Örgütün 1991 yılında Rajiv Gandhi’ye 
düzenlediği suikast gibi örneklerle ortaya konduğu üzere, Örgüt çıkarlarına aykırı gördüğü durumlarda Hindistan karşısında açık bir tavır sergilemekten 
kaçınmamıştır. 
Dolayısıyla askerigücüyle de devlet benzeri bir yapılanma sergileyen Örgüt açısından yabancı bir gücün etkisi altında kalmanın maliyetinin küçük çaplı örgütlere göre çok dahafazla olduğu iddia edilebilir. 
Özellikle de kuruluş aşamasında Hindistan’da bulunan kampların Örgütün insani ve lojistik destek tedarikinde kritik öneme haiz olduğugörülmektedir. 

Ancak Örgütün ciddi bir ilerleme kaydettiği 1990’lardan itibaren, organizasyonel ağlarının küresel çapta genişlemesi ve desteklenmesi gibi unsurların neticesinde yabancı bir gücün nüfuzunu kabul etmenin maliyetinin arttığını söylemek mümkündür. 

Diğer taraftan, Örgütün gerilemesi şeklinde düşünülebilecek olan süreçte terörist eylemleri ve suç örgütleriyle girdiği işbirlikleri nedeniyle uluslararası konjonktür  de terörizm boyutunda değerlendirildiği, ABD başta olmak üzere uluslararası sistemin önde gelen aktörleri tarafından faaliyetlerinin yasaklandığı.33 ve Sri Lanka Ordusu’nun baskısını arttırdığı görülmektedir. Örgütün karşılaştığı küresel çaplı baskı sonucunda ise, sürecin yüklemiş olduğu maliyetin ve buna paralel şekilde dış güce duyulan ihtiyacın artış göstermeye başladığını iddia etmek mümkündür. Nitekim TEKK de bu hipotezi destekler şekilde uluslararası sistemde baskıyla karşılaştığı dönemde Hindistan’dan yardım talebinde bulunmuş ve Gandhi suikastinden dolayı özür dilemiştir.34 

Buradan hareketle, bir dış gücün yardımına duyulan ihtiyacın, örgütün organizasyonel kapasitesine ve içinde bulunduğu koşullara bağımlı olarak değişkenlik arz ettiğini iddia etmek mümkündür. 
Dolayısıyla TEKK’nin Hindistan’a yönelik bakışını Örgütün kapasitesi ve içinde bulunduğu koşullar üzerinden detaylı bir şekilde değerlendirmek anlamlıdır. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

SİYASALLAŞMA SÜRECİNDEKİ ETNİLERİN BÖLGESEL BAKIŞI., BÖLÜM 1

SİYASALLAŞMA SÜRECİNDEKİ ETNİLERİN BÖLGESEL BAKIŞI., BÖLÜM 1




Dr. Övgü Kalkan KÜÇÜKSOLAK, 

SİYASALLAŞMA SÜRECİNDEKİ ETNİLERİN BÖLGESEL GÜÇLERE BAKIŞI: TAMİL ETNİSİTESİ– HİNDİSTAN ÖRNEĞİ 



Akademisyen Özeti: 

Etnilerin siyasallaşması, iç politika dinamiklerinin ötesine geçerek dış güçlerin politikalarına konu olan çok yönlü bir sürece işaret etmektedir. Süreç 
içerisinde taraflara sağladıkları destek üzerinden etkili olan dış güçler ile etnik grupların mobilizasyonuna yön veren lider kadrolar önemli değişkenler olarak öne çıkmaktadır. Bu çalışmada Sri Lanka’daki Tamil etnisitesinin liderliği rolünü üstlenen Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları (TEKK)’nın bir bölgesel güç olarak 
Hindistan ile etkileşimi örneği üzerinden etnik grupların bölgesel güçlere bakışı ele alınmaktadır. Politik mobilizasyon sürecinde, hareketlerin içinde bulundukları 
politik çevreden ve politik fırsatlardan etkilendiği var sayımından yola çıkarak, TEKK’nin uluslararası desteğe olan ihtiyacı, içinde bulunduğu politik çevre ve 
liderliğin yaptığı seçimler incelenmektedir. 

