31 Ekim 2016 Pazartesi

SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI 28 ŞUBAT 1. Bölüm




SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI 28 ŞUBAT  
1. Bölüm,




    Sincan'dan bir görünüş (Şehitler Parkı) 

SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI=28 ŞUBAT                          


1. Bölüm    

Bekir Yıldız'ın seçim mitingi (Mart 1994) 

HADİSELER DİYARI SİNCAN’A DOĞRU   

    Bu uzun mevzuunun konu başlığı 28 ŞUBAT olsa da, 28 ŞUBAT’ın en önemli ayağı olan Sincan’da hadiselere ve 28 ŞUBAT sendromuna girmeden önce, daha önce Sosyal Demokrat Başkan Aziz Gürsoy’un 5 yıl nasıl idare ettiği? 

 Sorusunu sorduracak kudretteki Sincan Belediye Başkanlığı’nı 29 Mart 1994’te devralan ve adından, ileride hep RP li Başkan diye bahsedilecek POST-Modern Darbe’nin mağdur Kahramanı Bekir Yıldız, bu devirle birlikte, Sosyal Demokratlar adına ne varsa devirmeye başlayacaktı.      

Yıldız’ın ilk ve en öncelikli işi bu yönde olunca, karşı tarafındakiler, O’ ne yapsa ona karşı bir etkinlik(!) ortaya koyacaklardı. Bu etkinlikler, Yıldız’ın icraatları ve zamanla ortaya ansızın çıkan, aslına bakıldığında daha ahlâki olmasına rağmen, devlet aleyhtarlığı, kurum düşmanlığı gibi anlaşılan, Hindi-içki yasağının garnitür verdiği TEKEL, 


GAZETECİ BEKİR YALÇINKAYA

28 Şubat faslına ta ötelerden Bayrak açma yarışını başlattığı o günlerde bilinemeyen Tokuştepe manzaraları, içinde SOL yazdığı ve Orak-Çekiç sakladığı iddia edilen Fatih Tuğra Anıtı yıkımları, SOL’un adamları(!) için yaptırılan parklara, Türk’ün ve İslâm’ın kardeşi Çeçen adı verilmeleri.. Vesaire; bütün bahane ve şahaneler toplanarak hesap katlandırıldıkça katlandırılacaktı.   Sonrası malûm.. Bu türlü işlerin bana göre bir takım mesnetsizliğinden, ömrüne bin yıl ömür biçilen bir 28 Şubat doğacaktı..


 Ama bin yıl yaşayabilecek mi? Ucu nereye dayanacak ve vebalini nasıl ödeyecekti?    Oralara gelmeden, isterseniz söz öncesi, şu hazırlık dönemine bir bakalım..    

HADİSELER DİYARI SİNCAN’A DOĞRU   

Bu uzun mevzuunun konu başlığı 28 ŞUBAT olsa da, 28 ŞUBAT’ın en önemli ayağı olan Sincan’da hadiselere ve 28 ŞUBAT sendromuna girmeden önce, daha önce Sosyal Demokrat Başkan Aziz Gürsoy’un 5 yıl nasıl idare ettiği? sorusunu sorduracak kudretteki Sincan Belediye Başkanlığı’nı 29 Mart 1994’te devralan ve adından, ileride hep RPli Başkan diye bahsedilecek POST-Modern Darbe’nin mağdur Kahramanı Bekir Yıldız, bu devirle birlikte, Sosyal Demokratlar adına ne varsa devirmeye başlayacaktı.    

Yıldız’ın ilk ve en öncelikli işi bu yönde olunca, karşı tarafındakiler, O’ ne yapsa ona karşı bir etkinlik(!) ortaya  koyacaklardı. Bu etkinlikler, Yıldız’ın icraatları ve zamanla ortaya ansızın çıkan, aslına bakıldığında daha ahlâki olmasına rağmen, devlet aleyhtarlığı, kurum düşmanlığı gibi anlaşılan, Hindi-içki yasağının garnitür verdiği TEKEL, 28 Şubat faslına ta ötelerden Bayrak açma yarışını başlattığı o günlerde bilinemeyen Tokuştepe manzaraları, içinde SOL yazdığı ve Orak-Çekiç sakladığı iddia edilen Fatih Tuğra Anıtı yıkımları, SOL’un adamları(!) için yaptırılan parklara, Türk’ün ve İslâm’ın kardeşi Çeçen adı verilmeleri.. Vesaire; bütün bahane ve şahaneler toplanarak hesap katlandırıldıkça katlandırılacaktı.  Sonrası malûm.. Bu türlü işlerin bana göre bir takım mesnetsizliğinden, ömrüne bin yıl ömür biçilen bir 28 Şubat doğacaktı.. Ama bin yıl yaşayabilecek mi? Ucu nereye dayanacak ve vebalini nasıl ödeyecekti?    Oralara gelmeden, isterseniz söz öncesi, şu hazırlık dönemine bir bakalım..    
               

IŞINLI GECELERİN GELİŞİNE SEBEBLER 



BEKİR YILDIZ SİNCAN BELEDİYE BAŞKANI

27 Şubat 1994 yerel seçimleri RPli belediye başkanları için de, RP için de önemli bir dönüm noktasıydı. Türkiye geneli gösterilen başarıdan belki de en büyük payı alanlardan birisi de Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'dı.. Bundan dolayıdır ki Yıldız, ilk başkanlık yılında da, devam eden yıllarda da bir çok önemli ve dikkate değer zevattan ziyaretler almış, aldıkça da başkanlığının daha çok farkına varır olmuştu. Belki, işte bu aşırı farka varış, O'nu daha çok heyecana sevketmiş, sonra da malum hadiseler yumağı içinde kördüğümle karşılaşmıştı..    



Yıldız'ın hatıralarına önem verdiği Çeçen, Türkmenistan, Azeri, Batı Trakya Türkleri gibi kardeş ülke temsilcileri bir taraftan geliyor, öte taraftan da hemşehrisi Oltan Sungurlu, İstanbul Bağcılar Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık, Şiran Belediye Başkanı Osman Karaca, Nizam-ı Alem Ocakları Başkanı Emir Kuşdemir, Gümüşhane Belediye Başkanı Naim Ağaç, 

 Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı D. Mehmet Doğan gibi ülke içi yetki ve etki sahibleri yenileriyle yer değiştire değiştire gelmeye devam ediyorlardı. Sincan'daki Sivil Toplum Kuruluşları veya Oda Başkanlıkları'ndan plaket alıyor, Hatta bir rüyanın üzerine üç oğula vasiyet eylenen ve merkez mezarlıkta harcanmak üzere 9 bin mark tahsil eden ilk belediye başkanı oluyor.. 

Doğrusu Bekir Yıldız için çok şeyler oluyor idi..    

