1 Haziran 2017 Perşembe

27 MAYIS NEDEN OLDU BÖLÜM 3


27 MAYIS NEDEN OLDU BÖLÜM 3

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KAPATMA SÜRECİNİ İLK BAŞLATAN ASLINDA CHP OLMUŞTU.

DP tarafından daha hızlı bir biçimde içleri boşaltıldı ve nihayet kapılarına kilit vuruldu. Kapatıldıklarında, o güne kadar yetiştirmiş oldukları insan sayısı, 16 bin 400 öğretmen, 7 bin 300 sağlık memuru, 8 bin 756 eğitmendi. (40)
Bütün bunların elbette bir bedeli olacaktı. Demokrat Parti’nin aydınlanmaya ve eğitime yönelik bu tür olumsuz tutumları sonrası Cumhuriyet döneminde okuma yazma oranının düştüğü tek dönem yaşanacaktı. 
1960 yılının 23 Ekim günü yapılacak olan nüfus sayımı ile Cumhuriyet dönemimizde okur-yazar oranının 1955-60 döneminde gerilediği, 1955’te % 41 iken 1960’da % 39,5 e düştüğü görülecekti. (41)
* * *
Menderes, basının eleştirilerine hiçbir zaman hoşgörü ile yaklaşamamıştı:
“Her gün kalemi alıyorlar ellerine, bir Derviş Vahdeti edebiyatıyla bu memleketi baştanbaşa zehirliyorlar” (42) sözleri onun özgür basına bakış açısını gösterir nitelikteydi.
İktidar, devlet kontrolü altındaki kağıt ve resmi ilan tahsisi ile kredi açma olanaklarını kullanarak kendisini destekleyen gazeteleri teşvik ederken, muhalif olanları baskı altına alıyor ve yayın politikalarını değiştirmeye çalışıyordu. (43)
Tirajları çok düşük ama devletin ilan ve kağıt olanaklarından sorunsuzca yararlanabilen iktidar destekçisi ‘besleme basın’ yaratılmıştı.
Yine de hükümet için bu tedbirler yeterli değildi.
1954 seçimleri öncesi basını baskı altında tutacak olan kanun değişiklikleri yapıldı.
Bu değişikliklerde en çok tartışmalara neden olacak olan ‘ispat hakkının ortadan kaldırılmasıydı.’
Örneğin gazetenizde, bir Bakan hakkında yolsuzluk haberi yaptınız.
O Bakanın itibarını zedelediğinizi öne sürerek savcı hakkınızda dava açabilirdi.
Ancak haberiniz yüzde yüz doğru ve Bakanı ömür boyu hapse mahkum edecek dahi olsa elinizdeki belgeleri mahkemede ortaya koyarak haberinizin gerçekliğini ispat etme hakkınız yoktu.
Üstelik bir de üstüne siz suç işlemiş sayılıp hapis ve para cezası alıyordunuz. 
Konu edilen Bakan da meclis çoğunluğu kararıyla bir soruşturma açılıp Yüce Divan’a sevk edilmediği takdirde kurtuluyordu. (44)
Bu kanun DP içerisinde çalkantılara neden oldu ve yasaya karşı çıkan 19 DP milletvekili partisinden istifa etti.
Bu vekiller daha sonra Hürriyet Partisi’ni kuracaklardı.
1954 seçimleri öncesi Halkevleri, Köy Enstitüleri, Millet Partisi kapatılmış, CHP’nin bütün mal varlığına el konulmuştu.
Basın iyice baskı altına alınmıştı.
İktidarın 1954 genel seçim kampanyasına, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da katılımı da eklenince (45) Türkiye eşit koşulların olmadığı seçimlere bir hayli sıkıntılı bir şekilde gidiyordu.