Giriş 

Etnilerin siyasallaşması süreci yalnızca etniler ile ulus devlet arasındaki ilişkiyi değil, verdikleri destekle etnilerin mobilizasyonunda kritik bir öneme sahip olan 
dış güçlerle etnilerin arasındaki etkileşimi de ilgilendirmektedir. Erin Jenne, Stephan Saideman ve Will Lowe’a göre mobilize olan etnilerin devletle pazarlığı, bu grupların dış kaynak desteğinin etkili olduğu stratejik güçlerinin bir fonksiyonunu teşkil etmektedir.1 Verilen destek etnilerin devletle pazarlığında stratejik konumlarını güçlendirirken, destek sağlayan dış güçler açısından da diğer devlete yönelik stratejik çıkarlarını gerçekleştirmelerinde önemli bir politika aracını teşkil etmektedir. 
Etnilerin siyasallaşması sürecinde liderlik rolünü üstlenerek, kaynakların mobilizasyonuna ve dış güçlerle ilişkilerine yön veren kadroların son derece rasyonel bir yaklaşımla seçimlerini şekillendirdikleri gözlenmektedir. Bu çalışmada güç politikaları çerçevesinde şekillenen ilişkilere örnek olarak, Sri Lanka’daki Tamil etnisitesinin politizasyonu sürecinde liderlik rolünü üstlenen Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları’nın (TEKK) bir bölgesel güç olarak Hindistan’a yönelik yaklaşımı incelenmektedir. 


TEKK’nin Hindistan’a bakışı Örgütün amaçları ve davranış biçimleri çerçevesinde, kaynaklarını mobilize ettiği koşullar kapsamında tartışılmaktadır. Hindistan’da 
yer alan ve yoğun bir Tamil nüfusuna ev sahipliği yapan Tamil Nadubölgesiyle var olan etnik bağların Örgütün bölgesel güce yönelik tutumunda nasıl 
konumlandırıldığı irdelenmektedir. Nitekim bir bölgesel güç olarak Hindistan’ın da hem kendi stratejik mülahazaları hem de Tamil Nadu bölgesinin duygusal yakınlığı üzerinden Örgüte destek sağladığı ve konuya müdahil olduğu görülmektedir. 

Mobilize olan etnik grupların amaçları ve merkezle pazarlıkları çerçevesinde incelendiğinde, dış kaynakların destekleriyle stratejik konumunu güçlendiren etnilerin radikal talepler seslendirme olasılıklarının arttığı belirtilmektedir.2 Bu noktada, kuruluş ve gelişim sürecinde Hindistan’dan destek gören TEKK’nin uç 
taleplerini hangi mülahazalar çerçevesinde yapılandırdığı ve içinde bulunduğu koşulları nasıl değerlendirdiği önem kazanmaktadır. Nitekim politik mobilizasyon 
sürecinde, hareketler içinde bulundukları politik çevreden ve politik fırsatlardan etkilenmektedirler. Politik fırsatlar yaklaşımında ele alındığı ve Tarrow’un da belirttiği üzere politik çevrenin unsurları insanların zafer veya yenilgi beklentilerinde etkili olarak kolektif eyleme yönelmelerinde teşvik edici bir rol oynamaktadır.3 
Doug McAdam politik fırsatlar yaklaşımında incelenmesi gereken unsurları şu şekilde sıralamaktadır:4 

• Kurumsallaşmış politik sistemin göreceli açıklığı veya kapalılığı, 
• Elitlerin işbirliği içerisinde olması, 
• Genel çerçevesi itibariyle elitlerin yaptığı işbirliğinin bir topluluğun alanını daraltması ve 
• Devletin baskı yönündeki eğilimi ve kapasitesi 

Bu dört unsura katılmakla birlikte David Romano dış unsurların da politik fırsatlar yaklaşımı çerçevesinde incelenmesi gerektiğinin altını çizmiş ve beşinci 
unsur olarak devleti veya muhaliflerini destekleyici karakterdeki dış etkileri eklemiştir.5 Romano’nun politik fırsatlar yaklaşımı çerçevesinde işaret ettiği devleti veya muhaliflerini destekleyici dış etkiler unsurunu, TEKK’nin Hindistan’a yönelik bakışı çerçevesinde şu sorular üzerinden tartışmak mümkündür: 

• Hangi unsurlar TEKK’nin başarı veya yenilgi beklentisini etkilemiştir? 
• Bu beklenti Örgütün Hindistan’a yönelik bakışını nasıl şekillendirmiştir? 
• Söz konusu ilişki ne tür bir politik çevre kapsamında gelişmiştir? 

