BEKİR YILDIZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BEKİR YILDIZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2016 Salı

SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI= 28 ŞUBAT BÖLÜM: 4





SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI= 28 ŞUBAT  BÖLÜM: 






SİNCAN'DA TANK SESLERİ    

  " Sincan.. Yenikent'te tatbikat alanına giden 15 tank ve 20 kadar kariyerin geçişiyle uyandı. ''

   


Tarih; 4 Şubat 1997 Salı. 

   Esasında sabahın erken saatlerinde tankları gördüğümüzde darbe olduğunu falan hiç sanmamıştık. Dolayısıyla da habere verilen süs itibariyle herhangi bir şaşkınlığımız falan da hiç olmamıştı. Olayları günübirlik yaşayanlardan olarak ne Kudüs Gecesi, ne de Yıldız'ın önceden yapageldikleri bize gayet doğal gelmişti. Tıpkı Cem Sultan ile 2. Bayezid-i Veli, Timur'la Yıldırım Beyazıd misali, devlet içi-millet arası bir ihtilâf, bir dikleniş ve niyet kavgası gibi bir şey gelmiş olacak ki en küçük detay bir yana, en büyük mevzuu bile didik didik edilesi cinsten gelmemişti bize ki, her nedense bütün vehimler ve tereddütler umurumuz bile değildi sanki..    Ama, yerel basının bu eksikliğini, ulusal basın ve yayın köteklere maruz kala kala, inadına Sincan'a karargâhını kura kura, gündüzleye ve geceleye geceleye bir çadırın içinden Sincan'ı, Türkiye bir yana bütün dünyaya, Osmanlı'da "Obadan Devlete" misali devletlere tanıştırmıştı. Olayların kucağında, sıcağı sıcağına yazılanlar, bir kenara da daha sonra yazılanlara bakıldığında, içinde bulunduğunuz halde hissedemediğiniz bir deprem menzilinde yaşadığınızın farkına varabiliyorsunuz ancak..   Sabahın erken saatlerinde tankları gören Sincanlılar (ki onlar bir kaç çocuk ve gülerek tank sahiblerine el sallamakta iken) darbe olduğunu sanarak büyük şaşkınlık yaşa(mış)dılar.. Bazı Sincanlılar'ın evlerine kapandığı, bazılarının ise askerleri alkışladığı görüldü.  



  İKİ TANK ORADA KALDI: 

Askeri konvoy Sincan'dan geçişini tamamladıktan sonra iki tankın, Kudüs Gecesi'nin yapıldığı meydana hâkim olan bir yerde kalması dikkat çekti. Parkeden tanklar, Sincan Meydanı'nda konvoyun akşam üzeri dönüşüne kadar bekletildi.    GENELKURMAY; NORMAL FAALİYET: Genelkurmay, motorlu yürüyüş denilen bu geçişin normal faaliyet olduğunu belirterek 6 ayda bir icra edildiğini ve Kudüs Gecesi sonrasına denk gelmisinin tesadüf olduğunu açıkladı.    AA'YA HABER VERİLDİ: Genelkurmay, 'periyodik' diye açıkladığı bu faaliyetle ilgili olarak Anadolu Ajansı'nı da haberdar etti. Ancak şimdiye kadar bu tür motorlu yürüyüş ile ilgili AA dahil, basına hiç bilgi verilmemişti.



    ERBAKAN; GLU GLU: 

Sincan'da yaşananları 'münferit' olarak nitelendiren Erbakan, Sincan'da Tanklı Sabah için "Cumhuriyet Bayramı'nda 240 tane geçiyor" dedi.    ÇİLLER; DENSİZLİK: Cumhurbaşkanı Demirel ile görüşen Çiller, Sincan olaylarını 'densizlik' diye niteledi ve devletin kurumlarının bu konuda gerekeni  yapacaklarını, demokratik kurumlara inanmak gerektiğini söyledi. Hükümetin büyük başarılara damgasını vurduğunu belirten Çiller, Türkiye'yi hükümetsiz bırakmanın yanlış olduğunu vurguladı.  

  ECEVİT; REFAH KANLI YOLU SEÇTİ: 

Ecevit, Sincan'daki saldırıyı değerlendirirken Erbakan'ın, "iktidara kanlı mı geleceğiz, kansız mı.. O belli değil" sözlerini hatırlatarak, "RP'nin kanlı yolu seçtiği görülüyor" dedi. 

BAKAN KAZAN; MEDYAYI TEMİZLEYECEĞİZ: Adalet Bakanı Şevket Kazan, Konya Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği 3. Ramazan Kültür ve Sanat Etkinlikleri'nin kapanış gecesinde, yine medyaya çattı. "Ülkeyi karartan medyayı temizleyeceğiz. Hükümet ortakları olarak tüm yüreğimizi ortaya koyarak bunu başaracağız" dedi.   


VE BÖYLE RPli DE VAR: 

Erbakan ve Refah yöneticilerinin tavırları RPliler'i de isyan ettiriyor. RP Bitlis Milletvekili Abdülhalûk Mutlu, "Cami değil, fabrika istiyoruz. Türkiye'nin tek problemi türban ve cami midir?" dedi.    "Bitlis'e cami yapmaya kalksalar karşı çıkar, fabrika isterim" diyen Mutlu, Kudüs Gecesi'ne de tepki göstererek, "Filistin Gecesi yapacaklarına demokrasi, Güneydoğu gecesi yapsınlar" diye konuştu.  

  SİNCAN'IN TANKLARI BATI BASININDA

    Kudüs Gecesine Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tepkisine Dünya Basını büyük ilgi gösterdi. Sincan'daki tanklı sabahı AP Ajansı, "Türk Ordusu'nun aşırı dinciler uyarısı" olarak yorumladı. ABD yönetimi ise "Türkiye'de istikrardan kaygılanmıyoruz" açıklamasında bulundu.    ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nicholas Barns, bir gazetecinin Sincan'daki olayı kastederek, "Ankara yakınlarında bir müdahale izlenimi verebilecek askeri hareketleri Washington nasıl yorumluyor?" sorusu üzerine, "Türkiye Laik Demokratik ve istikrarlı bir ülkedir. Siyasi istikrara ilişkin hehangi bir kaygımız, ya da kaygı duymamız için bir neden bulunmuyor" dedi.    CHP ve ANAP'ın, Sincan olaylarına "gerekli duyarlılığı" göstermek adına Sincan için gensoru hazırladığı sıralarda yine malûm basında şöyle bir haber geçiyordu; "Hayvan için yakalama emri.. Işın Gürel'e hayvan gibi saldırdıktan sonra tabana kuvvet kaçan Recep GÜLMEZ(!), halâ kaçıyor. Gülmez'in adam bıçaklamadan da sabıkası olduğu ortaya çıktı."    Malûm ulusal basının yine aynı tarih ve 1. sayfasında bir haber daha göze çarpıyordu;     GÖREVDEN EL ÇEKTİRİLDİ..    Kime? Bekir Yıldız'a..İşte o haber: "Yurt çapında infiale yol açan Kudüs Gecesi'nin düzenleyicisi Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, İçişleri Bakanı Akşener tarafından, soruşturmanın selâmeti açısından görevden uzaklaştırıldı.    Hakkında yakalama emri çıkartılan, iki gündür ortalıkta görülmeyen Yıldız hakkında Hamas ve Hizbullah liderlerinin posterini asmak, Laik ve Hukuk Düzeni aleyhine konuşma yapmaktan soruşturma açılmıştı.    Sincan'da İnter Star Muhabiri Işın Gürel'e hayvan gibi saldıran Recep GÜLMEZ(!) için de yakalama emri çıkartıldı."    Evet.. Recep Görmez neden geç yakalandı dersiniz. Çok bilir basının soyadını nasıl yazdığına bir bakın, yeter.. 






TANKLAR SİNCAN'DAN NEDEN İKİ KEZ GEÇTİ; " BU KULİS SADECE STAR'DA "   

 4. Şubat 1997 tarihinde görevden, soruşturmanın selâmeti açısından uzaklaştırılan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Yazar Elemtere Fiş'ci Ahmet Tan'ın "Bu Bekir, o Bekir Yıldız değil" diyerek alaya aldığı insan modelinden her gün biraz daha sıyrılacak ve bütün Türkiye'nin, ismi telâffuz edildiğinde hemen hatırlayacağı bir duruma doğru hızla yol alacaktır. İşte, böyle bir seyrin esaretine alacağı bu Yıldız'dan Adam'ın, 5 Şubat'ta gözaltına alınışı öncesi, Sincan'daki Basın Kampı'nda 'İrticai Haber' peşine düşen onlarca muhabirden ikisi olan Hürriyet'in Muhabirleri Cemal Doğan ile Kâmil Elibol'un, bu olayların üzerinden 6.5 yıl geçtikten sonra, Sincan Kudüs Gecesi'nin çadırında kaynayan Karabiberli olayları; " BU KULİS SADECE STAR'DA " markasıyla Star Gazetesi'ne nasıl değerlendirdiklerine bir bakalım isterseniz:   "TARİH: 4 Şubat 1997 Saat: 08.55- Yer: Olaylı "Kudüs Gecesinin yaşandığı Ankara'nın Sincan ilçesinin Atatürk Caddesi...    Cuma akşamı İran Büyükelçisi Bagheri'nin şeriat" çağrısı yaptığı ve Refah Partili Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın organize ettiği Kudüs Gecesi'nden bir gün sonra. Star TV muhabiri Işıl Gürel'in Mescid-i Aksa'nın maketini yaptıkları parkta röportaj yaparken Sincan Belediyesi'nin park bekçisi eski sabıkalı Recep Gülmez'in yumruklu saldırısına uğramasından sonra Sincan ilçesi bir anda ülkenin birinci gündemine oturdu. Ulusal medya da gelişmeleri yakından izlemek için Sincan'da adeta "üs" kurdu. İlçe ablukaya alındı    Ankara  Emniyet   Müdürlüğü'ne bağlı çok sayıda polis, ilçeyi ablukaya aldı. Tüm polisler, onlarca eve baskın düzenleyerek hem şeriatçı gruplarının gövde gösterisi yaptığı "Kudüs Gecesi "nin organizatörü Refahlı Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ı hem de Işın Gürel'i döven Recep Gülmez'i arıyordu. Sincan'da bütün bu operasyonlar yaşanırken, halk akşam erkenden evlerine kapandı. İlçe bir anda "ölü şehir" görünümüne büründü. Ramazan ayının dondurucu soğuğunda, gazeteciler ilerleyen saatlerde "artık bir şey olmaz"  diyerek ilçeden ayrılmaya başlamıştı. İki muhabir nöbette    O saatlerde ben Kamil Elibol ve Cemal Doğan, dondurucu soğukta, gazetenin aracı içinde nöbete devam ediyorduk, ilçe Emniyet Müdürlüğü önünde saat 02.00'den sonra bizden başka  hiçbir  gazeteci   kalmamıştı. Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polisler dahi sahura hazırlanıyordu. O ana kadar yapılan tüm baskınlarda bir sonuç alınamamıştı. Ne Bekir Yıldız, ne de saldırgan Recep Gülmez ele geçirilebilmişti. Biz ise araç içinde beklemeye devam ediyorduk. Gün ağardığında sokaklarda işine gidenler vardı. Araçta nöbetleşe uyuyorduk.



 Ve tanklar geliyor 

   Gün ağardığında yarı uykulu halimiz duyduğumuz palet sesleri ile dağıldı, içinde nöbet tuttuğumuz aracın altı sallanmaya başladı.'Birbirimize dönüp, 'deprem mi oluyor' diye sorduk. Uzaktan tankların bize doğru geldiğini gördüğümüzde ise gözlerimize inanamamıştık. Sincan in en işlek yeri olan Atatürk Caddesi, bir anda mahşeri andıran kalabalığa dönüşmüştü. Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı'na bağlı 20 tank ile 15 kariyer, başlarında elinde telsizli bir Albay'ın emriyle "gövde gösterisi" yapıyordu. Herkes tankların Sincan'ın orta yerinden geçmesine bir anlam veremiyordu. Kaleşnikof logolu Sabır kafetaryasının önünde tank konvoyu kısa bir mola verdi. Tanklara komuta eden Albay'a, "Komutanım hayırdır,  ne oluyor" diye sormuştuk. Heyecanlı görünen komutan, "Bir şey yok, sadece eğitim çalışması yapıyoruz. Akın Üssü'ne bozuk tankları tamir için götürüyoruz" demişti. Biz de kendisine, "Tanklar ilk kez  İstanbul yolu yerine Sincan'dan geçiyor. Bu konuda bir emir mi aldınız" dediğimizde ise, aynı yanıtı almıştık.    Bizler "tarihi ana" tanık olduğumuz fotoğrafları büyük bir heyecanla haber merkezine yetiştirdik. Filmin başına bir şey gelmesin diye idare amiri, filmi uçakla kendisi İstanbul'a götürmüştü.    Sincan'dan geçen  tanklar gündeme damgasını vurmuştu.  Olayı  görüntüleyemeyen tüm gazete ve TV'lerin yöneticileri Genelkurmay'ın telefonlarını kilitlemişti. Sadece bir gazetenin iki muhabirine görüntülenen bu olay, diğer medya kuruluşlarında büyük kriz yaşatmıştı. Bunun üzerine o tarihte Ertuğrul Özkök, Derya Sazak gibi üst düzey gazete yöneticilerinin,  Genelkurmay'a tankları ikinci kez geçirilmesi için ricada bulundukları  konuşulmaya başlandı.  İkinci kez Sincan'a gittiğimizde bu kez saat 16.00'yı  gösteriyordu. Tanklar tekrar aynı istikametten Sincan'dan geçerken Aynı Albay'la tekrar karşılaştık. "Tanklar ikinci kez neden geçiriliyor'' sorumuza, "Bize gelen emre göre hareket ediyoruz" diyerek ayrıldı."          



       YILDIZ ARTIK GÖZALTINDA

    Sincan Kudüs olaylarına önüne gelenin tepki koyduğu.. bilenin de bilmeyenin de Nasreddin Hoca misali icazet alıp Sincan'a yüklendiği, bazı köşe yazarlarını devletin tepesine, Bagheri için "bu adamı gönderin!" gibi emrivakiler, Işın Gürel'i darb eden Recep Görmez için "bulun bu hayvanı" gibi telkinler gönderdiği.. Kimilerinin Uğur Mumcu Anıtı önünde, 
" Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık "lı pencerelere karşı; " Sürekli aydınlık, Türkiye Laik'tir, Laik kalacak. Suskun toplum istemiyoruz. Susma! Sustukça sıra sana gelecek! " türünden sloganlarla eylemlere geçtiği.. Bu yüzden Sanayi Bakanı Yalım Erez'le, Çiller'in takışıp: " Bakanlığa paraşütle gelmedim " restllerinin görüldüğü.. Öfkeli Çiller'in Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna'yı muhatap almayacak kadar öfke ve hiddet seline kapıldığı..    Yani.. " Sincan için, iyi-kötü, hayır-şer ve yalan-yanlış ne varsa yapıldı " denilecek  cinsten akşamüstü işlerin süregeldiği bir 5 Şubat günü, nihayet Bekir Yıldız gözaltına alınıyordu. Polis nezaretinde Emniyet'e götürüler ve çok rahat hareket eden Yıldız'ın cep telefonu ise hiç susmuyor, bir yerlerden telefon geliyor ve  O' da bir yerlere telefon ediyordu.    Nihayet, Kudüs Gecesi'ni düzenlemekten sorumlu ve her yerde iki gün boyunca harıl harıl aranan Bekir Yıldız, ifadesi alınmak üzere korumalarıyla geldiği Ankara DGM'de, Kudüs Gecesi soruşturmasını yürüten Savcı Nuh Çetinkaya ile görüşmek istese de, "Meşgûlüm" diyen Savcı ile görüşemiyor, DGM Karakolu'na alınıyor, sonra da Şube'ye götürülüyordu. Bu demekti ki, Yıldız'ın Terörle Mücadele Ekipleri'nce gözaltına alınışıydı. DGM'den çıkan Bekir Yıldız, sitemle gazetecilere: " Basın bizi çok seviyor. Sağolun, sizin sayenizde bunlar oldu.! " dese de olan oluyordu..   Şubede daha önce de DEPli milletvekillerinin tutulduğu adı 'HİLTON', ruhu azap, yeis olan nezarethanede tek kişilik hücreye mahkûm ediliyor, ifadesi ise oruçlu olması sebebiyle iftar sofrasından ihtar sofrasına bırakılıyordu.    Haberde deniliyor ki; " Yıldız orucunu ağabeyinin getirdiği yemekle nezarethanede açtıktan sonra namaz kıldı."   



