30 Ekim 2017 Pazartesi

Sömürgen ve Kemirgen Zenginliklerimiz...

Sömürgen ve Kemirgen Zenginliklerimiz...    
   
EROL MANİSALI
13.02.2006 
 

Sömürgen ve Kemirgen Zenginliklerimiz (DİN İSTİRMARCILARI ve NAYLON SOL...)


''İstismarcı'' sözcüğü siyasi edebiyatımızda uzun yıllardan beri boy gösteriyor. ''Din istismarcısı'' en yaygın ve yerleşik olanıdır. İşin içine Allah sokulduğu için, bu önem kendiliğinden ortaya çıkıverir.

-___ Din sömürücüleri, kendi işlerini Tanrı adına yürüten sahtekârlardır. ''Tanrı en büyüktür'' diyerek kendilerini büyük ve güçlü göstermeye çalışan çıkarcılardır bunlar. Kendileri ''en büyük olan Tanrının temsilcileri'' olduğuna göre halkın egemenliği ve büyüklüğü diye bir şey de söz konusu olamaz tabii. Din sömürücülüğü yaparak halkın oyları ile iktidara gelenler için artık, halkın çıkarları ve egemenliği kaygısı kalmaz.

Halkın üçte ikisi istemese bile Bush ; ''Tanrı istediği için Irak'ı işgal ettik'' şeklinde açıklama yapar. Halkın istememesi değil, ''Tanrı'nın istemesi'' önemlidir. İşin ilginç yanı, Tanrı adına konuşanın Bush olmasıdır. Bu açıkça, ''Bushça bir yaklaşımdır''. Bizdeki İslamcı siyasiler sadece liberal ve açık saçık ekonomiyi değil, Bush'un ''Tanrısal yaklaşımını da'' taklit etmeye çalışıyorlar.

Bizimkilerin yabancı ülke işgali olmadığına göre sadece ''dahili işgallerde'' Allah'a sığınıyorlar. Ulusal kimlik tartışıldığı zaman ''İslamcı kimliğin esas birleştirici ve bütünleştirici kimlik olduğunu'' ; diğer unsurların hepsinin, ''alt kimlikler'' biçiminde düşünülmesi gerektiğini söyleyiveriyorlar.

Bush'un yaptığı gibi, İslamcılar da işi Allah'a sığınmakla halletmeye çalışıyorlar. İslamın düzeni esastır ve yeterlidir; iktisadi ve sosyal ilişkiler bu düzene göre ayarlanmalı; ''en liberal ve en dini kurallar hep birlikte yürümeli'' diyorlar. Ancak, sadece din sömürücüleri yok tabii...

-___ Atatürk sömürücüleri bile var; 12 Eylül'de Amerika'nın organizasyonları sonucu gelenler, ''En Atatürkçü biziz'' demediler mi? Sonra Avrupa'dan ve ABD'nin ''sivil sermaye kurumlarından'' bol bol yardım alan ''sivil toplum örgütlerimizin'' birçoğu, en Atatürkçü geçinen kurumlar değiller mi?

-___ Bir de ''sol sömürücüleri'' var. var. IMF ile birlikte iş tutandan AB'nin eteğinin altına saklanıp Türkiye'yi sömürgeleştirmekte olanlara kadar, ''Ben solcuyum'' diyenler ortalıkta. Bunlar da Türkiye'de solu sömürenlerdir.

Gerçek Sol mu, Naylon sol mu?

Sol olmak için kafalarını kaldırıp Venezüella'ya, Arjantin'e, Bolivya'ya, Şili'ye baksınlar ve utansınlar. Hem IMF'nin, AB'nin, ABD'nin kucağına oturacaksınız, hem de utanmadan, ''Ben solum'' diyeceksiniz.

Bunlar ''sömürücü ve sömürgeci sol'' olarak sol edebiyatına dahil olan ''Türkiyeli solculardır'' !..

Demokrasi sömürücülerini de unutmayalım: Demokrasi adına ''İslami düzeni yerleştirmek isteyenler mi''? Demokrasi getiriyoruz diye, ''Irak'ı işgal edip yüzbinlerce masum sivilin üzerine 400 bin ton bombayı yağdıranlar'' ve Batı tekellerine Türkiye'yi işgal ettirenler mi? Gümrükleri ve dış ticareti vermek yetmez, para işlerimizi de AB'ye devredelim diyen su katılmamış sömürücü ve sömürgeci demokratlara ne demeli?

-___ Uygarlık sömürücüleri ise en tehlikeli olanlardır. Suratlarına uygarlık maskesini geçirip şöyle derler: Uygarlık adına, Batı ne derse yapmalıyız; Batı o kadar iyidir ki onların istavrozlarını bile öpüp başımıza koymalıyız; ''Uygarlık adına diyalog'' deyip papazlarıyla göbek atmalıyız... Tövbe tövbe...

Bunlar dinler arası diyalog ile uygarlıklar arası diyoloğu özellikle birbirine karıştırıp kimin altta kimin üstte kaldığını düpedüz karambole getirenlerdir.

-___ Ama bir de laiklik sömürücüleri vardır ki demeyin gitsin... Laiklik derler de başka bir laf etmezler. Türbana karşı çıkarken gümrük birliğine hiç söz etmezler. Laik düşünceyi savunurken çokuluslu şirketlerin ve emperyalizmin işgalini hiç mi hiç görmezler. Onlar için emperyalizmin işgali de, örtülü faşizm de önemli değildir; varsa yoksa ''laiklik'' derler. Ama ''laikliğin, diğerleri gerçekleşmeden yürümeyeceğini'' görmemezlikten gelirler. 12 Eylülcüler de, biz Atatürkçü ve laikiz diye gelmediler mi? Gardrop Atatürkçüleri ile sahte laikler ve naylon solcular arasında ilginç paralellikler de bulmak mümkündür.

''Marka'' diye sattıkları şeylerin hepsi sahtedir. Bunlar sömürgenler ve kemirgenler sınıfına girerler. Şöyle bir etrafınıza bakın, televizyon erkanlarına, gazetelere göz gezdirin, bu zararlıların çok yakınınızda olduğunu hemen anlarsınız.


***

45 nci DONANMA KOMUTANI (E) ORAMIRAL NUSRET GÜNER'İN KALEMİNDEN




45 nci DONANMA KOMUTANI (E) ORAMIRAL NUSRET GÜNER'İN KALEMİNDEN


25 EKIM 2013 GÜNÜ, HÜRRİYET İLE YAPTIĞI, ANCAK YAYINLANMAYAN ROPORTAJI


İSTİFA KARARINI BALYOZ KARARLARI AÇIKLANDIĞI GÜN ALDIM

Bu davaların başından beri, iddiaların doğru olmadığını ben ve benim gibi işin içindeki tüm subaylar biliyordu. Ama yine de devlet adabı neyi gerektiriyorsa onu yaptık. Bunu yargıya güvendiğimiz için yaptık. Ama zaman geçtikçe gördük ki, yargıya nerede güveneceksin? Adamlar savunma yapıyor. Yargıç başka tarafa bakıyor. Yargıya nasıl güveneceksin? Benim için kırılma noktasi 21 Eylül 2012 tarihidir. Ne oldu o gün? Mahkeme karar verdi. Benim 160 tane pırıl pırıl silah arkadaşımı 18 yıla mahkum etti. Ben hamaset yapmıyorum. Ben bu denizcileri tanıyorum. Yüzde 90'ı ile beraber çalıştım. Ben bu insanları tanıyorum. Bu insanlar pırıl pırıldır. Bunlara 18 yıl hapis cezası veriyorsun. Olacak şey değil. Çıldırdım. O an benin kırılma anımdır.i

İSTİFAMI BIR HAFTA BEKLETTİM,

Balyoz kararlarının verildiği 21 Eylül 2012 günü, istifa etme kararını verdim. Ancak kendi kendime dedim ki, "Nusret bir hafta bekle. Demesinler ki, hemen feveran ediyor". Bir hafta sonra da 28 Eylül günü istifamı verdim.

