30 Mart 2018 Cuma

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 4

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 4


iii) Annan Planının Ön Hazırlıkları, Paris ve New York Görüşmeleri,

Denktaş’ın Öneri Paketi

2002 yılı süresince yapılan görüşmelerden sonuç çıkmaması üzerine BM
Genel Sekreteri Kofi Annan, Denktaş ve Klerides’i ayrı ayrı görüşmelerde
bulunmak ve çözüm önerileri geliştirmek için Paris’e davet etti. Paris’te yapılan
görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmayınca 3-4 Ekim tarihlerinde New
York’ta yeniden bir araya gelinmesi kararlaştırılarak görüşmelere ara verildi.
Annan, görüşmelerde yazılı belge sunmamış, görüşmeler sonunda taraflar
arasındaki farkların giderilebileceğini söylemişti. KKTC Cumhurbaşkanı
Denktaş ise, “görüşmelerin zamanlamasının iyi olduğunu ve Annan ile olumlu
bir görüşme yaptığını” söylemişti.86 6 Eylül’den sonra, Ekim ayındaki New
York buluşması arasında devam edecek olan görüşmelerden bir sonuç
çıkmaması durumunda Annan’ın Kıbrıs sorununa kapsamlı ve nihai bir çözüm
planı açıklayacağı beklentisi vardı. Böyle bir durum iki tarafı da huzursuz
etmişti. Çünkü KKTC temsilcileri planın Rum tezlerine yakın olacağı ve
mecburen uzlaşmaz duruma düşüleceği ve Rumların bu durumu tereddüt
etmeden AB üyeliği için kullanacağından çekinerek, Annan’ın hazırlayacağı
palana ilk başta temkinli yaklaşmayı tercih ediyorlardı. Rumlar ise, plan ile
baskı altına alınacakları, uzlaşmaz duruma düşmemek için bazı ödünler vermek
zorunda kalacakları korkusuna kapılmışlardı.

Bu esnada Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, GKRY’nin tam üyeliğe
kabulü halinde Türkiye'nin verebileceği olası tepkileri belirleyebilmek için bir
rapor hazırlattı. Raporda, “Türkiye'nin içinde bulunduğu ortam ve ekonomik
kriz yüzünden sıcak savaş çıkarma ihtimalinin düşük olduğu, fakat ekonomik
krizin verilecek tepkiyi değiştirmeyeceği, çünkü ekonominin Türk dış
politikasını etkileyen bir faktör olmadığı” belirtilmişti.87 KKTC’de de muhalefet
ile hükümet arasında Kıbrıs politikası konusunda uzlaşmazlık vardı. Örneğin,
sol kanadın en büyük temsilcisi ve ana muhalefet partisi olan, Cumhuriyetçi

Türk Partisi (ÇTP) lideri Mehmet Ali Talat, Denktaş’ı “görüşmelerde uzlaşmaz
bir tutum takındığı gerekçesiyle” sert ifadelerle eleştiriyordu.88
Kopenhag Zirvesi’ne yaklaşık iki buçuk ay kala, 11 Eylülde yapılan 53.
görüşmede Denktaş Klerides’e, 29 Nisan Belgesinin geliştirilmiş şekli olan ve
130 maddelik çözüm önerisinden oluşan bir paket sundu. Rum tarafı pakete
soğuk yaklaşırken, AB temsilcileri paketi olumlu karşıladı. Paket, dışişlerinde
Belçika, içişlerinde ise İsviçre modelleri incelenerek hazırlanmıştı.89
Bu esnada GKRY’de yayınlanan Ta Nea Gazetesi, Denktaş ile
Klerides’in görüşmeleri sürerken, iki liderin başdanışmanları, Mümtaz Soysal
ve Alekos Markidis’in gizli bir görüşme gerçekleştirdiklerini, görüşmede
Annan’ın taraflara sunduğu 12 maddelik çözüm önerisi paketinin ele alındığını
ileri süren bir yazı yayınladı.90 Katmerini gazetesi ise, “Türkiye’nin Kıbrıs’ta ilk
defa çıkmaza girdiğini ve GKRY’nin AB üyeliği durumunda Türkiye’nin askeri
bir maceraya kalkışmasının bedelini ağır ödeyeceğini” yazmıştı.91 Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman 22 Eylül’de Kıbrıs’a gerçekleştirdiği
ziyarette, “Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri ahdi ve tarihi yükümlülüklerinin
gereklerini her an yerine getirmeye kararlıdır ve hazırdır”92 diyerek Rumlara,
Türkiye’nin gerektiğinde askeri güç kullanmaya hazır olduğu mesajını verdi.
Oysa GKRY Rumları bu tehditlerin aslında reel güç kullanımına yönelik
olmadığının farkındaydı.

Bu esnada Fransız Le Figaro Gazetesi çok yerinde bir tespitte bulunarak;
Kıbrıs’ta çözümün, Türk tarafına da AB üyeliği sağlayacağını, bölünmüş
bir adayı kabul etmenin, AB’ye saatli bomba yerleştirmekle aynı anlama
geldiğini, ancak genişleme yolunda Yunanistan’ın vetosundan çekinen AB’nin,
Rum Yönetiminin üyelik perspektifini kabul etmekten başka çaresi
olmadığını…93 yazdı.
Söz konusu gelişmelerine ile eş zamanlı olarak devam eden Denktaş
Klerides görüşmeleri Denktaş’ın kalp ameliyatı geçirmesi nedeniyle yaklaşık
bir ay ara verilmişti. Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Kıbrıs Raportörü Jacques
Poss, Kopenhag Zirvesi öncesinde AP’ye sunulacak rapora son şeklini vermek
için Kıbrıs’a bir ziyaret gerçekleştirdi ve KKTC’ye geçerek CTP lideri M. Ali

Talat ve Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) lideri Hüseyin Angolemli ile de
görüştü. Görüşmelerden sonra Poss, “AB’de birleşik bir Kıbrıs istediklerini”94
söyledi. Bu söylem önemliydi çünkü ilk defa bir AB yetkilisi Rumları müzakere
etmeye teşvik ediyordu.

Bu esnada Türkiye’nin AB üyeliği için müzakere tarihi alma süreci de
işlemeye devam ediyordu. Sivil toplum kuruluşları biraz da askeri vesayeti sona
erdirmek ve ekonomik bağlantıları nedeniyle AB ile ilişkilerin kopmaması için
yoğun bir çalışma içerisine girmişlerdi. Belirtilen amaçla Kopenhag Zirvesi’nde
Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi için AB Başkentlerini ziyaret eden
TÜSİAD üyelerine, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, “tarih verilmesini
Kıbrıs’ın AB üyeliğinin engellenmemesi koşuluyla destekleyeceklerini”95
söyledi. Yunanistan, AB organlarında temsil edilme durumunu bir koz olarak
kullanmaya kararlıydı. Oysa hatırlanacağı gibi 1980 yılında AB’ye üye olurken
Türkiye ile problemlerini Topluluk organlarına taşımayacağını taahhüt etmişti.
Türk Dışişleri Bakanlığı ise, AB ile ilişkileri Kıbrıs ile ilgili gelişmelerden
ayırmaya çalışıyordu. Fakat daha sonra bu politikanın başarılı olamayacağı
anlaşılacaktır.

Paris görüşmelerinde kararlaştırıldığı üzere 4 Ekim’de New York’a giden
Denktaş, Annan ve Klerides ile görüşmeden önce, “GKRY’nin AB üyeliğinin
kabul edilmesi durumunda Ada’nın bölüneceğini” söyleyerek görüşmeler
başlamadan AB’nin Ada ile ilgili tutumunu bir kez daha gözden geçirmesini
talep etti. Görüşmeler esnasında ve sonrasında kurallar gereği açıklama
yapılmayacaktı. İki gün süren New York görüşmelerinde temel konular olan,
güvenlik, yönetim (egemenlik), toprak ve mülkiyet alanlarında ilerleme
sağlanamadı. Türk tarafı, kendi varlığı için hayati önemde gördüğü egemenlik
konusunun ilk olarak açıklığa kavuşturulmasını istiyordu. Fakat yine de taraflar
görüşmelerden memnun ayrılmışlardı.96

Görüşmelerde, her ay Annan, Denktaş ve Klerides’in üçlü zirvede bir
araya gelmesi ve teknik konuları ele alacak iki komitenin kurulması
kararlaştırıldı. Birinci komite, tarafların yeni ortak kuruluş ortaya çıkana kadar
başka ülkelerle yaptıkları anlaşma ve protokolleri gözden geçirecek,
hangilerinin ortak kuruluşa devredileceğine, hangilerinin kurucu devletin
yetkisinde kalacağına karar verecekti. İkinci komite ise, anlaşma sağlandığında
ortak kuruluşun faaliyete geçebilmesi için hangi yasalara ihtiyaç duyulacağını
inceleyecekti. Bu esnada Ekim ayında yayınlanan Türkiye İlerleme Raporu’nda,
beklentilerin aksine Türkiye’ye müzakere tarihi verilmemiş, karar Kopenhag’a
bırakılmıştı.97

Kıbrıs’ın geleceği için hayati önem taşıyan tüm bu gelişme trafiği içinde
Türkiye’de genel seçim hazırlıkları yapılıyordu. Denktaş’ın sağlık sorunları
nedeniyle görüşmelere tekrar ara verilmişti. Görüşmelere verilen arada,
Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto barış için kapsamlı bir rapor
hazırlamaya başladı.98 Bu esnada Türkiye’de 3 Kasım seçimleri yapıldı.
Seçimlerde sadece Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) TBMM’ye girebilmişti. Böylece uzun süre koalisyon
hükümetlerince yönetilen Türkiye’de bir dönemin sonuna gelinmiş, Türk halkı
28 Şubat sonrasının zorlama sistemini ve partilerini tasfiye etmiş, AK Parti
oyların büyük bir çoğunluğunu alarak tek başına iktidar olmuştu. CHP ise ana
muhalefet partisi rolünü üstlenmişti. 28 Kasımda kurulan 58. Abdullah Gül
Hükümeti programında Kıbrıs;

[Hükümetimiz] Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunmasının
gereğine inanmaktadır. … BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından Kıbrıs
konusunda yapılan barış girişimi olumlu karşılanmakla birlikte, Hükümetimizce
sorunun kalıcı bir şekilde çözümü için ulusal çıkarlarımız ve Kıbrıs Türk
halkının adadaki varlığını ve egemenliğini garanti altına alacak bir müzakere
süreci öngörülmektedir…99 şeklinde yer aldı.

AK Parti lideri Tayip Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül, Kıbrıs
konusunda önceki hükümetlerin tutumlarının aksine ilk baştan çözüme yönelik
mesajlar vererek işe başladılar. Yeni Hükümet ayrıca Kopenhag’da müzakere
tarihi alabilmek için yoğun bir diplomasi atağı başlattı. Tüm bu gelişmelerin
içinde kum saati Rumların lehine akmaya devam ediyordu.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan 11 Kasımda taraflara daha sonra “Annan
Planı” olarak bilinecek bir çözüm planı sundu. Denktaş, Annan Planı’nda
iyileştirmeler olduğunu, toprak ve egemenlik sorunlarının açıklığa
kavuşmadığını, toprak paylaşımında önerilen haritanın kabul edilemeyeceğini
düşünüyordu. Denktaş ayrıca, çözüm yolunda zamana ihtiyaç olduğunu, bunun
için de Rumların üyeliğinin ertelenmesi gerektiğini söylüyordu. Muhalefet
partileri CTP ve TKP liderleri harita dışında, Planı kabul edilebilir bulduklarını
söylemişlerdi. Taraflar arasında İlke Anlaşması sağlanabilmesi ümidiyle, ABD
Dışişleri Müsteşarı Marc Grossman ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın
Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto da Kopenhag’a gittiler.
Bu nedenle Zirve öncesinde Klerides, Annan Planını müzakere zemini
olarak kabul ettiklerini ve ilke anlaşmasına imza atabileceklerini ilan etmişti.
Böylece Rumlar AB karşısında uzlaşmaz pozisyona düşmekten kaçınmaya
çalışmaktaydılar ve uzlaşmazlığı Türk tarafının suçu gibi göstermeye
çalışıyorlardı. Bu durumda GKRY üzerinde olabilecek herhangi bir baskı ya da
tam üyelik yolundaki bir olası yol kazası da engellenmiş olacaktı. Klerides
akıllı bir politika takip ediyordu ve Denktaş’ın uzlaşmaz tutumu Klerides’e
istediği hareket alanını fazlasıyla sağlıyordu. Zirve öncesinde Denktaş’ın da
Klerides gibi Planı müzakere zemini kabul edip ilke anlaşmasını imzalaması
bekleniyordu. Denktaş tarafından böyle bir açıklama yapılmadı ve ilke
anlaşmasına tarih atılmadı.

Beklentiler Denktaş’ın yeni Planı yeterli bulmaması nedeniyle sonuç
vermedi. Zirve’de Klerides Planı kabul eder bir görüntü çizmeyi tercih etmişti.
Oysa Klerides en az Denktaş kadar Plana karşı olmasına rağmen uzlaşmaz
duruma düşmemek ve Denktaş’ın Planı kabul etmeyeceğine güvenerek İlke
Anlaşmasına razı olmuştu.