Ta ki o meşum ana, Yıldız'ının kayıp düşeceği o Işın'lı gecelere kadar. İşte ne olduysa o gecelerin başlarında oluyor.. Günlerce kendisine inzivai bir hayatı mecbur kılan başlangıç ile bu hayatı mahpus damlarında buluşturan bitiş arasındaki o son mukadderat çizgisi; dışarıya gün, görev, hizmet ve hatta hak-hukuk ve imtiyaz vermez bir kalın duvar halini alıyor..    Sadece kendini savunmaya mümessil, O' "ERKENCİ", göz dolduran ve en azından üç dönem üst üste başkanlık makamında kalabilici Refah Yılıdız'ı, sonunda,  Türkiye'de en büyük payı aldığı gibi, yine geriye veren bir adam olup çıkıyor..    İşte; o uzun hikayenin, kalemimizin mürekkebini ve aklımızın iradesini dolduran isnadları, provası veya provokatörleriyle kapanmaya gidici son perdesi.. Gürsoy, Karayalçın ile       



CHP'DEN ALTERNATİF LALE FESTİVALİ    


Sincan denince akla ilk gelen faaliyet türü Lale Festivali’dir. Sincan Belediye Başkanı olur olmaz, Sosyal Demokrat Belediyeciliğin 5 yıldır oturttuğu klişeyi değiştirmek adına proğram üstüne proğram üreten, RPli Başkan Bekir Yıldız, bir gece adamlarıyla oturacak ve bu festivali kendi ruh düzenlerine nasıl uygun hâle getirebiliriz mevzuunu tartışacaktı. Evet.. öyle olacaktı. Bu muhakkak ve istişari gelenekten şöyle bir karar çıkacaktı: “Madem Sosyal Demokrat’ların Güzellik Yarışmalı bir Lale Festivali vardı. Onu revize edecek, bizim de En iyi Kur’an Okuyan’lı bir alternatif festivalimiz olsun.. Sonra da öyle olacaktı..  Ama böyle bir proğram bünyesinde, en iyi Kuran'ı Kerim okuyana birincilik ödülünün bulunduğu Lale Festivali, CHP İlçe Başkanı Kemal Baştimur ve O'nun gibi düşünenler için: "Sincan'ın geleneklerinin siyasi çıkarlar adına" kullanılması demekti. Onlar da düşünüyorlar ve her zeminde iddia ediyorlardı ki: "Atatürk ilke ve devrimlerine saldırmayı ilke edinen RP"nin önüne her vesile ile set çekilmeliydi.” Sadece Bekir Yıldız ile başlayan 'tilavetli' lale festivali için  bile alternatif üreten CHP'li kadrolar, 96'da başlattıkları ‘Alternatif Lale Festivali’nin 2.sinde başkanları Kemal Baştimur'un demeciyle ve özellikle festival konuşmasıyla bundan böyle daha sıkı bir muhalefetin mesajını veriyorlardı.    Baştimur festival açılış konuşmasında diyordu ki; "Sincanlılar'ın yaşam biçimine müdahale etmeden, geleneklerini bozmadan, Laik Cumhuriyet geleneklerine katkı koyarak etkinlikler biçiminde festivalimiz sürdürülmüştür. Ancak Refah Partisi iktidara geldikten sonra.. hem sosyal demokratların izlerini silmek.."   İzlerini silmek derken Baştimur, Bezirci, Akarsu gibi parkların yerine ve yanına-yönüne Çeçenistan, Türkmenistan ve Serdengeçtiler.. gibi parkların yapılmasının, Lale Anıtı'nın yıkılıp yerine Fatih'in Tuğrası'nın dikilmesinin, Gölet'le ilgili spekülasyonların, Sincan Spor ve Sin-Kent arası para transferlerinin gündeme taşınmasının tam anlamıyla ‘ilikleri kurutulan bir demokrat dönemi Belediye’nin mahkeme edilmesinin muhakemesini yapıyordu.. 



Kemal Baştimur        

" Hem çağdaş cumhuriyetçi yaşam biçimi değiştirmek için.." bu cümleden de anladığımız; - Yıldız'a göre rızaya bağlı, yasak getirilmemiş- içki-hindi yasağı ve benzeri temayüllerdi.. "Lale Festivali'ni özünden saptırarak kapalı mekanlarda kendi içine ve ideolojisine dönük olarak kutlamaya başlamıştır. Özellikle Atatürk ilke ve devrimlerine saldırmayı kendisine ilke edinerek Sincan’lıların geleneklerini politik çıkarları için değiştirmeyi hedeflemiştir. Refahlı yerel yönetimin yanlış uygulamaları neticesinde geleneksel Sincan Lale Festivalleri'ni özüne uygun olarak ikinci kez gerçekleştirdik. CHP olarak Laikliğe ve Cumhuriyet'e saldırı amacı taşıyan her etkinliğe alternatif cevaplar ve eylemler yapacağız."    Altını kalın çizgilerle çizmeye ve manâsını düşünmeye çok gayret gösterdiğim bu cümle; sanki bir süre önce, çok biraz da Yıldız ve ekibinin zaafiyetine matuf meydana gelen Kreş ve Kudüs'ü işaret etmesi, hem de CHP adına gayret kolaylığı sağlaması açısından çok dikkate alınması gereken bir cümle idi..    Zira, bir tarafında İlçe Kaymakamı Ali Gün'ün, diğer zıt tarafında, bu itham edilen zihniyetin yerel idaredeki temsilcisi Bekir Yıldız'ın içine çekilip, bir süre cebelleşme olarak devam eden 'Vedat Dalokay Kreşinde Bir Ayşe Tokuştepe' romanının adını işte, şöyle, bu CHP kadrosu koyacaktı: 


"ŞERİAT PROVASI..!"     

Yunus Göleti'nin mali portresine basında ve yerel TV KTV'de makul gerekçeler göstermeye çalışan, Gürsoy'un yanında yer alan CHP'liler adına Baştimur, " Refahlı yönetim, yerel yönetime geldikten sonra 70 milyar harcanan bu yatırımı harabeye çevirmiştir. Yine bu yerel yönetim döneminde Türk Bayrağı'na, Atatürk ve Cumhuriyeti'ne küfür edilmiş, Cihad çağrısı yapılmıştır. Ancak, CHP; kökten dincilerin her eylemini anında haber vermiş, Atatürk ilke ve devrimlerinin koruyucusu olmuştur" diyebiliyordu.    RP'li kadroların önce kreş, sonra da Kudüs hadisesiyle verdikleri kozu çok iyi kullanan CHP misyonu "hesap sorucu" niteliği ve ifadesiyle gelip yerel idarede ahkâm kesenlerin, -Acar'a karşı kendi başkanları dahil- boşa kürek salladığının anlaşılmasını sağlıyordu adeta.. da CHP: kökten dincilerin her eylemini anında nereye haber veriyordu acaba?  