* * *
1954 seçimlerinden büyük zaferle çıkan Demokrat Parti, halkın onayı ve desteğini aldığı düşüncesi ile biraz daha dozu artırıyor; yüksek yargıçlar ve üniversite hocalarını, yaş sınırı getirip bu bahane ile emekliye sevk edebilmek için yasa değişikliği yapıyordu.
DP Seyhan milletvekili Sinan Tekelioğlu, mahkemelerin ‘Meclis’e bağlı bir teşekkül’ olması gerektiğini söylüyordu. (46)
Yargıtay Başkanı dahil, tüm yüksek yargıçları görevden alma yetkisi doğrudan doğruya Adalet Bakanı’na verilmişti.
Aynı şekilde üniversite öğretim üyelerini görevden alma yetkisi ise artık Milli Eğitim Bakanı’ndaydı. (47)
İktidar için kuvvetler ayrılığının bir önemi de anlamı da yoktu artık.
Yargı bağımsızlığı, hukuk devleti, basın özgürlüğü… 
Bütün bunlar, iktidar ne kadar izin verir, nasıl uygun görürse o şekilde olabilirdi. Demokrat Parti için ‘demokrasi’ demek sadece ‘sandık’ demekti.
Sandıkta da halk Demokrat Parti’yi seçmiş ve politikalarına onay vermişti.
Kendilerine muhalefet eden her kim olursa, milleti karşısına alıyor demekti.
Milli iradenin seçtiği iktidar eleştirilemezdi.
O yılların tanığı olan gazeteci Altan Öymen DP iktidarının demokrasi anlayışını şöyle tanımlıyordu:
‘Seçimi kazanırsam her istediğimi yaparım. Hukukun ilkeleriymiş, Anayasa’nın kurallarıymış, bunların anlamını ben belirlerim.
Yanlış yapsam bile, gene seçilirsem gene yaparım.
Çünkü seçmen bana bu hakkı vermiştir’ (48)
Kendisine bu hakkı vermeyen seçmen için ise artık ceza vaktiydi.
1954 seçimlerinde Cumhuriyetçi Millet Parti’li Osman Bölükbaşı’nı seçen Kırşehir il olmaktan çıkarılacaktı. (49) Kırşehir cezalandırılırken, muhalefete destek veren ya da verecek olan tüm illere de gözdağı veriliyordu.
İnönü’nün memleketi olan ve CHP’nin birinci geldiği Malatya ise ikiye bölünüyor, Adıyaman il oluyordu.
Muhalefetin sesini radyodan duyurması da bundan sonra imkansız olacak, 1954’ten 1961’e kadar muhalefet radyodan uzak tutulacaktı. (50)
* * *
Seçim sonrası antidemokratik uygulamalar tam gaz devam ederken yapılan yanlış iktisat politikaları nedeni ile ekonomik sıkıntılar baş göstermeye başlayacaktı.
Plansız yapılan yatırımlar ve uygulanan liberal ekonomi sonrası yokluk ve pahalılık baş göstermişti.
Önce nal çivisini, fiyatı 4 katına çıkmış olmasına karşın, piyasada bulmak imkansızlaşmıştı.
Sonra, kahve, otomobil ve kamyon lastiği, ilaç, şeker, röntgen filmi vs. nal çivisini izleyecekti. (51)
İkinci Dünya Savaşı koşulları olmasına nedeni ile ülkede yokluk yaşanmasını ve bazı gıda maddelerinin karneye bağlanmış olmasını her fırsatta dile getirerek CHP’yi yerden yere vurmuştu DP.
