20 Ekim 2016 Perşembe

ASKERİN KONUMU VE GÖREVİ





ASKERİN KONUMU VE GÖREVİ


EROL MARAŞLI
ARALIK 2009



 “Asker doğan millet” tanımlamasını, Türk millet’i kendisini ifade için kullanmıştır. Türk insanı’nın her zaman kesitinde, yaşam tarzında, asker ve askerliğin motiflerini çokca görmek mümkündür: çocukluk çağında aileden ve resmi öğretimden “aşı” yoluyla gelen bu kültür mirası; ölüm anına kadar bireyin benliğinden çıkmaz! Başka milletlerin çocukları özellikle milli gelir dağılımındaki payı yüksek olan batı ülkeleri için hiç de cazip olmayan “askercilik ve savaş oyunları”, Türk çocuklarının oyunları içerisinde ilk sırayı alır.
 Türk insanı, yaşayışı süresince “vatanına kurban asker” konumundadır. Hatta ölümünde bile en büyük arzusu “şehit olup, tabutuna bayrak sarılarak askerlerin refakatine şehitliğe gömülmektir.”  Yetişen gencin aldığı en önemli kültür donesi askerlik ve kahramanlık hikayeleridir. Ömrü boyunca bunun özlemi içindedir. Askere giderken, büyük bir istekle, Türk milletine özgü törenlerle coşkulu bir şekilde uğurlanır. Askerliğini bitirip döndükten sonra bile /ölümüne kadar/ anlattığı askerlik anıları bu “mübarek ocak” tan ne kadar etkilendiğini göstermektedir.
 Türk insanının kutsal değerleri arasındaki asker ve askerlik kavramı onun hiçbir zaman leke sürdürmek istemediği ve incitilmesinden hoşunt olmadığı davranış ve düşünce biçimidir. Bunu nesillerden nesillere emanet gibi aktarır. İşte bu yüzdendir ki; hiçbir zaman oturtulması gereken yere oturtamadığı kutsal hakların en önemlilerinden olan “demokratik haklarının” zaman zaman elinden /ordu tarafından/ alınmasına ses çıkartmamış ve asker’in “kendilerini kötü siyasetçilerin elinden kurtardığına” inanmış, bu yüzden de askeri darbeler ve muhtıralar karşısın da sessiz kalmış, çoğu zamanda bu darbeleri desteklemiştir. Kendi seçtiği yöneticilerinin alaşağı edilmesine, hatta asılmalarına /hoşunt kalmasa da/ ses çıkartmamış, “paşalarımızın bir bildiği vardır” demiştir.
 Türk devlet geleneğinde krallık /hakanlık, han’lık, padişahlık ve de cumhurbaşkanlığı/ ve komutanlık aynı makamda birleşmiş olarak görülür:cumhuriyet döneminde cumhurbaşkanı savaş zamanında başkomutandır. Bu geleneğin yıllardır süregelen izi ve alışkanlığıdır ki; cumhuriyet döneminde bile on bir cumhurbaşkanından beşi sivil kökenlidir. Yapılan araştırmalarda halkın büyük bir çoğunluğunun da bu makamda sivil bir “zat” yerine, asker kökenli bir cumhurbaşkanı görmek  istediğini göstermektedir.
    Türk milleti, bu isteği de/ne gariptir ki/ demokrasinin bir kuralı olarak kabul etmektedir.
 Asker de,  milletinin; kendisine olan sevgi ve bağlılığını, gönlünde oturttuğu “taht” ı çok iyi bildiğinden, hareketlerini buna göre  düzenlemiş ve yönlendirmektedir.


 ****

 Askerlerin emir komuta zinciri içinde, düzenli ve disiplinli yaşayış tarzları onları  sosyal hayat biçimi içinde toplumdan ileri bir konuma oturtmuştur: askerler bulundukları ortama uymazlar, bilakis ortamı kendi düzenlerine uydururlar. Garnzinoları, bulundukları yerleşim yerlerinin en temiz ve düzenli yeri olarak göze çarpar. Askerler tatbikat alanlarını bile terk ederken düzenli, temiz ve hasarsız bırakmaya özen gösterirler. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve daha sonraki yıllarda fakir ve bakımsız Anadolu kentleri ve kasabaları askeri garnizonların bütçeleri ve askerlerin planlamaları, çalışmaları sonucunda kalkınmada hamle yapmışlardır.
 Ordu; ağırlığı, yetkisi çok büyük ve halkının güvenini tam anlamıyla kazanmış bir kurumdur. Bu bakımdan kendisini yine birçok konuda sorumlu hissetmektedir.Tarihin derinliklerinden gelen ve hiçbir zaman ayrışımı yapılamayan ordu-millet  bütünlüğü, yapısı ve aldıkları eğitim sistemiyle bu sorumluluğu her zaman hissetmişlerdir.
 Başbakanlığı sırasında Atatürk’ün isteği ve emri üzerine Doğu Anadoluya giden İsmet İnönü/ paşa, Atatürk’e verdiği raporda “ Ağrı (Karaköse) vilayetine gidildiğinden itibaren süvari fırkasının heybeti ve prestiji hissedilir. Ağrı’nın kendisi, insana, harabe ortasında ilk memure tesiri yapıyor. Son zamanlarda bu havalide inkişaf etmiş olan başlıca yerdir. Askeri binalar şehri toplamış gibidir. Fırka karargahı Diyarbakır’dan beri rastgeldiğimiz ilk betonarme ve güzel binadır. Söylediklerine göre yardımla ve 5 bin lira masrafla çıkmış olan bu bina, aynı zamanda subay yurdu ve subay oteli gibidir. Arkadaşlar burada rahat kaldılar. Şehinşah’ın seyahatinden kalan karyolaların makbule geçtiği anlaşılıyor.” diyerek buna en güzel örneği vermektedir.( Kasadaki Dosyalar,Saygı Öztürk,S.45)