 ŞEVKİ HOCA BATI'DAN EŞEK GETİRSELER   



Esasen Alternatif Lale Şöleni CHP Sincan İlçe Teşkilatı tarafından ilk defa Belediye Başkanı Bekir Yıldız'a karşı düzenlenmiş bir şölen değildir. Bu geleneği başlatan bizzat Bekir Yıldız'ın da içinde bulunduğu RP Camiası'dır.    1993 yılının Mayıs başlarında RP Sincan İlçesi tarafından Özekici Düğün Salonu'nda bir Lale Şöleni düzenlenmektedir. O günün ilçe Başkanı Nabi Yener, Teşkilatlanma Başkanı da Bekir Yıldız'dır. Eski ifade "misafir"in yerini alan "konuk"lara baktığımızda en göze batıcı ve çarpıcı isim Şevki Yılmaz başta olmak üzere RP Tokat Milletvekili Ahmet Fevzi İnceöz, Sanatçı Ahmet Tunç ve Emin Özer vardır. RP'nin siyaseten gün gün teveccüh kazandığı yıllardan olan 1993'ün Mayıs'ı bilhassa verilecek mesajlar açısından hareketli bir günü ağırlamaktadır.    Lale Şöleni'nin açılış konuşmasına; "kısa süre önce, (17 Nisan 1993'te) ülkemize başbakanlığı öncesi, başbakanlığında ve cumhurbaşkanı iken büyük hizmetler veren Turgut Özal'ın ve gelmiş geçmiş bütün insanlarımızın ruhuna fatiha.." ile başlayan Bekir Yıldız, yeni yeni ısınmakta olduğu siyasi arenayı o gün Necip Fazıl'dan ve İstiklal Marşı şiirleriyle süsleyerek: "acıyalım, çünkü imanın bu en zayıfıdır" demiş ve konuyu "zulmün bayraklaştığı Bosna" ile bağlamıştı.    İlçe Başkanı Nabi Yener ise; "biz bu şöleni bu imajı yıkmak için düzenledik. Birlik ve beraberliği sağlamayı amaçladık" dedikten sonra, "dünyanın dinlediği Şevki Yılmaz Hoca"yı halka takdim etmişti.   Emin Özer ve Ahmet Fevzi İnceöz'ün de birer konuşma yaptığı o gün, Sincan'da bir Şevki Hoca rüzgârı esecekti. Şevki Yılmaz, "sizde mi Lale yetiştirdik diyorsunuz" dercesine Hollanda'nın yılda 28 milyarlık lale gelirine kısaca değindikten sonra, hemen meselesine; "Müslüman kardeşin, kardeşinin etini yiyerek cepheye gittiği bir zamanda, bizdeki bu siyasilerin şerefsizliğine" giriş yapmıştı.   Bir kere, Şevki Hoca celâllenmiş, hiddetlenmiş, alnından fışkıran terlere ve onu sık sık silen siyasi yakınlarına aldırmadan kendi tarifiyle "şerefsizler"e(!) yüklenmişti..    Diyordu ki: "Güneş Taner denen adamın köpeğinin Edirne Köpek Dinlenme Tesisleri'ndeki aylık masrafı 9.5 milyoncukmuş. Türkiye'nin şerefsiz Mason Başbakanı Ermeni Gavuru'na buğday veriyorsa bu ülkenin başı musibetten kurtulmaz. Şu milletin evlatlarını gazete sütunları, eğitim bozukluğu, ahlaksız siyaset ve ayyuka çıkan yolsuzluklar ruhsuz hale getirdi. Allah'a secde etmek görevi olan ruh öldürüldü."    Şevki Hoca coştukça coşuyordu. Bu coşkudan sosyete de nasibini alıyordu. Sosyete Fransızca ne demekti? "Ortakkkk!.."    Cimbom'a getirilen Hoca'yı işaretle; "Batı'dan Eşek getirseler Kral yapacaklar” diyor, O'nun İstanbul'daki sporseverlerce karşılanışını: "tezahüratlarla karşılandı, omuzlara alındı. Yani Eşek krallar gibi karşılandı" şeklinde yorumladı. Sözü; "içkinin beyinlere, fuhşun aileye, laikliğin de din ile devletin arasına girerek tahribatta bulunduğu"na getirip, mevcut partileri de Hayvanlar Kulübü'ne benzetmişti. Ne demişti? "At, İnek, Arı, Kurt partileri. Arı soktu, anamızı ağlattı. (Yılıdz Özal'a Fatiha okusa da Şevki Hoca buydu) "Arı soktu anamızı ağlattı, babaya koştuk.. baba! Babamız, O' da Beygir. On yıldır bizi tepiyooo.."    Köpekler Kampı'ndan girip Hayvanlar Kulübü'ne varan Şevki Hoca, o gün Domates tohumunu da bakın nasıl araştırmıştı: "Domates bugün niye pahalı bu kadar, biliyor musunuz?  Sebebini araştırdım, tohumu İsrail'den geliyor. Demirel, benim köylümün değil de Yakob köylünün babasıymış.." Şevki Hoca böylece ne demek istemişti? "Demirel'e baba diyenler Yahudi'dir. Ben ve biz değil.." demek istemişti.    O günkü hava kirliliğine sebeb olarak Şevki Hoca Yahudiler'i göstermişti. Haksız da değildi. "Yahudi ve benzeri milletlerle mücadele için de Dar-ül İslam ve Dar-ül Harb yerine Dar-ül İrtidat gerekir" diyen Şevki Hoca, bir yıl sonra, Hasan Hüseyin Ceylan'ın da işaret parmağıyla göstererk; "buraya Mürted diyorlar. Nedir Mürted? Dinden dönme, Kâfir demektir. Biz burasının adını Akıncı Ovası olarak değiştireceğiz" mealini verdiği o günün "MÜRTED"i için de şöyle diyordu: "Dinden dönen devlet iledir mücadele. Şuna bakın.. Havaalanının adı.. şurada.. Mürted, yani dinden dönen havaalanı.. Nereden nereye gelmişiz, görüyor musunuz?"    Yine Şevki Hoca haksız sayılmazdı. Şayet Mürted kelimesi Türkçe sözlükte "dinden dönmeyi ve kafirliği" veriyor idiyse, niçin ve kimler tarafından bu isim, oraya layık görülmüş ve ta RP Camiası'na kadar da önemli bir tepki almamıştı. Hayrett..!   