Şimdi ortada bir savaş olmamasına karşın, kahve, şeker gibi gıda maddeleri aile ya da kişi başına belli miktarlarda veriliyordu.
5 Ekim 1954’te piyasada nal çivisi bulunamamaktaydı.
14 Mart 1955’te kişi başına 250 gram şeker dağıtımına başlandı.
18 Nisan 1956’da İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, ‘Her gün et yemeyin, yumurta da faydalıdır’ dedi.
Eylül 1956’da kahve karneye bağlandı.
Ocak 1957’de İstanbul’da et ve ekmek sıkıntısı baş gösterdi, akaryakıt dağıtımı karneye bağlandı.
Kasım 1957’de Brezilya’dan 300 ton kahve getirildi, kişi başı 12 gram kahve dağıtıldı.
Haziran 1958’de Tabipler Odası ilaç sıkıntısından yakındı.
Temmuz 1958’de Ankara’da benzin, İstanbul’da şeker ve gazyağı sıkıntısı başladı.
Aralık 1958’de gazinolarda zamlarla ilgili espri yapmak yasaklandı. (52)
Avrupa’nın başlıca buğday ihracatçısı olarak görülen Türkiye, 1954’te buğday ithal etmeye başladı. (53)
Menderes döneminde demiryolu politikasından vazgeçilip, karayolu yapımına ağırlık verilirken, uçak fabrikaları da bir bir kapatıldı. (54)
Bütün bunlar yaşanırken, hükümet ana muhalefet partisi ile uğraşmaktan ve baskı altına almaya çalışmaktan da asla geri durmayacaktı.
20 Temmuz 1955’te polis CHP Isparta İl Kongresini dağıttı.
Genel Sekreter Kasım Gülek kürsüden indirildi. (55)
1955 Ağustos’unda, yine Kasım Gülek, Zonguldak’ta yaptığı bir konuşma nedeni ile Sinop’ta tutuklandı, elleri bağlı bir şekilde İstanbul’a getirildi ve Bayrampaşa’da cezaevine kondu, bir gün hapiste kaldı. (56)
Ertesi yıl benzer bir geziye kalkışması ve Rize’de dükkân sahiplerinin elini sıkması, gösteri yürüyüşü sayılacak, 6 ay hapse mahkûm olacaktı. (57)
Gazetecilerden sonra muhalefet politikacıları hakkında soruşturmalar ve tutuklamalar da böylece gerçekleşmeye başlamıştı.
Bir önceki sene geçirilen kanun sayesinde Yargıtay Başkanı, Yargıtay İkinci Başkanı ve Yargıtay Savcısı’nı da içeren birçok yüksek yargı mensubu tasfiye edildi.
Suçları, çıkarılan bazı yasalar ile ilgili öneri ve eleştirilerini Adalet Bakanı’na iletmek istemeleriydi.
Böylece geride kalan yüksek yargıçlar için de gözdağı verilmiş oluyordu. (58)
Benzer uygulama üniversite hocaları için de geçerliydi.
Fakültenin açılış gününde öğrencilerine, ‘Nabza göre şerbet vermeyin’ öğüdünde bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu vekalet emrine alınacaktı.
(Yani yeni bir emre kadar işine son verilmişti.) Aynı durum, derste öğrencilerine, ‘Devletin olağanüstü durumlarda bile hukukun dışına çıkamayacağını’ anlatan Anayasa Hukuku hocası Prof. Dr. Hüseyin Naili Kubalı için de gerçekleşecekti. (59)
1958 yılında, pasaport verilmediği için, Kubalı uluslararası hukuk kongresine de katılamayacaktı. (60)