Yıldız'la Belediye Başkanı seçilmezden önce, Hedef Ankara ile devam eden gazetecilik dönemimizde oldukça iç içe olma durumundaydık. Bu itibarla ben, ondan küçük, ağabeyden ziyade birader vasıflı üç erkek kardeşini biliyorum. Ama bu her şeyi bilen basına göre de; "Bekir Yıldız'ın Hilton'da bir ağabeyi oldu. Daha doğrusu bir ağabeyi doğdu.."    Olay gecesi Işın Gürel'le tartışanlardan biri de Abdülhakim Çiçekli'ydi. Gözaltına alınanlar arasında Çiçekli de vardı. Çiçekli çıkarıldığı mahkeme tarafından alınan ifadeleri doğrultusunda serbest bırakılırken, Filistin mücadelesinin ruhuyla mütenasip oynatılan, ama içine " Şeriat Propagandası " malzemesi sokuşturulan tiyatroda rol alan Selçuk Öz, Mustafa Akbeyaz, Alim Çiçekli ve Burhan Polat hakkında gözaltı kararı alınıyordu. Anlaşılıyordu ki DGM kapısından, bundan böyle bir çok Sincanlı Kudüscüler girip çıkacaktı.    Veya uzun yıllar sonra çıkmaya mahkûm olacaktı.    Ama Recep Görmez halâ ortalarda görünmeyecekti. Görmez'in bulunamamasından çıldırma pozisyonlarına giren malûm tokat yeyici basın, öyle bir kamu oyu baskısı yaratıyor(!)du ki, bu yaratılmış(!) kamuoyundan en çok etkilenen ve baskılara hukuki anlamda cevap vermeye mecbur kalan isim ise Sincan Adliyesi'nin Hakimi Şükrü Köse oluyordu.    Kudüs Gecesi'nden tam on yıl sonra, Kayseri'nin Yeşilhisar İlçesi'nde oturmakta olan Köse, bir dost sohbetinde; "ah Sincan.. ne günlerdi o günler!" dercesine Kudüs Geceli günlerine dönüyor, bir hatıra naklediyordu: "Recep Görmez'i kamuoyunun büyük baskısı dolayısıyla gözaltına aldık. Yani; "bir tokata o ceza değmezdi" demek istediyse, değmezdi. Bu söze haykıran mı var. Soruyoruz öyleyse; Hande Ataizi’ne tokat nakşeden Sevda Demirel’e ne yaptınız ha?    

GÖRMEZ NASIL BİR İŞ GÖRMÜŞ?

    " Bulun bu hayvanı, yakalayın bu iti " gibi kişiye özel ağır hakaretlerin bile, birdenbire kaosa itilen insanlara hoş geldiği zaman diliminde Sabah, yine bombasını patlatıyor ve "Saldırgan komutanına ateş etmekten hükümlü!" başlığını atarak Işın Gürel'in (!) terbiyecisi Recep Görmez'i adli makamlara ifşa ediyordu.   



Peki Görmez o işi nasıl becermiş? Bakıyoruz:    " Görmez'in Silahlı Kuvvetler'de en ağır suçtan biri olan 'amirine ve üstüne saldırı' suçundan hüküm giydiği belirtildi. Halen kayıp olan saldırganın 15 Eylül 1991 tarihinde, Milli Saraylar Muhafız Birliği'nde askerliğini yaptığı sırada, Piyade Çavuş Gürkan Kalaycıoğlu'na taaruzda bulunduğu ortaya çıktı.     Yapılan yargılama zabıtlarında Görmez'in çavuş deyip dememe konusunda Kalaycıoğlu ile tartışmaya girdiği ve sinirlenerek kasaturayla çavuşuna altı kez saldırdığı ifadeleri mevcut. Bu saldırının devamı olarak da Görmez'in tüfeğine şarjör takarak çavuşunu kovaladığı ve 'seni öldüreceğim!' diyerek ardından üç el ateş ettiği sabit görüldü. Yapılan yargılama sonucunda 21 Ocak 1992 tarihinde Görmez'e 6 yıl hapis cezası verildi.    Saldırgan, Sincan Belediyesi'nde kadrolu olarak işe başlamak için 10 Ocak 1997 tarihinde Kuzey Deniz Saha Komutanlığı'na başvurarak hakkındaki infaz kararını istedi. Bu dilekçenin yanı sıra Görmez, muhabire saldırısından 5 gün önce, 27 Ocak tarihinde tekrar Askeri Mahkeme'ye başvurarak, eski hükümlülerden faydalanma tüzüğü gereğince savcılıktan belge istedi. Askeri savcılık da Görmez'in bu isteğini yerine getirerek, 'çalışmasında sakınca yoktur' belgesini verdi.     Çavuşuna altı kez saldıran ve 6 yıl hapis cezası yiyen Görmez'in yerinde görülen isteğine cevab; 'çalışmasında sakınca yoktur' ve 'hükümlü' ibaresine karşı, insanın aklına şimdi şöyle bir soru sormak geliyor: 'Nasıl bir iş gördünüz?' Anlayabildik mi dersiniz?    Böyle bir haberin hemen altına bakıyoruz; "Basını susturmaya kimsenin gücü yetmez" diklenmesi var.1958'de suratına tokat yiyen, zamanın Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi ve olaya infiali bulunanlar, Işın Gürel'e yapılan saldırıya sessiz kalmıyorlar. Peki ne yapıyorlar? Şöyle; " İnter Star Muhabiri Işın Gürel'e önceki gün (yani tarihten tarihe bakacak olursak, 4 Şubat'ta ) yapılan saldırı, olayın meydana geldiği Sincan'da dün, 12 basın meslek örgütünün başkan ve üyelerince protesto edildi. 



Yapılan ortak açıklamada basına saldırının demokrasiye saldırı olduğu belirtilerek, "kaba kuvvet ve cinayetler basını dün susturamadığı gibi yarın da susturamayacaktır" denildi.     Otobüsle Sincan'a gelerek Atatürk Anıtı önünde açıklama yapan örgüt üyeleri, (pardon örgüt başkanları) Gürel'e yapılan saldırıyı protesto ettiler. Aralarında Çağdaş Gazeteciler Derneği, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın da bulunduğu 12 dernek ve sendika başkanı tarafından imzalanan açıklamayı okuyan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Gürel'e saldıranlar kadar, rejim düşmanlığına müsamaha gösterenlerin de suçlu olduğunu söyledi. Bilgin; "Olay Başkent'in göbeğinde kurtarılma bölgeleri, rejimi yıkmaya yönelik toplantıları izleyenlerin suratına indirilen tokattır" dedi. 

    EKŞİ'NİN AÇIKLAMASI




    Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi de (dün) yaptığı yazılı açıklamada medyanın 'kirli' olarak nitelendirilmesine tepki göstererek, 'oy sahtekârlığı yapan milletvekillerinin yanında, medyamız billûr tanesi kadar berraktır" dedi.    Oktay Ekşi'nin açıklama yaptığı, Örgüt Başkanları'nın Atatürk Anıtı önünde protestoya devam ettiği esnalarda Sincan Belediye Meclisi de Yıldız'ın maaşına zam yapmakla meşgûldü. Bu toplantı, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın gözaltına alndığı gün yapılıyordu. Sincan Belediye Meclisi tarafından, toplantının başlarında Işın Gürel'e yapılan saldırı kınanıyordu. Meclis, Belediye Başkanvekili Nurullah Bülbül'ün başkanlığında başlayan toplantıda, ilk konuşmacı olarak Rüstem Taş'a söz veriliyordu. Gündem dışı söz alan Refah Partisi Meclis Gurup Başkanı Rüstem Taş, "Gürel'e yapılan saldırıyı kınıyoruz" diyerek söze başlıyor ve "bu olayları bazı siyasiler şov için kullanıyorlar. Bu vesileyle dinimize saldırıyorlar" şeklinde de tepkisini ortaya koyuyordu. Taş, bu noktada bize göre kısmi hak sahibiydi. Zira Kudüs Gecesi sadece siyasilerin değil basının da, yayının da, ötenin de, berinin de şov malzemesi yapılıyordu. Ve bize göre, üzerine vazife olan da, olmayan da 'durumdan vazife çıkarır' olmuştu.    Yine meclis üyelerinden MHP Gurubu da Gürel'e yapılanı kınasalar da, olayların temelinde dine saldırı için malzeme üretildiğine işaret ediyorlardı. 

MHPli Meclis Üyesi Seyfettin Öner ise belediyenin, eleştirdiği uygulamaları içinde 48 kişinin işten atılmasına, bunların arasında bir türbanlı bayanın da bulunduğuna işaret ediyordu. 
      MHPli Meclis Üyesi Naci Soylu ise Bekir Yıldız'la ilgili görüşlerin ortaya koyarken, O'nu "imzasını Fatih'in Tuğrası'na benzeten insan" olarak yorumluyor du ve diyordu ki; " Sincan'ı bu duruma getiren Belediye Başkanı'nın bu imzayı atması boşuna değildir ."    O gün, 15'i RPli, 7'si MHPli, 2'si CHPli ve 1'i de bağımsız olan 25 belediye meclis üyesinin katıldığı toplantıdan çıkan karar, ' Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın yeni maaşı 210 milyon lira ' şeklindeydi.     
   Ama bu maaşı Yıldız'ın uzun bir süre kullanma şansı elbette ki olmayacaktı.. 



  İSTENMEYEN ADAM BAGHERİ ÇEKİP GİTSİN  

Sabah'ın köşe yazarı Fatih Çekirge'nin 'bu adamı geri, İran'a gönderin!' diye yazmasının ardından henüz yarım gün (!) geçmişti. Dışişleri Bakanı Onur Öymen'e bir soru geliyordu: 'Büyükelçi Bagheri hâlâ neden Ankara'da tutuluyor?' 5 Şubat 1997 Çarşamba Günü Genelkurmay'a giden Onur Öymen burada 'Şeriat' çağrısında bulunan büyükelçiyi hâlâ neden Ankara'da tuttuğu yönünde bir soru ile karşılaşıyor, bundan rahatsız olan Genelkurmay geri gönderilmesi hususunda düşüncelerini Öymen'e aktarıyordu.    Bu istek sadece Genelkurmay'a ait değildi. Başkent'teki bir çok kurum ve kuruluşlarla, zirvedeki isimler aynı görüşü paylaşıyorlardı. Nihayet ortak karar Bagheri'nin 'İstenmeyen Adam' ilân edilmesi üzerine alınıyor, bu sürpriz gelişme üzerine bir dışişleri yetkilisi şu açıklamayı yapıyordu: "Bagheri'nin Şeriat çağrısı yapması kabul edilemez. Bagheri'nin bu konuşmadan sonra Ankara'da kalmakta olduğu her saat Türkiye için içeride ve dışarıda sıkıntı yaratıyor. Batı ile ilişkilerimizi ciddi biçimde zedeliyor."    Genelkurmay başta olmak üzere pek çok kurum ve kuruluşun Bagheri'yi istenmeyen adam ilân ettiği esnalarda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel  de Refah-Yol için aynı kanaate benzer bir kanaatle tepkisini ortaya koyuyordu. Demirel, Erbakan'ın Taksim'e cami, karayoluyla Hac yolculuğu ve kurban derilerinin toplanma usulüyle ilgili kararlarına, "bunların gündeme gelmesi gerginliğe yol açmıştır. Ben bu konuda tarafım" diyerek laiklik için yemin ettiğine dikkat çekiyordu.     Genelkurmay eski Başkanı, DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, Asker'in aklın yolunda olduğuna işaretle "böyle sıkıntılı bir ortamda darbe yapsın. RP'nin yaptıkları orduyu da rahatsız ediyor, ama asker demokrasiye açıktır. Sincan'da yürüyen tanklar sebebtir. Oranın havasını almak gerekiyordu. Ama bunu espiri olarak söylüyorum" diyordu.

   REFAH DARBESİ TEHLİKESİ VAR 

   DSP Lideri Bülent Ecevit de "Türkiye askeri darbe ile değil, Refah darbesi ile karşı karşıya. Refah, darbe inadını sürdürürse, halkın gücüyle gelinir, ama Türkiye de büyük zarar görür. Halk, Meclis'ten Hükümet'in düşürülmesini bekliyor" derken Çiller de bir laiklik çıkışında bulunuyordu. 

   TÜRKİYE'Yİ DAR EDERİZ; DYP Gurubu'nda son gelişmelerle ilgili bir konuşma yapan Çiller, 'laiklik bizim siyasi teminatımız altındadır. Şayet gerçek bir tehlike söz konusu olursa, buna teşebbüs edenlere Türkiye'yi dar ederiz. İşte hepsi bu kadar' diyordu.    Başbakan yardımcısı Tansu Çiller darbe ile ilgili söylentilere sert tepki veriyor, 'hiç bir sorunun demokrasi dışında çözümü yoktur. Vardır diyenlerin demokrasinin kendisiyle bir sorunu olanlardır. Demokrasi mutabakatı sona ererse kıyamet kopar' şeklinde görüş bildiriyordu. 

   İRAN BÜYÜKELÇİSİ TERÖRDE BAŞROLÜ OYNUYOR

 Anap Lideri Mesut Yılmaz'a göre ise İran Büyükelçisi Muhamed Rıza Bagheri bir teröristti. Yılmaz, Sincan'daki gelişmelerle Türk Bayrağı'nın indirildiği Hadep kongresindeki yapılanları denk ve eşdeğerde buluyor ve de şöyle diyordu: "Türkiye'de dini terör tahrikçiliği yapan bir adama diplomat denmez. Dense dense terörist denir. Yapılması gereken bu densiz büyükelçiyi sınırdışı etmektir."    Aslında bu konuda söylenecek çok söz söylenmişti, ama ortaya konacak bir çok görüş, konmaya devam edecekti. Zamanı geldikçe söylenen ve ortaya konanları da, biz de zamanı geldikçe yazmaya devam edeceğiz.




 OLAYLAR  ÇİLLER'İ ERBAKAN'DAN SOĞUTMAYA YETİYOR

    Basının her zaman gündemine aldığı ve her fırsatta da Laik Cumhuriyet'e yönelik bulduğu Sincan Kudüs Olayları, her cepheden ve her kesim tarafından ele alınıyor, ele alındıkça da işin içine Refahyol Hükümeti, dolayısıyla Erbakan çekilerek istenilen mesafe katedilmeye çalışılıyordu. Ama bu türlü tavırlara karşı hem Çiller, hem de Erbakan anında tepki veya karşı cevabta bulunarak durumu izaha, daha doğrusu haklılık yönünde ortalığı yumuşatmaya çalışıyorlardı.    Böylece Çiller, ortağı Erbakan'ın partisinden olan Bekir Yıldız'ın da, ortağı Erbakan'ın da "Sincan, cami ve türban olayları"nı yapay buluyor, bunların hükümet meselesi olmadığını belirterek; "halkın iktidara getirdiği bir partiye 'çekil' demek yanlıştır. RP sistemin içindeki bir partidir. Demokrasi karşıtı hareketlerden kaçınmalıyız" diyor, sözü geçmişte DP ve AP'ye karşı da yapılanları demokrasi dışı bulduklarını ve bu türden olayarın partilerini güçlendirdiğini ifade ediyordu.    Gerçekten de 2004 yerel seçimlerine, ondan daha öncesine, 2002 genel seçimlerine bakıldığında RP'nin devamı Fazilet'ten koparak Adalet ve Kalkınma açılımlı AK Parti'yi kuranlarla ortaya konulan tercih ve milli teveccüh, DYP ile geçmişin partileri DP ve AP'yi andırıyordu. "Tanklar artarsa AB hâyâl"  diyen Çiller, "Sincan'daki tanklar ülkede daha çok geçmeye başlarsa Avrupa Birliği hâyâl olur" yorumu yapmakla, DYP camiası GİK toplantısından müsbet karar çıkartıyor ve hükümete RP ile devam kararına imza atıyordu. 



    Bu arada RPliler'in Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ı suçsuz bulması, bazı çevrelerce şok olarak görülüyor ve "Sincan'da tankların dolaşmasına yol açan kriz tüm sıcaklığıyla yaşanırken, DYP'ye (güya) şok gelecek kararla RPli vekillerin Yıldız'ı suçsuz bulduğu gibi, RPli vekillerden Yasin Hatipoğlu ile Lütfi Esengün'ün İran Elçisi'nin tertiplediği iftar yemeğine katılması, '2. Şok' olarak basının gündeminde yer alıyordu. Hemen bu arada bazen hayvan, bazen de İt yapılan Recep Görmez'in, arada bir soyadı Gülmez'e terfi ettirilen 'Recebim'in lâkabı bu defa, 'Kara Yumruk'a çıkartılıyor, 'Kara Yumruğa kelepçe..