SİVİL OLARAK MÜCADELE ETMEK DE GÖREVİM,

Sivil olarak mücadele etmek de benim görevim. Ben Oramiral oldum. Harbe hazırlıktan sorumlu insanlardan birisiydim. Türk Silahli Kuvvetlerinin harbe hazırlığından sorumlu 14 Orgeneral/ Oramiralden biriydim artık. Ben öyle hissediyordum. Ama bir baktım ki, Deniz Kuvvetleri büyük bir zaaf içine düşürülmüş. Bu da kimsenin umurunda değil. Bunun böyle olduğunu gördüm. Kimsenin umurunda değil, kimse sesini çıkartmıyor. 160 tane pırıl pırıl insan gitmiş. Ben bunları Yüksek Askeri Şura'da anlattım. Sorumlu olan insanlara bunu anlattım. Hani beni kale almadıysalar, ben de onları kale almadığım için istifamı verdim. Beni kale almıyorsa, ben onun emrinde nasıl çalışabilirim? Saygımı yitirdiğim anda da çekip giderim. Ben saygımı yitirdim. Bir dakika bile duramazdım artık.

GENELKURMAY BAŞKANI'NA ÜZÜLÜYORUM,

Hani diyor ya şimdi Başbakan, Cumhurbaşkanı "Necdet Özel arkadaşlarını savunuyor bize" diyor. Ben çok üzüldüm, Genelkurmay Başkanı için. Sözü dinlenmiyor demek ki. Ben o sonucu çıkartıyorum. Arkadaşlarını savunacak argumanları söylüyor. Ama takmıyorlar. Ben de Donanma Komutanı olarak arkadaşlarımın suçsuzluğunu anlattım. Beni takmıyorsanız, Allahaısmarladık dedim. Ben seninle sorumluluğu niye paylaşayım ki? Türk milletine şu mesajı vermek istedim: "Ey Türk milleti uyanın. Bunlar böyledir. Benim hiçbir beklentim yok.”

DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI'NIN İSTİFA EDECEĞİNİ DÜŞÜNDÜM

Balyoz kararlarının açıklanmasından sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın istifa edeceğini düşündüm. Ondan önce istifamı verip, onu ezerim diye endişe taşıdım. Kendisi Karamürsel'e geldi. Geldiğinde görüştük. İstifa etmeyeceğini anladım. Dilekçemi o gün verdim.

İSTİFADAN VAZGEÇİRMEYE ÇALIŞTILAR

Ankara'ya çağırdılar. Deniz Kuvvetleri Komutanı çağırdı. Genelkurmay Başkanı çağırdı. Beni istifadan vazgeçirmeye çalıştılar. Orada onlara da söyledim. Beni istifadan vazgeçirmeye çalışmanız benim ela gözüme aşık olmanızdan değil, Hükümeti düşündüğünüzden benim istifa etmemi istemiyorsunuz. Açık açık söyledim bunları.

BU MİLLET ARTIK BİZE GÜVENMİYOR

"Bu millet artık bize güvenmiyor" diyorum. "Nereden çıkartıyorsun bunu diyorlar". "Ben demiyorum ortaya çıkan Büyük Resim bunu diyor" dedim. Mahkemeler Türk milleti adına karar veriyor. Beni Türk milleti mahkum etmiş, 160 tane pırıl pırıl insanımızı Türk milleti mahkum etmiş, bir kısmı da sırada bekliyor. "Bakın" dedim; "istifamı geciktirdiğiniz her gün bu şebekeler benim hakkımda da birtakım tasarruflar yapacaklar" dedim. Bunu özelikle Deniz Kuvvetleri Komutanı'na söyledim. "Olur mu canım öyle şey?” dedi. Bak oldu sonunda, gördünüz mü? 

MERCEDES YERİNE RENAULT'A BİNDİM. AMİRAL RÜTBESİYLE ALBAY KATLARINDA KALDIM

İstifa dilekçeniz, yasal olarak Temmuz Ağustos veya Ocak Şubat aylarinda yürürlüğe girebiliyor. Onun dışında, Kuvvet Komutanı isterse istifanızı kabul etmez. Benim istifamı yürürlüğe sokmadıklar için 1 Ocak 2013 tarihine kadar bekledim. Bu arada, rutin çalışmalar için, 3-4 defa Ankara'ya gittim. Kuvvet Komutanına her seferinde “Ocak ayından sonra ben yokum, planlamalarınızı ona göre yapın" dedim. Ankara'ya bu gidişlerimde Orduevi'nde general katlarında kalmadım. Albay katlarında kaldım. Mercedes makam arabamı bıraktım. Bu millet bana bunu layık görmüyor dedim. Renault otomobile bindim. Ama ben tepkimi başka nasıl gösterecektim? Basına gidip konuşamazdım ki.

ASKERİ ŞURADA KONUŞTUM

30 Kasım 2012. Yüksek Askeri Şura toplantısı. Şöyle dedim; "Sayın Başbakanım, Sayın Milli Savunma Bakanım, Donanma Komutanı'nız Deniz Kuvvetleri'nin düşürülmüş olduğu durum hakkında ne düşünüyor bilmek istersiniz" diyerek konuşmaya başladım. Olanı biteni ve düşüncelerimi söyledim. Özgürlükse özgürlük. Ben komutanlarıma düşüncemi anlatırım. Dinleyen dinler, dinlemeyen dinlemez. Ben komutanlarımın verdiği emri son dakikaya kadar uygularım yine. Baktım ki saygımı yitirdi, çeker giderim. Ocak ayını beklememin şu yararı oldu. Milli Savunma Bakanı ve Başbakan beni dinlemiş oldu. Diyemezler ki, biz bu anlatılanları bilmiyorduk.

KIZIM ÜZERİNDEN MESAJ VERDİLER

Yüksek Askeri Şura cuma günü geç saatte bitti. Cumartesi günü Gölcük'e döndüm. Pazartesi sabahı da gemilerimizle seyre çıktım. Küçük çaplı eğitimler de olsa personelime moral vermek istedim. Seyirdeyken, pazartesi öğleden sonra, bir de öğreniyorum ki, 16 yaşındaki kızımı savcılığa çağırıyorlar. Neymiş, mağdurmuş. Çıldırdım. Bana şu mesajı veriyorlar; "Ey Nusret Güner, sen istifanı madem geri almadin. Biz de sana bunu yaparız." Bu, bu kadar açık.

KIZIMA BİRŞEY OLURSA KENDİ HESABIMI KENDİM GÖRÜRÜM

Çıldırdım, ama kendime hakim oldum. Dişlerimi sıktım. Ankara'dan telefonlar geldi. "Benim kızım gidecek savcılığa" dedim. "Beni kimseye borçlu bırakmayın" dedim. Benim kızım 16 yaşında. Bu olay meydana geldiğinde 14 yaşında, kızımın 14 yaşındayken odasına güya kamera koymuşlar. Görüntüler vb. Bir de benim tüm faaliyetlerimi rapor etmişler. Bugün şunla görüştü vb. Güya benim astsubaylarım yapmış bunları. İddianamede böyle yazıyor. Kuvvet Komutanına dedim ki, "Kızıma bir şey olursa dağıtırım ortalığı. Kendi hesabımı kendim görürüm. Ben 5 yaşından 60 yaşına kadar idealist yaşadım

 İSTİFA ETMEYEYİM DİYE DAVA AÇMAYACAKLARDI

22 Ocak 2013 tarihinde, yani İzmir'deki, önceleri kamuoyunda Askeri Casusluk diye bilinen Gizli Bilgi Temin Etme/ Bulundurma davası iddianamesi çıktığında istifamı tekrar verdim. 1 Ocak'tan sonra iddianamenin çıkışını beklemiştim. Bakalım ne olacak diye. İnanıyorum ki, sırf ben istifa etmeyeyim diye Casusluk davasını ortadan kaldıracaklardı. Ama içerde uzun zamandır tutuklu olan 40-50 kişi vardı. Onlara ne diyeceklerdi? Tutukluluklarının hesabını nasıl vereceklerdi? Bunun için davayı açmaya mecbur kaldılar. Bunlar benim değerlendirmelerim.