Yukarıdaki sorulara cevap ararken TEKK liderliğinin yaptığı seçimler ve yürütmüş olduğu mobilizasyon sürecinin kapsamı incelenmektedir. TEKK’nin başarı 
veya yenilgi beklentisini etkileyen unsurların analizini yapabilmek içinÖrgütün taşıdığı amaçları ve bu amaçların hangi çerçevede şekillenerek hangi davranış 
biçimlerini doğurduğunu ele almak gerekmektedir. Bu çalışma kapsamında TEKK’nin Sri Lanka topraklarında bağımsız bir Tamil yurdu kurulması ve Tamil 
davasında liderlik rolünün üstlenilmesi olmak üzere iki temel amacı ve bu amaçlar doğrultusunda sergilediği davranış biçimleri incelenmektedir. 

(1) Sri Lanka Topraklarından Bağımsız Bir Tamil Yurdu Kurulması ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından TEKK’nin diğer terör örgütleriyle bir arada 
değerlendirildiği bir araştırmada terör örgütlerinin rejim değişikliği, politika değişikliği, sınırların değişikliği ve ayrılıkçılık gibi çeşitli amaçlar (bazı terör örgütleri için birden fazla) taşıdığı belirtilmiştir. Araştırma kapsamında ele alınan 42 örgütten 31’i rejim değişikliği, 19’u sınır değişikliği, 4’ü politika değişikliği ve 1’i de statükonun devamı amacıyla eylemler gerçekleştirmektedir.6 Söz konusu araştırmada da belirtildiği üzere, TEKK liderliğinin politik mobilizasyon sürecinde temel hedef olarak belirttiği ve uluslararası kamuoyunca da bilinen temel amacı Sri Lanka Adası’nın kuzey ve doğu kesimlerinde ayrı bir Tamil devleti (Tamil Eelam) kurmaktır.7 

Erin Jenne, Stephan Saideman ve Will Lowe dış destek gören etnik grupların destek görmeyen gruplara oranla daha yoğun bir şekilde ayrılıkçı talepler 
seslendirdiklerini belirtmişlerdir. Araştırmacılar, özellikle de askeri anlamda güçlü bir dış desteğe sahip olan etnik grupların diğer gruplara nazaran iki kat fazla oranda ayrılıkçı veya irredentist talepler ortaya koyduklarını ifade etmişlerdir.8 Aşağıdaki şekilde de görüldüğü üzere doğrusuyla belirtilen ayrılıkçı veya irredentist söylemlerin olasılığı, dış askeri desteğin artışıyla birlikte yükseliş göstermektedir.9 TEKK örneği incelendiğinde, 1970’lerde10 kurulduğu halde 1980’lerden itibaren Hindistan’dan gördüğü yoğun desteğin de etkisiyle Sri Lanka’ya karşı silahlı mücadele verme kapasitesine gelen (ve hatta 1980’lerin sonunda Hindistan’a yenilgi verdirmeaşamasına ulaşan) Örgütün ayrılıkçılık yönündeki taleplerini tırmandırdığı ve geri adım atmadığı görülmektedir. 