***

27 MAYIS NEDEN OLDU BÖLÜM 2



27 MAYIS NEDEN OLDU BÖLÜM 2
Atatürk büst ve heykellerine saldırılar yine bu dönemde başlayacaktı.
22 Kasım 1952’de, gazeteci Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Üzmez tarafından Malatya’da silahla vurulacak ve yaralı olarak kurtulacaktı.
Öncesinde, çocuğunun din dersi almasını isteyen veli okula bir dilekçe yazarken, 1952’de bu DP tarafından değiştirilecekti.
Artık çocuğunun din dersi almasını istemeyen veliye, çocuğunun bu dersten muaf olabilmesi için dilekçe yazma zorunluluğu getirildi. (18) ‘Dinsiz’ damgası yememek adına bir velinin böylesi bir dilekçe yazması güç olduğundan din dersi bir anlamda ‘zorunlu’ hale getirilmiş oluyordu.
1945 yılında dili sadeleştirilmiş olan Anayasa, 1952 yılında, DP iktidarında, Fuat Köprülü ve arkadaşlarının verdikleri kanun teklifinin yasalaşması ile yeniden 1924’teki haline sokulacaktı.
Örnek vermek gerekirse; 
Genelkurmay’ın önüne yeniden ‘Erkanı Harbiyei Umumiye Riyaseti’, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın önüne ‘Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti’ yazılacak, milletvekilinin adı ‘mebus’, bakanın adı da yeniden ‘vekil’ olacaktı. (19)
1954’te DP Maraş Milletvekili Abdullah Aytemiz, Medeni Kanun yerine Mecelle’yi isteyecek, Ekim 1958’de Diyanet İşleri Bakanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, ‘Kuran-ı Kerim Türkçe yazılamaz’ diyecek, Aralık 1958’de DP Trabzon Milletvekili Osman Nuri Nerminoğlu, erkeklere bazı durumlarda ikinci evlilik hakkı tanıyan bir kanun teklifinde bulunacaktı.
Nisan 1959’da Karabük, Akşehir, Tire ve Ödemiş’te hocalar, Atatürk, İnönü ve CHP aleyhine vaaz verecek, Kasım 1959’da DP Manisa delegesi hilafet isteyecekti. (20)
Gericilik 10 yıllık DP iktidarının değişmez parçası olacaktı.
* * *
Dış politikada, DP hükümetinin tercihi batı güdümlü bir siyasetti.
Demokrat Parti’nin ana hatlarıyla nasıl bir politika izleyeceğini 27 Temmuz 1948 tarihinde İzmir’de yaptığı konuşmada Menderes:
“Milli veya bağımsız diye adlandırılan dış siyaset gerçekte Birleşmiş Milletler’deki demokrasi anlayışından uzaklaşmak demektir” sözleri ile belirtmişti. (21)
25 Temmuz 1950’de, Kore’ye 4.500 kişilik bir tugay gönderme kararı alındı.
Ertesi gün CHP’nin bu kararın Anayasa’nın ihlali olduğunu belirten açıklaması yayınlandı.
Anayasa’ya göre bu tür bir karar hükümetin değil, Meclis’in onayı ile verilebilirdi.
Ancak bütün itirazlara karşın hükümet kararından dönmeyecek ve Meclis onayı almayı da gerekli görmeyecekti. (22)
NATO’ya girebilme adına, Kore Savaşı’nda ABD’ye askeri destek veren hükümet, yine aynı ülkeye Türkiye’de istediği üsleri kurma izni vermekte de tereddüt etmeyecekti. (23)
Yine DP hükümeti benzer şekilde meclis onayı almayı gerekli görmeden, ABD ile karşı tarafa birçok siyasal, ekonomik ve askeri ayrıcalık tanıyan 54 ikili antlaşma imzalayacaktı. (24)
7 Mart 1954’te çıkarılan Petrol Yasası ile yabancı şirketlere Türkiye’de petrol çıkarma ve elde edilen karın yarısına sahip olma hakkı tanınıyordu.
Böylece petrolü millileştirmişken bundan vazgeçen ilk ülke Türkiye oluyordu. (25)