Böylece Klerides’in eli kendisinin ummadığı oranda rahatlatılmış oldu.
Çünkü, daha önce de söylendiği gibi aslında Klerides de Annan Planını
müzakere edilebilir bulmuyordu fakat Denktaş’ın hayır diyeceğine güvenerek
kabul edeceğini bildirmişti. Bu esnada Kopenhag Zirvesi çalışmaları devam
ediyordu. Kıbrıs, beklendiği gibi Zirve’nin anahtarı konumuna gelmiş ve
Ankara, “Türkiye’ye tarih verilmesi durumunda Kıbrıs’ta çözüm yolunun
açılacağını” ilan etmişti.100 Kopenhag Zirvesi’nde KKTC’yi Dışişleri ve
Savunma Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu temsil edilecekti.
Uzun süredir beklenen Kopenhag Zirvesi 12 Aralık’ta toplantı. Zirve’den
nasıl bir sonuç çıkacağı merakla bekleniyordu çünkü Türkiye Zirve’den tam
üyelik yolunda müzakere tarihi alabilmek için Zirve öncesinde yoğun bir
diplomatik faaliyet başlatmış ve bu sayede Avrupa kamuoyunda tanınırlık oranı
artmıştı. AB kriterlerine adını veren Kopenhag’da yapılan Zirve’de, AB
açısından bu tarihe kadarki en kapsamlı genişleme gerçekleştirilecekti.

iv) Ankara’nın Soruna Yaklaşımı ve Çözüm Çabaları

Beklentilerin aksine Zirve’de Türkiye’ye müzakere tarihi verilmedi.
Kopenhag Kriterlerinin yerine getirilip getirilmediğinin Aralık 2004’te
değerlendirilmesi ve Türkiye’ye vakit geçirilmeden müzakere tarihi verilmesi
kararlaştırıldı. Oysa GKRY’nin Kıbrıs’ta çözüm olmadan AB üyesi olması
karar altına alındı. Böylece AB üyeleri GKRY’ye olan şartsız desteklerini bir
adım ileri taşıyarak, Rum uyuşmazlığını ödüllendirdiler.
Zirvede alınan bu karar, Ankara için soğuk duş niteliğindeydi. Müzakere
tarihi alınamaması bir yana, Rumların yakın gelecekte AB üyesi olacak olması
tüm hesapları altüst etmişti. Bir çözüm bulabilmek amacıyla 18 Aralık’ta
Cumhurbaşkanlığı Köşkünde Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, Başbakan
Abdullah Gül, Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Dışişleri Bakanı Yaşar
Yakış arasında gerçekleştirilen dış politika zirvesinin birinci gündem maddesi
Kıbrıs’tı. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki zirveden sonra yapılan açıklamada,
Türkiye'nin, AB Kopenhag Zirvesi’nin Sonuç Belgesi’nin Kıbrıs ile ilgili
kararını kabul etmediği dünya kamuoyuna ilan edildi. Bu söylem malumun
ilanının ötesine gidemeyecek bir yaklaşımdı ve iç kamuoyunun hassasiyetlerini
yatıştırmaya yönelik olmaktan başka bir işe yarama ihtimali yoktu.101
Bu ilanla Türkiye, Kıbrıs sorunun çözümünde 28 Şubata kadarki zaman
aralığına sıkıştırılmayı reddediyordu.102 Zirve bildirisinin son bölümünde ise;
Türkiye, Kıbrıs’ta barışın ve mevcut garantilerin devamını sağlayan,
Türk-Yunan dengesini koruyan, Ada’daki iki tarafın egemenliğini ve eşitliğini
kabul eden, uzlaşmaya dayalı yeni bir ortaklık oluşturulmasına yönelik bir
siyasi anlaşmaya varılmasını arzu etmekte ve BM Genel Sekreteri’nin
önerilerinin müzakeresine devam edilmesini desteklemektedir…103 açıklaması
yapılmıştı.

Zirve’den çıkan en önemli sonuç Denktaş’ın çözüm için müzakere
masasında kalması telkini olmuştu. Bu esnada Yunanistan Başbakanı Simitis,
28 Şubat’ın çözüm için son şans olduğunu söylüyordu. AB’nin 28 Şubat 2003’e
kadar çözüm baskısını reddeten Türkiye, Annan Planının müzakere
edilmesinden yana tavır koymuştu. Sorunun başlangıcından 2002 yılı Kopenhag
Zirvesi’ne kadar geçen sürede Türkiye, Kıbrıs’ta homojen bir görüşe sahip
olmuş, Denktaş ile uyum içinde çalışmıştı. AB’nin baskıları, çözümsüzlüğün
çözüm olma sürecinin sonuna gelinmiş olması ve GKRY’nin tam üyelik
yolunda ilerlemesi bu politikanın değişmesini artık zorunlu hale getirmiş, Kıbrıs
konusunda dış politika karar alıcıları arasında değişik görüşler ortaya çıkmaya
başlamıştı.104 Bu esnada GKRY’de seçimler yapıldı ve AKEL iktidara geldi.105
2002 yılının özeti şu şekildeydi, Kıbrıs sorununda değişik plan ve öneriler
sunulmuş, çözüm ümitleri artmıştı. Aralık ayı bittiğinde ise çözüm yolunda çok
fazla mesafe kat edilememiş, ümitler 2003 yılına kalmıştı. Rumların AB üyesi
olması ise kesinleşmiş, tüm bu süreçten aslan payını Rumlar almıştı.


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 3

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 3


II) Kıbrıs Dolaysız Görüşmelerinin Başlaması

2001 yılı, GKRY’in en yakın zamanda AB’ye tam üye olmasının artık
engellenemez bir süreç olduğunun Ankara tarafından da anlaşıldığı bir yıldır.
2001 yılının sonunda Dışişleri Bakanı İsmail Cem, TBMM Plan Bütçe
Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinin sunumunda “Rum Kesimi’ne
AB üyeliği verilirse, Türkiye çok kesin bir karar almak zorundadır. Bunun
bedeli AB’ye üyelik hedefinden vazgeçmemiz olabilir”63 diyerek gelinen
durumu özetlemişti. Mesaj biraz da Brüksel’e verilmişti.
İsmail Cem’in söz konusu beyanından sonra Başbakan Ecevit de, Rum
Kesiminin üyeliği durumunda Türkiye'nin KKTC ile bedeli ne olursa olsun
entegrasyona gideceğini, oldubittiye izin verilmeyeceğini ilan etti. Bu esnada
TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, AB üyeliği yolunda Hükümete altı
maddeden oluşan bir mektup sundu. Mektupta Kıbrıs’ın “Türkiye'nin AB
üyeliği önünde engel oluşturmayacak şekilde ele alınması ve bu alanda
izlenecek politikaların AB ile derin krizler yaratmayacak şekilde
belirlenmesi…”64 İsteniyordu. TÜSİAD’a göre; GKRY’nin AB’ye tam üye
olması ve Türkiye ile KKTC’nin entegrasyona gitmesi Türkiye’yi AB sürecinin
dışında bırakacaktı. Bu durumda Türkiye Afganistan’a dönecekti. Sorunun
çözümü için özellikle BM’nin geliştirdiği çözüm önerileri, Türk Toplumunu

1960 Antlaşmasının da gerisine götürmekteydi. İş dünyası ise, AB ile ilişkilerin
Kıbrıs’a feda edilmemesini istiyor fakat bu görüşünü açıktan ilan edemiyordu.
Türkiye’de bu gelişmeler olurken Kıbrıs’ta süreç devam ediyordu. AB
temsilcileri Kasım ayının sonuna doğru temaslarda bulunmak üzere Kıbrıs’a
gelmiş fakat Türk tarafına geçmemişlerdi. Sırf bu durum bile AB’nin
Kıbrıs’taki durumu değerlendirme ve olayı ele alma şeklini ortaya koymaya
yetiyordu. Arkasında, bu şekilde kayıtsız şartsız destek bulan GKRY’nin kendi
egemenliğinin altını oyacak ya da Kıbrıs idaresine Türk Toplumunu da ortak
edecek bir çözümü kabul etmesini beklemek hiçbir olasılık içinde yer
almıyordu. Hem Ankara hem de Lefkoşa durumun farkındaydı fakat
Toplumlararası Görüşmelerde ilerleme sağlamak artık olanaksızdı. GKRY,
zamana oynayarak Brüksel’e görüşmelerde masadan kalkan taraf olmadığını
gösterme politikasını benimsemişti ve bazen Rauf Denktaş’ın milliyetçi
politikalarını bu amacı doğrultusunda sonuna kadar kullanıyordu.
Çözümsüzlük sorununa çare bulabilmek gerekiyordu. Bu amaçla 2001
yılı sonu Aralık ayında, uzlaşmazlık pozisyonundan kurtulmak ve çözüm
yolunda mesafe alabilmek için Denktaş, GKRY lideri Klerides’e sorunun
çözümü yolunda doğrudan görüşme yapma önerisini getirdi. Rum lider
Klerides, Denktaş’ın önkoşulsuz görüşme isteği ile ilgili gönderdiği üç mektuba
cevap vermek zorunda kaldı. İki lider 4 Aralık’ta görüşmeyi kararlaştırdılar. 4
ve 29 Aralık tarihlerinde iki lider birbirlerine karşılıklı nezaket ziyaretlerinde
bulundular.65 Denktaş’ın bu girişimi, KKTC üzerindeki uluslararası baskıyı
azaltmış, Rumlar öneriyi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Nezaket
ziyaretlerindeki olumlu hava çözüm yolunda ümitleri artırdı. Böylece 2001
yılında, dolaysız görüşmeler için zemin oluşturulmuş, dolaysız görüşmeler için
ön çalışmalar tamamlanmıştı. Aralık ayında gerçekleştirilen ön görüşmelerden
sonra iki lider 2002 yılında yoğun bir görüşme trafiğine girecektir.

3) Kıbrıs Sorunundaki En Uzun Son iki Yıl ve Zamanın Türk Tarafının Aleyhinde İşlemesi

a) 2002 Yılındaki Gelişmeler

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş ile GKRY temsilcisi Klerides arasında
yürütülen dolaysız görüşmeler en imkânsız göründüğü zamanda, şartların
zorlaması ile başlamıştı. Görüşmelerin başlamasında, sorunun çözülememesi
durumunda en büyük zarara Ada’nın iki kesiminde yaşayan halkın göğüs
germek zorunda kalacağı gerçeği etkili olmuştu.66 Çözümsüzlük durumunda,
AB’nin GKRY’i Yeşil Hattan Güney’i ayırarak üyeliğe kabul etmesi ihtimali
Kıbrıs’taki durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirecekti. GKRY’nin
üyeliği ile, Türkiye'nin AB üyeliği de zora girerken, Rumlar acısından Adanın
bölünmüşlüğü nihai hale gelecekti. Her iki durumda da çözümsüzlüğün
kazananı olmayacaktı.

Fakat kum saati GKRY’ye tam üyelik yolunu açacak adaylık statüsünün
verildiği 1994 yılından buyana Türk tarafının aleyhine akmaya devam ediyor,
zaman aralığı Rumların lehine daralıyordu. Bu esnada Kara Kuvvetleri
Komutanı Hilmi Özkök, Kıbrıs’a gerçekleştirdiği ziyaretinde, “Kıbrıs’ın ancak
Türkiye ile birlikte AB’ye girebileceğini, görüşmelerin sonuçsuz kalması ile
GKRY’nin AB üyesi olmasının bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyeceğini”
söyledi.67 Hükümetten sonra askeri kanat da GKRY’i tam üye olarak kabul
etmemesi için Brüksel’e mesaj vermek zorunda kalmıştı. Oysa, Brüksel, bir
sonraki genişlemede GKRY’i üye olarak kabul etmek için kararını çoktan
vermişti.

Özkök’ün konuşmasına Rum tarafında yayınlanan Fileleftheros
gazetesinde geniş yer verildi. Bu esnada AB’nin Genişlemeden Sorumlu
Komiseri Günter Verheugen, demeçleriyle Türk tarafını zor durumda bırakıyor
ve Rum tarafının anlaşma sağlanamasa da AB’ye tam üye olacağını beyan
ediyordu.68 Bu açıkça Rumların tarafını tutan bir politikaydı ve Rumların
görüşmelerden anlaşma sağlamak için hiçbir şey yapmalarına gerek yoktu.
Verheugen’nin söz konusu tutumuna KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş
tepki gösteriyordu fakat Verheugen tutumunu değiştirmeye gerek görmüyordu.
Denktaş’ın ön şartsız görüşme önerisi ile Ocak ayının ortasında başlayan
Denktaş, Klerides arasındaki dolaysız görüşmelerin ilk turu 2002 yılı Şubat
ayında sona erdi. İlk turda, Rum tarafının temel stratejisi kendi istekleri
doğrultusunda bir uzlaşı sağlamak ya da uzlaşmaz duruma Türk tarafını
düşürmekti. Bunu teminat atına alabilmek için de aslında gizli geçmesi gereken
görüşmelerde masaya konulan tüm belgelerin bir kopyasını konuyla birinci
derecede ilgili olan, AB, ABD ve BM yetkililerine göndermişlerdi.69
Görüşmelerde Türk tarafının tezleri, AB’nin tek devlet çatısı oluşturulması
isteminden çok uzak kalıyordu. İlk tur görüşmelerde Türk tarafı; Ada’da zayıf
yetkilerle donatılmış federal devlet çatısı altında iki ayrı egemen devlet
kurulması ve uluslararası ilişkilerde federal devletin söz sahibi olması tezini
savunmayı sürdürüyordu. Rum tarafı ise, federal devlet yetkilerinin güçlü
olması, iki egemen devletin yetkilerinin zayıf olması tezinde ısrar ediyordu.70
Mart ayına kadar geçen sürede Denktaş ve Klerides 14 kez bir araya
gelerek bir çeşit shuttle diplomasisi yürütmüşlerdi. Görüşmelerin ikinci
bölümüne Denktaş, bu zamana kadar savunduğu KKTC’nin Bağımsız
(sovereign) Devlet (state) olması tezini, Bağımsız (sovereign) Birim (entity)
tanımlamasına döndürerek devam etmek zorunda kaldı. Federal çatının
merkezileşmesi yolunda da belli oranda tavizler verilmiş, Türk ve Rum
Birimlerinin iç işlerinde serbest dış ilişkilerde birlikte hareket etmesi
öngörülmüştü. Bağımsız Birim ile zengin Rum tarafının KKTC’ye nüfuz
etmesinin önüne geçilmek isteniyordu. Denktaş’ın, uzlaşma yönündeki bu tezi
Rum tarafında kabul görmedi. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, ABD’de yayınlanan
Herald Tribune Gazetesine 14 Mart’ta yazdığı makalede; “İki toplumun
hassasiyetlerini dikkate alan bir çözüm için içişlerinde serbest, dışişlerinde tek
kimlikli bir model önererek” Denktaş’a destek verdi. AB Komiseri Verheugen
Mart ayının ortasında gerçekleştirdiği iki günlük Atina ziyaretinde Türkiye’ye
karşı sert ifadeler kullanarak, çözüm yolunda Rum tezlerini destekler nitelikte,
tek devletli bir çözüme taraftar olduklarını ilan etti. Verheugen, “Kıbrıs
sorununun çözümlenmemesi ve GKRY’nin üyeliği sonrasına yönelik tehditlerin
Türkiye'nin üyelik sürecinin önünü keseceğini” de sözlerine ekleyerek
Türkiye’ye tehditte bulunmayı ihmal etmemişti.71
Doğrudan görüşmelerin Nisan ayında yapılan üçüncü bölümünde, Türk
tarafı içte zayıf konfederal yapı, Rum tarafı da güçlendirilmiş konfederal yapı
tezini savunmaya devam etti. Rumlar, Denktaş’ın içte zayıf konfederal yapı
önerisini Türk tarafı istediği zaman konfederasyondan ayrılacak endişesiyle,
Türkler de güçlü yapıyı Rum tahakkümünden çekindikleri için kabule
yanaşmıyorlardı. Görüşmelerin bir sonraki bölümünün sonbaharda yapılması
konusunda mutabık kalınmıştı. 14 Nisan’daki görüşme sonrasında Denktaş,
“Karadağ ve Sırbistan arasında yapılan Avrupa destekli yeni birleşme
antlaşmasının Kıbrıs için model olabileceğini, bu modelin Türk tarafının
isteklerine yakın olduğunu” söyledi. Bu esnada GKRY’de yayımlanan Alithia
Gazetesi; AB ile müzakere takviminin 2002 yazında tamamlanarak AB’nin
kabul etmesi halinde üye olunabileceğini yazmıştı.72 Bu yazıdan da anlaşıldığı
gibi Rumlar görüşmelerde çözümden ziyade, AB üyeliği yolunda çalışma
yapmayı tercih ediyor ve üyeliği önceliklerin birinci sırasına koyuyordu. Tüm
bu çabalar sonunda 2002 yılında doğrudan görüşmeler yapılmış, çözüm yolunda
mesafe alınmaya çalışılmış, fakat ilerleme kaydedilememişti.

i) Rumların Dolaysız Görüşmelerdeki Tutumu ve Annan’ın Adayı Ziyareti

2002 yılına kadar sürdürülen görüşmelerden Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
açıkça AB’ye tam üye olarak Türkiye ve KKTC’yi tamamen köşeye
sıkıştırmayı, kendi başına halledemeyeceği bir sorunu, AB vasıtasıyla
çıkarlarına göre çözmeyi planladığı anlaşılmıştı.73 Rumların bu tutumu
nedeniyle toplumlararası temaslardan sonuç alınamadığı gibi dolaysız
görüşmelerden de sonuç alınabileceği ümidi hemen hemen yok denecek kadar azdı.
Rumların uzlaşmaz tavrını değiştirebilmek amacıyla görüşmeler devam
ederken, KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu, “Türkiye ve KKTC’nin kader birliği
ettiğini, Rumların tek başına AB’ye üye alınması durumunda Türkiye ile
birleşmenin kaçınılmaz olacağını” söyledi. Bu tür söylemler artık Rumları
etkilemekten çok uzaktı çünkü önceki sayfalarda da görüldüğü gibi AB
Organları her şartta Rumları destekliyor ve her fırsatta GKRY’nin tam üye
olacağını söylüyordu.