'' SALDIRGAN YAKALANDI! " haberi veriliyordu; " Sincan'da İnter Star Muhabiri Işın Gürel'e saldıran Recep Görmez, iki günlük takipten sonra (6 Şubat'ta) Sincan'da yakalandı. Görmez Emniyet Müdürlüğü'nde gazetecilere, 'Yahudi Uşakları!' diye bağırdı. Saldırgan, gazeteci Gürel'i dövmesi konusunda, 'hakettiği için vurdum. Pişman değilim' dedi. Bu arada saldırganın İstanbul'da askerlik yaparken de komutanını öldürmeye teşebbüs ettiği için hapis yattığı açıklandı."   Ve nihayet Büyükelçi Bagheri için de istenmeyen adam ilânı ile Tahran yolu görünüyor. O günün basınında yer alan bu haberin satır aralarında şu cümle de var: "Erbakan, Büyükelçi Bagheri'nin istenmeyen adam ilân edilmesine razı olmadı."   Ama Bagheri artık ülkede resmen 'İstenmeyen Adam' durumundaydı ve İran'a dönmesi kaçınılmazdı..

  SESLERİ KESMEYE ÇALIŞIRSANIZ VAHŞET GÖRÜRSÜNÜZ Üst satırlarda DP ve AP ile DYP arasındaki mazi ilişkilerinden hareketle, geçmişin Refah Partisi'nin; Fazilet ve de "Değişen Gömlek" olsa da AKP ile misyon ve kader bağını ifadelendirmiştik. İşte o kader birliğinin zincirindeki halkalardan sadece birini teşkil eden, zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, belki de, 2002 yılında kendi kuracağı partinin genel başkanı sıfatıyla iktidara gelip başbakan olacağının farkına varmadan, hissetmeden bir RPli olarak şöyle sesleniyordu:




 SESLERİ KESMEYE ÇALIŞIRSANIZ VAHŞET GÖRÜRSÜNÜZ;

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin eğitim yardımında bulunduğu doktora öğrencileriyle tanışma yemeğine katılan Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada; "bu ülkede sessiz yığınlar var. Eğer sesleri dayatma mantığıyla kesmeye veya kısmaya çalışırsanız, kusura bakmayın, dünyada ve yabancı ülkelerde gördüğünüz vahşetleri Türkiye'de de görürsünüz" diyordu.    25 Şubat günü bu şekilde konuşan Erdoğan, bir gün sonra da katıldığı bir törende, "vahşet olabilir demedim, böyle bir mantık vahşeti görür, dedim" diyerek kendini savunmaya çalışıyordu.    Orduyu mu kastediyorsunuz? diye soran bir gazeteciye, Erdoğan'ın cevabı ise şöyle oluyordu: "Hangi düşünceden olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun, kimin sesi kısılıyorsa aynıdır. Ben bir ilke konuştum. Belli bir gurubun sesini ifade etmedim!."    Orduya matuf bir cevab alınamayınca soru yön değiştiriyordu; " Cezayir'i mi kastediyorsunuz? " Erdoğan'ın buna da cevabı; " Irk ayrımından kaynaklanan iç savaşın yaşandığı Ruanda'yı kastediyorum " şeklinde oluyordu. Anadolu Ajansı bu konuşmayı 25 Şubat günü şöyle aktarıyordu:    " 27 Mart 1994 yerel seçimleri öncesi " Biz sessiz çoğunluğun sesi, Kimsesizlerin kimi olarak geleceğiz " demiştik. O şekilde geldik. Bu ülkede sesi kısılmak istenenler var. Eğer sesler dayatma mantığıyla kesilmeye çalışılırsa, bazı yabancı ülkelerde gördüğünüz vahşet Türkiye'de de görülebilir."  

HASAN CEMAL’DEN LAİKLİK DERSİ 

   Hasan Cemal.. 7 Şubat 1997 tarihli Sabah'ta -bir kereye mahsus ve biz okuyucuları bir ilkokul talebesi seviyesinde tutarak- laiklik dersini nasıl veriyor, bir bakalım:    "Laiklik, insanlık tarihinde büyük bedeller ödenerek gelinen bir aşamadır. Tarih içinde laikleşme süreci aynı zamanda özgürleşme sürecidir. Laiklik bir yerde demokrasinin de alt yapısıdır. Laikliği altından çektin mi, demokrasi de yıkılır gider."   



Hasan Cemal ile sohbeti olan CHP Lideri Deniz Baykal da O'na diyordu ki; "RP'nin vizyonu İslâmi bir cumhuriyettir" diyen Tayyip Erdoğan değil miydi? Benim referansım demokrasi değil, İslâm'dır, diyen Erbakan değil mi? Taksim'e cami derken, İstanbul'u ikinci defa fethetmekten söz eden Sincan Belediye Başkanı değil mi? Laiklere Şeriat şırıngası yapmaktan dem vuran (ya da Kayseri Belediye Başkanı değil miydi; kinleri nefretleri içinizde biriktirin. Bu kadar bekledik, biraz daha bekleyelim" diye İslâm için açıkca Şeriat çağrısı yapan) Hoca.. Şimdi bunlara sessiz mi kalacağız. Tepki gösterilmeyecek mi? Laiklik ve demokrasi konusundaki duyarlık ve tepkiler darbeye çağrı değildir. Laiklik olmasa demokrasi de olmaz. Laiklik ve demokrasiyi bir arada koruyacağız. Adam kalkmış, 'Şeriat şırıngası yapacağız' diyor. % 20 oyluk bir güç Türkiye'nin burnuna çengeli takmış, istediği yere götürecek mi bizi? Buna sessiz mi kalacağız? Tam tersine sessizlik Türkiye'yi daha kötü bir noktaya götürür. Sessiz kalırsak işte o zaman laiklikten de demokrasiden de oluruz."     Bu ve buna iç içe giren bir çok makalede, nice kişilerin hemen her konuşmasında işi döndürüp dolaştırıp Sincan'a ve Kudüs Gecesi'nin gidişatına bağladığını görüyoruz. Haaa.. bu arada o kişilerin sözlerinde üslûp, âdab ve edeb dışı sözler yok mu? Var.. Peki onlara bir diyeceği olan var mı? Yok.. Daha önce de not ettiğimiz gibi Recep Görmez'e İt ve Hayvan lâkabını takanların istediği Işın Gürel nezaketi, her iki yönden baktığınızda zıtlık göstermez mi? Yukarıdaki satırların arasında CHP Lideri Deniz Baykal'ın "Türkiye'nin burnuna çengeli takmış" ifadesinden ben bir 'Ayı Türkiye' anlarım. Ya siz ne anlıyorsunuz?     Netice şu; Bekir Yıldız'ın mizanseni Hamas ve Hizbullah Örgütü Liderleri ağırlıkta olan Kudüs Çadırı, Yani Kudüs camii, Kubbetü's Sahra modeli elbette sıkıntı verici. Ve vurucu Receb'in davranışı da hoş karşılanıcı cinsten değil. İçki yasağı, Laik Demokratik Cumhuriyet'in Tekel Tüzüğü açısından uygun yasak sayılmıyor. Hindi'yi, Domuz'a endeksli Noel'lere göre değil de, Yılbaşı Geceleri'ne maletseniz de, elin imiğini tutmaya senetli değilsiniz. Buraya kadar tedbir, irade, inisiyatifinizde zaafiyetiniz varsa, suçtan muafiyetiniz yok.. Suçlu addedileceksiniz.    Ama, size İt, size Hayvan, diyenlerle bir. Hattâ öfkeleri içinde Türkiye'nin burnuna çengel takmayı, konunun izahatına bağlayanlarla bir..

    Ama görülüyor ki, Refahlı camianın her yaptığını ve dediğini kuşkudan öte nazarla değerlendirirken, amiyane tâbir kullananlar için bu hâl, " bir tepki hâli " oluyor hep..




  TIPATIP AYNISI KAYSERİ ÜNİFORMASI

    Sincan'da gelişen ve adeta Türkiye'de Refah karşıtı siyasilerde infial meydana getiren Kudüs Gecesi'nin ardından on gün kadar bir zaman geçmiş..    Çadır, olay gecenin ardından da alelacele sökülmüş, ama Bekir Yıldız. iki günlük firarının (!) sonrası Emniyet'e teslim olmuş ve Hilton'a yerleştirilmiş. Bir süre, malûm medyanın kovaladığı esas firari Recep Görmez, itliğini ve hayvanlığını Hürriyet'e tercih etmiş ve yakalanmış. Konuşanlar sınırsız, yazanlar yasaksız yazmış-konuşmuşlar. Böylece sular durulmaya başladı, derken Hürriyet, 13 Şubat tarihli baskısında yine manşete " TIPITIP AYNISI " başlığını yerleştirerek Sincan'ı bu defa Kayseri Üniforması ile yan yana getiriyor.     Nedir o Kayseri Üniforması? O şöyledir;    "Refah kadrolarının ilham kaynağının Ortadoğu'da terör estiren (buyrun, bugün de İsrail'e bir şey uydurun!) Hamas ve Hizbullah Örgütleri olduğu ortaya çıktı." diye spot atıyor ve devam ediyoruz:    "Erbakan'ı Kayseri'de koruyan ve Refahlılar'ın 'bunlar üniforma değil' dedikleri özel kıyafetli gençler ile Hizbullah ve Hamas militanlarının üniformalarının birbirinin aynı olduğu anlaşıldı.

    TÖREN DE AYNI: 

Hizbullah militanları 7 Şubat'ta, Beyrut'ta düzenlenen Kudüs Günü'ne RPli gençlerin giydikleri benzeri üniformalarla katıldı ve Kudüs'teki Kubbetü's Sahra Camii'nin maketini taşıdı. Sincan'daki Kudüs toplantısı da aynı camiye benzetilerek kurulan bir çadırda yapılmıştı. 

   POSTERLER İRAN'A: 

   Anadolu Ajansı dün, Sincan'daki Kudüs Gecesi'nde asılan Hizbullah ve Hamas Liderleri Musa Sadr ve Fethi Şakaki'nin posterlerinin daha sonra İran Büyükelçiliği'ne teslim edildiğini duyurdu."    'Kayseri'de Üniforma' ile 'Sincan'da Çadır Cami' üst yazısının altına yerleştirilen iki resimden Kayseri'ye ait olanında üniformalı, yani Kudüs Günü'nde Beyrut'taki Hamaslılar'ın giydiği üniformaya benzer üniformalı gençler var. Sincan'a ait olanın da ise Kudüs Çadırı ve alt yazıda da şu not: "Erbakan'ı Kayseri'de koruyan RPli gençler, Hamas militanlarının üniformalarının aynısını giymişlerdi. Sincan'daki Kudüs töreni de Beyrut'taki törenin aynıydı."    Bu konudaki en ince detaya dayanan yoğun araştırma çabalarına baktığınızda, basının amaç üstü bir tempo içinde olduğu ve Fi tarihinden bu yana en nadide haber hazinesini bulduğu hususu karşımıza çıkıyor.    Tarih, acaba, böyle bir hazine zeminini bir daha basının karşısına çıkarır mı dersiniz? 



 YILDIZ: BENİ KURBAN SEÇTİLER:!" DE.. KİMLER?

  28 Şubat'a bir kaç gün var.. Yani Şubat Ayı'nın son haftasının Pazartesi'si, Salı'sı. 'Rejime ve laikliğe yönelik tehditler'in ele alınacağı MGK'nın 28 Şubat toplantısına bir kaç gün kala..    Nedense, önce "mum söndü oynuyorlar!" deyip, sonra da, "ben mum söndü oynuyorları, o anlamda söylemedim. Sözlerim çarpıtıldı. Böyle bir polemik nedeniyle samimi Alevi vatandaşlarımızdan bazıları üzülmüş olabilir. O Alevi vatandaşlarımızdan elbette özür diliyorum" şeklinde konuyu yumuşatmaya çalışan Adalet bakanı Şevket Kazan'ın, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e şikâyet edildiği..    DYP Lideri, Hükümet ortağı Tansu Çiller'in, "hiç kimse dini tekelinde görmesin. Camiyle fetih olmaz" diyerek, ortağı Erbakan'a demokrasi uyarısında bulunduğu..     Başbakan Erbakan'ın "laikliği ve demokrasiyi asıl savunan biziz. Oturun oturduğunuz yerde. Rahat size batmasın. Laiklik davranış biçimidir. Bunun için dinin yerine laiklik konulamaz. Dini kaldırıp yerine laikliği koymaya kalkarsan, elinde firen pedalı olan bir kazazededen farkın kalmaz" sözleriyle, cami projesine karşı çıkanları, "sen kimsin? % 3. Karışamazsın. Buna gücün yetmez, dış güçlere alet ve yem olursun" diyerek azarladığı..     RP Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili Aydın Menderes'in, "umuyorum ki, 28 Şubat zihinlerde, 'bunlar eridi mi, erimedi mi?' sorularına mahal kalmayacak şekilde sonuçlansın. Türkiye de her sabah 'müdahale olur mu, olmaz mı?' diye Papatya falları açılan bir ülke kalamaz. Şimdi top hükümetin ayağında. Yoksa parlamentodadır. Milli Mücadele'yi gerçekleştiren TBMM'nin böyle bir meseleyi çözemez damgasıyla damgalanmasını kabul edemem" diyerek bir kaç gün sonra alınacak 28 Şubat Kararları'nı adeta o günden 'görür/görmez' intibaını verdiği..    Özetle, artık Türkiye'nin yeni bir döneme, yeni bir başlangıca ayak basmaya doğru yöneldiği ve yöneltildiği bir zamanda, Bekir Yıldız için enteresan bir ifadeyle karşılaşıyoruz:




     BEKİR YILDIZ İLÂHLARA KURBAN SEÇİLDİ

    Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Rıza Ulucak yaptığı bir açıklama ile şöyle diyor: "Ruhlar kurban istedi. Başarılı bir belediye başkanını kurban ettiler. Bana göre Öküz'ün altında Buzağı aradılar. Kudüs Gecesi ilk değil, geçen yıl da yapılmıştı. Eğer konuşmalar ölçü alınıyorsa geçen yıl daha ağır konuşmalar olmuş, ama, o zaman kimse başkanın üstüne gitmedi. Demek ki sorun Kudüs Gecesi değil, RP'nin iktidarda olması. Anlaşılan, etkili bazı karanlık güçler hâlâ Refah Partisi'nin iktidarını hazmedememişler."    Kurban seçilme konusunda, aradan tam 2994 gün geçtikten sonra, 19 Nisan 2005 tarihinde, Bekir Yıldız'ın Sincan Yerel  Gazeteleri'nden Öze Çağrı'ya verdiği demeçte aynı ifadeyi kullandığını görüyoruz. Yıldız diyordu ki; "daha önceki sünnet şöleninde, sünnet organizasyonunda yer alan iki doktor, 'Kudüs Gecesi'nde çadırı biz kuralım' dediler. Ve çadırı yaptılar. Biz de böyle bir komploya geldik. Burdan benim çıkardığım şu; "BENİ KURBAN SEÇTİLER!"    İşte esasen bu cümlenin açılması lâzım. O iki meçhul doktor, provake plânı, Yıldız'ın zeki ve ileri görüşlü biri olmasına rağmen nasıl böyle bir zaafa düşüşü sorulmalı, tahlil edilmeli ve cevabı alınmalı.. idi.  




   DEMİREL'DEN ERBAKAN'A MEKTUP

   Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez, "İslâmi devlet isteyen kişinin aklından zoru vardır. O'nun yeri siyaset falan değil, O'nun yeri akıl hastanesidir. Ben, Cumhurbaşkanı kadar, vaktimi ayırıp bunlara cevap vermem" falan dese de, o günlerde Süleyman Demirel'in muhatap almaya mecbur olduğu Başbakan Necmettin Erbakan'a yazdığı bir mektup vardı. İşte o mektup:    "Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasa'nın 2. Maddesi'nde Cumhuriyet'in nitelikleri 'Demokratik, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devleti'dir' şeklinde belirlenmiştir. Anayasa'nın 4. Maddesi'nde ise bunların değişmeyeceği ve değiştirilmeyeceğinin teklif edilemeyeceği yazılıdır.    Anayasa'nın 120, 121 ve 122. Maddeleri devletin kurumları ile ilgili tedbirleri öngörmüştür. Cumhuriyet'in niteliklerine, devletin temel esasına yönelmiş tehdit ve tahrikler hem toplumda, hem de devletin kurumlarında huzursuzluk yaratmaktadır. Köktendinci cereyanlara karşı fevkalâde hassasiyetler vardır. Bunun neticesi olarak dikkatinizi çekiyorum. Laik düzeni korumak için kanunlar aynen uygulanmalıdır.    Anayasa'nın 124. Maddesi gereği devrim kararları uygulanmalıdır. Köktendinci cereyanlar devlet kurumlarına sokulmak istenmektedir. Bu cümleden olarak okullar, yerel yönetimler, üniversiteler, yargı organları ve silâhlı kuvvetler korunmalıdır.    

Süleyman Demirel/CUMHURBAŞKANI" 

    Bir süre basın ve yayın organlarında yer alan "Erbakan'a Mektup" meselesi Demirel tarafından önce tekzibe sebeb olsa da, çok geçmeden yazıldığı ortaya çıkmış ve Erbakan'ın uyarıldığı görülmüştü.'Sayın Necmettin Erbakan/Başbakan' başlığı ile yazılan mektubun imza sahibi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e böyle bir mecburiyet yükleyen manevi hava, bir bakıma Sincan'dan 'taraf' esen bir Bekir Yıldız rüzgârının havası olarak telâffuz edilse yeridir. Zira, hemen her beyanatın bir yerinde ' Kudüs Gecesi ve Bekir Yıldız ' yer almıştır.