Adnan Menderes Ortadoğu’ya komünizmin sızma olasılığından son derece irkilmekteydi.
Mısır ile birlikte anti-emperyalist çizgide Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kuran Suriye’ye karşı saldırgan tutum sergiliyordu.
ABD ve İngiltere bu tutumdan rahatsızlık duymuş ve Sovyet saldırısını tahrik ederek iki süper gücün bölgede çatışmasına yol açabileceğinden çekinmişti. (26)
Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamalarda, bağımsızlık mücadelesi veren Cezayir’in değil de emperyalist Fransa’nın yanında yer alan, Arap ülkelerinin iç işlerine karışarak yaşanan buhranlarda batı yanlılarını destekleyen Türkiye, batı aleyhtarlığının bölgede artması sonucu bölge ülkeleri tarafından da dışlanacaktı. 
* * *
İç politikada ise ara ara gerçekleşen ve çok kısa süren bahar havalarının oluşmasına karşın genelde tartışmalı, bol kavgalı, olaylı günler yaşanacaktı.
Başta Menderes olmak üzere, Demokrat Partililerin hedefindeki bir numaralı isim de İsmet İnönü’ydü.
Cumhuriyet’in ilk 15 yılı da dahil olmak üzere CHP politikaları yerden yere vurulurken, iktidar tarafından sorumlu olarak İsmet İnönü gösterilecek ancak tıpkı bugün olduğu gibi yandaş basın ve çevreler İnönü ile birlikte Atatürk’e de saldıracaktı.
Belki de gerçekleşen ilk somut olay DP Bolu Milletvekili ve Tarih öğretmeni Zuhuri Danışman’ın yazdığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca yardımcı ders kitabı olarak kabul edilen tarih kitabında İsmet İnönü’ye hiç yer vermemesiydi. 
Eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı olan, Kurtuluş Savaşı komutanlarından İnönü’nün adı kitapta yoktu.
İnönü Savaşları bile kitapta yer almamıştı. (27) 
Sanki İsmet İnönü diye biri yaşamamıştı.
DP’li İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, İsmet İnönü’nün yurtdışına sürgüne gönderilmesini isteyecek, yine DP’li bir ilçe başkanı ise daha da ileri giderek İnönü’nün idam edilmesi gerektiğini söyleyecekti. (28)
8 Ağustos 1951 tarihinde DP Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver Meclis’te yaptığı konuşmada vites yükseltecek, ‘Atatürk diktatördür’ diyecekti. (29)
İktidarın el değiştirmesinden çok kısa bir süre sonra DP Tokat milletvekili Ahmet Gürkan ise, 5 yıl önce İstanbul’da gerçekleşen ölümlü bir trafik kazası ile ilgili İçişleri Bakanlığı’na soru önergesi verecekti.
Faili bulunmuş, fail kusurunu itiraf etmiş ve dava kapanmışken, yalancı şahit ve sahte mektuplarla önce Meclis’e ve sonrasında da yeniden yargıya taşınan bu olayda İsmet İnönü’nün oğlu Ömer İnönü cinayetle suçlanacaktı.
14 ay boyunca basında her türlü suçlama ve iftiraya maruz kalan Ömer İnönü dava sonunda suçsuz bulunarak beraat edecekti. (30)
İnönü’ye yapılan saldırıların belki de en çirkini, oğlu üzerinden gerçekleşen bu karalama kampanyası olmuştu.
5 Ekim 1952’de İzmir’de yapılan CHP mitinginde, İnönü, partileri kapatma konusunda yapılan hazırlık ile ilgili hükümeti eleştirmişti. Menderes’in buna yanıtı sert oldu:
 “İsmet İnönü’nün bu nutku bir ihtilal beyannamesine benzemektedir. 
Dünkü diktatör böyle konuşmaya başlarsa buna nifak çıkarmak ve tehlike yaratmak isteğinden başka bir mana verilemez.” (31) Benzetme çok ağırdı. 