İSTİFAMI TEK ŞARTLA GERİ ALIRDIM

Bana dediler ki, bizden ne istiyorsun dilekçeni geri almak için. Bunu bana Kuvvet Komutanı söylüyor, ama eminim ki bunu bana daha yukarılardan soruyorlar. "İstifadan vazgeçmek için ne istersin" diyorlar. Çünkü, bu; hükümet içinde ve özellikle TSK'nın içinde çatlak gibi düşünülüyor. Bakın dedim, bütün yargılananlar tutuksuz yargılanacak diyeceksiniz. Hayır. Hepsini af edeceğiz, af çıkaracağız diyeceksiniz. Hayır. Bir tek şey diyeceksiniz: Biz hata yapmışız. Bütün davalar düşecek.

DOLMABAHÇE'DE 55 DAKİKA

Başbakan benimle görüşmek istemiş. Başbakan ile hem şehriyiz biliyorsunuz. Ben de aslen Rizeli'yim. Sağolsun kendisi ile askeri ortamlarda bir araya geldiğimizde annemin bile hatırını soran bir insan. Aynı mahallenin, aynı sokağın havasını koklamış insanlarız. Ama bu devlet işi, kendisini yanıltabilirler. Dostluk başka, alışveriş başka. Ben Allah'a da hesap vereceğim. Bunun sorumluluğu da omuzlarimda. Dolmabahçe'ye çağnldım. 25 veya 26 Ocak. İstifamı verişimden birkaç gün sonra. Giyindim resmi elbiselerimi. O sırada biri telefon etti, ismi lazım değil. "Aman efendim sivil elbise ile gidin, basın sizi görmesin" dedi. Kimi kimden gizliyorsunuz. Neyse sivil gittim. Başbakan ile 55 dakika görüştük. Başbakan'a orada herşeyi anlattım. 5 yaşından 60 yaşına kadar nasil idealist bir şekilde yaşadığımı söyledim. Şimdi “Siz bana istifanı geri al diyorsunuz, bu bana Tetiği Çek anlamına gelir” dedim. “Ama bu insanlarin başına gelenleri düzeltin, ben köşemden sizin sağlığınıza dua edeyim” dedim. Başbakan iyi niyetle beni istifadan vazgeçirmek istedi. "MİT Müsteşarı da zor durumda görüyorsun” dedi. “Yargıyı görüyorsun vb.” dedi.

EMEKLİ OLDUKTAN SONRA KİRADA OTURDUM

İstifa ve emekliliğimin onaylandığı 28 Ocak 2013 günü, Deniz Kuvvetlerinin tüm birliklerine bir veda mesaji gönderdim. Saat 17.15'te. O saat o dakika güneşin batım vaktidir. Benim için de meslekte güneşin bakma vakti gelmişti. Ertesi gün devir teslim töreni yaptım. Personeli sinema salonunda topladım. Vedalaştım. Bu arada, kızımın okulunu tamamlaması için bir süreliğine Izmit’te ev kiraladım. Herhalde emekli olduktan sonra kirada oturan ilk oramiral benim.

DARBEYİ YARGILAYORLARSA KARACILAR NEREDE ?

Dün ( 24 Ekim 2013) tekrar hapsihaneye silah arkadaşlarımı ziyarete gittim. İçim sızladı. Arkadaşlarım içerdeyken ben nasıl Deniz Kuvvetleri Komutanı olacaktım! Kimse bana, Balyoz/ Darbe davasında, neden 140 kişi Deniz Kuvvetleri'nden, 40 kişi Kara kuvvetlerinden mahkum olmuş anlatamaz. Bunu ilk 28 Eylül 2012 tarihinden itibaren Deniz Kuvvetleri Komutanı'na da, Genelkurmay Başkanı'na da , Başbakan'a da söyledim. Türkiye'nin başına bu belaları getirenlere sesini çıkarmayanlar, şimdi nifak sokuyorlar diyebiliyor. Benim dediğim şu; "Balyoz, Ergenekon, Kafes , Amirallere suikast vb. tüm davalara bakın, sadece askerler için demiyorum, siviller de dahil. Kesinlikle tüm davaların çürük olduğunu anlamak için iki tane gerekçe hazır diyorum. Bir: Darbe olacaksa 140 Denizciye 40 Karacı olmaz. İki: Türkiye'nin hiçbir kurumundan bu kadar yüksek oranda, hele Deniz Kuvvetleri'nden 100 küsür casus çıkmaz. Bu iki iddia bile tüm davaların nasıl kurgu, nasıl yalan olduğunu ortaya koyuyor. Ben bunu olayın çarpıklığını anlatmak için, tüm davaların gerçek olmadığını vurgulamak için söylüyorum.

ÇOK SADIK OLANLARDAN KORKACAKSINIZ

Bakın sadık olmak iyidir de, çok sadık olmak iyi değildir. Bakın ben sadık bir insanım. Beni bir göreve getirirler, sadakatla çalışırım son dakikaya kadar, Komutanlarıma/ Amirlerime inandığım bütün doğruları hiç birşey gizlemeden söylerim ve emirlerini uygularım. Ama Saygımı/ sadakatimi kaybettiğim anda “Allahaısmarladık” derim. Kalmam görevde. Ama sen beni bir şekilde hakkım olmadığı halde bir yerlere getirmiş isen, ben sana çok sadık olurum. Mecburum çünkü çok sadık olmaya. Çünkü her şeyimi sana borçlu olurum. Onun için çok sadık olanlardan korkacaksınız.

GENELKURMAY BAŞKANI PERSONELİNE SAHİP ÇIKMIIYOR

Ben diyorum ki, Genelkurmay Başkanı tüm personeline olduğu gibi, Deniz Kuvvetleri personeline de sahip çıkmalı. Çıkmadığına göre demek ki onların suçlu olduğuna inanıyor. Genelkurmay Başkanı personeline sahip çıkacağına yukarıya sahip çıkıyor. Komutan lider olursa komutan olur, aksi halde kendi emreder, kendi uygular. Genelkurmay Başkanı şimdi ben kamu görevlisiyim diyor. Benim bildiğim Komutanlar, gerektiğinde "ölmeyi emreder"ler. O halde ben de teklif ediyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri'nde "komutan" kelimesini kaldırsınlar artık. Emniyet teskilatinda olduğu gibi, birbirlerine "amirim" desinler, "Komutanım" demesinler.

GENELKURMAY ÇOK HATA YAPTI

Bana göre, Genelkurmay çok hatalar yaptı. Silahlı Kuvvetler hakkında bir çok aşağılayıcı şeyler söyleniyor, ama Genelkurmay susuyor. Adamın gözünü bağla, kapat. Sonra geç boks yaptır. Genelkurmay Baskanı Başbakan'a anlatmalıydı. Ben, Genelkurmay'ın Basına konuşmasına karşıyım. Ama siz konuşmazsanız, Amiriniz sizin yerinize konuşacak. Şimdi gazeteler sürekli yazıyor, 1 Mayıs katliamını askerler yapmıştır, 12 Eylül ortamını askerler hazırlamıştır, cami bombalayacaklarmış vb. O zaman gideceksin Başbakan'a diyeceksin ki, "Başbakanım bu olmaz, asker cami bombalamaz". Başbakan da susuyorsa, şüpheleneceksin artık, demek ki sana güvenmiyor. Genelkurmay ırım  kırım ediyor. Sen açık açık izah etmezsen insanlara, ırım kırım edersen adamların amacına hizmet etmiş olursun. Adamların amacı zaten TSK'yı aşağılamak.