 Şevki Hoca "zira" diyordu; "30 yıllık öğretmen Suna ip atla, Ali yat yat uyu uyu öğretiyor. Ya 60 sayfalık kitabı ezbere biliyor mu? Ama 6 yaşındaki çocuk Çin'i, Japon'u, Çerkez'i, Laz'ı 6666 ayeti ezbere biliyor. Dünya neyi bulursa bulsun, böyle bir nizam altında ezilmeye mahkumdur." mu? Nerdeee.. Bakılsa ya İsrail'e, Filistin'i kevgire çevirmedi mi bugün.. Ya Irak? Müslüman kardeşin kardeşinin etini yiyerek, ama neyin mücadelesini verdiğinin farkında olmadan ABD küstahına esir olmadı mı? Bu aleme, adil nizam ne yazık ki bir türlü, Osmanlı'dan sonra gelmedi ve Dünya adaletini; Nizam-ı Alem yerine Vahşet-i Alemi, ABD ile AB denen Haçlı İttifakı'nın eline vererek kin ve zulüme devretti.. 

   "1897'de temeli atılan Büyük İsrail hedefinin içinde, 1997'de Beytullah'ın işgali ve Peygamberimiz'in naaşını Salib'e teslimi yatıyor" diyen Şevki Hoca'nın şu sözüne hak vermemek mümkün mü? "Biz hala Erol Taş rolü oynasak da, buna, Allah'ın koruduğu bu mübarek yere kimse ulaşamaz..” Acaba, Avrupalı'yla Türk ve Müslüman insanının meydana getirdiği inanç ve düşünce ayrılığı, teşekkül ettirilen cemiyetler vasıtasıyla mümkün mertebe ortadan kalktı mı?     İleride Şevki Yılmaz'ın röportajlarına baktığımızda da bu ima'nın reel şekle dönüştüğünü görüyoruz..   

ŞEYHÜLİSLÂM ALİ YÜKSEL VE SONRASI  

Bu ifadeyi Ağustos 1993’te Hedef Ankara Gazetemizi ziyaret eden Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Gene Sekreteri Ali Yüksel kullanmıştı. Ali Yüksel her ne kadar hem Milli Görüş’ün Genel Sekreteri, hem de Avrupa’daki Müslüman Türkler’in Şeyhülislam’ı sıfatıyla böyle dese de, AB’nin ruh hâlinden İslâm Dünyası’na nasıl şerren bakıldığını görüyoruz. O gelişinden Ali Yüksel demişti ki; “Bugün Şeyhülislâmlık görevini yürüttüğüm İslâm Konseyi sayesinde Avrupa’da büyük bir birlik sağladık. Avrupa ve özellikle Alman Devleti nazarında etkili bir konumumuz var. Bu duruma gelmek kolay olmadı. Kendi kimliklerini muhafaza eden insanlarımız, camiler yaptırarak, bazı yerleri de camiye dönüştürerek İslâmi gelişmeye faydalar sağladılar. Cemiyetlerimiz ise bir araya gelirken birliğin gücünün idrakinde oldular. Dini, milli ve kültürel çalışmalarıyla yardım konusundan çözümü gerektiren meselelere kadar, hemen her konudaki etkinliğimizle Diyanet İşleri kadar, hattâ daha çok tesir sahamız ve ilgilendiğimiz insanlarımız var..”   


                                     


İşte bu iki farklı karekter ve düşüncedeki insanın görüşleri.. Görüşmenin merkezinde ise siyasi ve gazeteci Bekir Yıldız var. O Bekir Yıldız ki, dev gibi dalgalı bir denizde cankurtaransız, filikasız, kısacası tedbirsiz yol katetmeyen temkinli, tefekkürlü, heyecanına hâkim ve iştahlı bir adam..   Sonra, bir yıl bile geçmeden kaderi birdenbire istediği istikâmette değişen, ama kendisine hâkim olmakta zorlanan biri olup çıkıyor..    O’nda benim anlayamadığım iki şey var. Birincisi kendi izahatı, kendisinin kurban seçilmesi. Ki bu konuya Öze Çağrı’nın 10 Nisan 2005 tarih ve 57 sayılı nüshasında meslekdaşlarımız Mustafa Boşdurmaz ve Seçil Keskin vasıtasıyla açıklık getiriyor.   İkincisi, bana KTV Genel Yayın Yönetmenliğim sırasında ”ben yakamı kaptırdım, artık iflah olmam” ifadesi. Ki “bunun ne anlama geldiğini açıkla” falan desek de, Yıldız gerekçeli bir açıklama yapmamıştı. “Öyleyse..” diyerek kapattığımız meselenin üzerinden tam 7 ay geçecek ve Yıldız, gerçekten kurban seçilecekti. Ama nasıl..halâ bazılarına göre, konu müphemliğini koruyor bence..    Hemen bu arada şu tesbit: Şeyhülislam Ali Yüksel, RP’nin dinamik siyasilerinden Hasan Hüseyin Ceylan, Milli Görüş Camiası’nın avuç patlatırcasına alkışladığı hatip Şevki Yılmaz ve de Bekir Yıldız, Acaba28 Şubat 1997’den çok çok öncelere dayanan hâl, hareket ve lisanları itibariyle Laik Demokratik Cumhuriyet eleğinde ne kadar elenmeye tâbi tutuldular dersiniz? Ali Yüksel’in hiçbir zaman Şeyhülislamlık lafzı hiçbir basında geçmezken, Bekir Yıldız ani bir çıkışla Türkiye gündemine oturuverdi. Hasan Hüseyin Ceylan, Şevki Yılmaz, İbrahim Halil Çelik, Şükrü Karatepe ve Hasan Mezarcı gibi dili sivri RPli ekabirlerin ise geçmişleri didik didik edilerek,Yılmaz’ın ifadesiyle “geçmişlerinin beyan sayfaları manipleye uğratılarak” dedikleri ve diyecekleri burunlarından getirildi.   Yukarıdaki birkaç hususu arşivimden gün yüzüne çıkarırken, bu kesimin tıpkı 

SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI gibi bir takibata tâbi tutuldukları kanaatı hâsıl oldu bende..    