 **


 Peki,hukuk düzeninde ordunun/askerin konumu nedir ?
 Parlamenter demokrasimizde iki başlı olan yürütme ( Bakanlar kurulu- başbakanlık, cumhurbaşkanlığı) vardır. Bu ikiliye bir üçüncüsü, 1961 ve 1982 anayasaları ile eklenmiştir ki; bu da orduyu dillendiren Milli Güvenlik Kurulu/ MGK’dur.
 1924 anayasasında cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık/bakanlar kurulu asker kökenlilerden veya bizzat askerlerin yer almasından olacak ki; orduya sivillerin etkili olabilecekleri hususlar ile ilgili maddelerin konulmasından kaçınılmıştır. Siyasetin şekillenmesinde, tanziminde askerler, sözün son sahibi olarak görünürler.
 Buna en güzel örneği yine İsmet paşa’nın “Kürt raporundan” okuyalım: “Genel enspektörlerin (1930 lu yıllarda dil devrimi sırasında kullanılan bir kelime-müfettiş) asayiş, iskan ve proğram hususlarında da vekaletlerin yegane/tek/ muhatabı olması başlıca meseledir. Bununla beraber Genel Enspektörlerin MÜDAHALE EDEMEYECEKLERİ İŞ OLMAYACAKTIR. Genel Enspektörler lüzumlu ve acil gördükleri anda mıntıkaları dahilindeki herhangi bir emri veya tedbiri durdurmaya, tadil etmeye selahiyetli /yetkili/ olacaklardır. Böyle bir mesele hangi vekalete /bakanlığa/ taalluk ederse /ilgiliyse/ o mesele icap ederse hükümette mütalaa olunacaktır.
 Genel Enspektörlerin mürcaatı, devlet kuvvetleri üzerinde de aynı hükmü haiz olacaktır.
 Doğu illerinde yerler tatbik olunmak üzere özel bir adliye rejimi kanun ile tayin olunacaktır. Böyle bir proje bilhassa bir Genel Enspektörlerle beraber hazırlanacaktır.” (Kasadaki Dosyalar, Saygı Öztürk,S.45)
 Yine aynı rapordan öğrendiğimize göre “iskan/vatandaş yerleştirme” işlerinde ordu müfettişlerinin görev aldığını görüyoruz.
 Bu siyasi erk, 1951 yılına kadar sürer:1951-1960 yılları arasında, siyasette rolleri pek görülmeyen askerler; 27 Mayıs 1960 da ihtilal yaptıktan sonra, sivil ve asker karışımı hukukçulara dikte ettirdikleri 1961 anayasasına siyasi erk’i sivillerle paylaşabilecekleri hükümleri/maddeleri koydurmuşlardır:110 ncu madde başkomutanlık, genelkurmay başkanlığı’nın atanması hususunu, 111 nci madde ise yeni bir kurum olarak “Milli Güvenlik Kurulu” nu getirmiş ve yürütmeye üçüncü ortak olarak askerleri de katmıştır.
 12 Mart Muhtırasından sonra yaptırılan anayasa değişikliği ile bu paylaşım genişletilerek pekiştirilmiştir.
 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra, yine askerler tarafından yaptırılan 1982 anayasası da bunları koruduğu gibi hükümet ile ilişkilere yeni boyutlar getirmiş ve gerek yetki, gerekse protokol düzenlemesinde Milli Savunma Bakanlığını /birçok hususta/ devre dışı bırakarak, genelkurmay başkanı’nı başbakandan sonra ikinci kişi konumuna getirmiştir.
 Recep Tayip Erdoğan hükümetinde başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olan Abdullah Gül/şimdi cumhurbaşkanı/, Milli Güvenlik Kurulu/MGK’nın ikinci bir hükümet gibi olduğunu ileri sürerek “Yapılan reformla yeni bir yapıya kavuşturuldu, danışma kurulu haline getirildi” demiştir.(Milliyet,4 12.2003)
 Bakanlar, protokol’de genelkurmay başkanı’nından sonra gelirken, meclis başkanvekilleri arka sıralarda, parlamenterlere ise ancak 14 ncü sırada yer verilmiştir.Yani atanmışlar, seçilmişlerin önüne geçmiştir.
 İleriki yıllarda uygulatmalarla , Milli Güvenlik Kurulu da tavsiye/ şeklen de olsa/ makamından öte, talimatçı bir konuma oturmuştur.
 Oysaki parlamenter demokrasilerde temel kural; ordunun/silahlı kuvvetlerin; sivil otoritenin “emrinde” olduğu ve hükümete bağlı bir kurum olarak varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz.
 Asker’in başı olan genelkurmay başkanı; bizde, diğer ülkelerin aksine milli savunma bakanına değil, doğrudan başbakana bağlıdır. Atamasında milli savunma bakanının rolü önemsenmeyecek derecededir. Atanması, her ne kadar bakanlar kurulunun teklifi olarak yapılsa da, “gelenek” bozulmadan yapılır, hatta bu atamaların yıllar öncesine dayanan bir planlama sonucu olduğu da bilinmektedir.
 Genelkurmay başkanı sefer/harb zamanında da cumhurbaşkanı adına ordunun başkomutanıdır.
 1961 anayasası, Türk devlet yapısına “ Milli Güvenlik Kurulu” adı altında yeni bir kurum sokmuştur: bununla, sivil otorite ile askeri otorite arasındaki köprünün Milli Savunma bakanı tarafından kurulması geleneği terk edilerek, askeri bürokrasinin üst düzey komutanları ile hükümetin bakanlarını bir araya getiren yarı sivil –yarı askeri yüksek dereceli bir yeni kurum yaratılmıştır.1961 anayasası ile Milli Güvenlik Kurulu’na başbakan, genelkurmay başkanı, ilgili bakanlar kurulu üyeleri, kuvvet komutanlıklarının temsilcileri alınırken, bilahare temsilcilerinin yerini kuvvet komutanları almışlardır. Ayrıca kurul’un yardımcılık görevi de tavisyeye dönüşmüş görünsede uygulatıcıdır.
 1982 anayasası ile de genelkurmay başkanı, hükümet başkanı ile birlikte Milli Güvenlik Kurulunun gündeminin hazırlanmasında ortak yapılır. Elbetteki gündemi hazırlamak başbakanın işi değildir: gündemi MGK Genel Sekreteri hazırlarken, başbakanın gündeme alınmasın istediği hususlar gündeme konulur. Ancak geçtiğimiz yıllarda başbakanların gündemin hazırlanmasında etkileri olduğunu söylemek çok zordur; özellikle de Erbakan’ın başbakan olduğu dönemlerde gündemi askerlerin dikte ettirdiği maddeler oluşturmuştur. Alınan tavsiye kararlarının salt güvenlikle sınırlı olmadığını gördük: başörtüsü konusundan tutun da askerlerin “alerjisini” çeken birçok lüzumsuz /bazılarınca/ konu hükümete dikte ettirilecektir. 1997 şubatında olduğu gibi “ya uygularsınız…ya da gidersiniz” gibi mesajlar /isterseniz dayatmalar da diyebilirsiniz/ olacaktır. Hatta 1997 yılındaki gibi hükümet değişikliğini bile gerçekleştirebileceklerdir. Bunun adı da “kurulun istediği ölçüde demokrasi” değimli dir ? Bunun içindir ki, bir muhalefet lideri 1997 yılının ikinci yarısında kurulan ANASOL-D hükümetini, “Milli Güvenlik Kururlu hükümeti” diye ilan edecektir.
 Zaman içinde kazanılan  yetki ve onun getirdiği güç; bu zemini hazırlayan 1961 anayasasının 4 ncü maddesi ile de çelişki halindedir. Bu maddeye göre ; “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir! Egemenliğin kazanılması, hiçbir surette belli bir kişiye, zümreye ve sınıfa bırakılamaz. Hiç bir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz.” diyor. Diyor da Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 35 inci maddesi de “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.” dediği için asker/ordu da anayasanın tayin ettiği bir kurumun, iç hizmet kanununun verdiği yetkiyi kullandığını /darbeler-muhtıralar/ ileri sürerken haksızlar mı ?
 Bir asker emeklisi olan ikinci cumhurbaşkanı İsmet /paşa/ İnönü “ Türkiye zaman zaman restorasyon/ onarım dönemlerine girer. O dönemlere girildimi ordu müdahale eder, bir süre kalır ve ayrılır. Bir süre geçer ve biz politikacılar (!) işleri yine bozarız..yine ordu müdahale eder. Bu böyle gidecektir ve onarım dönemleri de gitgide sıklaşacaktır.” (9) derken müdahale ve muhtıraları ordunun asli görevleri arasında sayıyor. Bir muhtıra veren, bir de ihtilal yapan Kenan Evren paşa “Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini Yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine el koymuştur.” derken darbeyi; aynı yasa ve gerekçe ile meşruiyet kaidesine (10) oturtuyordu. 30 Eylül 1980 günü Harb okulundaki konuşmasında da yarının komutanlarına öğüt veriyordu: “Evlatlarım, Hiçbir zaman asker olduğunuzu unutmayın. Bu yaşlarda sakın ola ki, politika ile uğraşmayın. Ne zamanki bir ordu politika içine girmiştir, o ordu yavaş yavaş disiplinini kaybetmeye ve yavaş yavaş çökmeye başlamıştır. Onun içindir ki, bizim yaptığımız harekatı kendinize sakın ola ki, misal almayınız ve sakın ola ki, politikaya karışmayınız.”
 Ne gariptir ki darbe yapanlar; daha sonraları darbelerin kötülüğü üzerine erdemli sözler söylemişler ve gençlere, politikaya girmemelerini salık vermişler ama daha sonraki yıllarda bunların bir çoğunu politikanın içinde görmekteyiz.
 İç Hizmet Kanununun yüklediğini söyledikleri bu görev ve demokrasimizin en önemli kurumlarından Milli Güvenlik Kurulu ve geçmişteki deneyler göz önünde dururken politikaya karışmamak mümkün mü ?
 Ayrıca “siz, politikaya niye karışıyorsunuz ?” diye soran da yok, sorgulayan da, başarıya ulaşmış darbecileri yargılayan da görülmedi !
 Askerler’in yasalar karşısında ki konumunu ve yükümlülüklerini eski bir muhtıracı, em.org.Muhsin BaturHulki Cevizoğlu’nun “Ceviz Kabuğu” programında şöyle değerlendiriyor: “Milli Güvenlik Kurulu biliyorsunuz, anayasal bir kuruluş. Anayasada tarifi var.Tarifin içinde de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal niteliklerini korumak ve kollamak görevi Silahlı Kuvvetlere verilmiş…Türk Silahlı Kuvvetlerinin vazifesi de yalnız dışa karşı Türkiye’ yi savunmak değil, iç güvenliği de sağlamak. O da yasal bir zorunluluk. O halde Güvenlik Kurulundaki askeri kanadı Türkiyede rejim tehlikeye girdiği zaman, Anayasada tarif edilen Cumhuriyetin niteliklerini korumak ve kollamak görevi silahlı kuvvetlere verilmiş…Türk Silahlı Kuvvetlerinin vazifesi de yalnız dışa karşı Türkiye’yi savunmak değil, iç güvenliği de sağlamak. O da yasal bir zorunluluk. O halde Güvenlik Kurulundaki askeri kanadı Türkiye de rejim tehlikeye girdiği zaman, Anayasada tarif edilen Cumhuriyetin niteliklerini değiştirmeye dönük eylemler başladığı zaman, kendi görüşlerini orada ileri sürecekler tabi..”
 Yine bir askerin bu konudaki savunmasına bakalım: “Milli Güvenlik meselesi, devletin hayatiyetini /yaşama gücünü/ devam ettirmesi ve halkına çağdaş ve müreffeh /varlık içinde/ bir yaşam sunmanın garantisidir. Unutulmalı ki, Milli Savunma, Milli Güvenliğin askeri adıdır. Halbuki milli güvenliğin dayanağı milli güç askeri güç, dışında; siyasi,askeri, ekonomik, demoğrafik, coğrafi, bilimsel ve teknolojik, psiko-sosyal ve kültürel bütün menfaatlerinin ve akdi hukukunun iç ve dış tehditlere karşı korunmasını ifade eder. (Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım,İst.1999.s.369-370)
 Milli Güvenlik Kurulu/asker/ görevini mi yapıyor, yoksa durumdan vazife mi çıkartıyor? Bu yasanın; askere verdiği görevleri sıraladıktan sonra , göreceğiz ki, sivillerin askere verdiği konumu ve yürürlükteki yasayı asker yerine getiriyor.
 Milli Güvenlik Kururlu Kanunu “
Madde 4-Milli Güvenlik Kurulu ;
 a) Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konularında görüş tespit eder
 b) Devletin milli güvenlik siyaseti doğrultusunda tespit edilen milli hedeflerin ve hazırlanan  milli plan ve programların gerçekleştirilmesine ilişkin tedbirleri belirler.
 c) Devletin milli güvenlik siyasetini etkileyecek milli güç unsurlarını ve ülkenin siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel ve teknolojik durum ve gelişmelerini sürekli takibederek, değerlendirir, milli hedefler yönünde güçlenmelerini sağlayacak tedbirleri tespit eder;
 d) Devletin varlığı, bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve  güvenliğinin korunması hususunda zorunlu gördüğü tedbirleri tesbit eder;
e)  Anayasal düzeni koruyucu, milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı, Türk Milleti’ni Atatürkçü  düşünce, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve milli değerler etrafında birleştirerek  milli hedeflere yönlendirici gerekli tedbirleri belirler. Sayılan bu hususlara yönelmiş yurt içi ve yurtdışı tehdide karşı koymak, bu tehdidi etkisiz kılmak için gerekli strateji ve temel esasları ile birlikte planlama ve uygulama hizmetleri konusunda görüşleri, ihtiyaçları ve  alınması lüzumlu gördüğü tedbirleri tespit eder.
 f) Olağanüstü hallerle, sıkıyönetim, seferberlik veya savaş hali ilanı için görüş tesbit eder;
 g) Olağanüstü hal ile savaş, savaşı gerektiren ve savaş sonrası hallerde, kamu ve özel kurum ve kuruluşlar ve vatandaşlara düşecek topyekün savunma, milli seferberlik ve diğer konularda hizmet ve yükümlülükler ile bu hususlarda yapılacak planlara temel teşkil edecek esasları tesbit eder;
 h) Devletin milli güvenlik siyasetinin öngördüğü hususlar ve topluma yönelik hizmetler ile topyekün savunma hizmetlerinin gerektirdiği mali, ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer konulara ilişkin tedbir ve ödeneklerin kalkınma plan, program ve yıllık bütçeler de yer almasını sağlamak üzere gerekli esasları tespit eder.
 i) Milli Güvenlik Kurulu kapsamına giren konularda yapılan ve yapılacak milletlerarası
andlaşmalar hakkında görüş tespit eder. Milli Güvenlik Kurulu, tespit ettiği bu görüş, tedbir ve esasları kurul kararı halinde  Bakanlar Kuruluna bildirir.”
 Tavsiye etmez!
 Bildirir: bu bildirme, bir noktadan sonra “uygulama emri” yerine geçer.
 Bu yasanın 16 ncı maddesi ise MGK Genel Sekreterini, başbakanın da üstüne bir yetki ile donatır: buna göre “Genel Sekreterlik kadrolarında görevli personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına atanmasına ihtiyaç duyulması halinde atamaya ilişkin talep başbakanlığa bildirilir. Başbakanlık bunların atanacakları kurum ve kuruluşları tesbit eder, ilgili kurum ve kuruluşlar atama işlemlerini genel hükümlere göre yaparlar. Atamalar Resmi Gazete’de yayınlanmaz.
 Burada bir nokta dikkatimizi çekiyor: Milli Güvenlik Kurulunun toplantı zabıtları gizlidir. Yönetmeliği de gizlidir; bu bakımdan örgütleniş şekli, çalışma şekli ve çalıştırdığı personelin istihdamı da “devlet sırrı” kapsamındadır.
 Zaten her ne kadar Mit ve polis istihbaratı seçilmişlerin yönetimi altında olsa da bu kurumlardan dolayı yoldan MGK genel sekreterliği servis almaktadır. Ayrıca Jandarma İstihbaratı da geniş alan istihbaratıyla MGK genel sekreterliğine hizmet vermektedir. Yani devletin istihbarat tekeli MGK’da dır dersek pek yanlış birşey söylememiş oluruz. Elbetteki tüm bu bilgileri MGK genel sekreterliği cumhurbaşkanlığı ve başbakanlığa aktarmadan önce askerlere vermektedir.. Bundan da doğal bir şey olamaz!