 MGK TOPLANIYOR.. 2. İSTENMEYEN ADAM GİDİYOR

   Uzunca bir süre.. ki bu süre, günler içinde kenetlenerek uzunluk kazanacak, o mektupların detayına ve tahliline kafa yormakla geçecektir. Bu arada Hükümet içinde de bir takım kaymalar ve hareketlenmeler görülecektir. Sonra.. sonrasında Milli Güvenlik Kurulu toplanacak ve 28 Şubat kararlarına imza koyacaktır.    Çok değişken ve mühim bir dönem başlatan, bir o kadar tartışılan ve 'haklı mı, haksız mı' tartışmalarına da yıllar sonra kapı aralayan 28 Şubat'ın icraatcıları o gün şu isimlerden teşekkül ediyordu: Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Kara Kuvvetleri Komutanı Hikmet Köksal, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman.    Komutanların, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in başkanlığında gerçekleştirilecek toplantıda öncelikli olarak; Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın, DGM tarafından tutuklanan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ı cezaevinde ziyaret etmesini ve 'parti adına yapıldı' açıklaması yapılan ziyaretin, RP'nin bu yöndeki amacı olan kişilere psikolojik açıdan cesaret ve destek vermesini, Anayasa'ya aykırı olduğu halde Başbakan Erbakan'ın Başbakanlık Konutu'nda tarikat liderlerine yemek vermesini görüşecekleri biliniyordu. Bunların yanısıra ele alınacak konular arasında son dönemde açılan okul ve cami sayısının karşılaştırılması, toplumda organize edilmiş silâhlanma hareketlilikleri, daha ziyade artış gösteren pompalı tüfeğe sahip olma ve Kayseri'de Refah İl Örgütü (!), (İl Başkanlığı)'nın üniformalı güvenlik birimi oluşturması ile yeni bir ordulaşma psikolojisinin yayılması da yer alıyordu.   Derken, İran'ın Erzurum Başkonsolosu Said Zare de bir ay önce Sincan Kudüs Gecesi'nde konuşan Bagheri gibi 'TC'nin içişlerine müdahale' tavrı ile dikkati çekiyordu. Zare, Sincan'dan geçen tankların gerekçesi olarak Genelkurmay Başkan Yardımcısı Orgeneral Çevik Bir'in 'balans ayarı yaptık' açıklamasına tepki gösterince, 2. Persona Non Grata (istenmeyen 2. Adam) ilân ediliyor ve 48 saat içinde ülkeyi terketmesi emrediliyordu. Bu arada İran'dan Büyükelçilerimizi çekmemiz, İran'ın tavır, tutum ve açıklamaları, zaten iyiden iyiye ekşiyen meselelere tuz-biber ekiyordu. Elbette böylesine ağır ve başdöndürücü havada seyreden olayların akabinde, 28 Şubat'ta biraraya gelen MGK Erkânı'ndan hiç kimse tolerans ve müsamaha olan bir kararı bekleyemezdi..    Neticede de 28 Şubat kararları, RP'nin ortağı Refahyol'un da sonunu hazırlayan en etkin kararlardan oluyordu. Bana göre DYP Bitlis Milletvekili Doğan Güreş, darbeyi telâffuz edenlere; 'darbeyi konuşmak acizliktir' şeklinde mesajlar gönderse de ve darbe yapılmamış olsa da, 28 Şubat kararları bir darba yapılmış kadar etkisini gösteriyordu. Daha sonra darbe olmuşcasına devletin kurumları ve kuruluşlarında bir tesir görülmedi mi, görmedik mi dersiniz?    Görüldü ve çok gördük. Şimdi aklımıza-fikrimize 'Neden 28 Şubat?' diye bir soru gelse cevabımız nasıl olurdu? İşte bu, 'Neden 28 Şubat'ın cevabını en uzman ve olayların da içinde bulunan zamanın Mit Müsteşarı Bülent Orakoğlu'ndan dinleyelim. 

  Orakoğlu yayınlattığı 'DARBEYİ RAPOR ETTİM / DEŞİFRE' İSİMLİ KİTABININ 305 ve 308 sayfaları arasında Neden 28 Şubat'ı şöyle değerlendiriyor:




     "Türkiye, göreve başladığım tarihlerde ve sonrasında konjöktürel açıdan zor ve sıkıntılı bir dönemi yaşıyordu. Rejim bunalımı ve tehlikesi çeşitli medya ve ulusal basın tarafından devamlı olarak gündeme getiriliyor, Refahyol Hükümeti'nin milletvekillerinin laiklik karşıtı tüm faaliyetleri medya ve ulusal basın tarafından flaş haber olarak gündeme getiriliyordu. Tabiri caizse bir irtica paranoyası ve avı başlatılıyordu. Refahyol Hükümeti'nin Hazıran 1996 tarihinde fiilen göreve başlamasıyla birlikte Başbakan Erbakan'ın tarikat liderlerine Başbakanlık'ta verdiği yemek, Kudüs Gecesi, Sincan'dan tankların geçişi, Başbakan Erbakan'ın olaylı Libya gezisi, Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Mercümek Olayı ve 8 Müslüman ülkeden oluşan D-8'lerin dışişleri bakanlarının ilk toplantısını Türkiye'nin öncülüğünde Türkiye'de yapmasının başta ABD, AB ülkeleri ve İsrail'de yarattığı rahatsızlıkla Türkiye'nin dış politikasında bu ülkelerin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar'daki politikalarına ters düşebilecek faaliyetlerde bulunması muhtemel Refahyol Hükümeti'nin düşürülmesi, doğrudan bu ülkelerin hedefi haline gelebiliyordu. İçte ve dışta büyük bir kuşatma altına alınan Refahyol Hükümeti'nin yıkılması için medya ve ulusal basının eline bu hükümetle ilgili olarak 5-10 yıl öncesine kadar giden laiklik karşıtı belgeler ulaşıyor ve sürmanşet haber olarak bu bilgiler veriliyordu. O dönemin medya ve ulusal basınında yer alan bu haberlere kısaca bir göz atalım: -Ordu, Sincan'daki olaylara değişik bir tepki gösterdi. Tatbikat gerekçesiyle dün sabah Sincan'dan 20 tank 15 kariyer geçti. Geçen Cuma günü düzenlenen Kudüs Gecesi'nde Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile onur konuğu İran Büyükelçisi Bagheri'nin 'Şeriat Çağrısı' yaptığı, daha sonra da Refahlı militanların gazetecileri dövdüğü Sincan Meydanı'na dün sabah 08.55'te tanklar geldi. 

-ÜRPERTEN YEMİN: 

İrticai örgütlerce açılan Kur'an kurslarında öğrencilere laiklik ve Atatürk düşmanlığı aşılayan bir yemin ettiriliyor. Genelkurmay İstihbarat Dairesi tarafından hazırlanan ve Milli Güvenlik Kurulu toplantısında okunan raporda Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gözetim ve denetimi dışında kalan Kur'an kurslarıyla körpe beyinlerin laiklik ve rejim düşmanlığıyla şartlandırıldığı bildirildi. 

-İPLER GERİLİYOR BU NE REZALET: 

Refah; türban, Taksim ve Çankaya'ya cami ile kurban derisi konusunda ısrar ediyor. DYP'de tepki artıyor. Erbakan'a en yakın isimlerden Hasan Hüseyin Ceylan yaptığı açıklamada partisinin Merkez Karar Kurulu'nun bu konularda geri adım atmamaya karar verdiğini açıkladı. Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Oğuzhan Asiltürk ise 'türban ve cami bugünün tartışması değildir. Kararlar daha önceden alınmıştır' dedi. 

-İRTİCA PKK'DAN TEHLİKELİ:

 Oramiral Erkaya; 'Aşırı dinci akımlar Türkiye'nin birinci sorunu haline geldi'  dedi. Erkaya şunları söyledi; 'Yıllardır devletin geleceği için birinci tehdit PKK terörüydü. Ancak güvenlik güçleri görevini yaptı ve PKK olayı kontrol altına alındı. Aşırı dinci akımlar ise bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi. Tehlike üç boyutludur; Laik Cumhuriyet'e, çoğulcu demokrasiye ve sosyal hukuk düzenine yönelik tehlike." 

-EN KRİTİK MGK:

 28 Şubat'taki MGK'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı'nın önemli bir konuşma yapması bekleniyor. Cumhurbaşkanı Demirel'in başkanlığında toplanacak MGK'da konuşacak olan Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, son dönemde Atatürk ilke ve inkilaplarıyla laikliğe karşı girişilen ' Sistemli Hareketler ' üzerinde duracak ve bu gelişmelerden  duyulan rahatsızlığı dile getirecek. 

PAŞALARA GÜVENCE:

 Erbakan, 28 Şubat'taki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında partisinin rejime yönelik art niyeti olmadığını anlatacak. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı gibi, Başbakan Erbakan da MGK toplantısına hazırlanıyor. Erbakan, son gelişmelerden kaygı duyan Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında yapılacak toplantıda Ordu-Refah gerilimini azaltmaya çalışacak. 




-MERCÜMEK HAKKINDA ZİMMET SUÇLAMASI:

 Refah'ın kasası Süleyman Mercümek, Bosna için toplanan paraları 'zimmetine geçirmek' suçlamasıyla İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanacak.

-YETKİM OLSA SEÇİME GÖTÜRÜRÜM: Cumhurbaşkanı Demirel son siyasi gelişmeleri Milliyet'e değerlendirdi: Rahatsızlık var: Demirel, Cumhuriyet'in temel niteliklerini değiştirmek için yola çıkacak hiç bir heyetin uzun ömürlü olamayacağına dikkat çekti. Askeri müdahalenin söz konusu olmadığını belirten Demirel, 'kim dini istismar edip, rejimin karakterini değiştirmeye kalkarsa başsavcı karşısına çıkar' dedi. Cumhurbaşkanı, demokrasinin bir 'fair-play' olduğunu, kartları açık ve dürüst oynamak gerektiğini vurguladı ve 'aksi takdirde Cumhuriyet'in canına okursunuz' diye konuştu. 'Ben tarafsızım, ama cumhuriyet konu olunca tarafım' diyen Demirel, varlığını cumhuriyete borçlu olan her kuruma seslendi: 'laik rejime sahib çıkın!' 

ÇEVİK PAŞA'YA RP'DEN DİVAN-I HARB TEHDİDİ:

 RP'nin asker kökenli milletvekili Sıddık Altay, Org. Çevik Bir'in, Sincan tankları için ABD'de; 'demokrasiye balans alyarı yaptık' demesine çok kızdı. 'Ben yetkili olsam o generali derhal emekli eder, Divan-ı Harb'te yargılar ve ordudan ihraç ederdim.' 

ÇEVİK PAŞA HÜKÜMETİ UYARDI:

 'Atatürk ilkeleri, laiklik konusunda kimseye taviz vermeyiz. Hükümetin de bu prensiplere tam olarak uymasını bekliyoruz.' Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, içeriği bu olan konuşmayı Washington'daki Türk Amerikan Konseyi'nin önceki geceki kapanış balosunda yaptı.'  SİNCAN'DA 4 ACZİMENDİ   Mit Müsteşarı Bülent Orakoğlu'nun DEŞİFRE ettiği Darbe Raporu'nda, Neden 28 Şubat? sorusunun altına yerleştirdiği irtica paranoyası içinde tarif ettiği olaylardan biri de Aczimendi Vak'ası'dır. Orakoğlu'nun Müslüm Gündüz dışında Fadime Şahin ve Ali Kalkancı ikilisinin adını vererek kısaca irticai faaliyette rol alanlara dikkat çektiği özet ifeadeleri hemen burada biraz uzatacak olursak, o günlerde ülkede bir Aczimendiciler Harekatı vardı. Bu harekatın en önemli manzaraları; elde Âsa, yüzde uzun ve sivri sakal, başta kendilerine has sarık, vücutta şalvar üstü beyaz gömlek ve siyah pardesü ve de bakışlarda keskinlik idi.





    Aczimendiciler, müridlik silsilesiyle, Müslüm Gündüz isimli Şeyhin de liderliğinde hızla çoğalma temayülü içindeydiler. İşte o sıralarda Mürid kazanma ve Rabıta'yı genişletme amacıyla Sincan Mareşal Çakmak'ta ikâmet eden Saffet Fıçıcı'ya da bir ziyaret yapılıyordu. Başta Ahmet Arslan olmak üzere Haydar Aksu ve Hasan Şafak'ın gerçekleştirdiği ziyaretten haberdar olan Sincan TEM Büro Ekipleri, Aczimendi Tarikatı'na mensup bu dört kişiyi Kılık-Kıyafet Yasası'na muhalefetleri dolayısıyla göz altına alıyordu.    Üstleri arandığında tarikata ait bir çok döküman bulunuyor ve bir süre önce cezaevine konulan Müslüm Gündüz'ün müridlerine yazdığı mektuplar ile yazışma adresleri ele geçiriliyordu. Sonra da 4 müridden sadece Ahmet Arslan tutuklanıyordu.    Bu olayın muhtevasına ve gerçekleşme zamanına baktığımızda tarihler 11 Şubat 1998'i gösteriyordu.

Bu ne demekti? 
Postmodern Darbe 28 Şubat 1997'de olmuştu. 

Ama, 11 Şubat 1998'de bile, hâlâ tankların gelip geçtiği Sincan'da, konuşulan Kudüs Geceleri'ne tuz-biber olucu böylesine enstantaneler de vukua gelebiliyordu.


http://bekiryalcinkaya.tr.gg/Sincan-Y&%23305%3Bld&%23305%3Bz-Kud.ue.s-%C7ad&%23305%3Br&%23305%3B%3D-28-&%23350%3Bubat-d--4.htm


31 Ekim 2016 Pazartesi

SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI = 28 ŞUBAT BÖLÜM:3




İNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI = 28 ŞUBAT BÖLÜM:3











BEŞ YILDIZ'LI SİNCAN'A DOĞRU YILDIZ; 


Anıtı yıktığı için Sosyal Demokratlar tarafından kültür düşmanı ilan edilen bir başkan..

YILDIZ; Bayrağa ve Atatürk'e hakaretten hüküm giyen Ayşe Tokuştepe'yi "savunur" olduğu için Kaymakam Ali Gün'le kavga(!)ya tutuşan, yine sosyal demokratlarca  “Şeriat Provakatörü” gibi gösterilen bir başkan.. 

YILDIZ; İçkiye yasak (!) koyuculuğunun, bileziğini satıp büfe yatırımı yapanlara zarar verdiğiyle, haksız gösterilmesiyle uğraşan bir başkan..  

YILDIZ; Sefer Armutçu gibi tecrübeliler tarafından heyecanlı ve acil karar verici sayılıp nasihat verilen, Mustafa Boşdurmaz gibi Milliyetçilerle, " gereksiz" işlere çok para harcadı, kaldırım söktü, lâle tren hattına ihate yaptı, lüzumsuzca yandaşlarına rant sağladı" gibi gerekçelerle "fakir babanın müsrif evladı" olarak tarif olunan, Ali Rıza Acar'dan uzak, Gürsoy'dan çok çok uzak, talihsiz bir başkan.. 

Ama tarihi sevdası tartışılmaz, onun içindir ki Lâle yerine, ecdadı Fatih'in Tuğrası'nı dikmeli.. dikiyor. Mü'min anlayışıyla ele aldığı insanlığı içkiyle küs duruma getirmeli.. İçki yasak(!) larıyla küstürmeye çalışıyor. Noel'in ruhunda bir yılbaşı içinde "hindi başı" kesmenin İslam'a aykırılığına verdiği ehemmiyetle Müslüman Sokağı’nda salyangoz satılmamalı.. sattırmamaya gayret ediyor.. " Rüşveti alan da veren de melûn" ise, gerçekten ve bizim de şahit olabildiğimiz "belediye kapısından giren rüşvet"e mani olabilmek adına, oraya "Rüşveti alan da veren de melûndur" tabelasını asmalı.. asıyor da..  