AMAÇ TSK'YI BİTİRMEK

Bizi bu hale getirenlere “X Mafya Grubu” diyorum. Gizli-Organize-Suc Örgütü. Bana göre en tehlikeli özellikleri de "Allah'tan korkmuyor olmalarıdır”. Ben hem bunları, hem de bu duruma sessiz kalan yetkilileri ve ilgilileri protesto ediyorum. Türk Deniz Kuvvetlerinin gelecek 50 yılı çalınmıştır. Bu belgeler nerden çıkıyor diye kimse sormuyor. Sorulacak soruların hiçbirini kimse sormuyor. Emekli Orgeneral Çetin Doğan diyor ki, "Komutan benim, beni yargılayın; madem suç görüyorsanız beni yargılayın"diyor. Ama kimsenin işine gelmiyor. Amaç suçu bulmak ve suçluyu cezalandırmak değil ki. Amaç TSK'yı bitirmek. Neden Teğmen'inden Orgeneraline/ Oramiraline kadar herkesi yargılıyorlar. Baştaki 5 kişiyi yargılasalardı. Problem olmaz, TSK da itibar kaybetmezdi.

SAVCI BANA ŞANTAJ YAPTI

İzmir'deki askeri casusluk iddianamesinde beni mağdur olarak yazmışlar. Güya Kızımın odasına gizli kamera koymuşlar, aslında telefonunuzu dinledik diyemiyorlar. İddianameye öyle yazmışlar ya. Ne olursa olsun, önemli değil. Böyle bir şey olsa da önemli değil. Bunlar bana ve eşime de olmadık şeyler söyleyebilirler. Söyledikleri gerçek de olsa, hiç önemli değil. Bana şantaj yapamazlar. Bana esas şantajı kim yaptı biliyor musunuz? Bana şantajı Savcı yaptı. Bana şantajı yapacaklar ne diyeceklerdi? Bak elimizde böyle bir kaset var diyeceklerdi. Dediklerimizi yap, yoksa kaseti ortaya çıkartırız diyeceklerdi. Şantaj böyle olmaz mı? İddianameyi hazırlayan Savcı ahlaksız ifadelerin yanına kızımın adını açık açık yazdı. Kızım 14 yaşında, o tarihte. Açık açık yazıyorsun. Şimdi burada şantajı kim yapmış oluyor? Bunlar bizleri geri zekalı mı zannediyorlar!

X MAFYA GRUBU İNSANLARI BİRBİRİNE VURDURTACAKTI

X Mafya Grubu; benim Amiral arkadaşıma diyor ki: “Sekreteri ile ilişkisi var”. Sekreter de, Amiralin gemisinde çalışan bir yüzbaşının eşi. Gerçek olmayan bu ifadeleri kullanmak nasıl bir söylem? Birbirlerini mi vurdurtmaya çalışıyorsunuz insanları? Bunlar vicdansız. Bunların vicdansız olmasını normal karşılıyorum. Ama sesini çıkartmayan kendi adamlarıma kızıyorum. Böyle şeylere nasıl sessiz kalırsın sen. MİT Müsteşarının ayağına basınca hemen tedbir alıyorsunuz. Bunlarda neden sessiz kalıyorsunuz?

TEK RÜTBEM KALDI O DA ŞEHADET

Benim bir tek rütbem kaldı. Şehadat rütbesi. En ufak bir korkum yok. Beni ortadan kaldirabilirler. Hapiste olan silah arkadaşlarımı ve Komutanlarımı kanımın son damlasına kadar savunacağım.

Bana diyorlar ki istifa etmeseydin, mücadele etseydin. Bana yasa dışı hiçbir şey teklif edemezler. Deniz Kuvvetleri Komutanı olsaydım kime karşı mücadele edecektim? Komutanıma ve hükümete karşı mı mücadele edecektim? Onlar beni dinlemiyorlar. Havlu attım. Hayatımda ilk kez havlu attım. Kimle mücadele edeceğim? Ha ortada bu işleri yapan birileri, bu komploları hazırlayan X Mafya Grubu var. Görevdeyken onlarla benim direkt mücadele edecek durumum yok ki. Demokrasinin olmazsa olmazları Muhalefet ve Medya yandaş olmuş, İktidarla birlikte el ele gidiyorlar.

IŞIK PAŞAYI TAKDİR EDİYORUM

Işık Paşa'yı takdir ediyorum. Amirlerine durumu anlatmaya çalıştı. Kim amiri? Başbakan. Baktı ki dinlenmiyor, istifa etti. Işık Paşa takdir ettiğim bir insandır.

İLKER BAŞBUĞ KOZMİK ODA KONUSUNDA HATALI

Bir askerin kozmik bürosuna girebilirler mi ? Orgeneral İlker Başbuğ'un anında istifa etmesi gerekirdi. Anında. Büyük hata yapmıştır. Ben karşı gelsin demiyorum. Bir asker Genelkurmay Başkanı, Başbakan'ın emrindedir. Kesinlikle emrindedir. Ama sen bana güvenmiyorsun, Genelkurmay Başkanı olarak, 35-40 yaşındaki Hakime güveniyorsun. Nasıl? Bilemiyorum. Lafını dinletemiyorsan, bırakıp gideceksin. Yoksa kimse sana saygı duymaz. Sen emir verdim zannedersin. Kendin emir verir, kendin dinlersin. Öl dersin, insanlar ölmez.

DEVLETİN OLANAKLARI İLE RİSK ALINMAZ

Ülkeyi idare eden hiç kimse ülkenin kötülüğünü istemez. Ancak öyle bir politika uygulanır ki, yanlış yöne gider. Şimdi gördüğüm kadarı ile herkes ile kavgalıyız. Şimdi Davutoğlu'nun kötü bir niyeti mi var? Yok. Ama Hükümet yanlış politika uyguluyor. Sen şimdi kendi paran kendi servetin ile riske gir. Sen devlet ile riske giriyorsun. Devletin olanaklari ile risk olmaz.

ŞİİLERE KARŞI SUNNİLERİ DESTEKLİYORUZ

Tüm operasyonların ana amacı Büyük Ortadağu Projesi'dir. Bölgenin şekillendirilmesi. ABD bunu açık açık ilan etti zaten. Bunda gizli saklı birşey yok. Küresel güçler bölgeyi şekillendirirken, Süper Gücün bir takım amaçları var, Türkiye'yi yönetenlerin de bazı amaçları var. Burada önemli olan, sizin çıkarlarınızla Süper Gücün çıkarlarının aynı parallelikte gitmesidir. Bunda bir problem yoktur.

Büyük Ortadoğu Projesinin ana felsefesi nedir? Bana göre; Özerk Kurdistan ve Şiilere karşı Sünni bir kuşak yaratmaktır.

İran'a karşı sünni kuşak yaratıyoruz. Suriye'deki azınlık dediğimiz aleviler devrilsin, çoğunluk olan sünniler geçsin başa diye uğraşıyoruz. Amaç paralel. Tunus'ta da. Mısır'da da aynı. Biz neden destekliyoruz? Hepsi sünni olduğu için destekliyoruz.

Bu felsefenin uygulanabilmesi icin Turkiye’de yapılan operasyonun askeri hedefi de, Silahlı Kuvvetlerin demokratik kontrolü kapsamında, siyasilerin hareket serbestisinin arttırılması ve bunun için de TSK'nin susturulmasıdır. Bu benim değerlendirmemdir.

ABD TEREDDÜTTE

ABD tabi ki Süper Güç, tabi ki kendi çıkarlarına hizmet edecek, tabi ki buna büyük saygı duyuyorum. Ama son zamanlarda gördüler ki, sünni kuşak da şiiler kadar tehlikeli olabiliyor. O yüzden ABD şu anda biraz tereddüt ediyor, diye düşünüyorum. Her türlü dinin radikalizmi tehlikelidir. Dini radikalizm ne yapar biliyor musunuz? Siz kendinize çok iyi bir Müslümanım dersiniz (Hristiyanlarda da aynı şey geçerli); adamı öldürürsünüz, ciğerini de yersiniz, bunu da inanarak yaparsınız. Veya Halife olursunuz, 21 tane cenazeyi peş peşe gönderirsiniz. Ben bunları Allah için, din için yaptım dersiniz. Tabi bunlar Allah katında inandırıcı değil. Dolayısı ile dini radikalizm çok tehlikelidir.