 27 Ağustos 2003 tarihli Radikal gazetesinde Deniz Zeyrek’in haberini okuyalım: “Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel sekreterliği’nin 12 Eylül askeri darbesinden sonra 1982 Anayasasına göre hazırlanan yönetmeliği, Türkiyede günlük yaşamın her alanını etkiliyordu.Gizli tutulan yönetmelik, 7 nci AB uyum paketiyle gelen değişiklik nedeniyle geçerliliğini yitirdi/ Acaba? Y.N./ Ancak yönetmelik Kasım ayına kadar yürürlükte kalacak.” Radikal’in ele geçirdiği bu gizli belgede “MGK Genel sekreterliği, eski yasaya göre dokuz başlıkta toplanan görevleriyle cumhurbaşkanı, MGK ve başbakan adına sahip olduğu yetkileri nedeniyle devasa bir teşkilata sahipti. Teşkilatın hukuk müşavirliği, personel dairesi, sekreterlik bürosu ve bilgi toplama değerlendirme grup başkanlığı dışında üç önemli ana hizmet birimi var. İşte o birimler.

 o Milli Güvenlik Siyaseti Başkanlığı (MGSB)
 o Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB)
 o Topyekün Savunma Sivil Hizmetleri Başkanlığı (TSSHB)

 Söz konusu bu üç birimde Milli Güvenlik Kurulu Genel sekreterliği bünyesinde kadrolu personel, sözleşmeli personel ve genelkurmay başkanlığı’ndan görevlendirilen askerler çalışıyordu.