Bekir Yıldız, beraber Hedef Ankara Gazetesi'ni Çıkarrtığı Gazete Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya ile 

YILDIZ; bu ülkede "Batı Hastalığı"na tutulanların, De Gaul'den, Olof Palme'ye kadar "demokrasi değerleri" diyerek milli unsurlar dışındaki beynelmilellere açtığı sayfaları kapatan başkan.. Velakin, Çeçen'i, Türkmen'i, Azerisi, Bosna Hersekli'si, Batı Trakyalı'sı, hatta Filistinli'si ve Belene mazlumu Türk veya Müslüman kim varsa, onları hiç olmazsa manevi tarafıyla taltif ve tatmin etmeli.. ediyor da..
YILDIZ; "Düşünceye değer, hak edene ödül" vermekle düşünce suçunu şiddetle tartışanlara cevap verme metodları geliştirmeli.. geliştiriyor ve bir yarışma açıyor..
  YILDIZ; Şayet Gürsoy, sol zihniyetten sanatkâr ile Sincan'ın park ve alanlarında ideolojik konserler verdiyse, verir ise, kendisi de Ahmet Tunç ve Hasan Sağındık'la karşı cevap vermeli.. veriyor..  Gürsoy kültür ve sanatta "sol" a yaklaşmışsa, Yıldız uzaklaşıp "sağ ve maneviyat" ta buluşmalı, buluşuyor..  Onun için de; Şair Bahattin Karakoç, Erdem Beyazıt, Mehmet Akif İnan, Nazır Akalın ve Mehmet Aycı ne güne duruyor.  Onun için de; Arif Ay, Dilaver Cebeci, İdris ve Muhlis Aydın, İrfan Coşkun ve Necip Fazıl Duru neden davet eylenmiyor.?  Onun için de; Mehmet Kahraman, Mehmet Kara, Murat Kapkıner ve Erdal Noyan, Mehmet Narlı ve Metin Önal Mengüşoğlu'yla neden irtibata geçilmiyor.  Onun için de; Taha Çağlaroğlu ile Erdoğan Kul, Hicabi Kırlangıç'la Oğuz Adem Selçuk, Osman Selvi'yle Mehmet Solak niçin haberdar edilmiyor? veya onun için de; Mehmet Turan, Bekir Yalçınkaya ve Bestami Yazgan, boy boy afişlerle "şiir okuyacak şairler olarak" halka duyurulmuyor.. 


DUYURULMALI..  

Ve Yıldız duyuruyor; Hizmetinin ilk yılında Yıldız, yine bir imza koyduğu ilkle Sincan'da "1. Şiir Günleri"ni başlatıyor. 19 Kasım 1994'te bu ilk, kültür sayfasına yazılıyor..  Kapalı Spor Salonu’nu dolduran binlerce Sincanlı, o gün bizim de "Hasret İsteme" şiiriyle katıldığımız, Türkiye'nin ehil önemli şairlerini dinleme fırsatını buluyor. Davet edilen 34 şairin 29'unun katıldığı bu şiir şöleni, ülkemizde birçok yerel idarenin yıllarca yapageldiği kültürel etkin(!)likten sadece bir tanesi ve sonuncusu olmuştur. Bir daha Sincan'da ehemmiyetli şairler şiirlerle soluklanma fırsatını bulamasalar da 2005 ile 2006 arası bir tarihte Dr. Nihat Hatipoğlu, yine aynı yerde "15 yıllık intika"ya nispet dolup taşan bir spor sarayı ikmal etmiş ve halk “kutlu doğum”un en şaşaalı manevi havasını yüreklerinde, nefeslerinde bulabilmiş, tadabilmişlerdi.  Ama, Yıldız'ın zehrinden haklı koruma temayülü gösterdiği ve yasak koymaya çalıştığı içki, galiba esrar zehrini Yıldız'a öğürmüştü. Zira Kudüs vakâsına az bir zaman kala, "Sincan Belediye Başkanı" sıfatıyla Bekir Yıldız'ın, son "mânâ ve mevhum icraatı" alkol olmuş ve bunun tartışması da Sincan'ın gündemine "teessürlü günlerin habercisi" olarak gelip oturmuştu. 



Sincan Kaymakamı Ali Gün, Yenikent Belediye Başkanı Emin Özer ve ANAP Sincan İlçe Başkanı Muzaffer Yazıcı  Organize Dispanseri'ni açan Sağlık Bakanı H:İbrahim Özsoy ile 


KUDÜS'E BİR ADIM KALA TEK-EL'DEN ALKOL ZİYAFETİ   

 Bir taraftan Sincan'a hizmet vermek için gecesini gündüzüne katarak zahmetli işlere girişen Bekir Yıldız, bir taraftan da a deta "şerri sigaya çekme" önderliğine soyunmuştu. Lale Anıtı'ndaki Orak-Çekiç'i yerle bir ettiği tarihlerde "yıktırmam!" diye oturma eylemi yapan Gürsoy'a karşı; "yık.. yık..!" diye alkış tutan halk, kar ve zarar bilançosunda Yıldız'ın hanesine artı puanı kazandırmıştır.  Ama, Ayşe Tokuştepe meselesinde bi'taraf olamayıp Yıldız'ın üstelik İlçe Kaymakamı Ali Gün ile sürtüşmeye girmesi, hatta bazı insanların söylediği üzere, karşısında eli cebinde oluşunda hep ısrarlı davranması, Lale Anıtı karını alıp götürmüş ve Gürsoy'la terazinin gözünde aynı dengeye oturtmuştu.. Yıldız'ın başkanlığı gerçekten gel-gitler'le doluydu. Güzel hizmetler yapıyor, sonra da bir takım çıkışlarla onların üstünü kapatıyor, kendini zora sokuyordu.    Niçin böyle davranıyordu? Bir gün O'na KTV'de, bana yaptığı bir ziyaret esnasında şöyle demiştim; "Allah Aşkına Bekir Bey ne yapıyorsun, neler oluyor sana?" Cevabı aynen: "Abi sorma, ben yakamı kaptırdım, iflah olmam.."  Ne yakası, neyin iflahı, diye sormaya mahal vermeyecek şekildeydi. Bu sözlerin izahatını dahi istemedim. Belli ki O'nun iç muhasebesinin bir yerlerinde ziyan sayfası vardı ve açık tuttukça da buraya menfi işler yazılmaya mecburdu. İnandığımız kadarıyla Yıldız bir "Kader Oyunu"na esirdi. İşte O'nunla KTV'deki bu konuşmamın ardından tam altı ay sonra, yine "yakasını kaptırmış" Bekir Yıldız sürdürdüğü alkol mücadelesinin finalini yaşayacaktı. Bu defa davacısı Ankara Tekel Pazarlama ve Dağıtım Başmüdürlüğü idi ve bu birimden Sincan Kaymakamı Ali Gün'e bir yazı geliyordu. Tekel Başmüdürü Halis Parlak; "Başmüdürlüğümüze ulaşan tüketici talepleri ve son aylardaki satış durumunun izlenmesinde özel sektörle rekabet halinde bulunan Tekel Birası'nın Sincan İlçe Tekel Bayileri tarafından özellikle satın alınmadığı ve bölgelerindeki tüketicilerin taleplerini karşılamadıkları anlaşılmıştır. Sincan İlçesi'ndeki Tekel Bayileri'nin konuyla ilgili olarak denetlenmesinde, özellikle içki satışı yapan bayilerimizin Sincan Belediyesi tarafından içki satışı yapmamaları yönünde baskı altına alınarak, bayilerimize değişik şekillerde cezai işlemler uyguladıkları, içki satışını engelledikleri tesbit edilmiştir" şeklindeki uzun ve adeta içki tesirli gibicesine şikayet dilekçesini valiliğe göndermiş, valilik de kaymakamlık aracılığıyla belediyeyi şu yazıyla konudan haberdar etmişti:  "Belediye sınırları içerisinde bulunan ve Tekel Satış Ruhsatı olan Tekel bayilerinde belediyece içki satışı yapmamaları yönünde baskı yapıldığı ve değişik şekillerle ceza kesildiği Ankara Tekel Pazarlama ve Dağıtım Başmüdürlüğü'nden alınan 16 12 1996 Gün ve 8686 Sayılı yazı ile bildirilmektedir.   

 Mevzuata uygun olarak ruhsatı bulunan bayilerde Tekel Birası'nın satışının engellenmemesinin ve bu konuda eksik ve noksanlığı bulunan bayilerin tamamlanması yolunda gerekli kolaylığın sağlanmasını ve sonucundan bilgi verilmesini rica ederim. Ali Gün/Kaymakam."  Peki bu yazı üzerine Bekir Yıldız ne yapmıştı? Sadece şöyle konuşmuştu; "Sincan'da 32 adet alkol satan.. (Her nedense memleketim Isparta'nın plaka numarası olan 32'ye tekabül ederdi Sincan'daki menfilikler.. Yıldız döneminden çok çok sonra, misalen 2004'te de Sincan'da 32 ev kilise var, haberi yayılmıştı..) Evet, Sincan'da 32 adet alkol satan büfe var. Bizler yasak yerine ikna yolunu seçmekteyiz. Şimdiye kadar bir çok birahane ve meyhane kendiliğinden kapattı. Alkola destek çıkanlar, önce alkol alanların aileleri ile bir konuşsunlar, ondan sonra karar versinler.." Yıldız böyle diyordu ama, ne devir 4. Murad devriydi, ne de Yıldız bir 4. Murad'dı. Zira alkol alan ailelerin ailevi müesseselerini perişan da edebilenlere karşı alkolden (para) alanların başvurduğu bayiliklerin "Tütün ve Tütün Tekeli tüzüğünün 69/d maddesi vardı ve bu maddeye tüketiciler tarafından talep edilen her çeşit ve nev'iden yeteri kadar miktarı daima satış yerlerinde bulundurmak zorundaydılar.. Hal böyle olunca Bekir Yıldız'ın 4. Murad gibi, kendi koyduğu kanun ile içkici ve tütüncüleri denizin ortasındaki sandalda bile yakalayıp cezalandırmaya matuf yetki ve selâhiyeti mi vardı ki.. Ancak konuşabilecekti.. Hele ki, Sincan'ın Mülki İdare Amiri Ali Gün de; "bu yazı ne Bekir Yıldız'ın ne Yalçın Beyaz'ın, ne de Emin Özer'in şahıslarına karşı değildir. Her üçü de RPli başkandır. Genel bir yazıdır. Eğer büfeler alkolü kapalı satıyorlarsa, ruhsatları varsa ve gerekli prosedürü de yerine getiriyorlarsa alkol satışında serbesttirler..!" diye Yıldız'ın önüne kanunları koyuyorsa, Yıldız'a sadece konuşmak düşerdi. Ve o gün hem çok  iş yapıp hem çok konuşan Yıldız, bugün bile hala konuşuyor olmalıydı..

 SİNCAN’DA ŞERİAT SESLERİNE DOĞRU

    Tarih; 31 Ocak 1997..Bekir Yıldız’ın başkanlığını yürüttüğü Sincan Belediyesi, Laik çevrelerin hep gözüne ve özüne batan icraatların en etkilisinin bu olacağından haberdar değil. Mübarek Ramazan Ayı’nın idraki çerçevesinde ve Allah rızası adına bir ilk yapılmalı. Ne yapılmalı? Şu yapılmalı.. bin asra yakın Filistin’e zulmeden Yahudi İsrail’i telin edecek ve Kudüs’ü ihya eyleyecek bir çadır kurulmalı.Peki bunun mimarları Sincan’dan çıkar mı? Ya da Sincan’dan mı çıktılar? Pek malumumuz değil. İşe Öze Çağrı’nın 57. sayısındaki röportajda usta gazeteci Mustafa Boşdurmaz, Seçil Keskin ile birlikte soruyor: -Döneminizde çok yakınınızda olanlar başka yere servis yaptı mı?   Yıldız’ın buna cevabı;”o servislerde mağdur olduğumu söyleyemem, ama kaygılı olduğumu söyleyebilirim! Şeklindedir. Ama esas şu ifadeler bir tahayyülden öte gerçeği yansıtmıyor mu? “İşin boyutunun sizin gözlemlediğiniz veya baktığınız şeklin çok daha dışında olduğunu söyleyebilirim. Bir arkadaş bana dedi ki: “Sünnet organizasyonunda yer doktorluk yapan kişiler kimdi?” dedi. Ben de bilmiyorum dedim. “Ya” dedi, “proğramdan sonra ben o doktorları Etimesgut’a evlerine bırakacağım zaman , siz bizi burada indirin, evimiz yakın, biz yürürüz” dediler. İki de bir geriye bakıyorlardı. Kuşkulandım” dedi. Sonra Etimesgut’ta yer altında cesetler bulunduğu haberi çıktığında o cesetler, doktorları indirdiğim yer civarındaydı” dedi. Daha sonra o doktorlardan iki tanesi “Kudüs gecesinde çadırı biz kuralım” dediler. Biz de böyle bir komploya geldik. buradan çıkardığım şu: “Beni kurban seçtiler. Bu insanlar görevlerini yerine getirdi ve sonra yok edildi.” 




  SİNCAN’IN MEHDİ MEHMED’İ KİM?   


Bekir Yıldız’ın aradan geçen 8 yıla rağmen çıkardığı sonuç ne? Genelleme bir tabirle “KURBAN SEÇİLDİĞİ..” Durum böyle de olsa beni bu noktada henüz çadır kurulmadan, Bagheri ve Yıldız konuşmadan, Hamas ve Hizbullah Örgütü liderlerenini posterleriyle iç dizayn iç dizayn gerçekleştirilmeden ve o masum tiyatro oyunu sahneye konmadan önce, Menemen Ruhu sarıverdi.    Yolda, Mehdi Mehmed diye biri var. Yoldaş(!)ları Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet, Çoban Ramazan, Nalıncı Hasan ve Zeki Mehmet yani, seçilen üç Mehmedi nalınlayan Hasan ile güden Ramazan bir olup Menemen’e yürümekteler. Niçin? Şeriat istemekteler. Ama iyi esrar çekme ahlâkları(!) vardır. Serkeş ve baldırı çıplaktırlar. Yine de Şeriat istemektedirler. Zira palavra alanında bekleyen, arkalarında 70 binlik bir ordu (!) vardır. Nitekim yürüdükleri Menemen’de şehid ettikleri Kubilay’ın başını taktıkları bir İslâm sancağıdır. Vahşet alanı olarak seçilen yer ise her ne hikmetse bir cami civarıdır.    Peki burada garib olan nedir? Şu.. Bekir Yıldız’ın Kudüs Çadırı’nı kurup da kaybolan isimsiz ve cisimsizlerden bir örnek de Menemen’de görülecektir. Mehdi Mehmed ve avanesini Şeriat Provası’na iten, vahşeti hazırlayan da bir provakatördür. Onlarla pazarlık edip şu kadar para vereceğini ve hadiseden sonra hepsini kurtaracaklarını vadeden, böylece yola çıkaran, Menemen vahşet plânını uygulatan, uygulanışında kontrol ve takipte bulunan, kadın kıyafetli ama, oldukça çevikliğiyle erkek olduğu anlaşılan bu provakatör de tıpkı Kudüs Çadırı mimarları gibi, olaylar gelişip, iş tamam oyduktan sonra sırra kadem basmıştır.  “Söylendiğine göre gizli ajan hadiseyi çarşaflı bir kadın kılığında uzaktan takip etmiş ve muradına erer ermez, ancak bir erkege mahsus sert adımlarla uzaklaşıp gitmiştir. Bu manzarayı aynen görenler vardır ve onlardan biri halâ sağdır.” (*) Necip Fazıl Son Devrin Din Mazlumları, Sh. 145   O halde Sincan Kudüs olaylarında da Menemen benzeri bir  provokatörlükten ve hatta orada olduğu gibi CHP kodamanlarını olaylara müdahilliğini düşünmekten dem vurabilir miyiz? Zira, CHP üst düzey yetkilisi Adnan Keskin’in Şeriatçılar’a “benim dedem de müftü, babam da hoca” babından hiddet gösterisinde bulunması, “Serbest Fırka’nın kapatılmasının hemen ardından Nakşibendi Halifesi gösterilen İstanbullu Şeyh Esad (Erbilli)”nin hedef seçilmesi.. sonra tahriklerin şeyhin mekân tuttuğu yer olan Menemen’de, daha ziyade CHPli kodamanlara halkın itibar etmemsiyle bir öç haline getirilmesi” zan olarak değerlendirilse de, bazı şahidlerdin tarifine bakıldığında, bu hadise hem takke, hem de külâh oyununa işaret gibi bir düzen ve hâl alıyor.    O tarihlerde, yani 1930’lu yıllarda Menemen’in ucu 28 idama dayanır. 1997’li yıllarda ise Sincan’ın ucu 28 Şubat’a, yani sadece bir tarihi benzetme telaffuzuna ve birkaç aylık-yıllık mahkumiyet kararına dayanır. Netice itibariyle bize göre bir provokaye tâbi tutulan ve Bekir Yıldız’dan ziyade, adeta Sincan’ın kurban seçildiği bu tarih; zaman zaman bir kısım siyasetçiler, Sivil Toplum önderleri ve muhatab kesimlerce yanlış, ihtiyaçsız ve lüzumsuz, bir o kadar da Türkiye menfaatine aykırı bir tarih olarak da tarif edilmektedir.    Bütün bunlara rağmen Sincan’dan tankların geçmesini de, o günlerde hükümet kanadındaki büyük sıkıntıları da, muhakeme çemberindeki masumları veya suçluları da, muhakeme eden ekabir heyeti de anlıyorum da, Yıldız’ın “Kurban seçildim” derken, adını ve sanını bilemediği doktorları nasıl kaybettiğini, pek anlayamıyorum. Bunun ne anlama geldiğinin meal lugatı bende değil. Bilakis Yıldız’da. Pektabii biliyorsa O’ biliyordur.. 