EVET.. GÜRSOY DA YARGILANIR    



Bekir Yıldız’ın yerel idareyi ele aldığı ilk günlerde.. SHP'nin bir basın toplantısında İlçe Başkanı Kemal Baştimur: "Tansalar aracılığıyla 183 işciyi işe alan belediye, encümen kararı ile 11 işciyi işe başlatmıştır. Madem işci eksiği vardı, eski işcileri neden çıkarttılar" dese de..  502 işci, Çalışma Bakanlığı'nın işciler lehine görüş bildirmesine rağmen, bu insanların ekmeğiyle oynanmış, sokağa atılmış, kaderiyle baş başa bırakılmış" diye tarihi tekerrürden bahsetse de..  "Sincan Belediye Başkanı 73 memuru sokağa atarak toplu memur kıyımı gerçekleştirmiştir" deyip, kendi dönemlerinde intihar bile edenleri,  işsiz-güçsüz bırakılanların neler çektiklerini unutmuş olsa da, Yıldız'ın asla unutmayacağı bir şey vardı. O da Aziz Gürsoy'un 500 milyarı.. Nereden alınıp nereye verildiğini, bir okul öğretmeninin kara tahtaya çizdiği şema gibi şemalar çizerek bu yolsuzluğu, iddiası üzerine anlatacak, anlatacaktı.. Yıldız'ın iddialarına göre; -Aziz Gürsoy, belediyenin 500 milyar lirasını uyduruk sözleşmelerle gasbetmişti. -Bir milyar lira sermaye ile kurulan Sin-Kent'in Sincan Spor'a 50 milyar lira reklâm parasını nasıl verdiğinin hesabı sorulmalıydı. Bu bir ihanetti zira.. -Türkiye'de 1. Lig'de mücadele eden Gençlerbirliği'nin bile bir yıllık reklam geliri 800 milyon lira iken, nasıl olurdu da 2. lig takımı (ki 3. lige düşmüştü) 50 milyar lira reklâm alabilirdi. Bu, resmen belediyenin soyulmasıydı. Halbuki Sincan Belediyesi'nin kesilen telefonları için 1 milyar 400 milyona bile şiddetle ihtiyacı vardı. Bu borç ayrıca Gürsoy döneminden kalma bir borçtu. Hem 50 milyar reklâm parası alacaksın, hem de 1 milyar 400'ü ödemeyip telefonları kestirteceksin. Olacak şey değildi. Zira bu kadar para, oradan nasıl gelmiş, nereye nasıl gitmişti? Yıldız bu hesabın peşindeydi.    Bu itibarla da belediyenin uyduruk sözleşmelerle gasbedilen 50 milyar lirasının hesabını hem eski başkan Aziz Gürsoy'u, hem de dönemin Sin-Kent Müdürü Bülent Erdoğan'ı mahkemeye vererek sordurtacaktı.    Yıldız'a göre, yine bu rakamla TRT'de bir yıl boyunca reklâm yapma imkânı vardı. Öyleyse sonuç; bu para reklâm adıyla sırf belli kesimlere çıkar sağlamak için "Sin-Kent'ten Sincan Spor'a transfer" edilmişti. Pek tabii Yıldız'ın iddiaları bu kadarla kalmamış, konuyu sık sık basın organlarında dile getirmişti. Bu beyanatlar ise günden güne Belediye eski Başkanı Aziz Gürsoy'a zûl gelecekti. Bu iddialara cevap vermesi gerekecek, kendini aklama gayretine düşmesi kaçınılmaz olacaktı.    Nihayet, bir gün Yıldız ve Gürsoy karşı karşıya gelmiş ve o tarihi proğramı gerçekleştirmişlerdi.  



   FUTBOLCULARI GÖRDÜ TABANLARI YAĞLADI 


Tarih: 1.Temmuz.1995. Saat: 21.10 Ve Yer: KTV canlı yayın odası    Stüdyoda Bekir Yıldız ile Gürsoy bir program hazırlığı içindeler. Yıldız'ın rahatlığı karşısında Gürsoy, biraz asık suratlı ve gergin.    Yıldız'ın maiyeti yanında, ama Gürsoy'un birkaç adamı Kartal Sokak'ta bekleşmekte. Bu program öyle hafife alınacak cinsten de değil. Zira aylardır Yıldız bir iddiasını yineleyip duruyor, Gürsoy'un bu iddiaya 5.yıldan bir günü kurtarmak adına cevap verme mecburiyeti var. Hele bir de konu mahkemelere Yıldız tarafından intikal ettirilmiş ise, mecburiyet bir kat daha artmıştır.   


Gürsoy, adeta alelade bir hazırlıkcı. Yıldız ise tam temkinli. O itibarla stüdyonun bir kenarına "kara tahtası"nı kurduruyor. Hazırlıklar tamamlanıp programa geçileceği sırada, stüdyoyu programcım (siyasi form) Oya Durdu ile Aziz Gürsoy ve Bekir Yıldız'a terk ediyor, Genel Yayın Yönetmeni odama dönüyorum.    Ve odamda izin vermediğim iki genci oturur buluyorum. "Siz kimsiniz, burada ne işiniz var?" diye soruyorum. "Biz Yıldız'ın programı için gelen futbolcularız. Ben Barbaros, ben de Hayrettin. "Barbaros ve Hayrettin birer Gürsoy mağduru sporcular olduklarını, Gürsoy'un inkârı karşısında gerçeği KTV stüdyolarından halka duyuracaklarını ifade edince ‘makam yasakçılığı’mı lüzumsuz buluyor ve gençlerle uzun uzadıya meseleyi konuşuyorum ve beklenen an geliyor, program başlıyor.   Programın başlarında önce ısınma turları atılıyor. Sonra malûm olduğu üzere taraflar sertleşiyor. Programı yürüten Oya Durdu; Yıldız ile Gürsoy'un şiddetli münakaşalarında zaman zaman zor anlar yaşıyor. Yayın odasına bağlı ‘kontrol televizyonum’ bana zevkli bir program izlettiriyor. Sporcular da, ben de zaman zaman neticeyi merak ediyoruz. Derken köşeye sıkıştığının farkına varan Gürsoy, "böyle seviyesiz bir programda daha fazla kalamam" gerekçesiyle stüdyoyu, yani bir anlamda canlı yayını terk ediyor. İzleyenler de sanırım bizim gibi hayretkâr ve de duruma gülmekteler. Sonra Yıldız'la durumu muhakeme ediyoruz. O esnada Kartal Sokak'ta SHP ve RP'liler arasında bir gerginlik yaşanıyor. Acaba Gürsoy bu durumda gitmeli mi, stüdyoya geri dönmeli mi. Yani  kaçmalı mı, ya da, zorlansa da, kendini savunmaya devam mı etmeli.    Gitmiyor ve stüdyoya geri dönüyor. Ve programa, biraz daha makul çerçeveye alınmış zehabıyla devam ediliyor. Netice, ne peki? Bence bir hiç gibi. Buna rağmen köşe yazılarıma devam ettiğim Gerçek Haber'in sahibi dostum Ömer Uzun ile konuyu basına bakınız nasıl intikal ettiriyoruz; 


KTV Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya    "Gürsoy'un KTV yi terkedişinin   perde arkası. 