TÜRKİYE'NİN BÖLGESEL GÜÇ OLMASI ENGELLENDİ

Şimdi gelelim Türkiye'deki Operasyonun sonuçlarına. Oldukça güçlü olan Türk Donanması zayıflatılarak, Türkiye'nin Genişletilmiş Bölgesel güç olması engellenmistir. Akdeniz, Pasifik ve Hint Okyanusu'nu da kapsayan bir çevrede, Türkiye; ancak, Donanması ile etkili olabilir. Eğer Donanmanız yoksa, oturur Kara Kuvvetleri ile birlikte kendi sınırlarınız içinde piknik yaparsınız. Siz bunlarla başka maksatla işbirliği yaparken, sizin Donanmanızı çökerttiler. Demek ki ortada yanlış bir politika var. Aslında küresel güçler, Türkiye'nin, donanmasını ortadan kaldırarak Genişletilmiş Bölgesel Güç olmasını engelliyor. Hükümet düşünsün. Uygulanan politikalarla ne hale gelindiğini düşünsün.

TÜRK SAVUNMA SANAYİNE DARBE VURULDU

Türkiye'deki Operasyonun ikinci sonucu, Deniz Kuvvetleri'ndeki teknolojik atılımların engellenerek, Türk savunma sanayine darbe vurulmasıdır. Bu darbedir. Ne hava, ne kara’yadır. Darbe esasen Deniz Kuvvetleri'nedir. Yok tank yapıyormuşuz, yok uçak yapıyormuşuz. Millilik oranı yüzde 5-10'u geçmez bunlarda. Biz de 40 senedir harp gemisi yapıyoruz, yerlilik oranı düşük. Ama Türk Deniz Kuvvetleri son yıllarda atılım içerisinde. Bunda son 50 yılın emeği ve birikimi var. Başarılı Subaylarımız Donanmada 3-5 yıl çalıştıktan sonra yurt dışı üniversitelerde Master, Doktora yapar; sonra döner Tersanelerimizde, Okullarimizda son teknolojik gelişmeleri aktarır. Sayın Başbakan yırtınıyor araba yapalım diye. Türk Deniz Kuvvetleri arabadan belki 1000 misli daha zor Korveti/ MILGEM'i yaptı. Yerlilik oranı yüzde 70’e yakın. Deniz Kuvvetleri yapacağım diyor ve başarıyor. Deniz Kuvvetleri savunma sanayinde lokomotiflik yaptı. Siz bitirdiniz, bunların çoğuna casus dediniz, mahkum ettiniz. Özellikle Askeri Tersanalerimizde ve Türkiye'nin en iyi Arastirma Merkezindeki mühendisler hedef alındı. Geri kalana da, kaçın gidin dediniz, sizin de başınız belaya girecek dediniz. Bu vicdanların alamayacağı birşey. Benim bunları Milletime söylemem lazım. Yere göğe sığdıramayacağın, pohpohlayacağın adamlara, casus diyorsun. Türk Deniz Kuvvetlerine ve dolayısıyla Türkiye'ye yapılan kötülüklerin boyutlarını kimse bilmiyor.

1 MART KRİZİNİN FATURASI

Türkiye'deki operasyonun üçüncü sonucu 1 Mart krizinin faturasının Deniz Kuvvetleri'ne kesilmesidir. ABD'lileri aylarca denizde dolaştırıyorsun. Adamlara ümit veriyorsun. Adam bunun intikamını alıyor. Bunu TSK'ya yıktılar. TSK da Deniz Kuvvetleri'ne yıktı.

TSK'nin DİSİPLİNİNİN ORTADAN KALDIRILMASI

Bence Türkiye'de yapılan operasyonun en önemli sonucu, 1000'lerce yıllık Türk Ordusuna özgü disiplinin zaafa uğratılmasıdır. Artik astlar, Komutanın verdiği emirleri sorgulayacak, teğmen de orgeneral/ oramiral de ayni cezayı alıyor, sorumluluklarımız aynı, bu emir belki kanunsuz olabilir diyecek, ast üst arasında sevgi/ saygı kalmayacaktır.

DENİZ KUVVETLERİNE YETERİNCE SIZAMADIKLARI İÇİN HEDEF YAPTILAR

Sonuç olarak; siyasilerin hareket serbestisini arttırmak için, korku salınarak, TSK susturuldu. "TSK sussun ki, biz rahat hareket edelim" dendi. X Mafya Grubunun, daha önce, Deniz Kuvvetlerine yeterince sızamamış olması, Deniz Kuvvetleri'ni hedef yaptı. Söz konusu Mafya Grubu, Emniyete sızmış, Yargıya sızmış. Büyük Resim diyor ki TSK'ya da kısmen sızmış.Yeterince sızamadıkları Deniz Kuvvetlerini dağıtmak zorundaydılar.

Türkiye'yi dönüştürürken Türk Silahlı Kuvvetleri'nden destek gerekiyordu. Bu destek ihtiyacını en kolay nasıl sağlayabilirsiniz???

KARA KUVVETLERİNDE 1500 KİŞİ CEZA ALSAYDI, NECDET ÖZEL YERİNDE KALABİLİR MİYDİ ?

Simdi soruyorum size, “Eğer Balyoz Darbe Planı gerçek olsaydı, Kara Kuvvetleri'nden 40 kişi yerine 750-1500 kişi mahkum olacaktı; bu durumda, Genelkurmay Başkanı görevde kalabilir miydi?”

HÜKÜMET/ MUHALEFET/ TBMM'ne TEKLİFİMDİR

3 yıl evveline kadar olduğu gibi; “Hakim/ Savcıların verdikleri kararlardan doğabilecek tazminatların, devlet yerine, kendileri ve birinci derece akrabaları tarafından ödenmesi için son 5 yılı da kapsayacak şekilde yasal düzenleme yapılması.”


***

28 Ekim 2017 Cumartesi

ERBAKAN DÖNEMİNDE ÇEKİLME KARARI ALDIK

ERBAKAN DÖNEMİNDE ÇEKİLME KARARI ALDIK,


Cemil Bayık: Erbakan PKK'ya 

14.08.2013 - 10:27
 

3 Mektup Yolladı


PKK'nın Kandil'deki lideri Cemil Bayık, Necmettin Erbakan'ın PKK'ya 3 mektup gönderdiğini açıkladı.

 Cemil Bayık: Erbakan PKK'ya 3 mektup yolladı






Milliyet'ten Mithat Sancar'a konuşan Cemil Bayık, geçmişte yaşanan PKK ile pazarlık süreçleriyle ilgili konuştu. Necmettin Erbakan'ın PKK'ya 3 mektup yolladığını duyuran Bayık, ayrıca PKK'nın bundan önce 2 kez daha çekilme kararı aldığını açıkladı.

"ERBAKAN DÖNEMİNDE ÇEKİLME KARARI ALDIK"

İşte Cemil Bayık'ın ifadeleri:
Bundan önce iki kere geri çekilme kararı aldık. İlki, Erbakan iktidara geldiğinde, yani 1996'da oldu. Erbakan, Kürt meselesi çözülmeden Türkiye'nin ilerleyemeyeceğini ve çok önemli sorunlarla karşılaşacağını çok iyi görmüş ve kavramıştı.

"MUTLAKA BİR ŞEY YAPMAK İSTİYORDU"

Bu meselenin mutlaka çözülmesi gerektiğine inanıyordu. Ama bir yandan da korkuyordu. Çünkü o güne kadar kim Kürt sorununu çözmek istediyse, bunu hayatıyla ödemişti. Erbakan, mutlaka bir şeyler yapmak istiyordu.

SURİYE ARACILIĞIYLA 3 MEKTUP YOLLADI

Erbakan, Suriye Devleti üzerinden üç tane mektup gönderdi. Biz de, aynı şekilde Suriye devleti üzerinden Erbakan'a cevaben mektup gönderdik. Bu girişimi çeşitli güçler fark ettiler ve engellemek için harekete geçtiler.

O BOMBANIN ASIL NEDENİ BUYDU

1996'da 6 Mayıs'ta Şam'da Öcalan'ı imha etmek için patlatılan o büyük bombanın esas nedeni buydu. Süreci sabote etmek, savaşı daha da derinleştirmek, amaç buydu.
Amacımız, Kürt sorununun demokratik siyasal yöntemle çözülmesidir. Bu süreci de bu çerçevede değerlendiriyoruz. Sürecin ilerlemesi ve başarılı olması için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ama bu sadece bize bağlı değil. Hükümetin de aynı anlayışla hareket etmesi lazım.