Şekil-1: 1990’ların Sonu İtibariyle Dış Askeri Yardımların Talepler Üzerindeki Etkisi11 

Tamil etnisitesine mensup nüfusun taleplerini savunma ve Sri Lanka Adası’nda ayrı bir devlet kurma amacıyla faaliyet gösteren TEKK’ye Hindistan’dan, 
özellikle de ülkenin güneyinde yer alan ve 50 milyon Tamillinin yaşadığı Tamil Nadu bölgesinden12 önemli derecede destek sağlanmıştır. 
Aveni’ye göre, herhangi bir organizasyonun toplumun önemli bir kesiminden kabul görmesi organizasyonla toplum arasındaki bağı ortaya koymaktadır.13 

Diğer taraftan söz konusu bağın ne şekilde işlerlik kazandığı ve aynı etnik nüfusa sahip diğer ülkeyle ilişkileri nasıl etkilediği soruları önem taşımaktadır. 
Nitekim Erin Jenne, Stephan Saideman ve Will Lowe’ın da işaret ettiği üzere, diğer ülkede aynı etniye mensup bir nüfusun yer alması unsuru tek başına, 
mobilize olan etnik gruba pazarlık avantajı kazandırmamaktadır.14 

TEKK-Hindistan örneğinde bir taraftan Tamil Nadu aracılığıyla etnisite ve duygusal unsurlar üzerinden tanımlanan bir bağ söz konusuyken, diğer 
taraftan da rasyonel unsurlar üzerinden şekillenen ve etnik bağların işlerlik kazanmasında etkili olan politik seçimler söz konusu olmuştur. 
Politik seçimlerin rasyonalite boyutunu vurgularcasına, kaynak mobilizasyonu yaklaşımında da destek veren dış güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda 
davrandığı ve bazı durumlarda hareketin amaçlarına yönelik bir taahhüt sergilemedikleri ifade edilmektedir.15 

TEKK’nin yaptığı açıklamalarda Hindistan’ın ayrı bir Tamil devleti kurulması ve egemenliğini kazanması amaçlarını desteklemeyerek, bu ülkenin kendi 
stratejikçıkarlarını gerçekleştirmek maksadıyla Örgüte destek verdiğini belirtmesi söz konusu hipotezi destekler niteliktedir. Hint yönetiminin bir taraftan Tamil Nadubölgesindeki Tamil nüfusunun oylarını ve desteğini çekmek amacıyla Örgüte destek verdiği, diğer taraftan ise Örgüt davranışlarının 
Tamil Nadu’ya örnek olması riskinin önüne geçmeye çalıştığı görülmektedir. 

TEKK’nin kurmayı amaçladığı bağımsız Tamil yurdunun kapsamı, Tamil Nadu ile var olan bağlar üzerinden bir risk unsuru yaratmış ve bu konudaki belirsizlik 
TEKK- Hindistan ilişkilerinde yansıma göstermiştir. Mobilize olan Tamil topluluklarının seslendirdiği bağımsız Eelam fikrinin Tamil Nadu’yu içerip içermediği Hintli politika yapıcıları açısından soru işaretleri oluşturmuştur.16 

Soğuk Savaş sonrası dönemde kaydettiği ciddi büyümenin ve uluslararası alanda gördüğüdesteğin, Örgütün gizli bir gündemi olup olmadığı konusundaki 
belirsizliğe katkıda bulunduğu düşünülebilir. İlişkilerde gözlemlenen belirsizliğin ve barındırdığı risk unsurunun ise, söz konusu ilişkiyi güvensiz bir zemine 
taşıdığı söylenebilir.

Dolayısıyla, Örgütün kuruluşundan itibaren Hindistan’dan gördüğü desteğin 1990’lardan itibaren mesafeli bir tutuma dönüşmesinin bir nedenini TEKK’nin 
amaçlarının taşıdığı belirsizlik teşkil etmektedir.17 

TEKK ile Hint Hükümeti’nin arasındaki ilişkinin duygusal unsurlardan ziyade rasyonel mülahazalar çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. 

Bir bölgesel güç olarak Hindistan TEKK’ye yönelik tutumunu sistemsel unsurların üzerinde etkili olduğu kendi jeopolitik mülahazaları çerçevesinde, 
bölgesel güç politikaları kapsamında şekillendirmiştir.18 TEKK’nin de yaklaşımını kendi stratejik mülahazaları doğrultusunda biçimlendirdiği görülmektedir. 
Dolayısıyla Hint Hükümeti’nin TEKK’nin amaçlarına yönelik kuşkucu ve mesafeli tavrını bu stratejik ve rasyonel düşünce biçimi çerçevesinde düşünmek 
mümkündür. Bu noktadan hareketle, TEKK’nin Hindistan’a yönelik bakışını ve destek ihtiyacını Örgütün karşılaştığı politik ve organizasyonel fırsatlar 
açısından değerlendirmek yerindedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