Bu esnada Rum Hükümet sözcüsü Mihailis Papapetru; “Denktaş’ın iki
devletli çözüm tezinden vazgeçmediğini, toprak tavizine ve Rum göçmenlerin
geri dönüşüne yanaşmadığını” belirterek, Denktaş’ın sunduğu kapsamlı çözüm
önerilerini reddetmişti.74 Aynı zamanda görüşmelerde Haziran ayına kadar
sonuç alınması için AB ve BM temsilcilerinin baskılarını artırdığı görülür.
AB’nin baskısı tamamen göstermelikti ve dışarıya müzakere ediyor havası
vermeye yönelikti. Baskıların daha çok Türk tarafı üzerinde yoğunlaşması
üzerine Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Ali Erel, “AB ile KKTC arasında
güven bunalımı olduğunu, AB’nin açıkça Rum tarafından yana pozisyon
aldığını” söylemek zorunda kaldı. Mayıs ayında başlayan görüşmelerden de
Rum tarafının Denktaş’ın önerilerini reddetmesi ile sonuç alınamadı. Tarafların,
uzlaşıya yaklaşamamaları üzerine BM Genel Sekreteri Kofi Annan 23 yıl
aradan sonra 15 Mayıs’ta Adaya giderek Denktaş ve Klerides ile ayrı ayrı
görüştü.75

Annan’nın ziyaretinden hemen önce Denktaş ve Klerides tarafsız bölgede
31. görüşmelerini gerçekleştirmişlerdi. Annan’ın ziyaretinde her iki liderden de
Haziran sonuna kadar mutlaka temel sorunlar üzerinde anlaşmaları istendi.
Devam eden görüşmelerde ilerleme kaydedilememesi, Hazirana kadar çözüm
yolunda ilerleme sağlanabileceği doğrultusundaki beklentileri boşa çıkarmıştı.
Bu esnada görüşmeleri sabote edecek yeni bir krizle karşı karşıya gelindi.
Mayıs ayı sonunda Rum tarafının karasularını 12 mile çıkarması üzerine, KKTC
Cumhuriyet Meclisi karasularının 12 mile çıkarılması kararını aldı.76 Tüm bu
gelişmeler sonrasında Mayıs ayı sonunda yapılan Türkiye Milli Güvenlik
Kurulu toplantısının ana gündem maddesi kaçınılmaz olarak Kıbrıs’tı.
MGK’nın sonuç bildirgesinde; “Kıbrıs’ta ödün verilemeyeceğinin altı”
çizilmişti.77

Gerçekleşen görüşme dizisi içinde, dördüncü bölüm müzakerelerine
kadar gelinen süreçte Denktaş, “çözüm yolunda Belçika modelinden
yararlanılabileceğini” söylemişti. Modele göre, bir “Kıbrıs Ortaklık Devleti”
(Partnership State of Cyprus) kurulacak, iki toplum bu devlette eşit statüye
sahip olacak, Ortaklık Devletinin etkin yasama, yürütme ve yargı işlevleri
olacak ve 1960 garanti antlaşmaları yürürlükte kalacaktı.78 Önemli olanın
Kıbrıs’ta bir gelişim süreci (evolutionary process) başlatılabilmesiydi. Rum
lideri Klerides ise, 1960 Londra Antlaşması temelinde bir çözümü savunuyordu.
Buna göre, KKTC, GKRY’e katılacak, Türk toprakları %10 azaltılarak %25’e
düşürülecek, en az 60 bin Rum Kuzeye göç edebilecek ve federasyonun
yetkileri geniş tutulacaktı. Klerides’in talepleri KKTC için uzlaşılabilir optimal
noktaların çok uzağındaydı. Bu esnada beklenmedik bir durum ortaya çıktı.
GKRY’nin AB üyesi olması ile elde edilecek AB avantajlarından
yararlanabilmek için, Kıbrıs Türk vatandaşlarının bazıları Rum kesimine
giderek Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almaya başladılar.79 Bu girişim Rumların
elini güçlendirici bir statükonun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Kıbrıs’ta görüşmeler devam ederken Türkiye’de hükümet krizine doğru
gidilen bir sürece girilmişti. 28 Şubat 1998 örtülü darbesi sonrasında ordunun
siyaseti yeniden dizayn etme girişimi bir kez daha başarısızlık sonuçlanmak
üzereydi. Bu bağlamda 2002 yılı Haziran ayında koalisyonun bozulması ve
erken seçime gidilmesi tartışılmaya başlanmıştı. Ayrıca AB uyum yolunda
Koalisyon ortakları ve dış politikanın karar alıcıları arasında var olan
uyumsuzluklar birer ikişer gün yüzüne çıkıyordu. Belirtilen tüm bu sorunlara
çözüm bulmak amacıyla Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in talebiyle
Cumhurbaşkanlığı konutunda, Hükümet üyeleri ve Mecliste grubu bulunan
siyasi parti liderlerinin katıldığı AB zirvesi toplandı. Başbakan Ecevit hastalığı
dolayısıyla zirveye katılamamıştı.80

Türk dış politikasının karar alıcıları Garantörlük Antlaşmalarına
dayanarak aksini iddia etseler de, Kıbrıs’ta çözüm yolunda ilerleme
kaydedilememiş olması, Aralık ayında yapılacak olan Kopenhag Zirvesi’nde
müzakere tarihi almayı bekleyen Türkiye'nin önündeki en önemli engeldi.
Gelinen durumda, Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, “Kıbrıs’ın AB’ye feda
edilemeyeceğini” söylemek zorunda kalmıştı. Haziran ayı ortalarında Denktaş
ile Klerides’in görüşme sayısı 50 olmasına rağmen hiçbir sonuç alınamamıştı.
21-22 Haziran’da yapılan AB Sevilla Zirvesi’nden de Türkiye'nin beklentileri
yönünde herhangi bir karar çıkmamış, ümitler Kopenhag Zirvesine kalmıştı.
Yunanistan, tüm dostluk mesajlarına rağmen Türkiye'nin beklentilerine yönelik
olumlu bir karar çıkmasını engelliyordu.81 Zirvede, GKRY’nin 2004’teki AB
tam üyeliğine kabul edileceği bir kez daha tekrarlanarak teyit edilmişti. Tüm bu
gelişmeler yaşanırken Ankara siyasi krizle çalkalanıyordu. DSP, MHP ve
ANAP Koalisyon Hükümeti biraz da 28 Şubat aktörlerinin etkisi altında askeri
vesayetle kurulmuştu. Fakat bu zorlama Hükümetin artık ayakta kalamayacağı
belli olmuştu. Bu nedenle Temmuz ayının sonuna gelindiğinde Türkiye’deki
hükümet krizi de aşılamaz bir hale gelince TBMM 3 Kasımda erken seçim
yapılması kararını aldı. Ağustos ayında ise, Ulusal Program (UP) kapsamında
gerçekleştirilmesi gerekli reformlar TBMM tarafından kabul edildi.

ii) Dolaysız Görüşmelerden Sonuç Çıkmaması ve KKTC’nin Türkiye ile Entegrasyona Gitmeye Yönelmesi
Bu esnada Kıbrıs’ta da işler iyi gitmiyordu. Sevilla Zirvesi’nde AB’nin
kayıtsız şartsız desteğini bir kez daha garanti altına almış olan Ada Rumları
artık hiçbir uzlaşmaya yaklaşmıyorlardı. Çünkü uzlaşmazlık durumunda
kaybedecekleri çok fazla bir şey yoktu. Gelinen son durum üzerine KKTC

Dışişleri ve Savunma Bakanı Tahsin Ertuğrul gazetecilere; “görüşmelerden
sonuç çıkmamasının nedeninin AB’nin GKRY’i desteklemesi” olduğunu
söyledi. Ertuğrul, AB idari organlarının Ada’da barış ve uzlaşı istiyorlarsa
Rumları desteklemekten vazgeçmeleri gerektiğini gazeteciler vasıtasıyla ilan
etmişti. Fakat bu yıllarda Brüksel’in bu tür söylemleri duymaya niyeti yoktu.
Ayrıca, Kıbrıs Türklerinin pasaport almak için akın akın güneye gitmeleri de
KKTC Hükümet katlarında rahatsızlık yaratmış, aleyhte bir statükonun ortaya
çıkmasına neden olmuşlardı. Söz konusu nedenle Tahsin Ertuğrul sözlerine şu
şekilde devam etmişti; “AB’nin temsil ettiği evrensel değerler kâğıt üzerinde
güzeldir. Oysa uygulamada, bu değerlerden ziyade çıkarlar öne çıkmaktadır.
Amaç Kıbrıs’ı yeni bir Girit yapmaktır. Bu yolda ne yazık ki AB kullanılıyor ve
bizim içimizden bir takım insanlar da buna alet oluyor”.82
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Rum tarafının en yüksek trajlı gazetesi
Fileleftheros; “İngiltere’nin, iki egemen devlet temeline dayanan bir çözüm
planı hazırladığını” duyurmuştu. Plan, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “yeni
ortaklık” demecine dayandırılmıştı. Plana göre; merkezi hükümetin yetki
dağılımı eşit olacak ve Türk tarafında % 27.5-28 oranında toprak kalacaktı.83
Tüm bu çabalardan bir sonuç alınabilmesi mümkün görünmüyordu. Rumların
tavrını değiştirebileceğini düşünerek, Ağustos ayının sonuna doğru Denktaş,
“Rum Kesiminin AB’ye girmesi durumunda, KKTC’nin dışişleri, savunma ve
mali yetkilerini- Türkiye AB üyesi oluncaya kadar- imzalanacak bir protokol
ile- Ankara’ya devredileceğini”84 ilan etti. Birkaç yıl önce söylenmiş olsaydı
GKRY’de kriz çıkartabilecek bu sözler artık Rumları etkilemekten uzaktı.
Çünkü Rumlar, AB tam üyeliği için gün sayıyorlardı ve bir kez AB
organlarında temsil edilmeye başladıklarında Türkiye’ye ve Türk Toplumuna
istedikleri şartları dayatabileceklerine inanıyorlardı.
Çözüm elde edilemese de iki lider arasında bundan önce hiç olmadığı
şekilde yoğun ve sık bir görüşme trafiği mevcuttu. Ağustos’un son haftasında,
üç hafta aradan sonra başlayan 6. tur görüşmelerinde uzlaşma çıkması için,
İngiltere’nin Kıbrıs özel temsilcisi Lord D. Hannay ve ABD’nin Kıbrıs
Temsilcisi Thomas Weston Kıbrıs’a gelmişti. Bu esnada Türkiye’deki
Koalisyon Hükümeti krizi tırmanmış, Koalisyon ortakları Kıbrıs konusunda
farklı tezler ileri sürmeye başlamışlardı. Bu durum hükümet etme erkinde ve dış
politikada ikiliğe neden oluyordu. 6 Eylülde Paris’te yapılacak görüşmelerde,

Annan’ın muhataplara “belge olmayan belge” sunacağı, bunda da çözüm için
bir “fikirler dizisi” bulanacağı söylentisi üzerine Ankara, “BM’nin görevinin iki
lideri izlemek olduğunu, dışarıdan müdahalenin kabul edilemeyeceğini”
bildirdi.

Bu esnada Türkiye’nin AB Tam üyeliği için müzakere tarihi alma süreci
devam ediyordu fakat Ekim ayında yayınlanan 2002 ilerleme raporu da
Türkiye'nin beklentilerinin çok gerisinde kalmıştı. Rapor, Aralık ayındaki
Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi beklentilerini de
olumsuz etkilemişti. Bu esnada Türkiye’deki gündem 3 Kasım’da yapılacak
erken genel seçimlere odaklanmıştı. Yunanistan’da ve Rum kesiminde
yayınlanan gazeteler, Kıbrıs’ın Türkiye ile entegrasyona gitme söylemlerine
karşı; ABD, AB ve İngiltere’nin devreye girmesini isteyen yayınlara ağırlık
vermişlerdi. Entegrasyon söylemleri Rumların uzlaşmaz tavrını ortadan
kaldırmak için bilinçli olarak tekrarlanıyordu ve Rumlar bu tür bir gelişme
riskine karşı tedbir alma ihtiyacı hissetmişlerdi. Fakat bu tedbir beklentilerin
aksine uzlaşmaz tavrı değiştirmek şeklinde değildi.

Tüm bu yoğun trafik içinde Yunan basını “Yunanistan’ın Kıbrıs
sorununda Türkiye’ye karşı diplomatik zafer kazandığını” yazıyor, bu zaferi,
“Helenizm yolunda ileri bir adım olarak” değerlendiriyordu. Buna göre,
GKRY’nin AB üyesi olması ile Helenizm AB içerisinde ikinci bir sese sahip
olacaktı. Yunan basınına göre; “AB Komisyonu’nun, GKRY’e tam üyelik
yolunda yeşil ışık yakması, Türkiye’ye ise kırmızı kart göstermesi çifte kazanç
olmuştu”.85 Rumlara göre; “Türkiye'nin KKTC ile entegrasyona gitmesi,
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Türklerin batıya doğru ilk genişlemesi
olacaktı”. Bu durum engellenmeliydi. Çözüm yolunda Rumlar için en iyi
seçenek; merkezi hükümetin olabildiğince geniş yetkilere sahip olması,
başbakanın nüfus oranına göre belirlenmesi, (640 bin nüfuslu GKRY,
KKTC’nin yaklaşık dört katıydı), cumhurbaşkanının iki dönem Rum bir dönem
Türk olması, Güzelyurt ve Maraş’ın Rumlara verilmesi ve Türk askerinin
önemli bir bölümünün adadan çekilmesiydi. Rumların kabul edebileceği en kötü
çözüm ise; Türk ve Rumların nüfusa bakılmaksızın eşit temsili, zayıf merkezi
hükümet, dönüşümlü cumhurbaşkanlığıydı.