SİNCAN’DA ŞERİAT SESLERİ 

1997’nin Ocak ayının son günü olan Cuma gecesi.. Refahlı Sincan Belediyesi’nin organize ettiği KUDÜS GECESİ İslâmi kesimin idrak edebileceği mantık çerçevesinde Allah’ın rızası adına bir kısım bürokratları ağırlıyor. Bunlardan birisi ev sahibi Bekir Yıldız, diğeriyse İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri.



İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri.


 Yer; Sincan Lale Meydanı’ndaki Eğitim Kültür Müdürlüğü Konferans Salonu. Salın hıncahınç dolu ve özellikle Sol basının objektiflerini süsleyici, fesli-sakallı, şayvarlı-peçeli insanlarla itibarlı. Elbette bu giyimlerin zıddında olan ve hatta aynı soyadını taşıyanlarda var ve bu kesim ziyadesiyle çoğunlukta.. Yani o salon dışardan bakıldığında Türkiye’de bugün Didim Akbük’ten Bodrum’a, İzmir Çeşme’den Antalya Mahmutlar’a kadar mütedeyyinler arası görülmesi mümkün bir manzara da mevcut. İşte böylesine bir yerde içteki böyle bir manzara bakınız, Sabah’ın 2 Şubat 1997 tarihli nüshasının 21. sayfasına nasıl yansıyor: “İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri, Refah Partili Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs Gecesi’nin onur konuğu olarak katıldı ve dünyanın terörist ilân ettiği Hamas ve Hizbullah örgütü liderlerinin posterleri altında, “Hamas’ı ve Hizbullah’ı biz destekledik” mesajı verdi. Bagheri Şeriat’ı öven konuşmasında hiçbir diplomasi geleneğine uymayan üslupla Amerika ve İsrail’i düşman düşman ilan ettikten sonra Şeriat çağrısı yaptı. İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri  Tekbirlerle başlayan gecenin açılışında kısa bir oyun sahne aldı. Sokaklara çıkıp taşla savaşmak istediğini söyleyen oyuncunun “ortalık Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ve O’nun alçak lideri Yaser Arafat’a kaldı” demesi üzerine salonda hep bir ağızdan tekbir getirdiler.  “Bize fundamantalist demelerinden korkmayacağız. Fundamantalist Hizbullah, Şeriatçı insan en akil, en çağdaş ve en Mü’min insanlardır. Allah onlara müjde vermiş, zafere ulaşacaklar” diyen İran elçisi, Şah örneğini verdikten sonra Cihad benzeri bir çarı yaparak “Allah’ımız inşallah başka zaferleri de Müslümanlar’a verecektir” diye konuştu.   

BAŞBAKAN GİBİ    

Geceye gelişinde Başbakan gibikarşılanan Bagheri, gecenin düzenlendiği Sincan Lale Meydanı Konferans Salonu’na tekbir sesleri arasında girdi ve konuşmasına Kur’an’dan ayetler okuyarak başladı. “İnşallah yeni ve güzel ufuklarınızı önünüzde göreceksiniz” diyen Bagheri gecenin; Humeyni’nin Paris’ten İran’a dönüşünün yıldönümüne rastladığına da işaret etti.    Bagheri’nin Refahlı’lara hitaben yaptığı konuşmasından bazı cümleler şöyle; “-Arablar sessiz, niye? Bir inkilap başladı. İsrail’le ilişkilerimizi güçlendirmeyelim. Maalesef bunu görüyoruz bazı devletlerde. Müslümanları memnun eden bir şey değil. –Ama gençlerimiz her yerde ayaktalar ve inşallah Allah’ın cezasını ergeç Amerika’ya,İsrail’e,her gün antlaşma imzalayanlara verecektir. 

 –Görüyoruz Mısır’da, Ürdün’de, Lübnan’da, işgal edilen topraklarda halk ayağa kalkmış ve hükümetlere karşı, hükümetlerin proğramlarının tersine halk heyecanlanmış ve halk ayağa kalkmış. Ve Elhamdülillah İran Cumhuriyeti de bildiğiniz gibi bu mücahid insanlara her zaman destek verir ve destek vermeye devam edecektir. -Hükümette kalan (kalabilenler) küfr ile devam edebilirler. Ama zulüm ile devam edemezler. Siz masumlara yardım edin. Allah siz yardım edecek. –Şimdi dünyanın İslam ve Arab ülkesinin liderlerinin insaf etmesi lâzım. Halkla beraber olsunlar. Madem halkıyla beraber değiller, halka karşıdırlar, farklı düşünüyorlar. Durumları bundan da kötü olacak. Bundan zelil ve bundan eksik bir durum ne olacak. 



MISIR’DAKİ HAREKETLER    -

    Şimdi Mısır’da büyük hareketler var. Ben buradan sesleniyorum, serbest gazeteler, serbest televizyonlar, serbest ve hür insanlar söylesin. Eğer sizde bu cesaret varsa lütfen silahlarınızı bu halkın başından götürün. Görün bu halk ne öyler. Mısır’da, Ürdün’de çeşitli Arab ülkelerinde tüfeklerinizi halkın başından götürün. Halk aydın insanlardır, aydın Müslüman’lardır. Hepsi istiyor elhamdülillah.. -Bakın, 18 sene önce, İran İslam inkilabı zafere ulaşmadan önce, eğer bu sözleri söylesem herkes gülerdi. Ama, o gün İmam Humeyni: “bugün İran, yarın Filistin” söyledi. 18 seneden sonra eğer durumumuz daha iyi olmasaydı herkesin şüphe etmesi gerekirdi. Ama elhamdülillah durumumuz ve Müslüman’ların durumu iyidir. O gün Filitin’de Hizbullah yoktu. Cihad-ı İslam’ın gücü bu kadar değildi. Hamas’ın gücü bu kadar değildi. Mısır’da, Ürdün’de, Lübnan’da, Kudüs’te Müslümanlar ayağa kalkmamış, ama bu gün daha güçlü, daha kuvvetli. Bu bize ümittir.    


ENVER SEDAT GİBİ 

-Arafat artık Filistin’in neferi değil. Filistin halkı onu istemiyor. Bu sebebten başka liderlerde, Mısır’da olsun, Ürdün’de olsun, herhangi bir yerde olsun buna dikkat etmeleri gerekiyor. Halklarıyla beraber olsunlar, halk ayağa kalkmış. Geri kalmamıştır. Geri kalanlar Enver Sedat gibi, sonuçları olabilir. -Kim derdi ki Amerika’nın jandarması Şah, İran’dan kaçacak. O Allah’ımız inşallah başka zaferleri de Müslümanlar’a verecektir. -Humeyni 17 sene evvel, Ramazan ayının son Cuma gününü Kudüs Günü ilân etti. O gün şunu söyledi: “Biliyorum, inanıyorum. Bir gün gelecek Kudüs Günü dünyanın her yerinde yapılacak. 7 sene evvel Türkiye’ye geldim.Bir tek İstanbul’da Kudüs Günü gördüm. Elhamdülillah şimdi pek çok şehirde en güzel şekilde yapıyorsunuz. Bu ileri gitmek değilse, ileri gitmek nedir? Şimdi Fas’ta, Tuus’ta, her yerde Kudüs Günü’nü en güzel şekilde yapıyorlar. 



 SABAH SABAH "YA HU YILDIZ DA NE AYKIRI ADAM!" 

   Sincan'da Şeriat Sesleri başlıklı habere iç-içe dört resim seçen SABAH, tesettürlü izleyici beyanların karesine Hizbullah Örgütü Lideri Musa Sadr ile tiyatro oyununda rol alan Selçuk Öz ve Duran Özdemir'in resimlerini yerleştirmiş. UBA ve SFM gibi basın yayın mikrofonları ardında konuşan Bekir Yıldız ise dördüncü resim olarak karede yer alıyor ve hemen altında da şu başlıkla, şu haber var: "İÇKİ VE HİNDİYİ YASAKLAMIŞTI.."   "Ankara'nın Sincan İlçesi Refah Partili Belediye Başkanı Bekir Yıldız yaptığı icraatlarıyla kamuoyunun gündeminde daha önce de defalarca gelmiş bir isim. Eski Başkan Aziz Gürsoy'un belediyeye aldığı elemanlardan yüzlercesini işten çıkaran ve belediyede yoğun bir kadrolaşma hareketine giren Bekir Yıldız, Sincan'da içki satan büfe ve bakkallara "ruhsatlarınızı iptal ederim" diyerek içki satmaktan vazgeçirdi.     Yılbaşında hindi satışını yasaklayan Bekir Yıldız, kızlarla erkeklerin parklarda-bahçelerde oturmalarına sınırlama getirdi. Dua çiçeği adı verilen bir çiçeği Sincan'ın muhtelif yerlerine ektirdi. Bu çiçeğin başında dua okunduğu zaman açma özelliği olduğu söylendi. Bekir Yıldız sık sık ideolojik propaganda gösterileri yapılan halk toplantıları düzenliyor." 

VE MESCİD-İ AKSA POSTERLERİ ÖNÜNDE

     Sincan Lale Meydanı Konferans Salonu'ndaki Kudüs Gecesi'nde salonun duvarlarına Hamas, İntifadada ve Hisbullah üyeleri Fethi Şakaki, Yahya Ayas, Abbas Musavi ve Musa Sadr'ın posterleri ve Mescid-i Aksa'nın dev bir resmi asılıydı. Açılıştan önce kısa bir oyun sahneye kondu. Ardından Bagheri konuşmaya başladı. Haremlik-selamlık oturulan salonda, kadınlar yanlarında çocuklarıyla yer aldılar."     2 Şubat 1997 tarihli Sabah'ın yine 21. sayfasının alt bölümünde bu kez Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın konuşmalarına dayalı şu haber vardı:     



YILDIZ: BAŞÖRTÜSÜ SANCAĞIMIZDIR  

 Kudüs Gecesi'ni organize dene Sincan Belediyesi'nin RPli Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Bagheri'den önce yaptığı konuşmada ilk olarak siyaset gündemindeki türban konusundan Başbakanlık Konutu'ndaki tarikat liderlerine verilen yemeğe kadar pek çok konuya değindi. Yıldız, türban konusunda şunları söyledi:    "Bizim için vücudumuz Allah'ın istediği istikamette giderse, şerefini O'nda bulur. Ama kendi vücudunu bu kadar şerefli görmeyenler varsa orası bizi ilgilendirmez. Onu peşkeş çekmek isteyenler varsa, olsun, kendi sorunlarıdır. Nitekim, başörtüsü bizim için şeref sancağıdır. Başkaları için bir anlamı olmayabilir. Biz elbette ki sancağımızın mücadelesini veririz." 



ŞERİAT'I TANIYORUZ

   Almanya'dan gelen bir gazeteci heyecanla kendilerine amaçlarının Şeriat'ı hakim kılmak olup olmadığını sorduğunu anlatan Bekir Yıldız, verdiği cevabı şöyle aktardı: "Biz kurallarımızı Kur'an'dan almak mecburiyetindeyiz. Demokratik Laik bir ülkede bu tür şeylere nasıl yer vereceğimize bakalım. % 99'u Müslüman olan bir ülke zaten Şeriat'ı tanır. Bizim üzerimize düşen, Allah'ın rızası için söylediklerimizle yaptıklarımızın birbirine uyması. Bu konuda büyük eksiklikler var."    Başbakan Erbakan'ın Başbakanlık Konutu'nda tarikat liderlerine verdiği yemekle ilgili eleştirilere ilginç benzetmelerle cevab veren Sincan Belediye Başkanı'nın "Çankaya" sözcüğünü ağzına almaması dikkat çekti. Yıldız şöyle konuştu:   

ALLAH VAADİNİ VERECEKTİR

     "Kaya'nın tepesine çıkmayı ve o zirveyi zorlamayı hedefleyen toplumlar belki Kaya'nın görünmeyen saklı yerindeler. Ama bir yerde mutlaka ve mutlaka Kaya'nın tepesine çıkacaklar. O Kaya'nın tepesine çıktıkları zaman elbette ki Başbakanlık Konutu'nda bir araya gelecekler. Elbette orada birbirlerine sarılıp ağlayacaklar. Kimse benim kusuruma bakmasın. Bu insanların hiç birisi uzaydan gelmedi. Aralarında 55-60 yaşın altında kimse yok. Cumhuriyet kurulalı 70 sene oldu. Bunları siz yetiştirdiniz. Memleketinde güzel ahlakın yayılmasını nakış nakış işleyen bu insanlar Başbakanlık Konutu'na çıktığı zaman "kimin partisini kime yasaklıyorsunuz?" diyorlar. Bu kadar basit tartışmalar yapılıyor. Ama, bunlar zannediyorum, son çırpınışlar olsa gerek."    Şu anda ulaştıkları noktaya gelebilmek için zaman zaman sabrettiklerini söyleyen Bekir Yıldız: Sabrederek istediğimiz yerlere geleceğiz. Başımızdaki insan nasıl 30 sene sabrettiyse, Filistinliler senelerdir nasıl sabrediyorlarsa, yeryüzündeki insanlar nasıl sabrederek bir yerlere geliyorsa, Allah bize vaadini verecektir. Önemli olan o Kaya'nın tepesine geldiğimizde Allah'ı unutmamaktır" diye konuştu.    Bekir Yıldız Taksim Meydanı'na yapılması planlanan camiyle ilgili olarak da "Taksim'e cami yapılacak diye ter ter tepiniyorlar. Korkmasınlar bizden kimseye zarar gelmez, gelmedi de. Gelseydi zaten bu durumda olmazdık. Yarın inşallah çok daha iyi olacak" dedi.  

  DEHŞET GÖRÜNTÜLERİ 

  Proğram sırasında bir de sinevizyon gösterisi yapıldı. Ancak, bu gösteri salonu dolduranları tam anlamıyla dehşete düşürdü. Öldürülen Filistinliler'in kanlar içindeki cesedleri tüm ayrıntılarına inilerek gösterildi. Sinevizyon gösteriminde bir bebeğin başsız cesedi uzun süre perdede kaldı. Dehşet veren görüntüler öncelikle bebek sayılacak yaştaki çocukları korkuttu. Gösteri çocukların yüksekten ağlama seslerine rağmen sonuna kadar sürdü.    Sinevizyon gösterisinde Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat'ın görüntülerini yer aldığı ve Arafat'ı düşman gibi gösteren sahnelerde "Kahrolsun Arafat!" sesleri yükseldi. Hizbullah militanlarının eğitimleri de övgülerle gösterildi.


 GAZETECİ İRAN'I SAVUNDU


    Gecede Selam Gazetesi Haber Müdürü Nurettin Şirin de konuşma yaptı. Şirin, oldukça sert bir üslup kullandığı konuşmasında Hizbullah ve İran yanlısı tavır takındı.    İran devriminin Amerika'nın yenilebildiğini gösterdiğini öne süren Şirin, "Ey Siyonist cellatlar, şimdi Hizbullah'ın saldırılarında parçalana cesedlerinizi bir torbaya koyup meclisinizde diz çöküp ağlıyorsunuz. İsrail şimdi, "Hizbullah'ın silahı ne zaman patlayacak" korkusuyla bekliyor. Dün 3 Siyonist öldürüldü. Bu yarın 3 yüz olacak, öbür gün 3 bin olacak."     Nurettin Şirin'in sık sık Tekbir'lerle kesilen konuşması bittiğinde, "Muhammed'in ordusu, Kafir'lerin korkusu" diye sloganlar atıldı.

     SEN KİMSİN?

    Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, özellikle Allah'ın rızası ve Filistinliler'in mazlumiyeti üzerine yoğunlaşıp, İslam Alemi'nin Siyonist zulmü karşısında İntifadada'ya destek olurcasına kıyama durmasını, ayağa kalkmasını tavsiye ve telkin etse de, satır aralarında "Laik ve Demokrat" kesim tarafından tehlikeli bulunan cümleler sarfediyor.    Çankaya'yı niçin telaffuz etmekten kaçınıyor ve "O Kaya" tabirine sığdırdığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü teşkilindeki muhite, niçin hoşnut bakmıyor? bilemiyoruz.. Ama bu hoşnutsuzluk kadar hoşlanabileceğimiz doğru cümleleri de yok değil. Ortada, o günlerde de, hala bugünlerde de vurulan, kırılan, zulme uğrayan ve Kudüs'ü işgal edilen bir Filistin var ama, oradaki zulmün perdeye yansıyan elim haline "dehşet görüntüleri" diyerek, bunları "çocukları korkutucu" bulan ve sadece bu halinden rahatsız olan bir mantık da yok değil. Niçin o gün, o görüntüler, acaba vahşetin görüntüleri değildi de dehşet görüntüleriydi?    Bu öz yorumun ardından size o gün Sincan'ı bilemeyen, tanıyamayan bir mantıkla, yorum getirmeye çalışan Sabah'ın köşe yazarı Fatih Çekirge'nin Sen Kimsin? sorusuna gelelim;    "Milli Savunma Bakanı Tayan'a teşekkür edip telefonu kapattığım an arkadaşım Ali Ekeyılmaz, elinde bazı fotoğraflarla masaya geliyor.    Fotoğraflara bakıyorum. Duvarda cübbeli, sarıklı Hamas ve Hizbullah liderlerinin fotoğrafları, kürsüde İran'ın Ankara'daki Büyükelçisi Bagheri.    Ali'ye, "sen ne zaman İran'a gittin?" diye gülerek soruyorum. Ali gülerek cevab veriyor; "Burası İran değil, Sincan.."    Sincan, Ankara'nın büyük bir ilçesi. Ve burada Refahlı belediye bir Kudüs Gecesi düzenlemiş. Ve İran Büyükelçisi gecede tekbir sesleriyle konuşuyor. Bagheri açıkca şöyle diyor:   "Biz korkmayalım. Bize Fundamantalist demelerinden. Hizbullah, Şeriatçı insanlar en akil, en çağdaş ve en Mü'min insanlardır. Allah onlara müjde vermiş, zafere ulaşacaklar."    Biz Şeratçılar dediği kim acaba? Sözünü ettiği zafer, belli ki İran'daki Molla Rejimi'nin zaferi. Doğrusu bu görüntüleri görünce, bu sözleri okuyunca irkiliyorsun.    Bu nasıl bir zihniyettir? Bu nasıl bir cesaretttir ki, Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentinde bir İranlı büyükelçi Şeriat düzenini övüp Cihad müjdeleri verebilmektedir. Bu dünyayı ve insanlığı yeniden dinlere göre bölüp parçalamak isteyen bir "Ortaçağ çılgını"mı?   Yazık ki bu zihniyetlere bu küstahlığı yapabilecek ortamlar yaratılıyor. Ama, hayır Sayın Bagheri.!    Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin demokrasiye ve çağdaşlığa inanan insanları, sizlerin ikinci bir ortaçağ yaratarak, bu dünyanın ve insanlığın önündeki aydınlık geleceği karartmasına izin vermeyecektir."  


  Sabah Gazetesi yazarı Fatih Çekirge de:

 o günkü yazısında Hamas ve Hizbullah Örgütü Liderleri'nin posterleri asılarak ve adına Kudüs Gecesi denilerek yapılan proğram mahallini, konuşan bir Bagheri nazariyesinde, muhabirine; "Sen ne zaman İran'a gittin" diyerek atlaması ve Sincan'ı istihza içinde İran zannetmesiyle, tıpkı Bekir Yıldız gibi "espiri yapmış" oluyor.    Galiba, 2 Şubat'ta, 1 Şubat'a ait Sincan gelişmelerini, 31 Ocak gecesinden ele alıp değerlendirmelerimizde bu çok aşırıya kaçan espirilerle, 2 gün sonra Tank'la ve 24 gün sonra da hala; ne, neyi, nerede, nasıl ve kim kuralı tartışılan Şubat süreciyle Kudüs Gecesi'ni, hem öteden, hem beriden olmak kaydıyla tam anlayabilmiş ve de anlatabilmiş değiliz... 



BU NE REZALET 

Sabah Gazetesi'nin 2 Şubat'ta " BU NE REZALET " başlığıyla verdiği haberde Kudüs Gecesi'nde gelişen olaylar biraz yorum, bir çok gelişme olarak kaleme aldığımız çizgide verilmiş ve bir gün sonraki baskı için de daha etkili manşet ve içeriği adına Sincan üs haline getirilmişti. 3 Şubat'ta konuyu Sabah Sincan Krizi, Hürriyet de Tepki Yağıyor manşetleriyle ele almışlardı.    Sabah manşetinin spotunu "İran Elçisi'nin Refah gecesinde Şeriat çağrısı yapması DYP'de tepkiye yol açarken savcılar da harekete geçti^cümlesiyle vermişti.  DYP'de tepki gösterenlerin basında yer alan iki bakandan birisi Milli Eğitim Bakanı Turhan Tayan'dı ve şöyle bir demeçle konuya hassasiyetini gösteriyordu;  

  "ŞİDDETLE KINIYORUM: 

Gecedeki konuşma ve davranışlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından hiç iç açıcı değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti böylesine gereksiz, lüzumsuz ve tehlikeli davranışlardan uzak tutulmalıdır. Esefle karşılıyorum. Cumhuriyet Hükümeti'nin bir bakanı olarak şiddetle kınıyorum."    DYPli Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ise meseleye 'küstahlık' olarak bakıyor ve diyordu ki;    "Rezalet, küstahlık ve densizlik. Belediye Başkanı görevden alınacak. Devletin kuralları vardır. İster Türk, ister yabancı uyruklu olsun herkes bu çerçeve içinde kalmak zorundadır."     Yine DYPli İçişleri Bakanı Meral Akşener de olayın incelemeye alındığına işaretle; "konuşmalar ve afişler müfettişlerimiz tarafından incelemeye alınıyor. Hazırlanacak rapor doğrultusunda da gereği yapılacak. Kimsenin tereddüdü olmasın."     RP Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz, DYPli bakanların aksine müsterih bir tavır ile "suç yok!" diyordu. Kapusuz görüşlerini şöyle dile getiriyordu: "Orada bir suç yoktur. Suç unsuru olmadığına göre Başkan görevden alınamaz. DYP bizim ortağımız. Görevden alamazlar. Büyükelçinin konuşmasından dolayı da Başkan Bekir Yıldız suçlanamaz." 



   BAŞBAKAN ERBAKAN: GEVEZE  BASINA FİGÜRANLIK YAPTIRMAYIN 

   RP'nin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Toplantısı esnasında bir gazete muhabiri Erbakan'a soruyor: "Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in basın organlarında yer alan sözlerinde hükümete mesajlar olduğu kanaatinde misiniz?" Esasen bu manadaki soruya cevab niteliğinde ancak ileride mesaj olduğu anlaşılacak bu cümleyi Başbakan Erbakan şöyle cevablıyor: "Hayır. Türkiye'de demokrasi var, istikrar var, halkın meselelerini çözen bir hükümet var. Devlet-millet kaynaşması var. Uyum var. Bu uyum sadece iki kardeş parti arasında değildir. Hükümetimi, Cumhurbaşkanı ve kahraman ordumuz arasında da tam bir işbirliği ve uyum vardır. Sayın Cumhurbaşkanı bu başarılı hizmetlerden son derece memnundur."    Erbakan, türban konusunun DYP'de tepkilere yol açtığı, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan'ın açıklamalarıyla gerginlik başladığı ve ortakların arasının açıldığı yolundaki bir soruya da şu cevabı veriyor; "Bana icracı hükümeti sorun. Geveze basını sormayın. Geveze basına figüranlık yaptırmayın."  

   HOCA'NIN GÖBEK ADI 'ABBAS' MI?    

Erbakan'a göre geveze olan basın, artık o günden itibaren klasik hizmet ve icraat yavanlığı yerine Kudüs, Hizbullah, Hamas ve İran Molla Rejimi Şahan'lığıyla ilgilenecekti. İşi o denli uzak noktalara taşıyacaklardı ki, hatta Elemtere Fiş'ci Ahmet Tan gibileri, Hoca'ya göbek adı olarak "Abbas" yakıştırmasında bile bulunabileceklerdi. Hoca kimdi? Erbakan.! Erbakan kimdi? TC'nin Başbakanı. Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin Babakanı Elemtere Fiş, Abbas Erbakan Hoca.. 



 Bakınız o yazıda Ahmet Tan ne diyor; 


   "Bu Bekir Yıldız, O' Bekir Yıldız değil. Hakiki Bekir Yıldız'ı (Yoksa Sincanlı olana mı hakiki demek gerek). Bir parantez de bizden; (Aynı can-mal, evsaf-kilove boydan olan iki insandan biri nasıl gerçek dışı, öbürü gerçek olur? Bu mantığı ancak hakaret üslubu ve hınç ölçülerinde anlamak mümkün..) edebiyat severlerimiz çok yakından tanır. 1970'li yılların en çok okunan yazarlarındandır. Evlilik Şirketi adlı uzun hikayesi yıllarca da dillerden düşmemişti. O Bekir Yıldız, kutsal bir kurum olduğu düşünülen evliliğin iki menfaatperestin elinde bir ilkel çıkar ortaklığına ve bunu bir ticari şirkete nasıl dönüştürdüğünü anlatıyordu.    Bu Bekir Yıldız ise siyasi bir kurum olan hükümet ortaklığının gözükara iki menfaatperest liderin elinde nasıl suç ortaklığına dönüşebileceğini ortaya koymuş oldu.    Bu Bekir Yıldız sayesinde Ankara'nın Sincan'ı artık İran'ın Kum Kenti kadar, Dünya siyasi tarihinde ve coğrafyasında yerini almıştır. Bizim Sincan'ın ve Sincanlılar'ın Hamas ve Hizbullah'ın Ortadoğu'da yürüttüğü kavga ile, terör ile ne ilgisi olduğunu, artık o Belediye Başkanı'nın lideri olan Başbakan mı açıklayacaktır, yoksa giderek suç ortaklığına dönüşmekte olan bu hükümetin Dışişleri Bakanı mı?    Erbakan Hoca'nın 'Dinin Yıldızı' anlamına gelen adı dışında bir de göbek adı olmalı. Eğer yoksa kendisine çok uygun düşecek bir göbek adı, şu sıralarda tescil edilmek üzere.. 

   "ABBAS!"   

Abbas'ı Erbakan Hoca'nın izleyicileri İslam tarihindeki Abbasiler'den bilirler. Edebiyat severler ise "Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz" dizelerinden.."    Hem DYPli bakanların kınayarak, küstahlık kabul ettikleri, hem DSPli Hüsamettin Özkan'ın "RP dini siyasete alet ediyor" diyerek;RPli Sincan Belediye Başkanı tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi'nde, "bu parti üzerindeki bütün örtüler bir kez daha kaldırılmıştır" beyanatını verdiği, Ahmet Tan'ın Erbakan'a Abbas Yolcu, Bekir Yıldız'a şu.. o.. türünden "hakiki olmayan" diye saldırdığı sıralarda CHP kanadından sessizlik beklemek elbette yanlış olur, eksik kalırdı. Peki CHP kanadı, daha ziyade kodamanları ne yapmıştı? Şöyle: CHP Genel Sekreter Yardımcısı Haydar Oymak başta olmak üzere Halk Partili otoriterler RPli Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın görevden alınmasını istemişlerdi. Pek tabii bir kaç yıl önceki Gürsoy'la ilgili isnadlara, ulusal basının tıksızlığından gelen bir cesaretle 3 Şubat günü Sincan'da "Atatürk'e Saygı Yürüyüşü" düzenlemişle, hem halka Atatürk rozeti dağıtmışlar, hem de Kudüs Gecesi'ne tepkilerini şu açıklamalarıyla ortaya koymuşlardı:    "RPli Başkan bir Kudüs Gecesi düzenliyor. Bu gecede Hamas ve Hizbullah'a övgüler yağdırıyorlar. Onların liderlerinin posterleri altında toplantı gerçekleştiriyorlar. Bu, İran Büyükelçisi'ne RP'nin sözcülüğünü yaptırma anlamı taşır. İran Büyükelçisi RP'nin sözcüsü gibi davranmıştır. İran'ın Türkiye'deki teröre ne ölçüde destek verdiği büyük ölçüde biliniyordu. Artık bunu kendileri de açıkca dile getiriyorlar. Bu görüntüler Türkiye'nin Demokratik ve Laik Cumhuriyeti olan temel düzenini değiştirmeye azmetmiş iç mihrakların başında da İran'ın geldiğini göstermektedir."   

    TEPKİ YAĞIYOR

    Yine 3 Şubat tarihli Hürriyet'e baktığımızda karşımıza çıkan manşet bu: "TEPKİ YAĞIYOR!"    Neye yağıyor; Sincan'daki İran provasına..    Kimler var sırada; 'Dışişleri göreve' diyen Baykal var. "CHP Lideri Deniz Baykal eski bir Dışişleri Bakanı olarak İran Büyükelçisi'nin davranışı konusunda Bakanlığı tepki göstermeye çağırıyorum" dedi.    Sırada Anap Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Keçeciler var; "Olayı son derece yadırgadık. İçişleri Bakanlığı harekete geçmeli" diyor.    Sırada  Sincan'a gelen ve 500 Atatürk rozeti dağıtan Haydar Oymak'la hareket eden CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin var; "Sincan'ın İran Kum Kenti olmadığını İran'a da, RPliler'e de göstereceğiz" diyor.    Anap ve CHP'nin soru önergesi hazırlamakta gecikmediği Sincan Kudüs vakıası için sırada DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Gölhan var; "Bu olay tasvip edillemez" diyor.    Ve Ankara DGM Onursal Başsavcısı Demiral'dan, Bagheri uyarılmalı tavsiyesi geliyor; "Ankara, Kırıkkale ve Kahramanmaraş'ta terör eylemlerine karışan Suriyeli diplomatları tutuklattım. DGM durumu Dışişleri'ne bildirmeli ve Bagheri'nin diplomatik yoldan mutlaka uyarılması sağlanmalı.    Ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a göre; "Türkiye kaosa gidiyor. RP toplumda gerginliği artırıyor. Bu önlenmeli.."    Ve ve Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan; " Sincan'daki olayları tüyler ürpertici" olarak buluyor ve soruyor: "Bunu nasıl yaparsınız? Anlayamıyorum. Burası Türkiye Cumhuriyeti. Herhalde Cumhuriyet savcıları gereğini yapar.."    Evet, neticede de öyle oluyor ve henüz tarihler 3 Şubat'ı göstermekteyken ve 3 Şubat yeterli kaosu yaşamaktayken Sincan'a soruşturma başlatılıyor. İşte, Ersin Bal imzalı o haber:   



   SİNCAN'A SORUŞTURMA  

  "Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi'nde yaşananlara Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından çifte soruşturma başlatıldı. Geceye katılan İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'nin "Şeriat çağrısı" yaptığı toplantının ses ve görüntü kayıtlarını incelemeye alan savcılıklar soruşturma sonucunda "su^" tesbit ederlerse, Sincan'ın RPli Belediye Başkanı Bekir Yıldız hakkında dava açılacak.   

 LAİKLİĞE AYKIRI 

   Gecenin düzenlendiği salona, Dünya'nın terörist ilan ettiği Hamas ve Hizbullah Örgütü Liderleri Musa Sadr, Fethi Şakaki, Yahya Ayas ve Abbas Müsavi'nin posterlerinin asılması soruşturma kapsamının da genişletilmesine neden oldu.    RPli Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın konuşmasını da incelemeye alan savcılıkların, soruşturmayı Türk Ceza Kanunu'nun 312. Maddesi'nde yer alan ve 4.5 yıla kadar hapis cezasını öngören; "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" ve "terör örgütünü övme" ile "Laik Cumhuriyeti yıkma faaliyeti" suçları çerçevesinde yürüttükleri öğrenildi.    Soruşturmanın sonucunda "suç" unsuruna rastlanırsa Ankara Başsavcılığı "görevsizlik" kararı vererek dosyayı Ankara DGM Başsavcılığı'na göndererek, TCK 312. Madde'nin DGM kapsamında yer alması nedeniyle geceyi düzenleyen suçlular hakkında DGM'de dava açılacak. Davanın sonuçlarına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın RP'den ihracına karar verebilecek.           


   İSTENMEYEN ADAM BAGHERİ    


Gecede yaptığı konuşmalar ile dikkatleri üstüne çeken İran Büyükelçisi Bagheri hakkında ise "diplomatik dokunulmazlık" nedeniyle dâvâ açılamayacak. Hükümetin DYP kanadında rahatsızlık yaratan konuşma nedeniyle Türkiye ancak Bagheri'yi Dışişleri Bakanlığı'na çağırarak uyarıda bulunabilecek, ya da Bagheri'yi Persona Non Grata (İstenmeyen Adam) ilan ederek ülkeden ayrılması istenecek. Ankara DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral, Kudüs Gecesi'nde yapılan konuşmalar ve yaşanan olayların Laik Düzen'e karşı başkaldırı anlamına geldiğini söyledi. Demiral: "bu örgütlerin liderlerinin posterlerinin açılması, onları övmek anlamına gelir ve TCK'ya göre suç oluşturur. Sincan Belediye Başkanı'nın içki satışını yasaklaması, yılbaşı kutlamalarına engel olması ve Hindi satışını yasaklaması gibi daha önceki hareketlerini de dikkate alırsak, baskı ve zorlamadan söz edilebilir.    Soruşturma kapsamında illegal örgüt veya örgütlenme durumu da araştırılmalıdır. Ayrıca İran Büyükelçisi'nin yaptığı irticai konuşma da dikkate alınmalıdır. Çünkü bu konuşma için gerekli zemin hazırlanmıştır. Bu durumda TCK 312. Madde'nin yanısıra, Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. ve 7. Maddeleri de gündeme gelebilir."    İleride hem Ersin Bal'ın haberinde işlediği, hem de DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral'ın söylediği gibi, Yıldız'a görevden el çektirilecek ve soruşturma neticesi mahkemeye çıkartılacak, Bagheri için de İstenmeyen Adam ilan edilip ülke dışına çıkışı sağlanacaktı.    Pektabii hiç de iyi seyretmeyen Sincan Kudüs Vakıası'nın yankıları, üstüne üstlük olaylara tuz-biber gibi gelen Star Muhabiri "Işın Gürel'e Dayak" hâdisesi neticesi Sincan artık tankın ve topun ağzına gelmeye mahkûmdu. Bu kaçınılmaz mukadderat çizgisini çizmişliğin de ta kendisiydi.  