28 ŞUBAT DA BU YÜZDEN OLDU

Cemil Bayık, "28 Şubat'ın bir nedeni de bu muydu?" sorusuna çarpıcı bir yanıt veriyor ve şöyle diyor:
Elbette, bir nedeni değil, esas nedeni buydu. Burada birçok güç var. Bizim mücadelemiz üzerinden siyaset yapan, bundan çıkar elde etmek isteyen birçok güç var. Bunlar önlemek istediler çözüm girişimini.
O zaman şunu tartıştık. Madem Erbakan sorunu çözmek istiyor, bu çok önemli. O zaman, silahlı güçlerimizi Türkiye sınırlarının dışına çıkarmayı çok ciddi olarak tartıştık. Böylece Erbakan'ın eli güçlenebilir, daha cesur adımlar atabilir, diye düşündük. Ama ne uluslararası alanda çözümden yana güçler vardı, ne de Türkiye toplumunda. Bu şartlarda bizim tek yanlı bir şekilde mesafe almamız mümkün görünmedi bize. Geri çekilme kararını bu nedenle uygulayamadık.
***

Kırılgan/Başarısız Devletler Endeksi 2017 ve Türkiye


Kırılgan/Başarısız Devletler Endeksi 2017 ve Türkiye 


(E)Tuğg.Doç.Dr. Oktay BİNGÖL
Merkez Strateji EnstitüsüGüncel Değerlendirme

   “Fund For Peace” isimli düşünce kuruluşunun “2017 Yılı Kırılgan/Başarısız Devletler Endeksi” (Fragile States Index 2017) Mayıs 2017’de yayımlanmıştır.1 Türkiye 178 ülke arasında en kırılgan 64’üncü sırada yer almıştır (Sayılar küçüldükçe kırılganlık/başarısızlık artmaktadır). Türkiye, durumu bir önceki yıla göre en çok kötüleşen ülkedir. 

Fund For Peace’in Endeksi; 

Ekonomik, siyasal, sosyal ve güvenlik boyutlarında tespit edilmiş 12 ölçüt esas alınarak yıllık olarak yayımlanmakta, uluslararası akademik çalışmalarda, batı ülkelerinin dış politika ve dış yatırım kararlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Veriler 1 Ocak 2016 ile 31 Aralık 2016 tarihleri arasını kapsamaktadır. 2017 yılı olayları ve gelişmeleri rapora dâhil edilmemiştir. 

Ölçütler; Demografik baskılar, mülteciler ve yerlerinden edilenler, toplumdaki farklı grupların şikâyetleri, insan göçü, ekonomik kötüleşme, devletin meşruiyet kaybetmesi, kamusal hizmetlerin sunumu, insan hakları, güvenlik örgütlerinin yeterliliği, seçkinlerin kutuplaşması ve dış müdahaleye açıklık olarak belirlenmiştir. Ülkeler bu ölçütler dikkate alınarak Dünya Bankası, IMF, BM Kalkınma Programı, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi uluslararası saygınlığı bulunan kurumlar dâhil olmak üzere farklı kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında değerlendirilmektedir. Başarısız Devletler Endeksi 2017’de 178 ülke, başarısızlık ve kırılganlıktan, istikrar ve dayanıklılığa doğru 12 kategoride sıralanmıştır; birinci kategoride çok yüksek alarm verenler, sonuncusunda ise çok dayanıklı ülkeler yer almaktadır. En istikrarlı 15 ülkenin içinde Kuzey Avrupa ülkeleri çoğunlukta bulunmaktadır 

(Tablo-1). 

Tablo-1: En istikrarlı 15 ülke 

Sıralama     Ülke Sıralama    Ülke 
1 Finlandiya 
2 Norveç 
3 İsviçre 
4 Danimarka 
5 İsveç 
6 Avustralya 
7 İrlanda 
8 İzlanda 
Kanada 
10 Yeni Zelanda 
11 Lüksemburg 
12 Hollanda 
13 Avusturya
14 Almanya 
15 Portekiz 

Merkez Strateji Enstitüsü

Güncel Değerlendirme - 2 - 

Endeksin yüksek ikaz ve çok yüksek ikaz veren 15 ülkesi Tablo-2’de sunulmaktadır. 

Tablo-2: En kırılgan/başarısız 15 ülke (En kötü durumdan başlayarak sıralanmaktadır) 

Sıralama Ülke Sıralama Ülke 
1 Güney Sudan
2 Somali  
3 Orta Afrika Cumhuriyeti 
4 Yemen 
5 Suriye 
6 Sudan  
7 Demokratik Kongo 
8 Çad  
9 Afganistan 
10 Irak
11 Haiti 
12 Gine 
13 Zimbabve 
14 Nijerya
15 Etiyopya ,


Türkiye Beşinci gruptaki yüksek ikaz veren ülkelerin içerisinde; Tanzanya, Senegal, Laos, Sierra Leona, Zambia, Burkina Faso, Madagaskar, İran, Papua Yeni Gine, Cibuti, Gambia vb. ülkelerle bir arada bulunmaktadır. 
Avrupa ülkelerinin tamamı Türkiye’den başarılı durumdadır. 
Yunanistan istikrarlı ülkeler arasında 127’nci sırada yer almaktadır ve Türkiye ile arasında 63 basamak vardır. 

Türkiye 2006’da 82’nci basamakta ve tehlike yaşayan ülke idi, 2015’e kadar 80-90 aralığında ve ortalarda bir yerde kaldı. 
2016 endeksinde 79’uncu, bu yıl ise 64’üncü sıraya düşerek, durumu 2015’e kadar 25 basamak kötüleşmiştir (Tablo-3). 

2 Tablo-3: 

Türkiye’nin son on yılda kırılganlık durumu Yıl Sıralama Yıl Sıralama Yıl Sıralama 

2006 82/178 
2007 91/178 
2008 92/178 
2009 85/178
2010 89/178
2011 95/178 
2012 85/178
2013 86/178 
2014 93/178
2015 89/178 
2016 79/178 
2017 64/178 

Türkiye’nin son iki yılda artan bir şekilde kırılganlaşmasının nedenlerinin birçoğu Rapor’da yer almaktadır. İçte artan kutuplaşma ve demokrasiden sapmalar, dışta sorunlu dış politika sonuçları ana nedenler olarak öne çıkmaktadır. 

http://merkezstrateji.com/assets/media/170622-bingoel-basarisiz-devletler.pdf


***

DÜNYANIN EN BÜYÜK MÜLTECİ KAMPI DADAAB MÜLTECİ KAMPI - KAPANIYOR


DÜNYANIN EN BÜYÜK MÜLTECİ KAMPI  DADAAB MÜLTECİ KAMPI  - KAPANIYOR


Kenya Dışişleri Bakanı Muhammed, dünyanın en büyük mülteci kampı kabul edilen Dadaab'ın kapatılması konusunda BM'nin desteğini 
aldıklarını iddia etti.

16 Haziran 2016 Perşembe 21:10



Kenya Dışişleri Bakanı Amina Muhammed, dünyanın en büyük mülteci kampı kabul edilen Dadaab'ın kapatılması ve Somalili mültecilerin 
evlerine geri gönderilmesi konusunda Birleşmiş Milletler'in (BM) desteğini aldıklarını iddia etti.

Muhammed, Avrupa Gelişim Günleri'ne katılmak üzere gittiği Brüksel'de gazetecilere yaptığı açıklamada, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun'un,
 Kenya Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta ile görüştüğünü ve kampta yaşayan yaklaşık 300 bin Somalilinin ülkelerine güvenli bir şekilde 
dönmeleri için gereken fonun sağlanmasına yardımcı olmayı kabul ettiğini ileri sürdü.

KAMPTAN GÖRÜNTÜLER,






Muhammed, "Dadaab kampının kapatılacağı, uluslararası kabul edilen bir gerçek ve mülteciler bu duruma karşı olmadıklarını söylüyor." 
dedi.