Menderes, daha sonraları İnönü’ye, ‘tiyatrocu’, ‘yalancı’, ‘vatandaş düşmanı’ gibi sıfatlar kullanmaktan çekinmeyecek, (32) yine İnönü için ‘baykuş’ ve hatta ‘profesyonel bir cani’ yakıştırmalarında bulunacaktı.
‘Çişini tutamayan İsmet Paşa’yı bu millet hiçbir zaman iktidara getirmez’ diyecekti. (33)
İzmir mitingi sonrası gerçekleşecek olan Balıkesir mitingi ise, valiliğin aynı meydanı DP’ye tahsis etmesi, CHP’nin mitingini de iptal etmesi üzerine gerçekleşememişti.
Ancak miting alanında her iki partinin yandaşları karşı karşıya gelecek, birbirlerine girecek ve yaralananlar olacaktı.
Ne acı ki, Devlet Bakanı Yunus Muammer Alakant gerek basına verdiği demeçte gerek de meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada, olaylara karışan ‘Demokrat kardeşleri’ni kutlayacak, “Bu mukaddes milli galeyan Halk Partisi’nin İnönü hizbine, ‘milli irade’ye hürmet etmek lüzum ve zaruretini öğretmiştir” diyecekti. (34)
Ne var ki ihtilalcilikle suçladıkları İnönü haklı çıkacak, hükümet, dini ön plana çıkaran politikalarda kendisine rakip olarak gördüğü Millet Partisi’nin kapatılmasını sağlayacaktı.
CHP’nin karşı durması yeterli olmayacak, o zamanki yasalar gereği tek hakimli Sulh Ceza Mahkemesi Millet Partisi’ni feshedecekti. (35)
Artık çanlar CHP için çalıyordu.
* * *
DP iktidarı, halk iktidarı olarak adlandırılmasına karşın, halkın eğitiminde ve gelişiminde önem sahibi olan kurumları yok etmekte tereddüt etmedi.
4 Mayıs 1951’de Menderes, Meclis’te yaptığı konuşmada “Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür.
Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır” diyecekti.
Oysa Halkevleri, Atatürk’ün ölümüne dek geçen ilk sekiz yıl içinde dahi 23.750 konferans, 12.350 temsil, 9.050 konser, 7.850 film gösterisi ve 970 sergi gerçekleştirmişti.
Aynı dönem içinde 2.557.853 yurttaş Halkevleri kütüphanelerinden yararlanmış, 48 bin yurttaş çeşitli kurslara katılmış, 50 dergi yayımlanmıştı. (36)
Atatürk tarafından kurulan; müzik, şiir, resim, tiyatro dahil çeşitli kültür ve sanat çalışmalarından spora kadar birçok etkinliğe ev sahipliği yapan Halkevleri DP iktidarı tarafından 1951’de kapatıldı. (37)
Kapatan iktidarın başındaki isim olan Menderes, ne ilginçtir ki, eski Aydın Halkevi Başkanı’ydı. (38)
CHP’ye ilk darbe olarak düşündükleri ‘Halkevlerinin kapatılması’ sonrası hedef büyütüldü.
1953 yılı biterken, el konmak istenen artık CHP’nin tüm mallarıydı. Meclis’te tamamı DP’li milletvekillerinden oluşan bir geçici komisyon kuruldu.
Komisyon, CHP’nin parti örgüt binalarına, eşya ve araçlarına, Ulus gazetesi ve matbaasına, kısacası parti ile ilgili tüm varlığa el konulması ve bunların hazineye devredilmesi ile ilgili kanun teklifini kabul ederek Genel Kurul’a gönderdi. (39)
Teklif Meclis’te de kabul edildi.
CHP, malı, mülkü ve hatta beş kuruş parası olmayan bir partiydi artık.
Ve genel seçimlere sadece 4.5 ay kalmıştı.
DP hükümetinin ise hız kesmeye niyeti yoktu.
Yeni yılın ilk ayında, 27 Ocak 1954’te, 6234 sayılı yasayla aydınlanmanın kaleleri, Köy Enstitüleri kapatıldı.
****