FUTBOLCULARI GÖRDÜ  TABANLARI YAĞLADI  

  *Sincan'ın ilk televizyonu olan KTV, Belediye eski Başkanı Aziz Gürsoy ile 1.5 yıllık belediye başkanı Bekir Yıldız'ı karşı karşıya getirirken, ilk proğram konuların görüşülmesine yetmeyince ikinci proğram için bir hafta sonraya randevu alınmıştı.    *İkinci proğrama da hazırlıklı ve elinde kabarık bir dosya ile gelen Yıldız, Gürsoy'u sorduğu sorularla köşeye sıkıştırdı. Bu arada Gürsoy, Yıldız'ın diploma konusu görüşülürken proğramı terk etti.    *Basında üstü kapalı geçiştirilen bu olayın perde arkasını araştıran gazetemiz GERÇEK HABER, KTV'nin başarılı Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya'ya olayı sordu. Yalçınkaya, Barbaros ve Hayrettin isimli eski futbolcuların Yıldız'ın iddialarını doğrulamak için proğrama çıkmak istediklerini, bunları gören Gürsoy'un ise proğramı terk ettiğini söyledi.    *Bilindiği gibi Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Barbaros ve Hayrettin isimli eski futbolculara Gürsoy'un 30 milyon TL. ödediğini, buna mukabil ise 1.5 milyara imza attırıldığını iddia etmişti.    *KTV Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya, böyle bir proğramın, bölgemiz ve televizyonculuk açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak "bir gazete proğramı 'rezalet!' diye manşetten vermiş ve KTV'nin isminden dahi bahsetme gereğini duymamıştır. Olayın perde arkasını araştırmamış ve kulaktan dolma yazılar yazmıştır. Aziz Gürsoy'un stüdyoyu terkedişi sadece ve sadece iki futbolcuyu görmesiyle ilgilidir" dedi.    *Doğrulardan yana olduklarını belirten Yalçınkaya, "herkes sizin gibi araştırsa gerçekler daha çabuk ortaya çıkar" şeklinde konuştu."    O malûm gazete o gün için "rezalet" demiş ve ben buna hazımsızlık göstermiştim. Aslında konu her haliyle bu ifadeye uygun bir biçimde halledilmeye çalışılmıştı. Benim kafa yorduğum husus KTV'nin "bahsedersem adı reklam olur" mantığıyla "bir yerel televizyon" bilinmezliğine sürüklenmek istenilmesiydi.  Halbuki KTV o dönemde bölgenin en etkili ve ilk televizyonuydu.      Sincan'ın ilk yerel televizyonu KTV ekibim ile TV Stüdyosunda



..

29 Ekim 2016 Cumartesi

Musul Çuvalının Ağzı




   

Musul Çuvalının Ağzı;


Abdullah Ağar
Terörizm ve Terörizmle Mücadele 
Bilimsel Danışman, 




İddia1: 

Rus Ria Novosti Haber Ajansı: Musul'da bulunan IŞİD militanlarının kentten ayrılması için ABD ile Suudi Arabistan'ın anlaştığını iddia etti. Haberde 9 bin IŞİD militanının 
aileleriyle birlikte Suriye'ye güvenli bir şekilde geçeceği ve Suriye'ye geçen bu teröristlerin orada etki üreteceği öne sürüldü.

İddia 2: 

Sahadan (Musul bölgesinden) haber veren bazı yerel kaynaklar 13-14 Ekim gecesi Musul'a inen bazı helikopterlerin görüldüğünü iddia ediyor. Bu helikopterlerin IŞİD'in Musul'daki yabancı-profesyonel(!) cihatçılarını alıp, bilinmeyen bir yere götürdükleri ifade ediliyor.

İddia 3: 

Rudaw'ın haber bültenine konuk olan KDP'nin Musul Sözcüsü Muhittin Mızuri ise bakın ne söylüyor:
 "Musul'da gerek halkın, gerekse de IŞİD'in durumu kötü. IŞİD, halkın örgüte güveninin kalmadığına kanaat getirmiş. Halk da örgütün yabancı üst düzey yetkililerinin kenti terk ettiğini görüyor."Her bir iddia, kendi başına çok şey üretmiyor.Ama alt alta konunca üçlü nesgayfe oluveriyor.Takdir sizlere ait.Operasyona katılacak güçlerin arazideki konuşlanma ve yığınakları ise asıl ispat!Musul çuvalının Batı ağzı, yani Suriye yolu açık.Bir de bu çuvalın Havice-Şırgat tarafı yırtık.Güneyde (Geyyare mihverinde) ve Kuzeydeki Peşmergeler arasında (özellikle Musul Barajı bölgesinde) Irak Ordu Birlikleri, Federal Polis Güçleri ve Terörle Mücadele unsurları var. 

Peşmergeler ise Doğu ve Kuzeyde... Kuzeyin batıya uzanımındaki Suriye sınırına (Rabia) kadar olan alanda özellikle Talefer'in üstünde ve Sincar bölgesinde Peşmerge var. Tabii bir de Sincar'daki PKK ve PKK Ezidileri.Bugünün yığınak fotoğrafındaki temel görüntü bu.Batı ağzı yani Suriye yolu bilinçli bir şekilde açık bırakılmış.Deniyor olmalı ki Kedidir o Kedi'ye: "Köşeye sıkışma, beni de cırmalama. Var git öte yana."Bakalım IŞİD buna ne kadar uyacak?Musul'da ne kadar savaşacak?İster dirensin, ister bırakıp gitsin.Anlaşılması gereken temel gerçek şudur:Bu Musul'u IŞİD'den kurtarma operasyonu değil!Musul'u paylaşma savaşı.Hem de IŞİD nedeniyle Sünni Arapların ve Türkmenlerin bütün hak, iddia, etki ve inisiyatiflerini kaybetmenin gölgesinde...Gerçekten çözüm, hak amaçlansa, panzehirin devrede olması gerekmez mi?Ne zamandan beri Sünni İslam'ı ve Sünni tabanı istismar eden IŞİD'in panzehiri, mezhebi ve etnik düşmanlık yaşadığı güçler oldu?Görmüyorlar mı?Yoksa görüyor da, bilerek mi yapıyorlar?Bu dizaynın ve kavramsal savaşın yeni bir evresidir.Daha büyük savaşların alt yapısının oluşturulma çabasıdır.Düşmanlık ve kanın daha geniş alanlara yayılması, geleceğe sıçratılma uğraşıdır.

Sünni tabanın mezhebi ve etnik kırılma yaşadığı güçlerle Musul'u kurtarmaya kalkmak!Ezidiler üzerinden PKK'yı Telafer ve Musul'a montajlamak!Kerkük'e Selahattin'e sallanmak.Batı ile İran istikrar istiyorlarsa, derslerini hiç çalışmamışlar.Ama karmaşa istiyorlarsa, dersini gerçekten çok iyi çalışmışlar. 

Yapılacak harekatın adı da "Musul'u IŞİD'den kurtarmak" filan değil.Resmen Musul'dan Ninova'dan toprak kapma savaşı.Toprak kapmaya kalkışanlar üzerinden Coğrafya'yı dizayn savaşı.

Kim kaptıya gittiğinin savaşı!Hiç bir savaş Adil bir barışla ve paylaşımla sonuçlanmadıkça, bitmiyor.Görmüyorlar mı?