Amina Muhammed, Ban'ın, "Kenya'nın mülteci kampını kapatma kararını anladığını" söylediğini de savundu.












Avrupa Birliği'nin, Afrika Birliği Somali Misyonu (AMISOM) için ayrılan fonları yüzde 20 azaltacağını duyurmasının ardından Kenyatta'nın  BM Genel Sekreteri'ne, AMISOM için öngörülebilir, yeterli ve sürdürülebilir finansmana acil ihtiyaç olduğunu söylediği öne sürüldü.

Ban Ki-mun, Katar'ın başkenti Doha'da nisan ayında gerçekleştirilen BM 13. Suçun Önlenmesi ve Ceza Adaleti Kurultayı'nda, Kenya'nın,  ülkesindeki Dadaab Mülteci Kampı'nı Somali içinde bir yere taşıması için BM'ye başvurmasıyla ilgili soruya karşılık, "Dadaab, Somalili ve  Kuzey Sudanlı 350 bin kadar mültecinin barındığı dünyanın en büyük mülteci kampı. Dünya çapında 15 milyon kadar mülteci bulunuyor. 
Bu kadar çok insanın acı çekmesi gerçekten üzücü ve trajik. Kampın yerinin değiştirilmesiyle ilgili haberleri okudum, ancak Kenya hükümetinden henüz resmi bir talep almadık. Dadaab kampının sonsuza kadar açık kalmasını tabii ki beklemiyoruz. 
Bizler tüm mültecilerin kendi evlerine dönmesini amaçlıyoruz, ancak gerçekler böyle değil." cevabını vermişti.

Kenya yönetimi, 6 Mayıs'ta 600 binden fazla mültecinin barındığı Dadaab kampında Eş-Şebab terör örgütü üyelerinin yuvalandığı gerekçesiyle kampı kapatacağını duyurmuştu.

İnsan hakları örgütleri ve BM, Kenya'dan kararını tekrar gözden geçirmesini istemişti.

http://www.trthaber.com/haber/dunya/dunyanin-en-buyuk-multeci-kampi-dadaab-kapaniyor-256627.html

***

27 Ekim 2017 Cuma

GAMBİYA'DA KURGULANAN DARBE VE TÜRKİYE BENZERLİĞİ: ÜST AKIL GAMBİYA'DAN SONRA TÜRKİYE'Yİ Mİ KUŞATACAK?

Ulusal Güvenlik ve Strateji


Posted: 15 Feb 2017 02:45 AM PST

Ülkeler ve coğrafyalar farklıda olsalar dünya sisteminin işleyiş mekanizması her yerde aynıdır. Sistemlerin istenmeyen adam ilan ettikleri kişiler benzer yöntemlerle bir şekilde tasfiye edilirler. İran ve Şili birbirlerine oldukça uzak ve farklı ülkelerdir. Fakat Musaddık ve Allende’ın tasfiyeleri aynı merkezin ürünleridir. Kongo ve Abd’de oldukça farklıdır. Fakat birinde bir komünist başkan askerlerce yönetimden devrilirken, diğerinde Katolik ve dindar bir başkan suikastle tasfiye edilmiştir.

Kongo'yu Millileştirmeye çalışan Lumumba askerler tarafından derdest ediliyor



Sovyetler ile temas kurup Vietnam savaşını sonlandırmaktan taraf Abd Başkanı Kennedy Pentagon Cia tertibi suikastla tasfiye edilmişti.

                                                

Bu örnekleri çoğaltabileceğimiz gibi birbirlerinden oldukça farklı iki ülke Gambiya ve Türkiye’deki gelişmeleri yakinen inceleyecek benzerliklerini tahlil edeceğiz. Böylelikle Türkiye’ye çizilmek istenen rota hususunda doyurucu bir çıkarım yapabileceğiz. 18. ve 19. Yüzyılda Gambiya Abd’nin arka bahçesiydi. 3 milyondan fazla siyahi köle olarak Abd’ye taşındı. Bu dönemde Sierra Leone Valisi hakimiyeti altındaki topraklara dahil edilen Gambiya, Fransa sömürgesi Senegal ile komşu vaziyette Batı sömürgesinin parçasıydı. Gambiya 1965’te bağımsızlığını kazandı fakat sömürgeleşen bu coğrafyada Batılı güçlerin tesirinde olmaya devam etti.

1994’te devlet başkanı olan Yahya Jammeh ile millileşme adımları atan Gambiya bu dönemden itibaren batının tepkisini çekmeye başladı ve Jammeh’i tasfiye operasyonu adım adım uygulamaya koyuldu. İlk operasyon 30 Aralık 2014’te Jammeh yurtdışı ziyaretindeyken gerçekleştirildi. Askerlerin arasında olan bir grup silahlı militan Başkanlık sarayını basarak darbe girişiminde bulundu. Ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı ve Jammeh ülkeye döndüğünde darbecileri teşhir ederek Abd ve İngiltere’yi işaret etti. Zaten saldırıda kullanılan silahlarda Abd ürünüydü.  Darbe girişimi atlatıldıktan sonra Aralık 2015’te Jammeh İslam Devletini ilan ederek bu tarihten sonraki uygulamalarıyla adeta batıya karşı siyasi ve ekonomik bir savaş açtı. Batı ile bütün iplerin kopartıldığı dönemde küresel odaklar düğmeye bastı ve ülkede sözde laik bir yönetimin iktidara getirilmesi için toplumsal grupları atomize etti. Medya ordu ve muhalefetin kampanyaları akabinde Avrupa Birliği de ekonomik yardımları durdurdu. Böylece bu baskı altında bir seçim dayatılmış oldu. Jammeh’in karşısına Adama Barrow adlı siyasetle ilgisi bulunmayan bir gayrimenkulcü çıkartıldı. Ülkedeki neredeyse tüm muhalif partilerin aynı ittifak içinde yer aldığı atmosferde ‘’çatı aday’’ Barrow oyların yüzde 45’ini alarak seçimi kazandı. Jammeh bunun bir kumpas olduğunu öne sürerek neticeyi kabul etmedi.  Zaten seçimlerede şaibe bulaşmıştı. Seçim komisyonu tarafından ilan edilen ilk netice oyların hatalı sayıldığı gerekçesiyle yeniden sayılmaya başlandı ve ilan edilen yeni sonuçlar öncesine göre oldukça farklıydı. Ülkedeki kaosu işaret eden muhalif cephe ise Barrow’u kurtarıcı olarak lanse etti ve bütün bunların bir dayatma olduğunu öne süren Jammeh görevi bırakmayı reddederek 90 günlük olağanüstü hal ilan etti.  Bu tablo gösteriyorduki iç muhalif cephe yetersiz kalmıştı. Bunun üzerine umulmadık bir plan hazırlandı ve buna göre Fransız sömürgesi Senegal Jammeh’in görevi bırakmaması durumunda askeri müdahalede bulunacağını duyurdu. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra Gambiya işgal edildi. Barrow devlet başkanı ilan edildi. Zaten Barrow’da uzun yıllar Senegal’de yaşamıştı. Jammeh bu gelişmelerden sonra Gine’ye sürgün edildi. Bugüne baktığımızda ise İngiliz Uluslar Topluluğundan Jammeh zamanında ayrılan Gambiya’nın yeniden topluluğa dönme kararını aldığını görüyoruz. Buraya kadar izah edilen Gambiya yakın siyasi tarihi ile alakalı bir gelişmeydi. Her ne kadar coğrafya ve kültürler farklıda olsa siyasi tatbiklerin aslında ne kadarda benzer olduğunu görmek için Türkiye örneğini incelemek yerinde olacaktır.