27 MAYIS NEDEN OLDU BÖLÜM 1


27 MAYIS NEDEN OLDU BÖLÜM 1 


27 MAYIS 1960’A GİDEN GELİŞMELER…


Bu yazının amacı, 1960 ihtilali ile sonlanan filmin unutulan sahnelerini bir şerit halinde gözlerinizin önünden geçirmektir. Ayrıca, Cumhuriyet’in ilk ‘tek parti iktidarı’ yıllardır masaya yatırılırken, ikinci ‘tek parti iktidarı’nı konuşmamak da olmazdı doğrusu.
Hele bir de bu iktidar sırf askeri bir darbe ile indirilmesi nedeni ile -yanlış bir şekilde- demokrat kabul ediliyorsa…
Niyetimiz askeri müdahalenin haklılığını ya da haksızlığını kanıtlamak değil, 27 Mayıs’a giden sürecin nedenlerini yalın bir şekilde ortaya koymaktır.
On yıllardır ‘konuşulan olay’ın –ister geçerli görün ister geçersiz- ‘konuşulmayan nedenleri’ni irdelemektir.
* * *

DEMOKRAT PARTİ NASIL KURULDU, ÖNCELİKLE BUNA BAKMAK DA FAYDA VAR.

1945 yılında Meclis’te kabul edilen ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ büyük toprak sahibi olan milletvekillerini rahatsız etmişti.
Bu milletvekillerinden biri de Menderes’ti. Meclis’te yaptığı ateşli konuşmalar ile kanunu eleştiren Menderes’in hoşnutsuzluğu daha sonra ‘Dörtlü Takrir’deki imzası ile resmi bir hal kazanmıştı.
Toprak reformuna karşı çıkan ‘Toprak ağası’ Menderes ile birlikte Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Celal Bayar, bir dizi isteklerini sıralayan takrir (önerge) verdiler.
Önerge sonrası muhalif politikalara devam eden bu dört milletvekilinden önce Menderes ve Köprülü, sonra Koraltan partiden ihraç edildi. Celal Bayar ise istifa edecekti.
Kısa bir süre sonra ise bu dörtlü başı çekecek ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kurulacaktı.
Menderes, Aydın’da çiftlik sahibi bir ailenin çocuğu olarak 1899’da doğmuş, İzmir Koleji’nde okumuş, Ankara Hukuk Mektebi’ni bitirmiş, 4 dönem (15 yıl) CHP milletvekilliği yapmıştı. (1)
‘Zulüm dönemi’ diyerek yerden yere vurduğu 27 yıllık tek parti iktidarının yarısından fazlasında CHP içerisinde kendisi de yer almıştı. Celal Bayar ise 23 yıl siyaset yaptığı CHP’de 15 yıl bakanlık yapmış ve Atatürk’ün son Başbakanı olmuştu. (2)
1945 sonbaharına kadar CHP’nin hiçbir politikası Demokrat Parti’nin kurucuları, özellikle de Menderes için eleştiri konusu olmamıştı.
Ne ilginçtir ki, Menderes, İş Bankası Müdür Yardımcılığı yapmış ve 1950-1960 yılları arasında İş Bankası’ndaki kişisel hesabını yönetmiş olan Zekeriya Akçalı’ya, ‘CHP’nin kendisine çok istediği ve yararlı olacağından emin olduğu Tarım Bakanlığını bir türlü vermediğini; şayet verseydi, ne DP’nin kurulacağını ne de kendisinin ayrı bir siyasi partiye katılacağını’ anlatacaktı. (3)
Ancak DP iktidarında, kendilerinin de yer aldığı CHP dönemini, sanki kendileri o dönemde CHP’de değillermiş, evden gelip Demokrat Parti’yi kurmuşlar gibi yerden yere vurmakta hiçbir sakınca görmeyeceklerdi.
Cumhuriyet’i ve CHP’yi kuranları eleştirebilme adına Adnan Menderes bazen imkansızı savunacak, “İstiklal Savaşı diyorsunuz, pekala üç ayda bitebilirdi” bile diyebilecekti. (4)
* * *
Daha önce, 1924 ve 1930’da iki kez çok partili hayata geçiş denemesi yaşanmış ancak Cumhuriyet karşıtlarının bu partilerde yuvalanmaları ve rejim için tehdit oluşturmaları nedeni ile başarısız olunmuştu.
Atatürk’ün vefatı sonrası bu ilk denemede bu sefer sahnede Demokrat Parti vardı.
Büyük ölçüde Menderes’in kaleme aldığı DP tüzüğünde bir sözcükle de olsun Atatürk’ün ve devrimlerinin adının geçmemesi bu açıdan bir hayal kırıklığıydı. (5)
‘Şaibeli seçim’ olarak anılan 1946 seçimleri Demokrat Parti’nin ilk sınavıydı.
Çok partili hayatla birlikte ilk kez birden fazla partinin katılımı ile gerçekleşen bu seçimde 465 milletvekili seçilmişti.
Ancak hiçbir şaibe olmasa ve bütün adayları seçilse dahi Demokrat Parti’nin iktidar olma şansı yoktu. (6)
Baskın seçim nedeni ile DP hazırlıksız yakalanmış ve iktidarı elde edebilecek  sayıda aday çıkaramamıştı.
Ama matematiksel olarak imkansız olan bu olasılığı Adnan Menderes ‘mağduriyet’ siyaseti olarak her fırsatta kullanacaktı.
14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçimlerde ise Demokrat Parti rüzgarı esecek ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez iktidar el değiştirecekti.
Artık Türkiye’nin yeni bir hükümeti, yeni bir heyecanı vardı.
Seçim zaferinden 15 gün sonra, 29 Mayıs 1950’de, DP hükümetinin programını Meclis’te okurken Adnan Menderes’in dudaklarından şu sözler dökülecekti: 

“MİLLETE MAL OLMUŞ DEVRİMLERİMİZ SAKLI KALACAKTIR.” (7)

MAL OLMAYANLAR İSE ORTADAN KALDIRILACAKTI.