YÜZÜNCÜ YILINDA SİVAS KONGRESİ; “MANDA VE HİMAYE KABUL EDİLEMEZ”

YÜZÜNCÜ YILINDA SİVAS KONGRESİ; “MANDA VE HİMAYE KABUL EDİLEMEZ”




  Dr. Cengiz Tatar, 

31 AĞUSTOS 2019


4 Eylül 2019, Milli Mücadele’nin temel taşlarından Sivas Kongresi’nin 100’ncü yıldönümü.
Amasya Genelgesi'ni açıklayan Mustafa Kemal ATATÜRK, Sivas Kongresi'nin toplanması için yaptığı çağrı üzerine, 1’inci Dünya Savaşı’ndan sonra işgale uğrayan Türk topraklarını kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için çareler aramak amacıyla seçilmiş ulus temsilcilerinin bir araya gelmesiyle, 4-11 Eylül 1919’de gerçekleşen Türk Ulusal Hareket toplantısıdır. Mustafa Kemal Paşa, 108 gün Milli Mücadele’yi Sivas’tan yönetmiştir. Sivas Kongresi, Milli Mücadele tarihimizin ikinci büyük halkasını oluşturmuş, Bağımsızlık savaşımızın ve Cumhuriyetimizin temelleri atılmıştır.
Sivas Kongresi’nin başlangıcında Fransızlar,toplanmaması için bazı önlemler almıştır. Mustafa Kemal Paşa Erzurum’dayken 20 Ağustos 1919’da Sivas Valisi Reşit Paşa’dan aldığı telgrafta, kongrenin toplanması halinde Fransız Binbaşı Brunot’un,5-10 içinde Sivas’ı işgal etme düşüncede olduğunu söylemiştir. Kongrenin toplanmasından vazgeçilmesini ya da kongrenin Erzurum veya Erzincan’da düzenlenmesini önermiştir. Mustafa Kemal Paşa, bunun mümkün olmayacağını belirttirmiş ve verdiği cevapta, “Bunun bir gözdağı vermek için söyledikleri sözleri tamamıyla blöf olarak saydım. Şunu da arz edeyim ki, bendeniz ne Fransızların ve ne de herhangi bir yabancı devletin yardımına tenezzül eden şahsiyetlerden değilim. Benim için en büyük korunma yeri ve yardım kaynağı milletin sinesidir”.
29 Ağustos 1919 sabahı 3 otomobil ve atlı arabadan oluşan kafile Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Erzurum’dan Sivas’a uğurlanmışlardır. Refahiye-Suşehri üzerinden 2 Eylül sabahı Sivas’a ulaşmışlar ve Vali Reşit Paşa tarafından karşılanmışlardır.3 Eylül 1919’da Elazığ Valisi Ali Galip, kongreyi basmak, Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklamak ve Sivas Kongresi’ni dağıtmak amacı ile görevlendirilmiştir. 6 Eylül’de Ali Galip, Elazığ’dan Malatya’ya gelmiş ve Sivas’a yönelmiştir. Bu olaydan haberdar olan Mustafa Kemal Paşa gerekli tedbir ve önlemleri almıştır. 11 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa, İçişleri Bakanı Adil Bey’e gönderdiği telgrafta; “Alçaklar, caniler, düşmanlarla millet aleyhinde tertiplerde bulunuyorsunuz. Aklınızı başınıza toplayın”. Sözleri ile tepkisini göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Anadolu'daki bölgelerinden çok sayıda delege Sivas Kongresi'ne katılmıştır. Sivas Kongresi’ne, Erzurum Kongresi'ne nazaran daha az kişinin katılmış olsa da, katılımcılar daha geniş çaplı bölgeleri temsil etmiştir. İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletlerinin tehdit ve engellemeleri ile Kongre, 4 Eylül 1919’da Perşembe günü saat 14.00’de yurdun dört bir tarafından seçilen 40 delegeden 38 delegenin katılımıyla Sivas Lisesi’nde toplanmıştır. Mustafa Kemal Paşa kongreyi açarken yaptığı konuşmada; “Tarih bir milletin varlığını, hakkını hiçbir zaman inkâr edemez. Vatan ve milletimiz aleyhinde hükümler, ortaya sürülen kanaatler muhakkak ki iflasa mahkûmdur”. Milletimiz namus ve istiklalini kurtarmak için silaha sarıldığını söylemiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın Kongre başkanlığına seçilmesine kimi üyelerden itirazlar gelmiş, ancak gizli oyla yapılan seçimde kongre başkanlığına 3 muhalif oya karşı seçilmiştir.