 Milli Güvenlik Siyaseti Başkanlığı, ‘Plan koordinasyon ve uygulama takibi’, ‘savunma siyaseti’ ve ‘dış siyaset’ müşavirlikleriyle ‘İç güvenlik-kamu yönetimi-eğitim ve kültür siyaseti’ ile ‘Ekonomi ve sosyal siyaset’ grup başkanlıklarından oluşuyor. Bu başkanlıklarda her konu başkanlığı için ayrı bir müşavirlik bulunuyor.

 MGK Genel ekreterliği’nin yaşamın her alanına nüfuz etmesinde en büyük rolü TİB, koordinatörlüğünün yanı sıra ‘Haberleşme ve Özel Faaliyetler Şube müdürlüğü’ ile ‘İnceleme ve araştırma’, ‘Planlama ve yönlendirme’ ve ‘Kurum ve kuruluşlarla ilişkiler’ grup başkanlıklarından oluşuyor. TİB’de ana birimlerin yanı sıra ayrıca genel sekreter’in teklifi ve başbakan’ın onayı ile geçici hizmet birimleri, Özel ihtisas ve araştırma komisyonları, Özel eğitim, planlama ve uygulama birimleri de kurulabiliyor.

 MGK Genel sekreterliği’nin görev ve yetkilerinin başında MGK toplantılarına ilişkin açıklama metni hazırlama, metinleri basına dağıtma, toplantı organizasyonunun yapılması gibi genel sekreterlik hizmetleri yer alıyor. Ancak 7 nci uyum paketi öncesinde geçerli olan yönetmelik, sekreterya hizmetlerine araştırma, inceleme ve değerlendirmeleri doğrudan ya da ilgili kurumlarla birlikte yapma hakkı veriyor. Genel sekreterliğin genel bünyesinde ana birimlerin görev ve yetkileri şöyle sıralanıyor:

 Genel Sekreterlik ve ana hizmet birimlerinin görevleri (doğrudan ya da ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte) ;

 o Uygulama sonuçlarını değrlendirir, iç ve dış tehditlerde gerçekleşen değişiklikleri, uygulamadan elde edilen sonuçları dikkate alarak siyaset esaslarının düzeltilmesi, değiştirilmesi ve yeniden tesbiti çalışmalarını yapar.

 o Milli Güvenlik Kurulu’nun sekreterlik işlerini gerçekleştirir.

 o Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliği ve anayasal rejimin korunması; Türk toplumunun Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkilapları, Milli ülkü ve değerler etrafında birleşerek milli hedeflere yönlendirilmesinde gereken milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı her türlü psikolojik tedbirlerin alınması, yurtiçi ve dışında bu hususlara karşı oluşan tehditin bertaraf edilmesi veya etkisiz kılınması, (Bu amaçla tedbirler belirler, planlar yapar, hareket tarzlarını hizmet ve faaliyetlerinin yürürlüğe konulması için girişimde bulunur, devlet çapında her türlü psikolojik harekat ihtiyacını tesbit eder, değerlendirir, psikolojik istihbarat ihtiyacı için ilgili istihbarat organları ile koordinasyonda bulunur, psikolojik harekat planları hazırlar, başbakan tarafından onaylanan planları ve bunların öngördüğü hareket tarzlarını uygular, takip-kontrol ve koordine eder.)
 o Savaş gerektiren, savaş ve savaş sonrası hallerle ilgili planlama hizmetinin barıştan itibaren muhtemel bir savaşta yerli ve etkili bir tarzda uygulanmasını sağlayacak şekilde gerçekleşmesini ve bu konudaki kaynakların tesbitini ve planların hazırlanmasını izler, koordine ve kontrol eder.
 o Sivil savunma hizmetlerinin koordineli bir biçimde yürütülmesini sağlar.
 o Bu konudaki hizmetlerin yeterli bir şekilde gerçekleşebilmesi için gerekli ilkeleri, yetki ve sorumlulukları, başbakan onayından sonra uygulamanın izlenmesini ve kontrolunu gerçekleştirir.
 o Aynı kapsamda Nato düzeyinde yapılacak yurtiçi ve dışı planlama, hizmet ve faaliyetlerini yerine getirir. Milli ve NATO tatbikatlarını sevk ve idare eder.
 o İlan edildiği takdirde olağanüstü Hal’le ilgili olarak genel değerlendirmeler yapar, tehdidin yok edilmesi için gerekli her türlü tedbiri tesbit eder.
 o Silahlı Kuvvetler hariç olmak üzere Milli Güvenlik Siyasetinin öngördüğü tedbirlerin alınması, gerekli mali, ekonomik, sosyal ve diğer tedbirlerin kalkınma planlarında yer alması, bütçenin uygun şekilde düzenlenmesi çalışmalarında, Devlet Planlama Teşkilatıyla beraber çalışır.
 o Milli Güvenlikle ilgili gelen her belge, bilgi ve istihbaratı değerlendirerek iç ve dış tehditlerin durumunu sürekli izler. İstihbarat niteliğinde olmayan bilgi ve belgeleri Genel Sekreterliğin konuyla ilgili görev ve hizmetlerinde kullanır.
 o Gerektiğinde Başbakanlık’ta, Bakanlar kurulu’nda veya TBMM’deki ilgili komisyonlarda Devlet Planlama Teşkilatı yetkilileriyle birlikte temsilci bulundurur.
 o Bilgi toplama ve değerlendirme grup başkanlığı, ilgili kurumlardan gelen istihbaratları toplar, değerlendirir, tehdit veya tehdit olması muhtemel unsurların kuvvetli ve zayıf yönlerini belirler. Sonuçları ve alınması gereken tedbirleri ilgili başkanlıklara dağıtır. Başkanlıkların istihbarat ihtiyacını tesbit edip ilgili kurum ve kuruluşlardan ister. İstihbarat arzı toplantılarına katılır.
 o    İç ve dış basını takibeder.
 O MGSB, MGK kararlarının Bakanlar Kurulu tarafından hayata geçirilip geçirilmediğini takip eder, Uygulamaların sonuçlarını değerlendirerek karardan beklenen sonucun alınıp alınmadığını tesbit eder. Milli Güvenlik Belgesi’nin hazırlanması, kabulünü takiben belgede mevcut uygulama esaslarına göre yürürlüğe girmesi için gerekli faaliyeti yapar.
 Kararları uygulayacak bakanlıkların Başbakanlık direktiflerini hazırlar. Direktif doğrultusunda yapacakları takip, kontrol ve koordine eder. Uygulamada siyaset esasından sapmalar ve bu esaslara uymama ile hazırlık tedbirlerde gecikme halinin tesbitinde durumu Genel Sekreter’e sunar. Değşikliğe göre siyaset esaslarının düzeltilmesi ya da yeniden tesbiti çalışmalarını yürütür.
 o TİB, devlet çapında her türlü psikolojik harekat (PH) ihtiyaçlarını tesbit eder. Milli siyaset hedefleri doğrultusunda uzun, orta ve kısa vadeli PH planlarını geliştirir, onaylanmış PH planlarını yürütür, icracı birimler tarafından yapılan uygulamaları kontrol ve koordine eder ve yönlendirir.
 PH’ye ilişkin uygulamaları izler ve kontrol eder. Karar içeriğine uygun olarak yapılması gereken iş veya işlemlerin gerçekleşmesi için, her türlü girişimde bulunur. Kararların beklenen sonuçlarının alınıp alınmadığını belirler.
 Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliği ve anayasal rejimin korunması; Türk toplumunun Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkilapları, milli ülkü ve değerler etrafında birleşerek milli hedeflere yönlendirilmesinde gereken milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı her türlü psikolojik tedbirlerin alınması yurt içi ve dışında bu hususlara karşı oluşan tehdidin bertaraf edilmesi veya etkisiz kılınmasında gerekli olan psikolojik harekat hizmet faaliyetlerini planlar, ilgili bakanlık, kamu ve özel kurum ve kuruluşlarda bu konudaki uygulamaları koordine, takip ve kontrol eder.
 Ayrıca milli güvenlik konularında siyaset oluşturma çalışmalarına katılır; psikolojik tehditle ilgili ihtiyaçları tesbit eder. Durum ve hedef analizi yapar, TRT ve diğer kamu yayın organlarına kendi görevleri içerisine giren hususlarda Genel Sekreter’in onayıyla gerekli yardımları sağlar.
 TSSHB, savaş, savaş gerektiren, savaş sonrası hallerde ilgili planları yapar ve uygulamasını sağlar. Sivil savunma ve koruyucu güvenlik hizmetlerinin ülke düzeyinde koordineli, etkili ve yeterli gerçekleşmesini sağlar. Başbakanlık alarm sistemi yönergesini hazırlar. Sivil güç kaynaklarına ilgili bilgileri tesbit eder, silahlı kuvvetleri destekleyecek sivil destek planlarını hazırlar, destek sağlar.”
 Bu belgenin yayınlanmasından sonra MGK başdanışmanı Ertuğrul Zekai Ökte               Psikolojik harekat her vasıtanın kullanıldığı bir harb türü. Kafası kirletilen halkı yanına çekmek için yapılıyor” derken bu yetkinin TİB’e verildiğini de kabul ediyordu.