BÖYLELİKLE MERAKLA BEKLENEN YENİ HÜKÜMET ATATÜRK DEVRİMLERİ’NDE GEDİK AÇACAĞINI DAHA İLK GÜNDEN HABERDAR EDİYORDU.

ZATEN HÜKÜMET PROGRAMINDA ATATÜRK’ÜN ADI DA BİR KEZ BİLE GEÇMİYORDU. (8)

Hükümet programının okunmasından sadece 7 gün sonra, Zafer gazetesine Arapça ezan ile ilgili verdiği demeçte Menderes, ‘Vaktiyle zaruri görülen bu tedbire artık ihtiyaç kalmadıktan sonra bunda ısrar, bu sefer vicdan hürriyetine karşı bir taassup teşkil eder’(9) sözleri ile ortadan kaldıracağı ilk devrimin işaretini de verecekti.
Bu demeçten 11 gün sonra Arapça ezan yasağı kaldırılacak, böylece 18 yıldır okunan Türkçe ezan, DP iktidarında, 18 günde yerini Arapça ezana bırakacaktı.
3 Aralık 1950’de Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılacak ve böylece Kur’an kurslarına yeşil ışık yakılacaktı. (10)
Menderes’in, 1951 yılında DP İzmir İl Kongresi’nde söylediği: 
“Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık.
İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık.
Türkiye bir Müslüman devlettir ve Müslüman kalacaktır.
Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir.” (11) sözleri işin burada kalmayacağının habercisi olacaktı.
Devrimlerin yara alması, irticanın ise palazlanması bundan sonra hız kazanacaktı.
Radyoda Kur’an ve mevlit okutulmaya başlanmış, 1951’de 1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi değiştirilerek 19 türbenin açılmasına izin verilmişti.
1930’larda öğrenci yetersizliği nedeni ile kapatılan, 1949’da kurs şeklinde açılan imam-hatipler 1951’de okula dönüştürüldü. (12)
DP Konya Kadınhanı ilçe kongresinde dile getirilen; fes ve sarık giyimine izin verilmesi, tekke ve zaviyelerin açılması, birden fazla evlenmeye izin verilmesi gibi laiklik ve Cumhuriyet karşıtı istekler daha iktidarın ilk yılında diğer il ve ilçe kongrelerinde de seslendirilmeye başlandı. (13)
Nisan 1951’de, Menderes’in de konuşma yaptığı Aydın İl Kongresi’nde, bazı delegeler, ‘Anayasaya devlet dininin İslam olduğu ifadesinin yeniden koyulmasını, kadınların çalıştırılmamasını, kızların ilköğretimden sonra okutulmamasını’ isteyeceklerdi. 
Afyon milletvekili Kemal Özçoban delegelerin isteklerinin birer birer yerine getirileceğine dair namus sözü verecekti. (14)
DP Samsun Milletvekili Hasan Fehmi Ustaoğlu, 3 Ekim 1952 tarihli Büyük Cihad adlı gazetede, ‘Kurtuluş Savaşı’nın ulemanın önderliğinde ve İslam için yapıldığını’ yazacak, yazısında devrimlerin zararlı olduğunu savunacaktı. (15)
Yine bir Devlet Bakanı’nın katıldığı Çorum İl Kongresi’nde bazı delegeler kadın resimlerinin yasaklanmasını, kadın memurların işten çıkarılmasını önerecek, bu öneriler kongrece kabul edilecekti. (16)
Menderes ise bu isteklerin büyütülmesinin, ‘memlekette irtica var’ diye heyecan uyandırılarak vicdan hürriyetine karşı baskı oluşturmak amacı taşıdığını söyleyecekti. (17)

***