 DOĞRU; HER İKİ CEPHEDEN DE TAHRİKLER BİTMİYORDU 

   Bekir Yıldız'ın ilk icraat dönemlerinde ortaya koyduğu bazı uygulamalar, hem bazı kesimlerin hoşuna gitmiyor, hem de özellikle Sol Ulusal Basın'ın, üzerinde gereğinden fazla eğildiği konu haline geliyordu.    Peki, bu ulusal basının Sincan'daki olayları takib edecek bir ayağı var mıydı? Yıldız'ın nefes alışından bile haberdar olan basını kim, nasıl, anında haberdar edebiliyordu? Acaba ifadenin tam burasında, yerel bir gazetede Sincan CHP İlçe Başkanı Kemal Baştimur'un, "CHP, köktendincilerin her eylemini anında haber vermiş, Atatürk devrimlerinin koruyucusu olmuştur" şeklindeki cümlesini yinelesek, bu bize bir şey ifade eder mi ? Edebilir.. Baştimur ve Baştimur ile hareket eden yerel basın taraftarları büyük bir ihtimalle Hürriyet ve Sabah gibi, Yıldız'a ters, kendilerine tamamen uyan gazeteleri bilgilendire bilgilendire Sincan'a alıştırmış ve âşina eylemiş olabilirler. Önce alışmak ve âşina olmak, sonradan olabilecekleri pusuda takibe fevkalâde yetecektir.    Hindi yasağı, içki yasağı.. Lâle Anıtı'nı yıkış.. Sol içerikli park ve bahçe isimlerini, Kardeş Türk Ülke isimleri veya Türk büyüklerinin isimleriyle takas.. Sosyal Demokrat Belediye eski Başkanı Aziz Gürsoy'a adeta Sincan'ı mahpushane yapış.. Yunus Göleti'ni (50 milyarı), Sincan Spor'un bilmem ne kadar ince hesaplarını soruş.. Hele hele Olof Palme'yi bir daha tepeleme..    Bir de bunların üstüne Tokuştepe'ye sırt verip, Kaymakam Ali Gün ile takışma.. Vesaire, vesaire..    İşti bütün bunların denk ettiği öfke ve hıncın bir iç muhasebesinin Kudüs Gecesi'nde kenetlenişi..    Zaten tepede, Başbakan Necmettin Erbakan'ın restleştiği "Figüran" bir basın da var. Temkin, itina, zıtlıklara müsamaha etmeme, oyunu kuralına göre oynama gerekliyken, Çadırda eksik mizansen, mikrofonda aşırı hitabet sesi.. derken, bir de Işın GÜREL'e dudak patlatan yumruk.. Hurraaa.! Basın-TV, Kamera, fotoğraf makinesi, hattâ dürbün, telsiz, cep tel.. ne varsa en modernizasyonluğuyla Sincan'a yürü..    Gerçi, bir süre Hindi ve içki yasağı unutulur gibiydi. Gerçi, unutulmak ve hesapların dondurulması Gürsoy'un da işine gelirdi. Gerçi, Ayşe Tokuştepe bir gün içinde, yaptığı yanlışın cezasını çekmek için içeriye alınmıştı. Bekir Yıldız da hummalı bir hizmet verir olmuş, Sincan çamurdan, köykentlikten arınır hâle gelmekteydi. Sabahlayan, çabalayan ve aşırı Sincan Şehri sevdasına kapılan Yıldız, halk arasında takdir edilir bir durumdaydı..    Ama, işte o Kudüs Gecesi, işte o posterlerin arasında niye Atatürk'ün resmi, niye Türk Bayrağı'nın olmaması.. Niye konuşanlardan biri de İlçe Kaymakamı Gün veya CHP İlçe Başkanı Kemal Baştimur değil de, göze batan rejim diyarının Büyükelçi'siydi.. Niye Demokratik Laik Cumhuriyet'e matuf, inanan-inanmayan ayrılığında TCK 312'yi tarif tahrif eden aykırı bir fetva..    Neyse de; niye Işın Gürel'e tokat.. İşte hele hele bu olmadı. Evet, bu hiç olmadı diyen ulusal basın için artık Sincan bir kara(r)gâh olacaktır. Işın Gürel ile birlikte bu ilçe öyle büyüyecek, öyle büyüyecek ki, asla bir daha küçülmemek üzere, zaman zaman da asparagas dökümanlarla ve şaşı bakan taşralı gözlerle büyütülmeye devam edilecek.. Hürriyet'in 4 Şubat tarihli nüshasında Bitmeyen Tahrikler manşeti öncesinde isterseniz, gazetenin Başyazarı Oktay Ekşi'nin, Işın Gürel hâdisesini nasıl değerlendirdiğine bir bakalım: 




   "Sevgili meslekdaşım. Senin başına gelen türden bir hayvanca saldırı, 1958 yılında genç bir gazeteci iken benim de başımdan geçti. O zaman bana bir trenin koridorunda, hiç beklemediğim bir anda tokat atan hayvan da (esasında hayvanlar çifte atar ama..) aynen senin olayındaki gibi kendi kaba gücünün büyüklüğüne ve iktidardaki partinin mensubu olmasına güvenip saldırmıştı. (Acaba bu saldırı, DP'liler tarafından ve Sincan dolaylarında mı yapılmıştı dersiniz?) Keza, benim suçum da aynen seninki gibi, gerçekleri kamuoyuna iletmekten ibaretti. O nedenle seni en iyi anlayanlardan biri olduğumu sanıyorum. Aldırış etme, gerçeklerin savunucusu olmaktan ayrılma.    Nitekim bize o zaman gerçekleri yazdığımız için kızanlar, o sırada kabul etmedikleri gerçekleri, 27 Mayıs 1960'da tepe takla olunca gördüler. Ne yazık ki sonra hiç istenmeyen oldu. Birileri de onlara Glu Glu dedi."    1960 İhtilâli'nden yıllar önce atılan bir tokat ile 27 Mayıs'tan pay çıkaran Oktay Ekşi de, ekşili o Sincan tokadı himayesinde, bugün çok önemli bir TV proğramcısı olan Işın Gürel gibi, Hürriyet'in vazgeçilmezi mi oldu acaba?    Her neyse, öyle oldu, böyle oldu.. Ama esas olan, hemen her basının mürekkep yalamışının kendine pay çıkardığı Sincan'a ve Sincanlılar'a olmuştur. Hâlâ; medeni, anarşiden uzak ve en sakin ilçelerden olan Sincan'ı, taşra il ve ilçelerinde öyle bir tarif ediyorlar ki; "Şeriat ülkesi, gericiler şehri.. Laik Düzen'e asi, isyankâr Sincan-Sincanlılar." Pes doğrusu. Nerede böyle bir manzara? Gösterin de hep birlikte seyredelim!      


TAHRİKLER BİTMİYOR  

 "Ata'ya nisbet gibi; Sincan'ın göbeğinde, Atatürk Büstü'nün karşısında Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın çadırdan benzerini yaptıran RPli Başkan Bekir Yıldız, tüm dini faaliyetleri burada yürüttü.   

OLAYLI KUDÜS GECESİ: 

RPli Yıldız Hizbullah ve Hamas liderlerinin fotoğraflarının bulunduğu, İran Büyükelçisi Bagheri'nin Şeriat Çağrısı yaptığı olaylı Kudüs Gecesi'ni de bu çadırda düzenledi.  

  MOLLALARIN TÖRENİ: 

31 Ocak Cuma gecesi Sincan'da kutlanan Kudüs Gecesi'nin bir benzeri, bir gün sonra, 1 Şubat gecesi, meclise 500 metre uzaklıktaki İran Kültür Merkezi'nde tekrarlandı.   

 MALZEMELER HEP AYNI: 

Sincan'da yer alan poster ve sinevizyon gösterisinin İranlılar'ın gecesinde de kullanılması, RPli Başkan Bekir Yıldız'ın malzemeleri İran'dan aldığını ortaya çıkardı.   

 BAŞBAKANLIK'TA ZİRVE:

 Erbakan dün Kazan ve Esengün ile yaklaşık 1.5 saat başbaşa görüştü. Görüşmede, kamuoyunda büyük tepki çeken Kudüs Gecesi'nin değerlendirildiği öğrenildi. 

APARTOPAR SÖKTÜLER:

Sincan'da Atatürk Büstü'nün tam karşısına dikilen Mescid-i Aksa benzeri çadır dün, (3 Şubat) akşam saatlerinde söküldü. Geçen yıl Ramazan Ayı'nın sonuna kadar kalan çadırı söken görevliler, bunun nedenini, "görevini tamamlamıştı" dile açıkladılar.    

KUDÜS GECESİ'NDEN HOCA HABERDAR: 

DYPli Hasan Ekinci, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi'nden Erbakan'ın haberi olduğunu söyledi. "Belediye Başkanı Hoca'ya haber vermeden Büyükelçi'yi kesinlikle çağırmaz" dedi. 




GÖREVDEN ALINIR: 

Sincan Belediye Başkanı Yıldız için müfettiş raporu belli olduktan sonra gereğinin yapılacağını söyleyen Ekinci, şöyle dedi: "Raporda görevden alınması gerekir denilirse bu yapılır, kimse engelleyemez."   

 PARTİDE MORAL İYİ DEĞİL: 

"Ekinci, ortaklarının son günlerdeki tutumundan çok rahatsız olduklarını söyledi ve, "gidişattan hiç birimiz memnun değiliz. Ben de, Cevheri de ötekiler de.. Partide moral iyi değil" diye konuştu. ..

VE TENAKUZ FASLI ÇİLLER; 

YAPAY GÜNDEM: Refahyol'un ortağı DYP Lideri Tansu Çiller, Sincan olayı için "yapay gündem" dedi. Türkiye'yi hükümetsiz bırakmayacaklarını, RP'nin koalisyon protokolü çiğnemediğini söyleyen Çiller; "her ay yapay gündem yaratıp hükümeti yıkmak isteyenler işbaşındalar" diye konuştu.  

  GENELKURMAY'DAN SİNCAN TOPLANTISI: 

Kuvvet komutanları dün (3 Şubat) Genelkurmay'da son gelişmeleri değerlendirdi. 

DGM'DE KUDÜS GECESİ KRİZİ: 

RP hakkında suç duyurusu yaptığı, Aczimendiler'in sakallarının kesilmesini istediği için Kazan'ın emriyle soruşturmaya uğrayan Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Kudüs Gecesi için açtığı soruşturmadan alındı.    Ankara DGM Başsavcısı Cevdet Volkan dün sabah Yüksel'i "görevli olmadığı ve kendisine haber vermediği " gerekçesiyle soruşturmadan aldı. Volkan, olay gecesi nöbetçi savcı olan Nuh Çetinkaya'yı görevlendirdi.    



 VE KADIN TELEVİZYON MUHABİRİNE SALDIRI 

      "Sincan'ı kurtarılmış bölge" haline getiren Şeriat yanlısı militanlar terör estirdi. İBDA-C işareti yapan militanlar dün gazetecileri hedef seçti. (Hürriyet 4 Şubat 1997)    Hemen burada şöyle bir tahayyülde bulunmak mümkün: "Kudüs'ün ta kendisi, o mânâ ve mefhum yapısı, inanç menzili ve ciğerden daha pahalı" tefekkürüyle yapılan, ama içteki çalkantılara, o heyecan, o şevk içinde hâkim olunamayıp mevcut düzene zıt istikâmette rol, dua ve fetva ortaya konulan Kudüs Çadırı'nın oturduğu Lâle Meydanı'nın boş kalan zeminleri üstünde insanlar adeta Karıncalar Cemiyeti gibi.. Ama disiplinde, bu mahlûklar kadar birbirine uyum sağlamayanlar içinde iki grup var. Birincisi; ev sahibleri Sincan Belediyesi'nden birileri. Diğerleri; ikincileri ise "ne var, ne oluyor" diye iki grubun trübün izleyicileri olanlara malzeme üretmeye çalışan ulusal basın-yayıncılar.. Sıçrama tekniğinin ihtiyaç duyduğu "terslik" teorisiyle donanmış bu çiçeği burnunda, ya da henüz yıllara dayalı tecrübeleri "sıçrama"ya yetmeyen medya mensubları, mutlaka bu 3 Şubat Gecesi, ters bir şeyler yapmalı.    İBDA-C işaretleri yaparak, bu işaretlerin ardından TEKBİR sesleri getirerek, bu gecenin zafer yolunda ilerlediklerini veya ilerleyebileceklerin    i zanneden gruplara inad, sıçrama gayeli basın-yayıncılar da -C-'cilere garib ve zûl gelen soruları sorma çabasındalar.. İBDA-C'ciler en çok öfkele müsebbib soru; "Şeriat provacılar, İran İslâm Cumhuriyeti özentiniz mi var? Kudüs Çadır'ında Hamas ve Hizbullah posterleri var da, niçin Atatürk ve Türk Bayrağı yok.. Yıldız şunu neden, Bagheri bunu niye dedi.. Gayeniz ne?" Ve, "Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde.." derken, bir çat-pat ve dannkk! sesi.    Dönüp sesin geldiği tarafa baktığınızda gözleri Faltaşı gibi açılmış ve açılan bu gözlerin dışında yüz haritasını gizleyen bir mor Bere'yle hapsedilmiş Baş'ın, "VURR!" emrini verdiği sağ kolun inip kalktığı anda görülen uzunca bir gölge, yere düşürdüğü avına son kez öfke ile baktıktan sonra, kalabalıklar arasında sıçraya sıçraya kaybolup gidiyor..    Yere düşen avı, bir TV muhabiridir. Türkiye'de, hâttâ insanlık tarihinde, Bosna-Hersek, Filistin ve Irak'taki kadınlar arasında hiç olmamış (!) cinsten bir manzaraya düşen Işın Gürel.. Kameralar ve fotoğraf makinelerine poz vermiyor vermesine, fakat o aletler günlerce gazete sayfalarıyla, TV ekranlarını süsleyecek pozları çoktan yakalamışlar bile.    Kalabalıklar arasından gözden kaybolan Receb'imin ruh hâlini bilemem. Işın Gürel ise madaralık bir manzaranın gururunu yıktığı, kırdığı ve erittiği ölçüde bir taraftan hıçkıra hıçkıra ağlıyor, öte taraftan da, hayatında ilk defa kendi kan tahlilini kendi yapıyor.    Işın Gürel: Kendisiyle uğraşırken "nefret uyandıran sahneler"de rol aldığının acaba çok farkında olmuş muydu?    Yeniden dönelim 4 Şubat tarihli Hürriyet'e:   



 SAKALLI SALDIRGAN:

 HBB muhabirlerini döven militanların sonraki hedefi İnterStar'ın bayan muhabiri Işın Gürel'di. Çadırın sökülmesi sırasında arkadan yaklaşan siyah Bere'li sakallı bir kişi, Gürel'i saçlarından tutup suratına yumruğu vurdu.   

 DUDAĞI PATLADI: 

Darbenin etkisiyle dudağı patlayan Işın Gürel, sırt üstü yuvarlandı. Başını yere çarpan bayan muhabir şok geçirdi. Hastaneye kaldırılan Gürel'i ziyaret eden Deniz Baykal, RPli Hasan Hüseyin Ceylan ile tartıştı.   

 VE BAGHERİ'YE PROTESTO  

  Sincan'daki açıklamasıyla ortalığı karıştıran İran Büyükelçisi dün, (3 Şubat) Dışişleri'ne çağrılarak protesto edildi. Bagheri'ye " İçişlerimize Karışırsan gidersin" mesajı verildi.    Bakanlıktan çıkışta sinirli olduğu gözlenen Bagheri küstahlığını sürdürdü. Protestoyu kabul etmediğini söyleyen İran Büyükelçisi, "Türkiye zaten Şeriatçı'dır" açıklamasını yaptı.



http://bekiryalcinkaya.tr.gg/Sincan-Y%26%23305%3Bld%26%23305%3Bz-Kud.ue.s-%C7ad%26%23305%3Br%26%23305%3B%3D28-%26%23350%3Bubat-d--3.htm



..