 *    *     *

 Yürütme; TBMM’nin oluşturduğu ve denetlediği mekanizma içindedir; hukuka uygunluğu ise Anayasanın verdiği yetki ile anayasal kuruluşlar tarafından yapılmaktadır. Bunların başında Anayasa Mahkemesi,Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay ile bağımsız mahkemeler gelmektedir. Bu denetlemenin; tüm kuruluşlar ve kurumlar için, ayırımsız ve ayrıcalıksız yapılması gerekirken, yine anayasaya ve bu anayasaya göre hazırlanmış yasalar ile MGK kararları bu denetlemenin dışındadır. Ordu için de bir denetim mekanizması kurularak yukarıda saydığımız kurumların yetki alanları yalnızca sivil kurumlar ile sınırlandırılmışlardır. Ordu’nun ise kendi içinde denetim kurumları vardır . Hepsinin üstünde de “kollama ve koruma görevi” orduya verilmiştir.
 Bu durumda da; bugün yürürlükte olan anayasa ve yasalara göre /kaldırılmadığı ve değiştirilmediği sürece/kimsenin “asker durumdan vazife çıkartıyor” demeye hakkı yoktur!
 Milli Güvenlik Kurulu genel sekreterliği ülkenin kültür politikasından, eğitim politikasına, sivil havacılıktan, kara ulaştırmasına, belediyecilik hizmetlerinden, köy hizmetlerine, maliye politikasından tarım politikasına kadar her şeye karışması ile “Bu anlamda, gizli parelel bir devlettir./ M.Altan.21.7.2002.”
 Askerleri bu konuma; yasalar, kendi talepleri ve biraz da siyasilerin daveti getirip oturtmuştur. Elbetteki, bir türlü veremediğimiz ve yerleştiremediğimiz demokrasi eğitimi/ terbiyesi ile geleneklerimizi de unutmamak gerekir.
 Askerlerin bu konumundan dolayı zaman zaman siyasi iktidarlar ile görüş ayrılığına düştükleri gibi; zıtlaştıkları da çokça görülmüşlerdir. Bu yüzdendir ki; her ay yapılmakta olan MGK toplantıları ülkede ilgi kaynağı olmuştur.
Yeni Şafak Gazetesinden Ahmet Rıdvan bu toplantıları 22 Ekim 1999 tarihli yazısında şöyle anlatıyor: “Her ay’ın MGK toplantısı, bu ülkede her nedense, daima netameli/tekin olmayan/ geçer. Daha doğrusu MGK toplantıları, mutlaka ama mutlaka, ülke ve toplum hayatını destabilize etmeyi amaçlayan birtakım olayları takip ediyor. Ülke gündemi altüst oluyor, sivil iradenin eli ayağı biribirine karıştırılıyor ve asıl önemlisi de ordu cenahı, bu gelişmeler karşısında behemahal tavır koymak mecburiyetini hissediyor
 Yedinci Uyum Paketinde, MGK genel sekreterliği ile ilgili yapılacak değişikliğe ilk tepki askerlerden geldi: eski genel sekreterlerden emekli orgeneral Tuncer Kılıç bu değişiklikle hedeflenen amacın “MGK genel sekreterliğini etkilesizleştirmek” olduğunu söylüyordu. Genelkurmay da yaptığı açıklamada “sekreterlik yetkilerinin sınırlandırılması Türkiye’nin koşullarında uygun değildir.” diyordu.
 Ama Erdoğan iktidarı MGK üzerinde oldukça


18 Ekim 2016 Salı

DARBELERİN EN KANLISI 1993 DARBESİ.!!



DARBELERİN EN  KANLISI  1993  DARBESİ.!!

9 Şubat 2013 Cumartesi

Darbelerin en kanlısı 1993 darbesi!

Aziz ÜSTEL











   Adı konmamış bir darbedir 1993 darbesi. 
   Fail meçhuller cinayetlerin doruğa çıktığı, kanı yerde kalmayacak naralarının yeri göğü inlettiği ama gel gör ki, her seferinde kanın yerde kuruduğu, puslu havada çakalların rahatça avlandığı ve aslaları katlettiği bir karanlık, bir adı konmamış darbedir 1993’de olanlar.

Turgut Özal’ın, Eşref Bitlis’in,  Acımasızca Katletildiği, 33 Silahsız Askerimizin kurşuna dizildiği uğursuz mu uğursuz bir yıldır...

Türkiye hepten hukuksuz, insafsız, acımasız, güvenlikten yoksun bir ülkeye dönüştürülmüştür, eli kanlı katillerce. Türkiye’yi 1990’lı yıllarda yaşanmaz hale getiren, milleti neredeyse canından bezdiren öyle bildiğiniz teröristler falan değildir. Bizzat, evet evet, bizzat devlet adına silah kuşanıp, tetik çeken, bomba patlatan İttihatçıların torunları, Yakup Cemil’lerin, Abdülkadir’lerin, Sapancalı Hakkı’ların uzantılarıdır.


“ Devlet elden gidiyor...Gün silaha davranma günüdür...” diyerek bunların eline tabancaları, uzun menzili tüfekleri, C-4 patlayıcılarını tutuşturan devleti o dönem yönetenlerdir. “ Korkmayın sakın; arkaızda kapı gibi biz varız! ” diyerek bunları en acımasız eylemlere süren o devlet, demokrasiyi rafa kaldırmış, Susurluk sonrasında o saat buharlanmış, katiler de inlerine girmiştir.

Siyasi cinayetler dizisi Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden üç ay sonra, Prof. Muammer Aksoy’un öldürülmesiyle başladı. Ardından perde sonuna kadar açıldı: Profesör Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Hiram Abbas, Memduh Ünlütürk, Kemal Kayacan, Uğur Mumcu, General Eşref Bitlis, silahsız 33 askerimiz, General Hulusi Sayın, JİTEM Kurucusu Cem Ersever, General Bahtiyar Aydın, Adnan Kahveci, Özdemir Sabancı, Ahmet Taner Kışlalı, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan...

Resmen akıllara ziyan değil mi!

Tabi bu listeye adı sanı duyulmamış yüzlerce faili hala bulunamayan cinayetleri de ekleyebiliriz. Pinochet’nin darbe yaptığı ve iktidarda bulunduğu Şili’de toplam ölü sayısı 3 bindir; Arjantin cuntasının iktidarı gaspettiği dönemde öldürülenlerin sayısı 6 bin kaybolanların sayısıysa 24 bin; Yunan cuntacılarının öldürttüğü insanların sayısıysa bin beş yüz ollarak mahkeme zabıtlarına geçmişti. Türkiye’de, adı konmamış darbe sürecindeyse 17 bin 500 kişi katledildi! Şili’de, Arjantin’de, Yunanistan’da darbeciler tutuklandı, yıllar yılı hapishanelerde çürüdü; Yunanistan’da 1990 yılında generaller topluca Yunan halkından özür dileyince, hepsi de doksanına merdiven dayadığından, serbest bırakıldı!