1975 harekâtından sonra Türk dış politikasının karar alıcıları, Kıbrıs
diplomasisini uzun süre “çözümsüzlük en iyi çözümdür” yaklaşımı üzerine
oturtmuşlardı. 2000’li yıllara gelindiğinde, rollerin değişerek söz konusu
yaklaşımın bu sefer Kıbrıs Rumları tarafından ustalıkla kullanıldığı görülür.
2002 yılı sonuna kadar yapılan görüşmeler sonuçsuz temaslar dışında bir anlam
ifade etmiyordu. Belirtilen şartlar altında BM Genel Sekreteri Kofi Annan;
tarihe “Annan Planı” olarak geçecek olan planının Plan’ın uygulanması için
girişimde bulunmaya karar verdi.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 2

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 2


Bu esnada Rum tedhiş örgütü EOKA’nın yer altı faaliyetleri devam
ediyordu. İlan edilmiş amaç “önce İngilizleri Ada’dan kovmak, daha sonra da
Türkleri halletmek [ortadan kaldırmak]” şeklindeydi. EOKA bu amaçla etkin ve
kanlı bir çalışma yöntemi takip ediyordu. Zira bugün Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ndeki köylere gidildiğinde, eski binaların duvarlarında, sığınak
girişlerinde EOKA militanlarınca bu dönemde yazılmış, üstü daha sonra
badanayla kapatılmış EOKA grafitlilerini görmek halen mümkündür.
Yer altı çalışmaları neticesinde 1950-1960 yılları arasında tedhiş
hareketleri artarak devam ediyordu. Yine bu yıllar arasında tedhiş hareketlerine
karşı mücadele vermek üzere Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu. Söz
konusu dönem içerisinde EOKA’ya ihanet ettikleri gerekçesiyle 400 Rum, 200
Türk ve 100 İngiliz katledilmiştir.20 Bunlara ek olarak 6.000 Türk köyünü terk
ederek göçmen durumuna düşmüştür. Göçmenlerin geride bıraktıkları evleri ve
mallar EOKA militanlarınca tahrip edilerek kullanılamaz hale getiriliyordu.
1957 yılından sonra, yaşanan olaylar neticesinde Türk dış politikasının karar
alıcıları, Kıbrıs konusunda uzlaşmacı tutumun sonuç vermeyeceğini görmüştü.
Bu tarihten itibaren Kıbrıs politikasında strateji değişikliği yapılarak taksim
(adanın Rumlar ve Türkler arasında bölünmesi) savunulmaya başlandı.

1958 yılı sonunda Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan Enosis’i mevcut
yöntemlerle gerçekleştiremeyeceklerini, BM’nin ise self-determinasyon
durumunda Türklere de bu hakkı tanıyacağını açıklaması üzerine taktik
değiştirmek zorunda kaldı. 1959 Şubat ayında Garantörlük Antlaşmaları olarak
da bilinen Zürih Antlaşması, 1960’ta da Kıbrıs Antlaşması Türkiye, Yunanistan
ve İngiltere arasında imzalandı. Böylece Rumlar ve Türklerden oluşan Kıbrıs
Cumhuriyeti, 15 Ağustos 1960 tarihinde kurulmuş oldu.21 Kurucu Antlaşmayı
Kıbrıs Türkleri adına Dr. Fazıl Küçük, Rumlar adına ise Başpiskopos Makarios
imzalamıştı. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör devlet olarak imzacılar
arasındaydı.22 Kurucu antlaşma ile İngiltere’nin Akrotiri ve Dhekelia’daki
üslerinin aidiyeti de tanınmıştı.23

Kurucu Antlaşma ile Taksim ve Enosis yasaklanmıştı. Yine antlaşmaya
göre, toplumlardan birinin diğerine tahakküm etmek veya Ada’yı tek başına
yönetmek hakkı yoktu. Yönetimde Rumlar %70, Türkler %30 oranında temsil
hakkına sahipti. Her iki toplumu ilgilendiren, eğitim, kültür, din işleri,
kooperatifçilik, belediyeler, spor, sosyal faaliyetler ve örgütler, evlenme
işlemleri otonom yönetimlere bırakılmıştı. Yeni cumhuriyetin Cumhurbaşkanı
Makarios’tu. Garantörlük Antlaşmalarına göre üç devletin üye olmadığı
uluslararası bir kuruluşa Kıbrıs Cumhuriyeti de üye olamayacaktı. Ayrıca
Ada’da 650 kişilik bir Türk alayı ve 950 kişilik bir Yunan alayı
görevlendirilecekti. %40 Türklerden, %60 Rumlardan oluşmak üzere Kıbrıs
Cumhuriyeti ordusu kurulacaktı.24 Bu tarihe kadar Rum tedhiş hareketlerini
örgütlemiş olan Enosis taraftarları için antlaşma kabul edilemez bir statüko
yaratmıştı ve EOKA liderleri de bu antlaşmayı geçici bir durum olarak kabul
etmişlerdi.25 Söz konusu nedenden ötürü Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından
sonra EOKA’nın faaliyetleri artarak devam etmiştir.
Kurulan Devlet ile, Cumhurbaşkanı Makarios’a göre “800 yıl sonra
Kıbrıs yeniden “Helen idaresine” kavuşmuştu ve 1960 Antlaşmaları geçici bir
safhaydı. Daha önce Girit’te yapıldığı gibi barış dönemi Enosis’e ulaşmak için
kullanılacak, Türk Toplumu zaman içinde etkisiz hale getirilecekti. Bu süreç

Girit’te 69 yıl sürmüştü. Tüm bu kendisinin imzacısı olduğu kurucu antlaşmaya
aykırı ve muhalif tutumları nedeniyle Makarios, tarih sayfalarında kendi halkına
karşı tedhiş hareketlerini teşvik eden ve sistematik etnik temizlik uygulayan
dikta eğilimli birkaç idareciden bir tanesi olarak yer alacaktır.
Bu esnada Makarios’un da teşvik ve teşcii ile tedhiş hareketleri artarak
devam ediyor ve Ada’da yaşayan Türkler için yaşam günden güne zorlaşıyordu.
1964 yılında BM Güvenlik Konseyi Kıbrıs’a bir Barış gücü gönderme kararı
aldı. Makarios, BM kararından önce; ABD Başkanı Johnson’un isteğiyle
Lefkoşa’ya gelen Dışişleri Bakanı George Ball’ın “Ada’daki şiddet olaylarını
durdurmak için bir NATO gücü gönderilmesi” teklifini reddetmişti.26 Soğuk
Savaş’ın kızıştığı bu yıllarda Ada’daki gelişmeler Amerikan Hükümetini
endişelendirmekteydi. Çünkü tırmanan gerilim, doğu sınırındaki iki NATO
üyesi arasında sonuçları öngörülemeyecek bir savaşa neden olabilirdi.
Tüm bu çabalar Kıbrıs’taki tedhiş hareketlerini engellemeye yetmedi
çünkü Yunanistan el altından Makarios’a ve onun idaresindeki EOKA’ya destek
vermekteydi. Söz konusu durumun açığa çıkması üzerine Ankara, Kıbrıs’taki
garantörlük haklarını kullanacağını söyleyerek askeri müdahale imasında
bulundu. Tam bu noktada Rumların ve Yunanlıların ABD’de on yıldır
sürdürmekte oldukları propaganda çalışmalarının sonuç verdiği görülür. Çünkü
5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Lyndon Johnson Ankara’ya tehdit dolu
bir mektup göndererek, “müdahale halinde Sovyetlerin işe karışması
durumunda ABD’nin Türkiye’yi korumayacağını” bildirdi.27 Sovyetler daha
önce özellikle Türkiye ya da NATO müdahalesi durumunda sessiz kalmayacağı
tehdidinde bulunmuştu.28 Her satırı tehdit dolu Johnson mektubu Ankara’da
infiale neden olmuş29 ve Türkiye’nin müdahalesini on yıl geciktirmiştir. Fakat
Başkan Johnson daha sonra NATO’nun doğu kanadındaki müttefikini
küstürerek yapmış olduğu hatanın farkına vararak, 1967 yılındaki Rum tedhiş
eylemlerinden sonra Ankara’nın vermiş olduğu dört maddelik ültimatomun
Yunanistan tarafından kabul edilmesi için bu sefer etkin rol alacaktır.30
Müdahaleyi geciktiren diğer etken 1964 yılında Ada’da konuşlandırılmış olan
BM Barış Gücü, UNFICYP’nin varlığıdır. UNFICYP, 1964 yılı ile 1974 yılı
arasındaki on yıllık sürede Rumların lehine bir durum yaratmıştı.31 Tüm bu
gelişmelerin ortasında 21 Nisan 1966 tarihli Paris Gazetesinde nihai hedefi
Enosis olarak belirleyen Akritas Planı yayınlandı.

1967 yılına kadar geçen süre zarfında, BM Barış Güçüne rağmen Türk
Toplumuna karşı uygulanan tedhiş ve sindirme politikaları artarak devam
etmişti.32 Türkler bulundukları yerlerden ayrılamamakta, işlerine
gidememekteydiler. 1967 yılında Adadaki Rum ve Yunan orduları iki Türk
köyüne saldırdı. Saldırıda 28 Türk katledilmişti. Saldırı sonrasında Türkiye
hemen müdahale tehdidinde bulundu, Yunanistan, gizlice Ada’ya soktuğu
askerlerini geri çekmeyi ve Türklere tazminat ödemeyi kabul ve taahhüt etmek
zorunda kaldı. Oysa, daha sonra bu taahhütler unutulmuştur. 1968 yılında
toplumlararası görüşmeler başladı. Görüşmeler 1974 yılına kadar devam etti,
fakat bir netice alınamadı. Bu esnada Rumlar Akritas Planı’nı uygulamayı
sürdürüyorlardı. 1972 yılında Türk Toplumu lideri Rauf Denktaş genişletilmiş
toplumlararası görüşmede;

Kıbrıs çok hassas bir bölgede bulunmaktadır. İki toplum arasında yer alan
her olayın kaçınılmaz olarak Ankara ve Atina’ya yansıması gerçeğini
önemsememek olanaksızdır.…. Kıbrıs bir Yunan Türk dostluk ve işbirliği
köprüsü olmalıdır ve olabilir. …. Kabul edilmiş haklar ve siyasal statü ışığında
barış ve adalet istiyoruz…33 demişti.

Görüşmelerden sonuç alınamamış ve 1963’te yaşadıkları yerlerden
ayrılmak zorunda kalan 30.000 Türk hala evlerine geri dönememişti. Makarios
ise 1973 yılında Le Point dergisine verdiği demeçte şöyle demekteydi;
“Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (Enosis) için mücadele ettim ve ilhak daima
ulusal emelim olacaktır”.34

Tüm bu gelişmelerin ortasında, 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a
karşı darbe yapılmış ve Makarios Adadan kaçmıştır. 20 Temmuzda ise Garantör
Devlet olarak Türkiye Adaya müdahale etti. Bu müdahale ile, BM’de çözüm
görüşmeleri devam ederken, kimsenin beklemediği bir zamanda I. Kıbrıs Barış
harekâtı gerçekleştirilmiş oldu. 14 Ağustos’ta, Cenevre’de devam eden barış
görüşmelerinden sonuç alınamaması üzerine35 II. Harekât gerçekleştirildi. II.
Harekât ile bugün yeşil hat üzerinde yer alan sınırlara kadar uzanan bölge yani

Adanın %35’i Türk kontrolüne geçti. Bundan sonra hızla Kuzey Kıbrıs Türk
Bölgesinin kalkınmasının sağlanması için çalışmalar başlatıldı.36 II. Harekâtın
gerçekleştirildiği gün Yunanistan NATO’nun askeri kanadından çekildi.
Makarios’un Ada’dan kaçmasından sonra başa getirilen EOKA militanı Nikos
Sampson’un37 yerini Klafkos Klerides aldı.

c) Yunanistan’ın Avrupa Topluluğu’na Tam Üye Olması ve Türkiye'nin Tutumu

Önceki sayfalarda da söylendiği gibi Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesinden
sonra Yunanistan’daki askeri cunta devrilmişti. İktidara gelen Karamanlis
Hükümeti Yunanistan’ın iç sorunlarının üstesinden gelebilmek için o
dönemdeki adıyla, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerini
düzenlemek ve bir an önce Topluluğa üye olmak siyaseti takip etmeye başladı.
Bu esnada Şubat 1976’da Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin Federe Türk kanadı
ilan edildi. Rumlar, söz konusu ilana büyük tepki göstererek, ilanı BM Güvenlik
Konseyi’ne götürdüler. Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD Türkiye’ye ambargo
uygulamaya başlamıştı. Cuntanın devrilmesinden sonra iktidara gelen
Karamanlis Hükümeti, dondurulan AET antlaşmasının (Atina Antlaşması)
tekrar işler hale gelebilmesi için girişimlerde bulunmaya başladı.38 AET
Komisyonu ve Konseyi, Fransa’nın Yunanistan’ı desteklemesine rağmen
Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengeyi bozmaya istekli değildi. 1975’li
yıllar Türkiye’nin Kıbrıs harekâtı nedeniyle yalnızlığa itildiği yıllardır. Bir
yanda ABD ambargosu diğer yandan da Topluluğun bu harekâttan sonra
Yunanistan’a karşı sergilediği yakınlık ve Türkiye’yi dışlaması, Türk yönetici
elitinin Batı ve Topluluk ilişkilerini yeniden sorgulamasına yol açmıştı.39
Haziran 1976’da, başka bir deyişle Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinden
yaklaşık iki yıl sonra, Karamanlis Hükümeti AET nezdinde destek sağlayarak
tam üyelik başvurusunda bulundu. Bu dönemde Türkiye’de siyasi istikrarsızlık
hâkimdi.