Sivas Kongresi’nin en önemli konusu “Himaye ve Manda” olmuştur. 8 Eylül’de İsmail Hami Bey, 25 kişinin imzasıyla kongre’ye Amerikan mandasının kabul edilmesini isteyen bir önerge sunmuştur. Refet Bele ve Rauf Orbay başta olmak üzere manda lehine Kara Vasıf, Ahmet Rıza, Ahmet İzzet, Reşat Hikmet, İsmail Hami, Bekir Sami ve Refet Beyler, Halide Edip Hanım, Esat, Mahmut ve İsmail Fazıl Paşa’nın olduğu bir grup manda lehine konuşmalar yapmıştır. Ülkenin siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan zayıflığını öne sürerek bir yardıma ihtiyaç duyulduğu, bu yardımın Amerika tarafından yapılmasını ve mandasının kabul edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bunun ehven-i şer ve bağımsızlıkla aynı şey olduğunu iddia etmişlerdir.
Mustafa Kemal Paşa,8/9 Eylül gecesi odasında yaptığı toplantıda; ”Şerefsiz, istiklalsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki tercih edilir. Bunu anlayamamak ne garip mantıktır”. Mandacıların, yabancı işgali altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüyle, hastalıklı bir ruh haliyle hareket ettiklerini söylemiştir.Bu sözler üzerine kongre delegelerinden Tıbbiyeli Hikmet; “Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar olursa, bunları her kim olursa olsun şiddetle reddederiz. Farzı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcı değil vatan batırıcı olarak adlandır ve tel’in ederiz”. Bu yurtsever çıkışın ardından duygulanan Mustafa Kemal Paşa; “Arkadaşlar, gençliğe bakın. Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin. Tıbbiyeli Hikmet’e de; Evlat müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tek ve değişmez. Ya İstiklal ya ölüm”. Sözleri ile Tam Bağımsızlık hedefini göstermiştir.
Kongre sırasında manda fikrinin daha çok İstanbul’dan gelen delegeler tarafından savunulduğu görülmüş, buna karşın Anadolu delegelerinin birçoğu manda fikrine kesin olarak karşı çıkmıştır.8-10 Eylül’de 3 gün süre ile Amerikan mandası tartışılmış, Mustafa Kemal Paşa Amerikan mandasının Türk milleti için uygun olmadığını delegelere anlatıp kabul ettirince,manda ve himaye düşüncesi kesin olarak reddedilmiştir. Yine, Kongre’de Mustafa Kemal Paşa’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkisi olup olmadığı da tartışılmıştır.
Sivas Kongresi, 8 gün sürmüş ve 11 Eylül’de çalışmalarını tamamlamıştır. Temsil Heyeti üyeleri belirlenmiş ve Erzurum‘da seçilen 9 kişilik Heyet-i Temsiliye’ye 6+1 kişi eklenerek üye sayısı 16 olmuştur. Mîsâk-ı Millî manifestosunun ana hatları belirlenmiş,Kurtuluş Savaşı'nın çerçevesini belirleyen geleceğe yönelik kararların temeli atılmış ve önemli kararlar alınmıştır.
Kongre kararları; Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz.
Osmanlı toplumunun bütünlüğü ve milli istiklalimizin sağlanması için Kuvay-ı Milliye’yi tek kuvvet ve etkin olarak tanımak, milli iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
Vatan içinde birlikte yaşadığımız, bütün Gayr-i Müslim azınlıkların her türlü hakları bütünüyle mahfuz bulunduğundan, bu azınlıklara siyasî egemenlik ve toplumsal dengemizi bozacak imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir. Manda ve himaye kabul edilemez.