Türk Demokrasinin zifiri karanlık yıllarıdır doksanlar; 28 Şubat sürecine gözü kapalı destek veren medya patronlarına bankalar armağan edilmiş, hortumlamalar o yılların diyeti olarak ödenmiştir. Bu gün karanlık yıllar geride kaldı; faili meçhuller, her gün mantar gibi biten uyduruk bankalar tarihe karıştı, hortunmlamalar durdu. Neden? Çünkü Ergenekon yakayı ele verdi de ondan. Tetikçilerle onların ağa babaları yargı önünde hesap veriyor.

Şimdi, “ Niye Ak Parti yüzde 52 oy alıyor? ” diye sorup duracağınıza, 
Bu insanlara sövüp sayacağınıza, geçmişi, hele de 1990’lı yılları ve de 2002’de dibe çöken ekonomiyi hatırlayın... 0 zaman yüzde 52’nin nedenini rahatça anlarsınız! Eğer anlamak istiyorsanız tabi!


..

13 Ekim 2016 Perşembe

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 8




Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 8


   İlk hedefleri Türkiye Cumhuriyeti’ne ortak olmak PKK yandaşları ve ele başlarının “ Ya ortak devlete razı olursunuz, ya da Türkiye bölünecektir " şeklinde savurdukları tehditler, 




Haçlı projesinin geldiği aşamayı gösteriyor 

ABD’nin kendi çıkarları çerçevesinde bölgeyi dizayn edip sınırları yeniden çizen Büyük Ortadoğu Projesi her geçen gün nihai hedefine adım adım ilerliyor. 
Bir başka tespit de şöyledir. Önemli olduğu için tekrarlayalım;"PKK açılımı"nın kısa döneme ait maddeleri ile orta ve uzun vadedeki, (Anayasa değişiklikleri 
dahil) düzenlemeleri bu kitapta ayrıntılarıyla yer almaktadır. AB’ye uyum (!) düzenlemeleri gibi, PKK açılımının kaynağı da, yine PKK’ya ait olan bu proje 
kitaptır. 

BOP’un Türkiye bölümü olarak gördüğümüz bu Proje kitap ile, kendisine BOP’un eşbaşkanı diyen sayın Erdoğan arasında bir bağ olabilir mi? Bu soruya 
cevap arayanlara yardımcı olmak düşüncesiyle, büyük bir parantez açalım ve sayın Erdoğan’ın, BOP eşbaşkanlığı görevinin ne olduğunu doğru olarak 
anlayabilmek için, kendi ifadesine, sadece iki örnekle müracaat edelim. 
BOP’un amacı belli...

Birincisi; "Büyük Ortadoğu Projesi’nin amaçları bellidir ve o amaçların içerisinde Türkiye’nin üstlendiği görev de bellidir. BOP Ortadoğu barışına yönelik 
olarak kurulmuş ve bunun yanında ekonomik kalkınmasına yönelik, oradaki özgürlüğe yönelik, kadın haklarına yönelik, eğitim özgürlüğünü daha ileri 
safhalara taşımak için kurulmuş ve atılmış bir adımdır ve burada Türkiye’ye de bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik." (13.01.2009 TBMM Grup 
konuşması) 

İkincisi; "Amerika’nın ’Büyük Ortadoğu Projesi’var ya, "Genişletilmiş Ortadoğu yani, bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir. Bunu 
başarmamız lazım." (18.2.2004 Hürriyet) 

Bütün bu bilgilerin ışığında, sayın Başbakan Erdoğan’a verilen BOP eşbaşkanlığı göreviyle, bu yaşananların; Irak’ın mahvedilmesi ve PKK bölücü terör örgütünün nasıl bir bağlantısının olabileceğini düşünmeli ve açıklığa kavuşturmalıyız. Çünkü bu husus çok önemlidir. 

" PKK Açılımı " ve kafa karıştıran tartışmalar; 

İktidar sahipleri ve yandaşlarının iddia ettiği; "PKK açılıma karşıdır. Tasfiye olacağını anladığı için terör yoluyla provokasyon yapıyor" şeklindeki 
değerlendirmelerin yanlış ve tehlikeli olduğunu söylemeliyiz. 
PKK şartlarını kabul ettirdikçe, meşruiyet ve güç kazanmaktadır. Açılım paketinin gereği yapıldığında devletin hukuna dahil olacak ve etnik kimliğiyle temsil 
noktasına çıkacaktır. Bu kazanımlarla düşman saydığı Türkiye’yi gerilettiğine, vura vura mevzileri düşürdüğüne inanarak daha büyük boyutlu saldırıları 
düşünecektir. Kandil’den inen teröristlerin Habur’da zafer işareti yapmaları bunun bir delilidir. Terör örgütünün kazandığını düşündüğü bir sırada saldırıları 
durdurmasını beklemek, safça bir davranış olur. 
Onun için iddia edildiği gibi örgüt "provokasyon" yapmıyor, aksine saldırılarını artırıyor. Hatırlayalım, PKK’lılar TRT-6 yayına başladığında, özetle; "Vura 
vura dilimizi aldık. Yarın da toprağımızı alacağız" dememiş miydi? Örgütün mantığı böyledir. Siz bunu anlayamazsanız, çook, çok kan akar. 
Hiç şüphe yok ki, PKK hedeflerine ulaşıncaya kadar teröre devam edecektir. Bu gerçek iyi bilinmelidir. İlk hedefi Türkiye Cumhuriyeti’ne ortak olmaktır. Sonra 
1978 kuruluş bildirisi 1’inci maddesinde açıkladığı gibi; "Bağımsız, Birleşik, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti"nin kuruluşuna geçmektir. 
PKK örgütlenmesini de buna göre yapmaktadır. Teröristbaşının talimatıyla Türkiye, Irak, İran ve Suriye topraklarını esas alan konfederal bir sistemi 
gerçekleştirmek amacıyla kurulan KCK, (PKK’nın Türkiye Meclisi) şehirlerde kaos çıkarmaya ve bölgelerde özerk yasama, yürütme ve yargı sistemi 
oluşturmaya çalışmaktadır. Son zamanlarda sokakları ateşe veren KCK, "şehir terörü"nü tırmandırarak, kalkışma günü için ortam hazırlamaktadır. 
Alt yapı hazırlanıyor 

Bu konuda, ABD’nin desteğiyle Suriye vizesinin kaldırılması, Bağdat’ta iki ülke bakanlarının "ortak hükümet" toplantısı yapma maskaralığı gibi gelişmeler, 
sanki Barzani yönetimiyle ilişkilerin ve Güneydoğumuzla bütünleşmenin psikolojik alt yapısını hazırlıyor. 
Bu konuda daha da ileri giden AKP milletvekili Mir Dengir Fırat bakınız neler söylüyor; "Irak halkı federal bir yapıyı tercih etti, oranın adı Kuzey Irak değil 
Kürdistan’dır, saygılı olmalıyız. Kürdistan’a vize kaldırılmalı. Erbil’den sonra Süleymaniye’de de konsolosluk açmalıyız. Banka şubeleri açılmalı, ticareti 
artırmalıyız.. vs. 

Meğer Irak Anayasası’nı işgalci ABD değil de, Irak halkı yapmış ve federal bir yapıyı kabul etmiş. Biz de buna saygılı olmalıymışız. Demek ki kardeş Irak’ta, 
1.5 milyon Müslüman boşuna öldürülmüş, iğrenç işkence ve tecavüzler boşuna yapılmış, Irak boşuna mahvedilmiş, yüzbinlerce namuslu kadın boşuna 
pazarlara düşmüş, ülke boşuna kanlı bir arenaya döndürülmüş, Türkmenler boşuna toplu katliama maruz kalmış, liderleri boşuna suikastlara kurban gitmiş 
ve boşuna Barzani’nin azınlığı yapılmış. 

Demokrasiden Anladıkları!.. 