Yunanistan’ın tam üyelik başvurusundan sonra AET ülkeleri Türkiye’nin
de aynı talepte bulunacağından çekinmişti. Oysa Türkiye, Ankara
Antlaşması’nın ikinci aşamasını oluşturan ve 1971 yılında yürürlüğe giren
Katma Protokol’ün revize edilmesi ile yetinmek niyetindeydi. Daha sonraki
yıllarda ise ilişkilerin beş yıl süreyle dondurulması talep edilecektir. Topluluk,
Türkiye’nin tam üyelik istememesini büyük memnuniyetle karşıladı. Çünkü
Türkiye’nin tam üyelik talebi Yunanistan’ın tam üyelik sürecini olumsuz
etkileyecek ya da Türkiye de tam üyeliğe kabul edilmek zorunda kalınacaktı.
Böylece askeri kazanımları diplomasi alanında kaybetme süreci başladı ve 1981
yılında Yunanistan onuncu üye olarak Topluluğa katıldı. Aynı yıl Yunanistan’ın
gayretleriyle Kıbrıs Rum Yönetimi ile Topluluk arasında, AET-Kıbrıs Ticaret
Protokolü imzalandı. İmzalanan Protokol ile Topluluk, Rum Yönetimi ile
ortaklığın ikinci aşamasına geçmişti.40

Yunanistan, Topluluğa tam üye olurken, Yunanistan’ın Türkiye ile
sorunlarını Topluluk organlarına taşımayacağı taahhüdüne güvenilerek aynı yıl
Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü engelleyen veto kaldırıldı.
Topluluk nezdinde Türkiye’nin tam üyeliğini destekleyenlerin “tam üyelik”
başvurusu yolundaki telkinleri dikkate alınmamıştı. Böylece Yunanistan,
Kıbrıs’taki askeri yenilgisini diplomasi alanında telafi etme yolunda Türkiye’ye
karşı iki yeni ve önemli mevzi kazanmıştı: (1) Topluluk organlarında temsil
edilerek AET’yi arkasına almış, hiçbir Taviz vermeden NATO’ya geri
dönebilmişti. (2) Kıbrıs’ta ise, BM nezdineki girişimleri ile Rum tarafının
Ada’nın de jure olarak tanınan tek yönetimi olmasını sağlamış, uluslararası
ortamda Türk Toplumuna yaşama şansı tanınmamasını engellemişti. Üyelik
müzakereleri devem ederken, Yunanistan’ın üyeliğinin Türkiye’ye karşı
kullanılmayacağı gerek Yunanistan ve gerekse Topluluk tarafından garanti
edilmişti. Aslında Topluluğun karar alma mekanizmaları göz önüne alındığında,
Yunanistan’ın tam üye olduktan sonra Türkiye-Topluluk ilişkilerini olumsuz
etkileyebileceği görülebilirdi. Askeri güç olarak Türkiye karşısında yetersiz
kalan ve Kıbrıs harekâtından sonra Türkiye’yi kendi başına durduramayacağını
gören Yunanistan, katılım müzakerelerinden önceki taahhütlerinin aksine
Topluluk organlarında temsil edilmeye başladıktan hemen sonra, Türkiye-
Topluluk ilişkilerini bloke etme, diğer bir deyişle yürümez hale getirme
çalışmalarını vakit geçirmeksizin uygulamaya koydu.

Bundan sonra Yunanistan, Kıbrıs ve Ege sorunları başta olmak üzere
birçok konuyu Topluluk-Türkiye ilişkilerinde öncelikli şart olarak ileri
sürmüştür. Dünyadaki gelişmeler, örneğin Sovyetler Birliğinin dönemin sonuna
doğru dağılması, Türkiye ile Topluluk arasındaki siyasi dengeyi Türkiye’nin
aleyhine değiştirdi. Türkiye, Topluluk ile ilişkilerinde en önemli mevzisini 1975
yıllında Yunanistan’ın hemen ardından Topluluğa tam üyelik başvurusunda
bulunmamakla kaybetmişti. Türkiye’nin bu dönemdeki muhtemel tam üyelik
başvurusunun kabul edilme ihtimali 1987’dekinden fazla olmamakla birlikte,
tam üyelik başvurusu Yunanistan’ın üyeliğini zorlaştırıcı etkide bulunabilir ve
Türkiye’nin pazarlık gücünü artırabilirdi. İkinci kayıp ise, 1980 yılının başında
Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü önündeki vetonun karşılıksız olarak
kaldırılmasıdır. Vetonun kaldırılmasında Cunta Hükümetinin Batı ile ilişkileri
iyileştirme ve meşruiyet kazanma isteği etkili olmuştu. Aynı yıl içinde
Yunanistan’ın gayretleriyle Kıbrıs Rum Yönetimi ile Topluluk arasında, AETKıbrıs
Ticaret Protokolü imzalandı. İmzalanan Protokolle Topluluk, Rum
Yönetimi ile ortaklığın ikinci aşamasına geçti.

d) KKTC’nin Kurulması ve Rum Kesimin AB Üyelik Yolunda İlerlemesi

I. ve II. Barış harekâtlarından sonra Denktaş ile Rum liderler arasında
devam eden “Toplumlararası Görüşmelerden” sonuç elde edilememişti. Bu
esnada BM, Yunanlıların uğraşları neticesinde Rum tarafını Ada’nın tek
temsilcisi olarak kabul etmişti. 1983 yılına gelindiğinde, görüşmelerden sonuç
çıkmaması ve BM’nin olumsuz yaklaşımı üzerine 15 Kasımda Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurularak bağımsızlığını ilan etti.41 Yeni kurulan
devleti ilk Türkiye tanıdı. Geçen süre içinde KKTC de facto olarak var olmasına
rağmen de jure olarak yaşama şansı bulamayacaktır.
KKTC’nin ilanından sonra da Toplumlararası Görüşmeler devam ettirildi
fakat herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. KKTC’nin ilanından dört yıl sonra
1987 yılında Türkiye Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulundu fakat
başvurusu reddedildi. 1990 yılının haziran ayı içerisinde toplanan olağan
Topluluk zirvesinde, Yunanistan’ın isteği doğrultusunda Kıbrıs sorunu ilk kez
“resmi gündem” maddesi çerçevesinde ele alındı. Zirve sonrasında yayınlanan
Nihai Bildiride ise “Kıbrıs’ın Türkiye Topluluk ilişkilerini etkilediği” cümlesine
yer verildi. Böylece Topluluk Kıbrıs meselesi konusunda resmen taraf olmuş,
Yunanistan diplomasi alanında bir mevzi daha kazanmıştı. Bu tarihten sonra
süreç sürekli olarak Türkiye’nin aleyhine işleyecektir. Karardan birkaç gün
sonra, 4 Temmuz 1990 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Topluluğa tam
üyelik başvurusunda bulundu.42

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Topluluk’a tam üyelik
başvurusu ve başvurunun kabulü neticesinde, Türkiye’nin garantörlük
haklarının altının boşaltılmasının yolu da açılmıştı. Ayrıca, AB Müktesabatı’nın
Ada’da uygulanmaya başlamasıyla ekonomileri Güney’den daha zayıf olan
Kıbrıslı Türklerin mülklerinin satın alınabilmesi ve Ada’daki nüfus dengesinin
Rumlar lehine değiştirilebilmesi de mümkün olabilecekti. Rumların ve
Yunanistan’ının AB üyeliği ile elde etmeyi planladığı diğer beklenti Ada’daki
Türk askerlerinin çekilmesinin sağlanması ve Türkiye’nin etkinliğinin
azaltılmasıydı.

Bu esnada çözüme yönelik çalışmalar da devam ediyordu. 1992-1993
yılları arasında BM Genel Sekreteri Boutros Ghali, Kıbrıs sorunun çözümü için
taraflara yüz paragraftan oluşan bir “(Ghali) Fikirler Dizisi” sundu. Fikirler
Dizisi’nin bir bölümü güven artırıcı önlemlerden oluşuyordu. Güven artırıcı
önlemler arasında, Lefkoşa havaalanının iki toplumun ortak kullanımına
açılması, sınırlardaki birliklerini belli noktaların gerisine çekilmesi gibi konular
yer alıyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Rum lider Vasiliu
Fikirler Dizisini müzakere ederken, Vasiliu müzakerelerden dolayı Rum
tarafında sert şekilde eleştiriliyordu. Denktaş, Fikirler Dizisi’nin doksan
paragrafını kabul etmişti. Klafkos Klerides, 1993 yılında müzakereler
dolayısıyla yıpranan Vasiliu’ya karşı seçimleri kazanarak iktidara geldi ve vakit
geçirmeden, Fikirler Dizisini müzakere etmeyeceğini ilan etti. Klerides’in
olumsuz tavrı nedeniyle müzakereler, 1984-1985 yılları arasında zamanın BM
Genel Sekreteri De Cuellar’ın getirdiği çözüm önerilerinin akıbetine uğramıştır.
Rumların Fikirler Dizisini müzakereyi reddetmelerinde AB ile geliştirdikleri ve
üyelik sürecine doğru giden gelişmelerin yadsınamaz etkisi vardı.43
Yunanistan’ın uğraşları sonucu AB Komisyonu, tam üyelik
başvurusundan üç yıl sonra Rum Kesimine cevap verdi. 1994’teki Korfu Zirvesi
öncesinde tam üyeliğe hazırlık sürecinde Rumlarla siyasi ve ekonomik ilişkileri
güçlendirme kararı alındı. Korfu Zirvesi’nde ise Malta ve GKRY’nin bir
sonraki genişlemede Birliğe katılması kararlaştırıldı. 31 Mart 1998’de Rumlarla
tam üyelik müzakereleri başlatılacaktır.
1995 yılı Aralık ayında AB-Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması (GBA)
imzalandı. Kıbrıslı Rumlara tam üyelik yolu açıldıktan sonra GBA ile Türkiye,
AB tarihinde tam üye olmadan, başka bir deyişle karar alma mekanizmalarında
temsil edilmeden AB ile Gümrük Birliğine giden ilk ve tek ülke olmuştu.

Antlaşma ile Türkiye’nin talep ettiği AB’nin özünde değil, fakat AB’ye
ithalatının tabi olacağı rejim konusundaki endişeleri daha sonra giderilerek,
işlenmiş tarım ürünleri Antlaşma kapsamı içerisine alınmıştı.44 Türkiye,
müzakerelerde karşı çıktığının aksine, AB’nin çok geniş bir mevzuat uyumunu
kabul etmişti. Türkiye hiç istememesine rağmen, GBA ile Güney Kıbrıs Rum
Kesimi arasında bağlantı kurulmasını Antlaşmanın imzalanabilmesi için kabul
etmek zorunda kalmıştı.45

GBA, Türk tarafının çok istemesine rağmen tam üyelik perspektifine
yönelik bir hüküm içermiyordu. GBA’nın imzalanmasından sonra KKTCTürkiye
Ticareti Antlaşma’nın 12 ve 64’ncü maddelerinin uygulanması durumu
da belirsiz hale gelmişti. Belirsizliği gidermek için iki devletin
Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel ile Rauf Denktaş arasında Ankara’da 12
maddelik bir deklarasyon (bildirge) imzalandı.46 Deklarasyonda Garantörlük
Antlaşmalarına atıfta bulunularak GKRY’nin tek başına AB üyesi
olamayacağının altı çizildi ve KKTC ile ilişkilerin GAB vasıtasıyla daha da
geliştirileceği belirtildi.

Bu esnada Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmek yolundaki çalışmaları
da devam ediyordu. 1997 Aralık ayında Lüksemburg’da Türkiye'nin tam üyelik
beklentisini Fransa, Hollanda ve İtalya desteklerken; Almanya ve Yunanistan
Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkmaktaydı. Özellikle Yunanistan, Kıbrıs ve
Ege konularında isteklerini dikte ettirme yolunu seçmiş, Dışişleri Bakanı
Simitis Türkiye'nin adaylık beklentisinin önüne Kıbrıs kozunu sürmüştü.47
Zirve’den Türkiye'nin beklentilerinin tam aksi kararlar çıktı. Zirve sonrasında
Dışişleri Bakanı İsmail Cem tepkisini; “Beni aday olarak görmeyen bir
toplulukla ben siyaset konuşmam, bundan sonra Avrupa’nın Kıbrıs konusundaki
sorularına muhatap olmayacağım”48 şeklinde ortaya koydu. 1998 yılı Mart
ayında AB, Kıbrıs’ın tek resmi temsilcisi olarak kabul ettiği GKRY (Kıbrıs
Cumhuriyeti) ile katılım görüşmelerini başlatarak Güney Kıbrıs’ın üyelik
yolunda hızla ilerlemesinin önünü açmış oldu.

2) 1999 Yılı Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye Tam Üyelik İçin Adaylık Statüsü Verilmesinden Sonraki Gelişmeler ve Kıbrıs

a) 1999 Yılındaki Gelişmeler

Kıbrıslı Rum ve Türk liderlerini dolaysız görüşmelere girmeye davet
eden 1250 sayılı ve 29 Haziran 1999 tarihli BM Güvenlik Konseyi Kararı
çerçevesinde, birinci tur “dolaylı görüşmeler” 3 Aralık 1999 tarihinde New
York’ta başladı. İlk tur görüşmeler, Kıbrıs sorunu üzerine gelecekte özlü
dolaysız müzakereler için zemin hazırlamak amacıyla düzenlenmişti. Kıbrıs
meselesi, 1999 yılında yapılan genel seçimler sonrasında Bülent Ecevit
Başbakanlığı’nda, Demokratik Sol Parti (DSP), Milliyetçi Hareket Partisi
(MHP) ve Anavatan Partisi’nin (ANAP) Haziran ayında kurmuş olduğu
Koalisyon Hükümeti Programında;

KKTC’nin kazanılmış haklarının korunmasına ve geliştirilmesine yönelik
politikalarımız kararlılıkla sürdürülecektir. Kıbrıs’ta bugün iki ayrı devlet
bulunmaktadır. KKTC’nin konfederasyon önerisi, Ada’da ortak bir çözüm için
en gerçekçi yolu oluşturmakta ve hükümetimizce desteklenmektedir…49
şeklinde yer almıştı.