Osmanlı topraklarının herhangi bir parçasına yapılacak her türlü yabancı işgal ve müdahaleyekarşı millet top yekûn kendisini savunma ve direnme esası meşru kabul edilmiştir.
Yurdumuzun herhangi bir parçası dış baskı karşısında hükümetçe terk ve ihmal etmek zorunda kalırsa, geçici bir hükümet kurularak yönetimin millet adına ele alınacağı, vatanın bağımsızlığının, milletin dokunulmazlığının ve bütünlüğünün sağlanacağı, idari, siyasi ve askeri her türlü tedbir ve kararlaralınmıştır.
“Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ismi “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” olarak değiştirilmiştir.Yurtta ayrı ayrı bölgesel olarak çalışan tüm cemiyetlerin birleştirilmesi ve tek yönetim altına alınması sağlanmıştır.
Milletlerin kendi geleceğini bizzat kendilerinin tayin ettiği bu tarihi dönemde, İstanbul Hükümeti’nin de milli iradeye bağlı olması zaruridir. Böylece, milletin içinde bulunduğu sıkıntı ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat başvurmasına gerek kalmadan, Padişah tarafından 21 Aralık 1918’de dağıtılmış olan Meclis-i Mebusan’ın bir an önce hemen ve hiç zaman yitirmeden toplanması ve böylece milletin, memleketin geleceği üzerinde alacağı bütün kararları milli meclisin denetimine sunması mecburidir.Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyetiseçilmiştir.Erzurum Kongresi’nde alınan “Heyet-i Temsiliye Doğu Anadolu’nun genelini temsil eder” ibaresi, “Heyet-i Temsiliye vatanın genelini temsil eder” şeklinde değiştirilmiştir.
Sivas Kongresi ile Erzurum Kongresi’nin tüm kararları edilmiş ve bölgesel kararlarını genişleterek, tüm ulusu kapsayan bir nitelik kazandırmış ve yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşuna temel olmuştur.Ulusal örgütlenme tüm vatanı kapsamıştır. Gücünü halktan alan yeni bir güç ve otorite ortaya çıkmış, Temsil Heyeti oluşturulmuş ve başına milli bir lider olarak Mustafa Kemal ATATÜRK getirilmiştir. Kurtuluş Savaşı bütün vatana yayılmış, millete mal edilmiştir. Ali Fuat Paşa, Batı Cephesi Komutanlığı’na getirilmiş ve Temsil Heyeti yürütme gücünü ilk kez kullanmıştır. Kongre, kendisinden sonra gelişecek tüm olayları büyük ölçüde etkilemiştir. TBMM’nin açılışında, Milli Mücadelenin bütün antlaşmalarında, Lozan’da ve Mudanya’da izleri görülmüştür.
Kongre sonucunda; Mustafa Kemal, İstanbul ile haberleşmeme emrini vermiş, Padişahtan Mebusan Meclisi’nin bir an önce toplanmasını ve Damat Ferit’in istifa etmesini istemiştir. Anadolu’daki gelişmeleri önleyemeyen Damat Ferit Paşa istifa etmiş ve yerine Ali Rıza Paşa kabinesi kurulmuştur. Temsil Heyeti’nin ilk siyasi başarısı Damat Ferit’in istifası olmuştur.
Sivas Kongresi’nin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki önemi büyüktür.İlk milli kongre niteliğinde olduğu için kararlar bu doğrultuda alınmıştır. Sivas Kongresi ile kongreler dönemi kapanmıştır. Misak-ı Milli esasları belirlenmiştir.Heyet-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder hale gelmiş,milli birlik ve beraberlik büyük oranda sağlanmıştır.Tam bağımsızlık ve Milli Egemenlik ilkeleri temel prensip olarak kabul edilmiştir. Himaye ve Mandacılık kesin olarak reddedilmiştir. Cemiyetler birleştirilip tek çatı altında toplanmış ve Kuvay-ı Milliye cepheleri arasında kumanda birliği sağlanmıştır.

KAYNAKÇA:
ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, NUTUK  (1919-1927), 2006.