Şu hale bakınız, yaşanan bu facialar adamın umurunda değil. Bunların insan haklarından, demokrasiden, özgürlükten, kardeşlikten, barıştan anladıkları belki 
de bu.. 
Zannedersiniz ki adam, kurulacak "Birleşik devletin" başına oturacak. Ne de olsa Kommagene Krallığından geliyor. Diyarbakır Belediye Başkanı’nın devletimize ve hükumetimize alenen küfretmesi, herkese laf yetiştiren Başbakanın bunu sineye çeker gibi susması, ele başlarının televizyonlara çıkıp, "ya ortak devlete razı olursunuz, ya da Türkiye bölünecektir" şeklinde savurdukları tehditler, Haçlı projesinin geldiği aşamayı gösteriyor olmalıdır. Hatırlanacak olursa, teröristbaşı da Türkiye’ye 2009 sonuna kadar süre tanımıştı. Ülkemizi korumakla görevli yöneticilerimiz ne yapıyor? 
Vatanımızda böylesine vahim durumlar yaşanırken, siyasi iktidar ne yapıyor diye soralım ve manzarayı görmeye çalışalım. 

İki Dilli Devlet!.. 

1- Bölücü teröre karşı "demokratikleşme" ve "özgürleşme" çerçevesinde başlatılan "PKK açılımı" ile "iki kimlikli", "iki dilli" devlet düzenine doğru adımlar 
atılıyor. 

2- Terör örgütü şehirleri ateşe verirken, güvenlik güçleri ya ortalarda görünmüyor, vatandaşın mal-can güvenliği teröristlerin insafına terkediyor, yada yetersiz güçle müdahale edildiğinden polisimiz çok zor durumda kalıp panzerleri yakılıyor ve canını kaçarak kurtarmaya çalışıyor. 

3- Ankara’da; yerli ve yabancı güçler tarafından, devletin beyni diyebileceğimiz en tepedeki organ ve kurumların kuşatılması sürüyor ve güven bunalımı 
derinleşiyor, karar alma mekanizması zayıflıyor; Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, bazı mahkemeler, hakim ve savcılar, Türk Silahlı Kuvvetleri ve 
bazı etkili kişilere karşı, müthiş bir baskı ve medya kampanyası desteğinde yıpratma programı uygulanıyor. 

4- Borç batağındaki, üretim gücü gerileyen ülke ekonomisi çöküntüye sürükleniyor. 

Bütün dünya; devletimizin içinde bulunduğu bu durumu, kendini devlet zanneden bazı iktidar sahiplerinin rolünü, bölgede kanun hakimiyetinin 
kurulamadığını, buna karşılık örgüt otoritesinin güçlendirildiğini seyrediyor. 

Çaremiz vardır ;

Bu ağır tablo karşısında seyirci kalınamaz, her halde yapılacak çok şeyler vardır. Kimse dur bakalım, bekleyip görelim diyemez. Çünkü yok olmanın 
denemesi de olmaz. Aynen ölümün denemesinin olmadığı gibi. O halde ayağa kalkarak kurtuluşun da, çarenin de kendimizde olduğunu görmeliyiz. Her şeyden önce, bu milletin de, bu devletin de çok güçlü olduğuna inanmalıyız. Çare bu gücün harekete geçirilmesindedir. Bunun ilk şartı da, milletimizin gerçekleri bilmesine bağlıdır. 

Bu görev de gerçeği bilenlere, felaketin farkında olanlara düşmektedir. 
Tabii felaketin farkında olduğu halde; iktidardan nemalananlar, dünyalığını tutanlar ve beklentileri olanlardan, tuzu kurulardan, sırça köşkten etrafa "aman 
iktidarı sıkıntıya sokacak işler yapmayın" fetvası yayanlardan, mevkii, dünya görüşü ne olursa olsun medet umulamaz. 

Namus Erbabına düşen görev 

Onun için bu mukaddes görev, felaketi farkındaki namus erbabının omuzlarındadır. Namus erbabı; durmadan, dinlenmeden vatandaşa, "PKK Açılımı"nın gerçek yüzünü, bu aziz vatanı bölmek isteyen Son Haçlı Seferi olduğunu anlatmak zorundadır. Demokrasilerde partilerin, en çok korktukları gücün vatandaşın oyu ve sandık olduğu bilinciyle, her vesileyle sorumlu AKP yöneticilerine, sesini yükselterek uyarmanın yolunu bulmalıdır. Bu yolda vebalin en büyüğü ise, AKP’li bakan, milletvekili ve parti yöneticilerindedir. Bu sorumlular ilk önce; Parti ve hükümet yetkililerine, kökeni ne olursa olsun hepimizin Türk Milleti’nin eşit ve şerefli evladı olduğumuzu, etnisite/ırk kümelerine göre ayrıştırmanın, yok olmak anlamına geldiğini izah etmelidirler. 
Açılım sona erdirilmelidir 

Tabii her şeyden evvel de, " PKK açılımı"nın acilen durdurulması için çalışılmalıdır. Bu yanlıştan dönülmezse, Ülkemizin kanlı bir kargaşanın içine 
sürükleneceği açık bir dille anlatılmalıdır. 

Özetlenen bu demokratik çalışmalar yapılabilirse, ülkemizin büyük bir felaketin eşiğinden dönmüş olacağına şüphe yoktur.. Hem de en kestirme yoldan. Eğer 
bu demokratik çalışmalardan beklenen sonuç alınamazsa, kesin çözümün tarihi önümüzdeki milletvekili seçimleri olacaktır.. Seçmen vatandaşlar tereddüdü 
bırakarak, ülkemizi ağır bir çıkmaza sürükleyenleri, yüzümüze karşı ve çekinmeden, hala " Bize BOP’un eş başkanlığı görevi verildi" diye övünenleri, sandıkta azletmeli dir. Verilen mukaddes emanet geri alınmalıdır. Vebalden kurtulmanın da, milletimizin selamete çıkmasının da yolu bu kadar açık ve kolaydır. 

halde buyurun bu milli göreve. 


***** 

Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI BÖLÜM 7






Son Haçlı Seferi PKK AÇILIMI  BÖLÜM 7 



Ayrışmayı körükleyecek çok tehlikeli adımlar... 

Eğer Anayasa’nın esas hükümlerini çiğneyerek devlet tarafından ana dilin öğretimi başlatılırsa, arkasından ana dilde eğitim gündeme gelecektir. 

21 KÜRTÇE YAYINA YENİ DÜZEN: 

RTÜK Yasası’nda yapılacak değişiklikle Kürtçe yayınlarla ilgili yeni düzenlemeler yapılacak. Özel televizyon ve radyoların Kürtçe yayın yapmasına izin 
verilecek.

Devlet televizyonunun 24 saat kurmanç lehçesinden yayınının yanında, bütün özel televizyon ve radyolar da 24 saat yayın yapacak. Bunun adına, asırlardır 
müstakil bir dil olamayıp, bölge ve etnik lehçe durumunda kalan Kurmançcayı, zorlayarak, tepeden inme mühendislik metodlarıyla dil haline getirme gayreti 
denir. 

Bu boşuna bir gayrettir, çünkü Farsça, Arapça ve Türkçe gibi büyük dil ve medeniyetlerin arasında kalmış olan bir lehçenin gelişmesi düşünülemez, 
muhafaza edilebilirse, ancak bugünkü kadar mümkün olabilir. Dillerin gelişmesi, her şeyden önce ihtiyacın şiddetine, sonra da sosyal ve kültürel gelişmişlik 
kapasitesine bağlıdır.

Öyleyse, AB ve PKK bunu niçin ısrarla istiyor? Gayet açık, örgütün, nazari planda da olsa farklı bir kimliğe ihtiyacı vardır. Bir de bu kimliği muhatabına kabul 
ettirebilirse, ayrı bir millet olduğu iddiasına, kendisi ve yandaşları inanacaklardır. Buna çok ihtiyaç vardır. Çünkü şu durumda, Türk kültür ve medeniyet 
dairesinin içindedirler, temelde farklı oldukları, dil dahil hiçbir unsura dayanmamakta dırlar. 