Yeni Hükümetin kurulduğu yıl olan 1999 yılında, Türkiye-AB ilişkileri
dönüm noktasına gelmiş, Aralık ayında yapılacak olan Helsinki Zirvesi’nde tam
üyelik yolunda adaylık statüsünün tanınması beklentisi içine girilmişti. 1997
yılındaki Lüksemburg Zirvesi’nde ve sonrasındaki dönemde AB ile ilişkiler
gerginleşmiş ve kritik dönemlerden geçilmişti. Adaylık statüsünün tanınmasının
önündeki en büyük engel Yunanistan’ın veto tehdidiydi. Bu endişeyi dile
getiren Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Yunanistan vetosunun ilişkilerde
sorunları artıracağını” ilan etmişti.50 Zirve öncesi Türkiye tarafında gergin bir
bekleyiş başlamıştı. Beklenti, 1997’deki AB-Türkiye İşbirliği Konseyi
toplantısında söz verildiği şekliyle, diğer adaylara olduğu gibi Türkiye’ye de ön
şartsız tam üyelik adaylığı statüsünün verilmesiydi.51 Oysa, tam üyelik statüsü
umulanın aksine Yunanistan’ın istekleri doğrultusunda verilecektir. Çünkü
Türkiye’ye tam üyelik adaylığı yolunun açılabilmesi için Yunanistan’ın
vetosunun kalkıp kalkmayacağı belirsizliğini son ana kadar korumuştur.
AB, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde yapılan Helsinki Zirvesi’nde yoğun
çabalar, ABD’nin baskısı ve Yunanistan’ın istediği tavizleri, özellikle
GKRY’nin tüm Ada’yı temsilen üyeliğinin önünün tamamen açılması
garantisini almasından sonra, Türkiye’yi aday ülkeler arasına aldı. Böylece AB,
Türkiye’yi tam üyeliğe götürecek adaylık statüsünü resmen başlatmış oldu.52

Her fırsattan çıkar sağlama politikası izleyen Yunanistan, Türkiye’den ve
Birlikten istediği tavizleri almadan vetosunu kaldırmaya yanaşmamıştı. Diğer
14 ülke 1997 yılındaki Lüksembourg Zirvesi’nin aksine bu sefer Türkiye’ye
tam üyelik için adaylık statüsünün tanınmasına yeşil ışık yakmıştı.53 Yunanistan
vetosu, Helsinki öncesinde Brüksel’de yapılan AB Dışişleri Bakanları
toplantısında istenilen tavizler elde edildikten sonra kaldırılmıştı. Ayrıca
Yunanistan ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıkların 2004’e kadar çözüme
kavuşması ya da Lahey Adalet Divanı’na gidilmesinin kabulü diğer şarttı.
Yunanistan, sadece Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı sorunu nedeniyle, kararın
lehine çıkarabileceğine inandığı için Lahey’e gitmeyi kabul ediyordu.54
Yunanistan acısından kısa vadede elde edilen en önemli kazanım, GKRY
ile devam etmekte olan üyelik müzakerelerinin bloke edilmeyeceği garantisinin
alınmış olmasıydı. Ada’da siyasi çözüme ulaşılamasa da, GKRY AB üyesi
olabilecekti. Vetonun kalkması memnuniyetle karşılanırken, Kıbrıs oldubittisine
tepki gösterilmiş fakat karar değiştirilememiştir. Tam üyelik için adaylık statüsü
alınmıştı, fakat özellikle Kıbrıs konusunda verilen taviz, Türkiye'nin Zirve’de
elde edeceği kazanımların eksi çarpanı olmuştu.55 GKRY’nin üyeliği önündeki
olası veto engelini garantiye alan Yunanistan Zirve’nin asıl kazançlı tarafıydı.
İlk başlarda GKRY’nin üyelik sürecinin uzayacağı, ara dönemde Ada’da
çözüme ulaşılacağı düşünülerek Yunanistan’ın aldığı bu taviz fazla
önemsenmedi. Oysa Kıbrıs ile ilgili gelişmeler bu garanti çerçevesinde
yürüyecek, üyelik garantisi alan GKRY uzlaşma masasına her zamankinden
daha uzlaşmaz ve kabul edilemez isteklerle oturmaya başlayacaktı. Adaylık
statüsü tanındıktan sonra Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail
Cem Helsinki’ye giderek AB’nin aile fotoğrafında yer aldılar. Rauf Denktaş,
AB’nin Kıbrıs kararına “AB’nin Kıbrıs kararı çözüm arayışlarını engelleyecek
ve Rum tarafını çözümsüzlük yolunda teşvik edecektir”56 şeklinde tepki
göstermişti. Gelecekteki gelişmeler Denktaş’ı haklı çıkaracaktır. Her şeye
rağmen 1999 yılı Türkiye açısından AB ile ilişkilerde dönüm yılı olmuştur.
Kıbrıs, bu yıldan sonra AB ile olan ilişkilerde daha fazla sorun olmaya
başlamıştır.


b) 2000 Yılındaki Gelişmeler

2000 yılının Türkiye-AB ilişkilerindeki en önemli gelişmesi, daha önceki
AB Konseyi sonuçları temelinde bir Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB)
(Accession Partnership-AP) hazırlanması kararı çerçevesinde Türkiye-AB
KOB’un hazırlanması oldu. KOB, siyasi ve ekonomik kriterler ile üye ülke
yükümlülükleri ışığında katılım hazırlıklarının yoğunlaşması gereken
öncelikleri içermekte ve müktesebatın benimsenmesi için Türkiye tarafından
hazırlanacak olan Ulusal Programa (UP) (National Programme for the
Adaptation of the Acquis- NPAA) eşlik edecek şekilde hazırlanmıştı. KOB,
adaylık yolunda ilerlenecek yöntem ile kısa ve orta vadeli kriterleri
belirlemekteydi ve üyeliğin yol haritası niteliğindeydi. Komisyon, üyeliğe
hazırlanan aday ülkelerin kaydettikleri gelişmeleri, katılım öncesi stratejinin bir
parçası olarak, düzenli bir şekilde Birlik Konseyi’ne rapor ediyordu. Haziran
1998’de Cardiff’te toplanan AB Zirvesinde, Komisyon’un Türkiye hakkında,
Türkiye-AT Ortaklık Antlaşmasının 28’inci maddesi ve Lüksemburg Zirvesi
sonuçlarına dayanan bir rapor sunacağı açıklanmıştı. Komisyon, Türkiye’ye
ilişkin ilk İlerleme Raporunu, diğer aday ülkelerin İlerleme Raporları ile
birlikte, Ekim 1998 tarihli Viyana Zirvesine; ikinci raporunu ise Ekim 1999
tarihli Helsinki Zirvesine sunulmak üzere hazırlamıştı. Bununla birlikte Türkiye
ile ilgili en kapsamlı rapor Aralık 2000’de toplanan Nice Zirvesine sunulmuştur.
2000 yılında, Aday ülkelerin Birlik mevzuatına uyum kapasitesini ortaya koyan
ilk geniş kapsamlı “İlerleme Raporu” yayınlanmıştır.57

I) Dolaylı Müzakereler KOB ve Kıbrıs

Kıbrıs, KOB’un kısa vadeli öncelikleri arasında ilk maddede olarak; “…
Helsinki sonuçlar bildirgesinin 9 (a) maddesinde atıf yapıldığı gibi, BM Genel
Sekreteri’nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecini başarılı
bir sonuça bağlamaya yönelik çabalarını güçlü bir biçimde desteklemek”
şeklinde yer almıştı. 58 Kıbrıs’ın KOB’da yer alması Türk tarafında tepkiyle karşılandı.

Bu esnada Kıbrıs’ta çözüme yönelik girişimler devam ediyordu. Şubat ve
Temmuz aylarında Cenevre’de ikinci ve üçüncü tur dolaylı müzakereler yapıldı.
Haziran ayında, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) yetkisinin
uzatılmasında gerilim doğdu. KKTC, UNFICYP’nin Kuzeydeki varlığı üzerine
kısıtlayıcı şartlar koydu. Eylül ayında New York’ta dördüncü tur görüşmeler
yapıldı. Bu esnada BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De
Soto, “New York’taki görüşmelerin diğerlerinin aksine ileriye doğru niteliksel
bir adım olduğunu” ilan etti. Görüşmelerde, dört temel konu; toprak, mülkiyet,
güvenlik ve anayasa ele alınmıştı. 2000 yılının son dolaylı görüşmesi Kasım
ayında Cenevre’de yapıldı. Görüşmelerden sonra De Soto, “Türkiye, bir
garantör devlet olarak Kıbrıs sorununa BM himayesi altında kapsamlı çözüm
bulunması için gayret göstermeye devam etmelidir”59 şeklinde bir beyanda
bulunarak, aslında BM’nin çözüm için Türkiye’den taviz beklediğini üstü kapalı
bir şekilde ilan etti.

Aynı günlerde Loizidou davasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(AİHM) vermiş olduğu karar gereğince, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi,
Temmuz 2000’de dava ile ilgili ikinci bir Ara Karar kabul etti. Ara Karar’da;
“Türkiye'nin Mahkeme’nin kararını yerine getirmeyi reddetmesi uluslararası
yükümlülüklerine aygırıdır. Türkiye, daha fazla gecikmeksizin AİHM’nin 28
Temmuz 1998 tarihli kararına tam olarak uymalıdır”60 denilerek GKRY
vatandaşı Louzido’nun tazminatının ödenmesi istendi. Louzido’ya ek olarak
GKRY’de yaşayan Rumlardan yaklaşık 200 tanesi AİHM’de Loizdou davası
benzeri davalar açmıştı. Diğerleri de bu davanın sonuçunun emsal teşkil
etmesini ve benzeri davaları açmak için sırada beklemekteydi. 2000 yılı
İlerleme Raporu’nda GKRY’nin üyelik yolunda Kopenhag Kriterlerini başarıyla
yerine getirdiği ve üyeliğe engel en önemli siyasal sorunun Ada’nın
bölünmüşlüğünün olduğu belirtildi.61 Böylece Kıbrıs Rum Yönetimi AB tam
üyeliğine bir adım daha yaklaşmış olduğu resmen ilan edilmiştir.
Avrupa Komisyonu’nun 8 Kasım 2000 tarihli önerisini takiben, AB
Konseyi 4 Aralık 2000 tarihinde, Türkiye için ilk KOB üzerine siyasi bir
Antlaşmaya onay verdi. KOB vasıtasıyla AB, Türkiye ile diyalogun
geliştirilmesi ve Türkiye’nin, AB üyeliği için gerekli değişiklikleri zamana
yayarak gerçekleştirilmesini amaçlanıyordu. Fakat, KOB’da Yunanistan’ın
ısrarıyla son dakikada yapılan değişiklikle Kıbrıs kısa vadeli öncelikler arasına
alınmıştı. KOB hazırlanırken Yunanistan kendi çıkarları açısından önemli
gördüğü Kıbrıs konusunu kısa vadeli öncelikler arasına aldırarak kazanç
sağlamaya çalışırken, Türkiye de, Ege konusunun KOB’un Giriş bölümünde
kalmasını sağlamıştı.62 Böylece AB Konseyi KOB’u hazırlarken Yunanistan ve
Türkiye arasında bir orta yol bulmuştu. 2000 yılında, Türkiye-AB ilişkileri ivme
kazanmış bu esnada GKRY, AB’ye tam üye olma yolunda hızla ilerlemiştir.

c) 2001 Yılındaki Gelişmeler

2001 yılı Şubat ayı içerisinde AB Genel İşler Konseyi Toplantısında, AB
Dışişleri Bakanları AB-Türkiye Katılım Ortaklığının hayata geçirilmesi ve
katılım öncesi strateji çerçevesinde Türkiye’ye verilecek destekle ilgili kararı
onayladı. Bu esnada 2001 yılının ilk altı ayında Türkiye, AB’ye tam üyelik için
uyum çalışmalarını devam ettirmişti. 2001 yılı Mart ayı içerisinde Türkiye,
AB’ye katılım için Ulusal Programını da (UP) hazırlamıştı. Ulusal Program’da
KOB ile istenen kısa ve orta vadeli öncelikler için hedef takvimler belirlenmişti.
2001 yılının sonunda AB Komisyon’u Türkiye İlerleme Raporunu hazırlayarak
Laeken Zirvesi’ne sundu.

3 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 1

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 1



Kıbrıs Ulusal Dava, Uluslar arası Çıkmaz 1975-2004
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU SOSYAL BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU DERGİSİ




HAKEMLİ DERGİ
Cilt: 16 Sayı:1
KONYA 2013

Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Dergisi ulusal, yaygın, süreli, hakemli bir dergidir. 
Dergiye gönderilen makaleler hakem değerlendirmesine gider, kabul edilmesi h?linde yayımlanır.
Yayım Periyodu: Dergimiz bahar ve güz olmak üzere yılda iki sayı yayımlanır.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU
SOSYAL BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU DERGİSİ
Yıl: 2013 Cilt: 16 Sayı: 1

SAHİBİ
Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Adına
Yüksekokul Müdürü Prof. Dr. Süleyman KARAÇOR
ISSN: 1302-4191

• YAYIM KURULU

Doç. Dr. Yaşar SEMİZ
Doç. Dr. Ömer AKDAĞ
Doç. Dr. Hakkı Mümin AY
Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEKİN
Yrd. Doç. Dr. Ali ERBAŞI
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin İLERİ
Yrd. Doç. Dr. İ. Hakkı KAYNAK
Yrd. Doç. Dr. Y. Ayşegül OĞUZ

• EDİTÖR Doç. Dr. Yaşar SEMİZ ysemiz@selcuk.edu.tr

• EDİTÖR YARDIMCISI   Öğr. Gör. Dr. M. Erhan SUMMAK

• YAZI İŞLERİ SORUMLUSU   Öğr. Gör. Adnan SÖYLEMEZ

• EDİTÖRYEL SEKRETERLER   Öğr. Gör. Nesip ERGÜL
   Uzm. Ömer Faruk TEKİN

• İLETİŞİM

Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Alâeddin Keykûbat Yerleşkesi Selçuklu, 42079-KONYA
Telefon: +90 332 241 00 58 - Belgeç / Faks: +90 332 241 00 60
Web: http://www.sbmyo.selcuk.edu.tr;
e-mail: sosbilmyo@selcuk.edu.tr; sbmyodergi@gmail.com;
Baskı: SÜ Basımevi / 0332 241 18 44

• Dergide yer alan yazıların dil ve bilim sorumluluğu yazara aittir.

BİLİM KURULU

Prof. Dr. Adem ÖĞÜT
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Şaban H. ÇALIŞ
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Ahmet AY
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Tahir AKGEMCİ
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Berna TANER
(Dokuz Eylül Üniversitesi)
Doç. Dr. Abdullah KARAMAN
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Birol AKGÜN
(Necmettin Erbakan Üniversitesi)
Doç. Dr. Ahmet DİKEN
(Necmettin Erbakan Üniversitesi)
Prof. Dr. Ekrem YILDIZ
(Kırıkkale Üniversitesi)
Doç. Dr. Caner ARABACI
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Kemalettin CONKAR
(Afyon Kocatepe Üniversitesi)
Doç. Dr. Cemal GÜVEN
(Necmettin Erbakan Üniversitesi)
Prof. Dr. M. Akif ÇUKURÇAYIR
(Selçuk Üniversitesi)
Doç. Dr. Hikmet ULUSAN
(Bozok Üniversitesi)
Prof. Dr. Mahmut ÖZDEMİR
(Kırıkkale Üniversitesi)
Doç. Dr. Kadir CANÖZ
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Metin Kamil ERCAN
(Gazi Üniversitesi)
Doç. Dr. Mehmet FİDAN
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Necdet HACIOĞLU
(Balıkesir Üniversitesi)
Doç. Dr. Muhammet BEZİRCİ
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Osman OKKA
(Karatay Üniversitesi)
Doç. Dr. Ömer AKDAĞ
(Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Raif PARLAKKAYA
(Necmettin Erbakan Üniversitesi)
Doç. Dr. Tahsin KARABULUT
(Necmettin Erbakan Üniversitesi)
Prof. Dr. Reşat KARCIOĞLU
(Atatürk Üniversitesi)
Doç. Dr. Yaşar SEMİZ
(Selçuk Üniversitesi)

BU SAYININ HAKEMLERİ

Prof. Dr. Önder ÇAĞIRAN Doç. Dr. Abdullah KARAMAN
Doç. Dr. Ali ALAGÖZ Doç. Dr. Yaşar SEMİZ
Doç. Dr. Ömer AKDAĞ Yrd. Doç. Dr. Bekir DİREKÇİ
Doç. Dr. Caner ARABACI Yrd. Doç. Dr. Cahit KAHRAMAN
Doç. Dr. Ufuk Deniz AŞÇI Yrd. Doç. Dr. Ali Aycan KOLUKISA
Doç. Dr. Muhammet BEZİRCİ Yrd. Doç. Dr. Mustafa USLU
Doç. Dr. Cemal GÜVEN
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU DERGİSİ

YAYIM İLKELERİ VE MAKALE YAZIM KURALLARI

1. Makale başlığı kısa ve açık olmalı, küçük harflerle 18 punto büyüklüğünde yazılmalı ve ortalanmalıdır.
2. Yazarların isimleri 10 punto büyüklüğünde eğik ve sağa dayalı olarak yazılmalıdır. Yazarların adresleri *,**, vs. biçiminde dipnot olarak ve kısaltma
yapılmadan belirtilmelidir. Yazar adı ya adları, kapak sayfasında yer almalıdır.