Abdullah Ağar
Kaynak:  Musul Çuvalının Ağzı 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/musul-cuvalinin-agzi-148454h.htm

28 Ekim 2016 Cuma

“Demokrasi” Şekeriyle Kandırılan Millet



“Demokrasi” Şekeriyle Kandırılan Millet




Müyesser YILDIZ
03 Kasım 2011

Bugün 3 Kasım 2011. AKP iktidarının 9’uncu yılı.

Gündemde, manşetlerdeiki ana konu var: N.Ç.’nin tecavüzü ve KCK operasyonu.
Askerinden okul müdürüne, muhtarından veznedarına 28 kamu görevlisinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç.’nin davası 8 yıldır sürüyormuş. Ve yüksek yargı, o çocuğun “rızasıyla” bu hayvanlarla birlikte olduğuna hükmetmiş. Ne diyeyim; tuz koktu, tuz… Burnumuzun direği kırılıyor!..
KCK operasyonları, tutuklamalar, 2. Cumhuriyet mahallesinin karışması… Liboşlar şokta (acaba akıllarına TUDEH geldi mi?), İslâmcılar muzaffer kumandan!.. Ne halleri varsa görsünler! Benim derdim başka: aman sizler bu “açılımı” yanlış anlamayın, iktidar nihayet PKK ve uzantılarının üzerine gidiyor diye sevinmeyin. Başbakan Erdoğan: “Ciğerim yanıyor, ciğerim!” feryadında bulunduğunda: “Eyvah!.. O’nun ciğeri yanıyorsa, bu defa bizim neremiz yanacak? Acaba şimdi hangi açılım gelecek?” diyerek endişemi dillendirmiştim. İşte o günlere gelindi.
* * *
9 yılda neler oldu? İşe ufak ufak başlandı. Devletin televizyonunda birkaç saatlik yayın. Günü geldi bir kanal tümden Kürtçe’ye tahsis edildi; devlet eliyle resmen ikinci dil yaratıldı. Başbakan Erdoğan da yıllar sonra, Haziran 2011’de bu hali bir güzel itiraf edip: “O birkaç saatlik yayına başlarken ne engellerle karşılaştık. O yüzden birden yapamadık.” dedi. Bugün üniversitelerde Kürtçe bölüm açıldı, ilköğretimi konuşuyoruz artık. Anayasa, yasalar değişmeden bu noktaya geldiğimize göre yeni Anayasa ile nerelere varılabileceğini siz hesaplayın artık!..
Aynen “kamusal alanda türban” işi gibi. Erdoğan partisinin son Kızılcahamam kampında nasıl da meydan okudu!.. “Tartıışmaları hatırlayın, neler çektik? Uymak zorunda kaldık gerginlik olmasın diye. Artık bunları kabul etmiyorum.” derken haksız mıydı? Bırakın üniversiteleri, mahkemeler dışında türbanın girmediği yer kaldı mı?
İşte PKK müzakere ve açılımlarına da böyle “hazmettire hazmettire, alıştıra alıştıra” ulaşıldı.
KCK ne? Bölücülerin sözde “devlet” yapılanması. PKK sözde “ordu”, Öcalan “cumhurbaşkanı”, Zübeyir Aydar “meclis başkanı”, Murat Karayılan da “başbakan”. Bu hal 2007’den beri bilinmiyor muydu? KCK’nın başıyla İmralı’da, Zübeyir Aydar’la Oslo’da masaya oturan; Kandil’deki Karayılan’a seçim ve referandum öncesi toplam 6 kez “ateşkes” ricasında bulunanlar Hasdal’da “terbiye”ye çekilen askerler ya da dışarıdaki gazeteci ve aydınlara “gözdağı” için Silivri’de tutulanlar mıydı?
12 Haziran seçimleri ya da Obama’yla görüşme sonrası “Artık terör ve bölücülüğe anlayış yok.” dönemine girildiğini sananlar yanılır. Öyle olsa KCK’nın partisi BDP’nin Meclis’e dönmesi için yalvar-yakar olunur, Washington-Ankara hattında: “Siyasi irade ile müzakere, terörle mücadele edeceğiz.” denilir miydi?
Terörün propagandası olmasın diye medyaya “sansür” kondu. Anlaşıldı ki maksat o pazarlıkların, müzakerelerin yazılmamasıymış!.. AİHM 2005’te Öcalan’ın yeniden yargılanmasını gündeme aldığında bu kararın hayata geçirilebilmesi için medyadan “gümbür gümbür destek isteyen” Erdoğan, şimdi “PKK’nın reklamını yapmayın.” diyecek öyle mi?
Merkel’den, PKK’nın Almanya’da 6 milyon Euro toplamasının hesabı soruldu. Bu işler olurken T.C.’nin patronları ne yapıyordu? Merkel kaba falan; ama Allah’tan şunları söylemedi:
“Zübeyir Aydar ABD’nin kara para ve uyuşturucu trafiğinden mal varlığına el konulmasını kararlaştırdığı biri. Siz böyle biriyle Oslo’da nasıl görüştünüz?.. Azınlıklara hediye paketi ile gittiğiniz 21 Ağustos 2011’deki iftarda PKK için: ‘Esnafa vergi kesen bir örgüttür. Vatandaş, ne olur bizi kurtarın diyor.’ dediniz. Siz ülkenizdeki bu ‘vergilendirme-haraç’ işlerini bitirdiniz mi?..
Evet; muhalefetten Merkel’e, medyadan AB’ye suçlanmadık kimse yok. Tek “masum” iktidar!.. Ya Barzani? Hazretlere karşı ne kadar kibar bir dil kullanılıyor öyle? Ona da: “Bitaraf olan, bertaraf olur.” diyebiliyorlar mı?
* * *
Irak’ın kuzeyine kara harekâtı beklerken KCK harekâtıyla uyandık. Liboşlar çarpıldı; lâkin bir ben, bir de Cengiz Çandar için hiç sürpriz olmadı.
Temmuz’du; BDP’lilerle, İmralı ile enseye tokat vaziyetteyken Silvan katliamı yaşandı.
“Yeni terörle mücadele konsepti”nde etkili olduğu anlaşılan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Sedat Laçiner, “KCK’nın belinde silah, terörle siyaset yaptığını” açıkladı birden. BDP milletvekillerinin tutuklanacağı sinyallerini verip: “Bölgede kurtarılmış yerler olması, devletin aczidir.” dedi. Böylesine “şahinleşen” Laçiner, ardından hepsi de PKK’nın listesinde olan talepleri sıralayıp “açılıma, demokratikleşmeye devam” edilmesini önerdi.
Laçiner’den bir hafta 10 gün kadar sonra da Fethullah Gülen’in dostu Hüseyin Gülerce şunları yazdı:”Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa yetki, sorumluluk, inisiyatif sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa (Büyük Türkiye’ye) yaraşır bir mücadele verilecek. Sivil iradenin kontrolündeki polisin, jandarmanın, özel askeri birliklerin ahenkli çalışmalarıyla neler yapılacağını dost, düşman herkes görecek… Kürt ırkçıları: PKK, KCK, BDP, Kandil… Hepsi, 14 Temmuz’da ilan ettiklerinin (demokratik özerklik) kendi kendilerine gelin güvey olmaktan öte hiç bir anlamının olmadığını görecekler. Çünkü Kürt sorunu ırkçı-despot zihniyetlerin dayatmasıyla değil ferdi hürriyetleri, insanı öne çıkaran özgürlük anlayışı ile çözülecek…”
Ve şunu ekledi Gülerce: “Türk ulusalcıları kaybetti, Kürt ulusalcıları da kaybedecek.”!..
Liboşları hoplatıp hukuku, gizliliği, linci, masumiyet karinesini hatırlamalarını sağlayan Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakol’un tutuklanmasında, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in söylediklerinden tek bir şey dikkatimi çekti. KCK için PKK’nın “şehir yapılanması” dedi. Oysa yandaş medya KCK’nın ne olduğunu çarşaf çarşaf yazdı günler öncesinde. Bu hal, operasyonların hangi merkezden yürütüldüğü konusunda şüphe vericiydi doğrusu. Yoksa hala tüm yetkiler “açılım koordinatörü” Beşir Atalay’da mı? Son dönemde polis kökenli yazarlarca, KCK operasyonlarını geciktirdiği gerekçesiyle hedefe oturtulduğu da dikkate alınınca işkillenmemek mümkün değil!..