Etnik lehçe ile TV yayını;

Buna rağmen bu mesele çok önemlidir. Çünkü terör örgütüne bu kadarı yeter. Konunun bir de, silahtan daha yıkıcı olan psikolojik mücadele tarafı vardır ki, 
Türkiye bu alanda yok denecek durumdadır. Bu dengesizliğe bir de özel Tv. ve radyoların etnik lehçeyle 24 saat yayın yapmasını, PKK’yı kullanan 
emperyalistlerin gelişmiş tekniklerle bu imkanı değerlendireceğini düşünelim. Zihinler nasıl karıştırılacak, mikrop ilaç gibi nasıl sunulacak, varın siz hesap edin. 

Bu konuda bir de batı ülkelerine bakalım. Değerli bilim adamı İskender Öksüz beyin "En İyi Entegrasyon Asimilasyondur" başlıklı yazısının ilgili bölümü 
aynen şöyle; 

"Geçtiğimiz hafta, 14 Bulgar parlamenter, Bulgaristan’da Bulgar Millî Televizyonunda, günde on dakikayla sınırlı Türkçe haber yayınının kaldırılması için kanun teklifi verdi. Berlin’den yayın yapan Radio Berlin-Brandenburg (RBB), 34 yıldır Multi-Kulti Radyosu adı altında sürdürdüğü Tükçe yayınları 2008 yılında 
kaldırdı. 

Nordrhein-Westfalia eyaletine yayın yapan WDR’in Köln stüdyolarında hazırlandığı için Türklerin Köln Radyosu diye tanıdıkları Funkhaus Europa, şu anda Pazartesi-Cuma arası saat 6.05-7.00 ve 19.20-20.00, Pazar 19.30-20.00 arasında olmak üzere haftada toplam 10,5 saat Türkçe yayın yapar. 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren, sabah yayınları tamamen kaldırılarak Türkçe yayınlar haftada 5 saate indiriliyor. 

Yine Almanya’da, Hessen eyaletine yayın yapan HR, WDR’de hazırlanan Türkçe yayınları sabahları orta dalga üzerinden aktarıyordu. HR, 1 Ocak 2010’dan 
itibaren Türkçe yayınları tamamen kaldırma kararı aldı. 

Alman Haber Ajansı (DPA) 1 Ocak 2009’da başladığı Türkçe yayın servisini, 1 Nisan 2009’da kaldırdı. 
Fransa devlet radyo televizyonu Radio France Internationale (RFI) haftada toplam 1 saat Türkçe yayın yapıyordu. 2007 yılında kaldırdı. RFI’nin internet 
sitesindeki Türkçe bilgi bölümü de 1 Ocak 2010’dan itibaren kalkacak. 
Belçika’da Flamanca yayın yapan BRT televizyonu, Cumartesi günleri 30 dakika süreyle Babel (Babil) başlığıyla yaptığı Türkçe TV yayınını 1997’de kaldırdı. 

Çifte Standartlı Batı;

Fransızca yayın yapan RTBF, aynı şekilde haftada yarım saat olan haber ağırlıklı Türkçe yayınlarını 1992’de kaldırdı. 

Sözde çok kültürlü! 

Hollanda resmi devlet yayın kurumu NOS/NPS, oradaki Türk toplumu için Radio 5 frekansından Cumartesi günleri saat 15.02-15.45 arası yayınlanan Türkçe 
haber programına 4 Eylül 2008 tarihinde son verdi. 
Danimarka’da 1 Ocak 1980 tarihinde Radio Denemark (DR) ’ta başlayan ve günde 15 dakikayla sınırlı Türkçe radyo yayını 2005 yılında sonlandırıldı. 
İsveç devlet radyosu haftalık 15 dakikalık Türkçe radyo yayınlarına 15 Ocak 2006 tarihinde son verdi." (Prof. Dr. İskender Öksüz, Star Gzt. Açık Görüş 
17.12.2009) 

"Özgürlükçü" ve "demokrat" batı, bizim ensemizde boza pişirirken, kendisi "çok kültürlülüğe" nasıl bakıyor, dakikalarla sınırlı yayına bile izin vermiyor, işte 
örnekleri. Üstelik, dilleri ve kültürleri unutturularak asimile edilecek olan bu insanlar bizim vatandaşılarımızdır ve bulundukları ülkenin kimliğiyle herhangibir 
kimlik ihtilafları da yoktur. .

Bu örnekleri görünce güzel ülkemizin, uğradığı ihanete, sahipsizliğe, nankörce, sorumsuzca ve hovardaca yönetilmesine nasıl yanmazsınız? 

22 ANADİLDE EĞİTİM YOK: 

Ancak anadilin öğrenilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılacak. 
Önce bu eğitim ve öğretim işi devlet kurumlarında yapılacağına göre, Anayasa’nın "Başlangıç ilkelerine," 3’üncü maddesindeki "Devletin dili Türkçe", 42’nci maddedeki, "Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez." hükümlerine 
aykırı olduğunu söyleyelim. 

Sonra bunu kimler istiyor diye soralım? Tabii ki, AB-APO-PKK-DTP, hatta ABD. 

Öte yandan ana dilin, adı üstünde anadan öğrenilen dil olduğunu, bunun önünde hiçbir engelin bulunmadığını ve bulunamayacağını belirtelim. Sıkca 
söylendiği gibi ana dillerin konuşulması yasak değildir. İsteyen istediği gibi konuşabilir, ihtiyaç duyduğu sürece de konuşacaktır. Eğer ileri sürüldüğü gibi 
yasak olsaydı, bin yıllık tarihimizde, Türkçe’den başka dil mi kalırdı? Buna rağmen neden "anadilin öğrenilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılacak" 
deniliyor? Herhalde, burada kastedilen devletin öğretmesinin önündeki engellerdir. Evet engeller vardır. İlk engel Anayasamızın amir hükümleridir. İkinci engel evrensel çağdaş hukuktur. Burada da devletin ana dillerden, hem öğretim, hem de eğitim yapması kabul edilmiyor. Bunun için gelişmiş ülkelerde 
bunun örneği yoktur. 

Erdoğan da savundu 

Eğer anayasayı çiğneyerek devlet tarafından ana dilin öğretimi başlatılırsa, arkasından ana dilde eğitim gündeme gelecektir. Başbakan Erdoğan da böyle 
düşündüğünü 1991 yılında RP Genel Başkanı Erbakan’a verdiği "Kürt meselesi" adlı raporda şöyle açıklıyor: "Ana dilde eğitim haklarını verelim. Türkiye’de 
dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini 
savunmalıyız." 

AB’de 2000 yılından itibaren, "Katılım Ortaklığı Belgesiyle" bunu istiyor. Yani iki dilli devlet gündeme getirilecektir. Zaten esas hedef de budur. 

23 KÜRTÇE KURSA DÜZEN:

Yasa değiştirilecek. Kürtçe kurs merkezleri birçok dilde eğitim verebilecek. 
Bu düzenleme Anayasamızın ilgili maddelerine aykırıdır. 
Geçmişte bu kursların özel olarak açılması serbest bırakılmıştı. Ancak katılım olmadığı için açılanlar zarar etmiş ve kapanmıştı. Bu deneme çok önemliydi. 
Çünkü halkın böyle bir ihtiyacının olmadığı açıkça ortaya çıkmıştı. Bunu, Türkiye’yi bölme projesinin gereği olarak PKK ve AB istiyordu. 
Kurslar böylece kendiliğinden kapanınca, bu defa AB parasını Türkiye’nin vermesini ve devlet tarafından açılmasını istedi. Şimdi yapılmak istenen de budur. 
Ayrıca başka "birçok dilde eğitim" vermek suretiyle, kurslar cazip hale getirilmek isteniyor. Görüldüğü gibi etnik dil ve kimliğin oluşturulması amacıyla, akıl 
almaz zorlamalar yapılıyor. Bunlar yapıldıkça da terör örgütü güçlenecek ve iki dilli devlet hedefine yaklaşacaktır. 

Yarın: ENSTİTÜ KURULACAK 
17/01/2010 - 02:23:36 

8 Cİ  BÖLÜM İLE  DEVAM EDECEKTİR

******