Kapak sayfasında ayrıca, yazarın akademik unvanı ve çalıştığı kurumun adı, adresi, iş ve cep telefonu, faks numarası ve e-posta adresi de bulunmalıdır.
3. Yazar isimlerinden sonra iki satır boşluk bırakılarak satır başı yapılmadan 10 punto büyüklüğünde “Özet:” kelimesi ve devamına 200 kelimeyi aşmayacak
şekilde makalenin ana noktalarını belirten özeti yapılmalıdır. Özetten sonra bir satır boşluk yapılarak yine satır başı yapılmadan “Anahtar Kelimeler:” ve
devamına virgülle ayrılmış en fazla 6 tane anahtar kelime yazılmalıdır. Anahtar kelimelerden sonra bir boşluk bırakılarak ortalanmış şekilde
makalenin İngilizce başlığı yazılmalıdır ve bir satır boşluk bırakıldıktan sonra Türkçe özet ve anahtar kelimelere benzer şekilde “Abstract:” ve “Key
Words:” kısımları yazılmalıdır. İngilizce yazılmış makalelerde benzer işlemlerin tersi yapılır.
4. MS Word programında, Times New Roman 11 punto, 14 nk satır aralığıyla yazılmalıdır. Yazılar ortalama 10.000 kelimeyi geçmemelidir. Makaleler PC
uyumlu Microsoft veya “doc” uzantılı belge oluşturmaya elverişli herhangi bir kelime işlem programında yazılmalıdır. Eski harfli metinler için özel bir yazı
karakteri kullanılmış ise belgeyle birlikte söz konusu karakterler de gönderilmelidir.
5. Metin içinde vurgulanması gereken kısımlar ve alıntılar italik harflerle ve tırnak içinde verilmeli; beş satırdan az alıntılar satır arasında, beş satırdan
uzun alıntılar ise satırın iki yanından 1 cm içeride, blok halinde, 14 nk satır aralığıyla ve 11 punto ile yazılmalıdır. İmlâ ve noktalama açısından makalenin
ya da konunun zorunlu kıldığı özel durumlar dışında Türk Dil Kurumu’nun İmlâ Kılavuzu esas alınmalıdır.
6. Bütün bölümler ve alt bölümler numaralanmalıdır.
7. Fotoğraf, plan, harita ve çizimler: Metin içinde kullanılan fotoğraf, plan, harita vb. materyallerin “.jpg/.tiff” uzantılı kayıtları gönderilecek dokümanlara
eklenmelidir. Bu tür belgelerin baskı tekniğine uygun çözünürlükte (en az 300 piksel) ve sayfa alanını aşmayacak büyüklükte olmasına dikkat etmeli, ayrıca
birden fazla olması halinde numaralandırılmalı ve başlık eklenmelidir. 
(Resim1; Harita 1;Tablo, Figür 1, vb.) Metin için parantezle atıfta bulunulan resim, harita veya diğer ekler makalenin sonuna eklenmelidir.
8. Kaynaklar metin içinde yazar soyadı ve tarih belirtilerek verilmeli ve makalenin sonunda alfabetik olarak ve aynı yazar içinse kronolojik olarak
yazılmalıdır. Metin içinde kaynak cümlenin başında veya içinde verilecekse yazarın soy ismi İnalcık(1982) şeklinde, cümlenin sonunda verilecekse
(İnalcık, 1982, 25) şeklinde belirtilmelidir. Eğer kaynaklarda yazar sayısı iki ise Semiz ve Akdağ (2011, s.15) şeklinde, yazar sayısı ikiden fazlaysa ilk
yazarın soyadına göre Semiz ve diğ. (2011, s.20) şeklinde belirtilmelidir. Aynı yazara ait ve aynı yıl içinde Yayımlanmış kaynaklar, Semiz (1995a), Semiz
(1995b) şeklinde belirtilmeli, kaynakların açık künyesi makalenin sonuna eklenmelidir.

Kitaplar için klasik dipnot örneği kullanılacaksa:
Kemal H. Karpat, Ortadoğu’da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, (Çev. Recep
Boztemur), İmge Kitabevi, Ankara, 2001, s.100-105,110.
Makaleler için dipnot örneği:
Suat İlhan, “Türk Çağdaşlaşması”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, VII/19,
Kasım 1990, s.7.

Tezler İçin Dipnot Örneği:

Atilla Sandıklı, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası Işığında Avrupa Birliği’ne Giriş Süreci, (İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarih Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2007, s.134,137. şeklinde olmalıdır.
9. Dergiye Yayımlanmak üzere gönderilen yazıların, daha önce başka bir Yayım organında Yayımlanmamış olması ya da aynı Yayım için değerlendirme
aşamasında bulunmaması gerekmektedir. Daha önce akademik alanda ulusal ya da uluslar arası nitelikli bilimsel toplantı, kongre, konferans ya da
sempozyumda sunulmuş olan bildiriler, başka bir dergi ya da Yayımda Yayımlanmamış olması ve makale formatına ve içeriğine dönüştürülmesi
koşulu ile kabul edilebilir ve hakem sürecine alınır.
10. Dergiye gönderilen yazılar, önce yayım kurulunca dergi ilkelerine uygunluk açısından incelenir. Uygun bulunanlar, o alandaki çalışmalarıyla tanınmış iki
hakeme gönderilir. Hakemlerin isimleri gizli tutulur ve raporlar beş yıl süreyle saklanır. Hakem raporlarından birisi olumlu, diğeri olumsuz olduğu
takdirde, yazı üçüncü hakeme gönderilir. Olumsuz görüş bildiren hakeme durum hakkında bilgi verilir. Yazarlar, hakemlerin görüş ve önerileri
doğrultusunda düzeltmeleri yaparlar. Editör ve Yayım Kurulu gerektiği durumlarda yazıların yazım şekli üzerinde değişiklik yapabilir. Yayıma kabul
edilmeyen yazılar iade edilmez; ancak yazarın istemesi halinde bir nüshası elektronik ortamda kendisine verilir.
11. Makalede hakem-hakemler düzeltme istemişlerse, istenen düzeltmelere titizlikle ve ivedilikle tamamlanmalı ve yazının son şeklini düzeltmiş haliyle
dergi mail adresine 15 gün içinde göndermeleri gerekir. Düzeltmeler konusuna yeterince uyulmadığı anlaşılırsa bu durum yazara bildirilir.
Belirtilen sürede düzeltilmiş olarak geri gönderilmeyen yazılar Yayımlanacaklar listesine alınmaz.
12. Yayım Kurulu tarafından yayımlanması uygun bulunan makalenin telif hakkı Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu’na aittir; başka bir
yerde yayımlatılamaz. Yazarlara ait telif ücreti ödenmez. Yazar makalesinin yayımlanmasına izin verdiğine dair “Makale Yayın Sözleşmesi”ni imzalayarak
posta ile göndermek zorundadır.
13. Yazarlarımız makalelerini 
      ysemiz@selcuk.edu.tr veya
      sbmyodergi@gmail.com adresine gönderebilirler.


İÇİNDEKİLER


Doç. Dr. Yunus CERAN Kamu İç Denetimi Açısından Üniversitelerde İç Denetim….…..1
Yrd. Doç. Dr. Okan Halûk AKBAY “Chushingura ve Japon Kimliği……..…………....………….. 21
Yrd. Doç. Dr. İsmail KÖSE Kıbrıs; Ulusal Dava, Uluslar arası Çıkmaz 1975-2004….... 37
Öğr. Gör. Nur Feyzal KESEN
Arş. Gör. Mehmet KIRLIOĞLU
Prof. Dr. M. Engin DENİZ
Öğretmenlerin Yaşam Doyumu ve Duygusal Zekâ Düzeyleri…………………………………....…. 113
Doç. Dr. Ömer AKDAĞ Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Demokrat Parti’nin Ortak Yönleri…..143
Okt. Dr. Ahmet KAYASANDIK
TDK Tarafından Hazırlanan Türkçe Sözlük’ün İlk ve Son
Baskısının Arapça ve Farsça Kökenli Kelimeler ve Bu
Kelimelere Getirilen Ekler BakımındanKarşılaştırılması………………..………………………...…….159

Doç. Dr. Caner ARABACI Bir Millî Felâket Olarak Balkan Bozgunu ve GecikenUyanış……..….167

Kıbrıs; Ulusal Dava, Uluslararası Çıkmaz
1975 - 2004
Cyprus; National Cause, International Struggle
1975 - 2004
İsmail KÖSE*

ÖZET

Kıbrıs, Türkiye'nin ulusal davası, aynı zamanda uluslararası çıkmazı... Resmen dile getirilmese de AB üyeliği yolunda önündeki en büyük engel. Ulusal davaları
kazanmak için uzun soluklu mücadelelere ihtiyaç vardır. Bu mücadeleler bazen vazgeçilmezlerden vazgeçmeyi gerektirir. Oysa 1974’teki I. ve II. Barış Harekâtları Ada’daki Türkleri Rum mezaliminden kurtarmak, Rumların tüm Ada’ya hâkim olmalarına engel olmak ve Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını korumak için yapılmıştı.
1974 müdahaleleri gerçekleşmeseydi Rumlar Akritas Planı’nın kademeli uygulaması ile Ada’yı ele geçireceklerdi.

Zaten Rum milliyetçiler ilk denemelerini yaklaşık yüzyıl önce Girit Adası’nı Osmanlı Devleti’nden koparırken yapmış ve amaçlarına ulaşmışlardı. Makarios yönetiminin ihtiraslarına kurban gitmeseydi, bu sefer de başarıya çok yaklaştıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Her ne kadar daha sonraki yıllardaki hatalı dış politika yaklaşımları ve uluslararası sistem kasıtlı olarak meşruluğunun altını boşaltmış olsa da, 1974 müdahaleleri Türk dış politika karar alıcıları tarafından mecbur kalınarak yapılmıştı. Garantörlük Antlaşmaları ve Uluslararası Hukuk kuralları çerçevesinde düşünüldüğünde müdahale haklı gerekçelere dayanıyordu. Aksi durumda dünya politikasını dizayn eden aktörlerin Irak’a veya Afganistan’a müdahale etmemeleri gerekirdi. Çünkü bu müdahalelerin hiçbir tanesinin iddia edildiği gibi “liberal intervenionism” ya da “good governance” yaklaşımları ile alakası yoktur.

• ANAHTAR KELİMELER;  KKTC, GKRY, BM, Avrupa Birliği, Türkiye, İngiltere, Yunanistan.

• * Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
ismailkosetr@hotmail.com
İsmail KÖSE


GİRİŞ


“Geçen asrın bütün Türk düşmanları Helenizm bayrağı altında toplanırlar. Yunan yüceldikçe, Osmanlıya karşı duyulan husumet de kabarır.
Yunancılık bir baştan bir başa sarar Avrupa’yı. Bu yeni mezhep, (ezeli düşman) İngiliz’le Rus’u, Alman’la Fransız’ı kaynaştırır. Byron’un hayatına mal olur bu
karasevda, Hugo’ya neşideler ilham eder”. 1

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Kıbrıs terk edilmek zorunda kalınan vatan toprakları arasındaydı. Çünkü I. Dünya Savaşından sonra başlatılan
Kurtuluş Savaşı’nın harekât alanını belirleyen Misak-ı Milli sınırları içerisinde Kıbrıs yer almamıştı. Kurtuluş Savaşı’nın verildiği ve Genç Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu bu dönemde, Cumhuriyetin kurucularının geniş vatan coğrafyasının elden çıkan parçalarını yeniden bir araya toplamak
gibi bir siyaset takip etmeye ne imkânları ne de güçleri vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alan Genç Türkiye Cumhuriyeti 16 milyon nüfusa
sahip küçük bir devletti.2 Yeni devletin ilk amacı elinde kalan vatan coğrafyasını yeniden organize etmek, her alanda geri kalmışlıktan kurulmak ve
güçlü hale gelmekti. Bu nedenle, Lozan Barış Konferansı’nda Kıbrıs’taki İngiliz işgali kabul edilmiş, Lozan sonrasında Cumhuriyetin Kurucuları toplum
hayatında köklü değişiklikler yapan devrim ve kalkınma hamlelerini hayata geçirmeye çalışmışlardır.

Dönemin şartları göz önüne alındığında; yeniden yapılanma, kalkınma ve
batılılaşma projelerinin hayata geçirilebilmesi için yurt içinde olduğu kadar
uluslararası alanda da barış ortamına ihtiyaç olduğu görülür.3 Amaçlanan hızlı
kalkınmanın başarıya ulaşması, yeni devletin yaşayabilmesi ve elde edilen
kazanımların devam ettirilebilmesi için uluslararası alanda tüm devletlerle iyi
ilişkiler içinde olmak dönemin şartları tarafından dayatılmıştı. Bu dönemde
Kıbrıs İngilizlerin yönetimi altındaydı fakat Rum Enosis taraftarları da yeraltı
çalışmalarını başlatmışlardı. Her ne kadar İngiliz idaresinde olsa da Türk
Devleti’nin Kıbrıs’a tamamen ilgisiz olduğu söylenemez. Çünkü
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Güney kıyılarındaki bir tatbikat sırasında,
Türkiye'nin dünyaya açık tek sahil kapısı ve ikmal yolu güneydedir,
bu nedenle Kıbrıs’ın düşman bir ülke elinde olması Anadolu’nun bütün
ikmal yollarını kapatacak ve Türkiye'nin güvenliği tehdit altında
olacaktır…4 demişti.

Bu söylemden sonra Türk Dış Politikasının karar alıcılarının Kıbrıs ile
fiilen ilgilenmeye başlamaları ancak II. Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde başlayabilmiştir.

Savaş sonrasında İngiltere’nin Ada’dan çekilme kararı almasından hemen
sonra, İngilizler döneminde başlayan, önce İngilizleri daha sonra Ada’da
yaşayan Türk Toplumunu hedef alan tedhiş hareketleri hızla artış göstermişti.
Aslında tedhiş hareketleri daha önce yeraltında örgütlenmişti ve savaş
sonrasında oluşan uluslararası konjonktür değerlendirilmek istenilerek Enosis’e
yönelik olarak fiiliyata dökülmüştü. Giderek artan ve dayanılmaz hale Rum
mezalim hareketlerinin Türk Toplumuna karşı sistematik etnik temizliğe
dönüşmesi Türkiye'nin soruna katılım ve müdahalesini zorunlu kılmıştı.
Uluslararası ilişkilerin idealizm ekolünün temsilcilerinin yaklaşımı ile ele
alındığında bu müdahalenin Türkiye’nin artı hanesine yazılması gerekliydi.
Ayrıca dönemin zor şartları ve imkânsızlıklar içinde gerçekleştirilen harekât
zaferle sonuçlanmıştı. Oysa realizmin katı ilkeleri, idealizm öğretilerine yaşam
şansı tanımakta hiçbir zaman cömert davranmamıştır. Savaş alanında mağlup
olan Rumlar, diplomasi sahasındaki başarılı manevralarıyla daha sonraki
yıllarda Türkiye’yi ve Kıbrıs Türk Toplumunu köşeye sıkıştırmayı
başarmışlardır.