Cengiz Çandar’a gelince… Bakın ne dedi:

“Başbakan, KCK operasyonlarına ikna edilmiştir. Veya bu, onun kuçağına emrivakiyle bırakılmış bir zehirli hediyedir. Bunun böyle olduğunu ben biliyorum.”

Tuhaf!.. Erdoğan gibi bir “ Dünya lideri ”nin üzerindeki güç kim veya ne ola ki? Çandar söylüyorsa vardır bir bildiği deyip Fethullah Gülen’in “ Kürt Meselesi ”ne ilişkin son açıklamasına odaklanalım. Okullarda Kürtçe’nin öğretilmesini ilk kez bu kadar açıktan savundu; bu bir. İkincisi, bölgenin tamamen kendi kadrolarına teslim edilmesi mesajını verdi adeta.

Üçüncüsü ve en önemlisi ise, “ Türk-Kürt çatışması senaryolarının ” sahneye konulmak istendiğini vurgularken, aynen şunu söyledi :
“ Hatta sonunda meselenin BM’nin hakemliğine kadar vardırılması muhtemeldir. 
” Bu son “uyarı ”, “ Bölgede benim dediklerim yapılmazsa…” nın sopası mıdır, yoksa milleti “ BM’li çözüme ” alıştırma mıdır; zamanla anlayacağız.

* * *
KCK operasyonları, Obama’nın gönderdiği heyetle günlerce süren görüşmelerin sonrasına denk geldi. Heyetin geliş gidiş amacı güya, terörle mücadelemize desteği görüşmekti ve adamlar ya “evet” veya “hayır” diyecekti. Ama o kadar uzadı ki, “Suriye ve İran tezkeresinin pazarlığı mı yapılıyor yoksa?” vehmine kapıldım!.. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun: “Süreç olumlu gidiyor. Bitince, kamuoyu ile paylaşacağız.” demesi ve sonrasında hiçbir şey söylememesi de tuhaftı doğrusu.
Heyet ABD’ye döndü. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, Amerikan-Türk Konseyi’nin toplantısında sırasıyla Türkiye’yi bol bol “öptü”ler. Ancak Clinton’un: “Ekonomik mucizenizi bize borçlusunuz. İstesek sizi Yunanistan’dan beter ederiz.” yollu tehditlerinin ardına sıraladığı talepler, heyetin Ankara’daki temasları hakkında fikir veriyor gibiydi. Öyleyse, o görüşmelerin neden bu kadar uzadığı ve Davutoğlu’nun herhangi bir açıklama yapmaması da anlaşılmış oluyor!..

Clinhton’un dayatmalarından konumuzla ilgilisi: Türkiye’nin evindeki demokratik ilerlemeyi sağlamlaştırması” ve yeni anayasadır.

* * *
Bu gelişmeleri alt alta koyunca çıkan sonuç şu: KCK operasyonları planlı-programlı, “altın vuruş” ayarında yeni bir “açılım”ın habercisidir. Nasıl mı?
BDP-PKK-KCK’nın önde gelen isimleri içeri konur. Ondan sonra “Kürtçe eğitimse” o, “kamu reformu” adı altında “özerklik”se bu; onlar değil, “biz” istediğimiz için yapılmış olur…
İyi de ovadan hapse konanlar?.. Canım istedikleri yapıldıktan sonra önemli mi? Hem onlar “dava” için ölümü göze almış adamlar; 1-2 sene yatmak dokunur mu? Gülerce’nin ifadesiyle: “Türk ulusalcılar ve Kürt ulusalcılar” böyle karıştırılır önce; sonra da toplumsal uzlaşma vs. adı altında “barıştır”a geçilir ve iş tamamlanır.

Bunlar olmasa bile KCK operasyonları
  • Sınır ötesi operasyonu unutturdu mu? Unutturdu.
  • AB yıllardır PKK için Terörle Mücadele Yasası’nın değiştirilmesini istiyordu. Şimdi, üstelik biz Silivri’dekileri de katarak, o değişiklikleri gündeme getirdiler mi? Getirdiler.
Az şey mi? Bu haliyle bile epey hacimli bir açılım olmadı mı?

* * *
Binlerce yıllık bir millete, 88 yaşındaki T.C.’ye bir yandan “hafızasını kaybetmiş“ -anacığım gibi bir nevi Alzheimer’lı muamelesi (o zaman çocuk bile sayılmaz, artık bebektir)- çekiliyor; öte yandan “demokrasi” Elma şekeriyle, bu sürüklemede “ rızası” olduğu söyleniyor!..
İlk sözüm iflah olmaz iyimserler, demokrasi aşığı romantikler ve hala kendini “demokrasi” tramvayında zannedenlere: durun, bu günler iyi günlerimiz daha!..
Son sözüm de küresel terör örgütlerinin, “big brother”ların taşeronluğunu yaptıkları halde, “demokrasi” masalları anlatırken fikri mücadele değil; tuzaklar, iftiralarla yol alan ve sadece güce, paraya tapan şeytanlara: o “demokrasi mücadelenize” de, en aşağılık yöntemlerle bu ülkeye getireceğiniz o “demokrasi”ye de tüküreyim!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler…

Müyesser YILDIZ
03 Kasım 2011


..