Jammeh’e karşı ilk darbe girişimi o yurtdışı gezisindeyken olmuştu. Türkiye’de ise dönemin başbakanını tutuklatmaya yönelik girişim 2012’de Mit müsteşarının ifadeye çağrılmasıyla başbakanın  ameliyat gününe denk getirilmişti. Yurtdışı gezisi, hastalık, sağlık sorunları gibi evrelerde müdahale batı merkezli küresel stratejilerin bilindik uygulamalarıdır. Gambiya’daki siyasi süreçle alakalı benzer bir olayda çatı aday meselesidir. Siyasetle ilgisi bulunmayan yabancı pasaportlu Barrow Gambiya halkına kurtarıcı olarak dayatılmıştı. Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de benzer vaka yaşandı. Uzun yıllar yurtdışında yaşamış, siyasetle ilgisi bulunmayan, İngiltere’nin etki ajanı yetiştirme kampı Exeter okulu mezunu bir aday ‘’çatı aday’’ olarak gösterilmiş kurtarıcı olarak sunulmuştu. Neredeyse bütün muhalif partilerin desteklediği bu aday önceki yıllardaki demeçlerinde İran’ın nükleer programlarını savunmuş ve Türk siyasi tarihine ait bir birikimi olmadığını ispatlamıştı. Dış basınında geniş çapta yer verdiği bu aday seçimlerden mağlup olarak ayrılmış ve istenilen senaryo uygulanamamıştı. Gambiya’ya batılı lobilerce uygulanan ekonomik baskının bir örneği Türkiye’de de görülür. 8 Nisan 2016 tarihli Uluslararası Kriz Grubu’nun raporu Türkiye’de ekonomik bir tıkanma ve akabinde siyasi çözülmeyi içeren birtakım senaryoları barındırmaktaydı. Türkiye’nin son dönemde özellikle yerli paradaki ısrarıylada uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu düşürmek suretiyle itibar zedeleme çabalarında bulunmuşlardı. Turizm gelirleride önemli bir payı oluşturduğundan yabancı büyükelçilik ve sosyal medya gruplarının Türkiye’ye gitmeyin çağrıları güvenlik veya tedbirden ziyade ekonomik aşınmayı amaçlıyordu.  Gambiya’da görülen yabancı bir ülkenin sözde istikrar için işgal girişiminin benzeri Türkiye’de de yaşandı. Bir süredir terör sebebiyle Fetö ile ilişkili gazeteci, basın yayın organları Türkiye’ye Nato müdahalesi adlı bir projeyi gündemde oldukça sık tutuyorlardı. 15 Temmuz askeri kalkışmasının yaşandığı günde İngiltere’nin bir askeri birliği Kıbrıs’ta hazır tuttuğu ve vatandaşlarının güvenliğini koruma bahanesiyle müdahalede bulunacağı ortaya çıkmıştı. Neticede Gambiya’daki yabacı askeri müdahale Türkiye’de sadece kağıt üzerinde kalmış oldu.  Jammeh’in nasıl İngiliz Uluslar Topluluğuna sırt çevirdiyse, Türkiye’de uzun süredir Imf’ye sırt çevirmiş bir süredir ise Ab müzakerelerini tartışmaya açmıştı. Bu durumda lobilerin tepkisini çektiğinden Türkiye anti demokratikleşiyor etiketiyle anılmaya başlanmıştı.

Gambiya’nın vaziyetinden yola çıkarak Türkiye’de herhangi bir darbe (7 Şubat, 17/25 Aralık, 31 Mayıs 2013, 15 Temmuz) başarılı olsaydı ilk olarak nelerin uygulamaya koyulabileceğinin yanıtlarını sıralayabiliriz;

. Karar alıcılar sürgün durumuna düşürüleceklerdi.

. Batı tandaslı ekonomik reçeteler yeniden uygulanmaya başlayacaktı.

.Yeni bir iç çatışma başlatılacaktı.

.Kolay yönlendirilebilir bir aktör Türkiye’ye yönetici olarak biçilecekti.

Görüldüğü gibi Gambiya senaryosu ile Türkiye’de yaşanılanlar benzerdir çünkü planlar aynı odakların mamulleridir. Gambiya şunuda göstermiş oldu; Senegal’in işgali hiç beklenmedik bir girişimdi. Yani Türkiye’de beklenen olası darbelerde öncekilerden tamamen farklı olabilecektir. Ayrıca şu da diri bir senaryo olarak Türkiye’nin önünde durmaktadır. Oylanacak Başkanlık tasarısının kabul edilip uygulamaya koyulması akabinde Başkan yardımcıları Başkan yurtdışındayken ona vekalet edebilecek ve Başkan’ın bütün yetkilerine haiz olabilecektir. Hatırlanacağı gibi Jammeh yurtdışındayken bir darbe süreci başlamış ve devam ettirilmişti. Türhiye’nin başkan yardımcılarından birinin orduyla irtibatını kesmemiş emekli ve üst düzey bir general olduğunu düşünelim. Yeni Başkan yurtdışı gezisindeyken, yetkilerine sahip bir general farklı bir darbe girişimine sebebiyet verebilecek adımları atabilir mi? Türkiye coğrafyasının etkin bir gücüdür ve insiyatif alma kapasitesi arttıkça hedef haline gelmektedir. Önümüzdeki süreç tartışmalı vakaların yaşanabileceğinin işaretidir.


24 Ekim 2017 Salı

İngiltere, ABD ve İsrail'in Başkan adayı Gül

İngiltere, ABD ve İsrail'in Başkan adayı Gül,


İngiltere, ABD ve İsrail'in Başkan adayı Gül

Ali Serdar Bolat      23 Ekim 2017

İngiltere, "Geçiş Dönemi" adayı olarak Abdullah Gül'ü seçti.
Önce "Gül risk almaz" diye itiraz eden ABD sonra onaylamış.

"AKP'den oy koparmayı ancak Gül başarır" fikri işlenerek CHP ve 
Akşener ile görüşme yapılıyor.

Görüşmeci kişi, İngilizlerle çalışan bir Amerikalı.

İkinci Ekmeleddin tezgahı bu defa açıktan kuruluyor.


2019 seçim meaisi başladı. Topa ilk giren İngiltere oldu.
İngiltere'nin Orta Doğu için ajan yetiştirdiği Exeter mezunu Gül sahaya sürüldü

Exeter için bakınız:

ABD, İngiltere, İsrail üçlüsü kolları sıvamış durumda.
Ankara ve İstanbul'da çok sayıda "dar toplantı" yapmışlar.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için karargah bile kurulmuş.


Gül sık sık Londra'ya ve Körfez ülkelerine geziler düzenliyor.

Gül ile birlikte Davutoğlu'nun da adı anılıyor.
Ekonominin başına düşünülen isim Ali Babacan.

ABD, İngiltere ve İsrail'in Gül'den beklentileri şunlar:

- PKK ile Açılım sürecine geri dönülmesi
- Fırat Kalkanı bölgesinden ve İdlib'den TSK'nın geriçekilmesi
- Tutuklu HDP'li ve FETÖ'cülerin serbest bırakılması
- İhraç edilen kamu görevlilerinin işe iadesi
- Kıbrıs'ta çözüme evet denilmesi
- Astana sürecinin bitirilmesi.
- Rusya, İran, Irak ve Suriye ile iişbirliğine son verilmesi
- NATO ve ABD ile birlikte hareket edilmesi.



İsmet Özçelik anlatıyor:

Bir tanıdığım Aradı, Buluşup Konuştuk::

"Bakmayın siz adaylıklarını açıklamalarına. CHP yönetimi de, Akşener de 
Gül'e destek verecekmiş. İngilizlerle çalışan bir Amerikalı onlarla görüş
müş. Ekmeleddin'i CHP ve MHP'ye kabul ettiren de onlardı.

Bunları anlatan herhangi biri osaydı ciddiye almazdım. Ama kaynağım 
beni hiç yanıltmadı.

Kılıçdaroğlu "CHP Genel Başkanlığı'na aday değilim" açıklaması yaptığı 
saatlerde bana "O iş bitti. Dün gece Amerikalılarla anlaşıldı. CHP'nin 
başına Kılıçdaroğlu getiriliyor" demişti.

İsmet Özçelik'in yazısının tamamı:

 ++++
Arşiv:

Sayın Halaçoğlu n'olur yapmayın    9 Ekim 2017
Meral Akşener güzellemesi    26 Nisan 2017
Atlantik cephesinin Meral Akşener planı    21 Nisan 2017

**