1975 Barış Harekâtı sonrasında Türkiye’nin Kıbrıs politikasını ve Kıbrıs
Türk Toplumu’nun yaşamını derinden etkileyen en önemli birinci hadise 1983
yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilan edilmesidir.5 İkinci önemli
hadise Helsinki sonrasından 2003 yılına kadar yaşanan gelişmelerdir. Diğer
ifadeyle, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tüm Ada’yı temsilen Avrupa Birliği
üyeliğine giden önlenemez süreç ve sonrasında daha da zorlaşacak olan
diplomasi girişimleri ile Türk Toplumu’nun dünyadan tamamen izole edilmesi
tehlikesidir.

1975 yılından sonra yapılan sayısız görüşme ve iki toplumu uzlaştırma
çabalarından sonuç alınamamıştı. Böylece 2003 yılında gelinen noktada çözüm
ya da çözümsüzlüğün kum saati her iki durumda da Rum tarafının lehine
işlemekteydi. Sorunun daha iyi anlaşılabilmesi için Ada’nın içinden geçtiği
tarihi sürecin ayrıntılı analizine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle Kıbrıs
sorunu tarihi süreç içinde ele alınmış, 1999 yılında Helsinki’de Türkiye’ye tam
üyelik için adaylık statüsü tanındıktan sonraki gelişmeler ayrıntılı olarak
incelenmiştir. Çünkü 2001 yılından sonraki son iki yılda kum saati Kıbrıs’ta
Türk tarafının aleyhine her zamankinden daha hızlı akmaya başlamıştır.
Bu çalışmada; Kıbrıs sorunu üç ana başlık altında ele alınacaktır. İlk
kısımda Kıbrıs’ın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethi, İngilizlere devri,
Rum tedhiş hareketleri, I. ve II. Barış Harekâtları ele alınacaktır. İkinci kısımda,
Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye tam üyelik için adaylık statüsü verilmesi ve
2001 yılına kadar geçen süreçteki gelişmeler, Rumların tam üyelik yolunda
ilerlemesi ve bu esnadaki çözüm arayışları ele alınacaktır. Üçüncü ve son
bölümde, Kıbrıs sorununda 2001 yılı sonrasında, 2002 ve 2003 yıllarındaki
gelişmeler, Annan Planı, 2003’ten sonra gelinen son durum, dolaysız
görüşmeler ve uluslararası aktörlerin soruna müdahil olması ile Rumların AB’ye 
tam üyelik süreci irdelenecektir.

1) Kıbrıs’ta Osmanlı İdaresi ve 1999 Helsinki Zirvesi’ne Kadarki Süreçteki Gelişmeler;

a) Kıbrıs Adası’nın Osmanlı Devleti tarafından Fethi

Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ı duraklama döneminde, II. Selim devrinde
1571’de topraklarına katmıştır. Kıbrıs kıyılarında Osmanlı donanmasına
saldırılması ve Venediklerin Ada’nın Osmanlı’ya terk edilmesi talebini
reddetmesi nedeniyle, 1570 Temmuzunda Ada kuşatılmış ve Eylül ayında
Lefkoşe düşmüş, Magosa hariç, Baf ve Limasol ile diğer belli başlı şehirler
teslim olmuştur. 1571 yılı başında Magosa da ele geçirilmiş ve böylece fetih
tamamlanmıştır. Fetihten sonra Ada’nın tahriri yapılmış, yeni gelir kaynakları
ve nüfusu tespit edilmiştir. İdari örgütlenme içinde Ada, İçel, Tarsus ve Kozan
(Sis)’in katılmasıyla Beylerbeylik haline getirilmiştir. Bundan sonra vakit
geçirilmeden; Konya, Karaman, Niğde, Kayseri ve Bozok sancaklarından
Türklerin Ada’da iskânı sağlanmıştır. Ada’ya Türklerin iskân edilmesi 18.
yy.’da da sürmüştür. Fetihten sonra Ada halkının Venediklere ödemekte
oldukları vergilerin bir kısmı kaldırılmış, bazı muafiyetler tanınmıştır.6 Burada
dikkat çeken husus, Kıbrıs Adası’nın Rumlardan değil İtalyanlardan alınmış
olmasıdır. Dolayısıyla Osmanlı Devleti Kıbrıs’ın egemenliğini devraldığında
Ada’da Rumların herhangi bir sahipliği söz konusu değildi.

b) Ada’nın 1878’de Geçici Olarak İngilizlere Devri ve Türkiye’nin
Garantör Devlet Olarak Müdahalesine Kadar Geçen Süreçteki Gelişmeler
II. Abdülhamit iktidara geldiğinde 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı,
bilinen adıyla “93 Harbi” devam etmekteydi ve Harp Osmanlı Devleti’nin
yenilgisi ile sonuçlandı. Savaş sonrasında imzalanan Yeşilköy Antlaşması’nın
maddelerinin çıkarlarına aykırı gelişeceğinden korkan İngiliz yönetimi devreye
girerek, 1878 Haziran ayında Berlin Kongresi’nin toplanmasını sağlandı.
Kongrede, Çarlık Rusya’nın güneye, İngiltere’nin sömürge yollarını tehdit eder
biçimde ilerlemesinin Osmanlılar tarafından engellenemeyeceğine karar veren
İngiltere, sömürge yollarının güvenliği için hayati öneme sahip Kıbrıs’ı ele
geçirmeye karar verdi. 4 Haziran’da bu karar uygulamaya konularak İngiltere
tarafından, Osmanlı Devleti’ne yardım sağlarken bir askeri ikmal merkezi
olarak kullanılmak bahanesiyle önce geçici olarak Kıbrıs’a asker çıkarıldı ve bu
geçici durum daha sonra kalıcı hale getirildi.7 Böylece İngiliz Devleti “Batı
Asya’nın anahtarı” olarak gördüğü Kıbrıs’a yerleşerek, Çarlık Rusya’nın
güneydoğudan Hindistan’a gidecek koridora inmesini önlemişti. Osmanlı
Devleti İngiltere’nin bu oldubittisini engelleyebilecek güç ve kabiliyetten
mahrumdu. Söz konusu işgal ile gerileme ve parçalanma döneminde, I. Dünya
Savaşına kadar giden süreçte kaybedilen topraklara Kıbrıs da katılmış oldu.
Aslında Kıbrıs’ın yönetimi İngilizlere 1878 yılında geçici bir süreyle
devredilmişti.

Planlanın aksine Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ı İngilizlerden geri alma gücüne
hiçbir zaman kavuşamadı. Ada’da yaşayan Rumlar, daha önce Osmanlı
idaresine karşı Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla bir isyan denemesinde
bulunmuşlardı ve söz konusu nedenle yönetimin İngilizlere geçmiş olmasını
sevinçle karşılamışlardı. Bu sayede Megali İdea, başka bir ifadeyle; “Büyük
İskender’in ayak bastığı toprakları Yunan toprağı olarak yeniden ele geçirme ve
Yunanistan’ın Doğu Roma’nın [Bizans] varisi olarak şana ve ihtişama ulaşması
emeli” gerçekleştirilebilecekti. Kıbrıs Yunanistan’a bağlanacak [Enosis]
topraklar arsındaydı. Ada, Megali İdea literatüründe “Megali Nisi” yani “Büyük
Ada” statüsüne sahipti.8 Yunanistan’ın Kıbrıs Adası’na yönelik bu irredantist
yaklaşımı Ada’da son yüzyılda ortaya çıkan çatışma ve anlaşmazlıkların temel
nedeni olagelecektir.

Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların irredantizm (kurtarımcılık) temelli
Enosis yaklaşımlarına karşın Ada’daki Türk toplumu ise Ada’nın egemenliğinin
Osmanlı’ya ait olduğu tezinden hareketle bu isteğe şiddetle karşı çıkıyordu. Bu
esnada dönemin içinde bulunduğu şartlardan yararlanan İngilizler 1914 yılında
Ada’yı tek taraflı olarak ilhak ettiklerini duyurdular. İngiliz ilhakından sonra
Ada’da yaşayan Türklerin çoğu Ada’yı terk etmeye başlamış, göçler ve baskılar
neticesinde Ada’daki nüfus dengesi Rumlar lehine değişmişti. Adanın İngilizler
tarafından ilhakından 17 yıl sonra Rumlar ilk planlı isyan hareketini 1931
yılında Kilise’nin önderliğinde İngiliz Valisinin konağını yakarak Enosis’e
ulaşmak amacıyla başlattılar.9 İsyan bastırıldı ve din adamları dâhil olmak üzere
asilerin elebaşları Yunanistan’a sürüldü. Tüm bu gelişmeler zinciri içinde Türk
toplumu üzerindeki baskı da gittikçe artmaktaydı.

II. Dünya Savaşı sona erdikten hemen sonra 1950 yılında Rumlar yine
Kilisenin ve Savaş sonrası Ada’ya geri dönen sürgünlerin önderliğinde bir halk
oylaması düzenlediler. Halkoylaması sonucu olarak da Ada’da yaşayan
Rumların %98’inin Enosis istediğini ilan ettiler. Rumların, Ada’nın
Yunanistan’a ilhakı talebine Türk Toplumu, şiddetle karşı çıkıyordu. 20
Ağustos 1951 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü Kıbrıs hakkında
“Ülkemize nispetle coğrafi ehemmiyeti, oradaki soydaşlarımızın mühim bir
kütle teşkil eylemesi ve tarihi bağlarımız dolayısıyla Kıbrıs’ın durumunun bizi
çok yakından alakadar etmesi gayet doğaldır”10 diyerek Ada’daki gelişmelerin
Türkiye tarafından takip edildiğini göstermeyi amaçlamıştı. 1954 yılında
Yunanistan, Rum kilisesi Başpiskoposu Makarios’un isteği doğrultusunda
Kıbrıs meselesini Birleşmiş Milletlere götürdü. Yunanistan’ın bu hamlesi
Türkiye’nin yasal haklarını korumak için girişimde bulunmasına ve
İngiltere’nin de hadiseye müdahil olmasına neden olmuştu. Böylece Kıbrıs
sorunu bir anda uluslararası bir nitelik kazanmıştır.11 Yunanistan’ın BM’ye
gitmekteki diğer amacı İngiltere’yi müzakere masasına oturtarak Kıbrıs’ta
yapmayı planladığı de facto Enosis’e de juro nitelik kazandırmaktı.

BM’ye yapılan başvurudan itibaren ABD’de yaşamakta olan Yunanlıların
ve Kıbrıslı Rumların Kongre ve Senato üzerinde baskı oluşturarak Amerikan
Hükümeti’nin Enosis’e destek vermesi için yoğun bir lobi faaliyeti yürüttükleri
bilinmektedir.12 Söz konusu faaliyet hiçbir zaman başarıya ulaşmamıştır fakat “
bu girişimlerden ve propaganda kampanyalarından elde edilen en önemli
kazanım Amerikan kamuoyunun Yunanlıların ve Rumların Kıbrıs ile ilgili
tezlerinin Türkiye’ninkilerden daha haklı ve makul olduğunu düşünmesini
sağlamıştır..”.13 Bu yıllarda Rumların Komünist eğilimli Partisi AKEL’in artan
popülaritesi Amerikan Hükümeti’nin Kıbrıs ila daha fazla ilgilenmesine neden
olmuştu.14 Enosis’e yönelik propaganda girişimi bu ilgi ile hemen hemen aynı
döneme denk gelmiştir. İki toplum arasındaki anlaşmazlığın daha sonraki
yıllarda kızışması AKEL’e desteği artıracaktır.
Yunanistan’ın isteği self-determinasyon yolu ile Kıbrıs halkına kendi
kaderini tayin hakkının tanınması ve daha sonra Ada’nın kendisine ilhakıydı.
Çünkü İngilizlerin uygulamış olduğu baskıların da katkısıyla Ada’daki nüfus
dengesi Türklerin aleyhine değişmişti. Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumu söz
konusu karara karşı çıkıyordu. Artık Türk Dış politikasının karar alıcıları bu
tarihten itibaren Kıbrıs ile yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Çünkü Kıbrıs
Yunanistan’a yaklaşık 975 km. uzaklıktayken, Türkiye’nin hemen yanında, 65
km. yakınında bulunmaktaydı. Jeopolitik açıdan da, Kıbrıs’ın Yunanistan’a
ilhakı Türkiye’nin limanlarını işlemez hale getirecekti. Ayrıca Kıbrıs, ele
geçiren için batmayan uçak gemisi niteliğindeydi. Bu esnada 1954 yılında
Yunan Ordusundan Albay Georgios Grivas liderliğindeki Yunan askerleri
Enosis için çalışmak üzere Ada’ya yerleştiler.
1955 yılına gelindiğinde Rum Tedhiş hareketlerini sistematik hale
getirecek olan General George Grivas liderliğindeki EOKA15 (Ethniki
Organosis Kypriou Agoniston- Kıbırslı [Rum] Savaşçıların Milli Örgütü)
örgütü kanlı eylemlerini başlattı.16 Aynı yılda Başbakan Adnan Menderes
Yunanistan’ın tüm Enosis girişimlerine rağmen Türkiye’nin iyi niyetli
yaklaşımını “…Bu mesele [Kıbrıs] kapandığı için artık müttefikimiz

Yunanistan’la aramızdaki dostluğun gölgelenmemesine dikkat ve itina
göstermek zamanı gelmiş bulunuyor …”17 şeklinde ifade etmişti.
Daha sonraki yıllarda meydana gelen olaylar Başbakan Menderes’in,
Yunanistan’a karşı söylemini sertleştirmesine neden olacaktır. 1954-1958 yılları
arasında Türkiye kendisini Kıbrıs konusunda taraf devlet olarak kabul ettirme
mücadelesi vermek zorunda kalmıştır. Çünkü henüz Garantörlük Antlaşmaları
imzalanmamıştı. 1955 yılında toplanan Londra Konferansı başarıya
ulaşamamasına rağmen, Türkiye bu konferans sayesinde taraf devlet olma
statüsünü elde etti.18 Kıbrıs meselesine ilk planlı çözüm önerisi İngiliz idaresi
altında Lord Radcliffe tarafından, Ada’nın demografik yapısı incelendikten
sonra yapıldı. Hazırlanan çözüm planı, ne Türk tarafında ne de Rum tarafında
kabul görmedi.19

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***